Savaşın Ortasında Komutansız Kalmaktır, Babasız Kalmak..

Çevrimdışı elif_hanım

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.791
  • 3.690
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 1.791
  • 3.690
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 06 Ara 2015 15:03:08
Baba olmadan baba kiymeti bilinmezmis

Çevrimdışı İSTANBULLL

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.076
  • 17.639
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 3.076
  • 17.639
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 06 Ara 2015 15:13:01
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
sımdı bende 28 yasındayım babam var şükür ki ancak örfi yapıdan mı bilemem yoksa çok mu buyuduk bende de kaybetme korkusu var sımsıkı sarılıp senı cok sevıyorum demek ıstıyorum fakat dedım ya geleneklerımızı bazen her şeyın onune gecıyor....Sız kardeslerıme de sabırlar dılıyorum onları mutlu etmek ısteyenler hayırda yarısın ki babanızın amel deftterı dolup tassın....Saygılar


O gelenekleri, o kalıpları geç olmadan bir yere bırakmalı. Cinsiyette önemli bir etkendir belki duyguları ifade etmede...
Şükürler olsun ki babamın gözlerini öpüp, boynuna atılıp CANIMSIN deme hazzını hala yaşıyorum. Ertelenemeli bu anlar ve seven sevdiğini geç kalmadan söylemeli, Seni Seviyorum diyebilmeli.

Rabbim sabrınızı artırsın, mekanlarını cennet kılsın. Hayatta olan babalarımıza da sağlıklı uzun ömürler versin.

Çevrimdışı seyfi ünaldı

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.186
  • 32.920
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 5.186
  • 32.920
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 06 Ara 2015 15:14:21
Ben babası olan bir evlat olmayı tadıp anlayamadım bile. 5.sınıfın ilk günlerinde kaybetmiştim babamı. Babayla büyümenin ne olduğunu bilmesem de "Babasız" büyümenin ne demek olduğunu yazmaya kalksam roman olur. Ancak uzun uzun yazacak bir şey yok. Başlığın son iki sayfasını gözlerim dolarak okudum. Bir arkadaşımız kısa bir mesaj yazmış. "AH, AH!" diyor. Belki akşama kadar konuşsak bu iki ünlem kadar güzel anlatamazdı halimizi.

Rabbim mekanlarını cennet etsin.

Çevrimdışı kirikambar

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 400
  • 672
  • 400
  • 672
# 06 Ara 2015 15:49:07
başlığı ana sayfada gördüm ve birkaç sayfa geride yazılanları da okuyunca lensle birlikte kullandığım suni gözyaşı damlalarına ihtiyaç olmadan yaşardı gözlerim. daha fazlasına şimdilik müsaade edemeyeceğimden ilk yazılan 4 sayfayı okumayı erteledim. modern zamanlarda insan ağlamak için de 'kendine ait bir oda' arıyor.

babamı hatırlamıyorum desem yeri. ben 2 yaşımda iken kaybetmişiz. aklımda babamla beliren bir an yok pek, olan da onca yılın üstüne silindi sanırım. başlıkta babasız meslektaşlarımızı okuyunca hepimizin başı sağolsun diyesi geliyor insanın. babalarıyla yaşayıp onca hatıranın üstüne onların boşluğunu hissetmek mi yoksa hiç o duyguyu yaşamamak mı daha ağır bilemiyorum. bir de babası olup da 'babasız' olanlar var, onlara da allah kolaylık versin.

öğrencilere babalarının ne iş yaptığını sormaya çekinen insanlarız biz babasız olanlar. insan kaç yaşına kadar babasını kaybederse yetim sayılır bunu bilmiyorum ama yetimlik bir geldi mi de ömür boyunca sürüyor. başta benim 15 günlük oğlum olmak üzere allah kimseyi yetim bırakmasın.

allah hepsinin mekanlarını cennet eylesin.

Çevrimdışı inanoguz

  • B Grubu
  • 408
  • 3.708
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 408
  • 3.708
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 07 Ara 2015 22:52:45
SAMAN
   I.
   Önce sap aslında. Sonra saman. Temmuz sıcağı ve toz. Bunlar ana unsurları ya da bir nevi özeti anlatacaklarımın. Baştan belirtmeliyim ki sonu için heyecan duyulmasın. Zira sap ile saman içeren bir yazıdan gereksiz beklenti içine girmesin kimse. İpe sapa gelmez var ya hani bir de, öyle düşünsün okuyucu.
   1997 yılından önce, samanlığımız ineklerimizin kışlık saman ihtiyacı için yeterli gelirdi. O yıl saman sezonu açılınca babamı geçmiş yıllardan daha düşünceli gördüm. Belli ki farklı bir gelişme vardı ya da yeni bir durum ortaya çıkacaktı. Babam, yeni durumları bize açıklamazdan evvel kafasında senaryoyu yazar çizer uygulama safhasında olaya bizi dahil ederdi. Biz küçükken böyleydi. Aklımız selim hale gelince fikir almaya hatta danışmaya başladı. Çok az etkimiz olurdu ama bizim. Çünkü genelde onun kafasındaki en mükemmel haliyle var olurdu.
   Babamın düşünceli hali birkaç gün daha devam etti. Sonra bir ikindi namazı sonrası evimizin yukarısında bulunan açık alana gidip çukurlar açmaya başladık. Eşit mesafelerde çukurlar açıp direkler diktik. Direkleri dikerken anlattı babam; bu yıl samanlığa konulacak saman ihtiyacı karşılamaz, biraz da dışarıya depolamak lazım..
   Diktiğimiz direklerin amacı belli oldu böylece. Çit yapıyorduk. Yapıyorduk ki dışarıda depolanacak olan saman dış etkilerden muhafaza edilmiş olsun. Tavuklar, inekler üstüne kapatılacak naylonu delip yağmurda karda ıslanmasına neden olmasın.
   
   II.
   Temmuz sıcağının Konya ovasına garezi varmışçasına yüklendiği bir sabah kahvaltı sofrasını henüz terk etmemişken ahali, dışarıdan gelen motor sesiyle ayaklandık. Samancı dedi kardeşim, gözümüz aydın. Fiziksel anlamda hazırdık belki ama psikolojik olarak o gün için hazır değildik. En azından ben hazır değildim. Fiziksel derken, samanlığın temizlenmesi ve dışarısı için çitin yapımı bitmişti. Biz birkaç gün daha sarkar diyorduk samancının gelmesi. En azından ben öyle bir beklenti içerisindeydim. Yanıldığımı kabul edip etmeme arasında neyin ne olduğunu anlama kavgasına girmişken beynim, bahçe kapısını açıyordum samancının motoruna.
   İlkin samanlık dolacağı için samanlığın arka tarafına yanaştı motor. Doksana doksan iki pencere vardı arka tarafta. Soldaki pencereye yanaşıp saman arabasını boşalttı. Yenisini getirmek üzere çekti gitti sonra. Yarım kalan çaylardan son fırtlar çekildi ve başa düşen işlerle yüzleşme zamanı geldi. Babam ve büyük abim içeri atacak biz küçükler çiğneyecektik. On dört yaşındaydım. Çeşitli işlerde, çeşitli çileli işlerde, envai çeşitli durumlarda çalışmışlığım vardı.

   III.
   İçeriye atılan her atkı samanda ciğerlerime yirmi gram toz gitse.. Yüzlerce atkı saman, kilolarca toz.. Yok yok, demek yirmi gram gitme şansı yok. Demek ağzımı burnumu kapadığım tülbent çok işe yarıyor. İlk birkaç arabayı çiğnemenize gerek yok demişti babam, biraz çoğalsın içeri öyle girersiniz. Biraz çoğalmıştı ve biz içerideydik artık. Gah abim atıyordu dışarıdan gah babam. Biz küçükler ellerimizde dirgenler onların attığı yerden köşelere çekiyor ha bire çiğniyorduk. Saman tozuyla buluşmayan en ufak bir yerimiz yoktu. Şükür diyorduk arpa samanı değil, onun tozu yakar bir de..
   Halimizden şikâyetçi değildik. Gerçekten değildik. Dışarıdan bakıldığında çok iç açıcı görünmese de halimiz bir yandan eğleniyorduk bile diyebilirim. Altımızdaki saman yükseldikçe işin eğlence kısmı giderek ortadan kalkıyordu. Çünkü tavan ve saman arasına sıkışıyordu bedenimiz. Artık ayakta durma şansımız yoktu. Ve belimizi bükmüş halde çiğniyorduk samanı. Toz aynı tozdu bu arada ama tozun dağılacağı ortam kısıtlandığı için sanırım yirmi gram meselesi artık gerçekleşiyordu. Tülbenti silkme sıklığım üç dakikaya inmişti. Ve son yazdığım cümleyi aslında çok önce yazmıştım beynimde; nöbetler burada kışın beş dakikaya düşer diyen bir askeri dinlerken Kars’ta, o samanlıktan çıkalı yedi yıl olmuştu.

   Soğukta beş dakika nöbet tutmak mı zor diye geçirmiştim içimden yoksa Temmuz sıcağında o samanlıkta olmak mı? Bence ikincisi daha zordu.. Bunu söylemedim tabi o askere..

   IV.
   Samanlık ağzına kadar doldu. Bizim de ciğerlerimiz. Çok mutluyduk. Çünkü devasa bir işin büyük bir kısmını halletmiştik. Sonra samancı arabalarını dışarıda hazırladığımız çitin içine dökmeye başladı. Döktüğü gibi kalma şansı yoktu samanların. Düzeltilmeli ve loda yapılmalıydı. (Word lodaya müdahale etmediğine göre böyle bir kelime gerçekten var..) Samanı lodalarken toz havaya dağılıp gittiği için çiğniyor olsak dahi çok zorlanmazdık. Son arabaydı sanırım ya da sondan bir önceki. Arabanın içinde dişe dokunur miktarda saman kalınca, babam çık arabaya tırmıkla düşür şunları dedi. Tırmığı almamla arabanın arkasından içine atlamam bir oldu. Samanları aşağı iterken gene ağzım yüzüm saman tozuyla doldu. Babama baktım; umurunda değildi… Ben de zaten medet bekler tarzda bakmamıştım. Kaldı ki her şey normaldi zaten. On dört yaşındaydım.

   V.
   Dışarıda da saman işi bitince üstünü güzelce örtüp saman defterini şimdilik kapatmış olduk. Şimdilik.. Çünkü saman işi bütün bir yıl aralıklarla devam eden bir işti.
   
   VI.
   Eylül geldi. Okulların açılmasına üç gün kala, saman doldurmamız gerekiyor dedi babam. Babam bir şey dedikten sonra itiraz etme şansımız yoktu. Evvelinde itiraz ettiğimiz işlerde ya da babamı dinlemeyip farklı yolları denediğimizde sonuç hep olumsuz olmuştu. En iyisi kısa yoldan gitmekti.
   Bozkıra Eylül’de gelir hazan. Mevsimlerin geliş tarihlerinin takvime uyduğu tek yerdir belki de bozkır. Gördüm; Kars’a bahar çok geç geliyordu, İstanbul’a hazan..
   Sabah namazından sonra kaldırdı bizi babam. Dışarıya çıktığımda uyanırdım genelde böyle zamanlarda. Seherin ayazı yalım yalım vurdukça yüzüme her adımda biraz daha uyanarak boş saman çuvallarının olduğu yere gittim. Çuvalları toparlayıp birkaç çuvalın içine tıkarak sırtıma aldım ve çitin içine getirdim. Önce samanın üstündeki naylon hasar görmesin diye attığımız sapların bir kısmını kaldırdık dirgenle sonra da naylonu açtık. Genelde bir buçuk metresi tükenirdi böyle büyük dolum yapılacağı günlerde. Göz kararı açtık lodanın bir buçuk metresini. Babam, küçük abim ve kardeşim dizildik yan yana ve herkes çuvalını doldurmaya başladı. Uyanalı on beş dakika olmuştu ve toz içindeydi şimdiden ağzımız yüzümüz. Serinde bu işlerle uğraşmak kolaydı her şeye rağmen. Ve saman doldururken hepimizin bedeni orada olurdu, beynimiz bambaşka yerlerde. Bir de Kars otobüslerinde bu kadar vaktim olurdu hayatı sorgulamak için. Hangisi daha kolaydı? Bunu o saatte düşünme şansım yoktu. Çünkü on dört yaşındaydım ve Kars gündemimde bile değildi.
   Birkaç kırık dökük kelime dökülürdü gene de dudaklarımızdan. ‘Yüz çuval doldursak şu vakte kadar yeter, yüz yirmi doldursak…’
   Bi’ beş dakika soluklanalım dedi babam, bir saat çalışmanın ardından.. Toplamda elli-altmış çuval olmuştu.
   O beş dakika soluklanmanın verdiği hazdan ziyade o beş dakikayı hak etmiş olmanın güzelliğini şimdilerde anlatmak pek olası değil.
   On dört yaşındaydım.

   VII.
   Şubat tatili başlar başlamaz köye gittik tekrar. Yıl 1998 olmuştu artık. Ben orta sona geçmiştim. Köydeki ikinci günümüzde babam, yarın saman doldurmamız gerekiyor gençler dedi. Tatile gelmiş olduğumla alakalı beynimden tek satır geçmemiş olmasına çok sonra şaşırdım. Değişik bir nesli tanıdığım zamanlara denk gelir şaşkınlığım.
   Ocak sonlarıydı. Bildiğin zemheri ve mevsimlerin eş zamanlı yaşandığı bozkır. Sabah namazından sonra işe koyulma şansımız yoktu. Çünkü poyraz gıcılarken çalışmak olası değildi. Kahvaltımızı yaptıktan sonra çıktık çitin yanına. Karla örtülüydü bizim loda. Önce karları temizledik çalışacağımız yerlerdeki. Sonra sapları aldık. Sapların arasına sızan suların donmasıyla buz kütlesi haline gelen sapları açmak hayli zaman alsa da naylona kavuşup sonunda onu da açmayı başardık. Saman tüm göz alıcılığıyla karşımızdaydı işte. Eğildik gene hayallerimize. Tozdu.
   On beş yaşındaydım.

   VIII.
   Nisan ayının ortasında bir haftasonu köye gittik hasret giderme amaçlı. Nadas zamanıydı. Babam her sabah tarlaya gidiyor akşama kadar tarla sürüp geliyordu. Bir gün çok şiddetli yağmur yağdı babam tarladayken. Motorumuzun kabini yoktu. Babam eve geldiğinde titremiyordu ama yüreğine kadar üşüdüğünü hissedebiliyordum. Bir çuval ‘saman’ getirin hemen dedi. Koştum. Yok kadar kısa bir sürede getirdim saman dolu çuvalı.
   Tandırın demirlerini yan yana dizip döktü samanı. Dikdörtgenimsi bir şekil verip samanlara altından sapla tutuşturdu. Titriyordu artık. Hava kararmış mutfakta yalnızca saman alevlerinin ışığı dalgalanıyordu. Bir tabure çekip oturdu babam ateşin karşısına. Üstündekileri o ateşle kuruttu babam ve bir buçuk saat boyunca ağzından tek kelime çıkmadan oturdu ateşin karşısında.
   İki bardak çay yapın dedi sonra..

   IX.
   O bir buçuk saat diliminde babama ne düşündüğünü sormak aklıma babamın vefatından sonra geldi.
   Ve bize o samanlıkta samanı çiğnetirken itiraz etmemeyi nasıl öğrettiğini de..
   Ve sabah ayazında gönüllü olarak bir insana saman doldurmak nasıl öğretiliri sormak da.
   
   X.
   Babamdan bana kalan dosdoğru bir hayat nasıl yaşanırın fotoğrafıydı. Bazen yakaladım anları, çokları da hep o gittikten sonra aklıma geldi..
   Artık yakalama şansım yok.
   Belki de bu da bir dersti babamdan.
   Benden bu kadar demişti, gerisini SEN halledersin…

Çevrimdışı dündar

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 367
  • 1.625
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 367
  • 1.625
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 09 Ara 2015 22:38:40
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Yine burnumun direğini sızlattın Baba!
Ne zaman bu sızı olsa,
ardından kalbim ağlar,
gözlerimde damlalar...
Hiç değilse ELLERİNİ BIRAKSAYDIN bana...

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.412
  • 177.324
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 17.412
  • 177.324
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 17 Ara 2015 23:08:16
Üzmeyin, kırmayın, kıymet bilin.
Hayatta geri dönüşü olmayan ayrılıklar var .. :(

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.412
  • 177.324
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 17.412
  • 177.324
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 06 Nis 2016 23:38:18
Yalnızlık anne kokusundan ve baba nasihatinden uzak kalmaktır ...:(

Huzur evi Açmayın...
Öyle okullar açın ki ; Anne ve Babalarına Değer Veren Çocuklar Yetişsin..

Çevrimdışı mavii158

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.586
  • 5.268
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 1.586
  • 5.268
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 16 Haz 2017 22:25:02
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK