İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı harslan05

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.364
  • 69.087
  • 3.364
  • 69.087
# 21 May 2016 15:19:38
Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuşlardır:

“Şaban ayının 15.gecesinin ilk vaktinde Cebrail (as) bana geldi ;şöyle dedi:
Ya Muhammed,başını semaya kaldır.
Sordum. Bu gece nasıl bir gecedir?
Şöyle anlattı:
“Bu gece Allah’u Teala,rahmet kapılarında üçyüz tanesini açar.Kendisine şirk koşmayanların hemen hepsini bağışlar.Meğer ki,bağışlayacağı kimseler büyücü,kahin,devamlı şarap içen,faizciliğe ve zinaya devam eden kimselerden olsun.Bu kimseler tövbe edinceye kadar,Allah’u teala onları bağışlamaz.Gecenin dörttebirini geçtikten sonra,cebrail yine geldi ve şöyle dedi:”Ya muhammed başını kaldır.Bir de baktımki cennet kapıları açılmış.

Cennetin birinci kapısında dahi bir melek durmuş şöyle sesleniyor: ”Ne mutlu bu gece rüku edenlere.”
İkici kapıdan dahi bir melek durmuş şöyle sesleniyordu: ”Bu gecede secde edenlere ne mutlu.”
Üçüncü kapıda duran melek dahi durmuş şöyle sesleniyordu: ”Bu gece dua edenlere ne mutlu.
Dördüncü kapıda duran melek dahi şöyle sesleniyordu: ”Bu gece Allah’ı zikredenlere ne mutlu.”
Beşinci kapıda duran melek dahi şöyle sesleniyordu: ”Bu gece Allah korkusundan ağlayan kimselere ne mutlu.”
Altıncı kapıda duran melek dahi şöyle sesleniyordu: ”Bu gece müslümanlara ne mutlu.
Yedinci kapıda da bir melek durmuş şöyle sesleniyordu: ”Günahının bağışlanmasını dileyen yok mu ki,günahları bağışlansın.”
Bunları gördükten sonra Cebrail’e sordum:”Bu kapılar ne zamana kadar açık bırakılacak?
Cebrail Şöyle dedi: ’Gecenin ilkinden, tan yeri ağarıncaya kadar’.

Sonra şöyle dedi: ’
Ya Muhammed, “Allah’ü Teâlâ, bu gece, Kelb kabilesinin koyunlarının tüylerinin sayısı kadar kimseyi cehennemden azad eder”.

Beraat kandilimiz mubarek olsun

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.283
  • 223.340
  • 28.283
  • 223.340
# 21 May 2016 20:34:31
(Bir bayan ile su satan çocuğun arasında geçen olan. Noktasına dokunmadan...)
Eminönü'nde otobüse binmiş sıcaktan bunalmış halde otobüsün kalkmasını bekliyorum. Otobüs kaçacak diye su almayı unutmuşum ve dilim damağıma yapışmış.
Bir delikanlı girdi 10 12 yaşlarda otobüsün kapısından üstü başı pejmürde pasaklı elinde kendisinin yarı boylarında 24 lü su kolisi...
Su isteyen var mı diye sordu?
Ver Bi tane delikanlı dedim. O getirirken cüzdanı kurcaladım ufaklığım kalmamış. Beş lira verdim alnından akan hakikaten toplumun yüzde doksanının unuttuğu alın terini sildi ufak Ada'm. Ve elini cebine attı onunda iki lira ufaklığı varmış. Tamam dedim delikanlı kalsın beş lira.
Yok Dedi gidip bozdurup geliyorum hemen. Dedim o Zaman ver o iki kirayı gerisi kalsın.
Oda olmaz Dedi su 1 lira.
Tamam dedim borcun olsun bana. Ben borçlanmam dedi. İlla biri borçlanacaksa al suyu sen borçlan.
Tamam dedim kızma hadi al parayı o Zaman bozdur gel.
Yok Dedi ya otobüs gitmiş olursa tut sen bu parayı ben kendi paramdan bozdurup geliyorum. Dedim ya giderse otobüs ben neyapacağım o Zaman.
Senin paran bende kalsa ben senin gibi birine veremem. Ama sokakta benim gibi su satan çocuk çok! Sen bana veremezsen onlardan birine verirsin hepimizin kaderi aynı bizim sonuçta.
Gözlerim dolu dolu baktım beş lira elimde..
Ve gitti bozdurdu geldi dört liramı verdi bana başını okşadım. Kaç su satıyorsun Bi günde dedim 200 kadar Normalde Dedi ama bu gün daha senle siftah yaptım. o niye dedim.
Suyum bitmişti almaya gidecektim baktım cuma vakti gelmiş cumayı kıldım su aldım geldim ancak.
Peki dedim bu gün kazandığın yetecek mi sana?
Ve bizim bolluk içinde unuttuğumuz hatırlamadığımız bir cümleyi kurdu
AZIN BEREKETİ OLURMUŞ ABLA babam öyle derdi...
Baban nerede dedim?
Suriye'de savaşta ŞEHİD oldu. ŞEHİD OĞLUYUM ben Dedi..
Ben ağlıyordum otobüs bize bakıyordu. Derken şöför geldi ve eyvallah Dedi ufak Ada'm. Dedim bana dua edermisin?.
tamam ama sende bana anneme ve kardeşime edeceksin. Hasta olmayalım ve her gün tok güvende uyuyalım diye...
Peki dedim söz..
Dilim kurusun çocuk sana verdiğim sözü unutursam seni unutup sofrada pervasız lokma yersem dilim yüreğim kurusun!
Bu dört lirayı bir ömür saklayıp her israfımda bakıp vazgeçeceğim inşallah..
Ben bu gün hayat dersi aldım hasılı...

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.460
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.460
  • Müdür Yardımcısı
# 21 May 2016 22:04:05
Çok cömert olan Selmân-ı Fârisî hazretleri (r.a), günlük gelirinin çoğunu dağıtırdı ve el emeği ile geçinirdi. Fakirleri dâimâ doyurur, onlarla beraber yerdi. Kendisi çok ihtiyar olduğu hâlde, kendi işini kendi görürdü. Bir şey taşırken elleri titredi. Halk etrafına toplanır, “Eşyalarını biz taşıyalım” deyince, onlara, “Hayır ben kendim götüreceğim” derdi. Hâlbuki emrinde çok kişi vardı.
Yaşlı hâline rağmen, her zaman ilim öğrenirdi. Bunun sebebini sorduklarında buyurdu ki:
- İlim çoktur, fakat ömür kısadır. O hâlde önce dinde zarûrî lâzım olan ilimleri öğren! Kalb ile bedenin hâli, kör ve topal bir kimsenin hâli gibidir. Kör bir ağacın altına gider, fakat onda meyve olduğunu göremez. Topal, ağaçtaki meyveyi görür fakat alamaz. İlâhî nimetleri kalb bilmeli, inanmalı, beden de onunla âmil olmalı ki, âhiretteki sonsuz nimetlere kavuşmak nasip olsun.
Çok ağlamasının sebebini sorduklarında buyurdu ki:
- Üç şey beni devamlı ağlatır: Birincisi, Resûl aleyhisselâm’ın (s.a.s) vefâtı. Bu ayrılığa dayanamadım ve durmadan ağlıyorum. İkincisi, kabirden kalktığım zaman, hâlim ne olur bilmediğim için ağlıyorum. Üçüncüsü, Allahü Teâlâ beni hesaba çektiği zaman, cennetlik miyim, cehennemlik miyim bilemiyorum. O zaman hâlim ne olur bilemiyorum, onun için ağlıyorum.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.283
  • 223.340
  • 28.283
  • 223.340
# 22 May 2016 17:06:33
Yaşlı adamın eşi evde tereyağı yapıyordu kocası ise her gün yakınlarındaki bakkala götürüp satıyor onunla geçiniyorlardı. Bakkal adamın getirdiği tereyağını hiç tartmıyordu.
Ancak bir gün acaba dedi, adam gittikten sonra tereyağını tartıya koydu, 900 gram olduğunu görünce çok öfkelendi ve yarın geldiğinde bunun hesabını sorar bir daha da ondan alışveriş yapmam dedi.
Ertesi sabah yaşlı adam elinde tereyağı içeriye girdi, bakkal sert bakışlarıyla bir daha senden tereyağı almayacağım dedi. Yaşlı adam üzülerek efendim bir yanlışım mı oldu dedi.
Bakkal, efendi senin bana verdiğin tereyağını tarttim 900 gram geldi ayıp değilmi bu yaptığın dedi.
Yaşlı adam utanarak başını yere eğdi ve
- efendim bizim terazimiz yok, sizden bir kilo şeker almıştık onu tartı olarak kullanıyoruz dedi.
Bakkal utancından ne yapacağını şaşırdı.

Böyledir işte dünya...
Kime ne ağırlıkta kıymet verirsen o ağırlıkta kıymet bulursun.

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.099
  • 45.138
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.099
  • 45.138
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 22 May 2016 20:02:56
Cüneyd-i Bağdadi hazretleri, deniz kenarında, elinde bol miktarda yem olan bir Mecusi’yi, balıklara yem atarken görüp, ona sorar:
- Ne yapıyorsun böyle?
- Balıklara yem atıyorum, sevab kazanacağım.
- İyi ama senin sevab kazanman için, önce kelime-i şehadet getirip Müslüman olman, Allah’a ve Resulüne iman etmen lazım. Müslüman olmayan, iyilik etmekle sevab kazanamaz.
- Benim bu balıklara yem verdiğimi o bahsettiğin Allah görüyor mu?
- Elbette görüyor, Onun bilmediği, görmediği bir şey yoktur.
- Öyleyse, bu da bana yeter.
Birkaç yıl sonra, Cüneyd-i Bağdadi hazretleri hacca gider. Balıklara yem atan zatı tavaf ederken görür. Ona, (Burada ne işin var?) diye sorunca, o zat gülerek, (Gördü gördü yâ Cüneyd, O beni gördü) der. (Nasıl gördü?) diye sorunca şöyle der:
- Sen gittikten sonra içimde bir nur parladı, baktım balıkların hepsi kelime-i şehadet getiriyor, ağaçlara baktım, kelime-i şehadet getiriyor, ben de kelime-i şehadet getirmeye başladım. Rabbimiz beni gördü, O gördüğü için de buraya geldim. Sana bir de nasihatim var: Yâ Cüneyd, iyilik et, at denize, balık görmese de, Hâlık görür.

Çevrimdışı sınıfçı20

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 22 May 2016 22:36:52
İslâmiyet doğduktan sonra kısa zamanda yayılmaya ve kendine taraftar toplamaya başlamıştı. Bu durum Ebu Cehil ve Ebu Leheb  gibi inkarcıların hoşuna gitmiyordu. Bu gibiler kendi çıkar sistemlerinin bozulmaması için her numarayı çevirebilecek türden insanlardı. İslâmiyet içki, fuhuş ve faizi yasaklıyor,  insanlar arasında eşitliği getiriyor, zayıf ve yoksullara yardım edilmesini şart koşuyordu. Halbuki Ebu Cehil gibi insanlar konumları ve servetleri nedeniyle kendilerini diğerlerinden üstün görüyor, İslamiyetin yasakladığı şeylerden zevk alıyorlardı.

İslamiyet daha fazla yayılmadan durdurmayı hedefleyen Ebu Cehil Peygamberimizi (sas) öldürmeyi kafasına koymuştu. Bir gün şöyle bir tuzak kurdu. Peygamberimize (sas) haber salar ve der ki “Çok hastayım Muhammed (sas) benim yanıma bir gelsin”

Evinin etrafına kuyular kazdırıp üzerlerini kamufle ettirdi. Böylece Peygamberimiz (sas) kuyuyu fark etmeyip içine düşecekti. Kuyular oldukça derindi. İçine düşen tek başına çıkamazdı. Böylece Peygamberimiz (sas) içine düşünce ölmese bile “Gaipten haber veriyor ama önündeki kuyuyu bile göremiyor” denilerek alay edilecek, Onun peygamber değil sıradan birisi olduğu intibası verilecekti.

Fakat kuyuların varlığı Peygamberimize (sas) Cebrail tarafından haber verildi. Peygamberimiz (sas) kuyuların yanına kadar gelip, tekrar geri döndü. Planı işe yaramayan Ebu Cehil evden çıkıp Peygamberimiz (sas) ne tarafa gitti diye bakmak isterken kuyulardan birisine düştü.

Adamları onu kuyudan çıkarmak istediler ama kuyu çok derin olduğu için uzatılan ipler bile kafi gelmiyordu.Ümidi gittikçe tükenen Ebu Cehil adamlarına Peygamberimizi (sas) çağırmalarını emretti. “Beni buradan ancak O kurtarır” dedi. Peygamber efendimiz (sas) “seni kuyudan çıkarabilirsem iman eder misin?” diye sordu. Ebu Cehil bunu tereddütsüz kabul etti. Çünkü canının derdindeydi. Peygamberimiz (sas) kuyuya doğru elini uzattı. Uzun iplerin bile yetişmediği kuyuya peygamberimizin eli yetişmiş Ebu Cehil’i oradan kurtarmıştı.

Kuyudan kurtulan Ebu Cehil “Ya Muhammed! Sen hakikaten iyi bir sihirbazsın” dedi. Bu bir Allah tarafından peygamberimize bahşedilen bir mucizeydi. Fakat kafirlerin gönül gözü kapalı olduğundan Ebu Cehil bunu sihir olarak tanımlamıştı. Ebu Cehil söz verdiği halde iman etmedi.

“Müminlere kuyu kazmaya çalışanlar, kazdıkları kuyuya düşerler, er veya geç düşerler.”

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.460
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.460
  • Müdür Yardımcısı
# 22 May 2016 23:31:28
Adam Olmazsan

Sırf şekille ruhi bir derinliğe ulaşılamayacağına dair Bayezîd-i Bistamî’den şu kıssa meşhurdur:
Müridlerinden biri:
“Kürkünüzden bir parça verseniz de teberrüken üzerimde taşışam!…”
Bayezîd cevaben:
“Oğlum, sen adam olmazsan, Bayezîd’in kürküne değil, derisini yüzüp, içine girsen fayda vermez!” buyururlar.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.283
  • 223.340
  • 28.283
  • 223.340
# 23 May 2016 17:58:53
DOKTORLAR HAYRETLER İÇERİSİNDE KALIYOR!
Veremli bir hasta çocuğu doktora götürüyorlar. Tahlilden sonra veremin dördüncü devresi görülüyor. Babasına "Amca bunu köyüne götür döşeğinde rahatça ölsün" diyorlar. Köye dönüyorlar. Köyün yaşlılarından biri bu çocuğa diyor ki: "Oğlum kabirde ilk sual namazdır. Namazını kıl ve kazalarını da boş zamanlarında kıl" diyor.
Ve çocuk namazlarını ve kazalarını nafileleri kılıyor. Akciğerdeki zarlarda barınan mikrop vücut hareketleriyle ölür. Çocuk kazaları da kılmaya başlayınca "Anne bana pirzola yap köfte yap" diyor iştahı açılıyor iki ay geçiyor ve kendisinin iyileştiğini hissediyor.
Gene istanbul'a gidip aynı doktora muayene oluyor. Doktorlar şaşırıyor bakıyorlar ki verem mikrobu ortadan kalkmış! Yerinde beyaz kireç şeklinde bir leke var. Çocuğa nasıl tedavi olduğunu hayretle soruyorlar. Nasıl oluyor bu işler? Namazdaki hareketler akciğerdeki mikrobun faaliyetini önlüyor. Namaz kılan insan vereme yakalanmaz.
Diyelim ki mikrop vücuda girdi. Karaciğere sinyal gidiyor. "Bende verem mikrobu var. Daha özel hücre imal et" diyor. Ve karaciğer normal hücrelerin 6 misli hücre imal ediyor. Bu hücre mikrobu yutuyor ama hazmedemiyor. Ne olacak? Diğer hücreler onun etrafında kalsiyumla hava boşluğunu örüyorlar. Hava boşluğu kalkıyor. Verem mikrobu o hücrenin içinde havasız kalıyor ve ölüyor ve film çekilince o mikrop beyaz kireç şeklinde görünüyor. Tıbbi açıklaması budur.
SubhanAllah yüce Allah'u Teala neye kadir nerde şifa olduğunu biz bilmiyoruz nerlerde arıyoruz halbuki şifa nerdeymiş...

Çevrimdışı eml48

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 6.753
  • 25.449
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 6.753
  • 25.449
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 24 May 2016 14:10:20
Beşinci Abbâsî halîfesi Harun Reşid, sarayın bahçesindeki bir gül fidanını çok beğenir. Bahçıvana; şekli, eşsiz kokusu ve müstesnâ rengiyle pek zarif olan bu gülü îtinâ ile korumasını emreder.

Bahçıvan da sultandan aldığı bu emir dolayısıyla, gülün üzerine âdetâ titremeye başlar. Her seher vaktinde ilk işi, o gülün bakımını eksiksiz yapmak olur. Yine bir sabah gülün bakımını yapmak için yanına gittiğinde bir de bakar ki, gülün dalına konan bir bülbül, ne kadar yaprak varsa hepsini gagalayarak yere düşürmüş. Gülün dallarında tek bir yaprak bırakmamış. Büyük bir korku içerisinde halîfeye koşup;

“–Sultanım!” der. “Üzerine titrediğimiz gülün yapraklarını bir bülbül gagalayarak yere dökmüş, gülün üstünde tek bir yaprak bırakmamış.”

Harun Reşid, bahçıvanın söylediklerini sükûnetle dinledikten sonra, telâş göstermeden şöyle der:

“–Üzülme bahçıvan efendi, üzülme! Bülbülün yaptığı yanına kâr kalmaz.”

Sultanın bu cevabı üzerine rahat bir nefes alan bahçıvan ise işine döner. Aradan henüz birkaç gün geçmiştir ki, bahçıvan, gülün yapraklarını düşüren bülbülü bir yılanın yakaladığını ve yutmak için otların arasında kaybolup gittiğini görür.

Heyecanla yine halîfeye gelir;

“–Sultanım!” der. “Çok sevmiş olduğunuz gülün yapraklarını döken bülbülü bir yılan yakalamış, yutarken gördüm.”

Sultan yine telâşsız;

“–Merak etme efendi!” der. “Bülbülün âhı yılanda kalmaz. O da ettiğini bulur.”

Bahçıvan yine işine döner. Bir ara bahçede çalışırken, bülbülü öldüren yılanın otların arasından kendisine yaklaşmakta olduğunu görür. Hemen elindeki küreğiyle vurarak yılanı öldürür.

Yine halîfenin huzûruna gelip sevinç içerisinde;

“–Sultanım! Bülbülü öldüren yılanı, ben de bahçede küreğimle öldürdüm.” diyerek durumu anlatır.

Harun Reşid yine sakin;

“–Bekle bahçıvan efendi bekle!” der. “Yılanın âhı da sende kalmaz. Sen de yaptığının karşılığını görürsün.”

Nitekim çok geçmez, bahçıvan işlediği bir hata sebebiyle halîfenin huzûruna çıkarılır ve cezalandırılması istenir. Halîfe de onun zindana atılmasını emreder. Askerler, yaka paça zindana doğru götürürken geriye dönen bahçıvan Sultana şunları söyler:

“–Sultanım! «Bülbülün yaptığı yanına kâr kalmaz!» dediniz, onu yılan yuttu. «Bülbülün âhı yılanda kalmaz!» dediniz, onu da ben öldürdüm. Şimdi benim yaptığım da yanıma kalmıyor, zira sen beni zindana attırıyorsun. Kimsenin yaptığı yanına kalmıyor da, senin ki mi kalacak?.. Demek sana da bir yapan çıkacak; öyle ise gel sen bana yapma ki, bir başkası da sana yapmasın.”

Harun Reşid bir müddet sükût ettikten sonra, bahçıvana hitâben; «Doğru söyledin!» diyerek askerlere şu emri verir:

“–Bırakın bahçıvanı, çiçeklerini sulamaya devam etsin.”

Bunun üzerine, Sultan ile bahçıvan arasındaki konuşmaya şahit olan bir kimse şöyle der:

“–Sultanım, gereken cezasını vermediğiniz takdirde bahçıvanın yaptığı yanına kalmış olacak.”

Harun Reşid, bu sözler üzerine şu hakikati ifade eder:

“–Hayır! Kimsenin yaptığı yanına kâr kalmaz. En ağır şekliyle âhirette ödemeye tehir edilir! Ama gafil insanlar bunun farkına varamaz da, yaptığı yanına kâr kaldı sanır.”

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.460
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.460
  • Müdür Yardımcısı
# 25 May 2016 00:37:02
Bir gün ölüm adamın karşısına çıktı ve dedi:
- Bugün, senin son günün.
Adam dedi:
- Ama ben hazır değilim.
Ölüm dedi:
- Bugünkü listemde, senin ismin ilk sıradadır.
Adam dedi:
- Peki o zaman… gitmeden önce,gel oturalım beraber bir kahve içelim.
Ölüm dedi:
- Tabi ki.
Adam, ölüme kahve ikram etti. Ve onun kahvesine bir kaç uyku hapı attı...
Ölüm kahveyi içti ve derin bir uykuya daldı...
Adam, ölümün listesini aldı ve ismini ilk sıradan silip listenin sonuna koydu.
Ölüm uyandıktan sonra şöyle dedi:
- Sen, bugün bana çok şefkatli davrandın. Şefkatinin karşılığında işime listenin sonundan başlayacağım."

Bazen bazı şeyler kaderinde yazılıdır. Onları değiştirmek için ne kadar çabalarsan çabala, onlar hiç bir zaman değişmezler..

Çevrimdışı sınıfçı20

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 25 May 2016 00:37:24
Evliyâdan birisine birgün; "Efendim, çok etkilendiğiniz bir hadiseyi anlatır mısınız" dediklerinde şöyle anlatır:

"Birgün Mekke-i Mükerreme'de altın kesemi kaybetmiş, parasız kalmıştım. Basra'dan para bekliyordum. Saçım sakalım çok uzamıştı. Bir berbere girdim ve dedim ki:

- Param yok, AllAh rızası için saçlarımı düzeltebilir misin?

Berber o anda birini tıraş ediyordu. Hemen adamın yanındaki boş koltuğu gösterip; "Buraya otur!" dedi ve onu bırakıp beni tıraş etmeye başladı. Adam itiraz etti.

Berber ona dedi ki:

-Kusura bakmayınız efendim. Sizi ücreti mukabilinde tıraş ediyorum. Ama bu genç AllAh rızası için istedi, AllAh için olan işler önceliklidir ve bir bedeli yoktur, yani AllAh için olan işin bedelini kullar ödeyemez ve bilemez.

Berber tıraştan sonra, cebime zorla birkaç altın sokuşturdu ve; "Acil ihtiyaçlarını karşılarsın, imkânım bu kadar kusura bakma!" dedi.

Aradan birkaç gün geçti, beklediğim para geldi. Ona bir kese altın götürdüm. "Asla alamam." dedi ve ekledi:

- AllAh için olan işin bedelini kullar ödeyemez demedim mi ben. Var git işine, AllAh selâmet versin.

Helâlleşip ondan ayrıldım ama tam 40 senedir ona duâ ediyorum, ona duâ etmeye doyamıyorum, geceleri bile kalkıp duâ ediyorum.

Çevrimdışı Gül Rengi

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.941
  • 47.505
  • 2.941
  • 47.505
# 25 May 2016 19:25:28
Hintli Bir usta, çırağının mutsuz bir şekilde devamlı her şeyden şikayet etmesinden usanmıştır. çırağına bir ders vermek ister ve çırağını tuz almaya gönderir. Çırak, tuz almaya beni niye gönderdi diye şikayet ederek döner. Usta, bir avuç tuzu bir bardak suya atıp karıştırıp, içmesini söyler.

 Çırak, tuzlu suyu içer içmez tükürmeye başlar.
 Usta sorar:
 - Tadı nasıl?
 Çırak öfkeyle cevap verir:
 - Tadı berbat, acı
 Usta gülümser, çırağını kolundan tutar ve dışarı çıkarır. Az ilerdeki gölün kıyısına götürür ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyler. Suyu içen çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken, usta tekrar sorar:
 - Tadı nasıl?
 Çırak cevap verir:
 - Tadı çok güzel, ferahlatıcı
 - Tuzun tadını aldın mı?
 diye sorar usta,
 - Hayır suyun tadından başka tat almadım.
 diye cevaplar çırağı. Usta, gölün yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturur ve şöyle der:
 - Yaşamda kederler, sıkıntılar tuz gibidir, ne az, ne de çoktur. Sıkıntın olduğunda yapman gereken tek şey sıkıntı veren sorunla ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sorunlarla başa çıkarken sen de bardak gibi değil, göl gibi olmaya çalış...

Çevrimdışı sınıfçı20

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 26 May 2016 23:20:33
UÇURUM KENARINDAKİ ÇİÇEK

Kocam bir mühendisti. Onunla sakin tabiatını sevdiğim için evlenmiştim. Bu sakin adamın göğsüne başımı koymak içimi nasıl da ısıtırdı. Gel gör ki iki yıl nişanlılık ve beş yıl evlilikten sonra bu sakinlik beni yormaya başlamıştı…
Eşimin -bir zamanlar çok sevdiğim- bu özelliği artık beni huzursuz ediyordu.
İş ilişkiye gelince oldukça içli, hattâ aşırı hassas bir kadınım.
Romantik anlara, küçük bir çocuğun şekere düşkünlüğü gibi can atıyorum.
Oysa kocamın sakinliği, başka bir deyişle vurdumduymazlığı, evliliğimize
romantizm katmaması beni aşktan almış, uzaklaştırmıştı…

Sonunda kararımı ona da açıkladım: Boşanmak istiyordum. Şaşkınlıktan
gözleri açılarak “niye?” diye sordu.

“Gerçekten belli bir sebebi yok” dedim, “sadece yoruldum.”

Bütün gece ağzını bıçak açmadı. Düşünüyordu.

Bu hâli ise hayal kırıklığımı daha da artırmaktan başka bir işe yaramıyordu:
İşte, sıkıntısını dışarı vurmaktan bile aciz bir adamla evliydim. Ondan ne bekleyebilirdim ki!

Sonunda sordu: “Seni caydırmak için ne yapabilirim?”

Demek ki söyledikleri doğruydu: İnsanların mizacı asla değiştirilemiyordu.
Son inanç kırıntılarım da kaybolmuştu.

“İşte mesele tam da bu” dedim. “Sorunun cevabını kendin bulup kalbimi ikna
edebilirsen kararımdan vazgeçebilirim.”

“Diyelim dağın tepesinde bir uçurum kenarında bir çiçek var. O çiçeği benim için koparmak, düşüp vücudunun bütün kemiklerinin kırılmasına, hattâ ölümüne mal olacak. Bunu benim için yapar mısın?”

Yüzümü dikkatle inceledi ve “Sana bunun cevabını yarın vereceğim” dedi.

Bu cevapla son ümidim de yok olmuştu.
Ertesi sabah uyandığımda evde yoktu.
Boş bir süt şişesini mutfak masasının üzerine koymuş, altına da bir not
bırakmıştı.

“Sevgilim,” diye başlıyordu;
“O çiçeği senin için koparmazdım.”

Kalbim yine kırılmıştı. Okumaya devam ettim…

“Çünkü her zaman yaptığın gibi bilgisayarın altını üstüne getirip çökerttikten sonra monitörün önünde ağladığında, onu tekrar düzeltebilmem için ellerime ihtiyacım var…
Anahtarları her zaman evde unuttuğunu bildiğimden, senden önce eve
varabilmem üzere koşmam gerektiğinden bacaklarıma ihtiyacım var…
Arabayı kullanmayı çok sevdiğin halde şehirde hep yolu kaybettiğinden,
yolu gösterebilmem için gözlerime ihtiyacım var…
Sadık arkadaşının her ayki ziyaretinde sebep olduğu, karnındaki krampları rahatlatabilmem için avuçlarıma ihtiyacım var…
Evde oturmayı sevdiğinden, içe kapanıklığını dağıtmak, can sıkıntını hafifletmek üzere sana şakalar yapabilmem, hikâyeler anlatabilmem için ağzıma ihtiyacım var…
Sabahtan akşama kadar bilgisayara bakmaktan gözlerinin bozulması kaçınılmaz olduğundan, yaşlandığımızda tırnaklarını kesebilmem, saçlarında -görülmesini istemediğin- beyaz telleri ayıklayabilmem, merdivenlerden aşağı inerken elini tutabilmem, çiçeklerin renginin -gençliğinde senin yüzünün rengi gibi- olduğunu söyleyebilmem için gözlerime ihtiyacım var…
Ama seni benden daha fazla seven biri varsa, evet o uçuruma gidip, o çiçeği
senin için koparırım bir tanem…”

Baktım, mektuptaki yazının mürekkepleri yer yer dağılıyordu. Gözyaşlarım mektuba düşüyordu.

“Mektubu okuduysan ve kalbin ikna olduysa lûften kapıyı aç canım. Çok sevdiğin susamlı ekmek ve taze sütle kapıda bekliyorum…”

Koşarak kapıyı açtım. Endişeli bir yüzle ve ellerinde sıkıca tuttuğu susamlı ekmek ve sütle kapının önündeydi.
Artık çok iyi biliyordum: Beni ondan daha çok kimse sevemezdi. O çiçeği uçurumun kenarında bırakmaya karar verdim.

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.460
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.460
  • Müdür Yardımcısı
# 26 May 2016 23:35:36
Eski zamanlarda Sparta Krallığı yapan Agesilaus’a sormuşlar:

-Doğruluk mu daha önemlidir, yoksa yiğitlik mi?

Agesilaus cevap vermiş:

-İnsanlar doğru olsaydı yiğitliğe ne lüzum vardı

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.767
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.767
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 27 May 2016 00:12:26
BAYAT EKMEK"

Komşumuz Hanife teyze var. 8 aydır konuya komşuya "bayat ekmeğiniz varmı? Varsa verin kuşlar cama geliyor ıslayıp veriyorum" diyordu.. Çok da zayıflamıştı. Kiracıydı. "Rutubetini çok ucuza oturuyorum diye çekiyorum" diyordu.. Eşinden dul maaşı alıyordu. Gülen, şaka yapan Hanife teyze gitmiş, yerine suskun düşünceli Hanife teyze gelmişti.. Annem dolma yapmıştı. Bir tabak dolma uzatarak; "Hadi götür Hanife teyzene de sıcak sıcak yesin" dedi..
Hanife teyzenin zilini çaldım..75 yaşındaydı.. Yavaş yavaş gelerek; "Kim o?" dedi.. "Ben Zeynep Hanife teyze" dedim.. "Tamam açıyorum kızım" dedi.. "Annem dolma yolladı" dedim.. Elimden aldı, yüzüme baktı, yutkundu .. "Allah razı olsun. Ben de yemek yiyecektim.. Şimdi yerim" dedi. "Hanife teyze annem tabağı istedi" Hanife teyze kapıyı kapatmayı bıraktı mutfağa yöneldi.. İçeriye baktım. Oturma odası karanlıktı. Işığı yaktım. Masanın üstünde bir bardak su ve ıslatılmış ekmekler tabağa doğranmıştı.. Hemen kapının önüne çıktım.. Hanife teyze tabağı uzattı. "İki cihanda aziz olun evladım" dedi. "Sağ ol" dedim...
Eve geldiğimde annem "Ne o ne oldu? Suratından düşen bin parça" dedi. "Anne, Hanife teyze tabağa bayat ekmekleri doğranmıştı yiyordu" dedim. "Olur mu kızım? Baban da emekli, O da eşinden emekli maaşı baban kadar alıyor. Sen yanlış görmüşsündür, kuşlar içindir o. Biz geçiniyorsak ki 3 kişiyiz, O tek başına hayli hayli geçinir."
Ertesi akşam anneme ne pişirdiğini sordum, etli kuru fasülye olduğunu öğrendim. İçimi bir kurt kemiriyordu.. Akşam yemeğine oturmadan "Anne Hanife teyzeye de bir tabak götüreyim mi? Annem; "Kuru fasülye birtanem. Götür de, güzel bir şey değil" "Olsun hadi ver götüreyim" Sıcak tabağı elime aldım. Hanife teyzenin sesi: "Kim o?" "Ben Zeynep" Kapıyı açtı gülümseyerek, yüzüme baktı. "Annem kuru fasülye yolladı bilmem sever misiniz?" "Nimeti ayırt etmem tabii ki severim. Allah razı olsun" "Ha unutmadan annem tabağı istiyor" Hanife teyze mutfak yoluna yönelir yönelmez, ben doğru içeri.. Masanın üstünde bir bardak su, ıslak ekmeklerin konduğu yarısı yenmiş tabak ve annemin bir gün önce verdiği dolmadan 4 tane.. Soracaktım, sormalıydım. İçim içimi kemiriyordu..

Hanife teyze beni kapıda göremeyince içeriye yanıma geldi.. Sanki "Sor" der gibi yüzüme bakıyordu ve sordum. "Bu ıslak ekmekleri sen mi yiyorsun? Hani kuşlara verecektin?" Buğulu mavi gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Üzmüş müydüm anlayamadım daha 15 yaşındaydım.. ama ağlatmıştım.. "Evet ben yiyorum canım kızım.. Benim bir oğlum birde kızım var. Burada değiller. Başka il'deler. İkisi de çalışıyor.. Araba alacaklarmış.. Bana kredi çektirdiler. Aldığım para ancak kiraya elektrik ve suya gidiyor. Üç beş kuruş ya kalıyor ya kalmıyor elimde. Ben de ekmek isteyemedim. Kol kırılır yen içinde kalır. Böyle biliriz. 3 yıl böyle idare edeceğim. kimseye söyleme e mi" dedi.. Bu sefer benim gözlerim yaşardı ..
Tabağı aldım, kapıdan çıkarken arkamdan "Kimseye söyleme güzel kız" diye bagrıyordu. Eve geldiğimde bağıra bağıra ağlıyordum. Annem şaşırmış, "Ne oldu kızım biri bir şey mi söyledi?" dedi. Olanı anneme anlattım, o da çok üzüldü.
Böyle vicdansız evlat olmayacağım anneciğim" dedim. 3 yıl boyunca tüm mahalle Hanife teyzeye kimimiz sabah kahvaltılıkları götürüyor, kimimiz öğlen yemekleri kimimizse akşam yemekleri..
2 ay önce kaybettik.. Hastayken okul çıkışı yanına uğramıştım. Bana; " İyi kalpli meleğim sen mi geldin? Şükür borç bitti" dedi. "Artık rahat edersin hanife teyzem" dedim. "Evet senin sayende sıkıntısız ekmek düşünmeden 3 yıl geçti. Rabbim seni korusun" dedi. 2 gün sonra vefat etmiş. Çok üzüldüm. Bizim halkımız dilenemez, isteyemeyiz.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK