İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.303
  • 223.476
  • 28.303
  • 223.476
# 03 Tem 2015 07:51:21
Allah’a Verdiği Ahdi Yerine Getirenler | Bir Kıssa Bin Hisse
Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:
“Amcam Enes İbnu’n-Nadr radıyallahu anh Bedir savaşında bulunamadı. Bu sebeple: “Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın müşriklere karşı yaptığı ilk savaşta yoktum. Eğer Allah, bana Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’la birlikte müşriklerle savaşmak nasib ederse, Allah ne yapacağımı görecektir!” dedi.
Uhud günü müslümanlar (bozulup) dağılınca:
“Ey Allahım, bunların -yani müslümanların- yaptığından dolayı özürlerinin kabulünü dilerim. Ben onların -yani müşriklerin- yaptığından da sana sığınıyorum!” dedi ve kılıncını çekip ilerledi. Karşısına Sa’d İbnu Mu’az çıkmıştı:
“Ey Sa’d İbnu Mu’az! Cenneti istiyorum! Nadr’ın Rabbine yemin olsun ben Uhud’un önünde(n gelen) cennetin kokusunu duyuyorum!” dedi. (O günü anlatan) Sa’d İbnu Mu’az, (Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a):
“Ey Allah’ın Resulü. (o gün) onun yaptıklarını (bir bir anlatmaya) muktedir değilim! İlerledi (diyeyim o kadar)” dedi. Enes İbnu Malik, (Sa’d İbnu Mu’az radıyallahu anh’ı te’yiden) dedi ki:
“Biz (Enes İbnu Nadr’ın) cesedinde seksen küsür darbe izi bulduk, kimisi kılıç, kimisi mızrak, kimisi ok yarasıydı. ayrıca biz onu müşrikler tarafından müsle edilmiş (gözü oyulup, burnu, kulakları koparılmış) olarak bulduk. Öyle ki onu kimse tanıyamamıştı. Kızkardeşi (halam Rübeyyi’) -bedenindeki bir ben’inden veya-parmağının ucundan tanıdı.
Enes radıyallahu anh devamla dedi ki: “Biz şu ayetin, Enes İbnu Nadr ve benzerleri hakkında indiğine inanırdık: “Mü’minlerden Allah’a verdiği ahdi yerine getiren adamlar vardır. Kimi bu uğurda canını vermiş, kimi de beklemektedir, ahdlerini hiç değiştirmemişlerdir” (Ahzab 23).
KAYNAK, Buhari, Megazi 17, Cihad 12; Müslim, İmaret 148, (1903); Tirmizi, Tefsir, (3198).

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.303
  • 223.476
  • 28.303
  • 223.476
# 03 Tem 2015 11:08:57
Osmanlı’da kasaplık sürekli hayvan kesme ve et parçalama üzerine olduğu için merhametleri azalabilir diye devlet , altı ayda bir kasapları izne çıkarır ve onların bahçıvanlıkla meşgul olmasını sağlardı . Böylece kaybettiği insani duyguları yeniden kazanması sağlanırdı .
Ne güzel düşünülmüş .
-Edep , incelik timsâli Osmanlı !

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.303
  • 223.476
  • 28.303
  • 223.476
# 03 Tem 2015 11:15:57
Salavât Hürmetine Affedilen Günahkârlar
Kadının biri Hasan-ı Basrî rahmetullahi aleyh’e gelir ve şöyle der:
-Benim genç bir kızım vardı, vefat etti. Onu rüyamda görmeyi çok istiyorum. Kızımı rüyada görmeme yardımcı olacak bir şeyleri bana öğretmen için sana geldim!
Kadına, kızını görmesini sağlayacak bir şeyler öğretti ve kadın da kızını rüyasında gördü. Kızının üzerinde katrandan bir elbise, boynunda bukağı, ayaklarında pranga vardı. Durumu Hasan-ı Basrî rahmetullahi aleyh’e haber verdi, o da bu duruma üzüldü. Aradan zaman geçti, bu sefer Hasan-ı Basrî kızı rüyasında cennette gördü. Başında bir taç vardı ve şöyle dedi:
-Ey Hasan, beni tanıdın mı? Ben, sana gelerek şöyle şöyle ricada bulunan kadının kızıyım!
Hasan-ı Basrî “Seni bu duruma getiren nedir?” diye sordu. Kız şu cevabı verdi “Adamın biri bizim mezarlığın yanından geçerken Hazret-i Peygamber’e (sallallahu aleyhi ve sellem) bir defa salât u selâm getirdi. Biz beş yüz elli kişi mezarlarımızda azap görmekteydik. Bunun üzerine “Şu adamın getirdiği salât u selâm hürmetine bu kabirdekilerden azabı kaldırın!” denildi.
Kıssadan alınacak hisse: Güzel ahlak sahibi bir kişinin mezarlıktan geçerken Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’e getirmiş olduğu salavât sayesinde bunca günahkar affedilirse; acaba elli sene boyunca devamlı salât u selâm getiren kişinin kıyamet günü O’nun şefaatine erişememesi düşünülebilir mi?
Kaynak: Müşâşefetü’l-Kulûb (Kalplerin Keşfi), İmam-ı Gazâlî, Semerkand Yayınları, Sahife 44.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.303
  • 223.476
  • 28.303
  • 223.476
# 03 Tem 2015 22:12:09
RESULLULLAHIN ALİ SEVGİSİ
Ey Resulullah!
Neden herkesten çok Ali' yi seversin?
Peygamber Efendimiz hazretleri :Neden çok sevdiğimi anlatayım mı?
-Anlat derler.Peygamberimiz (s.a.v) sorar:
-Sizlere sormak isterim; birisi size kötülük yapsa ne yaparsınız?
-İyilik yaparız efendim derler...
Peygamber Efendimiz Hazretleri:
-Yine kötülük yaparsa?
-Yine iyilik yaparız.
-Soruyu tekrar eder;
Yine kötülüğüne devam ederse?
Cevap verirler:
-Düşünürüz efendim derler.
Peygamberimiz (s.a.v)
-Çağırın Ali'yi diye buyurur.İmam Ali gelir, Peygamber Efendimiz hazretleri İmam Ali' ye sorar;
-Ya Ali! birisi sana kötülük yaparsa sen ne yaparsın?

Cevap verir;
İyilik yaparım, der.Peygamberimiz (s.av) 7 kez tekrar eder.İmam Ali 7 kez "iyilik yaparım" der.Son defa sorunca da o iyilikler şahı şu mükemmel cevabı verir;

-Ya Resulullah! Kötülük yapan kötülüğünden usanmıyorsa, ben iyilik yapmaktan niye usanayım ki...!der.

Alemlere rahmet Efendimiz; soru soranlara döner ve "neden çok sevdiğimi anladınız mı" der

Çevrimdışı ayas42

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 156
  • 1.076
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 156
  • 1.076
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 04 Tem 2015 01:50:12
- Sabah kahvaltı yaparlarken, komşu da çamaşırları asıyormuş
Kadın kocasına
- Bak, çamaşırları yeterince temiz değil, çamaşır yıkamayı bilmiyor, belki de doğru sabunu kullanmıyor. ‘ demiş.
Kocası ona bakmış, hiçbir sey söylememiş, kahvaltısına devam etmiş.
Kadın, komşusunun çamaşır astığını gördüğü her sabah aynı yorumu yapmaya devam etmiş.
Bir ay kadar sonra, bir sabah, komşusunun çamaşırlarının tertemiz olduğunu gören kadın çok şaşırmıs, bak demiş kocasına
- Çamaşır yıkamayı öğrendi sonunda, merak ediyorum, kim öğretti acaba ?’
Kocası uzun uzun karisina bakmış; Ben bu sabah biraz erken kalkıp penceremizi sildim’ diye cevap vermiş.

Hayatta böyle değil midir ?
Başkalarını izlerken gördüklerimiz, baktığımız pencerenin ne kadar temiz olduğuna bağlıdır.
Birini eleştirmeden ve hemen yargılamaya davranmadan önce Kalp(pencere) durumumuza bakmak ve ‘iyi’ olanı görmeye hazır olup olmadığımızı farketmek güzel bir fikir olabilir !…

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.412
  • 177.324
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 17.412
  • 177.324
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 04 Tem 2015 16:14:45
TEK AYAKKABI

Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştiriyordu, sokaktaki bir çocuk onu izlemekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı ama, küçük bir dükkan için yeterliydi. Onların en güzelini öntarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de güçlükle.. Adam ona b
ir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti.Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkandan dışarı fırlayıp:
- Küçükk!. diye seslendi. Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir harika!.
Çocuk, ona dönerek:
- Gerçekten çok güzeller!. diye tebessüm etti. Ama benim bir bacağım doğuştan eksik.
- Bence önemli değil!. diye, atıldı adam. Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki!. Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı ya da vicdanı.
Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü:
- Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi.
Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp:
- Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?
- Çok basit!. dedi, adam. Eğer yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak. Hatta sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükafat görecekler...
Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işaret ederek:
- Baktığın ayakkabı, sana yakışır!. dedi. Denemek ister misin?
Çocuk, başını yanlara sallayıp:
- Üzerinde 30 lira yazıyor, dedi. Almam mümkün değil ki!.
İndirim sezonunu, senin için biraz öne alırım!. dedi adam. Bu durumda 20 liraya düşer. Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder. Çocuk biraz düşünüp:
Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!. dedi. Onu kim alacak ki?
- Amma yaptın ha!. diye güldü adam. Onu da, sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım.
Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Adam, devam ederek:
- Üstelik de öğrencisin değil mi? diye sordu.
- İkiye gidiyorum!. diye atıldı çocuk. Üçe geçtim sayılır.
- Tamam işte!. dedi adam. 5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zaten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!.
Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkana girdi. İçerdeki raflar, onun beğendiği modelin aynısıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek
- Benim satış işlemim bitti!. dedi. Sen de bana, bunu satsan memnun olurum.
- Şaka mı yapıyorsunuz? diye kekeledi çocuk. Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?
- Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş.. dedi, adam. Antika eşyalardan haberin yok her halde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30- 40 lira eder.
Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları, üzerinden atabilmiş
değildi.Mutlaka bir rüyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rüya. Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kağıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:
- Bana göre 20 lira yeterli.. dedi. İndirim mevsimini başlattınız ya!..
Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu.
Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:
- Babam haklıymış!. dedi. 'Sakat olduğum için, üzülmeme hiç gerek yok!'
demişti.
* Her Rüzgar Savuracak Bir Toz bulur,
* Her Hayat Yaşanacak Bir Can Bulur,
* Her Umut Gerçekleşecek Bir Düş Bulur
* Bulunmayacak Tek Şey Senin Benzerindir.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.303
  • 223.476
  • 28.303
  • 223.476
# 04 Tem 2015 18:50:58
Ömür
Bilebilir misin ömrünün neresindesin mesela?
Baharı, yazı, kışı mı yoksa?..
Bilebilir misin ömrünün kaçıncı soluğunda, soluksuz kalacağını?
İkinci, üçüncü çok milyarlı rakamlarda mı acaba?
Bilebilir misin ömrünün kaçıncı saatinde, kaç geçe gözlerini yumacağını?
Gece on mu, yoksa sabahın altısı mı aslında?
Bilebilseydin eğer ömründen ömür gider,
Bilmediğinden yaşadığın bir ömür eder..
Acil nöbetindeyim..
Nöbetin gece geç vakitleri olmasına rağmen trafik kazasından dolayı gelen ikisi ağır üç yaralının durum ciddiyetinden tüm ekip hep birlikte hastalarla uğraşmaktayız..
Hastaların ciddiyet ve şikayetlerine yönelik tetkikler istenip, doğru tanılarla biri takibe alınıp, diğer ikisi ileri tetkik ve tedavi için ileri basamak bir hastaneye sevk edilirken, kötü geçen bir nöbetin daha ne kadar kötü geçer hissiyatıyla çalan telefonun arkasında ki 112 ekibinin kardiyak arrest (kalbi durmuş hasta) getiriyoruz demesiyle ekip olarak tekrardan salgılıyoruz adrenalini vücutlarımıza..
112’nin getirdiği kalbi durmuş hastanın otuz beş yaşında olduğunu sonradan öğrensek de, genç olduğunu düşündüğümüzden normalden daha uzun bir şekilde devam ediyoruz KPR (KardiyoPulmoner Resüsitasyon-Yeniden Canlandırma)’ye..
Yapmış olduğumuz tüm müdahaleye rağmen her hangi bir yaşamsal yanıt alamadığımız için KPR’ye son verip, hastanın ölümünü ilan ediyoruz..
Hastanın ölümünü ilan ettikten sonra hasta yakınlarına ölümü bildirmek bu mesleğin en zor kesitlerinden bir kesittir aslında..
Ve KPR’yi yöneten doktor olarak bunu aileye bildirme görevi bu sefer bende oluyordu..
Müdahale odasından dışarı çıktım, hastanın eşi, babası, herkes ağzımdan çıkacak sözleri bekliyordu..
Önce derin bir nefes aldım..
+Hastanız bize geldiğinde kalbi durmuştu, biz uzun süre kalbini tekrardan çalıştırmaya çalıştık…
Diye devam ederken söze eşi girdi..
-Doktor yaşıyor mu iki çocuğumun babası?
Bir iki kem küm cümlesinden sonra..
+Yaptığımız tüm müdahalelere rağmen eşinizi kurtaramadık..
-Ne diyor bu? Babaaa ne diyor bu? Ne diyor bu?
Kaybettiğim genç bir hastanın eşinin dudaklarından çıkan “Ne diyor bu?” cümlesi kulaklarımda yankılandı uzun süre..
Hiçbir şey söyleyemedim..
Gözlerim doldu..
Ne diye bilirdim ki?
Ömür işte..
Dr.M Murat YAZICI

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.303
  • 223.476
  • 28.303
  • 223.476
# 05 Tem 2015 11:24:14
Bir zamanlar, her şeyden sürekli şikâyet eden; her gün hayatının ne kadar berbat olduğundan yakınan bir kız vardı. Hayat, ona göre çok kötüydü ve sürekli savaşmaktan, mücadele etmekten yorulmuştu.
Bir problemi çözer çözmez, bir yenisi çıkıyordu karşısına. Genç kızın bu yakınmaları karşısında, mesleği aşçılık olan babası ona bir hayat dersi vermeye niyetlendi.

Bir gün onu mutfağa götürdü. Üç ayrı cezveyi suyla doldurdu ve ateşin üzerine koydu.

Cezvelerdeki sular kaynamaya başlayınca, bir cezveye bir patates, diğerine bir yumurta, sonuncusuna da kahve çekirdeklerini koydu. Daha sonra kızına tek kelime etmeden, beklemeye başladı. Kızı da hiçbir şey anlamadığı bu faaliyeti seyrediyor ve sonunda karşılaşacağı şeyi görmeyi bekliyordu.

Ama o kadar sabırsızdı ki, sızlanmaya ve daha ne kadar bekleyeceklerini sormaya başladı. Babası onun bu ısrarlı sorularına cevap vermedi. Yirmi dakika sonra adam, cezvelerin altındaki ateşi kapattı. Birinci cezveden patatesi çıkardı ve bir tabağa koydu. İkincisinden yumurtayı çıkardı, onu da bir tabağa koydu. Daha sonra son cezvedeki kahveyi bir fincana boşalttı.

Kızına dönerek sordu:

— Ne görüyorsun?

— Patates, yumurta ve kahve? diye alaylı bir cevap verdi kızı.

— Daha yakından bak bir de dedi baba , patatese dokun.

Kız denileni yaptı ve patatesin yumuşamış olduğunu söyledi.

— Aynı şekilde, yumurtayı da incele.
Kız, kabuğunu soyduğu yumurtanın katılaştığını gördü.

En sonunda, kızının kahveden bir yudum almasını söyledi.

Söylenileni yapan kızın yüzüne, kahvenin nefis tadıyla bir gülümseme yayıldı. Ama yine de bütün bunlardan bir şey anlamamıştı:

— Bütün bunlar ne anlama geliyor baba?

Babası, patatesin de, yumurtanın da, kahve çekirdeklerinin de aynı sıkıntıyı yaşadıklarını, yani kaynar suyun içinde kaldıklarını anlattı. Ama her biri bu sıkıntı karşısında farklı farklı tepkiler vermişlerdi.

Patates daha önce sert, güçlü ve tavizsiz görünürken, kaynar suyun içine girince yumuşamış ve güçten düşmüştü. Yumurta ise çok kırılgandı; dışındaki ince kabuğun içindeki sıvıyı koruyordu. Ama kaynar suda kalınca, yumurtanın içi sertleşmiş katılaşmıştı.

Ancak, kahve çekirdekleri bambaşkaydı. Kaynar suyun içinde kalınca, kendileri değiştiği gibi suyu da değiştirmişlerdi ve ortaya tamamen yeni bir şey çıkmıştı.

— Sen hangisisin? diye sordu kızına.

Bir sıkıntı kapını çaldığında nasıl tepki vereceksin?
Patates gibi yumuşayıp ezilecek misin? Yumurta gibi, kalbini mi katılaştıracaksın? Yoksa kahve çekirdekleri gibi, başına gelen her olayın duygularını olgunlaştırmasına ve hayatına ayrı bir tat katmasına izin mi vereceksin?

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.303
  • 223.476
  • 28.303
  • 223.476
# 05 Tem 2015 14:30:12
Az” konuşan fakat “öz” konuşan büyükler vardır. Babam da bunlardan biridir. Çok sık bir arada olamadığımız için benim için bu "öz" konuşmalar daha kısa olur. Birkaç yıl önce öyle bir laf söyledi ki sustum kaldım. Uzun süre kafamın içinde dolandı söylediği cümle.

“Strese girenin imanından şüphe ederim!”demişti babam.

Stresle ilgili kitaplar okuyan, zaman zaman “stresle mücadele” konusunda seminerler veren biri olarak, cümleyi çok ağır bulmuş olsam bile, kafamın içinde cümle dönüp durdu uzun zaman. Yaşadığımız yüzyılın en önemli problemlerinden biri olan stres hakkında bu kadar kesin ve keskin bir ifade duymamıştım.

Geçen yıl memlekette bir arkadaşla otururken hayatın sıkıntıları ve zorlukları konuşulmaya başlanınca bende kendisine stres ve stresle mücadele hakkında hakkında bildiklerimi anlatmaya başladım. Arkadaşım da benimle birikimlerini paylaşıyordu. Bir ara babamın söylediği “Strese girenin imanından şüphe ederim!” lafını attım ortaya. Arkadaşım “doğru bir cümle” dedi. “Hatta bir insan stres yüzünden hasta olursa Allah o insana bunun hesabını bile sorar” dedi.

Stres, halkın bildiği ve kullandığı anlamıyla,sıkıntıları kafaya takmak demektir. Sıkıntılar insanı umutsuz ediyor. Mutsuzluk insanı hasta ediyor.

Kimisi hastalıklarla mücadele etmekten yoruluyor. Mutsuz ve hasta oluyor.

Kimisi ailesiyle problemler yaşamaktan bunalıyor.

Kimisi maddi sıkıntılarla boğuşuyor.

Kimisi çevresindekilerin kendisini anlamadığından dert yanıyor.

Kimisi bir sevdiğini toprağa verince hayata küsüyor.

Hayatta insanı strese sokan o kadar çok şey var ki. Herkes kendisine dert edecek bir sıkıntı bulabilir.

Stresle iman arasında bir bağlantı var mı dersiniz?

Sıkıntılarla dolu bir hayat denilince benim aklıma hep Peygamberler geliyor. Allah Peygamberlerin kıssalarını ayrıntılarıyla bize niçin aktarıyor dersiniz? Okuyup, ibret almamız için değil mi?

Peygamberlerin hayatlarından yola çıkarak bazı sorular sormak istiyorum.

Hz. Eyyüb’ü hastalıkla imtihan eden Allah, bizi de aynı imtihana tabi tutma hakkına sahip değil mi?

Hastalığı kafaya takıp bunalıma giren insan“Allah’ım, beni niçin hastalıkla imtihan ediyorsun ki?” demiş olmuyor mu?

Hz. Nuh’u oğluyla imtihan eden Allah, sizi evlatlarınızla imtihan edemez mi?
z. İbrahim’i babasıyla imtihan eden Allah, sizi öz babanızla imtihan edemez mi?

Hz. Lut’u eşiyle imtihan eden Allah’a, “Beni niçin eşimle imtihan ediyorsun ki?” deme hakkına sahip olduğunuzu mu düşünüyorsunuz?

Hz. Yusuf’u kardeşiyle imtihan eden Allah, belki sizi de kardeşlerinizle imtihan ediyordur!

Tüm peygamberlerin hayatları sıkıntı (imtihan) dolu olduğuna göre, bizim hayatımızda da bazı sıkıntıların olması hayatın bir parçası değil mi?

Anne veya babasını kaybedince bunalıma giren bir insan Allah’a “Benim annemi / babamı niye alıyorsun ki?” deme hakkına sahip olduğunu mu sanıyor?

“En büyük acı evlat acısıdır!” denir. Bu acıyı yaşayan anne babalar “Allah kimseye yaşatmasın!” derler.

Alemlere rahmet olarak yaratılan Hz. Muhammed Mustafa’ya bile torpil yapmayan Yaratıcı`nın, bize torpil yapmasını beklemeye hakkımızın olmadığını hiç düşündünüz mü? Beş defa evlat acısıyla imtihan edilmiş bir Peygamberin ümmeti olduğumuzu bilmek zorundayız.

“Kardeşim onlar Peygamber, biz insanız” diye kimse itiraz etmesin. Peygamberler de bizler gibi üzülen, ağlayan, Allah’a sığınan insanlardı. Allah tarafından özel seçilmiş oldukları gerçeği “insanî” acılara tepkisiz kalacakları anlamına gelmez. Bize düşen hayatı doğru anlamaktır. Unutmamalıyız ki,Peygamberlerine torpil yapmayan Allah, bize de torpil yapmaz.

Stres ile iman arasındaki ilişki kafamın içinde uzun zamandır dolanıyordu. Bir okuyucum bana öyle bir söz gönderdi ki, o sözü okuyunca kafamın içinde dolanan cümleler köşe yazısına dönüştü. Bu yazıyı da o güzel sözle bitirmek istiyorum.

Çok sıkıldığınız zaman bu cümleyi hatırlayın. Hatta bana kalsa pano haline getirilip ev veya işyerinin duvarlarına asılması gereken bir söz.

Bir gün dünyaya ait büyük bir derdin olursa Rabbine dönüp,

“Benim büyük bir derdim var!” deme, derdine dönüp “Benim büyük bir Rabbim var!”de...

"Canı yanan sabretsin, canı yakanda canının yanacağı günü beklesin"
Allah muhafaza...

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 06 Tem 2015 14:24:17
Hz. Ebûbekir (r.a.)’in Adaleti
Hz. Ebû Bekir (r.a.) olduktan sonra bir gün çarşıda alış-veriş ediyordu. Evinin ihtiyaçlarını temin ediyordu. Ashâb-ı Kirâm (r.a.) bunu görünce:

“Ya Emîre’l-Mü’minin! Sana maaş bağlayalım. Sen Müs­lümanların işlerini gör”, dediler. Her gün için iki dirhem ücret tâyin ettiler. Hz. Ebû Bekir:

“Ben za’if bir kulum. Bu kadar paranın karşılığı olan işi yapamam”, buyurdu. Bunun üzerine günlük ücret olarak bir dirhem iki danık tâyin ettiler. Hz. Ebû Bekir, günlük ücretini alır bir testiye atardı. Ayrıca mesâi saatlerinin dışında alış-veriş eder, geçimini sağlardı. Vefatına yakın kızı Hz. Âişe’yi çağırdı: (Testiyi döktü.) “Bunu Ömer b. Hattab (r.a.)’e götür. Bu paralar Müslümanların hakkıdır. Yine Müslümanlardan münâsib kimselere versin,” buyurdu. Hz. Âişe (r.anhâ), Hz. Ömer (r.a.) Halîfe olduğu zamân huzûruna götürüp babası­nın vasiyyetini söyledi.

(Şemsüddîn Ahmet Efendi, Dört Büyük Halife, 56.s.)

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.303
  • 223.476
  • 28.303
  • 223.476
# 08 Tem 2015 10:38:34
" ALİM'İ SEVEN BİRİNİ SEVERDİ"
Kıyamette günahları, sevaplarından daha çok olan bir kimse, Cehenneme götürülürken, Allahü teâlâ, Cebrail aleyhisselama buyurur ki:
- Ya Cebrail, buna sor, hayatında hiçbir âlimin sohbetinde bulundu mu?
Hazret-i Cebrail, o kimseye sorar. O da, (Ne yazık ki, hiçbir âlimle bir arada bulunmadım) der. Allahü teâlâ tekrar buyurur:
- Ya Cebrail, buna sor ki, hiçbir âlimi ilminden dolayı sevdi mi?
Cebrail aleyhisselam, ona sorar. O da, (Hayır, sevdiğim bir âlim yoktu) der. Hak teâlâ buyurur:
- Ya Cebrail, tesadüfen de olsa, bu bir âlimle yemek yemiş mi?
Cebrail aleyhisselam sorar. O da, (Hayır hiçbir âlimle bir sofrada bulunmadım) der. Hak teâlâ buyurur ki:
- Ya Cebrail, bu kulun ismi, bir âlimin ismine benziyor mu, bunu da sor!
Cebrail aleyhisselam sorar. O da, (İsmim hiçbir âlimin ismine benzemez) der. Hak teâlâ buyurur ki: - Bunu Cennete götürün. O, âlimi seven birini severdi.) [El-Envâr]

Çevrimdışı eml48

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 6.753
  • 25.449
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 6.753
  • 25.449
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 08 Tem 2015 14:17:51
Rivâyete göre İlyas -aleyhisselâm-, Ölüm Meleği’ni karşısında görünce dehşete kapılarak ürperir. Azrâil -aleyhisselâm-, bunun sebebini merak ederek sorar:

“−Ey Allâh’ın Peygamberi! Ölümden mi korktun?”

İlyas -aleyhisselâm- şu cevabı verir:

“−Hayır! Ölümden korktuğum için değil, dünya hayatına vedâ edeceğim için bu hâldeyim. Dünya hayatında Rabbime kulluk yapmaya, iyilikleri emredip kötülüklerden men etmeye gayret ediyor, vaktimi ibadet ve amel-i sâlihlerle geçiriyor, güzel ahlâk ile yaşamaya çalışıyordum. Bu hâl benim huzur kaynağım oluyor, gönlüm sürur ve mânevî neş’elerle doluyordu. Ölünce bu zevk ve lezzetlerden mahrum olacağım ve kıyâmete kadar mezarda rehin kalacağım için mahzun olmaktayım!”

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 08 Tem 2015 14:44:36
Günlerden bir gün oturmuş, ALLAH'ı zikretmekle meşgul Hızır'ın (a.s) canını almak için yanına ölüm meleği Azrail (a.s) gelir. Hz.Hızır (a.s) durumu anlayınca hüngür hüngür ağlamaya ve çırpınmaya başlar. Bir ALLAH dostunun ölüm karşısında gayet metin ve soğukkanlı olmasını bekleyen Azrail (a.s):
- ''Bu ne telaş,bu ne telaş ey Hızır, ne kadar yufka yürekliymişsin, ne bu gözyaşları, ölümden mi yoksa
dünyadan ayrılacağından mı korkuyorsun.''diye sorunca, Hızır ( a.s):
- 'Hayır' der;´Tek korkum, öldüğümde ALLAH'ı biraz daha fazla zikr etmekten uzak kalışımdır.Çünkü ardımdan insanlar ALLAH'ı anarlarken, bol bol ibadet ve taatte bulunurlarken, ben bu eşsiz zevkten mahrum kalacağım. Halbuki ben kıyamete kadar ALLAH'ı anmayı ve O'na gece gündüz ibadet etmeyi diliyorum.´
Bunun üzerine ulu ALLAH (c.c) Azrail (a.s)'a:
- ´Ey Azrail, Hızır'ın ruhunu alma. Bırak yaşasın; çünkü o yaşamayı kendisi için değil,benim için,beni daha
çok anmak için istiyor. Bırakta kıyamete kadar yeryüzünde beni ansın,bana yalvarıp yakarsın´diye emr eder.
İste o yüzdendir ki; Hızır (a.s) yeryüzünde kıyamete kadar hayatı sürecek olan tek varlıktır. Ve devamlı olarak ALLAH'ı (c.c) anmakla meşguldur.
ALLAH cümlemizi, yüce adını yüreğinden ve dilinden düşürmeyen gerçek müminlerden eylesin . . . (Âmin)

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.303
  • 223.476
  • 28.303
  • 223.476
# 08 Tem 2015 22:44:51
Bir Mecûsinin Şikayeti | Bir Kıssa Bin Hisse
Hazret-i Ömer “radıyallahü anh” halîfe iken, şark cephesi kumandanı olan Sa’d bin Ebî Vakkâs, Kûfe şehrinde bir köşk yaptırmak istedi. Bir Mecûsînin evi, arsaya bitişikti. Burayı da satın almak icap etti. Mecûsî satmak istemiyordu. Evine gidip hanımına danıştı. O da; “Onların Medîne’de bir halîfeleri var. Ona gidip şikâyet et!” dedi. Medîne’ye gelip halîfenin sarayını aradı. Dediler ki:
– Onun sarayı, köşkü yoktur.
– Peki şimdi nerededir?
– Kendisi şehir dışına çıktı.
Gidip aradı. Askerleri, muhâfızları göremedi. Toprak üstünde uyumuş birini görüp dedi ki:
– Halîfe Ömer’i gördün mü?
Hâlbuki bu zât, Hazret-i Ömer idi.
– Onu niçin arıyorsun?
– Onun kumandanı, benim evimi zorla satın almak istiyor. Kumandanı, halîfeye şikâyet etmeye geldim.
Hazret-i Ömer, Mecûsî ile evine geldi. Kâğıt istedi. Evde kâğıt bulunmadı. Bir kürek kemiği gördü. Kemik üzerine, Besmeleden sonra; “Ey Sa’d! Bu Mecûsînin kalbini kırma! Yoksa hemen yanıma gel!” diye yazdı. Mecûsî, kemiği alıp evine gelip, hanımına: “Boşuna yoruldum. Bu kemik parçasını kumandana verirsem, alay ediliyor sanıp, çok kızacak.” dedi. Kadının ısrar etmesi üzerine Sa’d hazretlerine gitti.
Sa’d, askerleri arasında oturmuş, neş’e ile konuşuyordu. Bir ara gözü, uzakta duran Mecûsînin elindeki kemiğin üzerindeki yazıya ilişti. Emir-ül-müminîn Ömer’in yazısını tanıyıp ansızın rengi soldu. Bu âni değişikliğe herkes şaşırdı. Sa’d, Mecûsînin yanına gelip dedi ki:
– Her ne istersen yapayım! Aman beni Ömer’in karşısına çıkarma! Zîrâ, onun cezâsına tâkat getiremem.
Mecûsî, kumandanın bu durumunu görünce, hayretten aklı gitti. Aklı başına gelince, hemen Müslüman oldu. “Neden, hemen Müslüman oldun?” diyenlere şu cevabı verdi:
– Bunların halîfelerini gördüm. Yamalı hırkasını örtünmüş, toprak üstünde uyuyordu. Büyük kumandanlarının bundan titrediklerini de gördüm. Bunların hak dinde olduklarını anladım. Benim gibi, ateşe tapan bir kimseye böyle adâlet yapılması, ancak hak olan dine inananlarda olur.
Kaynak; Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.303
  • 223.476
  • 28.303
  • 223.476
# 10 Tem 2015 08:44:31
Birgün bir sahabe, Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in (sav) huzuruna gelerek cahiliye devrine ait bir vahşiliği şöyle dile getirir:

- Ya Resulallah! Biz cahiliye devrinde kız çocuklarımızı diri diri toprağa gömerdik. Benim de bir kız çocuğum vardı. Annesine, “Bunu giydir, dayısına götüreceğim” dedim. (Kadın bunun ne demek olduğunu iyi bilirdi. Ciğerparesi, biricik evladı biraz sonra bir kuyuya atılacak ve orada çırpına çırpına can verecekti. Ne var ki, kadının böyle bir canavarlığın önüne geçme imkânı yoktu. Yapabileceği tek şey, için için ağlayıp kanlı gözyaşı dökmekti). Hanımım dediğimi yaptı. Çocuk gerçekten dayısına gideceğini zannediyor ve cıvıl cıvıl koşuşuyordu.

Çocuğun elinden tutup daha önce kazdığım bir kuyunun yanına getirdim. Ona kuyuya bakmasını söyledim. O tam kuyuya bakayım derken, sırtına bir tekme vurdum ve onu kuyuya yuvarladım. Fakat her nasılsa, eliyle kuyunun ağzına tutundu. Bir taraftan çırpınıyor, diğer taraftan da “Babacığım üzerin toz oldu” deyip elbisemi silmeye çalışıyordu. Buna rağmen bir tekme daha vurdum ve onu diri diri toprağa gömdüm.

Adam bunu anlatırken Sevgili Peygamberimiz ve yanındakiler hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Orada oturanlardan birisi “Be adam, Resulullah’ı, çok üzdün!” deyince, Efendimiz, adama “Bir daha anlat” dedi. Adam olayı bir kere daha anlattı. İki Cihan Güneşi Peygamberimizin gözlerinden süzülen yaşlar mübarek sakalından aşağıya damla damla akıyordu.

Allah Resulü hadiseyi tekrar ettirmekle sanki şunu anlatmak istiyordu: “İşte siz İslam’dan önce böyleydiniz. İslam öncesi kömür ve demir gibiydiniz. Şimdi ise altın ve elmas gibisiniz. Tekrar tekrar anlattırdım ki, İslam’ın size kazandırdığı insanlığı, güzel özellikleri bir kere daha hatırlayın!”

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK