İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.185
  • 222.697
  • 28.185
  • 222.697
# 20 Tem 2014 13:39:09
MANAV ve KADIN {Müthiş Bir Hikaye Mutlaka Okuyun}
Orta yaşlı bir kadın mahallede bir manava giderek kocasının çok hasta olduğunu, çalışamaz duruma düştüğünü ve yedi çocuğu ile birlikte aç kaldıklarını ve yiyeceğe ihtiyaçları olduğunu söyler.
Manav ona ters bir şekilde bakarak derhal dükkânını terk etmesini ister. Kadın ailesinin ihtiyaçlarını düşünerek:
- 'Lütfen efendim' der. 'paramız olur olmaz getirip borcumu ödeyeceğim.'
Manav kendisine bir kredi açamayacağını çünkü onun eski müşterisi olmadığını, kendisinde bir hesabının bulunmadığını söyler.
O sırada dükkânın dışında bekleyen bir müşteri ikisinin arasında devam eden bu konuşmayı dinlemektedir. İçeriye girerek manava yaklaşır ve: 'ben o kadının almak istediklerine kefilim' der. 'ailesinin ihtiyacı olan şeyleri ona ver.'
Bunun üzerine manav çok isteksiz bir şekilde kadına döner ve 'bir alışveriş listen var mıydı? Diye sorar. Kadın 'evet efendim' der. 'tamam' der manav. 'şimdi onu terazinin şu kefesine koy, onun ağırlığınca diğer kefeye istediklerinden koyacağım'
Kadın bir an duraklar, sonra başını önüne eğer ve çantasını açarak üzerine bir şeyler karalanmış bir kâğıt parçasını çıkartır ve manavın kendisine gösterdiği kefeye özenle bırakırken başı hala öne eğiktir.
Manavın ve diğer müşterinin gözleri terazinin kefesine dikilirken hayretle büyümüştür. Manav müşteriye dönerek, kısık bir sesle 'inanamıyorum' der. İnanılacak gibi değildir.
Müşteri manava gülerken manav çoktan diğer kefeye eline geçeni doldurmaya başlamıştır ama nafile, diğer kefeyi yerinden bile kıpırdatamamıştır.
Terazinin kefesini artık üzerindekileri alamayacak kadar doldurduğunda çaresiz hepsini bir torbaya doldurar ak kadına verir. Şaşkınlıkla üzerinde bir şeyler çiziktirilmiş kâğıdı eline alır ve okur. Bir de bakar ki or da bir alışveriş listesi yoktur. Sadece bir DUA yazılıdır.
ALLAH'IM
'Neye ihtiyacım olduğunu ancak sen bilirsin
Kendimi senin ellerine teslim ediyorum.'
............................. .............

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.185
  • 222.697
  • 28.185
  • 222.697
# 22 Tem 2014 10:44:10
Benim Müslüman Kardeşim.
Mahallemizin Cami Derneğinde görevliyim. Cumartesi günü dernek odasında oturuyoruz. Yirmibeş yaşlarında bir bayan elinde 5-6 yaşlarında kızıyla birlikte derneğe geldi. O da Cuma namazına katılmış, diğer bayanlar gibi namazını kılmış, Gazze için para toplandığından, herkesin bir yardımda bulunduğunu “kendisinin parası olmadığını bu nedenle yardım yapamadığını, onun karşılığı olarak kendisine camide bir iş gösterilirse yapabileceğini” söyledi, boğazım düğümlendi, içim doldu, ağlamamak için kendimi zor tuttum, diğer arkadaşlara dönüp, yardımcı olmalarını söyledim, onlarda caminin camlarını temizlemesini söylediler. Elinde getirdiği temizlik bezi ile camları silmeye başladı,
Cuma namazından sonra para toplamaya yardımcı oldum. Hocanın coşkulu Gazze sözleri cemaati çok etkilemişti, zaten televizyonlardan dinlenen Gazze haberleri onları duygu yüklü hale getirmişti. Durumu biraz iyi olanların en büyük kağıt paraları vermeye çalıştığını, biraz zayıf olanların ufak kağıt para veya ne kadar demir para varsa onu vermek için sıraya girdiğini gördüm, bundan öncede para toplamıştım ama ben bu Cuma günü gibi hiç görmedim.
Ve kendi kendime işte dedim benim Müslüman kardeşim, hiç aksmadan her hafta bir yerlere para toplanır, Somali olur, Myanmar olur, Soma olur, gazze olur,cami inşaatı olur, kur’an kursu olur, Deprem olur. hiç olmazsa dilenci olur, benim emekli Müslüman kardeşim maaşından ayırdığı parayı bölük bölük buralara yollar. Cebinden parayı çıkarırken hiç gocunmaz, sanki maaşından belli bir parayı ayırmıştır böyle günler için, Cebindekini çıkarıp veren başka millet kaç tanedir acaba.
Kim demiş Müslümanlar kimsesiz diye, benim cami cemaatim yeter. Allah’a emanet olun. Gazi Hirfan Haykır

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.185
  • 222.697
  • 28.185
  • 222.697
# 22 Tem 2014 22:12:43
Evdeki Hesap
Salihlerden bir zat evinin ihtiyaçlarını almak üzere pazara çıkar. Yanına da yeteceğini düşündüğü bir miktar para alır. Ancak pazarda işler ümit ettiği gibi gitmez, alışverişi tamamlayamadan parası tükenir.
Bir yaptığı hesabı, bir de ortaya çıkan sonucu düşününce gözlerinden yaşlar akmaya başlar. İnsanlar pazarın ortasında durup duruken böyle ağlamasını anlayamayazlar ve nedenini sorarlar. O da şu cevabı verir:
– Alacağım şeyler için bir hesap yapmıştım. Ama evde yaptığım hesap çarşıya uymadı. Ya bir de dünyada yaptığım hesabım ahirete uymazsa halim nice olur diye düşündüm.
Ağlamam bundandır.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.185
  • 222.697
  • 28.185
  • 222.697
# 23 Tem 2014 22:11:22
İsa aleyhisselam bir ağacın altında kendinden geçmiş bir halde dua eden birini görür.
Dikkatlice baktığında adamın ayakları tutmayan bir kötürüm olduğunu anlar.
Sonra iki gözünün de görmediğini fark eder.
Vücuduna dikkatlice baktığında ise cildinde baras hastalığı olduğunu görür.
Ama adam bütün bunlara rağmen ellerini kaldırmış mutluluktan uçacakmış gibi dua etmektedir:
“Ey nice zenginlere vermediği nimeti bana ikram eden Rabbim! Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun!..”
Hazret-i İsa kötürüm adama yaklaşır:
-Ayağın yürümüyor, Gözün görmüyor, Bedenin de sağlıklı görünmüyor?
Buna rağmen çoğu zenginlere verilmeyen nimetlerin sana verildiğini düşünmekte, bunun için de büyük bir mutlulukla şükretmektesin. Hangi nimettir nice zenginlere verilmediği halde sana verilen...?
Kapalı gözleriyle sesin geldiği yana yönelen kötürüm adam şöyle der:
-Efendi!
Allah-ü Teala bana öyle bir kalp vermiş ki, O kalple O'nu tanıyorum. Öyle de bir dil vermiş ki, O dille de O'na şükrediyorum.
Halbuki, dünyanın serveti elinde olan nice zenginler var ki,
Kalbinde O'nu tanıma sevinci,
Dilinde de O'na şükretme mutluluğu yoktur...!
Zaman zaman nankörlük edip, elimizdekini azımsıyor olsak da, nimet deryasında yüzdüğümüzü kimse inkâr edemez.
En basitinden bir ihtiyacımızı gideren kişiye minnetimizi defalarca dile getirirken, sayısız ihtiyacımızı karşılayan Rabbimize şükrü hakkıyla yerine getirebiliyor muyuz?...

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.185
  • 222.697
  • 28.185
  • 222.697
# 24 Tem 2014 09:05:09
ANNE VE KAYNANA FARKI

Yaşını başını almış iki eski arkadaş hanımefendi yolda karşılaşmışlar. Hal hatır sormuşlar.

Sıra çocuklarına gelmiş.
“Senin oğlan nasıl, evlendi mi?” diye sormuş biri,
“Evlendi” demiş öteki, “evlendi ama ah, sorma,
öyle bir gelin çıktı ki, felâket!..

“Sabahtan akşama çalışıyor,
evde doğru dürüst yemek pişmiyor,
yorgun olduğu zaman oğluma yemek pişirttiriyor.

Bazen sabah kahvaltısını bile oğlum hazırlıyor.
Ne dikiş var, ne ütü.
Bir kadın bulmuş, bütün işi ona yaptırtıyor.
Evde prensesler gibi oturuyor,
oğlum için özel hiçbir şey yapmıyor, çok üzgünüm, çok…”

“Vah vah” demiş arkadaşı, “peki kızın nasıl, o da evlendi mi?”…

“O da evlendi” demiş arkadaşı,
“ama o çok mutlu, öyle iyi bir damadım var ki,
kızımın elini sıcak sudan soğuk suya sokturmuyor.
Kızım çalıştığı için çok yoruluyor, çoğu akşam,
yemekleri beraber pişiriyorlar, hatta bazen damadım hazırlıyor.
İnanır mısın öyle iyi bir çocuk ki tatil günlerinde kahvaltısını kızımın yatağına götürüyor.

Bir kadın bulmuşlar, evin bütün işlerini o yapıyor,
kızım evde hiç yorulmuyor, prensesler gibi oturuyor,
kocası da ondan iş beklemiyor, çok memnunum, Çooookkkk“

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.185
  • 222.697
  • 28.185
  • 222.697
# 24 Tem 2014 17:14:41
-Nasılsın abi?
-Sorma çok kötüyüm. Huzurum kalmadı.
-Hayrolsun?
-Çok kötü borçlandım. Bankadan kredi çektim. Filan semtten 80 milyar liraya aldığım evi 130 milyar ödeyeceğim. Bir de buna oğlanın düğün masrafları, bir sürü hesaplanmadık şeyler eklenince kaldıramıyorum.
-Niye öyle yaptın abi?
-Ne edeyim. Oğlanı evlendireceğim. Kıraya çıkmak yerine bir evleri olsun dedim.
-İyi de, sen çalışıp kazandın. Oğlun da kazanıp tasarrufla biriktirsin. Acele edip geleceğini böyle pahalı şekilde tehlikeli ipotek altına almak niye! Ya aksilik çıkar da işler ters giderse. Bir de o semtte evlerin değeri öyle o kadar da artmıyor. Üstelik faiz haram, hem de büyük günahlardan, çok büyük haram. Ayrıca o evi daha uygun şartlarda alabilirdin. Mesela bir alternatif…. 17 yıldır çalışıyorsun. Madem öyle, işten ayrıl, tazminatın ediyor 45 milyar. Geri kalana da 3-5 toplarsın eş dosttan. Nasılsa mesleğin, sanatın, iş tecrüben var. Başka yerde işe -zorlanmadan girebilirsin.
-Öyle de yapabilirdim ama cesaret edemedim. Dr. Muhammed Bozdağ

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.185
  • 222.697
  • 28.185
  • 222.697
# 02 Ağu 2014 11:50:59
✔ İNSANLARIN EN CÖMERDİ
► İKİ ALTINDAN KURTULMAK
Bilal-i Habeşi anlatır:
Allah'ın Elçisinin hesaplarını ben takip ediyordum. Bir fakir kendisinden yardım istediğinde bana emreder, eğer elimizde para yoksa birinden borçlanarak o fakirin ihtiyacını görürdük. Bu durumu bilen ve Hz. Muhammed (asv)'e de sempatisi olduğu zannedilen zengin bir putperest bir gün bana:
"Eğer borç para ihtiyacınız olursa, sağa sola gitme hepsini ben karşılayayım." dedi. Biz de onun sözüne ve iyi niyetine güvenerek öyle yapmaya başladık. Borcumuz bir hayli kabarmıştı. Ve zengin putperest gerçek niyetini ortaya koydu. Çarşıda rastladığı bir sırada bana:
"Ey zenci!" diye bağırdı.
"Ne var?" dedim.
"Aybaşına kaç gün kaldı biliyor musun?" dedi.
"Biliyorum, az kaldı." cevabını verince;
"Hele bir aybaşı olsun görürsün. O gün alacaklarıma karşılık seni rehin edip, yeniden köle yapacağım." dedi.
Bu tehdit çok ağırıma gitmişti. Hemen Allah'ın Elçisi'nin yanına varıp durumu anlattım. O da üzüldü. Fakat Allah'a tevekkül etti ve derhal bir çare aramaya koyuldu.
Ben çıkıp eve gittim. Fakat o gece üzüntümden gözümü kırpmam mümkün olmadı. Sabah namazı vakti, Allah'ın Elçisi’nin beni çağırdığını söylediler. Hemen kalkıp gittim. Yüzü gülüyordu. Bana kapıda duran üzeri mal yüklü dört deveyi göstererek:
"Müjde ey Bilal!.. Bunlar az önce Fedek hükümdarından hediye geldi. Hemen satıp borçlarımızı ödeyelim." dedi.
Derhal emrini yerine getirdim. Başta o putperest olmak üzere hiç kimseye hiçbir borcumuz kalmadıktan sonra, gelip durumu kendisine de haber verdim. Bana:
"Bir şey arttı mı?" diye sordu
"Evet, ey Allah'ın Elçisi! İki altın kaldı!" dedim.
"Beni o iki altından da kurtar. Sen onları da ihtiyaç sahiplerine vermedikçe ben eve gitmem." dedi.
O sırada mescidde oturuyordu. Bütün Medine'yi araştırmama rağmen ertesi gün akşama kadar o iki altını da verebileceğim gerçek ihtiyaç sahiplerini bulamadım. En sonunda Medine'ye henüz gelmiş iki yoksul yolcu için alışveriş yaparak onları da elimden çıkardım. Ve mescide gelip durumu Allah'ın Elçisine bildirdim. O da Allah'a hamd ederek, iki günlük bekleyişten sonra, nihayet kalkıp evine gitti.[1]
[1]M. Yusuf Kandehlevi, Hayat-üs Sahabe (ll), shf:333.

Çevrimdışı Bekir Berkiten

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 27
  • 61
  • 27
  • 61
# 02 Ağu 2014 14:09:16
Adiyy İbni Hatem -radıyallahu anh-
Mustafa Eriş
1996 - Kasim, Sayı: 129, Sayfa: 026
Cömert Oğlu Cömert Bir Sahabi...

Adiyy ibni Hâtem radıyallahu anh cömertliğiyle meşhur bir aileden... Babasının cömertliği darb-ı mesel haline gelmiş, kendisi de "Cevad İbnü'l-Cevad = Cömert oğlu cömert" diye anılan bir yiğit...

Sevgili Peygamberimiz Mirac'a çıktığında, Cehennemde sığınakta kendisine ateş dokunmayan bir adam gördü. Cebrail aleyhisselam'a sorduğunda "Bu adam Hatem-ı Taîdir. Allah onu cüdu sehası cömertliği dolayısıyla cehennem ateşinde yakmadı." dedi. İşte Adıyy ibni Hatem böyle bir babanın oğlu...

Onun İslam'a girişi biraz geç oldu. Kendi liderliğinin elinden gitmesinden korkarak tam 20 yıl gönlünü İslam'a açamadı. Fakat sonunda kavminin bütün fertleriyle birlikte İslam'a girdi. İslam için çalıştı. Tavizsiz bir mü'min oldu. Onun Müslüman oluş hikayesi İslam açlığı duyan herkes için ibretlerle doludur. Şöyle ki Adıyy babasının miras bıraktığı Tayy kabilesinin reisi olarak yaşıyordu. İslam güneşi Arabistan'ı aydınlatmağa başlamıştı. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Medine çevresindeki kabilelere sefirler gönderiyor ve İslam'a davet ediyordu. Hicretin 9'uncu senesiydi. Tebük'ün doğusundaki Tayy kabilesi üzerine de Hz. Ali (r.a.) kumandasında bir seriyye gönderdi. Müslümanların kendi topraklarına ayak bastığını duyan Adıyy ibni Hatem ailesiyle birlikte Suriye taraflarına kaçtı. Müslümanlar bir çok esir alarak Medine'ye döndü. Esirler arasında Adıyy ibni Hatem'in kız kardeşi Sefane de vardı Rasul-i Ekrem (s.a.) Efendimizin huzuruna getirilince Sefane Müslüman olduğunu söyledi ve "Ey Muhammed! Beni esaretten kurtarmanı senden rica ediyorum. Ben Hâtem-i Tayy'ın kızıyım. Şüphesiz babam kendisine sığınanları korur, ihtiyaç sahiplerine yardım eder, açları doyurur, yemek yedirir, kendisiden bir şey isteyeni katiyen reddetmezdi" dedi. Bir müddet sonra ailesinin yanma dönmeyi istedi. Sevgili Peygamberimiz ona güzel elbiseler giydirdi. Binmesi için bir deve hazırlattı. Ona yol azığı, harçlık vererek Şam'a kardeşi Adıyy'nin yanına gönderdi.

İki Cihan Güneşi Efendimizin o gönül alıcı, tatlı, müşfik davranışları kendisinden yüz çeviren, davasına düşman olan Adıyy'i dahi hayrette bıraktı. Sefane'nin anlattıklarına inanamadı. Fakat Sefane kardeşine Medine'ye gitmesi için ısrar etti. Onun yanında asla hor, hakir görülmeyeceğini söyledi. Onun nezaketinin, edebinin, büyüklüğünün ancak görüldüğünde anlaşılacağını ve vakit kaybetmeden gitmesinin zaruretini ona kabul ettirdi. O da hazırlığını yaparak Medine'ye geldi. Bundan sonraki safhayı Adıyy ibni Hatem'den dinleyelim.

"Rasûlullah (s.a.) mescidde imiş, oraya gittim. Huzuruna varıp selam verdim. Bana "Kimsiniz?" buyurdular. Ben de "Adıyy ibni Hatem'im " dedim. Yerinden kalkıp elimi tuttu ve evine davet etti. Yolda, zayıf, yaşlı bir kadın karşısına çıktı ve ihtiyacı olduğunu anlattı. Onunla ilgilendi ve ihtiyaçlarını halletti. Ben kendi kendime, 'Bu bir hükümdar, melik olamaz" dedim Sonra evine vardık içi hurma lifi dolu bir minderi aldı ve oturacağım yere koydu. Buraya oturun buyurdular. Siz oturun dedim. Tekrar oraya oturmamı emir buyurunca oturdum. Kendileri de kuru yere oturdu. Yine kendi kendime içimden "Vallahi melik olan bir kimse böyle yapamaz. Bu çok kerem sahibi bir kimsedir" dedim. Daha sonra bana "Ey Adıyy ibni Hatem İslam ol kurtul!..." buyurdu. Ben "Benim dinim var" dedim. Bunun üzerine "Söyle bakalım sen Hıristiyanlıkla, Sabiilik arasında bir din olan rükusi değil misin? Halkın içinde ganimetlerin dörtte birini alarak geçinmiyor musun?" dedi. Ben içimden "Vallahi doğru söylüyor. Bilinmeyenleri biliyor. O bir Peygamber" dedim. Rasûlullah (s.a.) bana devamla "Ya Adiyy!... Seni İslam'a girmekten alıkoyan nedir? Allah'tan başka ilah var mı? Neden çekiniyorsun? Seni Allah büyüktür demekten alıkoyan nedir? Allah Teala'dan daha büyük var mı?" dedi. Bu nezaket, edeb ve tatlı sözler karşısında adeta eridim. Artık gönlümde liderlik sevdası ve onun verdiği kin, kibir, gurur diye bir şey kalmadı. Gönlüm ısındı ve ona karşı sevgi yumağı haline geliverdi. Derhal kelime-i şehadet getirerek İslam'la şereflendim "

İşte taş kalpleri eritecek, gönülleri fethedecek İslam ahlakı!... İşte muannid yürekleri bile yumuşatacak tavır. Tatlı söz, nezaket ve ince edeb... Kimseyi hor görmemek. Herkese değer vermek. Gerekirse ihtiyaçlarını gidermek vs. Allah Rasûlü gönülleri bu davranışlarıyla fethetti. İslam insanını bu ahlakla yoğurdu. Rabbimiz bizlere de bu incelikleri kavramayı nasip etsin... Amin.

Rasûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz onun İslam'a girmesine sevindi ve Adıyy ibni Hatem (r.a.)'ı kendi kabilesine İslamiyeti anlatmak ve onların zekatlarını toplamak üzere vazifelendirdi. Kabilesine vardığında İslamiyeti onlara anlattı ve onların toptan Müslüman olmasına vesile oldu. Tayy kabilesinin zekat mallarını ilk defa kendi eliyle toplayarak Rasûl-i Ekrem (s.a.) efendimize gönderdi.

Sevgili Peygamberimiz bir gün ona sadaka vermekle ilgili olarak: "Bir hurmanın yarısıyla bile olsa, Cehennem ateşinden korunun. Onu bulamazsanız tatlı ve güzel söz île karşılık verin "buyurdular.

O bu inci danesi tavsiyeleri kendine rehber edindi. Elindeki imkanları hep İslam yoluna harcadı. Dünyaya hiç değer vermedi. Bol bol sadaka verdi. Kazancını fakirlere dağıttı. Onun bu ahlakî güzelliği Fahr-i Kainat efendimizin gönlünü fethetti. Meclislerine geldiğinde Adıyy (r.a.)'a yer verirler ve iltifatta bulunurlardı. O son olarak Sevgili Peygamberimizle Veda Haccında bulundu. Rasûl-i Ekrem (s.a.) efendimizin irtihalini müteakip bazı Arap kabileleri İslam'dan ayrılarak irtidat ettiler. Onun kabilesinden ise, hiçbir ferdin böyle çirkin bir hareketi görülmedi. O, Hz. Ebû Bekir (r.a.) zamanında Suriye seferine, Hz. Ömer (r.a.) devrinde Irak fethine katıldı. Hz Ali (r.a.) zamanında sancaktarlık yaptı.

Uzun ömürlü sahabilerden biri olan Adıyy ibni Hatem (r.a.) 66 hadisi şerif rivayet etmiştir. 120 yaşlarında iken Küfe'de Hicri 68 senesinde dar-ı bekaya göç eyledi. Cenab-ı Hak'tan şefaatlerini niyaz ederiz. Amin.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.] © 1997 - 2014 - Bütün hakları saklıdır.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.185
  • 222.697
  • 28.185
  • 222.697
# 06 Ağu 2014 10:51:53

AŞK AĞLATIR, DERT SÖYLETİR
Ağustos 5, 2014 Editor hifanur - Yorum Yapılmamış
Sabah iş yerine gelirken dinlediğim radyoda bir hikâye anlatılıyordu. Aslının olup olmadığını kesin bilemediğimiz fakat düşündürdükleri itibariyle, dinleyen hemen herkesin alâkasını çekebilecek hikâye şöyleydi: “Celâdet ve adaletin timsâli Yavuz Sultan Selim (rahmetullahi aleyh), Mısır Seferi’nden sonra fethettiği beldede adâlet ve otoriteyi tesis için, bir süre kalmak ister. Bunun için hazırlıklar yapılır ve padişahın otağ-ı hümâyunu kurulur. Sultanın çadırını temizlemekle vazifeli kadınlardan biri, akşamları çadıra dönen Yavuz’u o gün ilk defa yakından görür ve o andan sonra onun sevgisiyle yanmaya başlar. Zamanla bu sevgi, bir sevdâ olur Mısırlı kadının yüreğinde. O, düştüğü derdin çaresizliğini bilir; fakat bununla birlikte çâre aramaktan geri durmaz.
Bir cuma günü Koca Yavuz çadırdan çıktıktan sonra bir tanıdığına yazdırdığı kâğıdı, sultanın yastığının yanına iliştiriverir. Kâğıtta; ‘Derdi olan neylesin?’ yazmaktadır. Sultan, gece istirahatına çekildiğinde yastığının yanında bulduğu kâğıtta yazılı bu ümitsiz cümleye, bir karşılık yazıp yastığının altına bırakır. Kadıncağız sabah, ‘Acaba sultan cevap yazdı mı?’ heyecanıyla -belki de biraz ümitle- yastığın altına bakar ve kâğıdının arkasına bir şeyler yazılmış olduğunu görür. Sırdaşına okuttuğu bu notta, ‘Derdi olan söylesin!’ yazmaktadır. Kadıncağız en azından derdini anlatabileceği düşüncesiyle biraz da olsa sevinir, ümitlenir bu cümleyle. Fakat padişahın celâdeti onu korkutmaktadır. ‘Şîrlerin pençe-i kahrında lerzân olduğu’ Koca Yavuz’a böyle bir şey söylemek kolay mıdır?!.. Bu defa kadın, ‘Korkuyorsa neylesin?’ yazılı bir kâğıt bırakır sultanın yastığının altına ve ertesi günü sabırsızlıkla bekler. Ertesi sabah yine yastığın altına heyecanla bakar; sultanın kaleminden çıkan, ‘Hiç korkmasın, söylesin!’ yazısını görünce kadının ümidi biraz daha artmıştır. Hiç olmazsa kendini yakıp kavuran derdini söyleyecek, kabul görmese de, derdinden bir nebze olsun kurtulacaktır. Kadıncağız bütün cesaretini toplayıp akşam sultanın gelme vaktinde çadırın girişinde bekler. Birazdan Koca Yavuz, bütün haşmetiyle görünür; hâlinden, duruşundan kadının kendisine bir şeyler söylemek istediğini fark eder: ‘Söyle!’ der kadına. Edeble el-pençe duran kadın titremeye başlar ve dizlerinin bağı çözülür. Padişah gür sesiyle ikinci defa ‘Söyle!’ deyince, kadın, heyecanından sadece; ‘Efendim!’ der ve gerisini getiremez; Koca Sultan’ın celâdetinden duyduğu heyecanla yere yığılır ve ruhunu oracıkta Rabb’ine teslim eder. Herkesi bir telâş ve heyecan sarsa da, gözler Koca Yavuz’dadır. Meseleyi günlerdir hisseden Yavuz’un bu tablo karşısında yüreği yanar, gözleri dolar ve şöyle der: ‘Hakîkî âşık odur ki, sevdiği uğruna kalbi dursun!”
…
Radyodan dinlediğim bu hikâyedeki ‘hakîkî âşık’ sözü beni başka bir mecrâya yöneltmişti. Kıssalarda fasıl değil, asıldır önemli olan. Ve bu hikâye de hikâye olsun diye değil, aslı anlatmak için okunmuştu. Beni yoktan var eden ve nimetleriyle perverde eden Kâinatın Sultanı’na karşı ne kadar lâkayd bir ömür sürmekteydim. Beni insan olma, idrâk ve iman etme şerefine erdiren, her varlıkta merhameti güneş gibi ayân olan Vedûd, Rahmân ve Kerîm olan Zât’a karşı içimde (hikâyedeki kadının mecâzî aşkındaki derinlik kadar bile) ciddi bir muhabbet ve saygı hâsıl olmamıştı doğrusu. ‘İlâhî aşk’ benim gibiler için zaten çok uzak bir mevzuydu; fakat âlemi rahmetiyle kuşatan mûhit bir Kudret’in varlığını hissedip O’na inandığım hâlde, yine de ömrümün gafletle geçmesiydi bana ızdırap veren.
“Yok mudur kuzum sende meçhule karşı bir saygı,
Dipsiz göklerden ürperiş, ötelerden bir kaygı!”
Necip Fazıl
diyen şairin anlattığı bu milyarlarca ışık yılı ötesi mesafelerde, milyarlarca yıldız kümesini evirip çeviren ve kullarına şah damarından da yakın olan Mevlâ’ya, O’nun sonsuz merhametine karşı ne kadar lâkayd bir hayatın içindeydim. Yıllar önce çalıştığım okulun müdürü Fazlı Bey’in bir vesileyle okuduğu ibretlik mısralar geldi aklıma. Bir ârif zât, biraz hava almak için dolaşırken, yolda ihtiyar bir zâta rast gelir. Selâm verdikten sonra merhametle baktığı yaşlı adama irticalen şu dörtlüğü okur:
“Merhaba baba, dayı!
Bıyığı kabadayı
Bunca yıl yaş yaşadın
Ne doldurdun kab’a dayı?”
Kab’a ne doldurmuştum? Ömür sermayesi tükenmeye doğru yol alırken, hâl⠓Yazda yiyim, kışta giyim derdine sarf olunup buldu ömür intihâ.” çizgisinin dışına çıkamamıştım. İnsan olmak gerçekten ne zormuş! Bir an hüzünlü gurbette yaşayan merhamet insanının: “Sizi harekete geçirmeyen imanın, sizi sırattan geçirmesine imkân yoktur…” cümlesi yankılandı beynimde. Bizi Sultanlar Sultanı’na ulaştıracak, gecelerimizi aydınlatacak namaz için, gafletten uyanmak için, kab’a bir şeyler doldurmak için; aşk, şevk ve dert lâzımdı.
“Aşk ağlatır, dert söyletir.” demiş atalarımız. Aşk ve dert yoksa neye ağlayacak, neyi söyleyeceğiz?!.. Dertlerimiz; daha iyi hayat şartları, benliğin susmayan feryatları ve maîşet olunca, kasrına Rahmân’ın nüzul eylediği secde gecelerine, gözyaşı gecelerine de uzak kalıyorduk.
“Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.”
Necip Fâzıl
mısralarının müşahhaslaştırdığı bir hayatın temsilcisi olmaktan çok üzülüyorum. Zaman göz açıp-kapama çabukluğunda hızla geçerken, ben ‘insan’ olmanın gerektirdiği birçok şeyi yerine getirmeden yalan dünyada oyalanıp durmaktayım. Dilimde, Niyazi-i Mısrî’nin “Bir ticaret yapamadım, nakd-i ömür oldu hebâ.” ve Sultan Üçüncü Murad’ın “Uyan ey gözlerim gafletten uyan.” mısraları olduğu hâlde, neden sözüyle özü bir olanlardan değilim?!..
Bu düşünceler içinde iş yerine ulaştığımda yine Yavuz Sultan Selim (ra) geldi aklıma. Bu hikâyeyle ona olan muhabbet ve hürmetim biraz daha artmıştı. Yavuz’un kıssası, hayatın gâyesini hatırlatıyordu bana sürekli. Elim masada duran ‘Çile’ye gayr-i ihtiyari uzandı; rastgele açtım, sayfa yirmi dörtteki mısraları okudum:
“Her şey, her şey şu tek müjdede
Yoktur ölüm, Allah diyene!
Canım kurban, başı secdede,
İki büklüm, Allah (cc) diyene!”
Necip Fâzıl

Yazan: Yusuf DUMAN

Çevrimdışı eml48

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 6.753
  • 25.449
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 6.753
  • 25.449
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 06 Ağu 2014 14:03:40
DAĞDAKİ YILAN

Vaktiyle yılan avlayıp, insanlara sergileyerek üç-beş kuruş kazanan bir yılan avcısı vardı. Yine büyükçe bir yılan bulabilmek için dağlarda dolaşıp duruyordu. Gayet soğuk olan dağlarda dolaşırken, bir gün kocaman bir yılan buldu. Hareketsiz yatan bu yılanın ölü olduğunu düşündü. Sevine sevine yılanı tuttu, sürükleyerek Bağdat’a götürdü.

Haberi duyan herkes, yılanı görmek için adamın başına toplandı. Yılan o güne kadar görülmemiş bir büyüklükteydi. Maceracı avcı; yılanı sardığı kilimleri açmıyor, herkesi iyice meraklandırıyordu.

Avcının ölü sandığı yılan; aslında soğuktan donmuş, hareketsiz kalmış bir vaziyetteydi. Şehre inip Bağdat’ın sıcağını görünce; ısınmaya, ısındıkça da vücuduna can gelmeye başladı. Sonunda seyirci halkın çığlıkları arasında canlandı, iplerini kopardı ve karşısında ne yapacağını şaşıran avcısını oracıkta yutuverdi.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.185
  • 222.697
  • 28.185
  • 222.697
# 08 Ağu 2014 20:01:09
İkinci bebeği olacağını öğrenince çok sevindi.
3 yaşındaki oğlunu doğacak kardeşi için hazırlamaya başladı…
Bebeğin kız olacağı anlaşıldı.
Oğlu annesinin karnındaki kardeşine her gün şarkı
söyledi. Kardeşini daha görmeden bir sevgi bağı oluştu.
Zamanı geldi doğum sancıları başladı. Fakat bir sorun vardı. Doktorlar çaresizdi. Bir sezaryen ameliyatı gerekiyordu.
Ameliyat çok zor geçti. Sonunda bebek doğdu.
Bebeğin durumu ciddiydi.
Bebek yoğun bakım ünitesine kaldırıldı.
Günler geçtikçe küçük kızın durumu kötüye gidiyordu.
Doktorlar üzgündü çocuğun kurtulma ümidi yoktu.
Bebekleri için evlerinde bir oda düzenlemişlerdi.
Şimdi cenaze için hazırlanıyorlardı.
Oğulları kız kardeşini görebilmek için yalvarıyordu.
-Kardeşime şarkı söylemek istiyorum- diyordu.
Ama yoğun bakım ünitesine çocukların girmesi yasaktı.
Sonunda kadın kararını verdi. Bebeği nasıl olsa ölecekti. Çocuğunun kardeşini görmesini engellemeyecekti.
Ne yapıp edip çocuğu içeri sokacaktı.
Oğluna oldukça büyük gelen bir ziyaretçi giysisi giydirdi ve yoğun bakım ünitesine soktu. Çocuk yürüyen bir çamaşır torbası gibiydi. Başhemşire onun bir çocuk olduğunu fark etti.
-O çocuğu içeri sokamazsınız- diye uyardı.
Kadın başhemşireye dönerek bağırdı:
-Oğlum kız kardeşine şarkı söylemeden buradan çıkmayacak.
Oğlunu kız kardeşinin yatağına götürdü.
Küçük kız yaşam savaşını yitirmek üzereydi.
Çocuk bir süre kardeşinin yüzüne baktı.
3 yaşındaki bir çocuğun saf temiz pırıl pırıl
sesiyle şu şarkıyı mırıldandı:
-Sen benim gün ışığımsın tek gün ışığım gökyüzü
griyken beni mutlu edersin.
Küçük kız bu sesi tanıdı aniden tepki verdi.
Kalp atışları düzelmeye başladı. Annesi:
-Şarkıyı sürdür- dedi oğluna.
Küçük çocuk devam etti:
-Seni ne çok sevdiğimi asla bilmeyeceksin l
ütfen gün ışığını benden alma bebeğim.
Çocuk şarkıyı sürdürdükçe bebek kesik
kesik nefes almasını hızlandırdı. Annesigöz yaşları içinde:
-Devam et oğlum- dedi.
-Geçen gece uyurken rüyamda seni kollarıma
aldığımı gördüm bebeğim.
Şimdi onu içeri almak istemeyen hemşirenin
yüzü de gözyaşları içindeydi.
Bütün hastane personeli doktorlar başlarına toplanmıştı.
Annesi de coşkuyla şarkıya katıldı.
-Seni ne çok sevdiğimi asla bilmeyeceksin bebeğim.
Lütfen gün ışığını benden alma.
Anne oğul şarkılarını sürdürdü.
Ve küçük kız birkaç gün sonra iyileşti.
Abisineannesine odasına kavuştu.
Sevdiğiniz insanlar için ümidinizi kesmeyin.
Sevgisiz ümitsiz kalmayın.
Söz yürekten çıkarsa yüreğe gider.
Dilden çıkarsa kulağı aşamaz

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.185
  • 222.697
  • 28.185
  • 222.697
# 13 Ağu 2014 07:41:28
Zengin evin çevrede Müslüman bilinen sahibesi temizlikçi kadını bir köşeye çekip şöyle der: Sakın çocuğumun yanında namaz kılma, bir odaya çekilip kapıyı kapat. Namazı görmesin. Ben ona dinimi öğretirim.”
Dikkatinizi çekerim, bunu diyen kadın çevreye Müslüman birisi gibi tanıtıyormuş. Bu kadının evladına ettiği, gayri meşru edindiği bebeğini kilime sarıp çiğneyerek öldüren ve kalanını da sobaya atıp yakan zalim kadının yaptığından hafif mi? Aman çocuğum namaz kılanı görmesin. Ya merak eder de kılmak isterse? Ya yıllar sonra kalbinde dine bir ilgi uyanırsa… Öteki kadın bebeğinin dünya hayatını mahvetti. Sen evladının ebedi hayatını mahvetmeye kast ediyorsun. Nasıl bu kadar acımasız olabiliyorsun. Ona acımıyorsun da, kendine de acımıyorsun.
Ya şu çocuk, kırk yıllık profesör annesinin boğazını kesen hukuk fakültesi öğrencisi kız gibi acımasız büyürse? Kıyamet günü bu laflarının kaydını izleyen evladın, “-Beni ateşe atacak idiysen neden evlenip dünyaya getirdin?” diye hesap sorarsa. Ey anne! Sen inanmıyorsun, içinden namaza kin güdüyorsun, dışarıya Müslüman görünüyorsun. Münafıksın. Çocuğum görür de namazı taklit ederse diye korkuyorsun. Kendi sorumluluğunu aldın diyelim, evladının vebalini neden alıyorsun? Annelik şefkati bu mu? Muhammed Bozdağ

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.185
  • 222.697
  • 28.185
  • 222.697
# 13 Ağu 2014 20:50:22
Ahlak Felsefesi
Dişi aslan avladığı ceylanı yemeğe başlarken karnında yavrusu olduğunu fark eder. Yavruyu ölmüş ceylanın karnından çekip çıkarır lakin iş işten geçmiştir yavru çoktan ölmüştür. Annesi ölmüş yavruyu yere koyar ve ağır adımlarla bir kenara çekilip yere uzanır. Bu fotoğrafları çeken fotoğrafçı uzun süre aslanın hareketsiz kalmasından şüphelenir ve cesaretini toplayarak aslanın yanına yaklaştığında onun öldüğünü görür. Sonradan aslanın ölüm nedeni için karnını yaran veteriner kalbinin patlayarak parçalandığını tespit eder....Bu fotoğrafı gördükten ve altındaki bu bu yazıyı okuduktan sonra anladım ki; Aslan yürekli olmak, gücüne dayanarak senden zayıfların hayatına kast etmek değil; masum bir annenin yada bir yavrunun ölümüne sebebiyet vermiş olmanın üzüntüsüne yüreğinin dayanamaması demekmiş...

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.185
  • 222.697
  • 28.185
  • 222.697
# 15 Ağu 2014 08:26:21
Yıllar önce okuduğum bu hikayeyi beğenmiştim. Hikayemiz;
Çocuk, babasından aldığı harçlığı vaktinden önce bitirmiş ve günlerdir istediği top için yeterli parayı biriktirememişti. Birkaç hafta sonra yaz tatiline girecek olması, onu bu konuda endişelendirip yeni kaynaklar aramaya sevk ediyordu. Evlerine gelen son aylık dergide “Her hizmetin bir ücret karşılığında olduğu”nu okuyunca, sevinçle havaya sıçradı. Buna göre, ailesine yaptığı yardımların da bir karşılığı olmalıydı.
Çocuk bu fikirle harekete geçip gördüğü işlerin listesini çıkardı ve bunların yanına da ücretlerini yazdı. Fırından ekmek almak için 2, çöp dökmek için 1, annesiyle pazara gitmek için 5 lira hiç de fazla sayılmazdı.
Aylık toplamı 250 lira tutan listeyi imzalayıp annesinin çantasına koyduğunda, bu akıllıca keşfinden dolayı gözleri parlıyordu.
Çocuk, ertesi gün yatağının başucunda 250 lira ile birlikte küçük bir kağıt parçası buldu. Kendi hazırladığı listeye benzeyen ve annesinin imzasını taşıyan kağıtta:
“Seni hayatım pahasına dünyaya getirmenin, yıllarca bezlerini yıkamamın; binbir güçlükle besleyip büyütmenin karşılığı, sadece sevgindir ve yanağından aldığım bir öpücüktür” yazıyordu.
“Kazandığın parayı güle güle harca yavrum.”

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.185
  • 222.697
  • 28.185
  • 222.697
# 17 Ağu 2014 08:45:57
-Bir Anneden Kızına...

CANIM KIZIM,
Yaşlandığımı gördüğün gün senden sakin olmanı
rica ediyorum ama her şeyden önemlisi neler
yaşıyor olabileceğim konusunda benimle empati
kurmanı rica ediyorum. Seninle yürüyüşe
çıktığımızda tekrar tekrar aynı şeyi söylüyorum ya,
bana 'anne daha 5 dakika önce aynı şeyi
söylemiştin" deme... Sadece beni dinle... Küçük bir
çocukken sana aynı hikayeyi defalarca okumamı
istediğin günleri hatırla...Banyo yapmak
istemediğim zaman kızma ve beni utandırma,
hatırla , sen küçük bir çocukken banyo yapmak
istemediğin için benden nasıl da kaçardın ve ben bir
bir tane bahane ile seni banyoya sokmaya
çalışırdım...
Yeni teknolojiler ve gelişmeler konusuna nasıl da
cahil kaldığımı gördüğünde bana kızma, biraz
zaman ver yeni şeylere alışmam için... Beni
destekle... Hatırla canımın içi, sen küçükken nasıl
da sen den beklenen pek çok şey vardı... Elbiselerini
giymen, doğru yemek yemen, saçlarını toplaman
gibi... Bana kızma... Sadece sakin ol...
Seninle sohbet ederken sık sık ne hakkında
konuştuğumuzu unuttuğumda kabalaşma,
sinirlenme... Unutma... Benim için en önemli şey
seninle olabilmek...
Yaşlı ve yorgun bacaklarım artık eskisi kadar hızlı
hareket edememeye başladığında, elimden tut tıpkı
ilk yürümeye başladığın gün benim sana elimi
uzattığım gibi...
O günler geldiğinde üzgün olma , üzülme....Sadece
benimle ol ve yaşlılık denen bu yola girdiğimde ,
hayatımın sonlarına doğru bana tek gerekli şeyin
sevgi olduğunu unutma...
ve ben birlikte paylaştığımız bu sevgi dolu zamanlar
için her zaman sana minnettar olacağım... Büyük
bir gülümseme ve kocaman bir kucaklama ile sana
söylemek istediğim tek şey seni ne kadar çok
sevdiğimdir canım kızım...

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK