Çocuklarımız Neden Kitap Okumayı Sevmiyor?

Çevrimdışı ala-türka

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 87
  • 1.381
  • 87
  • 1.381
# 20 Oca 2016 22:22:33
Uzun uzun destanlar yazmaya gerek yok. Cevap basit:1. Kitap okuyan değil, çok test çözen yarışları kazanıyor. 2. Çocuklar kimi örnek alacak, kitap okumayan anne-babalarını mı yoksa kitap okumayan öğretmenlerini mi? 3. "Oku oku belki âlim olursun.." diyen çok bilmiş zihniyetin heves kırması...

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 27 Oca 2016 12:12:08
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Uzun uzun destanlar yazmaya gerek yok. Cevap basit:1. Kitap okuyan değil, çok test çözen yarışları kazanıyor. 2. Çocuklar kimi örnek alacak, kitap okumayan anne-babalarını mı yoksa kitap okumayan öğretmenlerini mi? 3. "Oku oku belki âlim olursun.." diyen çok bilmiş zihniyetin heves kırması...
Değerli öğretmenim önemli olan yazıların uzun ya da kısa olması değil; anlatma çabası, ifade isteği, çözüm arayışı. Cevabı değil, çözümleri bulabilme, sınama, detayları görme, irdeleme gayesi. 

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 27 Oca 2016 13:01:15
Birey ve Toplum (3)

Ödül ve ceza sistemi kıskacındaki koruyucu eğitim ve çocuk

…sonsuzda bir ihtimal ile hayata başladığımızda melekler kadar saf ve temizdik.. ve hayat yaşanmaya, kutsanmaya değer her birimize bir kez bağış edilmiş bir armağandı. Bu özel tasarım olan her birimizden bir tane var, sadece bir tane…

Bu durum biricik ve özel olduğumuz gerçeğini kavramamız için yeterince sağlam bir delil değil mi?

Edilgen birey tümün faydasıyla çelişmeden hayata dair doğru seçimler yapıp, olgun bir toplum inşaası için üzerine düşen rolleri gerçekleştirebilir mi?

Eğitimciler olarak ebeveynlere, belki de bizim en başta söylememiz gereken cümle “lütfen çocuklarınıza bebek gibi davranmayın” olacaktır. Sorumluluk geliştirme olsun, kendileri için çalışma olsun, hayatı yaşayıp seçimlerini sınamalarına, tecrübe etmelerine fırsat verirsek, büyüdüklerini bizzat görme ve anlamaları, daha iyi seçimler yapabilmeleri için bu; onlara yapabileceğimiz en iyi destek ve koruma olur diye düşünüyorum.

Çocuklar bir an evvel büyümek isterler. Bizim endişelerimiz, korkularımız nedeniyle büyüdüklerini genellikle fark etmezler. Çünkü güven dünyalarının sınırlarını çizen onlar değil, biz oluyoruz. Bu nedenle onlar, yaşayıp tecrübe etmedikçe, seçimlerle doğru ve yanlışı ayırt etmeyi öğrenmedikçe bizler ne kadar güven telkin edersek edelim; yine de kendilerini güvende hissetmezler. Tam da bu nedenle bizim çizdiğimiz sınırların dışını bilememekten ürkek ve çekingen olurlar. Bu, basitçe düşük özgüven ve edilgen kişilik oluşma evresidir. Beklentilerimizin bir sonucu olarak çocuğun gelecekteki yaşamı, kişiliği ve seçimleri üzerine “bizce” olması gerekenlerin oluşturulduğu bir edindirme, programlama eğitimidir. Çocuktaki düşük özgüven ve edilgen durum (dış uyarıcı olmadan harekete geçmeme hali) bizlerin ona nasihatle davranış nakli, karşılığı olmayan, yapay bilinç aktarımının yansımaları ve çabalarımızın karşılığıdır.
 
Çünkü onların edilgen (durgun, pasif) olmaları için elimizden geleni yapan bizleriz. Kendileri için ne kadar önemli olursa olsun, görevlerini, sorumluluklarını yerine getirme konusunda bizden işaret almadıkça, harekete geçmemelerinin sebebi bizleriz. Tutum ve davranışlarımızla bunu gerçekleştiririz. Onların bu şekilde öğrenmelerini garanti etmeye çalışan da bizleriz. Garantici ve koruyucu eğitim yaklaşımının çocuklara yaptığı en büyük kötülüklerden biri de budur.

"Yap-dur" komutlarımıza alışa alışa kendi öz becerileri ile ruhsal ve sosyal gelişimlerinin ne düzeyde olduğunu fark etmeyen çocuklarımızın sağlıklı bir ruhsal gelişim ve sosyalleşme içinde olduklarını iddia etmek büyük bir yanılgı.
 
Neyi seçip, neyi seçmemesi gerektiğini, neyi yapıp neyi yapmaması gerektiğini sürekli bir alışkanlık halinde, emir kipinde, onlara dışsal bir uyarıcı olarak –öğrenmenin- “görev” addedildiği bir süreç anı olarak öğreten de bizleriz. Bu noktada onlar, kendileri için neyin doğru ve yanlış olduğu, ne zaman harekete geçmeleri gerektiği bilgisini de edinemiyorlar.
 
İnsan tecrübe etmediği bir konuda seçim yapıp yapmama, neyi seçip seçmeme (gereklilik) bilgisini de bilince dönüştüremiyor. Hayatın sabit olmadığı, sürekli yeni girdilerle şekillendiği, devinim içinde olduğu gerçeği ile yüzleşemeyen bir çocuk doğru seçimler yapma yetisini de geliştiremiyor.
 
Hayat sürekli ve yeni etkenlerle dönüşüm içinde iken; sosyalleşme sürecinde kendi bakış açımızla bizim için doğru olan, fakat çocuğun kendisi için tecrübe kaydı (önceki öğrenmeleri) bulunmayan bir konuda, yeni bir durum, olgu ve çözüm isteyen olay, sorun karşısında doğru seçimler yapmasını beklemek hakkımız da olamaz. Çünkü öğrenmeyi öğrenme davranışı sergilemesini beklemek; bu davranış kazanımı için tüm süreçlerde doğru/yanlış ayrımı yapmaksızın kendi seçimleri ile önceki öğrenmelerini destekleyen, bunları tecrübeye dönüştüren karar süreçlerinin de kendi sorumluluğunda gelişmesi, yaşanması gerekliliğine işaret eder.
 
Oysa çocuğun tüm okul hayatı boyunca ve aile içerisinde, günlük yaşamında tüm ihtiyaçlarında, kendisini ilgilendiren her konuda karar verme hakkını biz ondan çok kendimizde görmekle; onu bu (öğrenmeyi öğrenme) hakkından alıkoyarız. Kısaca edilgen kılarız. Kendini tanımasını, geliştirmesini, seçimler yaparak öğrendiklerini tecrübeye dönüştürmesini önleriz. Çünkü kontrolün ondan çok kendimizde olmasını tercih ederiz. Bu uzun eğitim sürecinde ona özetle verdiğimiz mesaj; “kendin olma, kendin için yaşamana izin vermeyeceğiz”. Toplumsal roller bakımından ise; birey olmadan toplum (üyesi) olmayı dayatmak (noksan eğitim) anlamına gelir.
 
Birey olamadan (nitelikli) toplum olmamız gerçekçi bir beklenti değil. Bir sonraki adımda bencilliği önceleyen (rakipli, elemeli, ödül ve ceza ile beslenen, başarı ve başarısızlık ile sonuçlanan) öğrenmeler şeklinde gelişen eğitim süreci sonucunda nitelikli bireyler hedefimiz ile sağlıklı toplum olma çabamız birbirine tezatlık oluşturur. Başlangıçta niyet bu olmasa da sonuç bu…

Bu çelişki ile ekonomik refahı yüksek bilgi toplumuna ulaşma arzumuz gerçekleşebilir mi?

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 29 Oca 2016 12:06:45
Birey ve Toplum (4)

Bencillik masum bir bireysel tercih değildir. Başkalarınca güdülmeyen, haklarını ve başkalarının sınırlarını bilen birey ile bencil bireyi birbirine karıştırmamak gerekir.


Koruyucu eğitimin, çocuğun nitelikli kişilik geliştirmesini önleme vasfı dışında diğer olumsuz tarafı; çocuğun kendi isteği olmayan, yanlış tutum ve davranışlarımız ile edilgen pasif kılınırken, sadece ihtiyaçları söz konusu olduğunda harekete geçme eylemi göstermesi, (doğuştan var olan bazı yaşamsal içgüdüler dış uyaranlara bağlı değildir) sorumluluk davranışı gerektiren bir durumda ise genellikle pasif modunda kalmaları.

Çoğu kez bu davranışları bencillik olarak algılarız. Belli bir yaştan sonra muhtemelen bir kısmı da öyledir. Ancak bunu çocuğa öğreten bizim kendi tutumlarımız. Yaş ilerledikçe bu davranışları değiştirmemiz zorlaşır. Bir kısmı da (kendisi farkına varıp değiştirmedikçe) kalıcı hale gelir. Küçük yaşta sorumluluk bilinci vermek ebeveynlerin elinde bir olanak iken belli yaşlardan sonra bunu dengeli vermek olanaksız hale gelir.
 
Ailede, (okulda) çevrede paylaşma bilinci edinmemiş bir çocuk; sonraki evrede (toplumsal statüye kavuştuğunda) tümün yararına beklenen rollerini, sosyal ilişkilerde sağlıklı iletişim ile (evlilik, iş, arkadaşlık, dostluk v.b) kendisinden beklenen sorumluluklarını, bireysel haklar ve toplumsal normları da gözeterek gerçekleştirmesini beklemek (fakat kazanılmayan davranış nedeniyle) bizlerde hayal kırıklığı yaratabilir.

Sıradaki arkadaşıyla “silgisini paylaşmaması” öğretilen bir çocuğa, paylaşma davranışı (ailede, okulda, çevrede) öğretilmeden topluma katılımından sonra herhangi bir konuda (sosyal yardım, işbirliği v.b) yardımlaşma ve dayanışma davranışı göstermesini beklemek gülünç olur. Böyle bir kişiliğe, sadece kendisi için stoklama, herkesten önce öncelik görme, güzel bir fikri kendine saklama, başkalarının fedakarlık göstermesini bekleme fakat  (sorgulama bilincinden yoksunluğu nedeniyle) kendini bundan muaf görebilme, kendi çıkarlarını önceleyen bencil eğilim davranışlarını göstermesi bizi şaşırtmamalıdır.
 
Tümün faydasına çabalamak bilinci; kendi öğrenmeleri olmaksızın (kendini tanımayan, bilmeyen, seçimler yapmadan önüne konulan doğru varsayılan önermeler nedeniyle, sınama, seçme ve benimsenen tecrübelere dönüştürme süreçlerini yaşayıp içselleştiremeyen birey adayı ile) gerçekleşmesi beklenemez.
 
Diğer taraftan birbirlerine rakip addedilerek eğitim süreçlerinden geçirilen her birey diğerine ön yargılı ve şüphe (…) ile yaklaşır. Toplumsal rollerini benimseyip üst bilinçte birleşmeleri, değerlerini korumaları ve yükseltmeleri olanaksız hale getirilir. Çünkü empati yeteneklerinin gelişmesi bilinçli ya da bilinçsiz olarak (sınırlı bilgi ve tercihler nedeniyle) önlenir.
 
Güven duyguları zedelenmiş bireylerden, bilgi ve tecrübelerini birleştirip tümü yükseltme bilinci ile hareket edip (hepimizden oluşan tümün) mutluluğuna çalışmanın aslında kendi mutluluğumuza çalışmak olduğu gerçeğini kavramalarını beklemek (kişi kendi fark etmedikçe) beyhude bir çaba.
 
Bencillik masum bir bireysel tercih değildir. Paylaşmayı bilememek, empati kuramamak tüm (sağlıklı düşünen ve gelişen birey ve toplum) olmayı da engeller. Birbirimize açık ve samimi olursak, birbirimizden saklayacak bir şeyimiz de olmaz. Yalnızca kendisi için, kendi çıkarı için saklayacak bir şeyi yok ise, insan neden rakip olsun ki? Yaşama dair tüm kazanımlar (maddi ve manevi güçler) konusunda gücü paylaşma ve tümün faydasına kullanma insanca bir davranış iken, gücü (maddi veya manevi) sadece kendine saklama (gizleme) birlikte yaşayan insanların gösterebileceği normal bir davranış olarak kabul edilemez.

Sokaktaki kediyi tekmeleyenler, yolda yürürken çantalara asılan eller, birkaç lira için can almayı (kendi canı için) çözüm görenler; insani hislerden arınmış, katılaşmış yürekleri yaratan (istemesek de) biziz. Değerlerin (tümün faydasına korunması gereken ilke, olgu, davranış, simge ve normların) bütün getirilerinden yararlanıp, aynı zamanda içini boşaltıp, istismar eden, birkaç lira için işlemez kılan bireyi yetiştiren de (anne, baba, öğretmen, akraba, aile, çevre, komşu, toplum ve okul) yine bizleriz.
 
Yolunda gitmeyen işler için çocuklarımızı (beklentilerimize cevap verememeleri nedeniyle) suçlamak, cezayı onlara kesmek yerine, kendi tutum ve davranışlarımızı, beklentilerimizi gözden geçirmek; doğru ve tutarlı ebeveynler olma yolunda kendimize ve çocuklarımıza, nihayetinde içinde yaşadığımız toplumumuza yapabileceğimiz en iyi yardım, rehberlik ve iyilik olabilir.
 
Hal böyle iken ne hakla çocuklarımızın (sonraki evrede olgunlaşmış bir toplumun saygın olması beklenen bir üyesi olarak) insan ve çevre ile ilişkilerinde ve hayata dair doğru seçimler yapmasını bekliyoruz?

Masum bir bebekten bir katil çıkarabilen eğitim sistemleri, aynı bebekten bir melek çıkaramıyorsa bu başarısızlığın bedelini çocuklara ödetme hakkına da sahip değildir. Çünkü bebekler doğduklarında melekler kadar saf ve temizdirler..

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 04 Şub 2016 11:57:36
İşlerin yolunda gidip gitmediğini anlamanın farkındalığı; sorgulama

...mutlu olmayı öğrenmek


Bilgi (bilinç) gücünden yoksun iseniz (…), kaynağınızın büyüklüğü, çokluğu hiçbir şey ifade etmez.
 
Ne olduğunu ve ne istediğini bilmek önemlidir. Bilememek… Bu durum ben, siz dahil tüm kaynakları “kimler nasıl, ne şekilde yönetmeli?” sorusunun çoktan sorulmuş ve o günün koşullarında bulunduğu var sayılan çözümlerinin günlük yaşamlarımıza dek süren etkilerinin kişiliklerimiz üzerindeki varlığına birer kanıt olabilir.
 
Sorgulama; belli koşullarda doğru kabul edilen, koşullar ve ihtiyaçlar zamanla değiştiğinden söz konusu halihazırdaki çözümlerin gerçekte (bugün için de) çözüm olup olmadığı, günün koşullarına cevap verip vermediği ile ilgili bir konudur.
 
Yaşam tüm değişkenleri ile devinim içinde iken hiçbir çözüm “ebediyen en iyi çözümdür” mantığı ile sabit kabul edilemez. Doğanın işleyişi, ilkeleri ve bilim bunu reddeder. İnsanlık tarihi boyunca olan biten her şey bunun aksini söyler ve arayışın, daha iyisinin, güzelinin henüz keşfedilmediğini kanıtlar. İster birey, ister toplum, ister medeniyetler olsun daha iyisinin yapılabileceğini insanoğlu bizzat geçmiş yaşantıları ile daima kanıtlama çabası ve becerisi göstermiştir.
 
Her hangi bir evre, durum, olay, olgu ve tespit için “en iyisi budur sorgulamayın artık” demek komik ve gülünç olmaktan öte gitmez, gidememiştir. Bu bakış açısı geçmişte geçersiz kılınmıştır. Bir şeyin tüm zamanlar için en iyi olduğu iddiası subjektif bir var sayımdır, objektifliği, bilimselliği geçersizdir. Çünkü insan mükemmel değil ve sunduklarının mükemmel olduğu iddiasına girecek kadar da tüm koşullara, zamanlara hakim bir varlık değildir. Böyle bir iddia, varlığın (uzay ve zamana tabi olanların) gerçekliği ile çelişir.

Herhangi bir sorun karşısında bulduğumuz ya da önerdiğimiz çözümler ihtiyaca cevap verebildiği oranda geçerlidir. Bu kısaca; “bir şeyin ömrü daha iyisi bulunana kadardır” demek yanlış olmaz. Bu doğanın şaşmaz kurallarından biridir. Dün olduğu gibi; bugün ve gelecek de bu ilkeye tabidir. Değişim olmadan yaşamın kendisi ve sürekliliği söz konusu olamazdı.
 
Makul insan hedefleyen eğitim sistemleri de zaman zaman gözden geçirilmeli ve değişimin getirdiği ihtiyaçlara cevap verecek şekilde değişimin hızını ve gereklerini yakalamak zorunda olmalıdır. İnsanoğlunun binlerce yıldır gelişimi adına yaptığı tam da budur. Değişim ihtiyacı dün olduğu gibi bugün ve gelecekte de daima olacaktır. Aynı şekilde birey de içinde bulunduğu durum, olay ve olguları gözden geçirmeli, konumunu ve tutumunu yeniden belirlemelidir. Kendi gerçekliği ile yüzleşmeli ve çağın gerektirdiği değişimi, uyumu yakalamalıdır.
 
Muazzam bir bolluk ve zenginlik içinde olup da bunu fark etmemek acı olur… Acı fakat fark etmiyorsa insan acı duyması da beklenemez ki... Genellikle alışkanlıklarımızdan, aşina düşünme biçimlerimizden yana (tekrara) eğilimli oluruz. Buna kısaca rahatlık tuzağı (mantığa bürüme de) denilebilir. Rahatlık tuzağına düşmemek ve bu tuzaktan kendimizi uzak tutmak pek de kolay değildir. Çünkü bu; öz denetim, kendimizi yönetmekle ilgili bir gerçekliğe işaret eder.
 
Kendimiz için gerçek başarı; başkalarının bizimle ilgili ne dediği, ne hissettiği ve ne yaptığından çok, bizim kendi hakkımızdaki düşüncelerimiz, hissettiklerimiz, kendimizi ne kadar iyi tanıyıp tanımadığımıza bağlı olarak kendimizi yönetme becerisi gösterip göstermediğimize bağlıdır. Kısaca, öz denetim becerimiz oranında, kendimizle, çevremizle barışık ve mutlu olmayı da öğreniriz.
 
Hayatımızın sorumluluğunu alma, yanlış veya doğru tüm davranış ve kararlarımızın sorumluluğunu da üstlenmemizi gerektirir. Bu da bize yaşadıklarımızdan yapıcı sonuçlar (dersler) çıkarma, kişiliğimizin niteliksel gelişimini gözlemleme, sınama olanağını sağlar. Böylece hatalarımızdan dolayı kendimizi yargılamak, af etmek ya da cezalandırmak konusunda başkalarını suçlama ve sorumluluktan kurtulma eğilimleri göstermeden, sağlıklı kişilik geliştirmede kendi denetimimizi de üstlenmiş oluruz. Etik ve ahlaki niteliklerimizin gelişimi için öz denetim becerilerimizi geliştirmek doğal olarak bir gereklilik haline gelir.
 
Tersinden bakarsak; kendini tanımayan, bilmeyen, öz denetim sahibi (hayatının öznesi) olamayan, davranışlarının ve kararlarının (etkeni olup) sonuçlarını reddeden, üstlenme yürekliliği gösteremeyen (kişiliksiz) herhangi bir kimseden erdemli davranıp her konuda etik olmasını bekleyebilir miyiz?

Etik ve ahlak içte oluşmadıkça (kalpte filizlenip gerçeklik bulmadıkça) dışa yansımasını beklememeliyiz. O nedenle de çevremizdeki insanların davranışları veya sözleri için “samimi ya da değil” deriz. Er veya geç kalbimiz ile bir şeyin sahici olup olmadığını anlarız. Çünkü bir şeyin iyi niyetli bir kalpten çıkıp çıkmadığını ancak sağlam bir vicdan ve hisseden bir kalp ile anlayabiliriz.

Kendimiz ve başkaları için en iyisini yapmak niyeti… Neden, niçin, nedir, ne değildir, nasıl olması daha iyi olur? Kısaca sorgulama ve sınama… Farkındalık, bilinç oluşumu, sağlığımız ve yaşam kalitemiz için kendimizi bu hazineden yoksun bırakmayalım. Bu bize hayatımızın gidişatı ile içinde bulunduğumuz ortamların, yaşadıklarımızın, hislerimizin zaman zaman gözden geçirilmesi gerektiğini hatırlatır. Farkındalık düzeyimizi artırır.

Hayatın renklerini, dalgalarını görmek, anlamını bilmek, öğrenmek, var olmanın heyecanını duymak, hissetmek ve sonsuzda bir ihtimal ile bize armağan bu hayatı gerçekten yaşamak için “sorgulama” en değerli hazinemiz.
 
Hayatımızın monotonlaşmaması, beyinlerimizin uyuşmaması için ihtiyacı olan gıdayı da (düşünme eylemini) vermeliyiz. Bununla ilgili bir yazarın şu cümlesini aktarmayı gerekli buldum. “Her şey yolunda gidiyorsa, rötin dışında bir şey olmuyorsa, durup düşünmemizin, sorgulamamızın vakti de gelmiştir.”

“İnsanın en önemli keşfi kendisidir.”

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 07 Şub 2016 15:03:17
Sinerji (olumlu düşünmenin muazzam gücü)

…bir şey olmadan önce kendin ol, bu her şeye değer.

Sinerjide iki kere iki dörtten daha fazlası eder.


Sokağımız temiz ise, alışveriş yaptığımız market sağlıklı gıda satıyorsa, sebze satan tezgahtar iyisini üste, kötüsünü alta saklamıyorsa, bazı müşterilerine iyisini verme torpiline (kendisi için küçücük! bir yönlendirmeye) tenezzül etmiyorsa, iş arkadaşımız güzel bir şeyi sadece kendi için saklamıyorsa, esnafımız bir sakız alan ile on çeşit ürün alana aynı güler yüzü gösterebiliyorsa, yollarımız temiz, akıl ile dizayn edilmiş, kenarları ağaçlarla bezenmişse, oturduğumuz park huzur veriyorsa, ufak bir depremde oturduğumuz evin başımıza çökme ihtimali az ise, ürettiklerimizin karşılığını alabiliyorsak, güvenerek çocuğumuzu sokağa bırakabiliyorsak, trafikte insanlar arkamızdan durmadan korna çalıp güvenliğimizi tehlikeye atmıyorsa, berberimiz, kuaförümüz bir-iki gidişimizden sonra “nasıl olsa buraya alıştı artık” hatasına düşmeyip, her zamanki özeni gösterebiliyorsa, komşularımız içten bir sesle selam veriyor ve aynı şekilde bizden içten bir karşılık bulabiliyorsa bu olumlu davranışlar karşısında birey ve toplum olarak mutsuz olmamız mümkün mü?

Biliyorum ki toplum hepimizin toplamı. Hayat kötü, acımasız diye benim de kötü acımasız olmam gerekmiyor. Ayrıca hayat kötü ve acımasız değil. Hastalık, yoksulluk, ölüm var diye hayat kötü olmaz. Sınırlı da olsa yaşatmak üzere var edilmiş bir şey ölçü ve dengeye ihtiyaç duyar. Olduğu gibi kabul etmek, saygı duymak… İyilik de kötülük gibi bulaşıcı. "Tercih benim." Her şey sonradan edinilir. Kimse sonsuza dek iyi ya da kötü olarak kalacak şekilde doğmaz. Böyle bir şeyin (insan algısı, iddiası olsa da) gerçekliği (…) olamaz.

İyi, doğru ve güzellik adına ben değişirsem komşum da değişir, komşum değişebiliyorsa sokağım da değişir. Sokağım ve mahallem değişebiliyorsa şehrim ve üyesi olduğum toplumum da değişir. Demek ki benim güzellik adına bir beklentim varsa önce kendim yapabileceğime inanmalıyım, yapmalıyım. Öncelikle bu medeni insan profilini kendimde görmeliyim. Ne olmak istiyorsam o olmalıyım, inanır ve çabalarsam herşey mümkün.

Ben kendime karşı dürüst olursam başkalarına karşı davranışlarımda, ilişkilerimde dürüst olmak kaçınılmaz bir gereklilik haline gelir. Ama öncelikle kendime dürüst olmanın nasıl bir şey olduğunu öğretmeli ve öğrenmeliyim. İnsanların bana nasıl davranmalarını istiyorsam öncelikle benim onlara öyle davranmayı bilmem lazım.
 
“Bu hayat deryasında kendi cümlenizin öznesi olmaya bakın. Bu size, kendinize ve başkalarına saygıyı, karşılıklı güvenmeyi, haklarınızı ve sınırlarınızı hatırlatır.”

Çevrimdışı aslı_80

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.080
  • 12.050
  • Öğrenci Velisi
  • 2.080
  • 12.050
  • Öğrenci Velisi
# 15 May 2016 17:03:12
Öğrencilere verilen ''kitap özetleme'' ödevlerinin geldiği nokta:)

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 11 Haz 2016 14:45:51
Çocuklara ödev vermediğimiz gün havalara uçuyorlar. En sevdikleri gün "ödevsiz gün". Haksız da değiller.

Çevrimdışı gkhnkmn

  • B Grubu
  • 1.656
  • 1.933
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 1.656
  • 1.933
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 11 Haz 2016 15:52:40
Çünkü kitaplar sıkıcı . internette bilgi daha net daha çeşitli daha kolay ulaşılabilir. Kitapta yazarın verdiği kadarında veya tüm sikiciligina veya mavralarina razi olmak gerekir. Değiştirmek masraflidir, külfettir. İnternetten okuma da okumadır.
##cocuklarimiz okuyor,hem de güzel okuyor netten ama neyi, ama ne amaçla bunu sorgulamak lazim.

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 26 Oca 2017 22:10:38
Okulunda "zorunlu" okuma saati uygulaması yapan arkadaşlar verim alabiliyor musunuz?

Ben bu uygulamanın okuma alışkanlığı geliştirmede her çocukta aynı etkiyi bırakmak yerine bazı çocukları okumaktan iyice uzaklaştırdığını düşünüyorum.

Zaman zaman bu uygulamayı devre dışı bırakıyorum. Farklı yöntemler araştırıyorum. Okumak istemeyen çocuğu, zorunluluk (açık beklenti) ile okumaya zorlamak eylemi onu kitaptan soğutup, uzaklaştırıyor. Bu konuda hassas olmak gerektiğini düşünüyorum.

Okumayı sevdirmek anlamında ceza ve ödül dışında doğal isteklendirme, teşvik yöntemleriniz var mı? Sizler neler yapıyorsunuz, fikirlerinizi paylaşırsanız sevinirim.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.303
  • 223.476
  • 28.303
  • 223.476
# 26 Oca 2017 23:03:32
Okullarda her ne kadar uygulamaya çalışılsa da asil temel ailede başlar.Daha dogmadan annenin okumasi,bebekliginden itibaren aile büyüklerinin okumaları anlatmalari,anlattirmaları,
Sonra anne babanın her gün okuma saati uygulamaları,öğretmenin destek ve teşviki cocuğu olumlu motive eder.
Şu zamanda ise çocuklarin her dediğinin yapilarak ya tablete ya TV ye teslim edilmesi en büyük tehlike ,zarar.
Gö9steris meraklısi,telefonu elinden düsmeyen hazıra düskün veliler çocuğun eline tablet ve bilgisayari teslim edip;
-Hocamm , o kadar kitap aldım okumuyor..
Diye öğretmene yakinmalari yok mu...

Çevrimdışı caneray

  • Aktif Üye
  • **
  • 30
  • 41
  • 30
  • 41
# 27 Oca 2017 01:15:29
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Okulunda "zorunlu" okuma saati uygulaması yapan arkadaşlar verim alabiliyor musunuz?

Ben bu uygulamanın okuma alışkanlığı geliştirmede her çocukta aynı etkiyi bırakmak yerine bazı çocukları okumaktan iyice uzaklaştırdığını düşünüyorum.

Zaman zaman bu uygulamayı devre dışı bırakıyorum. Farklı yöntemler araştırıyorum. Okumak istemeyen çocuğu, zorunluluk (açık beklenti) ile okumaya zorlamak eylemi onu kitaptan soğutup, uzaklaştırıyor. Bu konuda hassas olmak gerektiğini düşünüyorum.

Okumayı sevdirmek anlamında ceza ve ödül dışında doğal isteklendirme, teşvik yöntemleriniz var mı? Sizler neler yapıyorsunuz, fikirlerinizi paylaşırsanız sevinirim.
Sadece  okuması yavaş  öğrencileri  biraz  hızlandırıyor. Bazı  öğrencilerde bu  şekilde  olmasa  hiç  kitap  okumayacağını  söylüyor  zaten. Bazen  ilgilerini  çeken  bir şey  olur  diye  devam  ediyorum . Kitaplar  zaten  az  sayfalı  ve  yarısı  resim  olduğu  için  çok  sıkılmıyorlar  ama  alışkanlığa  dönüşmüyor  çoğunda  maalesef.

Çevrimdışı tosunum81

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 87
  • 129
  • 87
  • 129
# 27 Oca 2017 01:40:03
Bu yıl sinifimda dikdörtgen bir keçe üzerine öğrenci sayısı kadar pet bardak yapıştırıp üzerine isimlerini yazdım ve panoya astım. Her öğrenci okuyup sorduğum sorulara doğru cevap verince okuduğu kitap sayısı kadar renkli pop ponu  bardagina attı. Her ayın sonunda sayip en cok okuyan 5 kişiye güzel hediyeler aldım. Son ay artık hediye almayacağım dedim ama yine aynı şekilde okudular. Ayda 5 in altında  kitap okuyan 6  öğrencim oldu. 15 öğrencim hergün en az 4 kitap okuyordu. Diğerleri 1 ya da 2 kitap günlük okuyordu. Sinifim 31 kişi. 2. Sınıf öğrencilerim. Ailelere de zorlanan cocuklar ile birlikte örnek olmak adına kitap okumalarını söyledim. Şimdi bir çok öğrencim severek okuyor. Kendinizi kitaptaki ana karakter yerine koyup öyle okuyun dedim. Kitap hakkında 2 ya da 3 soru sorup öyle değiştiriyorum. Okumayı seven bir sinifim var bu benim şansım sanırım. Hepsi için başarılı olamasam da büyük bir çoğunluğunda alışkanlığa dönüştü.

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 01 Şub 2017 14:41:42
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Okullarda her ne kadar uygulamaya çalışılsa da asil temel ailede başlar.Daha dogmadan annenin okumasi,bebekliginden itibaren aile büyüklerinin okumaları anlatmalari,anlattirmaları,
Sonra anne babanın her gün okuma saati uygulamaları,öğretmenin destek ve teşviki cocuğu olumlu motive eder.
Şu zamanda ise çocuklarin her dediğinin yapilarak ya tablete ya TV ye teslim edilmesi en büyük tehlike ,zarar.
Gö9steris meraklısi,telefonu elinden düsmeyen hazıra düskün veliler çocuğun eline tablet ve bilgisayari teslim edip;
-Hocamm , o kadar kitap aldım okumuyor..
Diye öğretmene yakinmalari yok mu...
İlginiz, katkınız için teşekkürler öğretmenim.

Çocuk, daha anne karnındayken tüm çevresel koşullardan etkilendiği artık bilinen bir gerçek, her geçen gün bu konuda daha çok bilgi sahibi oluyoruz.
 
Bu medya çağında teknolojiden tamamen kopmak, ya da onu tamamen ret etmek şansına sahip değiliz. Ancak onu bilinçli kullanma ve seçimler yapma hakkına sahibiz. Aileler bu bilince erişme ortam ve olanaklarına sahip olma oranında çocuklarını sağlıklı yönlendirebiliyorlar.

Ne yazık ki bu çoğunlukla beklendiği kadar (sosyo-ekonomik etkenler, ihtiyaçlar hiyerarşisinde öncelik, zaman yönetimi v.b koşullar) kolay gerçekleşmiyor. Bazı aileler ve çocuklar içinse neredeyse hiç gerçekleşmiyor. Bu durum çocukta bir dizi noksan eğitim, nitelikli kişilik oluşturamama, davranış sorunları, iletişim kuramama olarak kendini ortaya koyuyor. Kitap okuma alışkanlığının oluşmaması da bunlardan biri sadece.
 
Çocukların sağlıklı eğitimi için ebeveynlerin de eğitilmesi şart mesajı alıyorum yazdıklarınızdan. Kesinlikle katılıyorum öğretmenim. Bu konuda bizim (sınırlı da olsa) yapabileceklerimiz var, MEB'in de detaylı olarak yapabilecekleri. Bu konuda zaman zaman yapılan çalışmalar (uzmanlarca düzenlenen seminerler, ram kanallarıyla yapılan toplantılar) duyuyoruz. Süreç takibi ve sonuçları hakkında çok fazla bilgi sahibi olamıyoruz.

Ancak aileler ne düzeyde eğitilecek, maliyet hesabı nasıl yapılacak! Bu da MEB’in bilimsel olarak çok iyi hazırlanmış detaylı, sonuç odaklı, gözlemlenebilir, denetimli süreç basamaklarının takibi, sağlam programlarla işe girişmesini gerekli kılıyor.

Eğitim uzun bir süreç işi. Bu süreçte ortalama bir çocuk için gerekirse 10 tane insan (eğitim etken ve girdileri noktasında) görevli olsun. Bu yatırım boşa gitmez. Toplumsal bilinç yükseldikçe bu incelikli insan eğitimi bize her alanda yüksek katma değer olarak geri dönecektir. Bu ciddiyet ve yaklaşım zamanla totalde eğitimin maliyetini düşürüp, kaynaklarımızı daha ergonomik kullanmanın bilinç altyapısını döşeyecektir.

Bu tür çalışmaların çeşitlenip zenginleştirilmesi, uzun vadede ekonomik getirisi bir yana, mutlu bir toplumun, sürdürülebilir bir ekonominin olmasa olmazı olan kalıcı güveni de getirecektir. Dolara endeksli dar ekonomiye mahkum olmak zorunda değiliz. Bilinçli olarak eğitime yapılacak hiçbir yatırım boşa gitmeyecektir.

Geleceğe güvenle bakan tek bir birey bile hepimiz için büyük bir kazancın ilk adımıdır.

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 07 Şub 2017 17:35:21
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Sadece  okuması yavaş  öğrencileri  biraz  hızlandırıyor. Bazı  öğrencilerde bu  şekilde  olmasa  hiç  kitap  okumayacağını  söylüyor  zaten. Bazen  ilgilerini  çeken  bir şey  olur  diye  devam  ediyorum . Kitaplar  zaten  az  sayfalı  ve  yarısı  resim  olduğu  için  çok  sıkılmıyorlar  ama  alışkanlığa  dönüşmüyor  çoğunda  maalesef.
Okumayı hızlandırma kısmı kitap için bir araçsallık vasfı. Bu da gerekiyor. Ancak bunun bir süresi, zamanı da olmalı. Kitap ne zaman çocuğun sağlıklı zihinsel gelişimi ve nitelikli kişilik oluşumuna katkı sağlayacak, daha çok ilgilendiğim nokta burası. Her çocukta tek tek bunu gözlemlemeye çalışıyorum. Bunun zamanını kestirmek, iç veya dış güdülerle mi bir davranış ortaya koyduğunu ayırt etmek önemli.

Bir çocuk kitap vermeseniz de, “oku” demeseniz de kendisi gelip kitaplıktan kitap, dergi v.b okuma materyali alma, isteme noktasına gelmişse sorun yok demektir. İlgisini sürdürecek materyalle beslemek yeterli.

Okumaya ilgisiz çocukları biraz daha hızlandırma, belki olur düşüncesiyle özendirmeye çalışırken sınıfın genelinin de bu yaklaşımdan etkilenmemesi (doğal bir davranışı zorunluluk-dış güdüye şartlandırma bir çelişki olur) için dikkatli olmak gerek.

Burada bireysel ihtiyaçlara uygun çözümler üretmek gerekebilir. Okuma alışkanlığı kazanmış çocukların bu zorunluluk (belli saat ve belli süreler tekrarı) nedeniyle durgunlaşmasına yol açmamak için de özen göstermeliyiz diye düşünüyorum.

İyi bir gözlem, neden-sonuç ilişkisi kurulabilirse çocuklarda okumaya karşı direnç noktalarını keşfetmek mümkündür. Bütün çocukların okuma eylemini severek yapmaları için elimizde sihirli bir değnek yok fakat bu tamamen imkansız da değil. Bu benim bakış açım tabi, herkesin farklı yol ve yöntemleri olabilir, olması da gayet doğal.

Saygılar öğretmenim.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK