İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.289
  • 223.384
  • 28.289
  • 223.384
# 30 Nis 2016 18:13:47
Bir Bedevinin Kıssası | Bir Kıssa Bin Hisse
Göçebelerden bir kişi Hz. Peygamber’e efendimiz sallallahu aleyhi vessellem gelerek iman etti ve peygambere biat etti. Ve, “Seninle beraber hicret edeceğim” dedi. Hz. Peygamber onun hakkında sahabîlerden bazılarına vasiyette bulundu. Hayber gazvesi olunca Hz. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vessellem ganimet aldı. Taksim etti ve ona da hisse ayırdı. Ve onun payı arkadaşlarına verildi. Kendisi de arkadaşlarının develerini güdüyordu. Geldiğinde ona düşen payı kendisine verdiler. “Bu nedir?” diye sordu. Peygamber sana bu payı ganimetten ayırdı!” dediler. Bedevî,;
-“Ben bunun için peygambere biat etmedim. Ben Peygamber’e efendimiz sallallahu aleyhi vessellem şunun için biat ettim (tabi oldum) ki, şurama ve şurama, (Boğazına işaret etti) bir ok isabet etsin de öleyim ve cennete gireyim!” dedi. Hz. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vessellem;
-“Eğer sen doğru söylüyorsan Allah sana bunu verecektir” dedi. Sonra düşmanla savaşmaya başladılar. Bedevî boğazına saplanan bir ok ile şehid düştü. Ok tam işaret ettiği noktaya isabet etmişti. Onu sırtlayıp getirdiler. Hz. Peygamber, “Bu o mudur?” deyince, sahabîler, “Evet, odur” dediler. Hz Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vessellem ;
“o Allah’a doğrulukla bağlandı ve Allah da onu doğruladı!” buyurdu. Sonra da onu kendi cübbesiyle kefenledi, önüne alarak namazını kıldı ve şöyle dua etti:
“Ey Allah’ım! Bu senin kulundur. Yolunda hicret ederek çıkmış bulunuyor. Şehid olarak öldürülmüştür. Ben de onun hakkında şahidim.”

Çevrimdışı kurthan

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 10.655
  • 72.847
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 10.655
  • 72.847
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 30 Nis 2016 18:40:24
Üç Öğüt
 
Avcının biri tuzak kurarak bir serçe avlamıştı. Eline alır almaz serçe dile geldi ve:
‘Bugüne kadar...’ dedi. ‘Sığır ve koyunlar yedin. Yediklerini düşünsene. Doymadın mı da benim birkaç gramlık etime hevesleniyorsun? Onlar seni doyurmadıysa ben ne yapabilirim ki?! Bırak beni.’

Avcı şaşırdı. Hem serçenin dile gelmesine hem de şimdiye kadar yediklerine. Serçe, sürdürdü konuşmasını:

‘Şayet . bırakırsan sana üç altın öğüt vereceğim. Bir lokma kuş etini mi tercih ediyorsun, ömrün boyunca yararını göreceğin üç öğüdü mü? İyi düşün!’

Avcı düşündü ve kararım verdi:

‘Kabul!’ dedi. ‘Seni bırakacağım. Neymiş bakalım bana vereceğin öğüt?’

Serçe:

‘Bir şartım var ama!’ dedi.

Avcı:

‘Bir de şart mı koşuyorsun bana?’ diye sordu.

Serçe:

‘Kabul edersen...’ deyince,

‘Peki’ dedi Avcı. ‘Şartın neymiş bakalım?’

‘Öğüdün birini...’ dedi Serçe. ‘Elindeyken vereceğim, İkincisini karşıki damın üzerinde, sonuncusunu ise ağaçta söyleyeceğim.’

Avcı bunu da kabul etti.

Serçe:

‘Birinci nasihatim...’ dedi. ‘Olmayacak şeyi söyleyenlere kim olursa olsun inanma!’ Avcı avucunu açtı, bıraktı onu. ‘Pırrr’ diye uçarak karşıdaki evin damına kondu. ‘Olmuş şeye üzülme!’ dedi. ‘Kaçırdığın fırsatların arkasından asla kederlenme.

Yaşadığın anın kıymetini bil, pişmanlıkla zamanı geçirme.’ dedi ve ekledi, ‘Karnımda paha biçilmez bir inci tanesi vardı benim. Ama kaçırdın onu. Kısmetin değilmiş.’

‘Eyvah!’ diye sızlandı Avcı. ‘Ben ne yaptım, neden seni bıraktım?’

Serçe:

‘Az önce ne söyledim sana? Kaçırdığın şey için dövünmeyecek, pişmanlıkla vaktini geçirmeyeceksin. Ayrıca ilk öğüdüm neydi unuttun mu? Kim söylerse söylesin, olmayacak şeye inanma.’

Avcı’nın aklı başına gelmişti. Serçe kendisiyle alay ediyordu besbelli.

‘Bir de...’ dedi. ‘Şu üçüncü nasihatini görelim.’

Serçe ağaçtaydı artık:

‘Boş ver onu!’. İkisini tuttun mu ki üçüncüsünü bekliyorsun! Hadi bana eyvallah’ dedi.

Ve uçup yitti gözden.

Avcı şaşkınlık içinde bakakaldı arkasından.

Çevrimdışı sınıfçı20

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 30 Nis 2016 22:30:11
Fatih Sultan Mehmet Han'ın Mahkemesi:

Hızır Bey, İstanbul kadısı ve belediye başkanı iken, bir Hıristiyan mîmâr geldi. Fâtih Sultan Mehmet Hân'dan şikâyetçi olduğunu söyledi. Hızır Bey, mîmârı dinledi. Fâtih, bugünkü Ayasofya Câmii’nden daha yüksek kubbeye ve daha üstün mîmârî husûsiyetlere sâhip bir câmi yaptırmak istemiş ve o mîmâr da bu işe tâlip olmuştu. Ama Müslümanların, Ayasofya'dan daha üstün bir esere sâhip olmalarına gönlü râzı olmamıştı. Mısır'dan bin bir zahmetle getirilmiş olan sütûnların yüksekliklerini kısa tutmuş ve kubbenin yüksekliği de Ayasofya'dan alçak olmuştu. Sultan, sütûnların kasıtlı olarak küçültüldüğünü anlayıp çok hiddetlendi. Muhâkeme edilmeden mîmârın eli kesildi.

Hızır Bey, konuyu araştırdı. Şâhitlerle berâber Pâdişahı da mahkemeye çağırdı. Fâtih, mahkeme salonuna girince, başköşeye oturmak istedi. Kadı, hiç çekinmeden, "Oturma begüm!.. Hasmınla yüzleşmek üzere, mahkeme huzûrunda ayakta dur!" dedi. Sultan derhâl söylenen yere geçti. Mahkemenin Pâdişahı Hızır Bey'di. Onun şahsında, İslâmiyet’in âdil hükümleri karşısında bulunmaktaydı. Kadı: "Sen bu zimmînin elini kestirdin mi?” deyip söze başladı. Mahkeme neticesinde; "Sen, Murat oğlu Mehmet! Mahkeme edilmeden bu zimmînin elini kestirdiğin için kısas olunacaksın! Senin elin de onunki gibi kesilecek. Eğer Hıristiyan mîmârı râzı edebilirsen, ölünceye kadar onun ve âilesinin geçimini temin etmek karşılığında elini kesilmekten kurtarabilirsin!" dedi. Herkesle birlikte Pâdişah da tam bir sükûnet içerisinde kararı dinledi. Hıristiyan mîmâr, bu ulvî karar karşısında daha fazla dayanamadı. Ağlayarak Pâdişahın ellerine kapandı. Mîmâr, âilesiyle birlikte Müslüman olmakla şereflendi.

Mahkeme yeri boşaldıktan sonra Kadı Hızır bey ve Sultan Fatih yalnız kalınca Sultan;"Eğer padişahlığımdan korkup haksız bir karar verseydin billahi kılıcımla kelleni kesecektim" der. Hızır bey de kürsünün altında sakladığı topuzu çıkarır;"Hünkarım sizde padişahlığınızdan gururlanıp şeriat mahkemesinin kararını dinlemeseydiniz billahi bu topuzla başınızı ezerdim" der.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.768
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.768
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 30 Nis 2016 22:48:40
teşekkürler

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.460
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.460
  • Müdür Yardımcısı
# 30 Nis 2016 23:10:51
Bir gün Hazret-i Mevlânâ Hazretleri’nin huzuruna birbirlerine dargın iki kişi getirirler. Mevlânâ hazretleri onlara bir an önce barışmalarını söyler ve şu örneği verir:

“Allah bazı insanları su gibi lâtif, mütevazi, daima aşağıya doğru akan ve yumuşak huylu yarattı. Bazılarını da toprak ve taş gibi sert mizaçlı yarattı.”

“Su toprağa karışır, meyvelerin büyümesini canlıların hayatlarını devam ettirmelerini sağlar. Böylece o sulardan ruhlara ve bedenlere gıda temin edilip menfaat sağlanır. Su toprağa gitmezse topraktan da sudan da lâyıkıyla istifade edilmez.”
“Bu arkadaşın toprak hükmünde olup, yerinden kalkmaz ve barışmazsa sen su gibi tevazu üzere ol ve onunla anlaş.”
“Herkes bilir ki, iki küs olan kimseden hangisi öbüründen önce davranırsa, Cennete ötekinden önce girecektir. Daha çok sevap kazanacaktır. Dolayısıyla bu barıştan her ikiniz de istifade etmiş olacaksınız.”
Biraz sonra her iki kişi de barıştılar.

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.099
  • 45.138
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.099
  • 45.138
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 01 May 2016 13:34:00
Bir evde bozulan televizyon için eve tamirci çağırılır.
Tamirci televizyonu tamir için arka kapağını açar ve gördüklerine şaşırır. Televizyonun içi ekmek kırıntıları ile doludur. Tamirci gözlerini hemen evin dört yaşındaki kızına çevirir ve onu süzer. Tamirci kendince suçluyu bulmuştur anne ve baba bunun nedenini kızlarına sorduklarında aldıkları cevap onları duygulandırır.
Afrikalı aç çocukları her gördüğünde televizyonun kapağından içeriye ekmek kırıntıları attığını söyler, evin dört yaşındaki kızı...

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.289
  • 223.384
  • 28.289
  • 223.384
# 01 May 2016 18:50:19
Bir derviş mürşit kapısına hizmet için gelir. Hizmetin ilk basamağı nefsin terbiyesi olan tekke temizliğinde görev alır.
Bir gün kalbinden "Allah'ım nedir bu çektiklerim" diye geçirir. Bu düşüncesi mürşidine malum olduğu için, münasip bir dille o tekkeden kovulur. Bizimki düşer yollara...
Akşama doğru bir şehrin ışıkları görülür. Bu şehre varır varmasına fakat bu şehre girmenin üç şartı vardır.
1- Allah’ın işine karışılmayacak.
2-Kulun işine karışılmayacak.
3-Yalan konuşulmayacak.
Bu şehrin adı EYVALLAH' tır.
Bizimki şartları kabul eder ve girer bu şehre. Hoş geldin derler "eyvallah" der. Kalacak yer gösterirler "eyvallah" der. Hizmet verirler "eyvallah" der. Evlendirirler "eyvallah" der.
Adam bir gün yolda yürürken sade giyimli bir genç kız ve süslü giyimli orta yaşlı bir kadın görür. Kalbinden "şu kadının haline bakın bu ne hal" der.
Kadınlar bağırmaya başlar:
- "YETİŞİNN KULUN İŞİNE KARIŞAN VARRR".
Etraftan gelirler bir güzel döverler. Her tarafını kırarlar ve kan revan içinde hamalın küfesine koyup evine gönderirler.
Küfede adam "Ey Allah’ım nedir bu basıma gelen" diye kalbinden geçirir. Hamal küfeyi yere atar ve bağırır:
- "YETİŞİNNNN ALLAH'IN İŞİNE KARISAN VARRRR" etraftan koşup gelenler adamın sağlam kalan yerlerini de kırıp iyice döverler. Orada bırakırlar.
Sürünerek evine giden adama kapıyı karısı açar:
- "Noldu sana böyle" diye sorar. Bizimki:
- "Çok kötüyüm hanım, soran olursa evde yok de" der. Der demez kadın cama cıkıp:
- "YETİŞİİİNNNN YALANN SÖYLEYENN BİRİ VARRR" diye bağırır. Etraftan koşup gelenlerden üçüncü bir dayak daha yer, bu sefer bayılıncaya kadar.
Meğer bu şehirde kalpten geçenler karşıdakine malum olur hiç bir şey gizli kalmazmış. Adam acılar içinde bayılır ve bir müddet sonra mürşidinin huzurunda adap tutarken ayılır. Mürşidi ona tebessümle bakmaktadır:
- "EVLADIMM" der, "DAHA EYVALLAH ŞEHRİNDE YAŞAMASINI BİLMİYORSUN, RIZA KAPISINDAN NASIL GEÇERSİN? RIZA KAPISINDAN GEÇENLER, RIZAYA RAZI OLMAKTAN GEÇERLER."😊🌹

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.289
  • 223.384
  • 28.289
  • 223.384
# 02 May 2016 15:51:45
Çocuğuna kızan, bağıran, vuran anneleri görünce aklıma Efendimizin (sav) şu sözü geliyor; ‘Bilselerdi yapmazlardı…’

Bilselerdi; çocukların bedenen annelerini bırakıp gidemeseler de, ruhen çekip gidebileceklerini ve bir daha geri dönmeyeceklerini…

Bilselerdi; kırılan eşyaların, dağılan evlerin, kirlenen giysilerin kolayca çaresi bulunabilecekken, kırılan yüreklerin, dağılan ilişkilerin, kirlenen niyetlerin kolay kolay eski haline dönemeyeceğini…

Bilselerdi; bir çocuğu doğurmanın o çocuğun ‘sahibi’ olmak anlamına gelmediğini ve asıl sahibi olanın (cc) emanetine nasıl muamele ettiğimizden sorguya çekeceğini…

Bilselerdi; aşağılanan, hırpalanan, ezilen, alay edilen çocukların şahsiyetlerinin, haysiyetlerinin, onurlarının da incineceğini…

Bilselerdi; şiddet gören çocuğun şiddet göstermeyi öğrendiğini ve bu nefret tohumunun bir ülkeyi bitirebileceğini…

Ah bir bilselerdi…

Sen artık biliyorsun… O zaman emanetine sevgiyle sahip çık, olur mu?

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.099
  • 45.138
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.099
  • 45.138
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 02 May 2016 22:46:16
 Birisi Hazreti Ali'ye geldi ve,
"O kadar dertliydim ki,sıkıntıdan ölüyorum."dedi.
Hazreti Ali "İki soru soracağım,cevabını verip dermanını bulacaksın."dedi.
Adam:"Sor Ya Ali!" dedi.
Hazreti Ali:"Dünyaya geldiğin zaman bu dert seninle beraber mi dünyaya geldi?"
Adam:"Hayır!"
Hazreti Ali:"Dünyadan giderken bu dert seninle beraber olacak mı?"
Adam:"Hayır"dedi.
Hazreti Ali son olarak şöyle buyurdu"Seninle birlikte gelmeyen ve giderken de seninle birlikte olmayacak olan bir dert senin bu kadar zamanını almamalı.Sabırlı ol,yeryüzündekilere çok ümid bağlamaktansa,yüzünü Alemlerin Rabbine çevir...

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.099
  • 45.138
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.099
  • 45.138
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 02 May 2016 22:50:19
Ben cocukken mahallede 10 kisilik bir gruptan dayak yemistim. Adamsaniz tek tek gelin dedim.
          Sonra teker teker tekrar  dövdüler . Eve gidince ağbeyim, kim yapti bunu; hemen bana göster onlari, dedi.
         Gittik , çocuklari bulduk.
Bir de ağbeyimle  bir bir dayak yedik.
         Eve gelince ağbeyim, niye söylemiyorsun 10 kisi olduklarini, diyerek beni tekrar dövdü...... :) :) :)

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.460
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.460
  • Müdür Yardımcısı
# 02 May 2016 23:02:35
Besmele

Bişrî Hâfî yol kesici bir kimse olup yanında bir takım güzel sesli hafızları gezdirirmiş. Gittiği şehirlerde o hafızlara Kur’an-ı Kerim okutur ve bütün insanları bir yere toplarmış. İnsanlar Kur’an dinlemek için toplandığı ve herkesin aşk ve şevkle dinlemeye başladığı sırada, kendisi kalkıp şehirden dışarıya çıkar ve tenhada yakaladığı kimseleri soyarmış.

Bir gün yol üzerinde ve toz toprak içinde bir kâğıt bulur. Bakar ki kağıtta «Besmele-i Şerif» yazılıdır. Hemen alır, tozlarını temizler ve bir miktar da güzel kokular sürerek yüksekçe bir duvarın üzerine koyar.

O diyarda zühd ve takvası ile meşhur olan bir zat, o gece rüyasında üç defa Hak Celle ve Âlâ Hazretlerini görür ve Hak Teâlâ Hazretleri O’na hitaben:

– Ey kulum! Bişri Hâfî’ye git. O bizim ismimizi tazîmen kaldırdı, biz de O’nun ismini kaldırdık. O bizim ismimizi aziz etti, biz de O’nun ismini aziz ettik. O bizim ismimizi güzelleştirdi, biz de O’nun ismini güzel kıldık, böylece kendisine söyle, haberi olsun, buyurulur.

O zâhid de hemen Bişri Hâfî’nin evine giderek kapıyı çalar. Kapıyı bir cariye açar ve ne istediğini sorar. O da cariyeye şöyle sual eder:

– Bu evin sahibi, köle midir, âzadlı mıdır?

– Âzadlıdır.

– Âzadlı böyle mi olur?

Sonra cariye içeriye gider ve olanları haber verir. Bişri Hâfî de hemen yalın ayak ve başı açık olarak kapıya gelir ve:

– Ya Şeyh! Cariye hata etmiş. Bu evin sahibi, bütün insanların en âsi ve günahkâr olanıdır, der.

Bunun üzerine zâhid, rüyasını anlatır. O anda Bişri Hâfî’nin kalbine hidayet ve inayet yetişerek, şevk ve muhabbet dolar. Tam bir ihlas ile tevbe eder ve derhal mürşid aramaya çıkar. Çıkarken cariyesi:

– Ey efendi, biraz dur da başlığını getireyim.

– Hayır duramam. Zira Cenabı Hak, beni böylece davet etmiş, der ve öylece yola düşer. Ve nihayet bir mürşid-i kâmile bağlanarak, evliyanın büyükleri arasına katılır.

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.099
  • 45.138
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.099
  • 45.138
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 03 May 2016 18:47:39
Bayezid-i Bistami Hazretleri bir gün tımarhanenin önünden geçiyordu. Tımarhane hizmetçisi nin tokmakla bir şeyler döğdüğünü görüp :
-Ne yapıyorsun ? diye sordu . Hizmetçi:
-Burası tımarhanedir. Delilere ilaç yapıyorum, dedi. Bayezid -i Bistami Hazretleri :
-Benim hastalığıma da bir ilaç tavsiye eder misin ? dedi. hizmetci:
- Ben gönül hastalığından anlamam . Ben delilere ilac hazırlıyorum, diye cevap verdi. Tam bu sırada tımarhane parmaklıkları arasından konuşulanları duyan bir deli (!), Bayezid Hazretlerine :
- Gel dedi , gel! Senin hastalığının çaresini ben söyleyeyim, diye seslendi . Bayezid -i Bistami Hazretleri , delinin yanına sokularak :
- Söyle bakalım , benim derdime çare nedir? dedi . Deli(!) Şu ilacı tavsiye etti :
- Tövbe kökü ile istiğfar yaprağını karıştır. Kalp havanın da tevhid tokmağı ile döğ, insaf eleğinden geçir, Gözyaşıyla yoğur, Aşk fırınında pişir Akşam-sabah bu miktarda ye. O zaman göreceksin senin hastalığından eser kalmaz, dedi. Bu güzel ilacı öğrenen Bayezid i Bistami Hazretleri :
Hey gidi dünya hey! Demek seni de deli diye buraya getirmişler, deyip oradan ayrıldı.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.768
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.768
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 03 May 2016 21:37:41
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
FITRATININ GEREĞİNİ YAP,,MERHAMETLİ OL
Derviş suya düşen akrebi kurtarmak ister...

elini uzatınca akrep sokar;

derviş tekrar dener, akrep yine sokar..

Bunu görenler dayanamaz dervişe:

"İyilik yapmak istediğin halde sana zarar verene daha ne diye yardım edersin." der.

Dervişin cevabı mânidardır:

"Akrebin fıtratında sokmak var,
benim fıtratımda ise yaratılanı sevmek, merhamet etmek;
o fıtratının gereğini yapıyor diye,ben niye fıtratımı değiştireyim?
700 YILLIK ALTIN ÖĞÜT

Aşağıda Osman Bey'e ünlü İslam Alimi, Şeyh Edeb-Ali'nin verdiği öğütleri
anlatan bir yazı. Çok hoşuma gitti. Neredeyse 700 yıl önce
söylenmiş ama hiç mi hiç eskimemiş. Tüm zamanlar için geçerli.

"Oğul insanlar vardır şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler.
Avun oğlum avun. Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, kelamlısın,
ama bunları nerede, nasıl kullanacağını bilemezsen sabah
rüzgarında savrulur gidersin...
Öfken ve nefsin bir olup aklını yener. Daima sabırlı, sebatlı ve
iradene sahip olasın. Dünya senin gözlerinin gördüğü gibi büyük
değildir. Bütün fethedilmemiş gizemler, bilinmeyenler,
görülmeyenler ancak senin fazilet erdemlerinle gün ışığına
çıkacaktır. Ananı, atanı say, bereket büyüklerle beraberdir.
Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere
dönersin. Açık sözlü ol, her sözü üstüne alma. Gördün söyleme,
bildin bilme.

Sevildiğin yere sık gidip gelme, kalkar muhabbetin itibar olmaz.

Üç kişiye acı:
* Cahiller arasındaki alime,
* Zenginken fakir düşene,
* Hatırlı iken itibarını kaybedene.

Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.
Haklı olduğunda mücadeleden korkma.

"Bilesin ki atın iyisine DORU,"
"Yiğidin iyisine DELİ derler."

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.768
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.768
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 03 May 2016 21:38:42
EVLİYA

Yaşlı adamın hastalığına çare bulunamayınca,
kendisine evliya denilen birinin adresini vermişler.
Söylenenlere göre en ağır hastalar o zatın duasıyla
iyileşebiliyormuş. İhtiyar adam verilen adresi
çaresizlik içinde cebine atıp doktorun yanından
ayrıldığında, sokağın köşesinde simit satan 6 - 7
yaşlarındaki bir çocuğa rastladı. Çocuk son
derece masum gözlerle kendisine bakıyor
ve onu tanıyormuş gibi gülümsüyordu.

Adam, o yaştaki çocukların tamamen günahsız
olduğunu düşünerek yoluna devam ederken,
aniden duruverdi. Simitçinin üzerindeki eski
tişörtün üzerinde bir "E" harfi yazılıydı. Ve bu
"E" mutlaka evilyanın "E" si olmalıydı...
Aradığı evliyaya bu kadar çabuk ulaşmanın
heyecanıyla yanına gidip bir simit aldıktan sonra;

- "Doktorlar benim hasta olduğumu söylediler,"
dedi. "İyileşmem için bana dua eder misin?"

Çocuk bu teklif karşısında şaşırmışa benziyordu.
Kafasını olur der gibi sallarken;

- "Bende sık sık hastalanıyorum," diye karşılık verdi.
"Ama dedem, Allaha inananların ölünce yıldızlara
uçtuklarını ve orada cenneti seyrettiklerini söylüyor.
Bu yüzden korkmuyorum hastalıklardan."

Adam içinin bir anda ferahladığını hissetti. Onun
soğuktan moraran yanaklarına bir öpücük kondururken ;

- "Deden çok doğru söylemiş," dedi.
"Ama ben yine de yardım istiyorum senden."

Çocuk, duasının kıymetini anlamış gibiydi. Karşı
kaldırımdan geçmekte olan baloncuyu gösterek ;

- "Size dua edeceğim" diye cevap verdi. "Ama eğer
iyileşirseniz, bana 10 tane balon alacaksınız , tamam mı?"

Bu sefer adam başını salladı. Fakat çocuk bu kadar
büyük bir hazineyi istemekle haksızlık yaptığına
hükmetmişti. Mahcubiyetten kızaran yanaklarını
elleriyle örtmeye çalışırken ;

- "Uçan balon almanıza gerek yok," diye devam etti.
"Normalinden 10 tane istemiştim. "

Adam elini uzatarak çocukla tokalaştı. Anlaşma
nihayet yapılmış, ayrıntılara geçilmişti. Buna göre
hastalıktan kurtulması halinde 6 ay sonraki ramazan
bayramında çocukla buluşacak ve her hangi bir sebeple
gelemediği takdirde, önceden hazırlanan balonların
ona ulaşmasını veya postalanmasını sağlayacaktı.

Adam küçük çocuğun adını ve adresini bir kâğıda
yazdıktan sonra, başını okşayarak onunla vedalaştı.

Aradan soğuk bir kış geçip ramazana ulaşıldığında ,
adamın hastalığından eser bile kalmamıştı. Hayata
tekrar dönmenin sevinciyle en güzel balonlardan
bir paket hazırladı ve bayramın ilk gününü iple
çekerek randevü yerine gitti. küçüklerin cıvıl cıvıl
kaynaştığı bayram yerindeki diğer simitçiler,
çocuğu tanımıyordu. Adam onu biraz ilerdeki
bakkala sorduğunda , dükkân sahibi ;

- "Ciğerleri hastaydı yavrucağın," dedi.
"Geçen hafta aniden ölüverdi."

Adam bir anda beyninden vurulmuşa döndü.
Ve koşar adımlarla orayı terkederken , önüne
çıkan ilk baloncuya bir tomar para uzatıp;

- "Şu uçan balonlardan 10 tane istiyorum," dedi.
"Çabuk ol, gecikmeden ulaşmalı yerine."

Adam, satıcının aceleyle uzattığı balonların iplerini
birbirine düğümledikten sonra, onları besmeleyle
gökyüzüne bıraktı. Bayram yerindeki herkes gibi
baloncu da şaşkındı. Sonunda dayanamayıp ;

- "Ne yaptığınızı anlayamadım." dedi.
"Neden bıraktınız onları öyle?"

Adam, nazlı nazlı yükselmekte olan balonları
buğulu gözlerle takip ederken ;

- "Onları bekleyen küçücük bir dostum var,"
diye mırıldandı. "Hemde evliya gibi bir dost.
Balonları adresine postaladım sadece."

Cüneyd SUAVİ

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.768
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.768
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 03 May 2016 21:39:45
Fizik Sınavı

   Kısa bir süre önce, benden bir fizik sınavı puanlamasında hakemlik yapmamı isteyen meslektaşımdan çağrı aldım. Meslektaşım fizik sınavındaki bir soruya verdiği yanıt nedeniyle öğrencilerinden birine "sıfır" puan takdir etmişti. Öğrencisi de "eğer puan yöntemi adil olsaydı, en yüksek puanı alacağını" iddia etmekteydi.    Meslektaşım ve öğrencisi sonunda verilen yanıtı, tarafsız bir hakeme puanlatmak için anlaşmaya varmışlardı. Hakem olarak da beni seçmişlerdi. Arkadaşımdan çağrıyı alır almaz, kendisine uğradım ve sınavda sorulan soruyu okudum:
   "Barometre yardımıyla yüksek bir binanın yüksekliğinin ne şekilde saptanacağını gösterin"
   Öğrencinin yanıtı da şöyleydi:
   "Barometreyi binanın en üst katına çıkarırız. Barometrenin ucuna bir ip bağlar ve yukarıdan caddeye sarkıtırız. Tekrar ipi yukarı çeker ve ipin uzunluğunu ölçeriz. İpin uzunluğu bize binanın yüksekliğini verir"
   Yanıt çok ilginçti, fakat öğrenciye bunun için puan verilebilir
miydi?
   Öğrencinin, soruyu tam ve doğru biçimde yanıtladığından, bu sorudan tam puan almak için güçlü bir nedene sahip olduğunu anladım. Diğer taraftan öğrenciye tam puan verilecek olursa, öğrenci fizik dersinden yüksek bir notla geçecekti. Yüksek bir not ise öğrencinin fizik dersiyle ilgili davranışları kazandığının göstergesiydi, fakat sorunun yanıtı onun fizik bildiğini ortaya koymuyordu. Bunun üzerine öğrenciye ayni soruyu bir daha yanıtlamasını önerdim.
   Anlaşmaya vardıktan sonra, öğrenciye soruyu yanıtlaması için 6 dakikalık bir sure tanıdım ve yanıtın içinde onun fizik dersinde kazandığı davranışları ortaya koyması gerektiğini söyledim. Beş dakika geçmesine karşın, öğrenci hiç birşey yazmamıştı. Başka bir sınıfta dersimin başlamak üzere olduğunu söyleyerek yanıt vermekten vazgeçip, geçmediğini sordum; fakat öğrencinin cevabı:    
   "Hayır vazgeçmedim" seklindeydi.
   "Bu soruya verilebilecek pek çok yanıtı olduğunu, bunlardan en iyisini seçmeye çalıştığını" belirtti. Karıştığım için özür dileyip, soruyu çözmeye devam etmesini söyledim.
   Bir dakika sonra öğrenci yanıtını verdi:
   "Barometreyi binanın en üstüne çıkarırım ve çatı katından aşağı eğilerek barometreyi bırakırım. Bırakır bırakmaz kronometreyle zaman tutmaya baslarım. Barometre yere çarpar çarpmaz kronometreyi durdurur ve "S=1/2 a t2 " (S eşit bir bölü iki a t kare) formülü ile binanın yüksekliğini hesaplarım. "Bu cevap karsısında, meslektaşıma devam etmek isteyip istemediğini sordum.
   Meslektaşım öğrenciye hak ettiği puanı vereceğini söyledi. Tam yanlarından ayrılırken öğrencinin "pek çok cevabı bulunduğunu" söylediğini hatırlayarak, diğer yanıtların neler olduğunu sordum.
   "Evet, barometre yardımıyla yüksek bir binanın yüksekliğini
bulmanın pek çok yolu vardır" dedi.
   "Örneğin, güneşli bir günde dışarı çıkar, hem barometrenin gölgesini hem de barometrenin boyunu, daha sonra da binanın gölgesini ölçerek, basit bir oranlamayla yüksekliğini bulabiliriz."
   "Çok güzel, diğer yöntemlerin nedir?" diye sordum.
   "Çok basit bir yöntem daha var ki onu siz de beğeneceksiniz. Bu yöntemde, barometreyi elimize alır ve binanın merdivenlerinden en üst kata doğru tırmanmaya baslarız. Merdivenleri tırmanırken barometrenin boyu kadar duvar boyunca işaretleyerek ilerleriz. Daha sonra işaretleri sayarız ve işaretlerin sayısı bize barometrenin birimi
cinsinden binanın yüksekliğini verir. Bu yöntem doğrudan ölçmeye
örnektir"
   Daha karmaşık bir yöntem isterseniz, bunun için barometreyi bir ipin ucuna bağlar ve sarkaç gibi sallamaya başlarsınız. Böylece en alt katta ve binanın en üstünde "g" değerini saptayabilirsiniz. Bu iki g değerinin farkından ilke olarak binanın yüksekliğini bulabilirsiniz."
   Sonunda öğrenci sözlerini şu şekilde tamamladı:
   "Eğer çözüm için, fizikle bir sınırlama getirmezseniz daha pek çok yanıt bulunabilir. Örneğin, barometreyi alıp alt kattaki kapıcının odasına gidersiniz. Kapıcıya eğer binanın yüksekliğini size söyleyecek olursa barometreyi ona vereceğinizi bildirir ve binanın yüksekliğini öğrenebilirsiniz."


Kaynak: Measurement and Evaluation in Education and Psychology.
  William A.  Mehrens, Irvin J. Lehmann.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK