İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.230
  • 222.966
  • 28.230
  • 222.966
# 27 Mar 2020 20:00:57
Hamalsan iki şey önemli oluyor senin için:

Yük ve yol...

Ancak sırtına aldığın yükle bu mesafeyi aşabilirsen, ücret mevzu bahis oluyor. Aksi olursa, cereme çekiyorsun! Bunu düşünüyordum. Yanımdaki hamalla yola çıktık. İhtiyardı. Kendinden büyük bir yük almıştı. Benim sırtımda ise birkaç bavul vardı sadece, onunkinin çeyreği... Diyordum ki içimden "Çok gitmeden kıvrılırsa titreyen bacakları, yüklenirim sırtındaki yükün yarısını!.."

Nitekim, çok geçmeden dedi ki: "Mola vakti. Gel biraz dinlenelim!. .. "Ne molası, dedim ona hayretle. Ben daha terlemedim!. . "Sözüme aldırmadı. Durdu. Çöktü. Salarken yükünün ipini "Sen de dinlen hadi" dedi. Benim canım sıkılmıştı bu işe.Genç olduğumu, ondan kuvvetli olduğumu, bunun gibi bir bunakla yola çıkmamın ne büyük hata olduğunu düşünüyordum. O ihtiyar, bir bacağını azıcık uzatmış halde sessizce dinleniyorken, ben huzursuz bir şekilde ayakta dolanıyordum. Bir saat kadar sonra yine durdu, oturdu, dinlendi. Ben kızgınlıkla dolandım etrafında...

"Yükünü indirip sen de dinlen", demesine aldırmadım, ona daha çok kızdım...
Sonra yine durdu. Bana da "dinlenmemi" söyledi yine ama dinlenmedim. Yarım saat sonra "dinlenelim mi" diye sordu, aksi aksi başımı salladım...
Kaçıncı molasıydı hatırlamıyorum, birden bire dizlerimin bağı çözüldü.
Kafamın içinde uçuşan kara kara sinekler sustu, çöküp kaldım. Kayış kolumdan çıktı, sırtımdaki bavullar kaydı. Ne kadar zaman geçtiğini fark etmedim.

Uyumuştum da uyandım mı, yoksa bayılmıştım da ayıldım mı anlamadım...
Baktım kendi kocaman yükünün üzerine benim bavullarımı da bağlamıştı. Küçük tasına birazcık su koyup dudağıma dayadı, içtim. Sonra koluma girerek; "Hadi kalk, dedi. Bana yaslan. Ağır ağır gider ve bir süre sonra gene dinleniriz." Dediğini yaptım. Omzundan güç aldım, ama asıl anlattıkları iyi geldi bana.
"Ben yılların hamalıyım, dedi. Nice pehlivan yapılı adamlar gördüm. Çoğu, dinlenmek istemediklerinden yükleriyle birlikte kendilerini de toprağa serdi sonunda... Yolda gördüğümüz saçılmış kuru kemiklerin çoğu, anlattığım bu insanlara ait...

Halbuki bir yükü "taşımak" bizim işimiz, "altında ezilmek" değil!.. Unutma ki bir yük taşıdıkça ağırlaşır.
Dinlenerek sen yükünü hafifletiyorsun! Belki günün birinde hamallığın şekli değişir. Belki o günleri ben göremem.
Ama sen kavuşursan o zamanlara, aman ha, kafanın içinde de sakın yük taşıma...

Akşamları bırak ve hafifle... Sabah dinlenmiş olarak yeniden tekrar taşırsın yükünü. Bizim işimiz, bugünü yarına taşımak, bugünün altında yok olmak değil. Çünkü, yarınlarda bizi bekleyenler var, taşıdıklarımızı bekleyenler var...

Gerçek şu ki, hepimiz şu hayatın hamallarıyız.. Yüklerimizi en doğru şekilde taşımak ve hayatın altında ezilmemek dileklerimle. 

-ALINTI-

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.230
  • 222.966
  • 28.230
  • 222.966
# 15 Nis 2020 11:10:24
vasiyet 


Ölmek üzere olan yaşlı bir baba, yatağının başına üç oğlunu çağırarak onlara vasiyette bulunur:
- Oğullarım, ben ölünce, birbirinize düşmemeniz için, size sahibi olduğum 17 deveyi paylaştırmak istiyorum. Miras olarak develerin yarısını büyük oğluma, üçte birini ortancaya, dokuzda birini ise küçük oğluma bırakıyorum.

Babalarının ölümünden sonra, mirası babalarının vasiyeti uyarınca paylaşmak üzere kardeşler bir araya gelirler. Fakat bir türlü işin içinden çıkamazlar. Mirası babalarının istediği gibi pay edemezler. Çünkü 17 sayısı ne ikiye, ne üçe, ne de dokuza bölünebilir. 
- Bu işin üstesinden ancak köyün tecrübe ehli, yaşlı bilgesi gelir, diye düşünüp ona giderek danışırlar.

Bilge kişi;
- Benim bir devem var, onu da alıp yeniden hesap yapın, der. Bu cömertliğe çok şaşıran oğullar, 18 deveyi pay etmeye girişirler. Önce ikiye bölerler, büyük oğul 9 develik payını alır. Sonra üçe bölerler, çıkan 6 deveyi de ortanca oğul alır. Daha sonra dokuza böldüklerinde 2 deveyi de küçük oğul alır. Ama, bütün develeri paylaştıktan sonra ortada fazladan bir deve kalır yine ...

Oğullar bu duruma da bir çözüm getirmesi için yeniden yaşlı bilgeye başvururlar. Bilge kişi güler ve : 
- İyi öyleyse, der. Sorununuz çözümlendiğine göre ben de devemi geri alabilirim artık.

Bilge kişi bu hikâyede tıpkı “bilgi” gibi katalizör olarak olaya girer, çözümü sağladıktan sonra olaydan çıkar. Sorunu çözmede insanlara yardımcı olur, ama kendinden de bir şey eksilmez.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.230
  • 222.966
  • 28.230
  • 222.966
# 16 Nis 2020 15:24:56
BİR YUDUM HİKAYE
Yılların marangozuydu. Saçlarını o küçük atölyesinde ağartmıştı. Eskisi kadar işi yoktu artık. Fabrika mamulü eşyalar piyasayı istila etmişti. El işi özel imalat meraklıları dışında kimse gelmiyordu dükkânına. Hani neredeyse birer sanat eseri olan masalar, sehpalar, kitaplıklar yapar, geçimini bununla sağlardı. En iyi ...tahtaları kullanır, görülmedik bir özenle çalışırdı.
Tahta mı gerekiyor, keresteciye mutlaka kendisi gider; ceviz, gürgen, çam cinsinden en iyi tahtaları bizzat seçip alırdı. Üzerlerinden en az bir yıl geçmedikçe bu tahtaları asla kullanmaz, kurumalarını beklerdi. Bu yüzden de yaptığı eserlerinde en küçük bir ayrılma, eğilme, bükülme olmazdı. İmal ederken pek az çivi kullanırdı, “Demir çivi eşyanın ömrünü kısaltır” derdi.
İşinde gayet titizdi. Az konuşur, sorulan sorulara kısa cevaplar verir, ücret konusunda hiç pazarlık etmezdi. Tanıyanlar bilirlerdi bu huyunu, tanımayan müşteri gelir de fiyata itiraz ederse, sözü uzatmaz, “Ben hakkımdan fazlasını istemem” der, pahalı geliyorsa başka bir marangoza gitmesini söylerdi. Sinirliydi biraz, bu huyunu bilir, kimseyle tartışmamaya çalışırdı.
Sabah namazından beri çalışıyordu. Bir hayli yorulmuştu. Sipariş edilen bir masayı daha bitirdikten sonra, “Bugünlük bu kadar yeter” deyip oturdu. Kurban bayramına üç gün kalmıştı, kurbanlık alması gerekiyordu. “Bir bardak çay içeyim de ondan sonra giderim” dedi. Kendi kendine konuşurdu yalnız zamanlarında. Emektar aletleriyle sohbet ederdi bazen. Bunlar onun organları gibiydi.
İki dükkân ötedeki çay ocağına gitti, selam verip bir sandalyeye oturdu. Onun her zaman “orta açık çay” içtiğini bilen garson, sormaya bile lüzum görmeden getirdi çayını. Şekeri karıştırırken, kendisi gibi emektar ustalardan biri olan arkadaşı kapıda belirdi. Sonra da gelip yanına oturdu. Tornacıydı adam. Son zamanlarda iyice yaşlanmış, işini göremez olmuştu. Dalgındı, hüznün resmi mürtesemdi yüzünde.
Söz kurbandan açıldı, konuştular bir iki satır.
“Biraz sonra gidip kurbanlık alacağım” dedi marangoz.
Tornacı dalgın gözlerle marangozun yüzüne bakıyordu. Söyleneni işitiyor ama anlamıyordu. Marangoz farkına vardı bunun:
“Canın sıkkın” dedi.
“Evet.”
“Sebep?”
“Bir talebe var... Üniversitede okuyor.”
“Ne var bunda?”
“Önüm sıra yürürken birden yere yıkıldı çocuk.”
“Niye?”
“Kaldırdım hemen. Sebebini sordum. Önce söylemek istemedi. Israr ettim... Açlıktan başı dönmüş...”
“Kimi kimsesi yok mu peki?”
“Gurbet hali, bilirsin. Arkadaşları var gerçi. Bizim binanın bodrum katında kirada oturuyorlar. Hepsi memleketlerine gitmişler.”
“Bu niye gitmemiş?”
“Gidememiş. Para beklemiş ama gelmemiş parası. Ailesi fakirmiş anlaşılan, gönderememişler. Cebindeki üç beş kuruş da bitince aç kalmış. Kimselere söyleyememiş derdini.”
Marangoz şakaklarını ovdu bir süre. İri bir eli, nasırlı parmakları vardı. Âdetiydi, canı sıkıldı mı iyice bastırarak alnını, şakaklarını, göz çukurlarını ovardı. Tornacıyı ilk kez görüyormuş gibi bakarak sordu:
“Sen ne yaptın peki?”
“Ne yapacağım” dedi Tornacı, “aldım eve götürdüm. Allah ne verdiyse beraber yedik. Lakin fazlasını yapamadım. Benim de meteliksiz zamanıma rast geldi. Kalktım buraya geldim, belki bir iş çıkar diye.”
“Çıktı mı peki?”
Tornacı “Nerde o eski günler!” dercesine elini sallayıp sustu. Önüne konan çayı karıştırmaya başladı. Şeker atmayı unutmuştu.
Marangoz da susuyordu. Bir yanda evde kurban bekleyen hanımı vardı, öte yanda parasızlıktan yere yıkılan bir garip talebe. Elini cebine attı, bütün parasını çıkarıp tornacıya uzattı:
“Götür ver!” dedi, “Söyle ona, memleketine gitsin.”
Tornacı hayretle baktı:
“Hepsini mi?”
“Hepsini.”
“Kurban alacaktın hani?”
“Allah kerim!” dedi Marangoz, başka da bir şey söylemedi.
Uzunca sustular. Tornacı parayı cebine koyup gitti. Marangoz da atölyeyi kapatıp evin yolunu tuttu. Yürüyerek gitmek zorundaydı, son parasını da çaycıya vermişti çünkü.
Evde, “Kurbanlık almadın mı Bey?” diyen hanımına da Tornacıya verdiği cevabı verdi:
“Allah kerim!”
Kadın başka soru sormadı. Tanırdı kocasını. Sessizce sofra hazırlamaya başladı.
İkinci gün tekrar atölyesine gitti Marangoz. İş elbisesini giyip tezgâhının başına geçti. Çam ve tutkal kokuyordu atölye. Yıllardır bu kokuyla yaşamıştı. Bu koku elbisesine de siner, her nereye gitse onunla gelirdi. Eline planyayı aldı, işe başlayacaktı ki kapıda bir adam belirdi:
“Merhaba usta!”
“Merhaba!”
Adam eşikte duruyordu, arkası güneşe dönük olduğu için yüzü iyi seçilmiyordu. Marangoz tanıyamamıştı. Adam anladı durumu, bir iki adımda içeriye girdi.
“Beni tanıyamadın galiba.”
“Evet.”
“Üç ay kadar önce sana bir iş yaptırmıştım. Çalışma odam için masa, sehpa, kitaplık falan... Paranın bir kısmını vermiş bir kısmını sonraya bırakmıştım. Şimdi hatırladın mı?”
“Hatırlar gibi oldum. Gebzeliydin galiba.”
“Evet... Ya usta, kusura bakma, parayı geciktirdim. Bir türlü yolum düşmedi buralara. Sen de arayıp sormadın.”
Cebinden bir deste para çıkartıp uzattı Marangoza:
“Buyur. Bayram yaklaştı, lazım olur. Hakkını helal et.”
Marangoz parayı alıp tezgâhın üstüne koydu.
“Buyur bir çay iç” dedi.
“Sağ ol usta, başka zaman. Arabayı çalışır vaziyette bıraktım. Bana müsaade.”
Ustanın elini sıkıp gitti adam.
Marangoz parayı saydı.
Kurban bayramı için ayırıp da sonra Tornacıya verdiği paranın tam iki katıydı!
En küçük bir hayret ifadesi belirmedi yüzünde. Hafifçe gülümsedi ve “Allah kerim!” dedi.
Ömer SEVİNÇGÜL
BİR YUDUM HİKAYE den.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.230
  • 222.966
  • 28.230
  • 222.966
# 21 Nis 2020 21:30:12
Bir kadın İran - Irak Savaşında
kaybettiği kocasının , biriktirmiş olduğu imkânları da çoktan tüketmiş, bir gün aç, bir gün tok yaşar hale gelmişlerdi. Kendi neyse de geride kalan üç çocuk yokluk bilmiyor, acıkınca feryadı basıyorlardı.
Kerkük'ün sokaklarında ise sefâlet kol geziyordu. Kim kime yardım edecek, destek olacaktı?..
İşsizlik yaygındı. Çevresi de perişandı. Bir yanı yıkılmaya yüz tutmuş evceğizinin camından yola doğru ümitsizce bakarken bir taksinin kapının önünde durduğunu, içinden de bir yolcunun indiğini gördü. Demek ki taksi şoföründe az çok para olacaktı. Çünkü müşteri indirmişti. Bütün cesaretini ve ümidini toplayarak evden çıkıp yola koştu. Yaklaşıp direksiyon başında arabasını hareket ettirmek üzere olan şoföre seslendi:
– Sakın beni dilenci falan zannetmeyin. Üç çocuğumla üç gündür aç beklemekteyim. Bu gidişle namusumun lekelenmesinden korkmaya başladım. Allah rızası için yardımda bulunun. Ben açlıktan ölmeye razıyım. Fakat çocuklarımın çığlıklarına tahammül edemiyorum...
Beklenmedik bir anda gelen bu Allah rızası için yardım talebi zaten kıt kanaat geçinen şoförü şaşırtmıştı. Düşünmeye başladı,
Cebinde bir miktar parası vardı var olmasına. Ancak bu parayı aylardır biriktiriyordu. Çünkü taksisinin dört lastiği de eskimişti. Onları değiştirmek için çırpınıyordu. Zaten akşamları eve gelince hanım da devamlı ikaz etmekten geri kal­mıyordu:
- Ne zaman değiştireceksin bu lâstikleri? Birazcık geç kalsan aklıma kötü şeyler geliyor. Acaba bir kaza mı yaptı kabak lastiklerle? diye korku içinde bekliyorum. O an için nefsi ve şeytanı birlik olup vesvese vermeye başladılar:
- Sen zaten zor geçinen kimsesin. Yardım edecek durumda değilsin. Bas gaza, git yoluna. Fakat imanı ve vicdanı da sesleniyorlardı:
- Para dediğin şey böyle gün için lâzım olur. Belli olmaz. Allah'ın rızasının nerede olduğu. Biriktirdiğin parayı bu muhtaç hanıma vermelisin. Tam yeridir!
Nihayet nefsini ve şeytanını yenmiş, cebindeki parayı tümüyle uzatarak:
- Al bacım, sen namusunla yaşa. Bu para bir müddet idare eder. Sonrasına da Allah başka sebepler yaratır demiş, minnet etmemek için de hemen gaza basıp oradan uzaklaşırken, kadının:
- Sen benim ihtiyacımı karşıladın, Allah da senin ihtiyacını karşılasın., duasını duymuş, gün boyunca kulaklarında çınlayan bu duaya hep (amin) deyip durmuştu. Akşam eve gelince beklediği soruya yine muhatap oldu:
- Hâlâ değiştirmemişsin arabanın lâstiklerini? Adam, hiçbir şey hissettirmeden:
- Bir lâstikçiyle anlaştım. Yeni lastikler gelince hemen değiştirecek., diyerek geçiştirdi.
Bu geçiştirme işi birkaç gün devam ettiği için bir akşam yine eve gelirken iyice sıkılmış, bu defa ne diyeceğim diye düşünürken hiç beklenmedik bir durumla karşılaşmıştı.
Hanım bu defa kendisine adres yazılı bir kâğıt uzatmış, sonra da şöyle demişti:
- Bugün lâstikçi geldi, şu adresi verdi. Yarın bana gelsin lâstiklerini değiştireceğim, deyip gitti. Al bu adresi, dedi.
Belli etmemişse de bunun izahını yapamamıştı. Çünkü böyle bir lâstikçi ile konuşmamıştı. Merakla sabahı bekledi.
ilk işi kâğıttaki adrese gitmek oldu. Garipliğe bakın ki tamirciyi hayatında hiç görmemiş, buraya hiç gelmemişti. Elindeki kâğıdı uzatınca bir şaşkınlık iki tarafta da yaşandı. Adam:
- Sen o musun, deyip boynuna sarıldı, başladı hıçkıra hıçkıra ağlamaya. Sonra da şöyle devam etti:
- Tam üç gündür Resûlullah Aleyhisselam rüyama giriyor ve bana,
" şu adresteki şoförün lâstiklerini değiştir ,
ücret olarak da benim şefaatime nail ol" buyuruyor. Allah için söyle. Sen ne türlü bir İyilik ettin, nasıl bir hayır dua aldın ki, Resûlullah Aleyhisselam üç gündür beni İkaz ediyor, senin lâstiğini değiştirmem için beni vazifelendiriyor ?

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.230
  • 222.966
  • 28.230
  • 222.966
# 29 Nis 2020 22:03:49
Hz. Fatıma,
 '- ya Ali' Hasan, Hüseyin aç, evde yiyecek yok.. gidip yiyecek birşeyler alsana" der.

 Hz. Ali'nin sadece altı dirhemi vardır.
 Yiyecek almak için evden çıkar ve giderken yolda kavga eden iki insan görür.
 Hz Ali: "Niçin kavga ediyorsunuz? Şu âlemde Allah'ı düşüneceğiniz yerde niçin birbirinizle mücadele ediyorsunuz?" diye sorar.

 Kavga edenlerden biri, diğerinden altı dirhem alacağı olduğunu, vermediğini, söyler. Hz Ali cebindeki altı dirhemi çıkarır ve alacaklıya verir.

 Evine geldiğinde eli boştur, 'Cennet kadınlarının seyyidesi',
 "- Ya Ali, hiç mi bir şey almadın?" diye sorunca,
 "- Ama ara düzelttim ya Fatma" der.
 Hz Fatma'nın yüzünde nurlu bir gülümseme belirir.
 Memnundur kocasının bu güzel hareketinden.
 Daha sonra Hasan'la Hüseyin ağlamaya başlarlar, 'açız' diye.

 Bu acı manzaraya dayanamaz ve evden çıkar.
 Yolda bir adama rastlar. Elinde besili bir deve;
 "- Ya Ali bu deveyi sana satmak isterim, ucuza satacağım."
 "- Param yok" der Hz Ali.
 "- Olsun" der adam.
 "- Bu deveyi sana vermeyi çok istiyorum.150 dirhem bu deve. Al sonra ödersin."
 Alır Hz Ali o deveyi.
 Yolda giderken başka adama rastlar.
 "- Ya Ali" der, "ne güzel bir deve bu. Ben bunu 300'e alayım ne olursun reddetme beni."
 Hz Ali: "- Ama ben bunu 150'ye aldım" der.
 "- Olsun, ben çok beğendim bunu" ve deveyi satar.
 Hz Ali mutlu bir şekilde gider yiyecekleri alır eve döner.
 Sonra Peygamber'in huzuruna çıkar.

 Efendimiz(s.a.v.) güler, "gel" der, "ya Ali şu deve hikâyesini anlat".
 Anlatınca da der ki:
 "- Sen ki ara düzelttin. Allah Cebrail'i ile sana deveyi sattı. İsrafil'i ile de satın aldı.
Her kim ki ara yapar, birleştirir, düzeltir, ikilikten insanları kurtarırsa o bendendir ya Ali."

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.230
  • 222.966
  • 28.230
  • 222.966
# 05 May 2020 22:06:18
10 kuruşluk kul hakkı önemsiz mi?

Geçenlerde bir pazar sabahı yürüyüşe çıktım ve hanım kahvaltı için birkaç malzeme istediğinden yanıma 30 lira aldım. Dönüşte karşı mahalledeki marketten alışveriş yaptım, ödemeyi yaparken para yetmeyince ekmeği geri bıraktım. Hala 10 kuruş açıktaydı. “-Önemli değil.” dedi kasiyer hanım. İçimde tereddüt oluşsa da malzemeyi doldurdum poşetlere ve eve yürüdüm.
Vicdanım konuşmaya başladı. Bana her gün yaptığım, “Ya Rabbi haram rızıktan ve kul hakkından sana sığınırım.” Duamı hatırlattı. Birbirimizle tartıştık:
-Hani sen hassastın? Hani kul hakkına dikkat ediyordun. –Ama 10 kuruş küçük bir miktar. –İğne kadar kul hakkının ateş olacağını bilmiyor musun? Kendin yazmadın mı? –Ama kasiyer kız ‘önemli değil!’ dedi. –Buna hakkı mı var? Patron o mu? Helal edebilmeye yetkili mi? Sordunuz mu? Firmasına cebinden ödeyecek mi senin 10 kuruşunu?
Böylesi iç konuşmalar giderek uzaklaştı zihnimde, eve geldim. Balkonda tahtalardan yaptığım tekne saksımda yetişen yeşillikler de soframda. Kahvaltı hazır. Maşallah, ne güzel nimetler yaratmış Rabbim. Birden aklıma gelince seslendim. –Hanım, şu cevizleri de getirsene. –Ceviz mi? Kalmadı ki! –Yok canım, bugün aldım ya. –Bugün mü? Yanılıyor olmayasın. Poşetlerden ceviz çıkmadı ki. –Aldım canım! –Ya sen ciddi misin?
Kalktık cevizleri arıyoruz. Hanım faturayı görünce inandı. Ama ceviz yok. Düşündüm taşındım. Nasıl olmuşsa kasada unutmuş olmalıyım. Birden o 10 kuruşu hatırladım. –Git al öyleyse dedi hanım. –Ama şimdi bir daha oraya kadar nasıl yürüyeceğim. 10 kuruşu ihmal ettiğim için 15 liram gidiyor, gitsin. –Üşenme, git yazıktır diye üsteledi hanım. Düşündüm. Cevizi onlara bırakmak beni o kul hakkından kurtaracak mı? Ya cevizi başkası almışsa yanlışlıkla? Ya yolda düşürmüşsem? Sonunda o 10 kuruştan kurtulmak için kalkıp karşı mahalledeki markete gittim. Kasiyer kız beni görünce cevizi çıkardı dolabın altından. -Beyefendi arkanızdan koştum, bağırdım hatta. Ama duymadınız dedi. Gülümsedim. –Hamdolsun, Rabbim kulaklarımı kilitlemiş. Çok şükür ki duymamışım. Diye düşündüm. Cevizimi aldım ve beni iade ettiğim 10 kuruşumu temizlemek için o markete geri dönmeye mecbur bırakan Allaha şükrettim. Muhammed Bozdağ


Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.230
  • 222.966
  • 28.230
  • 222.966
# 07 May 2020 10:41:48
Küçük bir çocuk ve dua

Deniz kenarına oturmuş, gözlerinide ilerdeki bir noktaya dikmişti. 
Belki de bir saattir öylece duruyordu. 
Onun bu hâli, alışveriş için balıkçı sandallarının kıyıya dönmesini bekleyen bir ihtiyarın dikkatini çekti. Yaşlı adam, seke seke onun yanına gidip:

- Merhaba delikanlı!. dedi. 
Bu gün deniz çok harika değil mi?

Küçük çocuk, başını çevirmeden;

- Ama rüzgârlı, dedi. 
Topum denize düşünce sürükleyip götürdü.

Adam, çocuğun yanına oturup:

- Eğer biraz genç olsaydım, yüzüp onu alırdım; dedi. 
Ama şimdi adım bile atamıyorum.

Küçük çocuk, ona cevap vermedi. 
Ve kıyıdan uzaklaşan topunu daha iyi görebilmek için, hemen yanındaki tümseğe çıktı.

Yaşlı adam, sakin bir ses tonuyla:

- Ümidini hiçbir zaman kaybetme!. dedi. 
Bence dua etsen çok iyi olur.

Çocuk, büyük bir sevinçle:

- Dua etsem topum geri gelir mi? diye sordu. 
Denize düştüğü yeri bilir mi?

- Allah isterse eğer, ona öğretir!. dedi ihtiyar. 
Topun geri gelmese de, duaların sevabı sana yeter.

Küçük çocuk, yaşlı adamın sözlerini biraz düşündükten sonra, her okuduğunda dedesinden bahşiş kopardığı duaları ard arda sıraladı. 
Daha sonra da, topun dönmesi için Allah'tan yardım istedi. 
Ama üzüntüsü azalmamıştı. 
O topa bir sürü para harcamış, bayram parasını bile ona katmıştı. 
Şimdi artık tek şansı, bazen olduğu gibi, rüzgârın âniden yön değiştirmesiydi. 
Ama deniz çok büyüktü, topu ise küçücük. 
Akşam üstü hava biraz daha sertleşti. 
Ve güneş batmak üzereyken sandallar döndü. 
Çocuk, eve gitmek istemiyordu. 
Bu yüzden de ihtiyarla birlikte oyalandı.
Yaşlı adam, hep aynı balıkçıdan alışveriş yapardı. 
Sonunda onu bulup:

- Avınız inşallah iyi geçmiştir!. dedi 
Eğer varsa, birkaç kilo alabilirim.

Sandaldaki adam, bir kova içindeki balıkları gösterip:

- Zaten ancak o kadarcık tutmuştum, dedi. 
Denizde "av" diye bir şey kalmadı.

- Dua etmeyi denediniz mi? diye atıldı çocuk. 
Ümidinizi sakın kaybetmeyin!.

Balıkçı için her şey tesadüftü. 
Bunun için de "rasgele" derlerdi. 
Ama şimdi bir şey hatırlamıştı. 
Yıllar yılı unuttuğu bir şeyi. 
Çocuğun yanaklarını okşarken:

- Dua ha!. diye mırıldandı. 
O zaman tutar mıyım?

- Tutamasanız bile, duaların sevabı size yeter, dedi çocuk. 
Bunu yeni öğrendim.

Balıkçı, böyle bir sözü ilk defa duyuyordu. 
Başını ağır ağır sallayarak:

- Ben de yeni öğrendim!. diye gülümsedi. 
Üstelik de küçük bir öğretmenden.

Çocuk, bu sözlerden çok hoşlanmıştı. 
Artık topun gitmesine üzülmüyordu. 
Yanındaki yaşlı adam ona bir göz kırparken, balıkçı tekrar sandala yöneldi ve ağların üzerindeki eski örtüyü açtı. 
Bir top vardı orada. 
Henüz ıslak olduğundan, ışıl ışıl parıldayan bir futbol topu. 
Balıkçı, onu çocuğa uzatıp:
- Öğretmenlerin hakkı hiç ödenmez!. dedi. 
Bunu biraz önce denizde buldum!. 
Küçük çocuk, rüyada olmalıydı.
Hiç beklenmedik şeylerin yaşandığı bir rüya. 
Aceleyle sağa sola bakındı. 
Ama her şey gerçekti. Balıkçı da, sandal da, ihtiyar da... 
Topu ise, işte ellerindeydi. 
Ona sıkıca sarılıp:

- Bir daha benden izinsiz gezmek yok!. dedi. 
Ya dua etmeseydim ne olurdun o zaman?

SİZLERDE DUA ETMEYİ DENEDİNİZMİ SIKINTILI ANLARINIZDA?... 

BELKİ DUALARINIZ HEMEN GERÇEKLEŞMEYEBİLİR AMA O DUALARIN SEVABI YETER SİZLERE... 


DUA EN KIYMETLİ BİR HAZİNE BİZİM İÇİN.. BİTER DİYE KORKMAYIN İSTEDİĞİNİZ KADAR KULLANIN... 

ÖYLE BİR HAZİNE Kİ SINIRSIZ VE KARŞILIKSIZ VERİLMİŞ...

DUALARIMIZIN KABUL OLMASI DİLEĞİYLE...


Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.230
  • 222.966
  • 28.230
  • 222.966
# 14 May 2020 22:56:56
NEME LÂZIM BE SÛLTANIM

Neme lâzım be Sultânım!

Kanuni Sultan Süleyman, en yüksek duruma getirmiş olduğu devletin akıbetini hayâl eder, günün birinde “Osmanoğulları da inişe geçer çökmeye yüz tutar mı” diye derin derin düşünmeye başlar... Bu gibi soruları çoğu zaman süt kardeşi meşhur âlim Yahyâ Efendi’ye sorduğundan bunu da sormaya niyet eder. Güzel bir hatla yazdığı mektubu keşfine inandığı Yahyâ Efendi’ye gönderir... 


“Sen ilahî sırlara vâkıfsın. Kerem eyle de bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğulları’nın âkıbeti nasıl olur? Bir gün olur da izmihlâle uğrar mı?” şeklinde mektubunu gönderir. Güzel bir hatla yazılmış mektubu okuyan Yahyâ Efendi’nin cevabı bir bakıma çok kısa, bir bakıma içinden çıkılmaz bir hâl alır: 

“Neme lâzım be Sultânım!
 
Topkapı Sarayı’nda bu cevabı hayretle okuyan Sultân, bir mânâ veremez. Yahyâ Efendi gibi bir zâtın böylesine basit bir cevapla işi geçiştireceğini pek düşünmez. Söylenmeye başlar: “Acaba bilmediğimiz bir mânâ mı vardır bu cevapta?” Nihayet kalkar, Yahyâ Efendi’nin Beşiktaş’taki dergâhına gelir. Sitem dolu sorusunu tekrar sorar: 
 
“Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, soruyu ciddiye al!”

“Sultânım sizin sorunuzu ciddiye almamak kâbil mi? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz ettim.”
 
“İyi ama bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece “neme lâzım be Sultânım!” demişsiniz. Sanki “beni böyle işlere karıştırma” der gibi bir anlam çıkarıyorum.”
 
“Sultânım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık şâyi olsa, işitenler de “neme lâzım” deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa. Fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryâdı göklere çıksa da bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimâd ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlâl de böylece mukadder hâle gelir...”
 
Bunları dinlerken ağlamaya başlayan koca sultan, söyleneni başını sallayarak tasdîk eder, sonra da kendisini böyle ikaz eden bir âlime memleketinin sahip olduğu için Allah’a şükreder.  

***

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.230
  • 222.966
  • 28.230
  • 222.966
# 16 May 2020 18:14:37
Bir zamanlar iki arkadaş çölde yolculuk yapıyorlardı. Yolun bir yerinde aralarında tartışma çıktı ve arkadaşlardan birisi diğerinin yüzüne tokat attı. Tokat yiyen arkadaşın canı yanmış. kalbi kırılmıştı; ama hiçbir şey demedi. sadece eğilip kuma şunları yazdı:

"Bugün en iyi arkadaşım yüzüme tokat attı."

Yürümeye devam ettiler. Suları bitmek üzereydi. Neyse ki. sonunda bir vahaya ulaştılar. Doya doya su içtiler. mataralarını doldurdular. Sonra. suda yıkanmaya karar verdiler. Tokat yemiş olan arkadaş. suyun balçıklı kısmına takıldı. Git gide batıyordu. Ama arkadaşı hemen atılıp onu kurtardı. Suda boğulmanın eşiğinden kurtulan arkadaş. biraz ötedeki bir kayanın yanına gitti ve kayanın üzerine şu yazıyı kazıdı:

"Bugün en iyi arkadaşım hayatımı kurtardı."

Diğeri sordu:

Senin canını yaktıktan sonra kumun üstüne yazmıştın. şimdi ise bir kayanın üstüne yazıyorsun. neden?"

Arkadaşı ona şöyle cevap verdi:

"Birisi bizi incittiğinde. bunu kumun üstüne yazmalıyız. ta ki affedicilik rüzgarları onu kolayca silebilsin. Fakat. birisi bize iyilik yaptığında onu kayanın üstüne nakşetmeliyiz ki. ne öfke ne intikam rüzgarları onu oradan silemesin.


---Alıntıdır---

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.230
  • 222.966
  • 28.230
  • 222.966
# 24 May 2020 17:18:11
*Değerini Bilmek*

Vaktiyle ergin bir şeyh, yıllarca yanında yetiştirdiği müridini imtihan etmek ister. Onun eline iri bir pırlanta verip:
“Oğlum” der “Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.”

Mürit elinde pırlanta bir bakkal dükkanına girer ve “Şunu alır mısınız?” diye sorar . Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği mücevheri alır; elinde evirir çevirir; sonra:
“Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın” der. Mürit teşekkür edip çıkar.
Bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği mücevhere ancak beş lira vermeye razı olur.

Üçüncü olarak semerciye gidir: "Buna ne verirsiniz?” diye sorar
Semerci şöyle bir bakar,
“Bu" der “benim semerlere iyi süs olur. Bundan “kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna on lira veririm.”

Mürit en son olarak bir kuyumcuya gider.
Kuyumcu mücevheri görünce yerinden fırlar.
“Bu kadar büyük pırlantayı nereden buldun?” diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder. “Buna kaç lira istiyorsun?”

Mürit sorar:
"Siz ne veriyorsunuz?”
“Ne istiyorsan veririm.”

Mürit,
“Hayır veremem.” diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar:
"Ne olur bunu bana sat. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim.

”Mürit emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker."
Şeyhinin yanına dönen mürit büyük bir şaşkınlık içinde macerasını anlatır.

Şeyh sorar:
“Bundan ne anladın?”

Mürit cevap verir:
*“Bir şey, ancak değerini bilen için kıymetlidir.”  *
 
 
 

Çevrimdışı fikret6363

  • Uzman Üye
  • *****
  • 3.627
  • 13.037
  • 3.627
  • 13.037
# 25 May 2020 14:15:57
"Babam okulda hademeydi.
Annem çamaşıra giderdi, onun bunun çamaşırına..
Önüne dağ gibi çamaşır yığarlardı, karşılığı bir lira..
Deterjan yok o zamanlar, küllü su vardı, küllü su elini parçalardı, akşam bir lirayla mutlu mutlu gelirdi. O yoksulluk içinde annemin üç çeşit yemeği vardı, etli bulgur, otlu bulgur, sütlü bulgur..
Etli bulgur dediğim, et yok, annem ekmeğin kabuğunu kuyruk yağında kızartırdı, bulgur içine dizerdi,
Alllahhh, oldu sana etli bulgur, çatır çutur yerdik.
Seyhan'ın kıyısından ebegümeci toplardım, otlu bulgur olurdu.
Sütlü bulgur ise, aslında ayranlı bulgur, paramız bir kase yoğurda yeterdi,
bir kase yoğurda bolca suyu karıştır, o ayranı yedi insanın yiyeceği bulgura karıştır, güya sütlü bulgur..
Ama dedim ya,
sevgi öylesine çoktu ki evde,
sevgi karnımızı doyuruyordu..
Muzaffer İzgü

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 413
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 413
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 25 May 2020 14:17:50
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
                 ÇOK GÜNAH İŞLİYORUM
                              (Menkıbe)
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
Ahmet Mekki Efendi “rahmetullahi aleyh”, İstanbul’da yaşadı.
Kabr-i şerifi, Ankara’nın Bağlum nahiyesindedir.

Bir gün huzuruna bir genç gelip arzetti:
- Hocam, çok günah işliyorum. Ne yapayım?

Şefkatle baktı gence:
- O günahları herkesin gözü önünde mi işliyorsun evladım?
- Hayır efendim, gizli işliyorum.

- Neden?
- Başkası görse, utanırım efendim.

- Kimse görmüyor mu seni?
- Hayır efendim, görmüyor.

- Hiç mi kimse görmüyor?
- Hayır efendim. Gizli yapıyorum.

Manalı manalı baktı gence:
- Peki, Allah da mı görmüyor evladım?

Genç şaşırdı:
- Allah mı?
- Evet, Allahü teâlâ.

Gencin benzi kül gibi olmuştu.

Sesi titreyerek sordu:
- O görür, değil mi hocam?
- Tabii ya. Ona gizli mi var evladım?

Genç kızardı, bozardı.
Ve bir “Eyvah!” deyip yere yıkıldı.

Ayıldığında, o günahlara karşı nefret vardı içinde.
Artık istese de yapamazdı o günahları.


CEHENNEME GİRMEMENİN YOLU

Talebesinden biri de, bir gece kendi kendine;
“Yarın gidip, “Cehenneme hiç girmemenin yolu var mı?” diye sorayım hocama” diye düşündü.

O böyle düşünürken çalındı kapısı.
Açtığında hocasını gördü eşikte.

Şaşırdı birden:
- Buyurun hocam.

Büyük veli girdi içeri:
- Bana bir şey mi soracaktın evladım?

Şaşkınlığından kekeledi:
- E, e, evet efendim.

- Peki, sor bakalım.
- Hocam, Cehenneme hiç girmemenin yolu var mı diye soracaktım?

- Var tabii evladım.
- O nedir efendim?

- İmanı ve itikadı, “Ehl-i sünnet alimleri” nin bildirdikleri gibi dosdoğru olmaktır.

- Böyle olanlar hiç mi girmezler Cehenneme?
- Hayır, girseler de “hamam sıcaklığı” kadar bir sıcaklık hissederler ancak.

Genç sordu:
- Bu doğru imanı nereden öğrenebilirim hocam?
- “Ehl-i sünnet alimleri” nden, onlar yoksa kitaplarından, buyurdu.

Ve dönüp gitti.
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸

Çevrimdışı fikret6363

  • Uzman Üye
  • *****
  • 3.627
  • 13.037
  • 3.627
  • 13.037
# 26 May 2020 08:46:32
Köyün birine bir imam atanır.
Köylü ile çok güzel anlaşır ama her eşek anırışında, köylünün abdest yenilemesine anlam veremez bir türlü.
Dikkatini çeken bu durumun nedenini sorar.
İçlerinden birisi, yıllar evvel köyün imamının, “eşeğin anırdığını duyarsanız abdestiniz bozulur” dediğini, o yüzden de yıllardır bunu uyguladıklarını söyler. imam, böyle bir şeyin olamayacağını söyleyerek olayı araştırır.
Öğrenir ki, çok yıllar evvel, köyde su olmadığı için köy halkı toprakla abdest alırmış, yani teyemmüm yaparmış.
Tabii ki, köye su, eşeklerin sırtında taşındığı için de o zamanın imamı bir vaazında; “köyde su olmadığı için, abdestinizi toprakla alabilirsiniz ancak, eşeğin sesi duyulduğunda sırtında su taşıdığını bildiğiniz için, toprakla alınan abdest bozulur; çünkü artık su vardır” demiş.Ancak, vaazı gönülsüz dinleyen bir köylü, sadece “eşek anırmasını duyarsanız abdest bozulur” kısmını duyup, bunu da halka yaydığı için, herkes de sorgulamadan bunu uygulamış.
Görünen o ki, zaman geçtikçe bu hikayedeki şartlar değişmiş olsa da, insanoğlunun huyu pek değişmemiş...

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 413
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 413
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 26 May 2020 14:28:22
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
                      DENİZ KABARINCA
                              (Menkıbe)
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
Hacı Keçeci Efendi “rahmetullahi aleyh”, kalb gözü açık bir Veliydi. 
Kerametleri anlatılıyor hâlâ.

Biri şöyle:

Bu Veliyi seven bir delikanlı, gemiye binip yolculuğa çıktı bir gün. 
Hava sakindi. 

Ama bir müddet sonra değişti hava. 
Fırtınadan deniz kabardı. 

Parçalandı geminin yelken ve direkleri. 
Yolcular, feryat figan “kelime-i şehadet” getirmeye başladılar. 

Delikanlı açtı ellerini, yalvardı:
- Ya Rabbi! Sevdiğin bir kulunu bize imdada gönder!

Duası bitmeden, nurlu bir zat belirdi önünde. 
Baktı, bu mübarek zattı. 

Kulağına eğilip fısıldadı:
- Korkma evladım! Deniz de Allah’ın mahlukudur. Cenâb-ı Hak dilerse sakinleşir.

O böyle der demez, sakinleşti deniz. 
Gemi düzeldi. 

Selamete çıktı gemidekiler. 
Ancak kimse bilmiyordu bu imdadın nereden geldiğini.

Genç baktı, göremedi onu bir daha. 
Kaybolmuştu gözden.


İSLAM AHLAKI

Bir gün de “İslam ahlakı” ndan bahsediyordu ki, cemaatten bir genç;
- Efendim, İslam ahlakı kısaca nedir? diye sordu bu büyük zata.

Büyük Veli cevaben;
- “İslam ahlakı”, kimseye yük olmamak ve herkesin yükünü çekmektir, buyurdu.

Genç sordu yine:
- Muvaffak olmanın sırrı nedir efendim?

Buyurdu ki:
- “Sabır” ve “Güler yüz” dür.


HAYAT, HAYALDİR

Bir gün de bir gence;
- Evladım, bu hayat hayaldir, buyurdu. Dün öldü. Yarın belli değil. Öyleyse bugünü değerlendir.

Delikanlı sordu:
- Nasıl değerlendireyim efendim?
- Dinini öğren ve öğrendiğinle amel et.

Sordu yine:
- İman ne ile kuvvetlenir efendim?
- “Allah adamları” nın sohbetiyle.

- Böyle zatlar yoksa hocam?
- Onlar yoksa, kitaplarını okumakla. Kitap okumak, sohbetin yarısıdır, buyurdu. 

Ve ilave etti:
- Bir İslam aliminin kitabını okuyan, onunla sohbet etmiş gibi feyz alır. Yani kalbi temizlenir.
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 413
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 413
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 27 May 2020 17:25:59
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
            GİTMEDEN KABUL OLAN HAC
                             (Menkıbe)
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
Abdullah bin Mübarek hazretleri, hadîs ve fıkıh âlimi idi. Aslen Horasanlıdır. Bağdat'ta vefat etti...

Bu büyük zat, kendisi anlatır:

Bir sene hacca gitmiştim. Hacdan sonra rüyada, meleklerin gökten indiklerini gördüm. Meleklerden biri diğerine sordu:

-Bu sene kaç kişi hacca geldi?

-Altı yüz bin kişi.

-Kaç kişinin haccı kabul edildi'?

-Hiçbirinin!..

Bu cevabı işitince, "Demek ki altı yüz bin kul, ihtiyaç ve yalvarma ile dünyanın her tarafından hacca geldiler. Çöller ve diğer zor şartlarda bütün sıkıntılara katlandılar. Ancak bütün yaptıkları boşa gitti. Hiçbirinin haccı kabul edilmedi" diye çok üzüldüm. Sonra melek diğerine şöyle dedi:

-Şam'da Ali bin Muvaffak adında birisi vardı. O, hacca gelmedi. Ama, haccı kabul edildi. Altı yüz bin mümini ona bağışladılar. Hepsinin haccı kabul edildi...

Uyanınca, arkadaşlarımdan ayrıldım. Şam kafilesine katıldım. Şam'a gittim, Ali bin Muvaffak'ın evini araştırıp, buldum. Kapıyı çaldım. Bir kimse kapıya çıktı, ismini sordum;

-Ali bin Muvaffak, ya sizinki?

-İsmimi söyler söylemez feryad edip kendinden geçti. Kendine gelince gördüğüm rüyayı anlattım... Haccının kabul edildiğini ve kendi ile beraber altı yüz bin kişinin de haclarının kabul edildiğini bildirerek, "bana, nasıl bir hayırlı amel işlediğini anlat" dedim. Şunları anlattı:

-Ben garip bir ayakkabı tamircisiyim. Otuz seneden beri hacca gitme arzusundaydım. Bu işimden otuz senedir üç yüz dirhem (1440 gr) gümüş biriktirdim. Bu sene hacca gidecektim.

Hanımım hamileydi. Komşunun evinden et kokusu geldi. Hanımım gidip birazcık et istememi söyledi. Ben de gidip, hanımımın arzusunu söyledim.

Komşum ağlayarak: "Bizim yemeğimiz size helal değildir. Çünkü üç gündür çocuklarım bir şey yememişIerdir. Bütün Şam'ı dolaştım kimse bana iş vermedi. Ölü bir hayvan gördüm, zaruret miktarınca ondan bir parça kesip getirdim. Çocuklara onu pişiriyorum" dedi.

Bunu duyunca içime bir acı düştü, "Ben zaten zengin değilim, nafile hacca gidecektim" dedim. O üç yüz dirhemi komşuma verdim. "Bunu al ve çoluk çocuğuna nafaka yap. Benim haccım da bu olsun" dedim... 

Abdullah bin Mübarek, adamcağızdan bunları dinledikten sonra buyurdu ki:

-Allahü teâlâ doğru rüya gösterdi...
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK