Çocuklarımız Neden Kitap Okumayı Sevmiyor?

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 07 Şub 2017 18:38:07
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Bu yıl sinifimda dikdörtgen bir keçe üzerine öğrenci sayısı kadar pet bardak yapıştırıp üzerine isimlerini yazdım ve panoya astım. Her öğrenci okuyup sorduğum sorulara doğru cevap verince okuduğu kitap sayısı kadar renkli pop ponu  bardagina attı. Her ayın sonunda sayip en cok okuyan 5 kişiye güzel hediyeler aldım. Son ay artık hediye almayacağım dedim ama yine aynı şekilde okudular. Ayda 5 in altında  kitap okuyan 6  öğrencim oldu. 15 öğrencim hergün en az 4 kitap okuyordu. Diğerleri 1 ya da 2 kitap günlük okuyordu. Sinifim 31 kişi. 2. Sınıf öğrencilerim. Ailelere de zorlanan cocuklar ile birlikte örnek olmak adına kitap okumalarını söyledim. Şimdi bir çok öğrencim severek okuyor. Kendinizi kitaptaki ana karakter yerine koyup öyle okuyun dedim. Kitap hakkında 2 ya da 3 soru sorup öyle değiştiriyorum. Okumayı seven bir sinifim var bu benim şansım sanırım. Hepsi için başarılı olamasam da büyük bir çoğunluğunda alışkanlığa dönüştü.

Temel güdüleme aracı haline gelmeden, süresi ve sınırları belli masum teşvikler (ödül, övgü, cesaretlendirici sözler, onama, onurlandırma) ölçülü olmak şartıyla gereklidir elbette, çünkü bunlar çocuk.. Ödüllerin (özellikle nesnel ödüller) süreklilik arz etmemek koşuluna (yerleşik güdüleme aracına dönüşme tehlikesine) dikkat etmek gerekir.
 
Sadece ödüllerle çalışan bir çocuğu ikna etmek zordan öte zahmetli bir iş olabilir. Bazen davranışın temellerine, kaynağına inmek de gerekebilir. Ebeveyn tutumu ile bizim olaya bakışımız birbirine zıt olabilir. Bizim tercihimiz çocuk için en iyisini yapma gayesi. Bu konuda çocuğu iknadan önce veli ya da ebeveyni doğru tutum ve davranış için ikna daha öncelikli hale gelebilir.
 
Temel hedefimiz; kendisi için çabaladığının bilincini oluştururken çocukların bu küçük ödüllerin gelip geçici, esas ödülün kendi kişilik çabası ve neticesinde yaşamının bir anlam kazanacağı, kendi geleceğinin bu çabalarla oluşacağının zihnen farkına varmasını sağlayabilmektir. Çocuğun; kendi çabasının sonuçlarını görerek, bu yöndeki çabalarının, kararlarının sorumluluğunu alarak ve bundan hoşlanarak, başkaları beklemeksizin (dış kaynaklı bir uyarıcı olmaksızın) bunu sürdürülebilir bir davranış haline getirmesidir. Çünkü hayatına bir anlam katması için kendi çabası ve emeği kadar başka hiçbir şeyin önemli olmadığını öğrenmesi gerekir.

Buna; öğrenmeyi öğrenme, bilinç gelişimi, sorumluluk alma dersek; rehberlik babında çocuğa bu niteliği, metodu kazandırabilmek bir başarı olacaktır bizim için.

Burada amaç çocuğun her şeyi öğrenmesini sağlamak değildir. Okulda, evde geçirdiği zamanın değerli olduğunu bilmek, yaşadıklarına bir anlam katmak, zamanını değerli çabalara dönüştürerek, hatırlanabilir, kayda değer anılar oluşturmasını ve bunları önemseyip aynı zamanda mutlu olmasını da sağlamaktır.

Anladığım kadarıyla sınıfınız iyi durumda öğretmenim, bilgi paylaşımınız için teşekkürler. Tümü için de başarılar.

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 12 Şub 2017 16:36:58
Bir davranış neden kalıcı (sürdürülebilir) hale gelmez?

Her davranışın kalıcı (sürdürülebilir) hale gelmesi gerekli midir?

Objektif olarak sürdürülmesi (kayıttan tekrarı) faydalı görülen bir davranış neden sürdürülebilir nitelik kazanmaz?

Öğrenmeyi öğrenme ve bilinç gelişimi önündeki engeller nelerdir?

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 12 Mar 2017 11:42:34
"Değerler Eğitimi" ile okullarımızda "gerçekten" değer üretebiliyor muyuz?

Bu üretilen "değeri" çocuklarımızın hangi davranışlarında gözlemleme şansımız oldu?

Değerler eğitimi etkinlik zamanı, panolarda sergileme süresi geçtikten sonra işlendiği var sayılan değerin gerçekten benimsenip, benimsenmediğini, öğrencilerin çevre, insan ilişkilerinde ve günlük yaşamlarında ölçme, gözlemleme imkanımız oluyor mu?

Oluyorsa tecrübe ve gözlemlerinizi, yeterince olmuyorsa nedenlerini bilmek, öğrenmek, üzerinde düşünmek isteriz arkadaşlar..

 

Çevrimdışı seliali

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 4.869
  • 31.316
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 4.869
  • 31.316
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 12 Mar 2017 11:52:13
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
"Değerler Eğitimi" ile okullarımızda "gerçekten" değer üretebiliyor muyuz?

Bu üretilen "değeri" çocuklarımızın hangi davranışlarında gözlemleme şansımız oldu?

Değerler eğitimi etkinlik zamanı, panolarda sergileme süresi geçtikten sonra işlendiği var sayılan değerin gerçekten benimsenip, benimsenmediğini, öğrencilerin çevre, insan ilişkilerinde ve günlük yaşamlarında ölçme, gözlemleme imkanımız oluyor mu?

Oluyorsa tecrübe ve gözlemlerinizi, yeterince olmuyorsa nedenlerini bilmek, öğrenmek, üzerinde düşünmek isteriz arkadaşlar..

 
Değerli öğretmenim bu konuda dertli olmak gerek, çözüm üretmek gerek dediğiniz gibi..
Hafta içi nöbetçi arkadaşlardan biri bir öğrencimizi kendi suluğu ile koridordaki çiçeği sularken görmüş, hemen fotoğrafını çekmiş. Öğrencinin bu resmi okulda pek çok yere asıldı. Geribildirim çok önemli diye düşünüyorum.

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 12 Mar 2017 22:37:30
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Değerli öğretmenim bu konuda dertli olmak gerek, çözüm üretmek gerek dediğiniz gibi..
Hafta içi nöbetçi arkadaşlardan biri bir öğrencimizi kendi suluğu ile koridordaki çiçeği sularken görmüş, hemen fotoğrafını çekmiş. Öğrencinin bu resmi okulda pek çok yere asıldı. Geribildirim çok önemli diye düşünüyorum.
Çok güzel, somut bir örnek olmuş öğretmenim, paylaşımınız için teşekkürler.

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 27 Mar 2017 00:56:11
Geçenlerde sitemizde de yer alan bir habere göre gençlerin kitap okuma oranları ve kitaba ayrılan zaman hiç de iç açıcı değildi. Yine sitemizde yer alan bir habere göre çocukların ve gençlerin kitap okumayı sevmedikleri ile ilgili tespitler yapılmıştı. Bu başlık ilk açıldığında zaten bu tespitle açılmıştı.

Çocuklarımızın neden kitap okumadığı değil, neden okumayı sevmedikleri ile başlayan sorularla irdelenmişti. Cevabı bildiğimiz halde neden yazıp duruyoruz?

Sorun da bu zaten, neden sevmediklerini araştırıp gereğini yapmak. İlk okuldan üniversiteye doğru bu okuma oranları yaş ilerledikçe düşüyor, en nihayetinde yerlerde sürünüyor.

Öyleyse yeniden soralım, neden kitap okumayı sevmiyor bu çocuklar?

Eski başbakanlarımızdan biri, yanlış hatırlamıyorsam; "gençler edebiyatı ve şiiri neden sevmiyorlar, onlara edebiyatı ve şiiri sevdirmeliyiz" şeklinde bir soru yöneltmiş ve sevdirmek noktasında niyet beyan etmişti.

Sahi gençlerimiz neden şiir ve edebiyatı sevmiyor?

Soruyu sorarken içimden geçeni de kuldan saklamak olmaz; sevecek hal mi kaldı ki...

Bir yarış bir yarış... koşan çocuğun, gencin şiire, edebiyata ayıracak vakti de, niyeti de, niçin sevmesi gerektiğine dair en ufak bir fikri de olmamasının nedenlerine inseniz hani...

Test ilkokul 1. ve 2. sınıflara kadar indiyse... gerisini siz düşünün artık.

Bir de bu çocuk bana not verecekmiş..! Tepkim ne olur ! "Yavrum sen önce git kitabını oku, sütünü iç, iyi beslen, güzelce uyu. Not nasıl verilir onu öğren, ondan sonra gel bana istediğin notu ver..  :D

Ben mi öğrenciyim, çocuk mu öğretmen kafam karıştı birden  ???

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 31 Mar 2017 07:27:24
Kütüphaneler; insanlık ailesinin dinlenme odası, ortak hafızası...

Hafızamızla aramız nasıl?

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 01 Nis 2017 12:40:57
Kütüphaneler Haftası Nedeniyle Bazı Hatırlatmalar

(Veriler sitemizde de yer alan, basından bazı haber ve TÜİK araştırmalarına aittir, polemik ya da suçlama içine girmek hiçbirimize bir şey kazandırmaz. İsteyen gider daha ayrıntılı araştırmasını yapar)

* Okulların yüzde 70’inde kütüphane yok.

* Öğrencilerin yarısı okuduğunu anlamıyor.

* Evinde en fazla 10 kitap olan aile oranı yüzde 27.

* Çocukların çoğunluğu hayal kurma becerisi sergilemiyor.

* Kitapla beslenemeyen çocukların hayal kurma becerileri de gelişmiyor.

* Toplumun yüzde 39’u hiç kitap okumuyor.

* Tv izleme oranları yüzde 85-94 arası. (2015-2016)

* TÜİK 2015 verilerine göre kütüphane üye sayısı 1 milyon, 367 bin kusur. 80 milyonluk ülkeye göre nüfusun yüzde 2’sinden az.

* TIMSS verileri okul kütüphanesinin eğitim başarısını artırdığına işaret ediyor.

* PISA 2015’e göre ilk 50’de değiliz. Fen bilimleri, matematik ve okuduğunu anlamada rakamlarımız 52, 49, 50.

* PISA’nın en dikkat çekici tespiti “okuduğunu anlamama” problemimiz var.
 
* 2016 Aralıkta 40 ülkede yapılan ‘Cehalet Endeksi Araştırması’ sonuçlarına göre Türkiye 9’uncu ülke oldu.
v.s.......................... ............................. .......................

 
Kütüphaneler ve kitaplar insanlığın tüm birikimiyle sergilendiği birer hafıza kartıdır. Bunun farkında olup yararlanmak veya hiç oralı olmamak…

Her şeyi yeniden, sıfırdan keşfedemeyiz. Olanı bilmek, değerlendirmek ve mümkünse buna kendimiz de bir şeyler, hem de ciddi bir şeyler katmak zorundayız.


Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 02 Nis 2017 11:58:20
Çocuklarımızın "okuduğunu anlamama" probleminin nedenleri neler olabilir?

İlkokuldan üniversiteye doğru okuma oranlarının giderek düşmesinin nedenleri neler olabilir?

"Hayat boyu öğrenme" konusunda toplumsal ilgi düzeyini yeterli buluyor musunuz?

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 29 Nis 2017 14:42:51
Okul bahçesindeki nöbetim sırasında çocuklarımızdan birine “yavrum şu kağıdı yerden alır mısın” diye ricada bulundum. Çocuk bana döndü, başını iki yana sallayıp, sözsüz iletişimle, gayet saygılı “hayır” cevabını verip gitti. Ben bu şekil  :o 
 
-Bir dakika çocuğum (o sırada bana döndü)
 
-Neden? Diye sordum.
 
Ne dersin beğenirsiniz :D

-Ben atmadım ki  >:(

(içimden; çocuk yerden göğe kadar haklı dedim kendime..)

Ben de:

-Tamam, haklısın sen atmadın, ben de atmadım, kim attı öyleyse?

Çocuk, yüz mimikleri ile “nereden bileyim” tarzında bir ifade gösterip bir an evvel oradan uzaklaşmanın gayretini gösterince ben de:

-Tamam almayalım öyleyse, yerde kalsın ::)

Yavrucakta hiçbir tepki yok, boş boş gözlerle bana bakıyor..  :)
O bakışta doğru davranışın en ufak bir parıltısını göremedim  :(
Ne yalan söyleyeyim… Aklıma çocuğun yetişme ortamı ve aile geldi, sustum…

Gülümseyip:

-Gidebilirsin deyip, ısrar da etmedim  ::) (espri bir yana gerçekten)

............................. ............................. .............................

Bu ve benzer davranışlarla hemen hemen hepimiz zaman zaman karşılaşırız. O kısacık zaman diliminde bu davranışı gösteren herhangi birine; çocuk ya da yetişkin “ben ile biz”, “özgüven ile bencilik”, “bilinç ile ego istekleri” arasındaki farkları açıklamanın, ortak çaba bilinci geliştirmenin olanak dahilinde olması mümkün değil. Bu; uzun, ince bir yoldur eğitim adına.

Yanlış bir davranışın temellerine inilmedikçe, karaktere (zedelemeden) dokunmadıkça da düzeltilmesi, doğru, makul ölçülere çekilmesi mümkün görünmüyor. Zaten bu sebeple; “eğitim dünyanın en zor işlerinden biri” diyebiliyoruz. Çünkü insan yetiştirip, karakter dokuyorsunuz. Bir makine değil ki; “yanlış yaparsa düğmesini kapatıp, içini onarırız” deme imkanımız yok.

Bireyin ön yargı (kayıtlı) bilgileri, oluşturuldukları zaman dilimindeki tüm iç ve dış etkenlerle meydana gelir. O zaman dilimindeki duygu ve düşünce atmosferini (tüm etken ve enerji etkileşimlerini) bilmeden müdahalelerimiz beklediğimiz sonuçları vermek yerine, kişinin gözlemlenebilen (davranışlar) ve gözlemlenemeyen (bilinçaltı) davranış temel ön bilgilerini, (çekirdek inanç ve düşünce dünyasındaki) kabullerini daha da kötüleştirebilir.

Öte yanda karşımızdaki insanların olumlu veya olumsuz davranışlar sergilemesinde kendi etki gücümüzün de olabileceğini kolay kolay kabullenme ve hesaba katma sorumluluğu üstlenmeyiz genellikle...

Bu, karanlıkta kendi iç korkularımızın, endişelerimizin yarattığı canavarlarla savaşmaya benzer. Kendimizi, duygularımızı, karakter niteliklerimizi tanımıyorsak, davranışlarımızın çekirdek kodlarının yeterince farkında değilsek bu soyut savaşın nedenini ve sonucunu görme imkanımız neredeyse sıfır düzeyde kalmaya devam eder.

Eğitime yapılan yatırımların boşa gitmemesi için sağlıklı bir çocuk eğitiminde tüm taraflar (ebeveyn, öğretmen, yönetici, bakanlık) elini taşın altına sokmalıdır. Birey ve toplum inşasında doğru yaklaşımlar noktasında tüm bildiklerimizi zaman zaman gözden geçirmemiz kaçınılmaz olur. İstediğimiz sonuçları vermiyorsa sıfatımız ne olursa olsun, eğitim-öğretim adına yaptığımız her şeyi sorgulamayı, irdelemeyi de bilmeli, bu beceriyi öncelikle kendimizde oluşturmalıyız.

Ne ekersek, onu biçeriz. Artık içe, karaktere de (saygılı kalarak) odaklanmalıyız. İçte olmadıkça bir kıpırtı, heyecan; form, şekil, şema hiçbir şey… İlham mı dersiniz, dokunmak mı olur adı, her neyse o eğitimi daha fazla geciktirmenin faturasını karşılayacak lüksümüz kalmadı.

Kontrol amaçlı edilgen birey hedefleyen eğitim formatları artık işlevini bitirdi. Bilgi çağında en büyük güç şüphesiz ki yine bilgi olacak. Bilgi üretimimiz ve kullanma becerimiz kadar olacak gerçek gücümüz. Bu treni de kaçırmayalım…
............................. ............................. ........................


Öğretmen olarak gereğinden çok yorulup gün sonunda bitkin düşüyor olabiliriz ama umutsuz değiliz. Herkesin üzerine düşeni hakkıyla yapmaya çalıştığına inanıyorum. "İnsan" insan olduğu için zaten mükemmel olamaz. "100'de ısrar etme doksan da olur, insan dediğin noksan da olur"... Bu bakış açısını nerelerde yitirdik, onu bulalım öncelikle. Her şeyi öğretmenden beklemenin ne kadar doğru bir tutum olup olmadığı noktasında ısrarla bekleyenler “ancak öğretmen olunca anlama şansına sahip”. Lütfen biraz empati yapabilelim. Gerisi polemik ve yanılgı…
............................. ............................. .....................

Mantık gücü ve güzelliği tarif edebilir fakat hissedemez. Onu yürekte bulur hissedersiniz. Güzelliğin sayı, rakam veya miktarla bir ilgisi yok, kalp işi..

Bir düşünür şöyle demiş evvel zaman içinde "Akıl ve kalp gözünün gördüğü hiçbir gerçek inkar edilemez"
............................. ............................. ....................


Nasıl bir okulda çalışmak isterdim?

Bir aile gibi..
Yarış değil, işbirliği…
Rekabet değil, yardımlaşma, dayanışma içinde olmak…
Birlikte üretmenin, çalışmanın mutluluğunu yakalamak…
Sevinçte, tasada birliğin mayasına, takım ruhuna odaklanmak...
Ortak çaba sonucu oluşturulan değerin paha biçilmez gücüne inanmak…
Tabii ki en evvelinde sevgi, saygı ve huzurlu bir aile gibi, güven veren...

"Okul bizim yuvamız, yaşasın okulumuz…" Buna inanıyorsak gereğini de yapmalıyız. Çocukları rekabete, öğretmenleri rekabete, yöneticileri rekabete sokarak okulu evimiz, yuvamız yapamayız. Kardeşler arasında rekabet ailenin mayasını, kimyasını ve güzel havasını bozar. Aile bireylerinin birbirine güveni sarsılır. Herkes birbirine düşer, küser, kalpler kırılır, dökülür hayaller, yıkılır… değer mi?

Biz düşüncesini neden oluşturamıyoruz?

Biz düşüncesini nasıl ve nelerle yok ediyoruz?

Karakter eğitimi önündeki engeller nelerdir?

Birey olamayanın toplumsal sorumluluk bilinci geliştirmesi mümkün mü?

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 09 May 2017 20:35:42
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
* Çocukların çoğunluğu hayal kurma becerisi sergilemiyor.

* Kitapla beslenemeyen çocukların hayal kurma becerileri de gelişmiyor.

Geleceğimizi hayal kurmaktan korkmayan çocuklarımıza emanet edeceğiz..

“Her şey küçük bir hayal ile başlar…”

Hayalleriyle Ay’a ve güneş sistemimizdeki gezegenlere gidebildi insanoğlu… Günümüz nesli 'Küçük Prens'in hayallerini yaşıyor. Çocuklarımız ise; yıldızlararası yolculuk hayalleriyle büyüyor. Kim bilir belki bir gün bu hayalleri de bizzat yaşayan birileri olacak ve onlar da bayrağı devralıp daha uzaklara; evrenin derinliklerine taşıyacak.
 
Bunun ne zaman, nerede, nasıl olacağının hiçbir önemi yok. Önemli olan fikrin hayata geçirilmesinden sonra hayalden gerçeklik boyutuna taşınmış olmasıdır.
 
Mavi gezegenin sakinleri olarak uzun bir yolcuğun ilk adımlarını atmaya hazırlanıyor gibiyiz. Bunu yaparken bir çocuk gibi bazen kırıp, döküyor, bazen de tökezleyip düşüyoruz. Her yanımız yara bere içinde kalıyor. Her şeye rağmen yeniden ayağa kalkıp yürümeye çabalıyoruz. Elbette acemiliğimiz de bir gün son bulacak. Bebeklikten çocukluğa doğru nasıl geldiysek, çocukluk düşlerimizi yitirmeden büyüyüp olgun insanlar gibi ayakta kalmayı da bir şekilde idrak edeceğiz bir gün. Doğru seçimlerle ekolojik dengeyi de hesaba katan insancıl bir medeniyet kurmayı yavaş yavaş öğreneceğiz.

Tabii ki de öncelikle doğrunun ne olduğuna dair bilgilerimizi gözden geçirmemiz, doğruyu, yanlışı ayırt etme yetimizi geliştirmemiz, doğayı keşfederken kendi doğamızı ve potansiyelimizi de bilmemiz, tanımamız gerekir. Evrene açılmadan önce kendi iç yolcuğumuzu başlatmamız ve bir aşama kaydetmemiz gerekir.

Doğa ile dost teknolojiler geliştiren, yüksek bilinç ve ruhsal olgunluğa erişmiş bir insanlık hepimizin ortak dileği... Hayallerin sınırı yok, özlediğimiz hayat neden olmasın ki... Yeter ki insanlığa ve güzelliğe dair umutlarımızı yitirmeden koruyabilelim.

Çocuklara "kibritle oynama" uyarısı gibi insanlık zaman zaman aile üyelerini uyarıp, onu tehlikeli işlerden uzak tutmayı, doğru yolda yürümesi çabalarına da destek vermeyi sürdürecektir. Bir çocuk merakını giderirken bazen kendisine, bazen de çevresine zarar verebiliyor. Ateşi ilk keşfinden beri insan bir bebek, bir çocuk gibi onu doğru kullanma beceri için çevirip duruyor. Henüz tam olarak öğrenmiş de değil üstelik...

Evrene ve hayata dair bilgilerimiz artıkça, bunu bizzat kendi hayatımız içinde deneme tecrübesi edindikçe, öğrendiklerimizin hayata ve insana etkilerini görüp seçimlerimizle yolumuzu belirleyeceğiz. Ruhen olgunlaşmayı, iyiyi ve kötüyü birbirinden ayırmayı da öğreneceğiz.

Gidilecek ve öğrenilecek uzun bir yolun henüz başındayız. Gittiğimiz yol, aldığımız mesafe evren ölçeğinde küçücük bir adım kadar olsa da, uğraşlarımız bir bebeğin öğrenme isteği, ayağa kalkıp yürüme, çevresini tanıma çabasına ne kadar da benziyor değil mi.. Bildiğimiz tek şey bebeklerin de bir gün büyüyüp olgun bir insan olabildiği...

İlerleyen yaşımızla birlikte hayallerimizi de terk etmek zorunda değiliz. "Hayal kurmak çocukça, bu acımasız dünyada hayallere yer yok" gibi şehir efsanelerine inanmayın. Bize öğretilen büyük yanlışlardan biri de bu... Sonuç; içimizdeki çocuğu, masumiyeti terk edip kendimizi beslenme odaklı basit ve tek düze bir hayata mahkum etmemiz. Bir kere bunu diyenler şunu unutuyor; içinde yaşadığımız medeniyetin kendisi ve sahip olduğumuz konforun tümü hayal ürünü zaten. Hayal kurmak çocukça değil, insani bir davranış, çünkü insan düşünen bir varlık.

İnsan hayal edip, düşünebildiği, umut edebildiği kadar yaşar. Hemen hemen her insan güzel bir gelecek düşü ile yaşar. Başka türlü nasıl yaşar o da ayrı konu... Yaşadığımız dünya sürekli "gerçekçi ol, gerçekçi ol" uyaranları ile bizi bir kısır döngüye mahkum eder durur. Zamanla bu uyaran bizim tek gerçeğimiz haline gelir. Beklentiye uygun davranışlar geliştiririz. Başka türlü düşünemez oluruz. Bu öğretilmiş, öğrenilmiş bir algıdır. Böyle bir algının varlığı bizi; 'insan doğasına uygun bir gerçekliktir, değiştirilemez' yargısına götürmesi gerekmiyor. Algılar ihtiyaçlardan doğdukları gibi, işlevsiz kaldıklarında terk edilmeleri de bir o kadar kolaydır.

Çocuklarımızın hayallerini besleyelim. Çünkü gelecekteki gerçekliğimizi onların hayalleri üzerine bina edeceğiz. Bunu yaparken de insanlık ailesinin eşit bir üyesi olduğumuzu her fırsatta hatırlayacağız. Güzel bir dünya istiyorsak neden kendimizden başlamıyoruz, neden başlatmayalım ki..!

Sıfatımız, konumumuz, yaşımız ne olursa olsun; kitap okuyalım ve okutalım. Bilgiye giden yolda bu aşkı; okuma tutkusunu çocuk, yetişkin demeden herkese bulaştıralım. Çocuklarımızın hayallerinin çalınmasına, sönüp gitmesine izin vermeyelim. Üstelik hayal kurmak, umut etmek insana iyi gelir. Çünkü insanca..

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 11 May 2017 23:55:46
Ay'a Yolculuk-Jules Verne (Çocuk bilim kurgu romanı)

İnsanın Ay üzerinde ilk yürüyüşünden yaklaşık yüz yıl önce, 1865'te yayımlanan bu roman, insanlı Ay yolculuğuna dair bilimsel düş gücü ve hiciv yönünden hayli zengin bir kehanet gibidir. Baltimore Silah Kulübü'nün seçkin üyeleri, Amerikan İç Savaşı'nın sona ermesiyle boşluğa düşünce, kulübün başkanı bir uzay silahı icat ederek, Ay'a bir yolculuk gerçekleştirme önerisini ortaya atar. Yeni bir roman türünün, bilimsel romanın yaratıcısı olarak görülen Jules Verne, çağdaş bilimkurgunun da temellerini atmıştır. Bugün bizler için hiçbir şaşırtıcı yanı kalmamış birçok bilimsel gelişme, henüz ufukta yokken onun yapıtlarında ayrıntılarıyla anlatılmıştır. Verne, fantastik serüvenlerinde uzay yolculuğunun yanı sıra bilim ilerledikçe hayatımıza katılan denizaltıları, televizyonu ve oksijen tüpünü de öngörmüştür.
(Tanıtım Bülteninden)

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 20 May 2017 11:52:28
Küçük Prens – Antoine De Saint Exupery

Küçük Prens, Fransız yazar, şair ve pilot Antoine de Saint-Exupéry tarafından yazılıp 1943'te yayımlandı. Birçok dile çevrilerek onlarca kez yeni basımları yapıldı. Dünyanın en çok satan ve okunan çocuk klasiklerinden biridir. Masalda bir çocuğun gözünden büyüklerin dünyası anlatılır.

"Hoşça git," dedi tilki. "Vereceğim sır çok basit: İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir. Gerçeğin mayası gözle görülmez." Küçük Prens unutmamak için tekrarladı: "Gerçeğin mayası gözle görülmez."

(Tanıtım Bülteninden)

Çevrimdışı merkez3c

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 35
  • 59
  • 35
  • 59
# 20 May 2017 14:18:05
15 yaşında kız çocuğum var tavsiye edeceğiniz kitap var mı

Çevrimdışı merkez3c

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 35
  • 59
  • 35
  • 59
# 20 May 2017 14:18:47
bu konuda zorlanıyorum hem kitap okumasını istiyorsun hem kararsızım hemd eonun istekleri tutmuyor bazen

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK