Cahil Hoca

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
27 Haz 2016 17:30:10
Cahil Hoca

Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Cahil Hoca - Zihinsel Özgürleşme Üstüne Beş Ders isimli eser Milli Eğitim Bakanlığının 2016 yaz semineri için öğretmenlere tavsiye ettiği kitaplardan biridir.
Yazarı Fransız düşünür  Jacques Rancière (d. 1940)'dir.  Paris-VIII (St. Denis) Üniversitesi'nden felsefe profesörü iken emekli olmuştur.
Kitap 5 bölümden oluşmaktadır :

I. Zihinsel Bir Serüven
Il. Cahilin Dersi
lll. Eşitlerin Aklı
IV. Küçümseme Toplumu
V. Özgürleştirici ve Maymunu

Kitapta  başka eserlere gönderme yapan ifadeler mevcuttur. Bu durum kitabı anlamayı zorlaştırmaktadır.
Çeviri işleminin de pek iyi olmadığı kanaatindeyim.
Bu MAZERETLERİ kitabı YETERİNCE anlamadığımı / anlamakta zorlandığımı ifade etmek için kullanıyorum :)
Kitabı okuyan veya okumayı düşünen arkadaşlarım bölümlerden neler anladıklarını bir veya bir kaç cümle ile paylaşabilirlerse memnun olurum.
Bu başlık altında her bir bölümden ne anladığımı bir veya bir kaç cümleyle ifade ettikten sonra  kitaptan alıntılar yapacağım.

Kitabı okumadan önce bilinmesi gerekenler:

Les Aventures de Télémaque - Tercüme-i Telemak

Yusuf Kamil Paşa'nın Tercüme-i Telemak  ismiyle tercüme ettiği François Fénelon'un "Les Aventures de Télémaque" isimli eseri Fransa'nın gelecekteki kralının eğitimi için yazılmıştır.
Telemakhos'un Serüvenleri, Yunan mitolojisinden alınma bir hikayeye dayanarak ideal devletin ve devlet adamının nasıl olacağını anlatır.

Jacques Rancière, kitaptaki 5 dersi Fransız edebiyatı okutmanı Joseph Jacotot zihinsel serüveninden yola çıkarak açıklamaktadır.
Bu nedenle Joseph Jacotot zihinsel serüvenini içeren olayı sürekli akılda tutmak gerekiyor.

Zihinsel Bir Serüven Bölümü hakkında :

Bu bölümden aldığım dersi şu cümleyle özetlemek istiyorum :
- Öğrenciyi kendi zekasını kullanmaya zorlamak, onu özgürleştirir.

Jacques Rancière'nin  Cahil Hoca - Zihinsel Özgürleşme Üstüne Beş Ders isimli eserinden alıntılar :
(Zihinsel serüven olarak tanımlanan olay özetlenmiştir.)

1818 YILINDA, bugün Belçika sınırlan içinde bulunan Leuven kentinin üniversitesinde, Fransız edebiyatı okutmanı Joseph Jacotot'nun başından bir zihinsel serüven geçer.

Joseph Jacotot tercüman aracılığıyla Hollandalı öğrencilere Fransızca edebiyatı öğretmeye çalışıyordu.
Derslerinden istifade etmek isteyen öğrencilerin çoğu  Fransızca bilmiyordu.
Joseph Jacotot da tek kelime Hollandaca bilmiyordu.
Dolayısıyla talebenin talip olduğu şeyleri öğretebileceği ortak bir dil yoktu.
Yine de öğrencilerin arzularına karşılık vermek istiyordu.
Bunun için de öğrencileriyle arasında ortak bir şey üzerinden, asgari bir bağ kurması gerekiyordu.
Tesadüf bu ya, o sıralar Brüksel'de Fenelon'un Telemak'ının ikidilli bir baskısı çıkmıştı. (Karşılıklı sayfalardan biri Fransızca diğeri Hollandaca olacak şekilde)
Ortak bir şey bulunmuş, Telemak böylece Joseph Jacotot 'nun hayatına girmişti.
Tercümanı aracılığıyla kitabı öğrencilere dağıtıp, çeviriden yardım alarak Fransızca metni anlamalarını istedi öğrencilerinden.
İlk kitabın ortasına gelince, yine tercümanı aracılığıyla öğrencilerine oraya kadar öğrendiklerini sürekli tekrarlamalarını ve kitabın kalanını anlatabilecek kadar okumakla yetinmelerini söyledi.

Joseph Jacotot, kitabı bu şekilde okuyan Hollandalı öğrencilerinden, okudukları hakkındaki düşüncelerini Fransızca kaleme almalarını istedi.
Hiç açıklama görmemiş bu genç adamlar kendileri için yepyeni bir dilde karşılaştıkları güçlükleri sahi nasıl çözecek, metni nasıl anlayacaklardı ki?
Ortaya çıkan sonuç, birçok Fransız kadar iyi ifade edilen düşünceler...

Demek ki başarmak için tek gereken istemekti. Demek ki her insan başkalarının yaptığı ve anladığı her şeyi anlamaya potansiyel olarak kadirdi.

Zihinsel serüven olarak nitelendirilen olay genel hatlarıyla bu. Bu olaydan çıkarılan derslere geçebiliriz.

Çevrimdışı 15DakikaST

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 76
  • 350
  • 76
  • 350
# 27 Haz 2016 19:24:51
Siz kim oluyorsunuzda öğretmenleri aşağılıyorsunuz? Hocalara cahil deme hakkını size kim verdi?

Vır vır vır, dır dır dır diyecek birileri....

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 28 Haz 2016 08:18:55
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Siz kim oluyorsunuzda öğretmenleri aşağılıyorsunuz? Hocalara cahil deme hakkını size kim verdi?

Vır vır vır, dır dır dır diyecek birileri....
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Her zaman olduğu konu başlığımı ÖZENLE seçtim :)
İşin ironik tarafı kitap "Cahil Hoca" olun tavsiyesi içeriyor.

"Cahil Hoca" değilim ve olmaya da hiç niyetim yok. Bunun sebebi kitaptaki düşüncelere hak vermemem değildir.

"Cahil Hoca" olmanın bedeli çok yüksektir. Bu bedeli ödeyerek "Cahil Hoca" olmaya değmez inancındayım.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 28 Haz 2016 08:22:05
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Jacques Rancière'nin  Cahil Hoca - Zihinsel Özgürleşme Üstüne Beş Ders isimli eserinden alıntılar :

O güne kadar vazifeşinas her öğretmenin inandığına inanmıştı o da: Hocanın en büyük görevi bildiklerini öğrencilerine aktarmak ve onları yavaş yavaş kendi bilgi seviyesine getirmekti.
Öğrencileri bilgiye boğmamak, papağan gibi tekrarlatmamak gerektiğini o da biliyordu; öğrencilerin rastgele yollara sapmaması gerektiğini, çünkü asli olanı tali olandan, nedeni sonuçtan ayırmayı henüz öğrenememiş dimağların o yollarda kaybolacağını da bitirdi.
...
Uzun sözün kısası, hocanın başlıca işi açıklamak, bilginin basit unsurlarını öne çıkarmak ve bu ilkece basitlik ile genç ve cahil dimağların temel özelliği olan edimsel basitliği birbirine uydurmaktı.
Öğretmek demek, bilgileri aktarırken zihinleri şekillendirmek, o zihinleri planlı bir ilerleyişle basitten karmaşığa doğru götürmekti, biliyordu bunu.
Öğrenci bilgiyi aklıyla sahiplenecek, yargı gücü ve beğenisi de şekillenince sosyal olarak kendisinden beklenen seviyeye çıkarak öğrendiklerini seviyesine uygun biçimde kullanmaya hazır olacaktı:
...
Böyle düşünürdü her vazifeşinas öğretmen. Otuz yıllık meslek hayatı boyunca böyle düşünmüş ve böyle davranmıştı Joseph Jacotot da.
Gelin görün ki, makinenin dişlilerine kum kaçmıştı bir kere.
Fransızcanın temeline dair hiçbir şey açıklamamıştı "öğrencileri"ne.
Ne imlayı açıklamıştı, ne de fiil çekimlerini.
Öğrenciler bildikleri dildeki kelimelere karşılık gelen Fransızca kelimeleri kendi kendilerine aramış, çekim eklerinin ne anlama geldiğini kendi kendilerine anlamışlardı.
Fransızca cümle kurabilmek için kelimeleri ve çekimleri nasıl kullanmaları gerektiğini tek başlarına öğrenmişlerdi:
Kitapta ilerledikçe cümleleri ve imlaları düzeliyordu; yazdıkları cümleler de öyle öğrenci cümlesi değildi hani, düpedüz yazar cümleleriydi.
Ne yani, hocanın açıklamaları gereksiz miydi? Gereksiz değildiyse, kime ve neye faydası vardı o açıklamaların o halde?
...
Çocuğun en iyi öğrendiği sözler, anlamına en iyi nüfuz ettikleri, kullanmak üzere en iyi benimsedikleri, açıklayan bir hoca olmaksızın, açıklayan bir hoca devreye girmeden önce öğrendikleridir.
Farklı zihinsel öğrenmelerin verimlilikleri de eşit değildir: İnsan evlatlarının en iyi  öğrendiği şey, hiçbir hocanın onlara öğretemeyeceği ana dilleridir.
Çocuklarla konuşuruz, onlar etraftayken konuşuruz. Onlar da duyup kaparlar, taklit edip tekrarlarlar, yanılıp kendi kendilerini düzeltirler, şans eseri başarıp yöntemli olarak baştan alırlar:
Açıklayanların onlara bir şey öğretemeyeceği kadar küçük yaşta, hepsi -cinsiyetleri, toplumsal durumları ve derilerinin rengi ne olursa olsun- anne ve babalarının dilini anlayıp konuşmaya kadirdir.
Derken, dili açıklamayan hocalardan konuşmayı kendi zekasıyla öğrenmiş çocuk, kelimenin gerçek anlamıyla öğrenim görmeye başlar.
Artık şimdiye kadar kendisine hizmet etmiş zekanın yardımıyla bir şey öğrenemeyeceği varsayılır; öğrenme ile doğrulama arasındaki özerk ilişkinin artık yabancısıdır sanki.

Okullar, doğal öğrenme yöntemlerinin terk edilip, suni öğrenme yöntemlerinin kullanıldığı yerlerdir.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 29 Haz 2016 08:37:21
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Jacques Rancière'nin  Cahil Hoca - Zihinsel Özgürleşme Üstüne Beş Ders isimli eserinden alıntılar :
(Zihinsel Bir Serüven Bölümü)

Açıklayana dayalı sistemin mantığını yıkmak lazım.
Anlama konusundaki kapasitesizliği tedavi etmek için açıklamaya ihtiyaç yoktur.
Aksine açıklayana dayalı dünya tasavvurunu yapılandıran kurmaca, işte bu kapasitesizlik'tir.
Anlayamayanın açıklayana değil, açıklayanın anlayamayana ihtiyacı vardır; anlayamayanı bu vasfıyla kuran, var eden o açıklayandır.
Birine bir şeyi açıklamak, her şeyden önce, ona kendi başına anlayamadığını göstermek demektir.

Her şeyden önce öğrencinin anlaması lazım, diyecektir; bunun için de konuyu ona hep daha iyi açıklamak lazımdır.
Aydın pedagogun kaygısı şudur: Çocuk anladı mı? Anlamamış.
Öyleyse ona açıklamanın yeni yollarını, ilkece daha titiz ve biçimce daha çekici yollarını bulacak, anlayıp anlamadığım doğrulayacağım.
Yüce bir kaygı elbet. Ama ne yazık ki bütün sorun da bu küçücük kelimeden, aydınların bu sloganından çıkıyor: anlamak.
Aklın hareketini durduran, onun kendine güvenini yok eden, zeka dünyasını ikiye bölerek ve el yordamıyla arayan hayvan ile öğrenim görmüş küçük beyefendi arasına, sağduyu ile bilim arasına bir kesinti yerleştirerek aklı yolundan çıkaran odur.
Bu ikilikçi slogan telaffuz edildiği andan itibaren, yöntemciler ve ilerlemecilerin en büyük kaygısı olan anla(şıl)masını sağlamak konusundaki her türlü kusursuzlaşma, aslında aptallaşma konusunda kaydedilmiş bir ilerlemedir.

Hoca dikkatli ve sabırlıdır. Çocuğun konuyu takip edemediğini görürse, bir daha açıklayarak onu yeniden doğru yola sokacaktır.
Böylece çocuk yeni bir zeka edinecektir: hocanın açıklamalarındaki zekayı. İleride o da açıklayan adam olabilecektir.
Gerekli donanıma sahiptir. Ama onu kusursuzlaştırması, ilerleme insanı olması lazımdır.
Açıklanan açıklayanların dünyasında işler böyledir.

Bir zekanın bir başka zekaya tabi kılındığı yerde aptallaşma vardır.

İradesini kendi yoluna sokacak ve o yolda tutacak kadar güçlü değilse insan -özellikle de çocuk- bir hoca ya ihtiyaç duyabilir.
Ama bu tabi oluş sadece iradeler arasındadır. Ne zaman ki bir zekayı bir başkasına bağlar, o zaman aptallaştırıcı olur.
Öğretme ve öğrenme ediminde iki irade ve iki zeka vardır. Çakışmalarına aptallaşma denecektir.
Jacotot'nun yarattığı deneysel durumda öğrenci bir iradeye, Jacotot'nunkine ve bir zekaya, kitabın zekasına bağlıydı - irade ile zeka birbirinden tamamen ayrıydı.
İki ilişki arasındaki farkın bilinip özenle korunmasına, irade başka bir iradeye itaat ederken kendisinden başka bir şeye itaat etmeyen bir zekanın gerçekleştirdiği edime, ÖZGÜRLEŞME denir.

Size öğretecek hiçbir şeyim olmadığını öğretmek zorundayım.

Öğrenciyi özgürleştirirsek, yani onu kendi zekasını kullanmaya zorlarsak, hoca bilmediğini öğretebilir.
Bir zekayı, ancak içinden çıkmayı kendi kendine zorunlu gördüğü takdirde çıkabileceği, keyfi bir çembere kapatandır hoca dediğimiz.
Cahili özgürleştirmek için insanın kendisinin özgürleşmiş olması, yani insan zihninin gerçek gücünün bilincinde olması gerekli ve yeterlidir.
Hoca cahilin yapabileceğine inanır ve onu kapasitesini kuvveden fiile çıkarmaya ikna ederse eğer, cahil o zaman hocanın bilmediği şeyi öğrenir.

Her birimizin içinde uyuklayan zekaya şunu söylemek yeter:
Age quod agis, yaptığını yapmaya devam et, "yapmayı öğren, taklit et, kendini tanı, doğanın seyri budur."
Sana gücünün ölçüsünü gösteren rastlantı yöntemini (deneme / yanılma yöntemini) yöntemli olarak tekrarla. İnsan zihninin bütün edimlerinde aynı zeka iş başındadır.

Özgürleştirmeksizin eğiten aptallaştırır. Özgürleştirenin de "Özgürleştirilenin neyi öğrenmesi lazım acaba?" gibi bir derdi olamaz. Canı ne isterse onu öğrenecektir, belki de hiçbir şey.
Öğrenebileceğini bilecektir, çünkü insan sanatının bütün ürünlerinde aynı zeka iş başındadır, çünkü bir insan bir başkasının sözünü her zaman anlayabilir.

Açıklama yapmadan öğretmek... 
Öğrenmek için bir başkasının açıklamasını beklemek...
Deneme / yanılma yöntemi ile öğrenmek sağlıklı bir yöntem olabilir.
Bununla birlikte her alanda hızın önemli olduğu günümüzde, deneme / yanılma yöntemi için zaman ayırabilmek mümkün mü?

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 30 Haz 2016 08:12:27
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Jacques Rancière'nin  Cahil Hoca - Zihinsel Özgürleşme Üstüne Beş Ders isimli eserinden alıntılar :
Cahilin Dersi bölümü hakkında :

Bu bölümden aldığım dersi şu cümleyle özetlemek istiyorum :
- Öğreten ve öğrenen iki ayrı zekadır. Öğretenin zekasının üstün olduğu VARSAYIMI özgürleştirmenin önünde engeldir.
Birbirini birer zeka olarak kabul eden (öğreten ve öğrenen) İKİ CAHİL arasındaki yeni ilişkiyi kitap mühürler. Kitap, zekalar arasındaki iletişimi sağlar, Kitap zekaların eşitliğidir.

Her şeyde olduğu gibi delilikte de bir düzen vardır.
Dolayısıyla baştan başlayalım: Telemak'tan.
Her şey her şeydedir, der bizim deli. Kötü niyetli kamuoyu peşinden ekler: Ve her şey Telemak'tadır.
Çünkü görünen o ki Telemak her işe yarayacak bir kitaptır.
Öğrenci okumayı mı öğrenmek istiyor? Almanca, İngilizce mi öğrenecek, yoksa savunma veya dövüşme sanatı mı?
Bizim deli hiç şaşmadan eline Telemak'ı tutuşturur; öğrenci başlar tekrara: Kalipso asla unuta...
Ta ki Telemak'ın belirlenmiş bölümlerinden önerilenleri bilinceye ve sonra başka bölümleri de anlatabilinceye kadar.
Bütün öğrendiklerinden (harflerin şekilleri, kelimelerin yerleri ve ekleri, kişilerin görünümleri, akıl yürütmeleri, hisleri, kıssadan hisseler) sonra, ondan konuşması istenecek, ne gördüğünü, ne düşündüğünü, ne yaptığını söylemesi beklenecektir.
Tek bir zorunlu koşul olacaktır:
Söylediği her şeyin kitapta maddi karşılığını göstermek zorundadır.
Aynı koşullarla kompozisyon yazması ve doğaçlama yapması istenecektir:
Kendi cümlelerini kurmak için kitabın kelime ve deyimlerini kullanmak; akıl yürütmesinin kitapta hangi olgulara dayandığını göstermek zorundadır.
Kısacası, ne söylerse hocanın kitapta onun maddi karşılığını bulabilmesi gerekmektedir.

Kendi başına bir bütün olan bir kitap; yeni öğrendiğimiz her şeyi bir ucundan bağlayabileceğimiz bir merkez; içinde bu yeni şeylerin her birini anlayabileceğimiz, ne gördüğümüzü, ne düşündüğümüzü, ne yaptığımızı söylemenin bir yolunu bulabileceğimiz bir döngü.
Evrensel eğitimin birinci ilkesi buydu: Bir şey öğrenip her şeyi onunla ilişkilendirmek.
Dolayısıyla önce bir şey öğrenmek lazımdı. Bu kadarını dedem de mi söyler?
Olabilir, ama Eski Yöntem başka bir şey söylüyordu: Şunu, ardından şunu, sonra bir de şunu öğrenmek lazım, diyordu.
Seçme, ilerleyiş, tamamlanmazlıktı ilkeleri. Öğrenci bazı kuralları ve temel bilgileri öğrenir, bunları seçilmiş bazı okuma parçalarına uygular, edinilen esaslara uygun bazı alıştırmalar yapardı.
Sonra bir üst düzeye geçilirdi: yeni esaslar, yeni bir kitap, yeni alıştırmalar, yeni bir hoca... Her aşamada bir cehalet uçurumu açılıyor, öğretmen de hep uçurumlardan birini doldurup yenisini açıyordu.
Kesitler birbirine ekleniyordu. Yani, öğrenciyi asla yakalayamayacağı bir hocanın yedeğinde gezdiren açıklayıcı bilgiden muhtelif ve kopuk kopuk parçalar.
Kitap hiçbir zaman tam değildir, ders hiç bitmez. Hocanın hep kendine sakladığı bir bilgi vardır, yani öğrencinin bilmediği bir şey.
İşte bunu anladım, der öğrenci mutluluk içinde.
- Sen öyle san, diye düzeltir hoca. Bu noktada senin henüz bilmeni istemediğim bir güçlük var. O konuya geldiğimiz zaman açıklayacağım.
- Bu ne demek oluyor şimdi? diye sorar meraklı öğrenci.
- Söyleyeceğim, ama henüz çok erken. Şimdi bir şey anlamazsın, gelecek sene göreceksin, der hoca.
Hocayla öğrenci arasında baştan hep bir mesafe vardır. Öğrenci hep ilerlemek için başka bir hocaya, yeni açıklamalara ihtiyaç duyar.
...
Bilgi konusunda akla dayalı ilerleyiş sürekli tekrarlanan bir sakatlamadır. "Eğitim görmekte olan her insan yarım insandır."

İki yarım, bir tam eder mi?
Yani eğitim gören iki insan bir araya gelse tam insan olur mu?
Yoksa iki yarım olarak eğitime devam ederler mi?
Matematik yalan söylüyor olabilir mi? :)

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 01 Tem 2016 09:08:28
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Jacques Rancière'nin  Cahil Hoca - Zihinsel Özgürleşme Üstüne Beş Ders isimli eserinden alıntılar :
Cahilin Dersi bölümü hakkında :

Ben okuma bilmem, der yoksul. Kitapta yazılanı nasıl anlayayım?
- Şimdiye kadar her şeyi nasıl anladıysan öyle: iki olguyu karşılaştırarak.

Şimdi sana bu olgulardan birini söyleyeceğim, kitabın ilk cümlesi şöyle: Kalipso asla unutamıyordu Ulysses' in gitmiş olduğunu.
Tekrar et: Kalipso asla unuta...
Şu da ikinci olgu: Kelimeler buraya yazılı. Hiçbirini tanımıyor musun?
Sana söylediğim ilk kelime Kalipso idi, kağıttaki ilk kelimenin de o olması gerekmiyor mu?
Bak bakalım, tanıdığından emin ol, onca kelime içinde hangisi o?
Bunun için de gördüklerinin hepsini söylemen lazım bana. Bunlar bir elin kağıt üstüne çizdiği işaretler, sonra bir başka el de o işaretlerin hurufatını dizmiş matbaada.
Bana bu kelimeyi anlat. " Serüvenlerin hikayesini" anlat, "yani şu gidip gelmelerin, sapmaların, hani şu kelimeyi kağıda yazan veya bakıra kazıyan kalemin hareketlerinin hikayesini".
Görüyor musun şu o harfini? Öğrencilerimden biri meslekten bir çilingir- yuvarlak diyor ona, L harfine de gönye.
Bir cismin veya bilmediğin bir yerin şeklini anlatır gibi her harfin şeklini anlat bana. Sakın anlatamam deme.
Görebiliyor, konuşabiliyor, gösterebiliyorsun, hatırlayabilirsin. Daha ne mi lazım? Bir de tekrar tekrar görmek ve tekrar tekrar söylemek için tam bir dikkat.
Ne beni aldatmaya çalış ne de kendini. Gördüğün bu mu? Ne düşünüyorsun?
Sen düşünen bir varlık değil misin? Yoksa kendini hepten beden mi sanıyorsun?

Kitap, kaçış yolunun kesilmesidir. Öğrencinin hangi yoldan gideceğini bilmeyiz.
Ama nereden çıkamayacağını biliriz - özgürlüğünün icrasından. Ayrıca hocanın başka bir yerde duramayacağını biliriz, sadece kapıda durabilir.
Öğrencinin her şeyi kendi başına görmesi, sürekli karşılaştırması ve hep şu üç soruya cevap vermesi gerekir: Ne görüyorsun? Ne düşünüyorsun? Ne yapıyorsun?
Sorular sonsuza dek böyle uzayıp gider.
Ama bu sonsuzluk, hocanın sırrı değil, öğrencinin yürüyüşüdür.
Kitapsa bitmiştir, eksiksizdir.
Öğrencinin elinde tuttuğu, baştan sona göz gezdirebileceği bir bütün'dür.
Hocanın ondan gizlediği hiçbir şey yoktur, onun da hocanın bakışından gizleyebileceği.
Döngü hileye izin vermez. Hele ki şu kapasitesizlik denen büyük hileye:
Yok yapamıyorum, anlamıyorum... Anlayacak bir şey yoktur. Kitaptadır her şey. Anlatmaktan başka yapacak bir şey de yoktur - her bir işaretin şeklini, her bir cümlenin serüvenlerini, her bir kitaptan çıkarılacak dersi.
Konuşmaya başlamak gerekiyordur. Konuşamam deme sakın. Yapamam demeyi biliyorsun. Onun yerine de ki Kalipso asla unu ta . . . Yola çıktın işte.
Bildiğin, bundan böyle ara vermeden takip etmen gereken bir yola çıktın. Söyleyemem deme sakın.
Ya da diyeceksen, buyur Kalipso gibi, Telemak, Narbal veya Idomeneus gibi de. Başka bir döngüye başlanmıştır, kudret döngüsüne.
Söyleyemem deme biçimlerinin sonu gelmeyecek ve çok geçmeden her şeyi söyleyebileceksin.

Adlarla matematikteki işaretleri aynı zeka yaratır. İşaretleri ve akıl yürütmeleri de yine aynı zeka yaratır.
İki tür akıl yoktur. İradenin yeni ilişkiler bulsun, kursun diye zekaya ilettiği enerjinin büyüklüğüne, küçüklüğüne göre zekanın tezahürlerinde eşitsizlik olabilir, ama zihinsel kapasite hiyerarşisi yoktur.
İşte bu doğa eşitliğinin bilincine varmaya ve bilgi ülkesine doğru her türlü serüvenin önünü açmaya özgürleşme denir.
Çünkü söz konusu olan iyi öğrenmek veya öğrenememek, çabuk veya yavaş öğrenmek değil, serüvene atılmaya cesaret etmektir. "Jacotot yöntemi" şu veya bu yöntemden daha iyi değil, bambaşka bir yöntemdir.
Uygulanan tekniklerin kendi başlarına bir öneminin olmamasının da nedeni budur.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 02 Tem 2016 07:27:20
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Jacques Rancière'nin  Cahil Hoca - Zihinsel Özgürleşme Üstüne Beş Ders isimli eserinden alıntılar :
Cahilin Dersi bölümü hakkında :

Eski Yöntem öğrencilerini heceleterek değil, tek başlarına heceleyemeyeceklerini söyleyerek aptallaştırır; dolayısıyla kelimeleri okutarak da onları özgürleştirmez, aptallaştırmış olur; çünkü büyük bir özenle onlara körpe zekalarının hocanın ihtiyar beyninden çekip çıkardığı açıklamalardan vazgeçemeyeceğini söyler.
Demek ki özgürleştiren veya aptallaştıran teknik, yol yordam, tarz değil, ilkedir.
Eşitsizlik ilkesi, şu eski ilke, ne yaparsak yapalım, aptallaştırır; eşitlik ilkesi, Jacotot'nun ilkesi ise kullandığı teknik, kitap, olgu ne olursa olsun özgürleştirir.

Cahil birinin bir kez yaptığını bütün cahiller her zaman yapabilir. Çünkü cehalette hiyerarşi yoktur.
Cahillerle bilginler ortak ne yapabiliyorlarsa işte ona "haddizatında zeki varlığın gücü" adını verebiliriz.
Eşitlik gücü aynı zamanda ikilik ve ortaklık (communaute) gücüdür.
Uyumlandırmanın olduğu, zihnin bir başka zihne bağlandığı yerde zeka olmaz.
Her bireyin eylemde bulunduğu, ne yaptığını anlattığı ve eyleminin gerçekliğini doğrulama olanaklarını sunduğu yerde zeka olur.
Bu eşitliğin kefili, iki zeka arasına yerleştirilmiş ortak şeydir - iki nedenle.
Birincisi, maddi bir şey "iki zihin arasındaki yegane iletişim köprüsüdür".
Köprü geçittir, ama aynı zamanda arada bırakılan mesafedir. Kitabın maddi yanı iki zihni eşit mesafede tutar, oysa açıklama bunlardan birinin öbürünü yok etmesine yol açar.


Başkasını özgürleştirebilmek için önce insanın kendisinin özgürleşmesi gerekiyor.
İnsanın, diğer yolculara benzer bir zihin yolcusu olarak, zihinsel varlıkların ortak kudretinden payını alan zihinsel bir özne olarak, kendi kendini tanıması gerekiyor.
Peki kendine dair bu bilgiye nasıl ulaşılır?
Köylü, zanaatkar (bir baba) kendisinin ne olduğunu ve toplumsal düzende ne yaptığını düşünürse, zihinsel olarak özgürleşir.

Artık biliyoruz ki bütün bilimler basit ilkelere dayanır ve kavramak isteyen bütün zihinlerin, doğru yöntemi izledikleri sürece erişebilecekleri yerde dururlar.
Ama bilimlere giden yolu bütün zihinlere açan doğa, aynı zamanda, sınıfların birbirinden ayrıldığı ve bireylerin  kaderleri olan toplumsal düzeye uyum gösterdikleri bir toplumsal düzen olsun ister.

Daha basit bir şekilde söyleyelim: Tahsil ve eğitimin uyumlu dengesi iki kat aptallaşma demektir.
Her insanın zihinsel özne olarak doğasının bilincine varması demek olan özgürleşme de tam olarak buna karşı çıkar.
Descartes 'ın eşitlik ifadesi tersten alınır: "Descartes diyordu ki Düşünüyorum, öyleyse varım; bu büyük filozofun bu güzel düşüncesi evrensel eğitimin ilkelerinden biridir.
Söz konusu düşünceyi ters çevirip diyoruz ki insanım, öyleyse düşünüyorum."

İnsan, anthropos, gördüğünü inceleyen, bu şekilde kendi edimleri üstüne düşünerek kendisini tanıyan varlıktır.
Evrensel eğitimin bütün pratiği işte şu soruyla özetlenir: Ne düşünüyorsun?
Bütün gücü hocada kuvveden fiile çıkardığı, öğrencide uyandırdığı o özgürleş(tir)me bilincinde yatar.
Baba önce kendisini tanırsa, yani öznesi olduğu zihinsel edimleri inceler, düşünen varlık olma gücünü bu edimlerde nasıl kullandığım fark ederse, oğlunu özgürleştirebilir.

İki zeka arasına yerleştirilmiş olan kitap -Telemak veya bir başkası- şeylerin maddiliğine kaydedilen bu ideal ortaklığı özetler. Kitap zekaların eşitliğidir.

Artık birbirini birer zeka olarak kabul eden iki cahil arasındaki yeni ilişkiyi kitap mühürler.
Bu yeni  ilişki de zihinsel tahsil ile ahlaki eğitim arasındaki aptallaştırıcı ilişkiyi altüst eder.
Eğitimin disiplinci kertesi yerini özgürleş(tir)me kararına bırakır.

Özgürleşmiş birinin asıl kadir olduğu şey özgürleştirici olmaktır: Bilginin anahtarını vermek değil, bir zekanın kendini başka her zekaya ve her zekayı da kendine eşit gördüğü zaman ne yapabileceğinin bilincini kazandırmaktır.

Üstün bir zekayı aşağılayacak daha üstün bir zeka bulunur her zaman; aşağı bir zeka da tepeden bakacak daha aşağı bir zeka bulabilir.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 03 Tem 2016 08:29:41
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Jacques Rancière'nin  Cahil Hoca - Zihinsel Özgürleşme Üstüne Beş Ders isimli eserinden alıntılar :
Eşitlerin Aklı Bölümü hakkında :
Bu bölümden aldığım dersi şu cümleyle özetlemek istiyorum :
- İnsanların başarılarındaki FARKI zeka ile açıklamak hatadır (Zekalar eşittir.) Başarıda temel faktör iradedir. İrade, dikkatin az veya çok gösterilmesi durumudur.

Fizikçilerle kimyacılar fiziksel fenomenleri yalıtıp başka fiziksel fenomenlerle ilişkiye sokarlar. Bildikleri sonuçları üretmek için varsayımsal nedenlerini yeniden üretmeye çalışırlar.
Ama bizim için böyle bir yol yok. Hiçbir zaman "İki eşit zekayı alın, şöyle şöyle bir duruma yerleştirin," diyemeyiz.
Zekayı ancak sonuçlarından tanırız. Ama onu yalıtamaz, ölçemeyiz.
Bu kanıdan esinlenen deneyleri çoğaltmaktan başka çaremiz yoktur. Ama asla deneylere dayanarak "Bütün zekalar eşittir," diyemeyiz.
Doğruya doğru. Ama bizim sorunumuz bütün zekaların eşit olduğunu kanıtlamak değil ki. Bu varsayımla ne yapabileceğimizi görmek.
Bunun için de bu kanının mümkün olması, yani tam tersini gösteren bir hakikatin kanıtlanamaması, yeter bize.

Üstün zihinlerin çelişkisi budur. Ölümsüz bir ruh, maddeden ayrı bir zihin ve farklı zekalar olsun isterler. Ama farkları yaratan maddedir.

Aynı aileden ve ortamdan gelen, aynı hocaların yetiştirdiği şu iki çocuğa bakın. Biri başarılı, diğeri değil. Öyleyse . . .
Peki. Hadi şu sizin çocuklara ve "öyleyse"lere bir bakalım.
Biri daha başarılı, bu bir olgu. Daha başarılıysa, bunun nedeni daha zeki olmasıdır, diyorsunuz. Bu noktada açıklama belirsizleşiyor.
İlkinin nedeni olarak başka bir olgu mu gösterdiniz? Fizyolog beyinlerden birinin daha dar veya hafif olduğunu bulsaydı, bu bir olgu olurdu.
Haklı olarak öyleyse diyebilirdi. Ama siz bize başka bir olgu göstermiyorsunuz.
"O daha zeki," demekle sadece olguyu anlatan fikirleri özetlemiş oldunuz. Ona bir ad verdiniz. Ama bir olgunun adı onun nedeni değildir, olsa olsa eğretilemesidir.
Olguyu ilk anlatışınızda "Daha başarılı," dediniz, teyit ederken ise başka bir adla anlattınız: "Daha zeki." İkinci sözde de birincisinden daha fazlası yok.
"Bu adam daha başarılı çünkü daha akıllı; bu da tastamam şu anlama gelir: Daha başarılı olduğu için daha başarılı....
Bu genç adam daha donanımlı, derler. Daha fazla donanım nedir diye sorduğum anda bana iki çocuğun hikayesini anlatmaya başlarlar; öyleyse, daha fazla donanım, Fransızcada benim demin duyduğum olguların tümünü ifade ediyor, diyorum içimden; ama olguları kesinlikle açıklamıyor."
Dolayısıyla bu döngünün dışına çıkmak imkansız.

Daha az zeki olduğu için daha az başarılı olduğunu değil; belki daha az çalışmış olduğu için o kadar iyi bir iş çıkarmadığını, iyi bakmadığı için iyi görmediğini söyleyeceğim.
İşine daha az dikkat veya özen gösterdiğini.

Dikkat edilip edilmediğini, az mı çok mu edildiğini anlamanın bin bir yolu vardır.
Evrensel eğitimin bütün uygulamaları işte bu amaca yöneliktir.
Son olarak, dikkat eşitsizliği öyle bir fenomendir ki muhtemel nedenlerini deneyimle tahmin edebiliriz.
Küçük çocukların dünyayı keşfederken, dil öğrenirken zekayı neden bu kadar benzer biçimde kullandıklarını biliyoruz.
İçgüdü ve ihtiyaç onları aynı şekilde davranmaya yöneltir.
Hepsinin aşağı yukarı aynı ihtiyaçları karşılaması gerekir ve hepsi insanların, konuşan varlıkların toplumuna aynı şekilde kendi başına girmek ister.
Bunun için de zekanın boş boş dolaşmaması lazımdır.
"Bu çocuğun etrafı, her biri onunla ayrı bir dilde konuşan bir sürü nesneyle sarılı; hepsini ayn ayrı ve bir bütün olarak incelemesi gerekir; aralarında hiçbir ilişki yoktur, birbirleriyle çelişirler.
Doğanın onun gözüne, dokunma duyusuna, bütün duyularına hitap ederken kullandığı bu diller hakkında hiçbir şey tahmin edemez.
Tam anlamıyla keyfi olan bu kadar göstergeyi hatırlamak için sık sık tekrarlaması gerekir...
Bunun için de çok dikkat etmek gerekmez mi ! "

Varoluş ihtiyaç ve koşullarının onlardan talep ettiği zekayı geliştirirler.
İhtiyacın bittiği noktada zeka durup dinlenir; bir ihtimal daha vardır, o da daha güçlü bir iradenin sesini duyurup "Devam et," demesidir:
"Ne yaptığını ve şimdiye dek kullandığın zekayı kullanarak ne yapabileceğini bir gör; her şeye aynı dikkatle yaklaş, yolundan sapma."
Bu gözlemleri özetleyip şöyle diyelim: İnsan, bir zekanın hizmet ettiği bir iradedir.
Zihinsel performansların eşitsizliğini açıklamaya belki yetecek dikkat farklarını açıklamak için, belki iradelerin eşit olmayan ölçülerde egemen olması yeter.

Günümüzde zeka türleri ile ilgili tanımlamalar yapılmaktadır.
Bazı tür zekaları ölçmek için yöntemler geliştirilmektedir.
Belkide yanlış yönde ilerleme mevcuttur. Yapılması gereken dikkati zinde tutabilmektir.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 04 Tem 2016 08:31:18
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Jacques Rancière'nin  Cahil Hoca - Zihinsel Özgürleşme Üstüne Beş Ders isimli eserinden alıntılar :
Eşitlerin Aklı Bölümü hakkında :

Saint-Lambert şöyle demişti: İnsan, bir zekanın hizmet ettiği canlı bir organizasyondur.
Vikont de Bonald ifadeyi terse çevirecekti: İnsan, organların hizmet ettiği bir zekadır.

Deseartes 'ın meşhur balmumu analizini Jacotot, evrensel eğitimin ilkelerine göre, şöyle tercüme edecekti:
"Bakmak istiyor ve görüyorum.
Dinlemek istiyor, işitiyorum.
Dokunmak istiyorum, kolum uzanıyor, nesnelerin yüzeyinde geziniyor veya içlerine giriyor; elim açılıyor, parmaklarım gevşiyor, uzanıyor, sıkılıyor, irademe itaat etmek için açılıp kapanıyor.
Bu dokunma, yoklama ediminde, kendi dokunma irademden başka bir şeyi tanımıyorum.
Bu irade ne benim kolumdur, ne elim, ne beynim, ne de dokunma çabam. Bu irade benim; o benim ruhum, kudretim, yetimdir.
Bu iradeyi duyumsarım, bende mevcuttur, bizzat ben'dir; itaat edilme biçimimiyse duyumsamam, ancak edimlerden tanırım....
Fikirleştirmeyi de bir dokunma, el yordamıyla arama olarak görüyorum. Canım çekince birtakım duyumsamalarım oluyor, duyularıma onları getirmelerini buyuruyorum.
İstediğim zaman birtakım fikirlerim oluyor, zekama fikirleri aramasını, el yordamıyla bulmasını buyuruyorum. El ve zeka kendine özgü vasıfları olan birer köledir. İnsan bir zekanın hizmet ettiği iradedir."

Oysa zekayı hataya sürükleyenin iradesizlik olduğunu söylemek gerekir. Zihnin ilk günahı acele değil dalgınlık, dikkatsizliktir.

Kısacası, dehalar kusura bakmasın ama, zekanın en sık görülen uygulama tarzı, tekrardır. Tekrar da sıkar. İlk kötülük tembelliktir.
Kaytarmak, yarım gözle görmek, görmediğimizi, gördüğümüzü sandığımız şeyi söylemek daha kolaydır.
Dikkatsizlik belirten cümleler, zihnin hiçbir serüvenine tercüman olmayan öyleyse 'ler, işte böyle şekillenir.
"Yok, yapamam" bu dikkatsizlik cümlelerinin bir örneğidir; herhangi bir olgunun adı değildir. Zihinde bu iddiaya karşılık gelen hiçbir şey gerçekleşmez.

Çocuklar için olduğu kadar hatipler için de geçerlidir bu durum. Biz nasıl ki hayatın içinde yetişiyorsak onlar da meclislerde yetişirler....
Son oturumda dinleyenleri kendine güldüren konuşmacı, onu tedirgin edip sonsuza dek susmasına yol açan yuhalamaları doğuran ilişkileri inceleseydi, dinleyiciyi kendi istediği zaman güldürmenin yolunu öğrenebilirdi.
Böyle bir başlangıç yapmıştı Demosthenes. Dinleyenleri istemeyerek güldürmüş, Aeskhines'e karşı kahkahaları nasıl patlattıracağını böyle öğrenmişti. Ama Demosthenes tembel değildi. Olamazdı da."

Hakikat birleştiriyor olabilir. Ama insanları birleştiren, bir araya getiren şey uyumsuzluktur.
Devrim sonrası dönemde düşünen kafaları taşlaştıran şu toplumsal çimento tasavvurunu zihnimizden kovalım.
İnsanlar insan oldukları için birleşirler, yani birbirlerinden uzak varlıklar oldukları için.
Dil onları bir araya getirmez. Aksine dilin keyfiliği, onları tercüme yapmak zorunda bırakarak çabaları uğruna iletişime geçmeye zorlar.
Aynı zamanda zeka bakımından ortaklığa sokar: İnsan öyle bir varlıktır ki, konuşan ne dediğini bilmiyorsa bunu çok iyi fark eder.
Hakikat insanlar arasında uyum kurmaz. Hakikat insanlara bahşedilmez. Bizden bağımsız olarak var olur ve cümlelerimizin parçalanmasına tabi olmaz.
"Hakikat kendi başına var olur; hakikat olandır, söylenen değil. Söylemek insana bağımlıdır; hakikatse değildir."

İnsanların uyum sağlaması için çaba gösterenlere inat, yaşasın UYUMSUZLUK :)

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 05 Tem 2016 07:50:51
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Jacques Rancière'nin  Cahil Hoca - Zihinsel Özgürleşme Üstüne Beş Ders isimli eserinden alıntılar :
Eşitlerin Aklı Bölümü hakkında :

Yine de düşüncenin söylenmesi, eserlerle kendini göstermesi, başka düşünen varlıklara iletilmesi gerekir.
Üstelik bu işin keyfi anlamlar içeren dillerle yapılması gerekir. Anlamın keyfi olmasını iletişime bir engel olarak görmemek gerekir.
Sadece tembeller bu keyfilik fikrinden korkar ve onu aklın mezarı olarak görür.
Aksine, tam da Tanrı tarafından verilmiş bir kod, bir dillerin dili olmadığı içindir ki insan zekası derdini anlatabilmek ve komşu zekanın anlattığını anlayabilmek için bütün hünerini kullanır.
Düşünce kendini hakikat olarak söylemez, doğru sözlülük içinde ifade eder.
Düşünce bölünür, anlatılır, bir başkası için tercüme edilir ki o da bundan bir başka anlatı çıkarır, bir başka tercüme yapar, bir şartla: iletişim iradesidir bu şart, ötekinin düşündüğünü TAHMİN ETME İSTEĞİDİR; ne anlaşılması gerektiğini hiçbir evrensel sözlük söylemez, kendi anlatısından başka hiçbir şey garantilemez. iradeyi yine bir irade tahmin eder.
İnsanın bir zekanın hizmet ettiği irade diye tanımlanmış olması anlamını işte bu ortak çabayla kazanır. "Düşünüyor ve düşüncemi iletmek istiyorum.
Zekanın birtakım göstergeleri maharetle kullanmaya başladığı anda aynı zamanda onları birleştiriyor, düzenliyor ve analiz ediyor; böylelikle benim için bir düşüncenin -yani, gayri maddi bir olgunun- portresi olan bir ifade, bir imge, maddi bir olgu ortaya çıkmış oluyor.
Portre bana hep düşüncemi hatırlatacak, onu gördüğümde düşüncemi düşüneceğim.
Dolayısıyla da her istediğimde kendi kendime konuşacağım. Bu arada günün birinde başka bir insanın karşısına geçtiğimde, jest ve sözlerimi onun huzurunda tekrarlarım, o da isterse NE DEMEK İSTEDİĞİMİ TAHMİN EDER....
Ama sözlerin anlamı konusunda sözlerle uzlaşmaya varılamaz. Biri konuşmak, öbürü tahmin etmek ister, işte bu kadar.
Bu irade yarışından iki insan için aynı anda görünür olan bir düşünce doğar.
Söz ettiğimiz düşünce önce biri için gayri maddi olarak var olur, sonra o bunu kendi kendine söyler, gözü veya kulağı için bir biçim kazandım ona, en sonunda da ister ki bu biçim, bu maddi varlık, bir başka insan için o ilksel düşünceyi yeniden üretsin.
Bu yaratımlar, -isterseniz şöyle söyleyelim- bu başkalaşımlar yardımlaşan iki iradenin eseridir.
Düşünce böylece söze dönüşür, sonra bu söz veya kelime de yeniden düşünceye dönüşür; düşünce madde olur, sonra bu madde düşünce olur - tüm bunlar iradenin eseridir.

Zanaatkarın özgürleşmesi için eserlerinden, işlerinden söz etmesi gerekir; öğrencinin de öğrenmek istediği sanattan söz etmesi.
"İnsanın eserlerinden söz etmek insan sanatını tanımanın bir yoludur.
Kurucu 'nun, başka çılgınlıklarının yanı sıra, resim öğretmek için kullandığı yöntemin kaynağı da budur.
Önce öğrencinin temsil edeceği şeyden söz etmesini ister. Diyelim ki bir çizimi kopyalayacaktır.
işine başlamadan önce alması gereken önlemler hakkında çocuğa açıklamalar yapmak tehlikeli olur.
Nedenini biliyoruz: Çocuk bu yüzden kapasitesiz olduğu hissine kapılabilir.

Dolayısıyla çocuğun iradesine, taklit isteğine güveneceğiz. Ama bu iradeyi doğrulayacağız da.
Kalemi eline vermeden birkaç gün önce çizim vereceğiz ki ona biraz baksın ve sözlü olarak anlatsın.
Belki başta çok az şey söyleyecektir, "Bu baş hoş olmuş" gibi.
Ama bu alıştırma tekrarlanacak; aynı baş ona tekrar gösterilerek, aynı şeyleri tekrarlaması pahasına, resme bir daha bakması ve anlatması istenecektir.
Bu şekilde gitgide daha dikkatli, kendi kapasitesi konusunda daha bilinçli ve taklide daha yatkın olacaktır.
Bu sonucun nedenini biliriz, görsel ezberden ve el eğitiminden çok farklıdır.
Çocuğun bu uygulamayla doğruladığı şey şudur: Resim bir dildir, taklit edilmesi istenen çizim onunla konuşur.
Bir süre sonra çocuk, bir tablo karşısına geçirilir, diyelim ki Poussin'in Phokion'un toprağa verilişini temsil eden resminde bulunan duygu birliği hakkında doğaçlama konuşması istenir.
Konunun erbabını kızdırmaz mı bu? Poussin'in tablosuna bunu koymak istediğini bildiğinizi nasıl iddia edebilirsiniz ki?
Peki bu varsayımsal söylemin Poussin'in resim sanatıyla ve öğrencinin edinmesi gereken hünerle ne ilgisi var?
Verilecek cevap, Poussin'in ne yapmak istediğini bilmek iddiasında olmadığımızdır.
Ne yapmak istemiş olabileceğini sadece hayal etmeye çalıştığımız söylenir.

Böylece bütün yapmak istemelerin bir söylemek isteme olduğu ve bu söylemek istemenin her akıl sahibi varlığa hitap ettiği doğrulanır.

Heykel, gravür veya başka her sanat gibi resim de konuştuğu lisanı anlayan herkesin anlayıp konuşabileceği bir dildir.
Biliyoruz ki sanat konusunda "Yok, yapamam"ın tercümesi "Bu bana bir şey ifade etmiyor"dur.
"Duygu birliği"nin, yani eserin söylemek istediğinin doğrulanması, dolayısıyla, resim yapmayı "bilmeyen" için özgürleşmenin yoludur, zekaların eşitliğinin kitapta doğrulanmasının bire bir eşdeğerlisidir.
Şaheserler yapmaktan şüphesiz uzaktırlar. Jacotot'nun öğrencilerinin edebi kompozisyonlarını takdir etmiş olan ziyaretçiler resimleri karşısında genellikle yüzlerini ekşitirler.
Fakat amaç da büyük ressamlar değil, Ben de ressamım diyebilen özgür insanlar yetiştirmektir.
Bu sözde de kibre yer yoktur, akıl sahibi her varlığın hissettiği güç duygusu vardır sadece.
"Yüksek sesle 'Ben de ressamım ! ' demekte kibir yoktur. Kibir başkalarına ' Yoksa siz ressam değil misiniz?' diye fısıldamaktadır."
Ben de ressamım şu anlama gelir:
Benim de bir ruhum var, benim de benzerlerime ileteceğim duygularım var.

Evrensel eğitimin yöntemi ahlakıyla aynı şeydir: "Evrensel Eğitim'de şöyle denir: Bir ruhu olan her insan ruhla doğmuştur.
Evrensel Eğitim'de insanın hazzı ve acıyı hissettiğine, ama bu haz veya acıyı hangi koşulların katkısıyla ne zaman ve nasıl hissettiği bilgisinin sadece kendisinde saklı olduğuna inanılır....
Aynca insan bilir ki kendisine benzeyen ve hissettiği duyguları iletebileceği başka varlıklar vardır - yeter ki o duyguları acılarını ve hazlarını borçlu olduğu koşullara yerleştirebilsin.
Kendisini duygulandıranın ne olduğunu bildiği andan itibaren, iletişim araçlarının seçim ve kullanımını incelerse, başkalarını duygulandırmak için elinden geleni yapabilir.
Öğreneceği bir dildir bu."


Çevrimdışı ibrahimkiriş

  • B Grubu
  • 1.831
  • 983
  • 1.831
  • 983
# 05 Tem 2016 09:40:20
Suriyelilerin vatandaşliga alinmasi hakkinda gorusunuz nedir turgut bey?

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 06 Tem 2016 08:12:36
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Suriyelilerin vatandaşliga alinmasi hakkinda gorusunuz nedir turgut bey?
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Soru için teşekkür ederim.
Soru konumuzla bağlantılı olmadığı için, bu konudaki görüşümü bir kaç konuyu birleştirerek, "Sorumluluk almadan, yetki sahibi olmak" başlığıyla  açmayı düşündüğüm bir konuda cevaplamayı tercih edeceğim.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 06 Tem 2016 08:17:21
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Jacques Rancière'nin  Cahil Hoca - Zihinsel Özgürleşme Üstüne Beş Ders isimli eserinden alıntılar :
Küçümseme Toplumu Bölümü hakkında :

Bu bölümden aldığım dersi şu cümleyle özetlemek istiyorum :
- "Ben ne yapabilirim ki?" cümlesini soru cümlesi olarak değil, MAZERET / kendini küçümseme cümlesi olarak kullanan kişi TEMBELDİR.

Yani, zeka maddenin yasalarına uymaz. Ama ayrı ayrı her bir bireyin zekası için geçerli olan şu: Zeka bölünemez, ortaklığı, paylaşımı yoktur.
Herhangi bir bütünün mülkü olamaz, çünkü olsaydı o zaman parçanın mülkü olamazdı.
Buradan da şu sonucu çıkarmak gerekir: Zeka sadece bireylerde olur, birleşmelerinde değil.
"Zeka her bir zihinsel birimdedir; bu birimler birleştiklerinde ister istemez atıl ve zekasızdır ....
İnsan adını verdiğimiz iki zihinsel molekül işbirliğine girdiklerinde iki ayrı zeka söz konusudur; aynı mahiyettedirler ama bu işbirliğini yöneten tek, biricik bir zeka değildir.
Madde söz konusu olduğunda tek bir kuvvet, yerçekimi kütleyi ve molekülleri hareket ettirir; oysa zihinsel varlıklar sınıfında zeka sadece tek tek bireyleri yönetir: Birleşmeleri maddenin yasalarına tabidir."

Tanrı birdir ama yaradılmış olan ikiye bölünmüştür. Tanrı yaradılmış olana varoluş ihtiyaçlarını karşılayabilsin diye bir irade ve bir zeka vermiştir.
Ama bunları bireylere vermiştir, türe değil. Türün ikisine de ihtiyacı yoktur. Korunmayı gözetmesi de gerekmez. Türü koruyanlar bireylerdir.
Hizmetlerine sunulmuş olan zekaya özgürce yol göstermesi için akıl sahibi bir iradeye ihtiyacı olan yalnızca onlardır. Toplumsal bütünden akıl mantık beklenemez.

Demek ki toplumsal düzene hükmedecek biricik şey uzlaşımdır.
Peki uzlaşımın, illaki akıldan uzak mı olması gerekir?

Dikkatsiz niçin dikkat edeceğini anlamaz. Dikkatsizlik öncelikle tembelliktir, çabadan geri durma arzusudur.
Ama tembellik de bedenin uyuşukluğu değil, kendi kudretini küçük gören bir zihnin giriştiği edimdir.
Akla uygun iletişim, kendine saygı ile başkalarına saygının eşitliği üzerine temellenir.
Bu eşitliğin sürekli doğrulanması için çalışır. Zekaları maddenin ağırlığına düşüren tembelliğin ilkesi küçümsemedir.
Bu küçümseme kendini alçakgönüllülük gibi sunmak için uğraşır: Yok, yapamam, der öğrenme işinden kaytarmak isteyen cahil.
Bu alçakgönüllülüğün ne anlama geldiğini deneyimle biliriz. Kendini küçümseme her zaman için aynı zamanda başkalarını küçümsemedir.
Yok, yapamam, der doğaçlamasını başkalarının yargısına tabi kılmak istemeyen öğrenci.
Yönteminizi anlamıyorum, der muhatabınız, yeterli değilim, kendimden bir şeyler bulamıyorum burada.
Ne demek istediğini çok geçmeden anlarsınız: "Bunun bildiğimiz bir anlamı yok, çünkü ben anlamıyorum; hem de benim gibi biri !"
Her yaştan ve toplumun her düzeyinden aynı sözler duyulabilir.
"Tabiatın gadrine uğradığını iddia eden bu varlıklar, hoşlarına gitmeyen falanca incelemeden, sevmedikleri filanca uygulamadan kaytarmak için bahane aramaktan başka bir şey yapmaz.
Buna ikna olmak mı istiyorsunuz?
Biraz bekleyin, bırakın söylesinler; sonuna kadar dinleyin. Kendi demesince şiirsel ruhu olmayan bu alçakgönüllü kişinin retorik uyarısının ardından, kendisine nasıl bir yargı sağlamlığı atfettiğini duyuyor musunuz? Nasıl bir basiretle sivriliyor!
Hiçbir şey kaçmaz ondan: Devam etmesine izin verirseniz, başkalaşım sonunda gerçekleşir; alçakgönüllülük kaşla göz arasında kibre dönüşmüş olur.
Bu konuda her şehirden de örnek çıkar, her köyden de. Bir alanda kendi üstünlüğünü kabul ettirmek için bir başka alanda başkasının üstünlüğünü kabul eder.

Zekanın maddenin yazgısına boyun eğmesini sağlayan dikkatsizliğin nedeni demek ki tek bir duygu ya atfedilebilir: küçümseme, eşitsizlik tutkusu.
iradeyi yoldan çıkaran zenginlik veya mal mülk sevdası değil, eşitsizlik sancağı altında düşünme ihtiyacıdır.

İnsanın her işi gibi savaş da öncelikle söze bağlı bir edimdir.
Ama bu söz, bir başka zeka ve bir başka söylemi devreye sokan karşı-çevirmenden yayılan şu parlak fikirler halesini reddeder.
Savaşta irade tahmin etmeye ve tahmin edilmeye çalışmaz. Amacı ötekinin sessizliği, cevapsızlık, zihinlerin rızanın maddi yığınına düşmesidir.
Sapkın irade zekayı kullanmaktan vazgeçmez, sadece temel bir dikkatsizlik zemininde kullanır.
Zekayı sadece ağır basmak için yarışmaya, öteki zekayı iptal etmeye yarayanı görmeye alıştırır.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 07 Tem 2016 08:06:09
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Jacques Rancière'nin  Cahil Hoca - Zihinsel Özgürleşme Üstüne Beş Ders isimli eserinden alıntılar :
Küçümseme Toplumu Bölümü hakkında :

Aklın dili diye bir şey yoktur. Aklın sadece konuşma niyeti üzerinde bir denetimi vardır.
Kendisini olduğu gibi tanıyan şiir dili akılla çelişmez. Aksine, konuşan her özneye zihinsel serüvenlerinin anlatısını hakikatin sesi sanmaması gerektiğini hatırlatır.
Konuşan her özne kendisinin ve eşyanın şairidir.

İnsan akıl sahibi bir varlık olabilir ama yurttaş akıl sahibi olamaz.
Akla uygun bir retorik (Güzel söz söyleme, hitabet sanatı), akla uygun bir siyasal söylem yoktur.
Derler ki, retoriğin  temel ilkesi savaştır. Retorikte amaç anlamak değil, karşıt iradenin ortadan kaldırılmasıdır.
Retorik, konuşan varlığın şiirsel durumuna karşı isyan halinde olan bir sözdür.
Susturmak için konuşur. Artık konuşmayacaksın , düşünmeyeceksin, şunu yapacaksın, der: Programı budur.
Etkisini sağlayan şey kendi kendini askıya almasıdır. Akıl hep konuşmayı buyurur, retorik akıldışılık ise sırf sessizlik anı gelsin diye konuşur.
Eyleme geçme anı, denir seve seve, sözü eylem kılana saygı amacıyla.
Ama bu an aslında tam da eylemsizliğin, zekanın eksikliğinin, boyun eğdirilmiş iradenin, sadece ağırlık yasasına tabi olan insanların anıdır.

Siyasal kurmacada yaşayan yurttaşsa eşitsizlik diyarına düşmüş insandır.
Dolayısıyla akıl sahibi insan bilir ki siyaset bilimi, hakikat siyaseti diye bir şey yoktur. Hakikat kamusal alandaki hiçbir çatışmaya son vermez.
İnsanla ancak bilinciyle, vicdanıyla baş başayken konuşur. İki bilinç arasında çatışma başladığı anda hakikat geri çekilir.
Karşılaşmak isteyenler, hakikatin tek başına, kafilesiz gittiğini bilmelidir.
Siyasal kanılar ise hep en heybetli kafilelerle çevrilidir: Ya kardeşlik ya ölüm, der onlar; sırası geldi mi, Ya meşruiyet ya ölüm,
Ya Oligarşi ya ölüm vb. "İlk kelime hep değişir, ama ikinci kelime bütün kanıların bayrak veya flamaları üzerinde ya ifade edilir ya da ima.

Sağda Ya A 'nın egemenliği ya ölüm yazar, solda Ya B ' nin egemenliği ya ölüm.
Ölüm hiç eksik olmaz: Ya ölüm cezası kalksın ya ölüm diyen insanseverler bile tanırım.
Hakikat yaptırım kullanmaz; ölümden yardım almaz. Öyleyse Pascal'in izinden giderek şöyle söyleyelim:
Güce adalet kazandırmanın bir yolu her zaman bulunmuştur ama, adalete güç kazandırmanın bir yolunu bulmaya yaklaşan olmamıştır.
Hatta böyle bir tasarının anlamı bile yoktur.
Güç güçtür. Gücü kullanmak akla uygun olabilir. Ama onu akla uydurmak istemek akıldışıdır.

Akıl sahibi insan bu hilelere kanmaz. Bilir ki toplumsal düzenin ona sunabileceği tek şey düzenin düzensizliğe üstünlüğüdür.
"Sarsılmaz bir düzen olsun yeter,
dünya oldu olalı toplumsal örgütlerin esası budur. "
Meşru şiddetin tekele alınması hala şiddeti sınırlamak ve akla özgürce çalışabileceği güvenli limanlar bırakmak için bulabildiğimiz en iyi çaredir.
Dolayısıyla akıl sahibi insan kendini yasaların üstünde görmeyecektir.

Akıl sahibi insan, toplumsal düzeni akıl gücünün eremeyeceği yükseklikte duran bir muamma, kendi aklının kısmen feda edilmesini emreden üstün bir aklın eseri olarak görecektir.
Yönetenlerin akıldışılığının buyruklarına yurttaş olarak boyun eğecek, ama öne sürdükleri nedenleri benimsemekten kaçınmayacaktır.
Kendi aklından feragat etmeyecektir. Aklını temel ilkesine indirgeyecektir. Gördüğümüz üzere, akıl sahibi irade öncelikle kendi kendini yenme sanatıdır.


 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK