Makaleler Buraya :)

Çevrimdışı gülümseyinnn

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.382
  • 12.029
  • 5.382
  • 12.029
10 Tem 2013 00:24:15
 Merhaba arkadaşlar.
Eğitim - öğretim ile ilgili okuduğumuz ve beğendiğimiz makaleleri buraya eklersek çok sevinirim. Böylece kendi seçimlerimizden oluşan bir makale havuzumuz oluşur.
Uluslararası gelişmeler, yeni yöntem teknikler, eğitim felsefesiyle ilgili yazılar ve bu çerçevede olabilecek makaleler.
 Zaman zaman okuduğumuz makaleler hakkında konuşup tartışabiliriz de.
Sizlerden ricam eklediğiniz yazıların makale niteliği taşıması ya da bilimsel bir araştırma olması. Deneme, köşe yazısı vb bir bakıma daha subjektif olabilecek yazılar için dilenirse ayrı bir forum açılır :)

 Hepinize güzel paylaşımlarınız için şimdiden çok teşekkür ederim.

Çevrimdışı gülümseyinnn

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.382
  • 12.029
  • 5.382
  • 12.029
# 10 Tem 2013 00:26:26
İlk makalemiz de benden olsun :)

Okuma Eğitimi - Gıyasettin Aytaş

Çevrimdışı gülümseyinnn

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.382
  • 12.029
  • 5.382
  • 12.029
# 10 Tem 2013 00:43:58
  Okulöncesi Eğitimde
 Bilgisayar Destekli Eğitimin Rolü - Ahmet Ömer KAÇAR , Nurettin DOĞAN

Kendime torpil yapayım, kızım okulöncesi çağda :)
 Bu çağda çocuğu olan arkadaşlar da okulöncesi öğretmenleri kadar faydalanır diye umuyorum.

Çevrimdışı aşk-ı şehir

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 2.764
  • 5.041
  • Müdür Yetkili
  • 2.764
  • 5.041
  • Müdür Yetkili
# 10 Tem 2013 00:47:10
2 sene önce Üstün Zekalı Çocuklar Kongresinde sunum yaptığım kendi yazdığım makaleyi ekleyeyim ilk fırsatta ben de.Okul öncesi dönemdeki üstün zekalı çocukların duygusal gelişimleri hakkında.

Konuyu takipteyim.Eminim hepimize çok faydalı makaleler okuyacağız :)

Çevrimdışı okulönceci26

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.624
  • 18.850
  • Okul Öncesi Öğrt.
  • 3.624
  • 18.850
  • Okul Öncesi Öğrt.
# 10 Tem 2013 00:50:35
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
  Okulöncesi Eğitimde
 Bilgisayar Destekli Eğitimin Rolü - Ahmet Ömer KAÇAR , Nurettin DOĞAN

Kendime torpil yapayım, kızım okulöncesi çağda :)
 Bu çağda çocuğu olan arkadaşlar da okulöncesi öğretmenleri kadar faydalanır diye umuyorum.




Birisi okulöncesi mi dedi?  ;) Hemen faydalandım öğretmenim,bende takipteyim heberiniz olsun.Bu güzel konu için ayrıca teşekkür ederim... :)

Çevrimdışı gülümseyinnn

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.382
  • 12.029
  • 5.382
  • 12.029
# 10 Tem 2013 00:54:39
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
2 sene önce Üstün Zekalı Çocuklar Kongresinde sunum yaptığım kendi yazdığım makaleyi ekleyeyim ilk fırsatta ben de.Okul öncesi dönemdeki üstün zekalı çocukların duygusal gelişimleri hakkında.

Konuyu takipteyim.Eminim hepimize çok faydalı makaleler okuyacağız :)


Çok sevinirim hocam, senin bu yönünü biliyordum da nasıl faydalanırız onu düşünüp duruyordum zaten, iyi oldu :)
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Birisi okulöncesi mi dedi?  ;) Hemen faydalandım öğretmenim,bende takipteyim heberiniz olsun.Bu güzel konu için ayrıca teşekkür ederim... :)

Ben teşekkür ederim hocam ilginizden ötürü.
Hocam siz de özellikle alanınızla ilgili makaleleri okuduktan sonra uygulamada bahsi geçenlerden ne şekilde faydalanıyorsunuz , anlatırsanız çok memnun olurum . Yaşasın teori ile pratiğin birleşmesi ;)

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.871
  • 512.400
  • 32.871
  • 512.400
# 10 Tem 2013 02:08:26
Çocuklara kayıp ve yas döneminde nasıl yardımcı olunmalı?

Çevrimdışı gülümseyinnn

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.382
  • 12.029
  • 5.382
  • 12.029
# 10 Tem 2013 17:10:23
Öğretme Sanatı - Özcan Demirel

Yazıyı içindekilerle beraber ekliyorum, o şekilde indirdim. Formatını bozmak istemem. Ama "kültürleme" ile ilgili bölüm ilginizi çekebilir diye düşündüm özellikle.

Çevrimdışı hayane

  • Üye
  • *
  • 6
  • 6
  • 6
  • 6
# 20 Tem 2013 12:07:25
merhabalar eğitimöğretim ve ya öyt ile ilgili makale bulabileceğim siteler warsa yollayabillir misiniz?

Çevrimdışı culle

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.208
  • 13.780
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 4.208
  • 13.780
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 20 Tem 2013 12:15:45
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
merhabalar eğitimöğretim ve ya öyt ile ilgili makale bulabileceğim siteler warsa yollayabillir misiniz?

Aşağıdaki linklerden araştırabilirsiniz

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

ya da herhangi bir üniversitenin ya da eğitim fakültesinin internet sayfasına girince mutlaka bir şekilde dergilerinin linki olacaktır. Oradan inceleyebilirsiniz.

Aşağıdaki linkten de YÖK'ün tez veri tabanına üye olarak yüksek lisans ve doktora tezlerine erişebilirsiniz. Günlük indirme limiti 15 tezdir.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.871
  • 512.400
  • 32.871
  • 512.400
# 11 Nis 2015 15:14:34
Neden Oğluma Asla Zeki Olduğunu Söylemeyeceğim?

5 yaşındaki oğlum okumayı yeni öğrendi. Her gece, beraber yatağına yatıyoruz ve o bana kısa bir kitap okuyor. Her akşam kaçınılmaz bir şekilde, problem yaşadığı bir kelimeye takılıp kalıyor. Dün geceki kelime “minnetle” idi. Oldukça eziyetli geçen bir dakikanın sonunda kelimenin anlamını buldu. Sonra bana dönüp: “Baba, bu kelimeyle nasıl mücadele ettiğimi gördüğün için memnun değil misin? Sanırım beynimin büyüdüğünü hissedebiliyorum.” Gülümsedim: Oğlum şu anda “büyüyen bir zihni” ortaya çıkaran en temel belirtileri kelimelere döküyordu. Ama bunun farkında bile değildi.

Bir süredir, birkaç yıldır okuduğum bir araştırmayı hayata geçirmeye çalışıyorum: Zaten iyi olduğu şeyler konusunda oğlumu övmemeye, sadece zor bulduğu şeyler konusunda azim gösterirse onu övmeye karar verdim. Ona zorluklarla mücadele ettiğinde beyninin büyüdüğünü söyledim. Zihnin öğrenme davranışları alanındaki derin araştırmalar ve oğlumla yaşadığım kişisel deneyimlerim sayesinde, öğrenmeye karşı geliştirilen davranışların, öğrettiğimiz her şeyden çok daha önemli olduğuna hiç olmadığım kadar ikna oldum.

Araştırmacılar uzun bir süredir beynin bir kas gibi çalıştığını biliyor: Ne kadar çok kullanırsan, o kadar çok büyür. Araştırmacılar, nöral bağlantıların en çok, kolay şeyler yaparak sürekli başarı kazandığımızda değil, zor bir şeylerle uğraşırken hata yaptığımızda oluştuğunu ve derinleştiğini söylüyor.

Ancak maalesef herkes bunun farkında değil. Stanford Üniversitesi’nden Dr. Carol Dweck uzun yıllardır öğrenme karşısında insan zihninin davranışlarını araştırıyor. Dweck insanların çoğunun iki zihin davranışını sergilediğini bulduğunu söylüyor: Sabit ya da büyüyen.
Sabit zihin yapıları, yanlış bir şekilde, insanların ya zeki olduğuna ya da zeki olmadığına ve zekanın genlerle sabitlendiğine inanır. Büyüyen zihin yapıları olan insanlar ise, doğru bir şekilde, kapasitenin ve zekanın çaba, mücadele ve hatalarla büyüdüğüne inanır. Dweck’e göre sabit bir zihin yapısı olanlar, başarı olasılığı yüksek olan işler için çaba gösterirken, mücadele etmek zorunda kalabilecekleri işlerden kaçınırlar. Bu da öğrenmelerini kısıtlar. Büyüyen bir zihin yapısı olan insanlar ise, mücadelelere kucak açar ve azim ve çabanın öğrenme sonuçlarını değiştirebileceğini anlarlar. Tahmin edebileceğiniz gibi ikinci grup, kendini aktif bir şekilde daha fazla zorlar ve entelektüel olarak daha çok büyür.

İyi haber ise şu: Zihin davranışları öğretilebilir, çünkü değişebilirler. Esas heyecan verici olan Dweck ve diğerlerinin bu konuda çeşitli teknikler geliştirmiş olmaları. İletişimdeki küçük değişimler ya da görünüşteki zararsız yorumlar bile bir insanın zihin yapısında oldukça uzun süreli etkiler yaratabilir. Örneğin, birinin doğuştan gelen bir özelliğini ya da yeteneğini övmek (“Ne kadar zekisin!”) yerine birinin yaşadığı bir süreci övmek (“Bu problemle mücadele etme şeklin çok hoşuma gitti”), kişide büyüyen bir zihin davranışını güçlendirmenin bir yoludur. Süreci övmek, gösterilen çabayı onaylar; yeteneği övmek, kişinin sabit bir özelliği dolayısıyla başarılı olduğu (ya da olmadığı) fikrini güçlendirir.

Bunu Khan Akademi’de de gördük. Öğrenciler, beynin bir kas gibi olduğunun altını çizen ve azim ve cesaretlerini öven mesajlara maruz kaldıktan sonra Khan Akademi’de öğrenmeye daha fazla zaman ayırıyor.
İnternet büyüyen bir zihin yapısına sahip bir kişi için cennettir. İnternet, zihninizi büyütmenize yardım edecek sonsuz bir içeriğe benzeri görülmemiş bir erişim sunar. Yine de toplum, büyüyen zihin yapıları daha fazla yaygınlaşmadan, bu olanağı sonuna kadar kullanmayacaktır. Peki ya bu durumu tamamen değiştirsek? Zihnimizdeki tüm araçları sevdiğimiz tüm insanlarda büyüyen bir zihin yapısı oluşturmak için kullansak? Bu çok önemli bir bilgi. Bu bilgiyi, çocuklarınızla nasıl iletişim kurduğunuzdan iş yerindeki takımınızı nasıl yönettiğinize, yeni bir dili ya da müzik aletini çalmayı nasıl öğrendiğinize kadar her şeye uygulayabilirsiniz. Eğer toplum bir bütün olarak öğrenme mücadelesini anlasa, bunun global insan potansiyeli açısında ne anlama geleceğini bir düşünün…

Ve şimdi size bir sürpriz: Bu makaleyi okuyarak, siz de büyüyen zihin davranışları geliştirme konusunda çok büyük bir adım attınız. Araştırmaya göre araştırmanın kendisine maruz kalmak bile (örneğin, beynin sorulara doğru değil yanlış cevaplar vererek büyüdüğünü bilmek) kişinin zihin davranışlarını değiştirebilir. Yapabileceğiniz bir başka şey ise bu bilgileri başkalarıyla paylaşmak. Bu yüzden öğrenme mücadelesini öven bir video hazırladık.

Oğlum ya da başka birisi bana öğrenme ile ilgili soru sorduğunda, onların sadece tek bir şey bilmelerini istiyorum: Mücadeleye ve hatalara kucak açarsanız, her şeyi öğrenebilirsiniz.

Salman Khan

Tek Bir Şeyi Bilmelisin: Her Şeyi Öğrenebilirsin

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.871
  • 512.400
  • 32.871
  • 512.400
# 11 Nis 2015 15:22:50
Okullardaki En Büyük Eksiklik: Keyif

Jonathan Swift, 1729 yılında İrlandalılara çocuklarını yemelerini önerdiğinde, üç problemi birden aynı anda çözebileceğini iddia ediyordu: Aç kitleleri doyurmak, şiddetli bir ekonomik kriz döneminde nüfusu azaltmak ve restoran işini hareketlendirmek. Bu, Swift’in hicivlerinden biri olsa da, çocuk merkezli kültürlerde – Amerika gibi – kulağa oldukça itici ve korkunç geliyor. Ama aslında Amerika, bu öneriye düşündüğünüzden çok daha fazla yaklaşmış durumda.

Eğer eğitimcilerle ve politikacılarla daha fazla zaman geçirirseniz (hatta sadece yazdıkları eğitim makalelerini bile okumanız yeterli), şu kelimeleri bolca duyarsınız: “Standartlar”, “sonuçlar”, “beceriler”, “kendini kontrol etme”, “sorumluluk” ve benzerleri. Geçtiğimiz günlerde “etkili” oldukları iddia edilen bazı yeni okulları ziyaret ettim. İrade ve kendini kontrol etmeyi öğrenmek için ilgili sloganlardan oluşan şarkılar söyleyen çocuklara, sınıf ödevlerini bitirdikleri zaman jelibon veriliyordu ya da onlardan yerlerinde hareketsiz oturamadıkları zaman sıralarının arkasında ayakta durmaları bekleniyordu.

Bu okullara gittiğimde aklıma hemen Charles Dickens’ın Zor Zamanlar romanı gelir. Kitapta bir okulun müdürü olan Wackford Squeers, kendinden gayet emin bir şekilde şöyle der: “Şimdi, benim tek istediğim şey ‘kesin veriler’. Bu çocuklara sadece ve sadece kesin verileri öğretin. Hayatta istenen tek şey verilerdir. Başka hiçbir şey ekmeyin, geri kalan her şeyi kökünden söküp atın. Muhakeme becerisi olan hayvanların zihinlerini sadece veriler üzerine inşa edebilirsiniz. Onlara asla başka bir şey sunulmayacak…”

Romanda Squeers, öğrencilerinin, ne pahasına olursa olsun yetişkin dünyasına “hizmet edebilir” olmaları gerektiği bilgisiyle mezun olmalarını istiyor. Bugün de durum pek farklı değil. Herkes, üniversiteye girmek, iyi işler bulmak, büyük bir firmaya girmek ve yeni ticari bilgileri takip etmek için çocukların gerçekten öğrenmeleri gereken şeyleri öğrenip öğrenmediklerinden endişe ediyor. Ülkenin tüm bir okul sistemi, büyük ölçekli ekonomik sıkıntıları çözmeye ve geleceğin çalışanlarını üretmeye yönelik gibi görünüyor. Kesin olan tek şey, hiçbir şekilde çocuklara yönelik olmadığı. Hatta genel görüş, eğer öğretmenler öğrencilerin keyif almalarına çok fazla odaklanırlarsa bir şekilde ahlaksız bir vurdumduymazlığı ve tehlikeli bir hedonizmi teşvik edecekleri yönünde.

Bugünlerde çoğu sınıfta neler olup bittiğine kısa bir bakış atmak, şunu çok net olarak ortaya koyuyor: İnsanlar eğitim hakkında düşünürken çocuk olmanın nasıl bir his olduğunu düşünmüyorlar ya da neden çocukluğun kendi içinde yaşamın önemli ve değerli bir evresi olduğunu. Bence bu, neden ziyaret ettiğim okulların çoğunun daha çok Dickens romanından fırlamış gibi göründüğünü açıklıyor.

Ben üç çocuklu bir anne, bir öğretmen ve bir gelişimsel psikoloğum. Yani çok sayıda çocuğu gözlemleme şansım oldu. Konuşurken, oyun oynarken, tartışırken, yemek yerken, ders çalışırken… Ve sonunda şunu anladım: Çocukları yetişkinlerden ayıran şey, ne onların bilgisizlikleri ne de becerilerinin eksikliği. Aradaki fark, onların muazzam keyif alma kapasiteleri. 3 yaşındaki bir çocuğun banyo küvetinde neleri batırıp neleri batıramadığını keşfetmenin zevki içinde nasıl kaybolduğunu düşünün. 5 yaşında bir kızın en iyi arkadaşıyla birlikte anlamsız kelimeler dizilerini bir araya getirmekten duyduğu heyecanı ya da 11 yaşında bir çocuğun elindeki çizgi romana kendini nasıl tamamen verdiğini düşünün. Bir çocuğun kendini bir şeye tamamen verme becerisi ve bundan yoğun bir zevk alması, yetişkinlerin yaşamlarının geri kalan kısmını bunu tekrar hatırlamaya çalışarak geçirdiği bir şeydir.

Bir arkadaşım bana şöyle bir hikaye anlatmıştı: Bir gün 7 yaşındaki oğlunu futbol antrenmanından almaya gittiğinde, oğlu onu mahzun bir yüzle ve morali bozuk bir şekilde karşılamıştı. Antrenörü onu antrenmana dikkatini vermediği ve odaklanmadığı için azarlamıştı. Küçük çocuk okuldan arabaya, başı öne eğik ve omuzları sarkık bir şekilde yürümüştü. Çok üzgün görünüyordu. Ama tam araba kapısına gelmişti ki aniden durdu, kaldırımın üzerindeki bir şeye dikkatle bakmak için çömeldi. Yüzünü iyice yere yaklaştırdı ve sonra müthiş bir coşkuyla bağırdı: “Baba, buraya gel. Bu hayatımda gördüğüm en acayip böcek! Sanki bir milyon tane ayağı var. Şuna bak. Bu muhteşem.” Kafasını kaldırıp babasına baktı. Yüzünden enerji ve sevinç fışkırıyordu. “Burada bir dakika daha kalamaz mıyız? Bütün bu ayaklarla neler yaptığını anlamak istiyorum.”

Bu tür anlara yönelik geleneksel bakış açısı şudur: Genç olmanın verdiği sevimli ama yersiz hareketler… Azim, yükümlülük ve pratiklik gibi daha önemli niteliklere yer açmak için bir kenara itilmesi gereken şeyler… Oysa bunun gibi anlar, yetişkinlerin hayatlarının kalan yıllarını arayarak geçirdikleri, kendini bir şeye yoğun olarak verme ve keyif alma anlarıdır. Sigmund Freud Uygarlık ve Hoşnutsuzlukları isimli “başyapıtında” çocukluğu şöyle tarif ediyor: Zevke ulaşmak için ilkel dürtülerini dengelemenin ve bir grubun parçası olmanın artan ihtiyacı ile acıyı engellemenin dönemi. Freud’un bu denemesinden sonra yapılan her araştırma, onun haklı olduğunu gösterdi. İnsan hayatları, keyfi deneyimleme arzusuyla yönetiliyordu. Eğitimli olmak, keyiften vazgeçmeyi gerektirmemeli, aksine yeni şeylerden keyif almayı sağlamalıydı: Örneğin küçük oyuncaklarla oynamak yerine roman okumak, banyo küvetine kaseleri batırmak yerine deneyler yapmak ve saçma kelimeleri peş peşe dizmek yerine ciddi konular hakkında tartışmalar yapmak. Okullar çocuklara, keyfin sürekli kaynakları olan şeyleri yapmanın yeni ve daha yetişkin yollarını bulmalarına yardım etmeli: Sanat çalışmaları yapmak, arkadaş edinmek, karar vermek.

Bir çocuğun keyif alma becerisini bir kenara itmektense, onu geliştirmek bu kadar da zor olmamalı. İhtiyacımız olan şey eğitim dünyasının zihniyetinde bir değişim yaratmak. Çocukların boyunlarını eğmeye çalışmak yerine neden onların anlamlı ve üretken aktivitelerden zevk almalarını sağlamaya odaklanmıyoruz? Örneğin bir şeyler tasarlamak, başkalarıyla birlikte çalışmak, fikirler keşfetmek ve problemler çözmek gibi. Tüm bunlar, zaten kolayca cazibesine kapıldıkları ve zevk aldıkları şeylerden çok da farklı değil.

Bu görüşü küçümseyip bir kenara atmadan ya da yoksulluğun, düşük akademik başarının ve yüksek okul bırakma oranlarının olduğu bir ülkede keyfin fazla pahalı bir zevk olduğunu söylemeden önce tekrar düşünün. Okul ortamları ne kadar ciddi olursa, eğitimde başarı kazanmak için keyif o kadar önem kazanır.

Öğretmenlerin verdiği ödevlerin ve koydukları kuralların çoğu, elbette yöneticilerinin baskısıyla, zevke ve keyfe genellikle yeterlik ve sorumluluğun düşmanı olarak bakarlar. Çocukların sınıfta konuşmaması gerektiği çünkü bunun sınıf içi çalışmayı böldüğü varsayımıyla hareket ederler. Onlara göre çocuklar keyfi ertelemeyi öğrenmeli, çünkü ancak bu şekilde üniversiteye gitmek gibi soyut hedeflere ulaşabilirler. Sıkılmaya tahammül etmeyi öğrenmeliler, böylece ileride sıkılma konusunda çok daha iyi olurlar.

Bu, çocuklara davranmanın sadece kasvetli ve korkunç bir yolu değil, aynı zamanda eğitimsel açıdan da tamamen anlamsız bir yoldur. Uzun yıllardır yapılan araştırmalar bize şunu gösterdi: Okulda beceri ve gerçek bilgi kazanmak için çocukların öğrenmeyi istemesi gerekiyor. Bir çocuğu yerinde oturmaya, ödev yapmaya ya da küme  çalışması yapmaya zorlayabilirsiniz. Ama bir insanı dikkatli düşünmeye, kitaplardan zevk almaya, karmaşık bilgileri kavramaya ya da öğrenmeye karşı ilgi geliştirmeye zorlayamazsınız. Bunun olmasını sağlamak için çocuğun öğrenmeden zevk almasına ve okulu bir keyif kaynağı olarak görmesine yardım etmelisiniz.

Yetişkinler öğrenme hakkında sanki tıptan konuşur gibi konuşurlar: Tatsız ama senin için iyi ve gerekli bir şey. Neden öğrenmeyi sanki yemekmiş gibi düşünmeyelim ki? İnsanlar için o kadar değerli ki, onu zevk alınacak bir deneyime dönüştürdüler. Neden aynı şeyi öğrenme için de yapmayalım ki? Bırakın çocuklar öğrenmeyi çok sevdikleri için öğrensinler. İnsanların bilgiye olan açlığının ne kadar doğal olduğunu görmek istiyorsanız, iki yaşında konuşmaya çalışan bir çocuğa bakın. Ve sonra okulda, çocukların öğrenmeden duydukları bu doğal hazzı geliştirmelerine yardım edin.

Eğitim, çocukların keyif duygusunu yok etmemeli ya da okul sonrası hayata ertelememeli. Bir çocuğun yaşam koşulları ne kadar zorsa, o çocuk için sınıfında keyif duygusu yaşaması o kadar önemlidir. Keyif ya da zevk kötü kelimeler değildir. K12 eğitiminin hedeflerine karşı gelen ahlaki değerler de değildir. İşin aslı, eğitimin olmazsa olmazlarıdır.

Çevrimdışı aslı_80

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.080
  • 12.050
  • Öğrenci Velisi
  • 2.080
  • 12.050
  • Öğrenci Velisi
# 11 Nis 2015 15:39:06
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Okullardaki En Büyük Eksiklik: Keyif

Jonathan Swift, 1729 yılında İrlandalılara çocuklarını yemelerini önerdiğinde, üç problemi birden aynı anda çözebileceğini iddia ediyordu: Aç kitleleri doyurmak, şiddetli bir ekonomik kriz döneminde nüfusu azaltmak ve restoran işini hareketlendirmek. Bu, Swift’in hicivlerinden biri olsa da, çocuk merkezli kültürlerde – Amerika gibi – kulağa oldukça itici ve korkunç geliyor. Ama aslında Amerika, bu öneriye düşündüğünüzden çok daha fazla yaklaşmış durumda.

Eğer eğitimcilerle ve politikacılarla daha fazla zaman geçirirseniz (hatta sadece yazdıkları eğitim makalelerini bile okumanız yeterli), şu kelimeleri bolca duyarsınız: “Standartlar”, “sonuçlar”, “beceriler”, “kendini kontrol etme”, “sorumluluk” ve benzerleri. Geçtiğimiz günlerde “etkili” oldukları iddia edilen bazı yeni okulları ziyaret ettim. İrade ve kendini kontrol etmeyi öğrenmek için ilgili sloganlardan oluşan şarkılar söyleyen çocuklara, sınıf ödevlerini bitirdikleri zaman jelibon veriliyordu ya da onlardan yerlerinde hareketsiz oturamadıkları zaman sıralarının arkasında ayakta durmaları bekleniyordu.

Bu okullara gittiğimde aklıma hemen Charles Dickens’ın Zor Zamanlar romanı gelir. Kitapta bir okulun müdürü olan Wackford Squeers, kendinden gayet emin bir şekilde şöyle der: “Şimdi, benim tek istediğim şey ‘kesin veriler’. Bu çocuklara sadece ve sadece kesin verileri öğretin. Hayatta istenen tek şey verilerdir. Başka hiçbir şey ekmeyin, geri kalan her şeyi kökünden söküp atın. Muhakeme becerisi olan hayvanların zihinlerini sadece veriler üzerine inşa edebilirsiniz. Onlara asla başka bir şey sunulmayacak…”

Romanda Squeers, öğrencilerinin, ne pahasına olursa olsun yetişkin dünyasına “hizmet edebilir” olmaları gerektiği bilgisiyle mezun olmalarını istiyor. Bugün de durum pek farklı değil. Herkes, üniversiteye girmek, iyi işler bulmak, büyük bir firmaya girmek ve yeni ticari bilgileri takip etmek için çocukların gerçekten öğrenmeleri gereken şeyleri öğrenip öğrenmediklerinden endişe ediyor. Ülkenin tüm bir okul sistemi, büyük ölçekli ekonomik sıkıntıları çözmeye ve geleceğin çalışanlarını üretmeye yönelik gibi görünüyor. Kesin olan tek şey, hiçbir şekilde çocuklara yönelik olmadığı. Hatta genel görüş, eğer öğretmenler öğrencilerin keyif almalarına çok fazla odaklanırlarsa bir şekilde ahlaksız bir vurdumduymazlığı ve tehlikeli bir hedonizmi teşvik edecekleri yönünde.

Bugünlerde çoğu sınıfta neler olup bittiğine kısa bir bakış atmak, şunu çok net olarak ortaya koyuyor: İnsanlar eğitim hakkında düşünürken çocuk olmanın nasıl bir his olduğunu düşünmüyorlar ya da neden çocukluğun kendi içinde yaşamın önemli ve değerli bir evresi olduğunu. Bence bu, neden ziyaret ettiğim okulların çoğunun daha çok Dickens romanından fırlamış gibi göründüğünü açıklıyor.

Ben üç çocuklu bir anne, bir öğretmen ve bir gelişimsel psikoloğum. Yani çok sayıda çocuğu gözlemleme şansım oldu. Konuşurken, oyun oynarken, tartışırken, yemek yerken, ders çalışırken… Ve sonunda şunu anladım: Çocukları yetişkinlerden ayıran şey, ne onların bilgisizlikleri ne de becerilerinin eksikliği. Aradaki fark, onların muazzam keyif alma kapasiteleri. 3 yaşındaki bir çocuğun banyo küvetinde neleri batırıp neleri batıramadığını keşfetmenin zevki içinde nasıl kaybolduğunu düşünün. 5 yaşında bir kızın en iyi arkadaşıyla birlikte anlamsız kelimeler dizilerini bir araya getirmekten duyduğu heyecanı ya da 11 yaşında bir çocuğun elindeki çizgi romana kendini nasıl tamamen verdiğini düşünün. Bir çocuğun kendini bir şeye tamamen verme becerisi ve bundan yoğun bir zevk alması, yetişkinlerin yaşamlarının geri kalan kısmını bunu tekrar hatırlamaya çalışarak geçirdiği bir şeydir.

Bir arkadaşım bana şöyle bir hikaye anlatmıştı: Bir gün 7 yaşındaki oğlunu futbol antrenmanından almaya gittiğinde, oğlu onu mahzun bir yüzle ve morali bozuk bir şekilde karşılamıştı. Antrenörü onu antrenmana dikkatini vermediği ve odaklanmadığı için azarlamıştı. Küçük çocuk okuldan arabaya, başı öne eğik ve omuzları sarkık bir şekilde yürümüştü. Çok üzgün görünüyordu. Ama tam araba kapısına gelmişti ki aniden durdu, kaldırımın üzerindeki bir şeye dikkatle bakmak için çömeldi. Yüzünü iyice yere yaklaştırdı ve sonra müthiş bir coşkuyla bağırdı: “Baba, buraya gel. Bu hayatımda gördüğüm en acayip böcek! Sanki bir milyon tane ayağı var. Şuna bak. Bu muhteşem.” Kafasını kaldırıp babasına baktı. Yüzünden enerji ve sevinç fışkırıyordu. “Burada bir dakika daha kalamaz mıyız? Bütün bu ayaklarla neler yaptığını anlamak istiyorum.”

Bu tür anlara yönelik geleneksel bakış açısı şudur: Genç olmanın verdiği sevimli ama yersiz hareketler… Azim, yükümlülük ve pratiklik gibi daha önemli niteliklere yer açmak için bir kenara itilmesi gereken şeyler… Oysa bunun gibi anlar, yetişkinlerin hayatlarının kalan yıllarını arayarak geçirdikleri, kendini bir şeye yoğun olarak verme ve keyif alma anlarıdır. Sigmund Freud Uygarlık ve Hoşnutsuzlukları isimli “başyapıtında” çocukluğu şöyle tarif ediyor: Zevke ulaşmak için ilkel dürtülerini dengelemenin ve bir grubun parçası olmanın artan ihtiyacı ile acıyı engellemenin dönemi. Freud’un bu denemesinden sonra yapılan her araştırma, onun haklı olduğunu gösterdi. İnsan hayatları, keyfi deneyimleme arzusuyla yönetiliyordu. Eğitimli olmak, keyiften vazgeçmeyi gerektirmemeli, aksine yeni şeylerden keyif almayı sağlamalıydı: Örneğin küçük oyuncaklarla oynamak yerine roman okumak, banyo küvetine kaseleri batırmak yerine deneyler yapmak ve saçma kelimeleri peş peşe dizmek yerine ciddi konular hakkında tartışmalar yapmak. Okullar çocuklara, keyfin sürekli kaynakları olan şeyleri yapmanın yeni ve daha yetişkin yollarını bulmalarına yardım etmeli: Sanat çalışmaları yapmak, arkadaş edinmek, karar vermek.

Bir çocuğun keyif alma becerisini bir kenara itmektense, onu geliştirmek bu kadar da zor olmamalı. İhtiyacımız olan şey eğitim dünyasının zihniyetinde bir değişim yaratmak. Çocukların boyunlarını eğmeye çalışmak yerine neden onların anlamlı ve üretken aktivitelerden zevk almalarını sağlamaya odaklanmıyoruz? Örneğin bir şeyler tasarlamak, başkalarıyla birlikte çalışmak, fikirler keşfetmek ve problemler çözmek gibi. Tüm bunlar, zaten kolayca cazibesine kapıldıkları ve zevk aldıkları şeylerden çok da farklı değil.

Bu görüşü küçümseyip bir kenara atmadan ya da yoksulluğun, düşük akademik başarının ve yüksek okul bırakma oranlarının olduğu bir ülkede keyfin fazla pahalı bir zevk olduğunu söylemeden önce tekrar düşünün. Okul ortamları ne kadar ciddi olursa, eğitimde başarı kazanmak için keyif o kadar önem kazanır.

Öğretmenlerin verdiği ödevlerin ve koydukları kuralların çoğu, elbette yöneticilerinin baskısıyla, zevke ve keyfe genellikle yeterlik ve sorumluluğun düşmanı olarak bakarlar. Çocukların sınıfta konuşmaması gerektiği çünkü bunun sınıf içi çalışmayı böldüğü varsayımıyla hareket ederler. Onlara göre çocuklar keyfi ertelemeyi öğrenmeli, çünkü ancak bu şekilde üniversiteye gitmek gibi soyut hedeflere ulaşabilirler. Sıkılmaya tahammül etmeyi öğrenmeliler, böylece ileride sıkılma konusunda çok daha iyi olurlar.

Bu, çocuklara davranmanın sadece kasvetli ve korkunç bir yolu değil, aynı zamanda eğitimsel açıdan da tamamen anlamsız bir yoldur. Uzun yıllardır yapılan araştırmalar bize şunu gösterdi: Okulda beceri ve gerçek bilgi kazanmak için çocukların öğrenmeyi istemesi gerekiyor. Bir çocuğu yerinde oturmaya, ödev yapmaya ya da küme  çalışması yapmaya zorlayabilirsiniz. Ama bir insanı dikkatli düşünmeye, kitaplardan zevk almaya, karmaşık bilgileri kavramaya ya da öğrenmeye karşı ilgi geliştirmeye zorlayamazsınız. Bunun olmasını sağlamak için çocuğun öğrenmeden zevk almasına ve okulu bir keyif kaynağı olarak görmesine yardım etmelisiniz.

Yetişkinler öğrenme hakkında sanki tıptan konuşur gibi konuşurlar: Tatsız ama senin için iyi ve gerekli bir şey. Neden öğrenmeyi sanki yemekmiş gibi düşünmeyelim ki? İnsanlar için o kadar değerli ki, onu zevk alınacak bir deneyime dönüştürdüler. Neden aynı şeyi öğrenme için de yapmayalım ki? Bırakın çocuklar öğrenmeyi çok sevdikleri için öğrensinler. İnsanların bilgiye olan açlığının ne kadar doğal olduğunu görmek istiyorsanız, iki yaşında konuşmaya çalışan bir çocuğa bakın. Ve sonra okulda, çocukların öğrenmeden duydukları bu doğal hazzı geliştirmelerine yardım edin.

Eğitim, çocukların keyif duygusunu yok etmemeli ya da okul sonrası hayata ertelememeli. Bir çocuğun yaşam koşulları ne kadar zorsa, o çocuk için sınıfında keyif duygusu yaşaması o kadar önemlidir. Keyif ya da zevk kötü kelimeler değildir. K12 eğitiminin hedeflerine karşı gelen ahlaki değerler de değildir. İşin aslı, eğitimin olmazsa olmazlarıdır.

Çok güzel bir makaleymiş öğretmenim teşekkürler.

Çocuklarımızı sadece bir öğrenci olarak görüyoruz çoğu zaman. Eğitim sistemi düzenlenirken onların çocuk oldukları daha çok dikkate alınsa keşke...

"İnsanın olgunlaşması, çocukken oyunda gösterdiği ciddiyeti yeniden bulmasıdır."-

Nietzsche

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.871
  • 512.400
  • 32.871
  • 512.400
# 12 Nis 2015 23:56:32
Her Kız Çocuğunun Öğrenmesi Gereken 10 Sözcük

Soraya Chemaly

 

“Sözümü kesmeyi bırak.”

“Şimdi aynı şeyi söyledim.”

“Açıklamaya gerek yok.”

Beşinci sınıftayken okulun nezaket ödülünü kazanmıştım. Başka bir deyişle, terbiyeli olduğum için ödül kazandım ben. Erkek kardeşimse, herkes tarafından sınıfın komedyeni olarak kabul ediliyordu. Çok tipik olarak “küçük hanım” ve “oğlandır yapar” biçiminde yetiştirilmiştik. Tüm dünyada, çocukların terbiye eğitimi cinsiyetler açısından eşitsizdir. Kız çocuklarını, erkek çocuklardan beklemediğimiz biçimde sıralarını bekleyecek, başkalarını daha dikkatle dinleyecek, küfretmeyecek ve söz kesme isteğine karşı koyacak şekilde sosyalleştiririz. Bir başka deyişle, genellikle kızlara itaatkarlık alışkanlıklarını, oğlanlara ise hakimiyet kurmayı öğretiriz.

Kendimi, sürekli olarak erkeklerin sözümü kestiği karma cinsiyetli ortamlarda (hayat) buluyorum. Sadece meraktan artık bunların kaydını tutmaya karar verdiğimden beri, bunun meydana gelme sıklığı insanı hayrete düşürüyor. Bu durum, özellikle çevrede başka erkekler olduğunda belirginleşiyor.

Bu bezdirici gerçekliğin yanında, bir de göz teması kurmayan erkekler var. Örneğin, sadece masadaki erkeklere bilgi veren ya da soru soran garson veya içlerinde sadece benim kadın olduğum beş kişilik bir grubun bir parçası değilmişim gibi davranan geçen haftaki adam. Önceden tanışmıyorduk ve o gün de en fazla 10 sözcük etmişizdir birbirimize, o yüzden tavrının benim pek de çekingen olmayan görüşlerim yüzünden olduğunu sanmıyorum.

Sıklıkla cinsiyete bağlı olarak, karşılıklı konuşmada hakimiyet kurmanın bu iki yoluna bir de şu eşlik eder: Bir kadının açık ve duyulur biçimde söylediği bir şeyi kimse duymuyor gibi görünür, sadece birkaç dakika hatta birkaç saniye sonra, bir erkek tarafından tekrarladığında, konu övgüye ve grup tartışmasına layık görülür.

Kısa süre önce, cinsiyetler arası kendine güven ayrımı konusunda yazdığım yazıda bulunan listedeki 10 maddeden en çok yankı alanı, kimin konuşmasının önemli kabul edildiği meselesiydi. Twitter’da yazdıklarıma katılan bir kişi, bana bir kadın ve beş erkeğin bir konferans masasında oturduğu bir karikatür gönderdi. Karikatürde şöyle diyor, “Bu mükemmel bir öneri, Bayan Triggs. Belki masadaki beyefendilerden biri bunu önermek isteyebilir”. Dünya üzerinde bu durum başına gelmeyen kadın olduğunu sanmıyorum.

( karikatür ektedir)

Karikatür başta komik görünebilir, ta ki bunun gerçekte ne kadar sık meydana geldiğini fark edene kadar. Ayrıca, örneğin Elizabeth Warren veya Brooksley Born gibi kişilerin başına gelmesi durumunda yankıları çok daha kayda değer olur. Denkleme ırk ve sınıfı da eklediğinizde, bu ötekileştirmenin oluş sıklığı daha da artar.

Kadınların seslerinin böyle bastırılması, Bayan Triggs’in ne giydiğini veya içtiğini veya bu yanıtı kışkırtacak ne söylemiş olabileceğini öğrenmeye çalışmanız durumunda, cinsiyet ayrımcılığının ta kendisidir.

Söz kesme ve sözünün üzerine konuşma gibi davranışlar, statü farkının sonucu olarak da meydana gelir, ama cinsiyet burada da hüküm sürmektedir. Örneğin erkek doktorlar sürekli olarak hastalarının, özellikle de kadın hastalarının sözlerini keser, ancak hastalar nadiren doktorların sözünü keser. Tabii doktor kadın değilse. Doktorun kadın olması durumunda, doktor daha az söz keser ama sözü daha fazla kesilir. Bu, iş yerlerindeki üst düzey yöneticiler için de geçerlidir. Erkek patronların konuşması çalışanları, özellikle de kadın çalışanları tarafından kesilmez; ancak kadın patronların sözü erkek çalışanları tarafından sürekli olarak kesilir.

Hem erkek hem de kadınların, erkeklerin söylediklerini tercih etmesi “mansplaining”in (“gösteren adam” “açüklama”*) bir türüdür. Bu sözcük, yazar Rebecca Solnit tarafından bir makalede kullanılmıştır; Solnit bazı erkeklerin kendi konuşmalarını tamamen yetkin bir kadınınkilerden daha önemli kabul etmesi eğilimini evrensel bir erkek özelliği olarak değil, “o cinsiyetin bir kısmının çıkmaza girdiği, aşırı kendine güven ve budalalığın kesiştiği yer” olarak açıklamıştır.

Solnit için bardağı taşıran nokta çok sinir bozucu olmuştur. Bir kokteyl partide sohbet ettiği erkek ona ne iş yaptığını sorar. O da kitap yazdığını söyler ve son yazdığı kitabın River of Shadows: Eadweard Muybridge and the Technological Wild West olduğunu anlatır. Adam Muybridge’i duyar duymaz sözünü keser ve şöyle sorar, “Peki bu yıl çıkan çok önemli Muybridge kitabını duydunuz mu siz?” Ardından kitap üzerine değil, kitap hakkında okuduğu bir eleştiriye dayanarak ağdalı konuşmasına devam eder, ta ki bir arkadaşı “Bahsettiğin zaten onun kitabı” diyene kadar. Onu (o da bir kadındır) duymazdan gelir, kadın aynı şeyi üç kez söylemek zorunda kalır, sonunda adamın beti benzi atar ve oradan uzaklaşır. Kadın değilseniz, tanıdığınız tüm kadınlara bunun nasıl bir şey olduğunu sorun, çünkü hiç komik değil ve hepimizin başına geliyor.

Larry Summers’ın birkaç yıl önceki “kadınlar matematikten anlamaz” tartışmasının ardından, bilim insanı Ben Barres önce bir kadın sonra da bir erkek olarak yaşadıklarını açıkça yazmıştır. MIT’de kadın bir öğrenci olan Barbara Barres’a oldukça zor bir matematik problemini çözdükten sonra bir profesör “Herhalde bunu erkek arkadaşın senin için çözdü” demiştir. Birkaç yıl sonra, Ben Barres olarak olumlu tepkiler alan bilimsel bir konuşma yapmış ve seyircilerden birinin “Onun işleri kız kardeşininkilerden çok daha iyi” dediğini duymuştur.

En dikkat çeken şey ise, erkek olmanın en önemli avantajlarından birinin artık “bir erkek tarafından sözü kesilmeden bir cümleyi tamamlayabilmesi” olduğunu söylemesidir.

Sinir bozucu ancak marazi bir biçimde “gençlik patavatsızlıklarıma” karşı “anlayışsızlıklarını” mazur gördüğüm genç delikanlılar oldu. Geçen hafta bir kafede otururken 60’larında bir adam yanımda durup bana ne yazdığımı sordu. Ona cinsiyet ve medya hakkında bir kitap yazdığımı söyledim, bana “Birkaç yıl önce bu konuda bir konferansa gittim. Gazetede bir iki yıl önce bununla ilgili bir şeyler okumuştum. Otomobil üreticilerinin satış yapmak için kadınları küçük düşürücü görüntüler kullandığını biliyor muydunuz? Size seve seve yardım ederim” dedi. Ona neşeyle gülümseyerek, görüntülerin küçük düşürücü olmanın çok daha ötesinde ve kadınların onuru, konuşma özgürlüğü ve kültür eşitliği için kesinlikle yaralayıcı olduğunu belirttiğimde yavaştan uzaklaştı.

Bu kadar çok erkeğin neden kendisini muhteşem sandığını ve söylediklerinin daha meşru olduğunu düşündüğünü kavramak çok da zor değil. Bu durum çocuklukta başlıyor ve kesinlikle sona ermiyor. Anne babalar kızlarının sözünü iki kere daha fazla kesiyor ve onlar için daha sıkı terbiye kuralları koyuyor. Başkalarının sözünü kesmenin baskın maskülenlik işareti olduğunu bilen öğretmenler, erkek çocuklarla kızlardan daha sık ve daha dinamik biçimde meşgul oluyor

Yetişkinlikte kadınların konuşmasına daha az otorite ve güvenilirlik atfediliyor. Yetkin birer eleştirmen veya komedyen olabileceğimiz düşünülmüyor. Karma gruplarda (sınıflar, toplantı odaları, yasama heyetleri, medyadaki uzman görüşleri ve malum nedenlerden dolayı dini kurumlar) erkekler kadınlardan daha fazla, daha sık ve daha uzun konuşuyor. Aslında yönetim kurulları, komiteler ve yasama meclisleri gibi erkeklerin baskın olduğu sorun çözme gruplarında erkekler kadınlardan %75 daha fazla konuşuyor, bunun alınan kararlarda etkisi olumsuz oluyor. İşte bu yüzden, araştırmacıların da özetlediği gibi “Masada bir yerinin olması sesinin duyulduğu anlamına gelmiyor.”

Filmlerde ve televizyonda bile, erkek aktörler daha bozguncu biçimde konuşuyorlar ve kadın meslektaşlarına göre iki kat daha fazla konuşma ve ekranda görünme süresi elde ediyorlar. Bu gerçek, kesinlikle geçmişle veya eski tarz medyayla kısıtlı değil, çevrimiçi olarak da görmek mümkün. Erkeklerin açtığı tartışma grubu başlıkları çok daha yüksek yanıt oranına sahip ve Twitter’da erkekler kadınlardan iki kat daha fazla retweet ediliyor.

Bu dilsel kalıpların birçok farklı sonucu vardır, adaletsiz mahkeme salonu dinamiğine yol açması bunlardan sadece biridir; burada çekişmeli konuşma tarzı duruşmalara hakimdir ve cinsiyetçi ifade kadınların ifade verme sırasında sözünün kesilmesine, hiçe sayılmasına ve erkekleştirilmiş konuşma standartlarına göre güvenilmez olarak tanımlanmasına yol açar. Ayrıca mahkeme salonları, kadınların daha aşağı seviyede oluşunda ırkın güvenilirlik ve statüyü nasıl iki kat etkilediğini açıkça göstermektedir. Mahkemede ifade veren siyah bir kadın, genellikle “[beyaz] kadın dili” olarak kategorize edilen dili benimserse, daha az güvenilir olarak kabul edilir. Buna karşın, daha iddialı olursa beyaz jüri üyeleri onu “kaba, saldırgan, kontrolsüz ve dolayısıyla [yine] daha az güvenilir” bulur. Kadınlar bu çifte açmaza karşı bir yaklaşım olarak suskunluğu benimseyebilir, ama ifade verirken suskunluk pek işe yaramayacaktır.

İşin en ilginç tarafıysa, kadınların daha çok konuştuklarını düşünerek yetiştirilmemizdir. Fiilen hükmeden erkekler olmasına rağmen, çoğu kişinin kadınların gevezelik ettiğini düşünmesi dinleyicinin önyargısıdır. Dilbilimciler, kadınların ve erkeklerin farklı gezegenlerden geldiği fikrinden yaygın olarak anlaşılanın “kadın dilini” “güçsüzün diliyle” karıştırdığı kararına varmıştır.

Elbette, toplumsal cinsiyetin (biyolojik cinsiyetin değil) oynadığı rolü gösteren istisnalar da var. Örneğin, benim sürekli eşzamanlı konuşan, rahatsız edici biçimde söz kesen ve gelişigüzel olarak konuşulan konuları değiştiren çok komik bir çocuğum var. Onunla sohbetlerimizi yazılı olarak okusanız, söz konusu konuşma alışkanlıklarını “maskülen” olarak kabul ettiğimiz için muhtemelen çocuğumun erkek olduğunu sanırsınız. Oysa bu bir kız çocuğu. Kızım iddialı ve kendine güvenli olmayı açıkça sergilemek konusunda, ortalama bir kız konuşmacıya göre daha rahat. Ona kendine güvenini korumasını sağlayarak nazik olmayı öğretmek zor bir denge. Bununla birlikte, oğlan çocuklarına örnek olması beklenen kız çocukları için aşırı kibarlık standartlarının, sürekli işittiğimiz gibi başarılı olmak için yetiştirilme biçiminin üstesinden gelmesi ve erkek gibi konuşmayı öğrenmesi gereken (pazarlık yapmayı öğrenme, daha fazla maaş talep etme, vs.) kadınlar üzerinde gerçek etkisi vardır.

Bu yazıyı ilk yayımladığımda, aldığım ilk tepki Twitter kullanıcısı bir erkekten geldi, bana kendini bilmezlikle “Bunları sana bir erkek konuşmanın ortasında söyleseydi ne derdin?” diye sordu.

Öğrenilmiş erkek konuşması hakimiyeti sadece okulda değil her yerde önemli bir sorundur. Söylediklerimden şüpheniz varsa kendi yemek masanızda, iş yerinizde, sınıfınızda sessizce oturup konuşma dinamiğini takip edin. Okul servisinde, saha kenarında, ibadet yerlerinde… Bu durum kayda değer ve önemli sonuçlar doğurur.

İnsanlar bana sık sık cinsiyet ayrımcılığı ile mücadele etmek için kız çocuklarına ne öğretilebileceğini veya kendilerinin ne yapabileceğini soruyorlar. “Cinsiyet ayrımcılığı ile karşılaştığımda ne yapabilirim? Özellikle okulda bir şey söylemek zor.” Genelde, dünyanın onlara verdiği tepkiden kız çocuklarının sorumlu olması gerektiği yaklaşımından tiksiniyorum, ama onlara her gün şu sözcüklerle pratik yapmalarını söylüyorum:

“Sözümü kesmeyi bırak,”

“Şimdi aynı şeyi söyledim” ve

“Açıklamaya gerek yok.”

Bunların söylenmesi hem erkek hem de kız çocuklarına iyi gelecektir. Hatta hatırı sayılır miktarda yetişkini de kendine getirecektir.

Kaynak: [linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Çeviren: Ece Eroğlu

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.871
  • 512.400
  • 32.871
  • 512.400
# 29 Nis 2015 23:50:21
Öğrenci Tasarımlı Okul Nasıl Olur?

Sam Levin Great Barrigton’ daki Monument Mountain lisesinde öğrenciyken, okulunda şu iki olgunun eksikliğini fark etti: Sorumluluk ve yeterlilik. Bununla birlikte, o ve arkadaşlarının çok fazla şey öğrendiğini ancak kendi verilerini nasıl oluşturacaklarını ya da bu verileri nasıl bir araya getireceklerini öğrenmiyorlardı. Ve ayrıca öğrencilerin mutsuz olduğunu da fark etti. Bu yüzden; öğrencilerin tamamıyla sorumluluğu hissettiği, herhangi bir alanda uzmanlıklarını geliştirme olanağı tanındığı ve öğrenmenin öğrenildiği okullar tasarlamayı kendine görev edindi.

Danışman Mike Powell bunu şöyle açıkladı; “Sam Levin temel noktalarda üzerinde hala çalışılan bir plan öne sürdü fakat bu yolda öğrenciler daha fazla itici güç, destekleyici olacaktı”. İdare projeye sömestr boyu pilot proje şansı tanımaya karar verdi ve 2010 sonbaharında Bağımsız Proje (Independent Project) sahneye çıktı.

Proje; lise ikinci, üçüncü ve son sınıf kademelerindeki yazılı uygulama ve mülakatla seçilen sekiz öğrenciden oluşuyordu. Grubun ana danışmanı; “bu fikrin zamanını iyi değerlendirebilen, geleneksel programda bulunandan daha fazla şeyi araştıran ve öğrenme tutkusuna sahip olan öğrenciler için olduğunu” söylüyor. Seçilecek öğrencilerin okul başarıları kıstas olarak alınmayacak. Grup beyaz yakalı ve mavi yakalı olarak tabir edilen ailelerden gelen çocuklar arasından, adil bir dağılımla seçildi.

Proje, öz motivasyonun ne olduğu fikri üzerine kuruluyor, bu doğrultuda yapılan eleştirisel değerlendirmeler de esas olarak bireyi kendi motivasyonunu geliştirmesi yönünde destekliyordu. Öğrencilerin zamanı, günlük grup toplantıları haricinde, bireysel motivasyon geliştirme yönünde yapılan aktivitelerle başarılı olmak için kendilerine kalıyordu. Powel gençlerin günün büyük bir bölümünde başıboş kalmalarının kabul edilebilir bir durum olmadığını belirtiyordu.

Öğrenciler Matematik, Fen Bilgisi, Sosyal bilgiler ve Edebiyatta onları ilgilendiren konuları buldular. Her hafta bir soru seçiyor, onu araştırıyor ve bulduklarını gruba sunuyorlardı. Aynı zamanda, okumak için kitaplar seçiyorlar, üzerine tartışıyorlar ve kitap hakkında bir şeyler yazıyorlardı. Onları heyecanlandıran şey, sömestr boyu bir konu üzerinde bireysel bir çalışma yapmak. Tek zorunluluğu: Projenin, yeterli çaba, öğrenme ve yeterlilik gerektiriyor olması ve işbirliği içinde üç haftalık hummalı bir grup çalışmasıydı. Bu arada öğrenciler bu eğitim ve proje hakkında bir video yapmayada karar verdiler. Öğrenciler, çalışmanın ötesinde özel bir amacı olan projelerinin son sunumundan sorumluydular.

Powell, danışmanları olarak, grupla her sabah düzenli olarak görüşüyordu aynı zamanda lojistik destek sağlıyor ve kaynakları yerleştirmede öğrencilere yardımcı oluyordu. Diğer üç öğretmen – Fen Bilgisi Öğretmeni, Matematik Öğretmeni ve Sosyal bilgiler öğretmeni- danışma komitesi olarak çalıştı. Günün belli bir bölümünde, her neye ihtiyaç duyarlarsa, araştırma kitaplarındaki oldukça karmaşık olan bazı fikirler üzerinde konuşmak ve yardımcı olmak için öğrencilerle toplanıyorlardı. Bunun yanında, öğrenciler ihtiyaç duyduklarında diğer öğretmenlere ya da uzmanlara danışıyorlardı. Komite üyelerinden bilgilerini paylaşmaları istendiğinde Powel bunun için şöyle diyor: “Bilmelisiniz ki üyelerimiz zamanlarının neredeyse tamamınında burada çalışıyorlar”.

Süreçteki Zorluklar

Program süreçte bazı zorluklarla karşılaştı. Powell: “Yaşıtlar arası yapıcı eleştiriyi yapmakta zorlandık” dedi. Bu, öğretmenin sınırlarını çizip yapısını oluşturmaya yardımcı olduğu sınıftan biraz farklı. Onlar çözümü yaşıtların yarıştırılmalarında buldu. Bu programın büyük bölümünü onların ne yapıyor olduklarını hesaba katmaları oluşturuyordu. Onlar çok gençler ve dolayısıyla yaşları gereği her zaman iyi seçimler yapmalarını ve zamanı doğru yönetmelerini beklemek gerçekçi olmaz. Üstelik yetişkinler bile bunu yapamazken…”

Bazı öğretmenler için bu denli sınırları belirsiz olan bir sistemde öğrencilerin dersleri geçmesini kabullenmek oldukça zordu. Bu yüzden grup saydam olmaya çalıştı ve son sunularını yapıp velilere tanıttılar. Powell sömestrin sonunda herkesin – aileler, okul ve öğrenciler – tatmin olduğunu söyledi. Projenin bülteni şöyle: Aileler, bu programın ne olduğu konusunda oldukça bilinçlendiler çünkü çocuklar evde okul hakkında geçmişte hiç olmadığı kadar çok konuşuyorlardı.

Powell: “Orada, çocukların esinlendiklerini gözlemleyebileceğimiz çok fazla an olduğunu ve onların fazlasıyla sorumluluk bilinciyle gelen kontrol ile birlikte, zamanı yönetmeyi ve sorumlu davranmayı öğrendiklerini” söyledi.

Okul, her yıl bir sömestr devam eden ve o yıl ders almakta olan başarılı veya başarısız 9 ile 12 arası öğrenci ile programı sürdürmeye karar verdi. Powell: “Bu riskliydi, çünkü biz öğrencilerin bunu transkriptlerine nasıl yansıtacaklarını bilmiyorduk. Fakat son zamanlarda Oxford ve Williams gibi seçkin okullarda dahil olmak üzere oldukça olumlu cevaplar aldık.”

Tüm bunlara rağmen; projeye katılmak için başvuran öğrenci sayısı fazla değildi. Bu yıl grubun ana danışmanı olarak tanıtılan Fen Bilgisi Öğretmeni Daniel Gray o aynı zamanda bu tarz modellerde daha önceden tecrübeli birisi. – Demokratik eğitim üzerine tahsil gördü ve daha sonra bir devlet okulunda demokratik eğitimin prensiplerinin tanıtılmasında yardımcı oldu: “Onların sıradan bir dersi aldıklarından daha fazla çalışacaklarını bildiklerini ve bunu yapmak için öğrenciler kendilerini zorlamaları gerektiğini, birçok lise öğrencisinin ne bununla ilgilendiğini ne de böyle bir tecrübeye hazır olduğunu” söylüyor ve ekliyor: “Bence, yıllar geçtikçe eğer onlara aşamalı olarak artırarak sorumluluk verilirse hazır olabilirler. Benim 7. Ve 8. Sınıf öğrencilerim 1-2 yıl içinde bunu başardılar ve bu yaşta umulandan daha fazla olgunlaştılar.”

Uygulamadaki Dersler

Monument Mountain okulundaki bazı öğretmenler başta şüpheci yaklaşsa da, çoğunluğu şu anda programı destekliyor. Bazıları onun ilkelerini kullanmaya başladı bile. Örneğin; İngilizce öğrencilerine hangi kitabı okuyacaklarını seçme şansı verdiler. Powell, aynı zamanda en uygun öğretmen rolü hakkında “pozitif” tartışmaların ortaya çıktığını söylüyor.

Yılardır programa çok sayıda rötuşlar yapılmakta. Bunlardan bir tanesi de; artık, öğrencilerin ne öğrendiğini kontrol edemediği sınıflara ani ve katı bir geçişi engellemek için programın ilkbahar dönemiyle sınırlandırılmasıydı. Ve projede görevlendirilen öğretmen sayısı önce 3’e sonra programla ilgili nedenlerden kaynaklı olarak 2 ye düşürüldü. Her grup kendi görüşünü anlattı. Bu yıl öğrenciler fazla boş vakte sahipti ve konu alanı gereksinimleri karşılanmadı.

Öğrencilere haftalık araştırma soruları, kitap bölümleri veriliyordu. Sanatsal görevler için, roman yazma; bilimsel keşifler için Lyme hastalığı için batı ve doğu da kullanılan ilaçların farklarının araştırılması gibi görevler veriliyordu.

Bazen öğretmenlerden gelen yardım desteği zorluğu kanıtlıyordu. Programı organize eden ve mezun olacak olan Logan Malik şöyle diyor: “Bu öğrencilerin alışık olmadığı bir şeydi. Öğretmenin sana ne yapacağını söylemesi yerine, sen öğretmene ne öğreneceğini, ne üzerine bilgi istediğini ve ne zaman ders yapmak istediğini söylüyorsun ki onlar da bazı hazırlıkları yapıyorlardı. Ama kendilerine ait zamanlarda bile öğretmenler bize yardımcı olmada istekliydiler”. ( Öğrenciler aynı zamanda ilk grup olarak emsal teşkil ediyorlar.)

Tıp hazırlık dersleri çalışması için sorumlu olmasına rağmen Logan’ın bu ilkbahardaki bireysel uğraşı klasik gitar öğrenmekti. Youtube’dan temel parmak hareketlerini öğrenmek için videolar izledi ve sonra günde dört saat kadar bunlara çalıştı. Malik yoğun iş programına devam ediyor olsaydı bu tür bir aktiviteye giremeyeceğini girse bile bu tür bir grup olmadan yeterince verimli olamayacağını söyledi.Bağımsız Proje onu oldukça meşgul eden bir işti fakat değer vermediğin ve yapmak istemediğin şeylerin kölesi olmakla kıyaslayınca bu meşguliyet çok daha kolay olduğunu söylüyor Malik.

Bunun yanında stres de daha az çünkü değerlendirmeler, sadece başarılı veya başarısız olarak yapılan nihai sonuçlar üzerine kurulu değerlendirmeden ziyade, öğrencinin eksiğini belirleyip bunu gidermeye yönelik yapılan üretken bir modeldi.

Ödevlerin toplanma tarihine öğretmenler tarafından karar verilmediği için ödevlerin toplanması konusu sıkıntılı olabiliyordu. Fakat biz hepsini çok iyi şekilde yapıyorduk diyor Malik. Öğretmenler esnek ve adil olmaya çalıştılar; doğal düşüşleri, alçalmaları hesaba katmaya ve umulmayan zorlukların yanında öğrencilerin dikkatlerini ve motivasyonlarını düşürmediler. Araştırma soruları için zaman talep eden öğrencilere ek süre verildi.

Malik şöyle diyor: “Öönce isteyen kişilere ek bir hafta verildi bu onlara daha fazla çalışmaları gerektiğini hissettirdi ve sıkı bir şekilde çalıştılar.’’ Bireylere işleri rayına oturtması için geçme şansı veriliyordu. Eskiden tansiyon arttığında ya da grubun enerjisinde nispeten azalma görüldüğünde, amaçları ve programdaki potansiyel gelişimleri tartışılırken grup bir araya (molaya) çıkarıldı. Malik: “Sıradan derslerin birçoğunda da eğleniyordu ve o bu projeyi diğerinin yerini almasından çok, bir tamamlayıcı program olarak düşünüyordu. Ona göre bu proje yetişkinlerin başını çektiği klasik sistemden sağlanamayacak kadar çok yararlar sağlıyordu.Proje öz motivasyon nedir fikriyle kuruldu. Bu hala tartışılıyor ve oldukça da değerli bir şey.

Öğrencilerdeki Değişimler

Programa katılan öğrenciler daha fazla soru soruyorlar ve bunları nasıl cevaplayacaklarına ilişkin daha bilinçli ve dikkatli yöntemler yapılandırıyorlardı. Fikirler üzerine düşünme ve kaynakları değerlendirme yolunda oldukça dikkatliydiler. Zamanlarını daha iyi yönetiyorlardı.

Bülten aynı zamanda şunu da not düştü: Proje şunu aşılıyor; “Öğrencilerde eğitimlerini sahiplenme hissi program bittikten sonra da uzun süreler öğrencilerde yer ediyor. Bazı öğrencilerin akademik anlamda çabalamaya devam etmelerine rağmen ailelerin geri dönüşleri şu yönde oldu: “Çocuklar, Bağımsız Proje’den öncesine oranla okul dışında ilgi duydukları şeylerin peşinde daha fazla koşar oldular”.

Bülten şöyle devam ediyor: “Hiç kimsenin başarısız olduğu söylenemez, program ya da sistemin başarısızlığından söz edilebilir. Esasen, Bağımsız Proje’de öğrenciler görevi tamamlamaya çabaladı ve programdan tam not alamadı… O zaman amaç; Bağımsız Proje’yi kimse başarısız olmasın haline getirmek değil, amaç şimdiki sistemde olduğundan daha az sayıda insanın başarısız olmasını sağlamak ve bu projede entelektüel anlamda şimdiki sistemde olduğundan daha fazla başarı sağlayabilmektir.

Program çok fazla ek kaynak gerektirmiyor ve diğer devlet okulları da bu sistemin benzerini oluşturmak için Monument Valley’i ziyaret etmekteler. (Profesyonel bir yapımcı da bununla ilgili bir video yapmakta.) Powell projeye öğretmen ya da müfredat odaklı idareciler yerine, öğrenci odaklı eğitime açık idareciler gerektiğini söylüyor. Fakat bir şeye de dikkat çekiyor: “Odak öğrencide olduğu için başlanılması gereken yer bu. Bu sistem öğrenci tarafından geldi ve tüm bürokratik işler öğrenciler tarafından sürdürüldü. Bu tür programlar eğer öğretmen güdümünde olursa, çok fazla başarılı olamaz. Eğer bir grup yetişkin bunun benzerini yapmak isterse, öğrencilerle proje hakkında konuşmalar yapabilirim böylece onların nasıl tepkiler verdiğini, projeyi nereye koyduklarını görürüz. Eğer bu yeni kavramla öğrenciler ilgileniyorsa, proje kendi kendinin rehberi olur.”

Charles Tsai tarafından hazırlanan videoya göz atarak öğrencilerden bazılarıyla tanışabilirsiniz: [linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Çeviri: Özge Metin

Düzeltme: Turgay Şengüler

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK