İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı el_se

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.102
  • 29.328
  • 3.102
  • 29.328
# 18 Kas 2017 00:09:56
Simyacı romanının yazarı Paulo Coelho’dan muhteşem bir hikaye.

Leonardo da Vinci en önemli eserlerinden biri olan Son Akşam Yemeği tablosunu yapmayı planlarken büyük bir sorunla karşılaştı. İyiyi temsilen Hz. İsa’nın bedenini tasvir edecek, kötüyü temsilen ise; son akşam yemeğinde Hz. İsa’ya ihanet etmeyi planlayan Yahuda’nın bedenini resmedecekti.

Tabloyu çizerken istediği ilhamı yakalayamayan Leonardo da Vinci, resmi yarım bırakarak bu iki kişiye benzeyen model arayışına başladı. Bir konser sırasında, koroda bulunanlardan birisinin İsa tasvirine çok uygun olduğunu fark etti. Bu kişiyi atölyesine davet etti, bir çok farklı poz ile fazla sayıda taslak çizdi. Aradan 3 sene geçmişti, tablo neredeyse tamamlanmak üzereydi fakat Leonardo da Vinci, Yahuda için kullanacağı modeli hala bulamamıştı.

Leonardo da Vinci’nin aynı zamanda çalıştığı bir kilise vardı. Bu kilisenin kardinali, tabloyu biran önce bitirmesi için ünlü ressama baskı yapmaya başlamıştı. Leonardo arayışlarını hızlandırmışken, kaldırım kenarında sızmış bir sarhoş gördü. Sarhoşun üstü başı paçavradan oluşuyor, leş gibi içki kokuyordu.

Leonardo yardımcılarına; hemen sarhoş adamı kiliseye götürün diye talimat verdi. Sarhoş adamın kollarına girip zar zor kiliseye taşıyan görevliler adamı güçlükle ayağa diktiler. Zavallı adam başından geçenleri anlatırken, Leonardo da Vinci’de adamın yüzündeki inançsızlığı, günahı ve bencilliği resmediyordu.

Leonardo’nun çizimi bittiğinde, sarhoşluğun etkisinden çıkan adam gözlerini açtı ve tabloya baktı. Şaşkınlık ve hüzün içerisinde: “Ben bu resmi daha önceden görmüştüm.” dedi.

Ne zaman gördün diye sordu Da Vinci.

Üç sene önce dedi sarhoş adam. Elimde ki avucumda ki her şeyi kaybetmeden önce . O zamanlar bir koro da şarkı söylüyordum, geleceğe dair planlarım vardı. Bir ressam, İsa’nın yüzü olmam için beni atölyesine davet etmişti. O zaman görmüştüm bu tabloyu.

İyi ve Kötünün yüzü aynıdır.

Her şey, insanın yoluna ne zaman çıktığına bağlıdır.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.769
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.769
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 22 Kas 2017 23:04:26
Bir profesör konferans vermek için bir şehre gitmiş. Belirlenen saatte salona girmiş fakat ne görsün? Salonda yalnızca bir kişi oturmakta… Profesör bir an gururuna yediremeyip gitmeye yeltemiş… Ancak bunun kendisini dinlemeye gelen kişiye saygısızlık olacağını düşünüp vazgeçmiş. Gidip kürsüdeki yerini almış fakat önce bir sorayım diye düşünmüş; “Acaba bu kişi tek başına beni dinlemek ister mi?”. Profesör adama sormuş:
– Beyefendi gördüğünüz gibi salon boş. Ama siz bana ve fikirlerime değer verip buraya kadar zahmet etmişsiniz. Siz anlatmamı isterseniz ben konferansı yalnızca sizin için de sunarım. Ne dersiniz?
Adam cevap vermiş:
– Vallahi efendim ben anlamam! Ben seyisim. Ahıra bir at gelse de yem veririm, yüz at gelse de yem veririm!
Profesör mesajı almış. Hatta biraz da aşka gelip kürsüye çıkmış. Anlattıkça anlatmış… Anlattıkça anlatmış… Normalde iki saatlik konuşma hazırlamışken bu hızla üç saat anlatmış… Dört saat anlatmış… Beş saat anlatmış… Nihayetinde konuşmasını bitirip adama sormuş:
– Beyefendi nasıl buldunuz konuşmamı? Beğendiniz mi?
Adam cevap vermiş:
– Vallahi efendim ben anlamam! Ben seyisim. Ahıra bir at gelse de yem veririm, yüz at gelse de yem veririm! Ancak… Ahıra bir at gelirse diğer doksandokuz atın yemini de o ata vermem!…

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.297
  • 223.428
  • 28.297
  • 223.428
# 06 Ara 2017 21:52:00
- DİLİMİN İSTEMEYE ALIŞMASINDAN KORKTUM...
Hz Omer Radyallahu Tealan Devesinde ilerlerken elinden Asası yere düştü...
Koca Halife Koca İran'ın Yermuk'un Yemen'in Halifesi asası yere düşünce Deveden indi asasını aldı sonra yine devesine bindi
önde Azadlı köle ;
- Ey Mu'mınlerin Emiri Niçin bana söylemediniz siz kendinizi yordunuz ?
- Hz Omer'in başı yerde Gözlerin de yaş
Şunu söyledi ;
- Bunu biliyorum fakat, '' Dilimin İsteye Alışmasından Korktuğum '' Onun İçin Deve ' den İnip Asamı Kendim Alıp Deve'ye Geri Bindim..

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.297
  • 223.428
  • 28.297
  • 223.428
# 14 Ara 2017 17:19:05
STEVE JOBS'UN SON SÖZLERİ (Okumaya değer ders alınacak sözler)
İş dünyasında başarının zirvesine ulaştım. Diğer insanların gözünde, benim hayatım tam bir başarı örneği.
Ancak, çalışmanın yanında mutluluğu çok az yaşadım. Sonuç olarak, zenginlik ve varlık hayatın alıştığım bir yönü oldu.
Şu anda bir hasta yatağında tüm hayatımı gözden geçirirken, kıvanç duyduğum tüm zenginlik ve tanınmanın ölümün karşısında solduğunu ve anlamsızlaştığını anlıyorum.
Karanlıkta bana hayat desteği veren cihazların yeşil ışıklarına bakarken onların çalışma uğultularını dinliyorum. Ölümün nefesinin giderek yaklaştığını hissediyorum…
Şimdi şunu biliyorum; hayatımız için yeteri kadar varlık elde ettiğimiz zaman, zenginlikle ilgisi olmayan konuların peşinden gitmemiz gerekir… daha önemli olan şeylerin:
Belki dostluklar, belki sanat, belki de gençlik yıllarında kurduğumuz hayaller…
Sürekli olarak zenginliğin peşinde koşmak insanı benim gibi eğri büğrü hale getiriyor.
Allah hepimize zenginliğin oluşturduğu illüzyonu değil, herkesin kalbindeki sevgiyi hissedebilmemiz için duygular verdi.
Kazandığım zenginliği ve varlığı birlikte götüremiyorum.
Birlikte götürebildiğim tek şey sevginin oluşturduğu hatıralarım.
Sizinle birlikte olan, size güç veren ve size yola devam etmeniz için ışık veren gerçek zenginlik işte bu sevgi dolu hatıralar.
Sevgi binlerce kilometre gidebilir. Hayatın sonu yok. Gitmek istediğiniz yere gidin. Ulaşmak istediğiniz yüksekliğe ulaşın. Hepsi sizin kalbinizde ve ellerinizde.
Dünyada en pahallı yatak nedir biliyor musunuz? – “Hasta yatağı” …
Sizin için arabayı sürmesi için bir kişiyi kiralayabilirsiniz. Sizin için para kazanması için bir kişiyi isdihdam edebilirsiniz. Ancak hastalığınızı sizin için taşıyacak kimseyi bulamazsınız.
Kaybedilen materyaller bulunabilir. Ancak kaybolduğu zaman asla bulamayacağınız birşey var – “Hayat”.
Bir insan ameliyathaneye girdiğinde, o ana kadar okumayı bitirmiş olması gereken bir kitabın olduğunu farkediyor – “Sağlıklı Hayat Kitabı”.
Şu anda nasıl bir hayat sahnesinde olduğumuzla, zaman içinde, perdeler aşağıya inince yüzleşiyoruz.
Ailenizin, eşinizin ve dostlarınızın sevgilerine değer verin.
Kendinize iyi bakın. Diğer insanlara şevkat gösterin.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.297
  • 223.428
  • 28.297
  • 223.428
# 19 Ara 2017 23:15:20
Zamanın birinde, bir oduncu ormanda odun keserken çalı arasında bir yılana rastlamış. Elindeki baltayı kaldırıp yılanın başını vurmak üzereyken bir an gözgöze gelmiş. Yaradana olan aşkı -yılan bile olsa- yaratılana yansımış ve yılana vurmaya kıyamamış. Yılanda duygulanmış ve dile gelmiş. ''Ey insanoglu, sen bana kıyamadın, bende sana iyilik edecegim'' demiş.Bir kör kuyuya dalmış ve kaybolmuş. Biraz sonra agzında bir altın lira ile dönmüş ve ''Bundan böyle ömür boyu sana hergün bir altın lira verecegim!'' demiş. Oduncu altını bozdurmuş ve evinde ogün şenlik olmuş. Aileside dahil hiç kimseye olanı biteni anlatmamış. Herkes sadece oduncunun çok çalıştıgı için durumunun düzeldigini zannetmiş. Oduncu yıllar boyu hergün o kör kuyunun başına gitmiş, yılan ile buluşmuş ve altınını almış. Birgün oduncu agır hastalanmış. Kuyunun başına gidemez olmuş. Birkaç gün geçince bolluga alışmış evinde darlık başlamış. Oduncu oglunu yanına çagırmış ve yılanın sırrını anlatmış. ''Kör kuyunun başına git ve oglum oldugunu söyle; yılan sana altın verecek!'' demiş. Oglu inanmamış ama gitmiş. Yılan önce saklanmış, sonra ortaya çıkmış. Onun oduncunun oglu olduguna iyice kanaat getirince de kuyuya inip bir altın getirmiş. Oglan önce inanmadıgı hikayenin gerçek oldugunu görünce hırsa kapılmış, ''Kimbilir daha ne kadar altın var kuyunun içinde!'' diye düşünmüş. Hırsla yılanı öldürmek için bir hamle yapmış, ıskalamış ama yılanın kuyrugunu koparmış. Yılan da can havliyle dönüp oglanı sokmuş ve öldürmüş. Akşam yaklaşıp da oglu gelmeyince oduncu iyice endişelenmiş. Hasta yatagından sürünerek bile olsa kalkmış. Kuyunun başına gitmiş ki oglu cansız yatıyor. Yılanda o anda görünmüş; kuyrugu yok ve kanlar içinde. Oduncu durumu anlamış ve çok üzülmüş. Canının parçası oglu yerde cansız, yıllardır velinimeti olan yılanda yaralı... ''Hatalı olan oglum olmalı!'' demiş ve yılandan özür dilemiş. ''Tekrar dost olalım!'' demiş. Yılan ise acı acı gülümsemiş:
 ''ÇOk isterdim ama sende bu evlat acısı, bende de bu kuyruk acısı varken biz artık dost olamayız!'' demiş...

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.297
  • 223.428
  • 28.297
  • 223.428
# 31 Ara 2017 10:27:21
HAC...

Vakit gece yarısı... Ortada ses sada yok... Uzaktan bir iki köpek havlaması duyuluyor o kadar. Rıfkı amcanın yüreği kıpır kıpır... Akşam üzeri hac işlemini birlikte yaptırdığı müstakbel hacı arkadaşlarıyla vedalaşmış evine gidiyor.

Birkaç gün sonra Allah nasip ederse mukaddes topraklara doğru yola çıkacaklar... Bu duyguyu ailesi ve çocuklarıyla paylaşmak için aceleci... Tenha sokakta ilerlerken loş ışığı henüz sönmemiş bir evin önüne geldiğinde pis bir koku burnunun direğini kırıyor. Öyle pis koku ki midesi bulanıyor.

"Üüffff!" diyor gayri ihtiyari "Bu ne pis bir koku Allahım. Leş kokusu bu be..." Koku sebebiyle sağına soluna bakınırken loş ışıklı penceireden bir ses duyuyor ağlamaklı: -Anne pişmedi mi daha? Durup içeriye kulak kabartıyor. Duyduğu ses yüreğini dağlıyor: -Az daha sabret yavrum. Az kaldı. Bir başka çocuk sesi. Diğer kardeşi olmalı.

-Anne çok acıktım.
-Tamam oğlum pişiyor işte.
Pis koku insanın midesini bulandırıyor. Öğürmemek için çaba gerek. Peki yavrularını teselli etmek isteyen annenin sesindeki mahzunluğa ne demeli... Rıfkı amca duramıyor:

"Ben altmış yaşıma gelmiş bir ihtiyarım. Merak ettim yahu. Bir gidip soracağım." diyor kendi kendine. O zamanlar terör nerde öyle anarşist nerde? Kimin aklına gelir art niyet... Üstelik biraz araştırsan herkes birbirini tanır. Hele Rıfkı amca ki Erzurum'da bilmeyen çıkmaz. Biraz da bu cesaretle burnunun direği kırılsa da çalıyor kapıyı. Bir iki tıklatıyor tabii. Sonunda kapı çekingen bir şekilde gıcırtıyla açılıyor.

 Tamam işte o leş kokusu içerden geliyor. Ama artık merak kokuyu bastırmıştır. Kapı aralındı işte. Gencecik bir gelin. Otuz otuzbeş yaşlarında. Yüzüne yaşmak denilen cilbabını çekmiş kapı aralığından soruyor:

-Kim o? -Benim kızım ismim Rıfkı. -Ne istersiniz? -Yoldan geçiyordum. Sesler duydum. Halinizi merak ettim yavrum. Müsaade ederseniz bu meraktan kurtulmak istiyorum. O esnada zaten çocuklar da annelerinin eteğinden tutarak kapı aralığından bu meçhul adama bakıyorlar niçin geldiğini anlamak istercesine...

Rıfkı amca üstleri başlan loş ışıkta bile perperişan olan bu çocukların halini görünce koyveriyor kendini. Dünyası allak bullak oluyor. Ne haccın sevinci kalıyor yüreğinde ne az önceki manevi heyecan. O yürek şimdi bir sorumlulukla sarsılıyor. Bir mü'min olarak bu gece vakti iki küçük çocukla bu tenha sokakta loş ışığın altında hayat mücadelesi veren bu sahipsiz genç kadının halinden sorumlu hissediyor kendini.

-Kimin kimsen yok mu kızım?
-Yok amca. Kocam öleli iyice naçar kaldım.
-Evine misafir olabilir miyim?
-Buyur gel ama...

Cümlenin sonundaki "ama"nın ne anlama geldiğini çok iyi biliyor Rıfkı amca. "Ne oturtacak misafir odam var ne ikram edecek bir kahvem" denilmek isteniyor. Ne fark ederdi ki Rıfrı amca ne misafir köşesine kurulmak ne de kahve içmek istiyor. Onun tek derdi bu kimsesiz ailenin halini öğrenmek. Öğreniyor tabi. Yüreği kıyım kıyım kıyılarak öğreniyor. Kapıdan içeri girer girmez dayanamayıp soruyor:

-Kızım bu pis koku ne Allasen. Susuyor genç kadın. Dudaklan titriyor. Gözlerinden aşağı inen yaşları fazla saklayamıyor. Başını kaldırıp şöyle bir bakıyor gece yarısı belki de Allah tarafından gönderilen nur yüzlü ihtiyara. -Söyle yavrum çekinme söyle. -Ölmüş köpek eti amca... Ardından hıçkırıklarını koyveriyor anne. Başını Rıfkı amcanın omuzuna koyup babasına sarılır gibi çaresizliğini anlatıyor: -Çocuklarım aç amca. Kimsem yok. Ne yapaydım? Kime gideydim...

Rıfkı amca taş mı sanki? Kim dayanır o hale? Koskoca adam çocukluğundan beri ilk kez hıçkırarak ağlıyor hem de çocuklar gibi: > -Allahım affet... Allahım affet!.. Çocuklar melül melül annesiyle birlikte ağlayan ak saçlı adamın yüzünden aşağı süzülen yaşlara bakadursunlar Rıfkı amca ani bir kararla anneyi omuzundan tutuyor:

-Tamam kızım artık ben yanındayım. Sen benim kızımsın bunlar da torunlarım. Hemen indir o leşi ocaktan. Bekleyin ben yarım saate kalmaz gelirim. Kimsede konuşacak hal yok. Rıfkı amca kapıdan çıkar çıkmaz ardından atlı kovalarcasına koşuyor. Hem koşuyor hem söyleniyor:

-Hacca gitmiyorum bu sene... Hacca gitmiyorum... Allahım affet... Hacca gitmiyorum... Kendi evine vardığında evdekilerin yüreği ağzına geliyor. Eyvah babalarına ne oldu? Öyle ya Rıfkı amcanın göğsü körük gibi inip kalkıyor.
-Baba bu ne hal.
-Hemen dediğimi yapın!
-Tamam da baba?

Ardından talimatlar yağdırıyor herkese: -Hanım kullanmadığın ne kadar tabak çanak varsa hepsini çıkart. Yastık yorgan halı kilim ne varsa çıkartın. Bu telaş üzerine Rıfkı amcanın diğer çocukları da başına üşüşüyor. Ama baba bu. Kimse bir isteğim ikileyemez. Öyle bir saygı var o zaman. Rıfkı amca hem ağlıyor hem oğluna kızına torunlarına emirler yağdırıyor tatlı tatlı:

-Sen badana boya için kireç vs tedarik et; sen keser çekiç çivi falan ayarla. Sizler yastık yorgan çarşaf çıkartın. Sen un yağ şeker gibi erzak hazırla...

Haydi hemen yola çıkacağız! "Eyvaah" diyor aile "Rıfkı amca hac sevdasıyla aklını oynattı." Çünkü gece gündüz hac için hazırlık yapan bu adam birden ne oldu da bu hale geldi? "Tamam bu iş burda bitti" diyor aile. Ama bakalım ne olacak? Yarım saat sonra baba önde yastık yorgan mala çekiç tencere tabakailesi ardında. Rıfkı amca yine aynı heyecanla kapıyı tıklatıyor.

"Geldik yavrum geldik!" diyor. Rıfkı amcanın ailesi gördüğü manzara karşısında şaşkın. Herkes nerdeyse küçük dilini yutacak. Ama az sonra işin sırrı anlaşılıyor. Bu kez görev taksimatı hemen aracıkta yapılıyor. Mağdur anne ve çocukları hemen Rıfkı amcanın evine misafir olarak götürülüyor. Çocukların yemekleri hazırlanacak. Güzelce yıkanıp temizlenecek ve karınları doyurulacak. Orda kalanlar da kadıncağızın evini oturacak hale getirecekler. Sabaha kadar evin altı üstüne getiriliyor. Biri kapıyı pencereyi tamir ediyor. Biri boyayı badanayı başlatıyor. Yastıklar yorganlar yerleştiriliyor. Kilimler seriliyor. Ev sabaha bayram evi gibi hazırlanıyor. Üstelik o gürültüyü ne bir komşu duyuyor ne kimse rahatsız oluyor hayret!.. Sabah ezanlanyla birlikte herşey tamam...

Rıfkı amca ertesi gün huzura kavuşmuş belli... Sakinleşmiş halde çocukları tekrar evinde ziyaret ediyor. Erzak getirilmiş çuval çuval... Ayrıca hacca gitmek için ayırdığı parayı da genç anneye teslim ediyor. -Amca Allah senden razı olsun. Allah gönlüne göre versin. Birkaç gün sonra... Hacı adayları yola revan oluyorlar... Rıfkı amca arkadaşlarını yolcu ederken bir garip halde. O mübarek topraklara gidemediği için yüreği buruk. Gerçi çaresiz bir annenin imdadına yetiştiği için de huzurlu. Bu garip duygularla yol arkadaşlarını uğurlayıpmahzun bir şekilde arkalarından el sallarken Rıfkı amcanın çocukları babalarının bu haline doğrusu çok üzülüyorlar. İkibuçuk ay boyunca hacdan dönen arkadaşlarının yolunu gözlüyor Rıfkı amca. Hiç olmazsa onlardan dinleyecek o mübarek yerleri... Ama Rıfkı amcanın ailesi bir kere daha şaşıracak. Çünkü hacdan dönen arkadaşlarının soluk aldığı ilk yer Rıfkı amcanın evi. Herkes Rıfkı amcaya gelip hürmetle elini öpmek için eğiliyor. Rıfkı amca bile şaşkın: -Hayırdır hacdan dönen sizsiniz. Ben size gelecekken? -Sen oradaydın. Bizden sonra nasıl gittin? Bizden önce nasıl döndün Hacı Rıfkı? -Yanılmış olmayasınız. -Nasıl yanılırız Hacı Rıfkı Bize bu yeşil akikleri hediye vermedin mi? Rıfkı amcanın buğulu gözleri uzak ufuklara dalıp giderken hacı arkadaşları hala ellerindeki yeşil akikleri Rıfkı amcaya gösterip onu inandırmaya çalışıyorlardı.

KAYNAK: Moral Dergisi Ocak-Mart 2003 s.20-21

Çevrimdışı Gülirem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 31 Ara 2017 15:54:49
(1972 yılında, Kudüs'te, Mescid-i Aksa'da yaşanmış bir anıdan)
...
Nasıl, neden, niçin hâlâ bilmiyorum. Yanına vardım. Türkçe “Selâmünaleyküm baba”  dedim.
Torbalanmış göz kapaklarının ardında sütrelenmiş gibi jiletle çizilmişçesine donuk gözlerini araladı. Yüzü gerildi. Bana, bizim o canım Anadolu Türkçemizle cevap verdi:
- Aleykümüsselâm oğul...
Donakaldım. Ellerine sarıldım, öptüm öptüm...
- Kimsin sen, baba? dedim.
Anlattı ki ben de size anlatacağım.
Ama evvelâ biliniz. O canım Devlet çökerken, biz Kudüs’ü 401 yıl 3 ay 6 günlük bir hakimiyetten sonra bırakırız. Günlerden 9 Aralık 1917 Pazar günüdür. Tutmaya imkân yok. Ordu bozulmuş, çekiliyor, Devlet, zevalin kapısında. İngiliz girinceye kadar geçen zaman içinde yağmalanmasın diye oraya bir artçı bölük bırakırız. Âdet odur ki kenti zapteden galip, asayiş görevi yapan yenik ordu askerlerine esir muamelesi yapmaz.
Anlattı, dedim ya. Gerisini tamamlayayım.
- Ben, dedi, Kudüs’ü kaybettiğimiz gün buraya bırakılan artçı bölüğünden...
Sustu. Sonra, elindeki silahın namlusuna sürdüğü fişekleri ateşler gibi zımbaladı:
- Ben, o gün buraya bırakılmış 20. Kolordu, 36. Tabur, 8. Bölük, 11. Ağır Makineli Tüfek Takım Komutanı Onbaşı Hasan’ım...
Yarabbi. Baktım, bir minare şerefesi gibi gergin omuzları üzerindeki başı, öpülesi sancak gibiydi...
Ellerine bir kere daha uzandım. Gürler gibi mırıldandı:
- Sana, bir emanetim var oğul. Nice yıldır saklarım. Emaneti yerine teslim eden mi?
- Elbette, dedim, buyur hele...
Konuştu:
- Memlekete avdetinde yolun Tokat Sancağı’na düşerse... Git, burayı bana emanet eden kumandanım Kolağası (Önyüzbaşı) Musa Efendi’yi bul. Ellerinden benim için bus et (öp). Ona de ki...
Sonra, kumandanı olduğu takımın makinelisi gibi gürledi:
- O’na de ki gönül komasın. Ona de ki “11. Makineli Takım Komutanı Iğdırlı Onbaşı Hasan, o günden bu yana, bıraktığın yerde nöbetinin başındadır. Tekmilim tamamdır kumandanım dedi” dersin...
Öleyazdım.
Sonra yine dikeldi. Taş kesildi. Bir kez daha baktım. Kapalı gözleri ardından, dört bin yıllık Peygamber Ocağı ordumuzun serhat nöbetçisi gibiydi. Ufukları gözlüyordu. Nöbetinin başında idi. Tam 55 yıl kendisini unutuşumuzdaki nadanlığımıza rağmen devletine küsmemişti.
....

Allah'ım, islamı ve müslümanları koru.
(amin)

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.297
  • 223.428
  • 28.297
  • 223.428
# 08 Oca 2018 22:37:28
Eğer Allah’a Bir Daha İşiniz Düşmeyecekse
   Gazneli Mahmut, İslam’ı yaymak amacıyla Hindistan’a on sekiz sefer düzenlemişti. Bu seferlerin birinde oldukça şiddetli bir direnmeyle karşılaşmış, bu zor durumdan için Allah’a şöyle niyazda bulunmuştu: “Ey Rabbim! Sen yardım edensin. Bizlere yardım eyle. Şayet bu savaştan galip çıkarsam aldığım bütün ganimetleri yoksullara dağıtacağım.” Gazneli Mahmut, bu seferden zaferle çıkmıştı. Elde ettiği ganimetleri de yoksullara ve garibanlara dağıtmaya başlamıştı. Ancak sultanın yanındaki vezirler bu durumdan hoşnut olmamışlardı. Bu durumu sultana, “Aman sultanım! Ne yapıyorsunuz? Bunca değerli altınlar, inciler fakir fukaraya dağıtılır mı? Hem onlar, bunların kıymetini ne bilecek? Üstelik devletin bu ganimetlere ihtiyacı var!.” diyerek bildirmişlerdi. Gazneli Mahmut’un kafası bu sözler üzerine karışmış, kararsızlığa düşmüştü. Bu kararsızlıktan kurtulmak için devrin alimine bu durumu danışınca Alim, Gazneli Mahmut’a şu şekilde tavsiyede bulundu: “Sultanım! bunda kararsızlığa düşecek bir taraf yok! çok basit bir tercih karşısındasınız. Eğer Allah’a bir daha işiniz düşmeycekse hemen adamlarınızın dediğini yapın, ganimetleri hazineye koyun; ama Allah’a tekrar işiniz düşecekse verdiğiniz sözü tutun, adağınızı yerine getirin, ganimetleri yoksullara dağıtın.” Zor zamanlarda, sıkışık anlarda verilen sözler; durumlar iyileşince unutulmamalıdır. Aynı sıkışık durumlara düşmemeye garanti kimse edemez.

Çevrimdışı el_se

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.102
  • 29.328
  • 3.102
  • 29.328
# 26 Oca 2018 14:56:54
.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.297
  • 223.428
  • 28.297
  • 223.428
# 31 Oca 2018 07:54:22
SEVEN UYUDU AMA SEVİLEN AYAKTA..!

Adam bir gece namaz kılmak için seccadesini serer.
Namazını bitirdikten sonra şöyle bir duada bulunur;
Ya Rabbi (c.c) şu vakitte bir çok kimse uyudu, bir çoğu sevdiğine gitti, bende sana geldim.
Çünkü benim sevdiğim sensin.
Sonra zikire başladı ve seccade üzerinde zikir çekerken uyuya kaldı.
Bir hırsız girdi evine biraz sonra.
Bakındı sağına soluna.
Oldukça az ve eski eşyaların olduğu fakir birinin eviymiş bu ev diye düşündü.
Ama bir kaç parça eşya almadan çıkmak olmaz diye düşündü.
Torbasına doldurduğu bir kaç parça eşya ile tam evden çıkacakken birde baktı ki kapı yok.
Az önce girdiği kapı hiçbir yerde yoktu, her yer duvardı.
Aldıklarını bıraktı ve tekrar çevresine baktı, kapı orada duruyordu.
Tekrar torbasına doldurdu eşyaları ve tekrar baktı ki kapı yine yoktu.
Bu işlemi tam 3 kez tekrarladı.
Tam o esnada duvarlar dalga dalga yarılarak dedi ki;
Ey hırsız seven uyudu ama sevilen ayakta..!

Çevrimdışı eessrraa

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.906
  • 46.126
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.906
  • 46.126
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 03 Şub 2018 21:51:06
.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.297
  • 223.428
  • 28.297
  • 223.428
# 06 Şub 2018 22:22:01
Duygusal Bir Hikaye “Babam Seyrediyor!”
Ortaokulda okuyan ve kısa bir süre önce annesini kaybeden genç, babasıyla birlikte yaşıyordu. Babasıyla aralarında çok güzel bir dostluk vardı. Genç, okulun futbol takımındaydı. Takımdaydı ama, ufak-tefek yapısı ve tecrübesizliği nedeniyle hocası ona bir turlu maçlarda görev vermiyordu. Bu yüzden, her maçta yedek kulübesinde oturuyordu. Buna rağmen, babası hiçbir maçı kaçırmaz ve hep ayağa kalkıp tezahürat yapardı.

Liseye girdiğinde sınıfının yine en sıska öğrencisiydi gencimiz . Fakat babası onu hep futbol oynamaya teşvik etti-, bununla birlikte, eğer istemezse oynamayabileceğini de belirtti. Delikanlı futbolu seviyordu ve takımda kalmaya karar verdi. Her idmanda elinden geleni yapıyor ve takımın as oyuncularından biri olmaya çalışıyordu. Bütün lise hayatı boyunca hiçbir idmanı veya maçı kaçırmadı. Ama sürekli yedek kulübesinde oturmaktan kurtulamadı. İnançlı babası ise her zamanki gibi tribünlerde yerini alıyor ve oğlunu destekleyici tezahüratlarda bulunmaya devam ediyordu.
Genç, üniversiteye başladığında futbol onun için önemini Kaybetmeye yüz tuttu, ama yine de elinden geleni yaptı. Herkes onun okul takımına giremeyeceğinden emindiyse de, bunu başardı. Takımın antrenörü onu listeye dahil ettiğini, çünkü her idmana yüreğini koyduğunu ve takımın diğer üyelerini de şevke getirdiğini itiraf etti.
Takıma girebildiği haberi onu o denli heyecanlandırdı ve sevindirdi ki, soluğu en yakın telefon kulübesinde aldı ve babasına müjdeyi verdi. Onun bu mutluluğunu paylaşan babası, kendisine maçların sezonluk biletlerini göndermesini istedi.< br /> Üniversitedeki dört yıl boyunca hiçbir idmanı kaçırmayan genç, ne yazık ki hiçbir maçta oynayamadı. Futbol sezonunun sonlarına doğru, büyük bir eleme maçının idmanı için sahaya çıkmaya hazırlanan gencin yanına, elinde bir telgrafla antrenörü geldi.
Delikanlı telgrafı okuyunca ölüm sessizliğine büründü. Güçlükleyutkunarak hocasına şunları söyleyebildi: “Bu sabah babam ölmüş. İzninizle bugünkü
idmana gelmesem?” Hocası kolunu şefkatle omzuna doladı ve “Bu hafta dinlen evlat” dedi, “Cumartesi günkü maça gelmeyi de aklından geçirme.”  Cumartesi geldi çattı, ama okul takımının durumu hiç de iyi değildi. Maçın sonlarına doğru, bir kişi soyunma odasına sessizce girdi, formasını ve futbol ayakkabılarını giyip sahanın kenarına çıktı. Babası ölen ufaklıktı bu! Antrenör ve oyuncular azimli arkadaşlarını bu kadar kısa sürede tekrar aralarında görmekten dolayı son derece şaşırmışlardı.
Hocasının yanına giden genç “Lütfen izin verin oynayayım” dedi. “Bugün oynamak zorundayım.” Hocası önce onu duymamış gibi davrandı. Böylesine zor bir eleme maçında takımının en kötü oyuncusunu sahaya çıkarmasına imkan olmadığını düşünüyordu. Ama genç o kadar ısrar etti ki, sonunda ona acıyan hocası razı oldu:
“Pekala, oyuna girebi lirsin.”
Gencin oyuna girmesinin üstünden çok geçmemişti ki, hem hoca, hem oyuncular, hem de maçı izleyenler gördüklerine inanamadılar. Daha önce hiç oynamamış olan bu meçhul ufaklığın her hareketi harika, attığı her pas isabetliydi. Karşı takımın oyuncuları onu durdura-mıyordu. Koşuyor, pas veriyor, savunmaya yardım ediyor ve maçın yıldızı olarak parlıyordu. Sonunda, gencin takımı aradaki farkı kapattı, nihayet atılan bir golle de beraberliği yakaladı. Ve son saniyelerde ufaklık toputek başına sürükleyip herkesi geçti ve galibiyet golünü attı. Maç bitmişti.
Okulunun taraftarları sevinç çığlıkları atıyor, arkadaşları onu omuzlarında taşıyordu.
Seyirciler tribünleri terkettikten, oyuncular duşlarını alıp soyunma odasını boşalttıktan sonra, takımın hocası gencin köşede tek başına sessizce oturduğunu farketti. Yanına gidip “Evlat, inanamıyorum. Bugün bir harikaydın” dedi. “Sanane oldu, bunu nasıl yaptın, anlat bana!”
Genç hocasına baktı, gözlerine yaşlar doldu ve şöyle dedi:
“Babamın öldüğünü biliyorsunuz. Peki onun gözlerinin görmediğini biliyor muydunuz?” Delikanlı zorlukla yutkundu, gülümsemeye çalıştı: “Babam bütün maçlarıma geldi, çünkü görmediği halde beni desteklemek istiyordu. Ve ilk defa bugün beni oynarken görebilirdi. Ben de bu fırsatı kullanmak ve oynayabildiğimi ona göstermek istedim!”

Murat Çiftkaya – İlham Öyküleri

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.297
  • 223.428
  • 28.297
  • 223.428
# 12 Şub 2018 22:14:21

BAYRAMLIK ELBİSE HAYALİ..!
Yaşlı adam bir konfeksiyon mağazasının
vitrine uzun uzun baktıktan sonra ilerideki
yeşillikte oynayan çocukların en zayıfına
dönerek;
Küçük diye seslendi, bana biraz yardımcı olur
musun..?
Çocuk, hafta sonlarında yaptıkları misket
oyununu ilk defa kazanmış olmasına rağmen
arkadaşlarını bırakıp geldi.
7-8 yaşlarındaydı ve üzerindeki elbiseler tek
kelimeyle dökülüyordu.
Yaşlı adam çocuğun, saçlarını aksadıktan
sonra;
Vitrindeki elbiseyi giymeni istemiştim.
Bakalım üzerine uyacak mı dedi.
Çocuk bu teklifi ilk önce şaka sandı. Ama
adam son derece ciddiydi.
Onunla birlikte mağazaya girerken ilk önce
rüyada olup olmadığını, daha sonra da
şimdiye kadar yeni bir elbise giyip giymediğini
düşündü.
Genellikle ailedeki büyük çocuktan kalma ve
ya komşular tarafından verilen giyecekleri
giyerdi.
Birkaç sene sonra da dizleri aşınmış veya
delinmiş vaziyette kendisine yamanırdı.
Ama her zaman hasta dedikleri babasının ne
kadar zor para kazandığını bildiğinden, bu işe
bir kere bile itiraz etmemişti.
Şimdiyse ilk defa yeni bir elbisesi olacaktı.
Üstelik bayrama üç gün kala.
Çocuk yaşlı adamın gösterdiği elbiseleri
giydiğinde büyümüş olduğunu ilk defa
farketti.
Hepsinin üzerine giydiği kaban bir başkaydı
ve artık üşümeyecekti.
Çocuk misketleri onun cebine bıraktığında
iyice keyiflendi, irili ufaklı misketler gayet
derin olan ceplerin bir köşesinde kalmıştı.
Demek ki her bir cep en az elli misket
alabilirdi.
Yaşlı adam çocuğu sağa sola döndürdükten
sonra elbiselerin paketlenmesini istedi.
İş tamamlandığında tezgâhtara dönerek
elbiseleri torunuma alıyorum dedi.
Kendisine sürpriz yapacağım için onları bu
çocuğun üzerinde denedim.
Çocuk bir anda beyninden vurulmuşa döndü
ve ne diyeceğini bilemedi.
Ama artık büyüdüğüne göre bir şey belli
etmemeliydi.
Aynaya son bir defa baktıktan sonra
üzerindekileri yavaşça çıkartarak bir kenara
fırlattığı eskileri giydi.
Adam elbiselerin torununa uyacağından
emindi.
Yaptığı hizmet için çocuğa bir ciklet parası
vermek istediğinde onu yanında göremedi.
Haylaz velet, belli ki bu işten sıkılmıştı.
Çocuk arkadaşlarının yanına döndüğünde bir
kenara çekilerek onları seyretmeye koyuldu.
Bütün ısrarlara rağmen oyuna katılmadı.
Arkadaşları niçin oynamıyorsun diye sordular.
En güzel misketleri sen kazanmıştın.
Çocuk inci gibi yaşlar süzülen gözlerini
arkadaşlarından kaçırmaya çalışırken;
Misketlerim bu elbiselere yakışmayacak kadar
güzeldi dedi.
Bu yüzden onları bayramlık kabanımın cebine
sakladım..!

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.297
  • 223.428
  • 28.297
  • 223.428
# 14 Şub 2018 19:50:00
Hükümdar
Osmanlı Hükümdarlarından Sultan Murat Han: Bir gün çok telaşlı görünür. Bunun halini sezen Vezirʹi Azam Savuş Paşa Sultan Murat Hanʹa sorar:
‐ Hayrola Sultanım canınızı sıkan bir şey mi var?
Bu soruya verilen cevap ve müteakiben devam eden
konuşma şöyle cereyen eder:
‐ Akşam garip bir rüya gördüm.
‐ Hayırdır, inşaallah..
‐ Hayırmı şer mi öğreneceğiz.
‐ Nasıl yani?
‐ Hazırlan dışarı çıkıyoruz.
İkisi de molla kıyafeti giyerek dışarıya çıkarlar. Hızlı adımlarla Beyazitʹa varır lar. Vefaya yönelip Zeyrekten Unkapanına inerler. Yerde yatan bir cesetle karşılaşırlar. Cesetin etrefına toplanmış ahaliye sorarlar:
‐ Kim bu ? Ahali.
‐ Aman hocam hiç sormayın. Bu adam ayayaşın tekidir.
‐ Nereden biliyorsunuz?
‐ Kırk yıldır komşumuzdur.

İçlerinden birinin cevapı da şöyledir:
‐ Bu adam iyi bir sanatkardı. Azaplar çarşısında çalışırdı. Nalının hasını yapardı. Kazandıklarını da içkiye ve fuhuşa
harcardı.
Mahalleli cesedi orada bırakıp herkes işine ve evine döner. Padişah ve vezir cesedin başında kalakalır. Vezir de oradan geçip gitmek ister. Ancak, Padişah buna razı olmaz. Vezire der ki:
‐ Millet bu, çekip gider. Kimseye bir şey diyemem. Lakin biz gidemeyiz.
Ne olursa olsun bu bizim bir tebamız ( vatandaşımız)ʹdır.
Defnini yapmamız gerekir.
‐ Sultanım, saraydan bir kaç hoca gönderelim. Böylece vebalden de kurtulmuş oluruz?
‐ Olmaz, rüyadaki hikmeti daha çözemedik.
‐ Peki ne yapmamı buyuruyorsunuz?
‐ Mollalığa devam. Cesedi defnetmeliyiz.
‐ Sult anın nasıl kaldırırız? Bunun yıkanması var, kefenlenmesi var, tezkiyesi var.
‐ Merak etme ben hepsini beceririm.
‐ Gaslini ve defnini nerede yapacağız?
‐ Fatih camiiʹnde
Fatih camiiʹne gelirler. Padişah cenazeyi bizzat (molla kılığında) yıkar, kefenler. Musalla taşına yatırırlar. Namaz vaktine daha zaman vardır. Vezir Sultanʹa fısıldar:
‐ Sultanım eksik yaptığımız bir şey var galiba.
‐ Nedir eksik olan?
‐ Bu cenazenin hanımı, yetimleri var olamaz mı?

‐ Doğru, elbette var olabilir. Şimdi sen cenazenin başında bekle. Ben mahalleyi şöyle bir kolaşan edeyim de geleyim. Padişah garip maceranın başladığı yere koşar gider. Sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur. Kapıyı takırdattığında, kapıyı yaşlı bir kadın açar. Padişah hadiseyi bu kadına anlatır. Anlatılanları metanetle dinleyen bu hanım, ölümü bekler bir tavır ile söze başlar:
‐ Evladım, hakkını helal et. Belli ki çok yorulmuşsun, der.
Kadın olduğu yere yığılır gibi oturur.
‐ Biliyor musun Evladım; bizim efendi bir alimdi. Akşama kadar nalın yapardı. Birinin elinde şarap şişesi gördüğünde
parasını verir alır, eve getirip onu helaya dökerdi.
‐ Niye dökerdi?
‐ Ümmet‐i Muhammed içmesin diye evladım.
‐ Hayret!
‐ Dahası v ar evladım. Malum kadınların ücretini öder, eve getirirdi. Ben sizin zamanınızı satın aldım. Şimdi burada oturmanız gerekir. Oturup dinlenin, derdi. Kendisi de çekip giderdi.
Ben o kadınlara menkıbeler anlatır, kitaplar okurdum.
‐ Bak sen! Millet bunu ne sanıyor, bu ne yapıyor?
‐ O hep uzaklardaki mescitlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında namaz kılmalıyım ki, imam tekbir alınca Kabeʹyi görmeli derdi. Kimseye yüküm olmasın diye mezarını bahçeye kendisi kazdı. Kendisine:
‐ İş mezar ile bitiyor mu, dedim. Seni kim yıkar, kim kaldırır?
‐ Peki o ne derdi?
‐ Önce uzun uzun güldü, sonra:
‐ Hatun Allah büyüktür… Devrin padişahının işi ne? O yıkar ve kaldırır, derdi.

Hikayeler – Toplayan – Bayram Gündoğdu

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.297
  • 223.428
  • 28.297
  • 223.428
# 18 Şub 2018 09:32:28
istanbula geldim . evladım uğruna    ve 300 tl parayla    bende tadıklarımın yanında kaldım.  tatsız bir şey oldu ……. . kalcağım yerde kalmadı .    iş araken paralarda bitti  zaten 300 tl nekadar bir paraki  .  insanlara daha güvenimiyor halimi arz edemiyordum  sadece yaradana  yalvarıyordum .    bir yemek hanede bulaşık yıkıyordum  ama  kendimden söz etmiyordum halimi söylemdim  korkularım vardı.   yatacak biryerim  yok ne  yapacağım  öyle heryerde kalamam   bir çıkar  bir çıkar yol diye iş çıkışı  eminönüne doğru gidiyordum   eminönü seviyorum  orada insanları izlemek  beni birz olsun cresizliğimden uzak tuyordu yine oraya gidiyordum çareizliğimii utabilmek için   giderken  çapa hastanesini  gördüm  dünyalar benim oldu  aklıma harika bir firgeldi çünkü kalacak yer bulmuştum kendime  çapa hsatensinin acil servisi de kantine gittim ve orada hastam varmış  gibi  davrandım hasta yakınlarıyla sabaha kadar konuşuyordum arada bir  çıkyor hastma bakıyormuş gibi yapıyordum. tekrar kantine geliyordum güvendeydim . ama uykusuz ve yorgun düşmeye başladım . yemek hanede benim bu durunmu kaldıramış olmalı ki  bulasık yıkarken     bayılıp kalmışım rengim gitmiş   tabi herkes başıma topladım beni ayıltılar ne olduğu sordular  ben de anlatım olan biteni….. hepsi efer ber oldular   hepsi bende kal dedile saolsunlar kaldım  da ama ben biilrein yanında kalmak istemiyordum.  bir  bodrum buldum  sonra   suyu yoktu hiç birşey yoktu  ve ben inanılmaz mutluydum  .   aşsm ol du   boş boş  oda derken  karton koliyi götdüm birde eski bir ötü buldum  karton koliyi kendime yatak yaptım eksi örtüyü yorgan kolumu yastık yaptım. ömrümde  uyuduğum en huzurlu uykuyu uyudum.   bonya yapacak tım ede suyum yoktu   camiyi gördüm evimden biraz uzaktan görevliden izin aldım  eve su bağlatana kadar camiden su taşıdım evime  ama suyu ısıtacak  tüpüm yopktu  ama ketlım vardı  10 lira ya bir ketil almıştım   çöpten yoğurt kutusu buldum 10 kg okutuyu temizledim   birde küçük  tas yaptım  kolaasisesiden kendime  bonyo sorunumu çözdüm.  mutluydum . hala o boruma  sükranlarımı sunuyorum beni bugünüme gelmemi sağladı . şimdi   bir evde ne lazımsa herşeyim var .   sıfırdan başlamayı dene inan başarırısın 
sevgilerle canan

 

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK