İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.460
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.460
  • Müdür Yardımcısı
# 28 Nis 2016 00:55:55
Bir gün Süleyman Peygamber (a.s) bir karıncaya bir yıllık yiyeceğinin miktarını sorar.
Karınca da,
"Bir buğday tanesi yerim" diye cevap verir.

Cevabın doğru olup olmadığını kontrol etmek isteyen Süleyman Peygamber (a.s) karıncayı bir şişeye koyar. Yanına da bir buğday tanesi koyarak hava alacak şekilde şişeyi kapatır.
Ondan sonra da bir yıl bekler.
Müddeti dolunca şişeyi açtığında bir de bakar ki karınca buğday tanesinin yarısını yemiş, yarısını
da bırakmıştır. Kendi kendine meraklanır. Acaba neden yemedi?

Bunun üzerine Hz. Süleyman (a.s) karıncaya buğday tanesini tamamen neden yemediğini sorar.
Karınca da,
"Daha önce benim yiyeceğimi yüce Allah (c.c) verirdi. Ben de O'na
güvenerek bir buğday tanesini tamam olarak yerdim. Çünkü O beni asla unutmaz ve ihmal
etmezdi. Fakat bu işi sen üzerine alınca doğrusu nihayet bu aciz bir
insandır diye sana pek
güvenemedim. Belki beni unutup yiyeceğimi ihmal edebilirsin. O yüzden de bir yıllık yiyeceğimin
yarısını yiyerek, diğer yarısını da ertesi yıla bıraktım" diye cevap verdi.

Çevrimdışı harslan05

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.365
  • 69.092
  • 3.365
  • 69.092
# 28 Nis 2016 08:57:06
Adam, bir haftanın yorgunluğundan sonra, pazar sabahı kalktığında keyifle eline gazetesini aldı ve bütün gün miskinlik yapıp evde oturacağını hayal ediyordu. Tam bunları düşünürken oğlu koşarak geldi ve parka ne zaman gideceklerini sordu. Baba, oğluna söz vermişti; bu hafta sonu parka götürecekti onu ama hiç dışarıya çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu. Sonra gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti.Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve oğluna uzattı:
- Eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni parka götüreceğim! dedi. Sonra düşündü:
- Oh be, kurtuldum! En iyi coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı akşama kadar düzeltemez!
Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi:
- Babacığım, haritayı düzelttim. Artık parka gidebiliriz! dedi.
Adam önce inanamadı ve görmek istedi. Gördüğünde de hayretler içindeydi ve oğluna bunu nasıl yaptığını sordu.
Çocuk şu ibretlik açıklamayı yaptı:
-Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan resmi vardı. İnsanı düzeltiğim zaman dünya kendiliğinden düzelmişti!

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.099
  • 45.138
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.099
  • 45.138
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 28 Nis 2016 09:39:41
Dağ başında kim olsa evliya olur, iş şehir içinde!.
İki kardeştiler. Biri köyde çobanlık yapmayı tercih ederek diyordu ki: Bu zamanda şehre gitmek, oranın günahlı hayatına karışmak çok kötü. İyisi mi, ben köyün çobanlığını yapayım, günahlardan uzak kalayım. Diğeri ise şehre gitti. Bir mahallede küçük bir tamir kulübesi açıp başladı ayakkabı tamirine.

Çoban dağda koyunları, keçileri otlatıyor, hiçbir namazını kaçırmıyor, hiçbir şekilde de namahreme nazar etmiyordu. Bütün gün ormanın sessizliği içinde zikirle, fikirle, şükürle yaşayıp gidiyordu.

Bu sebeple de manen bir hayli ilerledi, kerametlere bile mazhar oldu. Düşünüyordu ki, kardeşi şehirde bir sürü günah ve namahreme nazar ile manen sükut ediyor... Bir ara ona acıyarak ziyaretinde bulunmayı düşündü. Otlattığı koyunlarından bir miktar süt sağıp bir bez torbaya doldurarak ağzını bağlayıp şehrin yolunu tuttu. Sora sora bir mahalledeki eskici kulübesinde kardeşini buldu. Torbadaki sütünü duvardaki bir çiviye asıp oturarak hal hatır sormaya başladı. Bu sırada bir hanım geldi, ayakkabısını çıkarıp topuğunu gösterdi. Kardeşi baktı. Tamir edebileceğini söyledi. Hanım çıplak ayakla beklemeye başladı. Kadın az sonra ayakkabısını giyip giderken ormanda görmediğini gören çobanın zihnindeki temizlik de gitmeye yöneldi. İşte o sırada yukarıdan bir şeyler dökülmeye başladı. Başlarını kaldırıp yukarıya baktıklarında bunun süt damlası olduğunu anladılar. Meğer o anda torbadaki süt de damlamaya başlamış.

Eskici kardeş şöyle bir baktı ve söylendi:

– İnsanlardan kaçarak dağ başında veli olmak kolay şey. Bütün mesele işte bu insanların içinde veli olabilmekte. Anladın mı şimdi farkı?

Çoban başını sallayarak cevap verdi:

– Sen haklısın şehirli kardeşim. Demek senin manen yükselmene mani bu gibi manzaralar. Bunun için düşüş var sende.

Eskici cevap verdi:

– Nereden bildin bende düşüş olduğunu?

– Baksana, bir anda düştüm senin yanında. Sen ise her gün bunlarla yüz yüze, göz gözesin. Düşmemen mümkün mü?

Eskici cevap verdi:

– İşte ben de onu söylüyorum sana. Asıl mesele bunların içinde kendini muhafaza etmektedir. Rabb’ime şükürler olsun ben kendimi şimdiye kadar muhafaza ettim, bundan sonra da muhafaza ederim, inşallah.

Çoban buna itiraz etti.

– Beni bir anda makamımdan düşüren manzara seni her gün neden düşürmesin? Sen çoktan düşmüşsün de haberin bile yok.

Eskici buna bir cevap vermek istiyordu. Bunun için şehadet parmağını ağzına götürüp dilinin ucuyla ıslattıktan sonra doğruca torbanın süt akan yerine Bismillah diyerek bastırdı. Birde baktılar ki, şıp şıp diye akan süt anında kesildi. Birbirlerine bakıştılar. Bir anlık sessizliği yine çobanın feryadı bozdu. Kucakladığı kardeşine şöyle diyordu:

– Sen haklıymışsın şehirli kardeşim! Asıl mesele, dağ başına kaçmak değil, insanlar içine girmek, onların arasında durumunu muhafaza etmekmiş.

Siz ne dersiniz bu olaya? Dağ başına mı gitmeli, yoksa şehir içinde mi muhafaza olmalı?

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.288
  • 223.372
  • 28.288
  • 223.372
# 28 Nis 2016 14:55:14
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

 :'( :'( :'(

Kocasını,Kardeşlerini,diğer üç oğlunu vatana kurban veren bir ana, Bilecik tren istasyonunda son kalan oğlunu Çanakkale'ye şu nasihatlerle uğurlar."Bayrak inecekse,ezan dinecekse,ırzımız düşman tarafından çiğnenecekse dayıların,ağaların ve baban gibi ölde gelme oğul..!Yoksa hakkımı sana hela etmem oğul..! der.Bu konuşmaya trenin kapısında dikilen şerefli bir Türk subayı şahit olur ve hatıra defterine göz yaşları içinde kaydeder.

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.460
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.460
  • Müdür Yardımcısı
# 29 Nis 2016 01:45:33
Hiç üşenmeden yazılan her hikayeyi mutlaka okuyorum. Sayfa sayfa bütün mesajlarını okuduğum tek sayfa burası. Paylaşım yapan tüm dostlara selam olsun

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.871
  • 512.400
  • 32.871
  • 512.400
# 29 Nis 2016 11:03:42
Öğrencilerinden biri Mevlana'ya sormuş.
- Efendim, bu 4 kapı mes'elesini ben pek anlayamıyorum. Bana
anlayabileceğim bir lisanla anlatır mısınız ?
"Şimdi bak, karşı medresede dersini çalışan dört kişi var. Hepsi
rahlelerine eğilmiş. Sen git bunların hepsinin ensesine bir şamar at, sonra
gel sana anlatayım"
Adam gitmiş birincinin ensesine bir tokat asketmiş. Tokadı yiyen
derhal ayağa kalkıp arkasını dönmüş ve daha kuvvetli bir tokatla Mevlâna'nın öğrencisini yere yıkmış.
Öğrenci dayağı yemiş, geri dönecek ama hocasına itaat var.
Yaradana güvenip ikinciye de bir tokat asketmiş.
O da derhal ayağa kalkıp elini kaldırmış. Tam tokadı vuracakken vazgeçip yerine oturmuş.
Öğrenci devam etmiş üçüncüye de bir tokat atmış. Üçüncü şöyle bir
kafasını çevirip baktıktan sonra çalışmasına devam etmiş.
Dördüncü, tokadı yemesine rağmen hiç oralı bile olmadan çalışmasına
devam etmiş.Öğrenci Mevlâna'ya dönmüş, olanları anlatmış.
Mevlâna ;
"İşte sana istediğin örnekler;
Birinci; şeriat kapısını geçememiş biri idi Şeriatta kısasa kısas
olduğu için tokadı yeyince kalktı Aynısını sana iâde etti.
İkinci; tarîkat kapısındadır. Tokadı yeyince o da kalktı tam tokadı
iade edecekti ki, tarikat öğretisinde verdiği söz aklına geldi "Sana
kötülük yapana bile iyilik yap" Onun için döndü, yerine oturdu.
Üçüncü; mârifet kapısına kadar gelmiştir. İyinin ve kötünün tek
Yaradan'dan geldiğini bilir, inanır. Yaradan bu kötülüğe hangi iblisi
âlet etti diye merakından söyle bir dönüp baktı.
Dördüncü; hakikat kapısını da geçmiştir.İyinin ve kötünün tek sahibi
olduğunu bilir. Onun için dönüp bakmadı bile...

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.099
  • 45.138
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.099
  • 45.138
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 29 Nis 2016 16:08:58

Bir Kızılderili atasözü der ki;
"Bir derede iki balık kavga ediyorsa kesinlikle beş dakika önce oradan uzun bacak bir ingiliz geçmiştir.."

Yaklaşık 100 yıl öncesi... yer Hindistan...bir kurban bayramı günü... sarıklı,sakallı,cübbeli iki kişi bir inek ile hindu mahallesinden geçiyor. Arkalarında da iple bağlayıp çekdikleri bir inek var. Bir Hindu genci karşılarına çıkıyor. '' ne yapacaksınız bu ineği'' diyor. O iki kişi ''Müslümanız. Kurban edeceğiz.'' cevabını veriyor. Hindu genç başlıyor bağırmaya; ''Ey ahali yetişin, tanrımızı kurban edecekler... '' Karşısındaki iki kişi de feryad ediyor; ''ey müslümanlar yetişin, kurbanımızı elimizden alıyorlar...'' bir anda etraf kalabalıklaşmağa başlıyor. Bir taraftan Hindular geliyor... diğer taraftan Müslimanlar... Sopalarla, bıçaklarla birbirlerine saldırıyorlar. Yüzlerce Müslüman orada ölüyor. İneğin sahibi iki kişi ortadan kayboluyor o hengamede. Son görüldükleri yer ise çok ilginç. İngiliz Büyükelçiliğine girerken görülüyorlar en son.!!!

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.099
  • 45.138
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.099
  • 45.138
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 29 Nis 2016 16:18:36
 Anne Bedduâsı
Büyük bir dil alimi, edebiyatçı, kelâmcı ve müfessir olan Zemahşerî’nin bir ayağı kesikti.Sebebini sorduklarında, bu büyük âlim şu cevabı verdi:
-Çocukken oyun için yakaladığım kuşların ayaklarına ip bağlar ve onları sağa sola çekiştirerek eğlenirdim. Anacağım her seferinde beni îkāz eder ve bu âdetimden vazgeçmemi isterdi.
Bir gün yine böyle bir kuşla oynarken, ipi fazla çekmem sonucunda hayvancağızın bir ayağı kırıldı.
Annem, belki de kuştan fazla acı duyup ağlarken:
-Bu kuşun ayağını kırdığın gibi, Allah da seninkini kırsın, deyiverdi. Birkaç gün sonra attan düşerek ayağımı kırdım ve kangren olunca da bu hâle geldim.

Çevrimdışı sınıfçı20

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 29 Nis 2016 17:21:41
Yusufun Devesi
Yusuf un hikayesi, hayat ile ölüm arasındaki ince çizgiyi ve o çizgideki kırılma noktasını ruh gözü ile gören bir Allah dostunun sırlı yardımını gösteren ibret dozu oldukça yüksek bir hayat serüveni...

Rahmetli onkolog doktor Haluk Nurbaki Hoca'nın anlatti gı Diyarbakırlı Yusufun bu sırlı hayat hikayesi gerçekten çok enteresan ve akıl sahipleri için oldukça düşündürücü mesajlar ihtiva ediyor:

Yusuf'un başından geçen hikaye muhteşem bir derviş hikayesi... Yusuf, Diyarbakırlıydı. Onunla dostlugumuz vardı. Kendisiyle sık sık sohbet ederdik. Bir gün sohbet sırasında bir şeyi hatırlayamayınca kendisine takıldım. O da bana:

-Nurbaki Hocam, sen benim hikayemi bilmiyorsun. Ben tamir edildikten sonra arada bir tıklayan tamirden geçmiş bir saat gibiyim, dedi.

-Ne oldu, hayrola dedim.

Yusuf, çocukluktan itibaren hayat hikayesini anlatmaya başladı.

-Benim babam çok zengindi. Evimizde en aşagı yirmi otuz tane hizmetkâr çalışırdı. Bir gün mahallemize bir Allah dostu, bir derviş geldi. Yıkık bir duvar kenarında kendine tahtadan bir kulübe yaptı ve orayı mekân tuttu.

Babam çok Müslüman bir adamdı. "Bu derviş mahalle mize geldi, biz de hamd-ü senalar olsun hâli vakti yerinde bir aileyiz. Bu dervişe bakmak bizim borcumuz. En güzel yemekleri hazırlayın. Yalnız dervişe hürmeten yemekleri hizmetkârlar götürmesin, og lum Yusuf götürsün" dedi.

O zamanlar ben yedi yaşındaydım. Hakikaten sonra anladım ki, ben götürmesem adam kabul etmeyecekmiş. Çünkü pek çok yardım etmek isteyenler olmuş ama derviş kabul etmemiş. Ama Yusufun o zengin ailenin biricik oglu oldugunu ve kendisine hürmetten dolayı çocugun yemek

getirdigini görünce kabul etmiş. Yusuf ile yavaş yavaş ahbap lık peyda eden derviş, bir gün Yusuf a:

-Yusuf sana bir deve yapayım ister misin, demiş.

-istemez olur muyum derviş amca, demiş Yusuf.

-Öyleyse sen bana evden verdikleri yemeklerden gayrı çerez getireceksin. Ama evin haberi olmayacak bu getirdik lerinden, demiş.

(Burada oldukça sırlı bir incelik var.)

Derviş, işin ehemmiyetine binaen tekrarlamış:

-Unutma, sen kendine ait çerezlerden vereceksin. Deve başka türlü olmaz. Çerezi baban gönderirse deveyi babana yaparım, demiş.

Bunun üzerine Yusuf hakikaten her geliş gidişinde derviş babaya çerez, üzüm falan getirmiş. Devamlı da soru-yormuş devemin bitmesine ne kadar kaldı diye. Aradan altı ay kadar bir zaman geçtikten sonra bir gün derviş demiş ki:

-Müjde, deven yarın tamamlanacak. Yalnız iki gözü kaldı, iki tane badem getir gözünü de yapayım deve tamam lansın, demiş.

Yusuf sabaha kadar uyuyamamış sevinçten. Sabah cebi ne iki tane badem koymuş gelmiş derviş babanın kulübesinin kapısına. Kapıdan girmiş bir de bakmış ki derviş baba dün yasını degiştirmiş.

Yusuf bana, "Ne kadar üzüldüm doktor bey" diyor. "Altı ayın ümidi bir anda sönüverdi. Bir taraftan sevdigim bir insanın ölümü, diger bir taraftan da devenin gaybubeti beni bayagı sarstı. Bademlerimi fırlatıp attım yere ve eve gidip durumu haber verdim. Herkes seferber oldu... Cenazesi yı kandı, namazı kılındı ve defnedildi.

* * *

Aradan on iki sene gibi uzun bir zaman geçti. Ben ciddi bir hastalıga yakalandım. Babam evvela Diyarbakır'daki dok torlara, sonra istanbul'daki doktorlara götürdü. Hepsinden aldıgı cevap:

-Şizofreni bu. Tedavisi imkansız, oldu.

Bu hadise elli sene evvel geçmiş bir hadiseydi. Gerçek ten o zaman şizofreninin hiç tedavisi yoktu, diyor.

Ama buna ragmen Yusufun babası Paris'te meşhur bir ruh doktoru oldug unu duymuş. Galiba adı Şarko idi, ona gitmişler, o doktor da:

-Benim yapabilecegim bir şey yok. Sen kalkıp Türkiye' den buralara geldigine göre varlıklı birisin. Bu gibi hastalara yapılacak tek şey iyi bakılması için birisini tutmak. Çünkü böyle hastalar kendi kendine yemek yiyemez. Kaşıgı agzına degil, kulagina götürür. Sogukta soyunur, oturur ve genellikle de zatürreden ölürler. Sen buna ne kadar iyi baktırırsan o kadar uzun yaşar, demiş.

Yusufun babası istanbul'a gelince Yusufu akıl hastane sine yatırmış. Ona bakması için ayda iki altın gibi yüksek bir ücretle bir adam tutmuş. Adam ayda iki altını kaybetmemek için Yusufu ölüme götürecek her türlü yanlıştan alıkoyan bir bakıma tâbi tutuyormuş. Ama günün birinde Yusufun ateşi çıkmış ve o belli meş'um akıbet onu yakalayarak zatürre olmuş.

Bundan sonraki hadiseleri sana iki postada anlatacagim diyor Yusuf.

Bunlardan birincisi; benim hâlimi, durumumu gören hasta bakıcı ve de doktorların anlattıkları... ikincisi de ondan sonraki ben...

* * *

Doktorlar benim ateşimin yükseldigini ve komaya girmek üzere oldugumu görüyorlar ama yapabilecekleri, ellerinden gelen bir şey yok.

O zaman, agırlaşmış hastaların etrafına yataktan düşmnesin diye tahta çakarlardı. O zamanın hastanecilig i bu kadar işte... Fakat diyor Yusuf, benim bakımımı üzerine alan adam çok müteessir. Çünkü bir nevi ekmek kapısı kapandı gibi.

Hastane yetkilileri, hemen Yusuf'un babasına telgraf çekmişler. "Oglun dünyasını degiştirdi gel al" diye. Çünkü bir insanın zatürre komasından çıkması o günkü tıbbi imkanlara göre imkansız.

O koma sırasinda ben bir rüya görüyorum. Zaten herşeyi o rüyadan itibaren hatırlıyorum. Çünkü rüyamdan önceki şizofrenik devremi hatırlamıyorum.

Bir çölün içindeyim, o ateşin de tesiriyle nasıl yanıyorum. Hem susuzlugum, hem de güneş degdi degecek tepeme. Böyle bir sıcaklıgın içerisinde artık canım çıkmak üzere. Hiçbir umudum yok, su denilen şeyin esamesi görün müyor çölde.

Fakat uzaklardan bir siluet farkettim. Bir deve ve önünde bir adam bana dogru yaklaşmaya başladı. Derhal tanıdım.

Bizim derviş babaydı bu. Bir devenin yularından tutmuş geliyordu.

-Yusuf deveni getirdim, dedi ve beni tuttu devenin üstüne bindirdi.

Fakat birşeyi çok net hatırlıyorum; derviş babanın yularını tuttugu devenin gözleri yoktu. Yani bana, senin getirdigin çerezlerden yaptım demek için gözsüz bir deve getirmişti. . Çünkü devenin gözleri için gerekli bademleri teslim edememiştim.

Devenin üzerine bindigim an gözümü açtım. Etrafı tahta larla çevrili demir bir yataktayım. Yanımda doktor ve hasta bakıcılar... Ateşim düştügü için terden sırılsıklam olmuşum. Neden orada oldugumu hiç hatırlamıyorum.

Doktorların hayret ettig i şey benim normale dönmem. Zatürre komasından çıkmak mümkün degildi ama çıktım. Peki, şizofreniyi nasıl atlattım diye hayretler içerisinde kaldılar. Böyle bir mucizeye ne rastladık, ne de gördük. Olacag ı varmış, oldu, dediler.

Yusuf'unun cenazesini almaya gelen dertli baba, oglunu salim ve saglıklı görünce bir sevinmiş ki sormayın. Yusuf daha sonra bütün olan biteni babasına da anlatmış.

Yusuf diyor ki, doktorum derviş baba, o kadar ince bir Mimarî ile kaderimi işlemiş ki, ben yanına hizmet etmeye gittig im zaman kaderimdeki şizofreniyi gördü. Bana iyilik yapmak istedi. Ama bu iyilik kaderimi degiştirmek şeklinde olamazdı. Çünkü kadere müdahale ancak Fahr-i Kainat (sav) sırrı ile olur. Fahr-i Kainat (sav) sırrında "Sadaka ömrü tezyid eder (uzatır)" emrini alıyor ve çocug a sadaka verdiriyor. Sadaka sırf çocuga ait olsun diye "Baban göndermesin, sen kendininkinden ver" diyor. Kader ekranında ömrünü tezyid ediyor. Bambaşka bir âleme döndürüyor.

Yusuf, "Ah o benim devem! Ona bindigim anda ne biçim kader degişimi oldu. insanların anlaması mümkün degil. Ben bile zor anladım" diyor.

Yusuf, "Ben o hâdiseden sonra hayatta bir gün bile namazı terk etmedim" diyerek hem maddî hem manevî kur tuluşuna kapılar açan derviş babaya dualar ediyor.

Evet, her evliyaullah gibi ilmini Allah'a havale etmek suretiyle zaman ve mekânla kayıtlı bulunmayan bir ruha sahip olan derviş baba, bu masum çocugun gelecegini, ileride başına gelecekleri gördü ve Yusuf'un maddesiyle beraber mânâsını da canlandırdı.


Bu yazı İbrahim Refik tarafından kaleme alınan ALBATROS yayıncılık tarafından yayınlanan "Hadiselerin İbret Dili" adlı kitapdan alınmıştır

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.099
  • 45.138
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.099
  • 45.138
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 29 Nis 2016 19:57:52
İDAM SEHPASINDAKİ GENÇ
.
Hz. Ömer arkadaşlarıyla sohbet ederken,
huzura üç genç girerler. Derler ki:
- Ey halife, bu aramızdaki arkadaş bizim
babamızı öldürdü. Ne gerekiyorsa lütfen yerine
getirin.
Bu söz üzerine Hz. Ömer suçlanan gence
dönerek:
- Söyledikleri doğru mu diye sorar.
Suçlanan genç der ki :
- Evet doğru.
Bu söz üzerine Hz. Ömer "anlat bakalım nasıl
oldu" diye sorar. Genç anlatmaya başlar:
- Ben bulunduğum kasabada hâli vakti yerinde
olan bir insanım. Ailemle beraber gezmeye
çıktık. Kader, bizi arkadaşların bulunduğu yere
getirdi. Affedersiniz hayvanlarımın arasında bir
güzel atım var ki, dönen bir defa daha bakıyor.
Hayvana ne yaptıysam bu arkadaşların
bahçesinden meyve koparmasına engel
olamadım. Arkadaşların babası içerden
hışımla çıktı atıma bir taş attı, atım oracıkta
öldü. Nefsime bu durum ağır geldi, ben de bir
taş attım, adam öldü. Kaçmak istedim fakat
arkadaşlar beni yakaladı. Durum bundan
ibaret" dedi. Hz Ömer:
- Söyleyecek bir şey yok. Bu suçun cezası
idam. Üstelik suçunu da kabul ettin" dedi. Bu
sözden sonra delikanlı söz alarak:
- Efendim bir özrüm var, diyerek konuşmaya
başladı:
- Ben memleketinde zengin bir insanım.
Babam, rahmetli olmadan bana epey bir altın
bıraktı. Gelirken kardeşim küçük olduğu için
saklamak zorunda kaldım. Şimdi siz bu cezayı
infaz ederseniz yetimin hakkını zayi ettiğiniz
için Allah(cc) indinde sorumlu olursunuz.
Bana 3 gün izin verirseniz ben emaneti
kardeşime teslim eder gelirim, bu 3 gün içinde
yerime birini bulurum, der.
Hz. Ömer der ki:
- Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine
kim kalır ki?
Sözün burasında genç adam ortama bir göz
atar, der ki:
- Bu zat benim yerime kalır. O zat Hz.
Peygamber Efendimizin (sav) en iyi
arkadaşlarından, daha yaşarken cennetle
müjdelenen Amr Ibni As' dan başkası değildir.
Hz. Ömer Amr'a dönerek:
- Ey Amr! Delikanlıyı duydun, der.
O büyük sahabe:
- Evet, ben kefilim, der ve genç adam serbest
bırakılır.
Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere
ama gençten bir haber yoktur. Medine'nin ileri
gelenleri Hz. Ömer'e çıkarak gencin
gelmeyeceği, dolayısıyla Amr Ibni As'a
verilecek idam yerine maktulün diyetini
vermeyi teklif ederler, fakat gençler razı olmaz
ve "babamızın kanı yerde kalsın istemiyoruz"
derler. Hz. Ömer kendinden beklenen cevabı
verir der ki:
- Bu kefil babam olsa fark etmez cezayı infaz
ederim.
Hz Amr İbni As ise tam bir teslimiyet
içerisinde der ki:
- Biz de sözümün arkasındayız.
Bu arada kalabalıkta bir dalgalanma olur ve
insanların arasından genç görünür. Hz. Ömer
gence dönerek der ki:
- Evladım gelmeme gibi önemli bir nedenin
vardı neden geldin?
Genç vakurla başını kaldırır ve;
- 'AHDE VEFASIZLIK ETTİ' demeyesiniz diye
geldim, der.
Hz. Ömer başını bu defa çevirir ve Amr İbni
As'a der ki:
- Ey Amr, sen bu delikanlıyı tanımıyorsun.
Nasıl oldu onun yerine kefil oldun?
Amr İbni As, vakurla kanımızı donduracak bir
cevap verir:
- Bu kadar insanın içerisinden beni seçti.
'İNSANLIK ÖLDÜ' dedirtmemek için kabul ettim,
der.
Sıra gençlere gelir. Derler ki:
- Biz bu davadan vazgeçiyoruz.
Bu sözün üzerine Hz Ömer:
- Biraz evvel "babamızın kanı yerde kalmasın"
diyordunuz. Ne oldu da vazgeçiyorsunuz, der.
Gençlerin cevabı da dehşetlidir: MERHAMETLİ
İNSAN KALMADI' demeyesiniz diye…
Bu muhteşem tablo, herkesi son derece
duygulandırmıştı. Herkes üzüntüden kurtulmuş
hüzün, yerini tarifi imkânsız bir sevince
bırakmıştı. Helallaştılar, kucaklaştılar.
Böylece arkalarında insanlığa bir ibret levhası
bıraktılar.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.768
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.768
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 29 Nis 2016 20:10:03
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
İDAM SEHPASINDAKİ GENÇ
.
Hz. Ömer arkadaşlarıyla sohbet ederken,
huzura üç genç girerler. Derler ki:
- Ey halife, bu aramızdaki arkadaş bizim
babamızı öldürdü. Ne gerekiyorsa lütfen yerine
getirin.
Bu söz üzerine Hz. Ömer suçlanan gence
dönerek:
- Söyledikleri doğru mu diye sorar.
Suçlanan genç der ki :
- Evet doğru.
Bu söz üzerine Hz. Ömer "anlat bakalım nasıl
oldu" diye sorar. Genç anlatmaya başlar:
- Ben bulunduğum kasabada hâli vakti yerinde
olan bir insanım. Ailemle beraber gezmeye
çıktık. Kader, bizi arkadaşların bulunduğu yere
getirdi. Affedersiniz hayvanlarımın arasında bir
güzel atım var ki, dönen bir defa daha bakıyor.
Hayvana ne yaptıysam bu arkadaşların
bahçesinden meyve koparmasına engel
olamadım. Arkadaşların babası içerden
hışımla çıktı atıma bir taş attı, atım oracıkta
öldü. Nefsime bu durum ağır geldi, ben de bir
taş attım, adam öldü. Kaçmak istedim fakat
arkadaşlar beni yakaladı. Durum bundan
ibaret" dedi. Hz Ömer:
- Söyleyecek bir şey yok. Bu suçun cezası
idam. Üstelik suçunu da kabul ettin" dedi. Bu
sözden sonra delikanlı söz alarak:
- Efendim bir özrüm var, diyerek konuşmaya
başladı:
- Ben memleketinde zengin bir insanım.
Babam, rahmetli olmadan bana epey bir altın
bıraktı. Gelirken kardeşim küçük olduğu için
saklamak zorunda kaldım. Şimdi siz bu cezayı
infaz ederseniz yetimin hakkını zayi ettiğiniz
için Allah(cc) indinde sorumlu olursunuz.
Bana 3 gün izin verirseniz ben emaneti
kardeşime teslim eder gelirim, bu 3 gün içinde
yerime birini bulurum, der.
Hz. Ömer der ki:
- Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine
kim kalır ki?
Sözün burasında genç adam ortama bir göz
atar, der ki:
- Bu zat benim yerime kalır. O zat Hz.
Peygamber Efendimizin (sav) en iyi
arkadaşlarından, daha yaşarken cennetle
müjdelenen Amr Ibni As' dan başkası değildir.
Hz. Ömer Amr'a dönerek:
- Ey Amr! Delikanlıyı duydun, der.
O büyük sahabe:
- Evet, ben kefilim, der ve genç adam serbest
bırakılır.
Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere
ama gençten bir haber yoktur. Medine'nin ileri
gelenleri Hz. Ömer'e çıkarak gencin
gelmeyeceği, dolayısıyla Amr Ibni As'a
verilecek idam yerine maktulün diyetini
vermeyi teklif ederler, fakat gençler razı olmaz
ve "babamızın kanı yerde kalsın istemiyoruz"
derler. Hz. Ömer kendinden beklenen cevabı
verir der ki:
- Bu kefil babam olsa fark etmez cezayı infaz
ederim.
Hz Amr İbni As ise tam bir teslimiyet
içerisinde der ki:
- Biz de sözümün arkasındayız.
Bu arada kalabalıkta bir dalgalanma olur ve
insanların arasından genç görünür. Hz. Ömer
gence dönerek der ki:
- Evladım gelmeme gibi önemli bir nedenin
vardı neden geldin?
Genç vakurla başını kaldırır ve;
- 'AHDE VEFASIZLIK ETTİ' demeyesiniz diye
geldim, der.
Hz. Ömer başını bu defa çevirir ve Amr İbni
As'a der ki:
- Ey Amr, sen bu delikanlıyı tanımıyorsun.
Nasıl oldu onun yerine kefil oldun?
Amr İbni As, vakurla kanımızı donduracak bir
cevap verir:
- Bu kadar insanın içerisinden beni seçti.
'İNSANLIK ÖLDÜ' dedirtmemek için kabul ettim,
der.
Sıra gençlere gelir. Derler ki:
- Biz bu davadan vazgeçiyoruz.
Bu sözün üzerine Hz Ömer:
- Biraz evvel "babamızın kanı yerde kalmasın"
diyordunuz. Ne oldu da vazgeçiyorsunuz, der.
Gençlerin cevabı da dehşetlidir: MERHAMETLİ
İNSAN KALMADI' demeyesiniz diye…
Bu muhteşem tablo, herkesi son derece
duygulandırmıştı. Herkes üzüntüden kurtulmuş
hüzün, yerini tarifi imkânsız bir sevince
bırakmıştı. Helallaştılar, kucaklaştılar.
Böylece arkalarında insanlığa bir ibret levhası
bıraktılar.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.288
  • 223.372
  • 28.288
  • 223.372
# 30 Nis 2016 08:07:41
ALLAH'A KÜSMEK

Serçe ALLAH’a küsmüştü.
Günler geçiyordu ve serçe hiçbir şey söylemiyordu.
İçine kapanmış derin bir hüzne boğulmuştu.
Artık Rabbine bir şey demiyor ve onunla konuşmuyordu!
Melekler merakla ALLAH’a serçeyi soruyorlardı ve her defasında ALLAH, meleklere “o gelecek” diye cevap veriyordu.
“Çünkü onun sesini duyacak tek kulak benim ve onun minik kalbindeki derdini anlayacak olan da tek benim” diyordu.
Bir zaman sonra serçe, kalbi hüzün, gözü yaşla dolu bir halde bir ağacın dalına kondu. Hiçbir şey söylemiyordu öyle sessiz sessiz bekliyordu.
ALLAH,serçeye seslendi.
Söyle bana! Canını sıkan ve kalbini hüzne boğan derdin nedir senin?
Melekler serçe ne söyleyecek diye ona bakıyordu.
Serçe mahzun biraz da sitemli ses tonuyla;
“Küçük bir yuvam vardı. Yorulduğumda dinlendiğim üşüdüğümde sığındığım. Kimseyi rahatsız etmiyordum ve kocaman Dünya’da ufacık bir yerdi kimsenin yerini dar etmiyordu.Sen onu da bana çok gördün neydi o zamansız fırtına? Esip yıktı yuvamı ve beni yuvasız bıraktı.”
Artık konuşamadı serçe sözleri boğazında düğümlendi. Sessizlik Arş-ı rahmanda yankılanıyordu ve melekler başlarını eğmiş ALLAH’ın vereceği cevabı bekliyordu.
ALLAH; “ sen, o yuvanda dinlenirken seni avlamak isteyen bir yılan yuvana doğru geliyordu, seni yılandan korumak için fırtınaya emrettim yuvanı yıksın diye böylece sen oradan uzaklaşarak yılandan kurtuldun.
Nice belalar var ki muhabbetimle senden uzaklaştırdım ve sen kuşatıcı muhabbetimi görmüyor geçici belalardan dolayı bana düşman oluyorsun. “ Serçenin gözleri doldu ve hüngür hüngür ağlamaya başladı ve onu çok seven -ALLAH’ın şefkat ve merhametine hayran kaldı.
Utangaç bir sesle “ affet ALLAH’ım “ diyebildi sadece.
Ve gönül sözü Arş-ı İlahi’de yankılandı “Affet ALLAH'ım”
* Başımıza gelen her musibbette, elbette ki nice hayırlar gizlidir. RABBİMİZE isyan etmek yerine, olanda hayır vardır diyerek rıza göstermek gerekir.*

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.099
  • 45.138
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.099
  • 45.138
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 30 Nis 2016 16:59:18
Uzun kumsalı olan bir tatil kasabına giden bir yazar, denizi seyir ederken bir adamın garip hareketler yaptığını görür. Sahile biraz yaklaşınca adamın çırpınırcasına kumsal üzerindeki deniz yıldızlarını alıp denize fırlattığını fark eder. Yazar adama yaklaşarak sorar: "Ne yapıyorsun?" Adam: "Deniz yıldızlarını denize atıyorum."der. Sonra ekler "bunlar kumsalda kalmış, az sonra kızgın güneş altında kuruyacaklar ve ölecekler." Yazar, kumsala bir bakar ki kilometrelerce uzunlukta ve üzerinde belki binlerce deniz yıldızı var. "Deniz yıldızları o kadar çok ki, senin attıklarınla ne fark eder?"der. Adam, bir deniz yıldızını daha denize attıktan sonra "işte onun için fark etti". cevabını verir...

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.768
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.768
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 30 Nis 2016 17:07:08
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Uzun kumsalı olan bir tatil kasabına giden bir yazar, denizi seyir ederken bir adamın garip hareketler yaptığını görür. Sahile biraz yaklaşınca adamın çırpınırcasına kumsal üzerindeki deniz yıldızlarını alıp denize fırlattığını fark eder. Yazar adama yaklaşarak sorar: "Ne yapıyorsun?" Adam: "Deniz yıldızlarını denize atıyorum."der. Sonra ekler "bunlar kumsalda kalmış, az sonra kızgın güneş altında kuruyacaklar ve ölecekler." Yazar, kumsala bir bakar ki kilometrelerce uzunlukta ve üzerinde belki binlerce deniz yıldızı var. "Deniz yıldızları o kadar çok ki, senin attıklarınla ne fark eder?"der. Adam, bir deniz yıldızını daha denize attıktan sonra "işte onun için fark etti". cevabını verir...
teşekkürler

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.099
  • 45.138
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.099
  • 45.138
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 30 Nis 2016 17:08:31
ÖNCE KENDİ ÇİZGİNİ UZAT

Öğretmen sınıftaki zeki fakat kıskanç öğrenciye:
- “Niçin arkadaşlarını çekemiyor, onların yaptıklarını bozup kavga ediyorsun?” diye sordu.
Öğrenci, bir süre düşündükten sonra,
- “Çünkü onların beni geçmelerini istemiyorum” dedi. “En iyi ben olmalıyım. "
Öğretmen, masasından kalktı, eline bir parça tebeşir aldı ve yere 15 cm. uzunluğunda bir çizgi çekti, kıskanç öğrenciye bakarak,
- “Bu çizgiyi nasıl kısaltırsın?” dedi.
Öğrenci bir süre bu çizgiyi inceleyip içinde çizgiyi birçok parçaya bölmek de olan birkaç yanıt verdi.

Öğretmen, yanıtları kabul etmedi ve yere ilkinden daha uzun bir çizgi çekti.
- “Şimdi birinci çizgi nasıl görünüyor?” diye sordu.
Öğrenci utana sıkıla,
- “Daha kısa” diyerek başını öne eğdi.

Öğretmen bu yanıt üzerine öğrencisine unutmaması gereken şu öğüdünü verdi:
- Bilgini ve yeteneklerini artırarak kendi çizgini uzatman, rakibinin çizgisini bölmeye çalışmandan daha iyidir...

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK