İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.297
  • 223.433
  • 28.297
  • 223.433
# 20 Kas 2014 20:27:14
BABA, PARMAKLARIM NE ZAMAN ÇIKACAK?
Adam, yeni aldığı arabasını yıkarken 6 yaşındaki oğlu yerden bir taş alır ve arabaya bir şeyler yazar!
Çok öfkelenen BABA, Çocuğunun ne yazdığına bile bakmadan oğlunun elini tutar, Vurur da vurur!
Hastanede, Elindeki sayısız kırık yüzünden çocuğun parmaklarının hepsi alınır. Ameliyattan sonra çocuk, Oldukça üzgün olan babasını gördüğünde:
- “Baba, Parmaklarım ne zaman çıkacak?” diye sorar!
Adam soru karşısında biter ve yıkılır kalır. Arabasına döndüğünde kafasını arabaya vurur da vurur. Sonra gelir motor kaputuna oturur ve işte o zaman oğlunun yazmaya çalıştıklarını görür: “SENİ SEVİYORUM BABA!”
Öfke ve Sevgide sınır yoktur. Her zaman güzel bir yaşama sahip olmak için siz ikinciyi seçiniz!
Nesneler, kullanılmak üzere yapılmıştır. İnsanlar ise Sevilmek için!

Çevrimdışı omer68

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.202
  • 2.957
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 1.202
  • 2.957
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 21 Kas 2014 07:10:32
İbrahim Ethem tacı tahtı terk ediyor.
Seneler sonra seyr-ü sülûkünü tamamladıktan sonra Belh şehrine tekrar geliyor.
Kendi yaptırdığı camide yatsı namazı kılıyor. Dışarıda sulu kar, yağmur, soğuk...
"Şurada kıvrılayım da sabah olunca giderim" diye düşünüyor.
Caminin bekçisi geliyor, camide saklandığı yerden buluyor, çıkarıyor. "Ne yapıyorsun" diyor.
"Müsaade et, şurada yatayım. Sabah namazından sonra Belh'e gireceğim" diyor. Görevli bacağından tutuyor onu "İbrahim Ethem, senin gibi çulsuzlar için yaptırmadı bu camiyi" diyor ve bacağından sürükleye sürükleye, kafasını merdivenlere vura vura atıyor onu dışarıya.
İbrahim Ethem "Ben bu camiyi yaptırdım" diyemiyor kibir olur diye.
Çaresiz, şehre gidiyor. Her taraf kapalı, sadece bir yer açık. Bir fırın. Kapıyı çalıyor ve sabaha kadar oturma müsaadesi istiyor. Orada çalışan işçi, "Geç otur" diyor.
Aradan bir-iki saat geçiyor. Sabah ezanı okunmaya başlıyor. Okunduktan sonra işçi dönüyor "Hoşgeldiniz, nereden gelip nereye gidiyorsunuz, isminiz ne" diyor.
İbrahim Ethem de "Ben iki saattir burada oturuyorum, şimdi mi geldi aklına sormak" diyor.
Fırıncı diyor ki: "Ben bu fırında işçiyim. İki çocuğum var, iki de yetime bakıyorum. Ben onlara şimdiye kadar haram lokma yedirmedim. Senin geldiğin vakit benim mesai saatim dahilindeydi. Ezan okundu, mesaim bitti. Seninle istediğin kadar konuşabiliriz, şimdi kazancıma haram karışmaz."
İbrahim Ethem "Sen ne güzel adammışsın. Sen Allah'tan bir şey isteyip de olmadığı vaki oldu mu?" diye soruyor.
"Ben Allah'tan ne istediysem verdi. Fakat Allah'tan bir şey istedim. Onu bana vermedi. Allah'a yalvardım, bana İbrahim Ethem'i göster diye, bana onu göstermedi" diyor.
"O Allah, öyle bir Allah ki,” diyor İbrahim Ethem,
“İbrahim Ethem'i bacağından sürükleye sürükleye, kafasına vura vura getirir sana gösterir ve senin gözünün önünde ruhunu teslim ettirir." diyor ve Allah diyerek ruhunu teslim ediyor
Sevenin sevdiginden istedigi tek seydir dua,
Ayrı bedenleri bir muhabbette birleştirendir dua,
Çaresizken sığındığımız tek limandır dua,
Kulun RABBİYLE teke tek buluştuğu andır dua,
Yoksulun ekmek kapısı dertlinin derman kapısıdır dua.Hayırlı cumalar olsun, Cuma dualarınızda yer bulabilmek ümidiyle.

Çevrimdışı yaar23

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.393
  • 37.752
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 3.393
  • 37.752
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 21 Kas 2014 09:51:29
Cimri Zengin

Duydum ki bir zengin vardı, Hâtem-i Tâî cömertlikte nasıl şöhret sahibiyse, bu da cimrilikte öyle ün kazanmıştı. Dünyada refahla yaşamak için ne lâzımsa bunda hepsi -fazlasıyla- mevcuttu. Cimriliğine gelince: -Söz gelişi- Ebû Hüreyre’nin (r.a) kedisi de olsa, bir lokmacıkla onu sevindirmez, Ashâb-ı Kehf’in köpeği gelse, küçük bir kemik olsun atmazdı. Hâsılı, ne kapısının açıldığını gören vardı, ne de sofrasının kurulduğunu.

Yemeğinin yoksullara ancak kokusu ulaşırdı, sofrasından kuşlar bile tek bir kırıntı toplayamazdı.

Bir gün, bu adamın Mağrip denizinde (Akdeniz) Mısır yoluna koyulmuş, kafasına yerleştirdiği Firavunluk gururuyla gitmekte olduğunu işittim. Ansızın bir firtına çıktı, ters bir rüzgâr geminin etrafını sardı.

Mahzun mizacına gönlün mecburen uyacak, kuzey rüzgârı her zaman geminin gidişine göre esmez.

Ellerini kaldırdı, dua ve niyaza başladı. Fakat bütün bu feryat ve figanlar boşa gitti. Çünkü bunlar (Firavun’un imanı gibi) iman-ı ye’s kabilinden şeylerdi. Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’inde bu gibilerin hallerini şu biçimde örneklendirir: “Gemiye bindikleri zaman Allah’a canı gönülden yalvarırlar. Bir de karaya ayak bastılar mı, şirk ve tuğyanlarında devam ederler.” Kendisi Allah’tan dilenir, dilenciye hiçbir şey vermez. Böyle cimri olan kimse elbette muradına eremez.

Topladığın altın ve gümüşün sana bir yararı yok. Gücün kuvvetin varken onları dağıtmaya bak. Kerpiçleri altın ve gümüşten kalıba dökülmüş olsa da evin, bir gün başkasına miras kalacak.

Rivayet ederler ki tüccarın Mısır’da fakir akrabaları vardı. Ondan kalan mirasla zengin oldular. Miras bırakanın ölümüyle beraber, eski elbiselerini çıkarıp attılar. Dimyat kumaşından yeni elbiseler dikindiler. Bir hafta geçmemişti ki bunlardan birine rastgeldim. Bir küheylâna binmiş gidiyor, peri yüzlü bir köle, ardınca koşuyordu. Dedim ki:

Âh, eğer ölen kişi dirilip geri gelseydi ve fırsatı kaçırdığını size haber verseydi, vârislerine mirası geri vermek miras bırakanın ölümünden daha zor olacaktı.

Aramızda eski dostluğa dayanarak, adamın yenini çektim ve dedim ki:

“Afiyetle ye, iç! O bahtı kara bu dünyadan ne kazandı; ne götürdü mezara?” Gülistan – Şeyh Sa’di-i Şirazi

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.297
  • 223.433
  • 28.297
  • 223.433
# 22 Kas 2014 09:41:39
Afrika’da çalışan bir antropolog, bir kabilenin cocuklarına bir oyun oynamayı önerir; ağacın altına koyduğu meyvelere ilk ulaşan, o meyvelerin hepsine sahip olacaktır. Onlara “Hadi, şimdi başlayın birinci olan ödülü alacak” der. O anda bütün çocuklar el ele tutuşur, koşup ağacın altına beraber varırlar ve hep beraber meyveleri yemeye başlarlar. Antropolog neden böyle yaptıklarını sorduğunda şu yanıtı verirler; “Bu UBUNTU’dur. Nasıl olur da diğerleri mutsuz iken birimiz o meyveleri yiyebilir?” ve Xhosa kültüründe UBUNTU’nun anlamını açıklarlar:
“Ben, biz olduğumuz için benim”.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.297
  • 223.433
  • 28.297
  • 223.433
# 22 Kas 2014 13:59:10
“-Ana! Ben yarın okula gitmeyecem..
-Ne demek gitmeyecem okula?
-Önlüğüm çok eski. Ayakkabım da yırtıldı. Utanıyom…
Evin küçük kızı boynunu bükerek:
-Benim de ayakkabım yırtıldı. Ben de utanıyom…
Ana:
-İnsan bunlardan değil, başka şeylerden utanır. Hırsızlık yapar utanır. Yalan söyler utanır. Birinin kalbini kırar utanır..."

Çevrimdışı yaar23

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.393
  • 37.752
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 3.393
  • 37.752
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 22 Kas 2014 22:14:23
Küçük Kızdan Büyük Ders
Küçük bir kız öğretmeni ile balinalar hakkında konuşuyordu. Öğretmen bir balinanın insanı yutmasının fiziksel olarak imkânsız olduğunu söyledi, çünkü balinaların boğazı çok küçüktür. Küçük kız “Yunus peygamberi” bir balinanın yuttuğunu söyledi, sinirlenen öğretmen balinanın insanı yutamayacağını tekrarladı, bu imkânsızdı. Küçük kız şöyle dedi:
“Cennete gittiğim zaman Hz. Yunus’a soracağım.”

Öğretmen “Ya Hz. Yunus cehenneme gittiyse?” diye yanıtladı.

Küçük kız ” O zaman sen sorarsın” dedi.

Çevrimdışı m3r52

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.770
  • 15.703
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 1.770
  • 15.703
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 23 Kas 2014 08:02:28
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Çevrimdışı yaar23

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.393
  • 37.752
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 3.393
  • 37.752
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 23 Kas 2014 12:18:11
Öğretmenlik mesleğinin  üç boyutu .İzlemenizi tavsiye ederim.

Bir öğretmenin Hikayesi

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.297
  • 223.433
  • 28.297
  • 223.433
# 23 Kas 2014 18:28:25
Hz. Muhammed'in (S.A.V) vefatından bir gün önceydi.
Herkes nefesini tutmuş bekliyordu. Çünkü az evvel Hz. Muhammed (S.A.V) ”Benden bir hakkı olan gelsin alsın” dediğinde orada bulunan sahabelerden biri “Evet benim bir alacağımvar, bir gün kırbacınızın ucu o sıra açık olan sırtıma değmişti de canım yanmıştı.” dedi.
Hz. Muhammed (S.A.V) hiç tereddüt etmeden üstündeki kıyafeti sıyırdı arkasını döndü ve “vur” dedi.
Herkes şaşkındı o sahabe hemen koşturdu ve elini yüzünü Hz. Muhammed'in (S.A.V) mübarek sırtına sürdü ve doyasıya öptü. Ardından “teninizin değdiği yerleri cehennem ateşinin yakamayacağını bildiğimden mübarek bedeninize dokunabilmek için mahsus böyle söyledim.” dedi. Hz.Peygamber bu davranışıyla kul hakkının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha göstermiş oldu. Nitekim Hz.Fatıma Peygamber Efendimizden 6 ay sonra vefat etti. Peygamber Efendimiz vefat etmeden az önce eşi Hz.Ayşe’nin dizine uzandı ve mübarek başını Hz.Ayşe’nin çenesi ve göğsü arasına yasladı. Misvak istedi.
Takatsız olmasına rağmen,inci tanesi gibi olan dişlerini temizledi. Rabbinin huzuruna tertemiz gitmek istiyordu.
Peygamber Efendimiz son sözleri ise…
Namaza dikkat edilmesini, kadın haklarına, idare altındakilere iyi muamele edilmesine, emanetlerin yerine ulaştırılmasını istedi. Son cümlelerini tamamladıktan sonra, bir ara kapı çaldı.
Hz.Peygamber “O kim” diye sordu. Hz.Cebrail “Ölüm meleği Azrail” dedi. Hz.Peygamber “Gelebilir ben hazırım” cevabını verdi.
Şahadet parmağını yukarı kaldırdı “Yüce dosta “gittiğini söyleyerek ruhunu teslim etti.
Hz.Ayşe seslendi,cevap alamadı. Hz.Peygamberin mübarek gözünden bir damla yaşın yanağına süzüldüğünü gördü.

Çevrimdışı eml48

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 6.753
  • 25.449
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 6.753
  • 25.449
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 25 Kas 2014 22:49:43
AĞZINA YILAN KAÇAN ADAM

Akıllı birisi, atına binmiş gidiyordu. Yol kenarında uyumakta olan birisinin de ağzına yılan kaçmak üzereydi. Atlı, yılanı ürkütüp kaçırmak ve adamı kurtarmak için atını koşturdu, fakat yetişemedi.

Tutup o adama kırbacıyla birkaç kere vurdu. Uyanan adam, dar­belerin acısıyla bir ağacın altına kadar kaçtı. Oraya bir hayli çürük elma dökülmüştü. Atlı:

- Bunları ye, diye emretti.

- Beyim, dedi adam, ben sana ne yaptım. Eğer bana hakikaten kastın varsa, vur kılıcı öldür. Sana çattığım saat ne uğursuzmuş. Ne mutlu senin yüzünü görmeyene. Dinsizler bile kimseye sebepsiz böyle yapmazlar.

Bir yandan da lanetler okuyor, beddua ediyordu:

- Ya Rabbi, cezasını sen ver, diyordu.

Atlı ise onu dövüyor:

- Koş, diyordu.

Atlı adamı epeyce bir zaman koşturdu. Nihayet adamın safrası kabardı, yediklerini kusmaya başladı. Bu arada yılan da çıktı. Adam yılanı görünce atlının ayağına kapandı:

-  Sen bir rahmet meleğisin, dedi, ne mübarek saatmiş ki seni gördüm. Sen beni analar gibi ararken ben eşekler gibi kaçıyordum. Durumu biraz olsun bilseydim sana bu kadar kötü sözleri söyler miydim?! Sükut ederek kızgın göründün, hiçbir şey söylemeksizin kafama vurmaya başladın. Bağışla!

- Eğer ben biraz olsun sana hali çıtlatsaydım derhal ödün patlar­dı, içindeki yılanı bilseydin ne elma yiyebilir, ne koşabilir ne de kusabilirdin. Sen bana söverken ben gizlice, “Ya Rabbi, işimi kolaylaştır” diye dua ediyordum.

İşte bu, akıllının düşmanlığıdır. Akıllının düşmanlığı, ahmağın dostluğundan yeğdir, denilmiştir. Peygamberler, halka içlerindeki yılanı göstermeye çalışır, insanlar ise onlara kötü sözler söylerler, hali anlamazlar.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.297
  • 223.433
  • 28.297
  • 223.433
# 26 Kas 2014 17:43:09
OKYANUS GÖNÜLLÜ OLMAK....
Bir adam, kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır..
Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için bunu, o zamanlar aynı zamanda aşevi işlevi görmekte olan bir dergaha bağışlamak ister.
Adam Hacı Bektaş-ı Veli'nin dergâhına gider. Durumu Hacı Bektaş-ı Veli'ye anlatır ve o 'helal değildir' diyerek bu kurbanı geri çevirir. Bunun üzerine adam Mevlevi dergâhına gider ve aynı durumu Mevlana'ya anlatır. Mevlana ise bu kurbanı kabul eder. Adam aynı şeyi Hacı Bektaş-ı Veli'ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler ve Mevlana'ya bunun sebebini sorar.
Mevlana şöyle der:
- Biz bir karga isek Hacı Bektaş-ı Veli bir şahin gibidir. Öyle her lese konmaz. O yüzden senin bu Hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.
Adam Üşenmez kalkar Hacı Bektaş dergâhı'na gider ve ona, Mevlânâ'nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektaş-ı Veli'ye sorar.
O da şöyle der:
- Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlânâ'nın gönlü OKYANUS gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin Hediyeni kabul etmiştir.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.297
  • 223.433
  • 28.297
  • 223.433
# 30 Kas 2014 08:17:41
racım nasıl kazadan kurtuldu?
“Otomobilimi hanıma teslim edip askere gidecektim. Hanım da çocukları alıp Ankara’dan Gümüşhane’ye gidecekti. Araçla kaza yapabileceklerinden endişelendim. ‘Sadaka belayı def eder’ hadisini hatırlayarak birine maddi yardımda bulundum. Akşama doğru aracımı eşime teslim etmeye giderken çok hızlı seyrettiğim bir yolda araç ansızın çekiş gücünü yitirdi. Yol boş olduğu için kolayca sağa yaklaştım ve durduğum binanın önünde Kullandığım aracın “Tamir Servisi” yazdığını gördüm. Hemen bir usta yaklaştı, ne olduğunu sordu, anlamadığımı söyledim. Açtı baktı ve ‘Aracınızın gaz teli kopmuş abi!’ dedi.
Ya aracım çekmeyi gerektirecek uygunsuz bir yerde kalsaydı? Ya yoğun trafiğin ortasında seyrederken duruverseydi? Ya eşim yarın memlekete giderken bir dağda kalsaydı? Ya sıkışık bir yolda seyrederken tel kopsaydı da kötü bir kaza yapsaydı?. Allah şu küçük sadakaya karşı lütfettiği yardımını ve korumasını adeta göremeyen gözlerime göstermiş oldu.
Ne zaman sağdan soldan ufak ufak aksilikler çıkmaya başlarsa anlarım ki sadaka zamanım gelmiş. Size tüm kalbimle inandığım gerçeği yazıyorum. Çıkarı için değil, Allah için sadaka vereni, Allah asla karşılıksız bırakmaz.” Muhammed Bozdağ

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.297
  • 223.433
  • 28.297
  • 223.433
# 30 Kas 2014 20:39:04
" BİR PİRİNÇ TANESİ"
Ben beş yaşında idim. Babaannem rahmetli pirinç ayıklıyordu. Bir tane yere düştü. Babaannem eğildi aramaya başladı. Sağa bakıyor sola bakıyor bulmaya çalışıyor.... Çocukluk işte

'aman babaanne' dedim. 'Bir pirinç tanesi için bu kadar caba harcamaya yorulmaya değer mi?'

Rahmetli ilk defa sertleşti bana karşı öfkeyle doğruldu.

'Sen oturduğun yerden ahkâm kesiyorsun ' dedi. 'Hiç pirinç üretilirken gördün mü? İnsanlar ne kadar zorluk çekiyorlar. Bir pirinç tanesinde kaç insanin göz nuru alın teri emeği çilesi var biliyor musun?'

Utancımdan kıpkırmızı olmuştum.

Aradan yıllar geçti. Hukuk Fakültesinde öğrenciyim.
Alain'in proposlarini okuyorum. Birden irkildim.
Babaannemi hatırladım. Alain bir insan yerde bir iğne görüp de eğilip almazsa bütün uygarlığa karşı ihanet etmiş olur diyordu.

İlave ediyordu. Bir iğnenin üretiminde binlerce insanın alın teri göz nuru el emeği vardır diyordu.

On dokuz yıl evveldi. Stockholm'e gitmiştim. Bir otele indim. Geceydi. Sabahleyin traş olmak için lavaboya gittiğimde aynanın yanında ilginç bir not gördüm.

Lütfen diyordu traştan sonra jiletinizi çöpe atmayın. Yanda bir kutu varoraya bırakın.Bir tek jiletle dahi olsa İsveç çelik sanayisine yardımcı olun.

Doğrusu hayretler içinde kaldım. Çocukluğumdan beri çelik eşya denince akla İsveç çeliği gelir. Birçok eşya üzerinde 'İsveç çeliğinden yapılmıştır' diye yazardı.
İşte o ülke kullanılmış bir tek ufacık jiletin bile çöpe gitmesini istemiyor ona sahip çıkıyorgelen turistlere rica yollu uyarıda bulunuyordu.

İsviçre'de zaman zaman belli periyotlarda radyolar televizyonlar bir haberi duyurur.

Şu tarihte su saatte adamlarımız gelecek. Siz lütfen hazırlığınızı yapın. Okumadığınız ilgilenmediğiniz kullanmadığınız ne kadar kitapdergi gazete varsa kâğıtambalajkutu varsa velev kibir ilaç prospektüsü dahi olsa kapının önüne koyun. İsviçre'nin kalkınmasına yardımcı olun.
Fazla ağaç ziyanına engel olun.

Japonlar son derece sade basit yalın mütevazı yaşayan insanlardır. Evlerini mobilya ile eşya ile dolduranlar Japonlara göre ruhen tekamül edememiş hayatın manasını anlayamamış zavallı kimselerdir. Böyleleri ile zavallı evini mezat salonuna çevirmiş diye eğlenirler. Bir insanın gösteriş için eşyanın esiri olması ne kadar acıdır.

Vaktiyle Japon ekonomisi bir darboğazdan geçiyor. İç borçlar dış borçlar gırtlağı aşıyor. Zamanın başbakanı meclisi toplar.
Kürsüye çıkar. Durumu olanca açıklığı ve tehlikeleri ile anlatır ve şu andan itibaren der Tanrı şahidim olsun ki Japonların iç ve dış borçları son kuruşuna kadar ödenmeden pirinçten başka bir şey yemeyeceğim. Şu üstümdeki elbiseden başka elbise giymeyeceğim.

Dediklerini yapar en üstten en alta bir israftan kaçınma kampanyası açılır. Japonya bütün borçlarını öder. Bu durumun toplumun bütün kesimlerini tek istisna olmadan kapsadığını söylemeye gerek yok.

Geçenlerde Japon imparatorunun sarayını gördüm. Yarabbim ne kadar sade ne kadar mütevazı ne kadar gösterişten uzak.

Gerekmediği halde elektriği yakmakla Suyu kapamadan boş yere akıtmakta Gece çamurlu ayakkabılarımızı temizlemeden yatmakla Yemek yediğimiz kapları yıkamadan bırakmakla biz de zalimler sınıfına geçmiyor muyuz?

Hayat çok ince akıl almaz incelikte ipliklerle örülmüştür.

Her şey o kadar birbirine bağlıdır ki İlkokul okuma kitabımızdaki bir sözü hiç unutmadım.

Bir mıh bir nalı kurtarır.
Bir nal bir atı,bir at bir komutanı,
bir komutan bir orduyu,
bir ordu bir ülkeyi kurtarır diyordu . . .

Maddi durumumuz ne olursa olsun ister zengin olalım ister fakir hepimiz çok dikkatli olmak zorundayız.

Bunda parayı da, maddiyatı da aşan büyük bir edep ve incelik vardır...

Yazarı bilinmiyor

Çevrimdışı adamın biri

  • Bilge Üye
  • *****
  • 5.008
  • 23.135
  • 5.008
  • 23.135
# 01 Ara 2014 08:52:02
Sayın Hacile Öğretmenim,
Ders alınması gereken gerçekten çook güzel bir yazı.
Yazanın ellerine sağlık. Allah razı olsun.

Paylaşım için teşekkürler öğretmenim..

Çevrimdışı İSTANBULLL

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.076
  • 17.639
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 3.076
  • 17.639
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 01 Ara 2014 11:29:38


İlkokul üçüncü sınıf öğrencisi Mehmet Fatih, çok üzgündü o gün. Servis aracına binmek istemiyordu bir türlü. Çünkü bir gün önce sınıfından bir arkadaşına kırılmıştı. O gün servise binmesi için herkes çok çabaladı ama o "Hayır" diyordu, "Binmeyeceğim."
Servis aracındaki öğrenciler, müdür, kim varsa hepsi çok çalıştı ama onu arabaya bindiremediler. En son, sınıf öğretmeni yetişti ve Mehmet Fatih'in kulağına bir şeyler söyledi ve çocuk hiç tereddüt etmeden araca bindi. Servis şoförü:
"Öğretmen hanım…" dedi "Ne söylediniz Mehmet Fatih'in kulağına?"
"Aramızda bir sır." dedi öğretmen. "Sır herkese söylenmez."
Oysa öğretmenin söylediği söz sadece bir cümleydi:
"Hadi evladım, bin, beni kırma."
O ses tesirini hemen göstermişti. Servis şoförü:
"Hoca hanım, okul müdürü, ben, hepimiz uğraştık ama bir türlü başarılı olamadık.”
Şoförün ısrarı karşısında, hoca hanım:
"Şoför bey, ben öğretmenim." dedi "Çocuklar benim sesimin arkasında kalbimin sesini duyacak ve dinleyecek kadar hassas bir kalbe sahiptir.”
S.Gündüzalp

Herkes kendi sanatında büyüktür. Çocuğun dilinden nasıl anne, babası anlarsa, öğrencinin dilinden de öğretmeni anlar. Yeter ki şefkat dolu bir gözle ve kalple bakabilsin.

Zafer/ Kasım 2014


 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK