Çocuklarımız Neden Kitap Okumayı Sevmiyor?

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
07 Kas 2015 17:46:57
Çocuklarımız Kitap Okumayı Sevmiyor.

Bilginin sürekli evrildiği, doğanın tüm bileşenleriyle yaşamın sırlarının tek tek çözülmeye başlandığı bir çağdayız. Madde-yaşam ilişkisinin parçacık(zerre) düzeyinde ele alındığı, anlamlar dünyasının perdelerinin yavaş yavaş aralandığı bir zaman dilimindeyiz.

Günümüzde bilgi ve teknoloji toplumların ilerlemesinde temel güçlerderden biri kabul görmekte. Kaynaklarınız ne kadar çok olursa olsun; bu kaynaklarınızı üretime dönüştürecek yetişmiş insan gücünüz, bilinçli toplumsal dinamikleriniz yoksa yönetilmeye, yutulmaya mahkumsunuz demektir.

İstediğimiz kadar çocuklarımızı bilgiyle donatalım, dünyanın tüm bilgilerini yükleyelim; eğer bu bilgiyi nerede, nasıl kullanacağını öğretmesek rekabet şanslarını öldürmüş oluruz. Çocuk bir harddisk değildir. Teknik, her yerde bulabileceği temel bilgileri ezber mantığıyla yüklemek, sonra bir düğmeye basıp hadi bunları say demek iyi, sağlıklı bir bilgilendirme süreci de değildir. 16 yıllık eğitim sürecinde tüm öğrendiklerini sanal bir gelecek için ezberinde tutmasını beklemek haksızlık. Bu yolla bir mesleğe yönelmesini de eğitimin-öğretimin temel amacı sayamayız. Meslek edindirme hedeflerden biri olabilir ama neredeyse en temel amacımız buymuş gibi eğitim öğretimi; ilkel kaynak paylaşımının uzun ince bir yolu gibi görüp işin kolayına kaçamayız.

Sorumluluklarımızdan biri de kanımca en önemlisi; toplumu oluşturan tüm bireylerinin sinerjisinden doğacak mutlu, refah içinde huzurlu ve uyumlu bir toplumsal model de sunabilmektir. Bu da gelişen dünya gerçeklerinin bilincinde, okuyan, araştıran, sorgulayan; daima yeniyi ve yenilenmeyi kendine ilke edinen, hayat boyu öğrenen bireylerle mümkün olabilir kanısındayım. Tepeden inme toplum mühendisliklerini kast etmiyorum.

Çocuğa ana sınıfından itibaren düşünmeyi, bilgileri kullanabileceği ortamlar sunmayı, eskiyen bilgiyi doğal olarak unutup güncellemeyi, neyi nerede bulabileceğini, veri toplama, bilgi transferi, yorumlama, raporlama, çıkarımlarda bulunma v.s bilgiyi kullanabilme, kısaca öğrenmeyi öğrenme ortamlarını sunmamız gerekir.

Biz eğitimcilerin, eğitim planlayıcıların, eğitimin tüm girdileri ile birlikte çocuklarımıza bu olanakları, ortamları sunmak zorundayız. Klasik ezber ile sarf bilgi depolamak için onları boş kutu gibi görüp kalıcı bilgi yüklemek hastalığından kurtulmalıyız. Analiz-sentez-veri toplama, okuma ve çıkarımda bulunma yol ve yöntemleri ile daima işleyen, kendini güncelleyen bir eğitim-öğretim metodu geliştirmezsek, işlevi biten masaüstü bilgisayar kasalarımız gibi kenara atıl bir neslimiz daha olur. CD yakmak gibi, onların tertemiz beyinlerine heveslerimizi kazımak gibi insani olmayan kalıcı hasarlar vermeye hakkımız yok.
 
Biyolojik bir pc olan beyin ne yapıyoruz da onu 5-10 yılda dolup taşan, kasmaya başlayan, hiçbirşey istemeyen, bilgiden, kitaptan, okumaktan nefret eden bir aygıt haline getiriyoruz. Burada çok ciddi bir sorun var. 
Hiçbir şey istemeyen çocukları da, 16 yıllık eğitim-öğretim hayatının sonunda başarısız diye elimine ettiğimiz çocuklarımızı da biz yetiştirmiyor muyuz?

Genel kanı; toplum olarak kitap okumayı sevmiyoruz, ya da kitap okuma oranımız çok düşük. Çocuklarımızın bizden farklı davranmasını beklemek beyhude bir çaba olmasının ötesinde, ayrıca bu çocuklar taş tabletten dijital tabletlere terfi etmiş bir edayla karşımıza geçtiğinde “oku kızım, oku çocuğum” demekten dilimizde tüy biterken onlar uflayıp, puflayıp geçiştirmeye, ya da çıkış bulamadığında “okuyormuş gibi..” davranmayı tercih ediyorlar.

Tabii biz büyükler ;
“taşıma suyla değirmen dönmez-i” de biliriz.
“Ağaç yaşken eğilir-i de biliriz.
“Biraz da içinden gelmeli insanın” v.s gibi

Daha bir sürü şeyi de… Ancak bu bilgilerimiz ve tecrübelerimiz bu nesillere ne yazık ki etki etmiyor. Etse de geçici. Medyanın herşeye hakim olduğu bu çağda;  anne baba eğitimci rollerimizle çocuklarımızla aynı alanı paylaşmakla birlikte aynı dili ve iletişimi sağlamakta zorlanıyoruz.

İnsanlara sadece nasihatle bilinç yüklenebileceğine inanmak ve devasa bir toplumsal kurumu bunun üzerine inşa etmek inanılır gibi değil. Her insana belli miktarda bilgi yüklemek her zaman için mümkündür. Ancak bu makine mantığı ile hareketten başka bir şey değildir. Bilinç kolayca yüklenecek herhangi bir bilgi değil, olsa olsa bilginin kaynağına giden çekirdek kodlar olabilir. Eğitimde öğrenmeyi öğrenme olarak da açıklanabilir. Teknik bilgilerle çocuğa resim yapmayı öğretebiliriz ama özgünlüğü sağlayan o çocuğun kavram dünyası ve hayalleridir. Çocuklarımızın hayallerini öldürüyoruz gibime geliyor. Terbiye araçlarımız artık işe yaramadığından öğretim odaklı meşgalelerle afallattığımızı düşünüyorum açıkçası.

Psikoloji bilimi içselleştirilemeyen bilginin kalıcı bilince (faydalı davranış, iş ve üretime yönelik bilgiye)dönüşmediğini, ihtiyaç halinde güncellenmesi gereken bilince giden yolları açmadığını (algıda seçicilik, veya ihtiyaç olma durumu)  bize çeşitli örneklerle açıklar. Bu bir çeşit yığma bilgi ve ya ezber bilgi halinde ise; “bir gün işe yarar düşüncesi ile biriktirme, istifleme sonucunu doğuracağından” bazı çocukların neden tıkanıp kaldığını, sistem dışına itildiğini, isteksiz ve başarısız görüldüğünü bir nebze de olsa açıklar. Olması gereken her bireyin kendi ihtiyacı oranında eğitim ve öğretim olanaklarından yararlanmasıdır. “Bir çizgi çektik, düşen düşer, kalan sağlar bizimdir” diyemeyiz.

Oysa tabiat bize her detayi ile yenilenmeyen bir organizmanın yaşama şansının zayıfladığını, biyolojik saatinin tersine işlediğini milyonlarca örneği ile ispatlıyor. İnsanlar “Doğa zayıf türleri eler” gibi bilimsel olmayan “bir şehir efsanesi” ile gücün yaşamın olmazsa olmazı olduğunun tespiti ile, sonraki kodlarının; bunun da bilgi ve yaşamın sürekliliği ile ilgisini görmekten kaçınarak yarım bilgi ile kendine eziyet etmenin basit formülünü de bulmuştur. Tabiatın bazı ilkelerini eğitime uygulayıp “ekmek aslanın ağzından midesine, oradan da bağırsaklarına indi” deyimini icat ededursun, tabiatın cömertliği, bolluğu, bereketi hiç de öyle demiyor. Ne yazik ki insan; kısa yoldan sonuç almaya çalışırken tabiatı taklitten öteye gidemediğini anlamak çabasından da uzaklaşmıştır. Eğer gerçekten doğa zayıf türleri eliyor olsaydı, dinazorlardan evvel kelebekler, kuşlar, balıklar ve börtü böcekler yok olurdu ki; tam tersine dev cüsseli, güçlü kaslara ve parçalamak için dev pençelere sahip olan türleri elemeyi seçmiştir. Daha narin ve minimum düzeyde güçlere, enerjilere ihtiyaç duyanları ise korumayı ve çeşitlendirmeyi tercih etmiştir. Doğa bir türün kendi içindeki bireylerinin birbirleri ile olan rekabetinde ise yine güçlü olanın değil, enerjisini akıllıca kullananı, strateji geliştirebileni koruma altına alır. Bu aslında şaşılacak, hayret edilecek bir şeydir. Çünkü bu; gücün tanımını sorgulatan bir durumdur. Eğer gerçekten bu rekabetçi, yarışmacı doktrinler doğadaki aslan figürü ile formüle edilmesinde bir gerçeklik payı olsaydı özürlü doğan her evladımızı ölüme terk etmemiz gerekirdi ki; bu insanca olmaz, olsa olsa Narnia Günlükleri’ndeki yasaları kabul anlamına gelirdi. Gerçekte bizler düşünen varlıklar olarak ne aslan, ne kurt, ne de tilkiyiz. İnsanız, sadece insan.. Yunan, Roma ve Mısır mitolojilerinden kalma bu aslan figürü ile nesillerin terbiyesi, güç devşirme arayışları toplumların rekabetinde bugüne dek değişmeyen tek olguydu. Roma arenalarında halkı eğlendirmek için yapılan gösterilerde köle ve zayıf kimselerin aslanlara yem edilmesinde nasıl bir medeniyet tasarlanmak istendiği hepimizin malumu. İnsanlık, tarihi boyunca güç için yapılan savaşlar ve sömürgeleştirmenin temelinde yatan doğadan araklanma bu mantık yavaş yavaş değişiyor. Korku ve rekabete dayalı insan yönetme sanatlarının, buna ideolojiler de dahil artık bir bir iflas ediyor. Çünkü insan uyanıyor. Yaratıldığı üzere insanlaşma eğilimleri hızla yayılıyor. Bunu fark eden toplumlar insan doğasına uygun eğitim modelleri ile bilgi temelli yeni bir toplum inşasına girişmişken, buna hazır olmayan, hazırlıksız yakalanan toplumların yaşadığı savaş, göç ve insanlık dramları ile küresel çapta bir değişimin yaşandığı yada dayatıldığı gün gibi ortada. Artık kaba güç her koşulda para etmiyor. Bilgi ve teknoloji temelli bir güç yapılanmasına geçişin sancıları yaşanıyor. Ayak uydurdunuz ne ala. Hazır değil ve de direniyorsanız vay halinize.

Tarih tekerrürden ibaret; dün ormanın kralı aslandı, bugün de aslan, yarın da bir süreliğine belki aslan olacak. Aslan yukarı, aslan aşağı. Babası gider oğlu gelir, oğlu gider amcası gelir, amcası gider kuzeni gelir. Ancak aslanlar da artık nitelik değiştiriyorlar. Ne yapalım peki aslanlığı bırakıp tilki mi olalım? Bunu önermiyorum. Çünkü bizler insanız. Ne aslan ne de tilkiyiz. Kaldı ki buraya kadar ki açıklamalarım doğayı taklitten öteye gidemediğimizi açıklamak içindi. Doğadan birşeyler anlamışız ama onu da yarım yamalak anlamışız. Gücü kutsayıp, aklı es geçmişiz. Aslan familyasında işler böyle yürüyebilir ancak bizler insan olmanın gereği, işin içine akıl ve irademizi de koymakla mükellefiz.

Son zamanlarda sürekli duyarız “bilgi toplumu”, “teknoloji toplumu”, “inovasyon”, küreselleşme”, “iletişim çağı”, “medya çağı” v.s… Dikkat edilirse tüm bu kavramların hepsinin ortak noktası  “BİLGİ ve BİLGİYLE İLERLEYEN TOPLUM” hedeflenmekte veya kastedilmek istenmektedir.
 
İstemek ile olmak arasındaki farkı bilmeyen yoktur sanırım. Çocuklarımızı buna (BİLGİ TOPLUMUNA) gerçekten hazırlıyor muyuz? Yoksa eğitimi, öğretim odaklı yapıp bireysel çıkarlarımıza hizmet eden bir araç haline mi getiriyoruz? Bu konuda doğrusu pek de iyimser değilim. “Kaynağa giden en kısa yol en akıllıca yol olmayabilir.” Ava giderken avlanmak gibi… Bu evrende tesadüf diye bir şey yoktur. Doğanın yaşamı korumak adına dengeleyici ilkeleri ve kendini geliştirme, yenileme yazılımı mevcuttur.

Soru sormayan, araştırmayan, sorgulamayan ve sorgulatmayan bir bireyin kendi toplumuna yarardan çok zararı olacağı klavuz istemeyen köy misali.

Kısaca özetlemem gerekirse; çocuklarımız kitap okumayı sevmiyor. Ben de çocukken okumayi sevmezdim. Ama bunun nedenini de bilmezdim. Neden sevmediğimi sorgulama bilincinden de yoksundum. Çünkü sorgulama nedir, neyi niçin bilmem gerektiği bilgisinden de yoksundum. Anladım ki; bilgi temelli bilinç hayatın, huzurun, mutluluğun anahtarı. Eğer o anahtarı edinememişsem, benim için neyin iyi neyin kötü olduğu bilgisini bana getirecek bir bilinçten yoksun kalmışsam bu benim değil, eğitim sisteminin başarısızlığı olmalıydı.
 
Bu uzun açıklamalar neticesinde şunu sorgulamaya açmak istiyorum. Çocuklarımız okumayı sevmezken, neyi nasıl sorgulayacak da ‘BİLGİ’ye ulaşacak, BİLİNÇLİ davranıp kaynakları en ekonomik şekilde kullanacak, kendine, ailesine, toplumuna yararlı, mutlu ve huzurlu bir birey olacak? Neticede BİZLER de BİLGİ TOPLUMUNA terfi edeceğiz!

İSTEMEK ile OLMAK arasındaki farkı aşmaya müsait bir eğitim modelimiz var mı ki (veya ne olmalı ki) çocuklarımız da severek kitap okusun ve o ÖZLENEN BİLGİ TOPLUMUna giden kapıları aralayabilsin.
 
Çocuklarımız kitap okumayı sevmiyor.
 
Çocuklarımız Neden Okumayı Sevmiyor?

Çevrimdışı gkhnkmn

  • B Grubu
  • 1.656
  • 1.933
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 1.656
  • 1.933
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 07 Kas 2015 19:15:08
kitaptan daha dikkat çekici ,daha kolay eğlendiren ve etkileyen uyarıcılar var artık. tablet bilgisayar tv vss vss. kitapla kim uğraşacak diyolar bnce. bende okumuyorum. netten okuyoruz işte. illa kitap olcak die bişe yok bence interaktif ve dijital çağa kitapları empoze etmeliyiz bence . kitap çağı eriyor.

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 08 Kas 2015 09:46:25
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
kitaptan daha dikkat çekici ,daha kolay eğlendiren ve etkileyen uyarıcılar var artık. tablet bilgisayar tv vss vss. kitapla kim uğraşacak diyolar bnce. bende okumuyorum. netten okuyoruz işte. illa kitap olcak die bişe yok bence interaktif ve dijital çağa kitapları empoze etmeliyiz bence . kitap çağı eriyor.

Kitaplar zamanla dijital ortamlara aktarılır, yaygınlaşırsa bu şekilde de olabilir tabi. Kağıda yazılmış, dijital ortama yazılmış olmasından ziyade kolayca ulaşılabilir olması önemli.

Çevrimdışı aslı_80

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.080
  • 12.050
  • Öğrenci Velisi
  • 2.080
  • 12.050
  • Öğrenci Velisi
# 08 Kas 2015 21:17:17
Neden okumaları gerektiğini yeterince öğretemiyoruz galiba. Bilginin kıymetini, öğrenmenin güzelliğini aşılayamıyoruz. Ezber, ezber, hep ezber... Hafta sonu kırtasiyede insanların çıldırmış gibi sınavlara hazırlık kitapları aldıklarını gördüm. Kötü bir sürgit içindeyiz. Keşke bunu düzeltebilsek...

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.230
  • 222.966
  • 28.230
  • 222.966
# 08 Kas 2015 21:23:16
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Neden okumaları gerektiğini yeterince öğretemiyoruz galiba. Bilginin kıymetini, öğrenmenin güzelliğini aşılayamıyoruz. Ezber, ezber, hep ezber... Hafta sonu kırtasiyede insanların çıldırmış gibi sınavlara hazırlık kitapları aldıklarını gördüm. Kötü bir sürgit içindeyiz. Keşke bunu düzeltebilsek...

Her alışkanlığın bir kalıcı yaşı var.O yaşı aşmış oluyorlar tv,net,cep telefonu ile...Yazık,sınav robotu nesil geliyor.
RTÜK okuma alışkanlığını pekiştirecek çizgi filmleri teşvik etmeli,ebeveyinler okuma saati yapmalı,okuduklarını tartışmalı,anlatmalılar.Spotlar halinde okuma reklamlarıyla ilgi çekilmeli.
İşimiz zor,yolumuz uzun,rakip alternatifler habire çocuklarımızı çalıyor bizden...

Öğrencilerimle aile paylaşımları hakkında konuşurken,
en sevdiğiniz nedir aile diye sordum.
Birkaç öğrenci elektrikler kesilsin dedi.
şaşırdım neden diye..
-Öğretmenim o zman herkes güzel sohbet ediyor,ailece oyunlar oynayabiliyoruz... :-\ :-\ :-\ :-[

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 09 Kas 2015 23:58:00
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Neden okumaları gerektiğini yeterince öğretemiyoruz galiba. Bilginin kıymetini, öğrenmenin güzelliğini aşılayamıyoruz. Ezber, ezber, hep ezber... Hafta sonu kırtasiyede insanların çıldırmış gibi sınavlara hazırlık kitapları aldıklarını gördüm. Kötü bir sürgit içindeyiz. Keşke bunu düzeltebilsek...

Bu iş çocukları çoktan aştı. Aileleri, öğretmenleri de yarışın içine çekti. Bu işe adamakıllı bir çözüm bulunması gerektiğine inanıyorum. Eğitim tamamen öğretim odaklı hale geldi.

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 10 Kas 2015 00:07:25
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Her alışkanlığın bir kalıcı yaşı var.O yaşı aşmış oluyorlar tv,net,cep telefonu ile...Yazık,sınav robotu nesil geliyor.
RTÜK okuma alışkanlığını pekiştirecek çizgi filmleri teşvik etmeli,ebeveyinler okuma saati yapmalı,okuduklarını tartışmalı,anlatmalılar.Spotlar halinde okuma reklamlarıyla ilgi çekilmeli.
İşimiz zor,yolumuz uzun,rakip alternatifler habire çocuklarımızı çalıyor bizden...

Öğrencilerimle aile paylaşımları hakkında konuşurken,
en sevdiğiniz nedir aile diye sordum.
Birkaç öğrenci elektrikler kesilsin dedi.
şaşırdım neden diye..
-Öğretmenim o zman herkes güzel sohbet ediyor,ailece oyunlar oynayabiliyoruz... :-\ :-\ :-\ :-[

Koşturmalı bir eğitim-öğretim sürecinde çocuklara bu sevgiyi aşılamak biraz zor öğretmenim.

Dediğiniz gibi öğretmenim medya her türlü albenisi ile çocuklara daha cazip gelebiliyor.

Diğer taraftan kaynak sektörünün bırakmak istemediği bol kazanç; haliyle gelecek kaygısı yaşayan aileler, arada kalan çocuk.. bir de kitap mı okusun!

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 14 Kas 2015 21:15:22
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Çocuklarımız Kitap Okumayı Sevmiyor.

Bilginin sürekli evrildiği, doğanın tüm bileşenleriyle yaşamın sırlarının tek tek çözülmeye başlandığı bir çağdayız. Madde-yaşam ilişkisinin parçacık(zerre) düzeyinde ele alındığı, anlamlar dünyasının perdelerinin yavaş yavaş aralandığı bir zaman dilimindeyiz.

Günümüzde bilgi ve teknoloji toplumların ilerlemesinde temel güçlerderden biri kabul görmekte.

Bundan bir kaç yüzyıl önce şairlerin ilham kaynağı olan ay ve yıldızlar sanki büyüsünü yitirmiş gibi. Çünkü yavaş yavaş keşfediliyorlar.

En son mars gezegeninin sırlarına vakıf olduk. Hatırlıyorum, çocukluğumda bir yıldız kaydığında dilek tutardık. Galiba onun da büyüsü bitmek üzere, çünkü insanoğlu Güneş sistemimizin ara sokaklarında keşfedilmedik yer bırakmamaya kararlı. Mahallemize yakın; uçan, kaçan ne varsa ona ulaşacak bir vasıta bulmayı başarmış durumda. Şairlerin şiirlerinin parıltısı kuyruklu yıldızlar artık muhtemel birer maden sahası.

Milyarlarca yıldızın ve fazlası gezegenin barındığı uzay-zaman deryasında Dünya'mız nokta misali.. İnsan Dünyadan taşıyor. "Bizler uzaylılarla karşılaşır mıyız, tokalaşır mıyız" yarı şaka, yarı ciddi sorularla günlük telaşelere dalarken, bazı toplumlar teknoloji alanında çok ciddi yatırımlar yapıyor. İlgimiz "yeşil, üçgen suratlı, büyük gözlü uzaylı" lıları merak etmekten öteye gitmiyor.

Bir de "uzaylı" deyince insanlar espri yapmaktan da (bazen de alaycı) geri durmuyor. Oysa biz, güneş, ay, gezegenler, yıldızlar ve nicesi aynı uzay-zamanın farklı noktalarındayız. Karşılaşırsak, muhtemelen onlar da bizi "uzaylı" olarak bilecekler. Bu tamamen bakış açımızla ilgili bir mevzu. (Neyse ki konumuz bu değil).

Bilgi ve teknoloji toplumu diyorduk. Öyle bir eğitim yapılanmasına girişmeliyiz ki hiçbir ideoloji bunu kendi eleman üretme fabrikası olarak görmesin. Bu da eğitimi siyasetlerden, ideolojilerden kurtarmamız ile mümkün diye düşünüyorum.

Eğitim sistemimiz bilim adamı yetiştiremiyor. Eğitim kurumlarımız sınav odaklı bir yaklaşımla nesillerimizin kafalarını ütüleye ütüleye mesleğe hazırlayan birer öğretim okuluna dönüştü. İçinde bilim yok. Bol test ve kaynak var. Bu yapı çocuklarımızın yeteneklerini, zekalarını keşfeden yaklaşımdan çok uzak.

İnsan kaynağımızı değerlendiremiyoruz. Çünkü bir telaş, bir acele. Ha bire koşuyoruz. Ayrıntı umurumuzda değil. Derine inmiyoruz, sığ sularda gezinip duruyoruz. İnsanımızın doğasını bozmadan, işlemek, yarına hazırlamak ince işçilik ister. Bahanemiz hazır "zamanımız yok". Yok aslında öyle değil...

Şair Gülten AKIN'ın dediği gibi "Ah, kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya"

Çevrimdışı sarnıç

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 8.385
  • 127.426
  • 8.385
  • 127.426
# 14 Kas 2015 21:37:17
Evde anne baba kitap okumadığı sürece çocuğun kitap okumayı sevmesi beklenemez.
Çocuk, bebeklik döneminde çevreyi tanımaya başladığı zamanlardan itibaren yanında kitap okunursa çocuğun bilinç altına kitap okuma alışkanlığı kendiliğinden yerleşecektir.
Günümüzün en önemli sorunlarından birisi de çocukların teknoloji bağımlısı olması. Ve ailelerin bunun önüne geçemiyor olması...

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 14 Kas 2015 22:57:59
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Evde anne baba kitap okumadığı sürece çocuğun kitap okumayı sevmesi beklenemez.
Çocuk, bebeklik döneminde çevreyi tanımaya başladığı zamanlardan itibaren yanında kitap okunursa çocuğun bilinç altına kitap okuma alışkanlığı kendiliğinden yerleşecektir.
Günümüzün en önemli sorunlarından birisi de çocukların teknoloji bağımlısı olması. Ve ailelerin bunun önüne geçemiyor olması...

Size katılıyorum öğretmenim. Eskiden sadece tv bağımlılığını azaltmaya çalışıyorduk. İnternet ve akıllı teknolojiler de buna eklendi. Sadece yasaklarla sınır koyma dışında buna henüz doğal bir çözüm bulmuş değiliz. Milyonlarca verinin saniyelerle elinin altında olduğu bir alanı yasaklamaktan ziyade, çocukların daha seçici olmaları yönünde bir yere kadar etki etme şansımız var. Fakat etki noktasında medya gerek aile gerekse biz eğitimcilerden bir adım daha önde.

Son yıllarda kitap okuma alışkanlığı edinmeleri için çocuklara "okumaları" yönünde yapılan telkinlerin de ters teptiğini fark ettim.

Benim asıl sorgulamasını istediğim, doğal olarak bu alışanlığı edindirme noktasında anne babanın rol model olması dışında bizlerin de okuma  tutumları konusundaki yaklaşımlarımızın ne düzeyde etkili olup, olmadığını da karşılıklı paylaşabilmek.

Çevrimdışı korkoro

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 56
  • 195
  • 56
  • 195
# 15 Kas 2015 09:29:48
Okumayı öğrenir öğrenmez ellerine amaçsız kitaplar tutuşturulduğu için. Aslında çok kompleks bir beceri okumak ve anlamak. Harfleri yeni öğrenmiş çocukların kitap okuyamaya zorlanılarak başarısızlık duygusuna itilmesini doğru bulmuyorum. Konuyla ilgili bir metaforumda var. Hepimiz rakamları biliyoruz değil mi? Peki kaçımızın pi sayısını okumaya cesareti var?

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 15 Kas 2015 09:54:10
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Okumayı öğrenir öğrenmez ellerine amaçsız kitaplar tutuşturulduğu için. Aslında çok kompleks bir beceri okumak ve anlamak. Harfleri yeni öğrenmiş çocukların kitap okumaya zorlanılarak başarısızlık duygusuna itilmesini doğru bulmuyorum.
Bu konuda seçici davranmak gerektiğini, ellerine rastgele ve çok kitap vermekle verimli öğrenmenin gerçekleşmesinin beklenmesinin yanılgı olabileceği noktasında hemfikirim.

Çevrimdışı aslı_80

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.080
  • 12.050
  • Öğrenci Velisi
  • 2.080
  • 12.050
  • Öğrenci Velisi
# 15 Kas 2015 23:12:08
Eğitimpedia'da bir yazı paylaşılmış. ''Çocuklarımız Neden Kitap Okumayı Sevmiyor'' sorusunun cevabının belki bir kısmını yazıda bulabiliriz.

Çocuklarımız Neden Kitap Okumayı Sevmiyor?

Neden daha fazla çocuk okumayı sevmiyor ya da en azından heves bile etmiyor? Amerikalı yazar ve eğitimci Alfie Kohn, okulların çocuklardaki okuma isteğini nasıl öldürdüğünü anlatıyor.

Ben öğrencileri motive etmenin imkansız olduğunu iddia ediyorum. Aslında hiçkimseyi motive etmek mümkün değil, kendiniz hariç. Eğer yetecek kadar gücünüz varsa, elbette insanlara, öğrenciler dahil, bir şeyler yaptırabilirsiniz. Sonuçta ödüller (notlar gibi) ve cezalar (notlar gibi) bunun için var. Ancak insanların bir şeyleri iyi yapmasını sağlayamazsınız. “Yazmayı emredebilirsiniz, ama iyi yazmayı emredemezsiniz” der Donald Murray. Ve insanların yaptıkları şeyleri yapmayı istemelerini de sağlayamazsınız. Baskıya ve dışsal teşviklere ne kadar bel bağlarsanız, aslında öğrenciler yaptıkları şeye karşı o kadar az ilgi göstermeye başlarlar.

Bir öğretmenin – hatta tüm öğretmenlerin – yapabileceği tek şey, herkesin bir şeylere başlarken ihtiyaç duyduğu temel eğilimleri besleyen ve sürdüren bir sınıf kültürü, bir atmosfer, bir ders yaratmak için öğrencileriyle birlikte çalışmaktır: Kendini ve dünyayı anlamak, önemli olduğu kabul edilen konularda giderek daha yetkin olmak, diğer insanlarla bağ kurmak ve kendini onlara ifade etmek. Motivasyon – en azından içsel motivasyon – desteklenmesi ya da gerektiğinde canlandırılması gereken bir şey. Öğrencilere belli bir tavırla yaklaşarak onlara aşılayabileceğimiz bir şey değil. Başka bir deyişle onların motivasyonlarını “dürtebilirsiniz” ama onları “motive” edemezsiniz.

Diğer taraftan öğretmenlerin yapabileceği bir başka şey daha var: Öğrencilerin motivasyonunu öldürmek. Bu sadece teorik bir olasılık değil. Bu söylediğim şey, şu anda pek çok sınıfta yaşanıyor. Şimdi size spesifik olarak bir öğretmenin, öğrencilerinin okuma ve yazmaya duyduğu ilgiyi nasıl öldürebileceğini anlatacağım.

1.  Okuma ödevlerinin miktarını ölçün. Hiçbir şey bir öğrencinin okumaya duyduğu ilgiye, ona kendi seçtiği kitapları okuma fırsatı vermek kadar katkıda bulunmaz. Ancak serbest okumanın faydalarını baltalamak çok kolaydır. Yapmanız gereken tek şey, öğrencilerin her gece belli sayfa sayısı ya da süre kadar okumalarını şart koşmanız. “Onlara ne kadar sayfa okumaları gerektiği söylendiğinde, sadece ‘sayfaları çevirme’ ve ‘ödev verilen sayfaya kadar okuma ve durma’ eğilimine girerler” diyor bir lise öğretmeni olan Christopher Ward Ellsasser. Ve kendilerine ne kadar süre okumaları gerektiği söylendiğinde de sonuç yine değişmiyor. Bir veli olan Julie King, “Çocuklarımızdan her gece 20 dakika kitap okumaları ve bunu yaptıkları ödevlerden biri olarak not etmeleri bekleniyor. Ebeveyn olarak, oturup zevk için kitap okuyan çocukların – bir kitabın içinde kaybolan ve mesela yemeğe gelmesi için kitabı elinden bırakması söylenen çocukların – şimdi saat alarmı kurduklarını ve alarm çaldığında okumayı hemen bıraktıklarını görüyoruz. Okumak sıkıcı bir işe dönüştü, tıpkı diş fırçalamak gibi” diyor.

2.  Özetler yazdırın. Bir ortaokul öğretmeni olan Jim DeLuca şöyle özetliyor: “Öğrencilerin okumaktan nefret etmelerini sağlamanın en iyi yolu, onlardan okuduklarını size ispat etmelerini istemeniz. Bazı öğretmenler, öğrencilerin başlama ve bitirme sayfalarını not ettikleri bir tablo yaratıyor. Bazı öğretmenler, kolayca sahtesi yazılabilen ve neredeyse hiç okuma gerektirmeyen kitap özeti ya da benzer yöntemleri kullanıyor. Pek çok durumda bu tür ödevler, öncesinde ne hissederlerse etsinler, öğrencilerin yeni okudukları bu kitaptan nefret etmelerini sağlıyor.

3.  Onları yalnız bırakın.  Ben tam 25 yıl boyunca aynı kitap grubundaydım. Neredeyse ayda bir sıklıkta, çoğunlukla hem klasik hem de çağdaş romanlar okuduk. O dönemde, diğer okuyucu arkadaşlarımın bana hiç eşlik etmediğini, ne kadar az kitap okuduğumu ve okumayı başardıklarımdan ne kadar az zevk aldığımı (ve anladığımı) dehşetle hatırlarım. Muhtemelen çoğunuz, öğrencilerin bir okuyucu topluluğu yaratmalarına yardımcı olan okuma çemberlerini ya da farklı diğer yolları duymuşsunuzdur. Eğer amacınız öğrencilerinizin okumaya olan ilgilerini kaybetmelerin sağlamaksa, o zaman bu tür yöntemlerden kaçının ve çocukları okurken (ve yazarken) yalnız başlarına bırakın.

4.  Kuru bilgiye odaklanın. Her şey sadece anlamak, kışırtıcı fikirlerlerle, zorlayıcı karakterlerle ve şahane hikayelerle karşı karşıya gelmekten ibaret olduğunda, çocuklar okumaya adeta bayılarak büyürler. Ancak eğer bütün bu güzel şeylerin üstü “mekanizmaya” ya da daha da kötüsü bu mekanizmayı tarif etmek için kullanılan kelimelere aşırı odaklanma ile kapatılırsa, bu okuma sevgi asla büyümez. Dramatik ironinin ya da vezin ölçüsünün tanımını bilmenin okur yazarlıkla ilişkisi, nitrojenin atomik ağırlığını ezberlemenin bilimsel bir çalışma yapmakla olan ilişkisine benzer. Lisede İngilizce öğretmenliği yaptığım dönemde, sanırım daha az tek bir doğru cevabı olan soru sormuş olsaydım çok daha başarılı olurdum. Çocukların zamanını bir metaforla bir mecaz arasındaki farkın ne olduğunu anlatmakla harcamaktansa, onların önce doğrudan metafor “diyarına” dalmalarına yardım etmeliydim. Okul, okur yazarlığın dünya ile ilişki kurmanın bir yolu olduğunu değil bir dizi becerilerle ve bilgiyle ilgili olduğunu öğretiyor. Sonuç olarak pek çok genç insan okumayı, onların ilgisini çeken şeyleri öğrenmekle değil okul ile özdeşleştiriyor.

5.  Onlara ödüller sunun. Çok sayıda araştırma, ödülün, insanların ilgisini kaybetmesine neden olduğunu doğruladı. Üstelik bunu engellmek için ne yaparsanız yapın, sonuç hep aynıydı. Bu ilke, pek çok farklı popülasyon (cinsiyete, yaşa ve milliyete göre) üzerinde denendi. Aynı zamanda çok çeşitli işlerde ve farklı ödül türleriyle de (para, yüksek not, yemek ve övgü gibi) tekrar edildi. Öğrencilerin önlerine bir ödül koyarak onlara kitap okutmak konusunda başarılı olabilirsiniz, ancak okumaya duydukları ilgi ortadan kaybolup gidebilir. Ya da okuma hevesi az olan çocukların bu hevesi sevgiye dönüştürmelerini engellersiniz, çünkü onlara okumanın bir insanın yapmak istemeyeceği bir şey olduğu mesajını verirsiniz. (Eğer okumak eğlenceli bir şey olsaydı, neden bunu yapmam için bana rüşvet veriyor olsunlar ki?) Bu alandaki ticari programlar da (hızlı okuma kursları gibi) çocuklara okumanın olduğu haliyle keyif veren bir şey olmadığını öğretmenin en etkin yollarından biridir. Bildiğim kadarıyla notlar ile içsel motivasyon arasındaki ilişkiyi inceleyen her çalışma, notların içsel motivasyon üzerinde negatif bir etkisi olduğunu ortaya çıkardı.

6.  Onları sınavlara hazırlayın. Sınavlar da motivasyonu öldürme konusunda önemli bir etkiye sahiptir. Zararı veren sınavın kendisi değil de, öncesinde olanlardır. Her öğrenmenin bir sınava işaret ettiği bir sınıf (sınav olmak için öğrenmek?), fikirlerin ve okuma eyleminin sadece bir sona ulaştıran araçlar olarak deneyimlendiği bir sınıftır. Elbette bu, ödülün yarattığı etkiyle tamamen aynıdır. Bu yüzden eğer sınıfınız sınavların ve notların çok vurgulandığı bir sınıfsa, verdiğiniz zarar etkin bir şekilde iki katına çıkar. Ve eğer bu sınavlar ve notlar çoğunlukla kuru bilgilerin ezberlenmesine odaklanıyorsa, o zaman okumayan gençlerden oluşan koca bir sınıf yarattığınız için “üçlü bir tacı” hakettiniz demektir.

7.  Seçimlerini sınırlayın. Çocuklarla ilgili en üzücü ironi, büyürlerken ve karar alma konusunda daha fazla beceri geliştirirlerken, okullarda bu konuda onlara çok az fırsat verilmesidir. Ergenlik dönemindeki öğrencilerin kendi eğitimleri ya da okuldaki günü nasıl geçirecekleri hakkında bir şeyler söyleme hakları, anaokulu öğrencilerinkinden çok daha azdır. Oysa ortalama bir lise, yetişkin hayatına hazırlanmak için mükemmel bir yerdir öyle değil mi? Öğrencilerin totaliter bir rejimde yaşadığını varsayarsak…

Anne babalar çocuklarına “Bugün okulda ne yaptın?” diye sorduklarında çocuklar genellikle “Hiçbir şey” diye cevap verirler. Çocuklar muhtemelen haklılar, çünkü tipik bir okulda, okul öğrencilere bir şeyler “yapar”. Bu zorunlu pasiflik hali, öğrencilerin dersi şekillendirme rolünün tamamen dışında tutulduğu; dersleri, soruları, ödevleri ve değerlendirmeleri almak dışında öğrencilerin bir şey yapmadığı sınıfların en tipik özelliğidir. Bunun sonucunda sınıfta, eleştirel ve yaratıcı düşünmenin yokluğu açık bir şekilde göze çarpar. En kontrolcü öğretmenler, bu konuda suçu öğrencilere atar. Onlara göre öğrenciler sorumsuzdur, isteksizdir, ilgisizdir, olgun değildir… Ancak gerçek şu ki çocuklar iyi seçimler yapmayı seçimler yaparak öğrenirler, onlara verilen talimatları yerine getirerek değil.

Sonuç olarak seçim yapma fırsatının yokluğu, kendini okuma ve yazma ilgisinin yokluğu olarak gösterecektir. Eğer hedefimiz bu ise, o zaman hayatta yapabileceğimiz en iyi şey geleneksel öğretmen merkezli, öğretmen tarafından yönetilen bir sınıfta öğretmenlik yapmaktır.

Alfie Kohn

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Çevrimdışı RAMSES1

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 961
  • 5.015
  • Lise Branş Öğrt.
  • 961
  • 5.015
  • Lise Branş Öğrt.
# 15 Kas 2015 23:25:37
bende okumayı sevmiyor.keşke okumak zounda olmadığımız bir dünyada yaşasak.kitaplar yerine boş defterler olsa sade yazsak.tabi ki bizim yazdıklarımızda kimse okumasa. boş kafalarımız olsa düşünce diye bir şey olmasa, sadece afyon keşlerin o yalnızlığına gömülsek.

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 16 Kas 2015 19:52:11
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
bende okumayı sevmiyor.keşke okumak zounda olmadığımız bir dünyada yaşasak.kitaplar yerine boş defterler olsa sade yazsak.tabi ki bizim yazdıklarımızda kimse okumasa. boş kafalarımız olsa düşünce diye bir şey olmasa, sadece afyon keşlerin o yalnızlığına gömülsek.
Farklı bir bakış açısı :)

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK