Bir Anı

Çevrimdışı NİL35

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 10.851
  • 94.515
  • 10.851
  • 94.515
# 10 Kas 2011 16:39:06
BEN CEPHEYE GİDİYORUM
Bir akşam Recep Bey (Peker) beni ve İhsan Bey'i evine akşam yemeğine çağırdı. Ayağım burkulmuş, alçıda idi. Koltuk değnekleriyle gittim. Gazi Paşa da Refet (Bele) Paşa'nın evinde imiş. Bizim Recep (Peker) Bey'in evinde bulunduğumuzu haber almışlar. Yaver Muzaffer (Kılıç) telefonla beni çağırdı. Kendilerini beklememizi söyledi.

Gazi, gece yarısından sonra geldi. Fazlaca alkollü idi.
- "Vakit geç oldu. Oturamayacağım gideceğim."
Dedi ve giderken beni, İhsan ve Recep (Peker) Bey'i baş başa getirdi. Ellerini omuzlarıma atarak:
- "Ben doğruca cepheye gidiyorum, düşmana taarruz edeceğim," dedi.

Hepimiz şaşırdık ve telaşlandık. İhsan Bey:
- "Paşam, ya muvaffak olamazsan?" deyince:
- "Ne?... Bir haftalık süre içinde onları yok edip denize dökeceğim." karşılığını verdi.

Ali KILIÇ

   

Kaynak: Ali Kılıç - Hatıralar, 1955

Çevrimdışı AYŞEGÜL59

  • Uzman Üye
  • *****
  • 475
  • 2.580
  • 475
  • 2.580
# 10 Kas 2011 16:42:01
YURDUMUN TOPRAĞI TEMİZDİR

Kral Edvard İstanbul'a geldiği zaman,yatından bir motora binerek Dolmabahçe Sarayına yanaştı.
Atatürk rıhtımda onu bekliyordu.Deniz dalgalıydı.Kralın bindiği motor,inip çıkıyordu.
İmparator rıhtıma çıkmak istediği bir sırada,eli yere değerek tozlandı.
O sırada Atatürk elini uzatmış bulunuyordu.
Bunu gören Kral bir mendille elini silmek istediği zaman Atatürk:
-Yurdumun toprağı temizdir,o elinizi kirletmez,diyerek Kralı elinden tutup rıhtıma çıkardı.

Çevrimdışı NİL35

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 10.851
  • 94.515
  • 10.851
  • 94.515
# 10 Kas 2011 16:52:18
SAVAŞ EMİRLERİ

Şükrü Kaya'nın, bir 30 Ağustos Zafer Bayramı gecesi sofrada:

- "Paşam, İstiklal Savaşı'nda Başkomutan sıfatıyla muharebelerde verdiğiniz emirler bir yerde toplanmış mıdır?" sorusuna verdiği yanıt:

- Bir gün Kurtuluş Savaşı'nın, Millî Mücadele'nin askeri tarihini yazacaklar, belki de benim Başkomutan sıfatıyla verdiğim bir yazılı ve imzalı emrime rastlamayacaklardır. Savaş arkadaşlarım buradadır, hep bilirler, ben muharebede daima o cepheden bu cepheye gider, yapılması gereken hareketleri Komutanlara dikte eder, onlara not ettirir ve kendilerini de inandırdıktan sonra, 'Şimdi ordu birliklerimize derhal bu hareketlerin yapılmasını kendi imzanızla bildiriniz.,.' derdim."

Nejat SANER

   

Çevrimdışı deva35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.395
  • 11.764
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 7.395
  • 11.764
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 10 Kas 2011 17:05:59
İkimiz de "Gazi"yiz

               Bir tarihte Eskişehir’i ziyaretinde; yakın köylerde gezinti yaparken, asırlık çınarların gÖlgesine sığınmış bir köy kahvesi Önünde otomobili durdurdu. Salih Bozok'a;
               - Bu çınarları hatırlıyorum... Dedi; zaferden sonra bir gün yolum düşmüştü!... Eski hatıraları bir an tekrar yaşatmak için; araba dan inip, büyük bir tevazuuyla köy kahvesinin harap iskemlesine oturdu.
               Biraz sonra kahveci ona, köyünün yegane ikramı olan ayranı temiz bardaklar içinde getirince "Gazi" pek memnun oldu. Yaşlı kahveciye sordu:
               - Adın ne?...
               - Yusuf!...
               - Buralarda geçmiş harbi hatırlar mısın?...
               - Nasıl hatırlamam, paşam?... Maiyetinde çavuştum!...
               - Maiyetimde mi...
               Bütün kuvvetlerin baş kumandanı değil miydin, paşam!... Hep emrinde savaştık.
               Büyük kurtarıcı zeki köylüyü takdir etmişti. Aferin; Gazi Yusuf çavuş!... deyince, eski asker el buğuladı:
               - Estağfurullah, paşam!... Gazi sizsiniz!...
               - Rütbe başka... Fakat harpten dönmüş iki asker olmamız sıfatıyla ikimiz de "Gazi"yiz!...
               Ve tepside duran ayran bardaklarından birini bizzat eliyle çavuşa vermek lütfunu gÖstererek, ilave etti:
               - Şerefine Gazi Yusuf çavuş!...
               - Şerefte daim ol paşam!...
               Ağlamaktan ayranı içemeyen kahveciye, o zamanın çok parası olan bir yüzlük verip gülümsedi:
               - Allahaısmarladık, silah arkadaşım!...

(Atatürk’ün Nükteleri-Fıkraları-Hatıraları)

Çevrimdışı NİL35

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 10.851
  • 94.515
  • 10.851
  • 94.515
# 14 Oca 2012 21:26:45

Yıl 1922. 14 Ocak gece yarısı.
Mustafa Kemal'in özel treni Eskişehir'e doğru gidiyor. Bu yolculuk bir kamuoyu yolculuğu olacak ve Gazi, savaş sonrası Anadolusunda bazı şehirlerin nabzını yoklaya yoklaya İzmir'e gidip annesini görecek. Ve Latife'yi.

Ama o gece çok sıkıntısı var Mustafa Kemal'in ve bir türlü uyku tutturamıyor.

Ali Çavuş kompartımanın kapısı önünde sigara üstüne sigara içiyor. Kapıya dayanmış karanlığı seyreder ken bir yandan da kendi kendine mırıldanıp duruyor.

"Bu işin bu kadar çabuk oluvereceğini hiç düşünmedim.''

İşte, sonunda şifreli telgraf geldi. Zübeyde anamızı yitirdik. Peki, ne duruyorum. İçeri girip onu uyandırmalıyım. Ama işe bak, giremiyorum. Kıyamıyorum paşama. Nasıl derim ki: ''Anamız öldü paşam!'' diyemem. Onun yüreği anası için atar. Hep söyler. Vatanı kurtarmakla anasını kurtarmak aynı anlama gelir onun için. Kapıyı açsam, telgrafı uzatsam, ''Paşam sen sağ ol'' desem ''Eyvah'' demez mi? ''Koca vatanı kurtardım ama anamı kurtaramadım demez mi?"

Ali Çavuş, anlattığına göre birden yerinden sıçramış. İçeriden bir ses geliyor. Mustafa Kemal sesleniyor.
Çavuş kompartıman kapısını açıp selam duruyor:

"Emret Paşam''

Mustafa Kemal yatağa oturmuş soruyor telaş ile:

"Ne demeye kapıda bekliyorsun sen?''

"Uyku tutturamadım da Paşam''

"Annemden bir haber var mı?''

"Az önce bir telgraf geldi dediler, şifreyi çözünce size sunacaklar.''

"Boşuna kıvranma Ali, benden de saklamaya çalışma. Ben haberi aldım.''

Ali Çavuş bir şey yokmuş gibi durmaya çalışıyor ve merakla soruyor:
"Ne olan, ne haber aldın ki paşam? Hayır haber inşallah.''

Mustafa Kemal usul usul anlatıyor.

"Az önce dalmışım, rüyamda yeşil bir ovada anamla el ele geziniyorduk. Hep olduğu gibi bana birşeyler anlatıyordu. Birden bir fırtına çıktı. Bir sel bastırdı, anamızı aldı götürdü. Hiçbir şey yapamadım. Hiç, hiç!..

Çavuşu bir titremedir almıştı. Derken.. Mustafa Kemal emri verdi:

"Çocuk! Al getir şu telgrafı, hemen!'

Ali Çavuş kompartımandan çıkar çıkmaz, çözümü getiren görevliyle karşılaştı.

"Ver onu'' dedi."Paşamız bekliyor.''

Kağıdı aldı, içeri girdi, selam durdu ve:

"Sen sağol paşam.'' dedi.

"Millet sağ olsun.''

Gözünden iri bir damla göz yaşı akıvermişti. Çavuş "Ağlama paşam" diye yalvardı.

"Neden? Ben insan değil miyim? Anam öldü. Ben buna ağlarım. Ama, Anavatan kurtuldu. Bununla da teselli bulurum. Benim için ikisi bir.''

İşte ben bunun için:

"Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini" diye cevap vermedim mi Namık Kemal'e? Birden Mustafa Kemal ile Ali Çavuş birbirlerine sarıldılar ve açık açık, hıçkırıklarla, içli içli ağlıyorlardı.

 


 

Çevrimiçi duyguaydın

  • Moderatör
  • *****
  • 5.361
  • 125.844
  • 5.361
  • 125.844
# 14 Oca 2012 21:37:11
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Yıl 1922. 14 Ocak gece yarısı.
Mustafa Kemal'in özel treni Eskişehir'e doğru gidiyor. Bu yolculuk bir kamuoyu yolculuğu olacak ve Gazi, savaş sonrası Anadolusunda bazı şehirlerin nabzını yoklaya yoklaya İzmir'e gidip annesini görecek. Ve Latife'yi.

Ama o gece çok sıkıntısı var Mustafa Kemal'in ve bir türlü uyku tutturamıyor.

Ali Çavuş kompartımanın kapısı önünde sigara üstüne sigara içiyor. Kapıya dayanmış karanlığı seyreder ken bir yandan da kendi kendine mırıldanıp duruyor.

"Bu işin bu kadar çabuk oluvereceğini hiç düşünmedim.''

İşte, sonunda şifreli telgraf geldi. Zübeyde anamızı yitirdik. Peki, ne duruyorum. İçeri girip onu uyandırmalıyım. Ama işe bak, giremiyorum. Kıyamıyorum paşama. Nasıl derim ki: ''Anamız öldü paşam!'' diyemem. Onun yüreği anası için atar. Hep söyler. Vatanı kurtarmakla anasını kurtarmak aynı anlama gelir onun için. Kapıyı açsam, telgrafı uzatsam, ''Paşam sen sağ ol'' desem ''Eyvah'' demez mi? ''Koca vatanı kurtardım ama anamı kurtaramadım demez mi?"

Ali Çavuş, anlattığına göre birden yerinden sıçramış. İçeriden bir ses geliyor. Mustafa Kemal sesleniyor.
Çavuş kompartıman kapısını açıp selam duruyor:

"Emret Paşam''

Mustafa Kemal yatağa oturmuş soruyor telaş ile:

"Ne demeye kapıda bekliyorsun sen?''

"Uyku tutturamadım da Paşam''

"Annemden bir haber var mı?''

"Az önce bir telgraf geldi dediler, şifreyi çözünce size sunacaklar.''

"Boşuna kıvranma Ali, benden de saklamaya çalışma. Ben haberi aldım.''

Ali Çavuş bir şey yokmuş gibi durmaya çalışıyor ve merakla soruyor:
"Ne olan, ne haber aldın ki paşam? Hayır haber inşallah.''

Mustafa Kemal usul usul anlatıyor.

"Az önce dalmışım, rüyamda yeşil bir ovada anamla el ele geziniyorduk. Hep olduğu gibi bana birşeyler anlatıyordu. Birden bir fırtına çıktı. Bir sel bastırdı, anamızı aldı götürdü. Hiçbir şey yapamadım. Hiç, hiç!..

Çavuşu bir titremedir almıştı. Derken.. Mustafa Kemal emri verdi:

"Çocuk! Al getir şu telgrafı, hemen!'

Ali Çavuş kompartımandan çıkar çıkmaz, çözümü getiren görevliyle karşılaştı.

"Ver onu'' dedi."Paşamız bekliyor.''

Kağıdı aldı, içeri girdi, selam durdu ve:

"Sen sağol paşam.'' dedi.

"Millet sağ olsun.''

Gözünden iri bir damla göz yaşı akıvermişti. Çavuş "Ağlama paşam" diye yalvardı.

"Neden? Ben insan değil miyim? Anam öldü. Ben buna ağlarım. Ama, Anavatan kurtuldu. Bununla da teselli bulurum. Benim için ikisi bir.''

İşte ben bunun için:

"Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini" diye cevap vermedim mi Namık Kemal'e? Birden Mustafa Kemal ile Ali Çavuş birbirlerine sarıldılar ve açık açık, hıçkırıklarla, içli içli ağlıyorlardı.

 


 

ilk okuduğumda da çok duygulanmıştım şimdide teşekkürler hocam inşallah vatanımız hep sağ olur.

Çevrimdışı tekmen

  • Moderatör
  • *****
  • 21.662
  • 46.570
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 21.662
  • 46.570
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 19 Oca 2012 09:36:12
Bu pazartesi....
Sabah İstiklal Marşı için toplandık.
Bayrak yarıda.
Çocuklara sordum: Bayrak niye yarıya indirilmiş?
Cevap, sessizlik sadece.
Durumu açıkladım, Denktaş için Ulusal Yas ilan edildi.
Sonra tekrar sordum:
-Peki, başka ne zaman bayrakları yarıya indiriyoruz???
Cevap. gene sessizlik...
Dayanamadım..
-Sizin bu halinize bakılırsa bayrakların her zaman yarıda kalması lazım!!!

Çevrimdışı fundalink

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 243
  • 299
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 243
  • 299
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 19 Oca 2012 09:49:29
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Bu pazartesi....
Sabah İstiklal Marşı için toplandık.
Bayrak yarıda.
Çocuklara sordum: Bayrak niye yarıya indirilmiş?
Cevap, sessizlik sadece.
Durumu açıkladım, Denktaş için Ulusal Yas ilan edildi.
Sonra tekrar sordum:
-Peki, başka ne zaman bayrakları yarıya indiriyoruz???
Cevap. gene sessizlik...
Dayanamadım..
-Sizin bu halinize bakılırsa bayrakların her zaman yarıda kalması lazım!!!
maalesef öğretmenim sadece bizim çabamızla bazı değerler kazandırılamıyor... üzücü gerçekten. çok çalışmamız lazım birşeylerin yoluna girmesi için. hiçbir zaman  bayraklarımız yarıya inmesin!!!

Çevrimiçi duyguaydın

  • Moderatör
  • *****
  • 5.361
  • 125.844
  • 5.361
  • 125.844
# 21 Oca 2012 20:07:56
Atatürk döneminde torpil nasıl yapılırdı?
 
Yıl 1934, o dönemde Milli Eğitim Bakanlığı Ulus'tadır. Bakan ise Niğdeli
Abidin ÖZMEN'dir.
 
Bakan, makamında çalışmaktadır.
 
Kapı çalınır.
 
Bakanın gür sesi: "Giriniz!"
 
Atatürk'ün yaverlerinden biri, yanında iki çocukla makama girerler.
 
Konuklara yer gösterir ve zarfı açar.
 
   Atatürk'ten gelen bir mektuptur bu: “Bay Abidin ÖZMEN, Milli Eğitim
Bakanı..."
 
Abidin ÖZMEN zarfı özenle açar ve mektubu dikkatle okur:
"Yaver Bey'le, size iki fakir ve kimsesiz çocuk gönderiyorum. Bu
çocukları, uygun göreceğiniz, bir liseye (parasız yatılı olarak) kaydını
yaptırın..."
Bu, Atatürk'ün bi r emridir. Kesinlikle yerine getirilecektir.
 
Bakan ÖZMEN, Orta Öğretim Genel Müdürün ü çağırtır ve şu direktifi verir:
 
"Yaver Bey'in yanındaki bu iki çocuğun evrakını alınız ve bu çocukların
Haydarpaşa Lisesi'ne paralı yatılı olarak kaydını yaptırıp her ikisi için
de üçer yıllık paralı yatılı makbuzlarının veli ve ödeyen hanesine
Atatürk'ün ismini yazdırarak bana getiriniz." der.
 
Bakanın emri yerine getirilmiştir. Abidin ÖZMEN de kısa bir mektup yazarak
Yaver Bey'le Atatürk'e yollar.
 
Mektubun içeriği şöyle:
 
"Muhterem Atatürk, Yaver Bey'le göndermiş olduğunuz iki çocuk hakkında
emirlerinizi aldım.
Ancak, arkasında Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve Cumhurbaşkanı Atatürk
gibi biri bulunduğu için; bu çocuğu fakir ve kimsesiz olarak kabul etmeme,
hem yasalarımız, hem de mantığımız izin vermedi. Bu nedenle her iki
çocuğunda emirleriniz gereği Haydarpaşa Lisesi'ne paral ı yatılı olarak
kayıtlarını yaptırdım. Çocukların üçer yıllık okul taksitlerine ait
makbuzları ekte takdim ediy orum..."
 
Atatürk bu mektup üzerine, devrin Başbakanı İsm et İnönü'ye telefon ederek:
"Bak senin Milli Eğitim Bakanın bana ne yaptı." diyerek olayı anlatmış.
İnönü, Bakan adına özür dilemiş.
 
Atatürk: "Yok! demiş özür dileme. Çok memnun oldum. Keşke her devlet adamı
bu medeni cesarete sahip olabilse ve doğruyu gösterebilse."
 

Çevrimdışı adamın biri

  • Bilge Üye
  • *****
  • 5.008
  • 23.135
  • 5.008
  • 23.135
# 22 Oca 2012 02:19:13
TÜRKLERE UŞAKLIĞI ÖĞRETEMEDİM(!)

İngiliz kralı VIII. Edward İstanbul'a Atatük'ü ziyarete geldiği zaman, Atatürk kendisine bir akşam ziyafeti vermişti. Ziyafetten önce,
-"Bana İngiltere sarayında verilen ziyafetler ne şekilde olur, onu bilen birisini, yahut bir aşçı bulunuz !...dedi.

Ve nihayet bu sofra merasimini bilen bir zattan öğrenerek sofrayı o
şekilde düzene koydular... Akşam kral sofraya oturunca kendisini kral
sarayında zannederek memnun oldu. Atatürk'e dönerek:

- Sizi tebrik eder ve teşekkür ederim. Kendimi İngiltere'de zannettim diyerek memnuniyetini bildirdi. Sofraya hep Türk garsonlar hizmet etmekte idi. Bunlardan bir tanesi heyecanlanarak, elindeki büyük bir tabakla birdenbire yere yuvarlandı. Yemekler de halılara dağıldı.

Misafirler utançlarından kıpkırmızı kesildiler. Fakat Atatürk Kral'a :
- Bu millete her şeyi öğrettim, fakat uşaklığı öğretemedim! dedi. Bütün sofradakiler Atatürk'ün bu sözlerine hayran oldular. Atatürk garsona da vazifene devam et emrini verdi.

Çevrimiçi duyguaydın

  • Moderatör
  • *****
  • 5.361
  • 125.844
  • 5.361
  • 125.844
# 28 Oca 2012 17:29:17

 
 


 

ÇILGIN TÜRKLER KİTABINDAN Bİ ALINTI;

 

Savaşın en kanlı günlerinden biriydi.
Asker en iyi arkadaşının az ileride, kanlar içinde yere düştüğünü gördü.
insanın başını bir saniye siperden çıkaramayacağı bir ateş altındaydılar.

Asker teğmenine koştu hemen:
- Komutanım, bir koşu arkadaşımı alıp geleyim mi?

'Delirdin mi?' der gibi baktı teğmen...
- Gitmeğe değmez oğlum, arkadaşın delik deşik olmuş. Büyük ihtimal ölmüştür bile. Kendi hayatını da tehlikeye atma sakın!

Ama asker o kadar israr etti ki, teğmen izin vermek zorunda kaldı.

- Peki, dene bakalım!

Asker yoğun ateş altında fırladı siperden ve mucize eseri; arkadaşının yanına kadar gitti, yaralı arkadaşını sırtladığı gibi taşıdı. Birlikte siperin içine yuvarlandılar.

Teğmen koşup yaralıya bir göz attı ve nefes nefese bir kenara yıkılmış askere döndü:
- Sana hayatını tehlikeye atmaya değmez, dememiş miydim? Bu zaten ölmüş...
- Değdi Komutanım, değdi! dedi asker.
- Nasıl değdi, arkadaşın zaten ölmüş, görmüyor musun?
- Gene de değdi komutanım, çünkü yanına vardığımda henüz yaşıyordu...

Ve onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim için...
Ve, hıçkırarak, şehit olan arkadaşının son sözlerini tekrarladı:
'Geleceğini biliyordum!'

GELECEĞİNİ BİLİYORDUM!

Kalbimizde 'arkadaşlık' denilen bir mucize var. Nasıl olduğunu, nasıl başladığını bilemezsiniz.
Ama bunun özel bir armağan olduğunu, Allah'ın bir lutfu olduğunu bilirsiniz.

Gerçekten de arkadaşlar nadide mücevherlerdir.
Yüzünüzü güldürüp, başarmanız icin cesaret verirler.
Sizi dinlerler ve kalplerini açmaya hazırdırlar.

Çevrimiçi duyguaydın

  • Moderatör
  • *****
  • 5.361
  • 125.844
  • 5.361
  • 125.844
# 28 Oca 2012 17:37:58
ATATÜRKÜN YAVERİNDEN BİR ANI KESİNLİKLE OKUYUN!....

Gazi, çiftliğinde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir kadına rastladı.
Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu.
- Merhaba nine.
Kadın Ata'nın yüzüne bakarak hafif bir sesle;
- Merhaba dedi.
- Nereden gelip nereye gidiyorsun?
Kadın şöyle bir duralayıp;
- Neden sordun ki, dedi. Buraların saabisi misin? Yoksa bekçisi mi?
Paşa gülümsedi.
- Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin malıdır. Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin?
Kadın başını salladı.
- Tabii söyleyeceğim, ben Sincan'ın köylerindenim bey, otun güç bittiği, atın geç yetişdiği, kavruk köylerinden birindeyim. Bizim muhtar bana bilet aldı trene bindirdi, kodum Angara'ya geldim.
- Muhtar niçin Ankara'ya gönderdi seni?
- Gazi Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım da... Benim iki oğlum gâvur
harbinde şehit düştü. Memleketi gâvurdan gurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. Bende gün demeyip mihtara anlatinca, o da bana bilet aliverip saldi Angaraya, giceleyin
geldimdi. Yolu neyi de bilemediğimden işte agsamdan belli böyle kendimi ordan
oraya vurup duruyom bey.
- Senin Gazi Paşa'dan başka bir isteğin var mı? Kadının birden yüzü sertleşti.
- Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki.. O bizim vatanımızı gurtardı. Bizi düşmanın elinden gurtardı. Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan? Onun sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşiyoz. Sunun bunun gâvur dölünün köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı? Buralara bir defa yüzünü görmek, ona sağol paşam! Demek için düştüm. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama benziyon, bana bir yardım ediver de Gazi Paşayı bulacağım yeri deyiver.
Atatürk'ün gözleri dolu dolu olmuştu, çok duygulandığı her halinden belliydi. Bana dönerek;
- Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanimizdir... Benim köylüm, benim vefalı Türk anamdır bu.
Attan indim. Yaşlı kadının elini tuttum anacığım dedim, sen gökte aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar koşturan Gazi Pasa yani Atatürk işte karsında duruyor.
Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere fırlatıp
Atatürk'ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu. İkisi de ağlıyordu. İki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi sarmaş dolaş ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa öptü atanın ellerini. Ata da onun ellerini öptü. Sonra heybesinden küçük bir paket çıkarttı. Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. Bunu Atatürk'e uzattı;
- Tek ineğimim sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa, bunu sana hediye
getirdim. Seversen gene yapıp getiririm.
Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi. Sonra birlikte köşke kadar gittik. Oradakilere şu emri verdi;
-'Bu anamızı alın burada iki gün konuk edin.

Sonra köyüne götürün. Giderken de kendisine üç inek verin benim armağanım olsun.'

Çevrimiçi duyguaydın

  • Moderatör
  • *****
  • 5.361
  • 125.844
  • 5.361
  • 125.844
# 11 Şub 2012 21:03:01
ASKERLE GÜREŞ

Bir gezisinde, Kolordu binasının kapısında aslan yapılı bir Mehmetçik gördü. Çağırdı ve güler yüzle sordu:
- Sen güreş bilir misin?

Yanındakilerden en kuvvetli görünenlerle Mehmetçiği güreştirdi. Genç asker her zaman üstün geliyordu. Çok neşelendi, ayağa fırladı.

Ceketini çıkarıp Mehmet'e ense tuttu:
- Haydi, bir de benimle güreş!

Katıksız ve temiz Anadolu çocuğu Ata'sının yüzüne hayranlıkla baktı:
- "Atam," dedi. "Senin sırtını yedi düvel yere getiremedi. Bir Mehmet mi bu işi başarır?"

Gözleri doldu ve ağlamamak için gülmeye çalıştı.

Çevrimdışı NİL35

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 10.851
  • 94.515
  • 10.851
  • 94.515
# 17 Nis 2012 18:02:14
 
Çankaya’da gezi ve çocuklarla sohbet...
 
İki kardeş okul dönüşü annelerinden izin alarak sık sık Atatürk’ün köşkünün etrafında gezinip dururlarmış.
 
Öğretmeni Ayşe’ye o gün yurdumuzun düşmanlardan kurtarılması için Ata’nın emrinde milletçe nasıl çok çalışıldığını anlatmıştır. İçinde bulunduğumuz ortamın nasıl meydana getirildiğini öğrenen Ayşe, kardeşi İsmet’i de alarak her zaman olduğu gibi belki Atatürk’ü görürüz diye köşkün etrafında gezip dururlar.
 
Tesadüf aynı gün, yaveri ve arkadaşlarıyla bir gezinti yapan Atatürk, Ayşe ile kardeşinin köşkü seyrettiklerini görünce yanlarına yaklaştı.
 
- Adın ne senin yavrum.
 
- Ayşe.
 
- Senin adın ne yavrum.
 
Ayşe’nin kardeşi hemen cevap verdi.
 
- İsmet.
 
- Niçin burada dolaşıyorsunuz?
 
- Sizi görmek istedik efendim.
 
- Peki ben kimim? Beni niçin görmek istediniz?
 
İki kardeş bir ağızdan
 
Gazi Mustafa Kemal Paşasınız.
 
Atatürk ve yanındakiler gülümsediler.
 
- Benzettiniz çocuklar ben gazi değilim.
 
Yine iki kardeş bir ağızdan
 
- Siz Gazisiniz.
 
- Peki nereden bildiniz?
 
Çocuklar aynı ağızdan gür bir sesle,
 
Çünkü size hiç kimse benzemez.
 
- Ayşe sen okuyor musun?
 
- Evet beşinci sınıftayım.
 
- İsmet sen kaçıncı sınıftasın?
 
- Üçüncü sınıftayım.
 
- Ayşe sen ne olmak istiyorsun?
 
- Öğretmen olmak istiyorum efendim. Öğretmenler yurtlarına yararlı insanlardır. Biz her şeyi öğretmenden öğreniriz. Sizi de öğretmenimiz tanıttı.
 
- Evet yavrum, biz her şeyimizi öğretmenlere borçluyuz. Beni de öğretmenim Gazi yaptı. Peki İsmet sen ne olmak istiyorsun?
 
- Asker olacağım. Çünkü sizi çok seviyorum. Yurduma saldıran düşmanın kafasını kıracağım.
 
Atatürk iki kardeşi bağrına bastı sevdi ve okşadı.
 
- Aferin çocuklar.
 
Yanındaki arkadaşlarına dönerek:
 
- Evet! Milletin bağrından tertemiz bir nesil yetişiyor. Eserimizi bunlara gözümüz arkada kalmadan bırakabileceğiz. Şimdi çok huzurluyum

Çevrimiçi duyguaydın

  • Moderatör
  • *****
  • 5.361
  • 125.844
  • 5.361
  • 125.844
# 11 May 2012 19:21:16
ALTANLARIN DEDESİ AZ BİLİNEN BİR ATATÜRK HİKAYESİ...

Mustafa Kemal Samsun'a çıktıktan sonra kongre için Erzurum'a gelmiştir...

O sırada Anadolu halkı Milli Mücadeleye çoktan karar vermiştir. Mustafa Kemal kongre üyesi değildir.

Asil üyelerden Cevat Dursunoğlu üyelikten istifa ederek kat ve ip üyeliğe geçerek ona yer açar.

Dursunoğlu kardeşi Sıtkı Dursunoğlu'nun  evine taşınarak evini Mustafa Kemal'e tahsis eder.

Mazhar Müfhit Kansu ile birlikte kongre hazırlıklarını yapmaktadır.

Erzurumda padişahın valisi olan "Deli" lakaplı paşa konuta gelir ve Vahdettinden gelen telgrafı göstererek:

" Paşam müsaade ederseniz sizi tutuklayıp İstanbul'a göndermek zorundayım" der.

Atatürk camdan bakınca evin etrafının Osmanlı askerlerince sarıldığını görür.

Vali!ye "Peki müsade etmezsem ne olacak" diye sorar.

Deli Vali:

"Paşam müsaade etmezseniz ben bu işe karışmam, hünkar gelsin kendisi götürsün " diyerek askerleriyle birlikte evi terkeder.

Aslında Vali şunu bilmektedir.

Eğer Mustafa Kemal'i teslim ederse halk onu tükürükle boğacaktır.

Yıl 1919 ve Atatürk'ün Milli Mücadele için niyet dışında bir başarısı henüz yoktur.

Yıl 1925. Atatürk Kastamonu!da şapka devrimini yapınca isyan Erzurum'da çıkar.

93 kişi asılarak idam edilir. Türkiye'de asılan ilk kadın bunların arasındadır.

Doğma büyüme Erzurumluyum.Şunu bir türlü anlayamıyordum.

1919'da rütbelerini söküp atan Mustafa Kemal'i bağrına basmış Erzurum halkı düşmanı defeden adama karşı 6 yıl sonra nasıl isyan çıkarır?

Bu yıl Üniversie Olimpiyatına görevli olarak gittiğimde bu isyanın nedenini öğrenince tatmin oldum.

Altan'ların dedeleri ( Ahmet, Mehmet ve Çetin Altan ) o sırada Erzurumda Kolordu Komutanı imiş. İsyancıları o organize etmiş. Kadınları toplayıp "Kocalarınızın  bu gavur şapkalarını takmasına ses çıkarmayacak mısınız " diyerek tahrik etmiş.

Dededen oğula ve torunlara sadece han-hamam kalmıyor, vatan hainliğinin de genetik geçişi var demek ki.

Sevgi ve saygı ile.




alıntı

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK