Sofinin Dünyası

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
30 Tem 2016 07:39:10
Sofinin Dünyası

Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

"Sofinin Dünyası" isimli eser Milli Eğitim Bakanlığının 2016 yaz semineri için öğretmenlere tavsiye ettiği kitaplardan biridir.

Daha önce
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
linklerinde tavsiye edilen kitap ve filmlerle ilgili paylaşımlarım olmuştu.

"Sofinin Dünyası"  felsefi görüşleri kronolojik sırada roman türünde anlatan bir eserdir.

Kitap özeti :

15 yaşındaki Sofi ismindeki kız bir gün posta kutusunda "Kimsin?" yazılı bir not bulur.
Bundan sonra devamlı ve düzenli bir şekilde kısa notlar ve birkaç sayfalık felsefe tarihini anlatan yazılar alır.
Bu sayede felsefeyle ilgili birçok bilgiye ulaşır.

Bir taraftan da hayatında garip olaylar meydana gelir.
Albert Knag isminde Lübnan'da bulunan bir binbaşı Hilde ismindeki kızına devamlı 15.yaşgününü kutlayan kartlar atar.
Ancak her nedense bu kartlar devamlı olarak Sofi'nin eline geçer.
Çünkü kartın üstünde "Sofi Amundsen eliyle" yazılıdır.
Esas Sofi'yi şaşırtan olay Sofi'nin kartları en olmayacak yerlerde görmesi, şans eseri, tesadüfi bulmasıdır:
Önce posta kutusunda, daha sonraları bir kaldırım kenarında, bir gün rüzgarın esmesiyle kartpostalın mutfak camına yapışmasıyla,  herhangi bir günde ormanın içindeki evde bulması gibi...
Albert Knag sonradan Sofi'nin karşısına daha sık ve olmayacak şekillerde çıkar. (Bilgisayarda ve soyulmamış bir muzun kabuğunun iç yüzünde).
Sofi hayatındaki bu gizemi çözmeye uğraşır.
Albet Knag ile felsefe öğretmeninin (Alberto Knox) ismindeki benzerlikle, Hilde ile de kendisi arasında bir benzerlik olduğunu düşünür.
Bazen kafası çok karışır ve acaba "ben Hilde miyim?", ya da "Hilde ben mi?" gibisinden sorular sorar kendisine.

Zamanla binbaşının hayatlarına müdahale ettiğinin ve herşeyin farkında olduğunu öğrenir felsefe öğretmeninden ve olayları anlamaya başlar.
Aslında binbaşının gönderdiği kartlar, onları şaşırtmak için yarattığı mucizeler Sofi'nin felsefi düşünceleri, akımları ve görüşleri daha iyi anlamasına ve yorumlamasına yardımcı olmaktadır.
Mesela; Hegel'in felsefesine son derece kızan Danimarkalı bir filozoftan söz edecekleri bir sırada (binbaşının evinde) kapı çalınır.
Kapıyı açtıklarında karşılarında duran kız, onlara kendisinin Alice Harikalar Diyarında'n Alice olduğunu söyler.
Elindeki iki şişeyi Sofi'ye uzatır. Kırmızı şişede "Beni iç", mavi şişede ise "Beni de iç" yazılıdır.
Sofi kırmızıdan içtiğinde göl, orman ve kulübe birbirine karışmaya başlar sanki.
Çok geçmeden herşey sanki tek bir kişi haline gelir, o kişi de Sofi'nin ta kendisi olur.
Bu filozofun tabiriyle tümtanrıcılık veye bir başka deyişle Teklik felsefesidir.
Bu romantiklerin evrensel ruhudur. Romantikler herşeyi bir büyük "ben"in parçası olarak algılarlar.
Sofi koca bir yudum da mavi şişeden alır. Bunu içince de etrafındaki şeyler hızla değişmeye başlar.
Küçük göl, büyüklük ya da derinlik bakımından değil de içerdiği binlerce ayrıntı, oya gibi işlenmiş çırpıntıları bakımından büyük bir okyanusa dönüşmüş gibidir.
Sofi, bu gölü en ince ayrıntısına kadar anlayabilmek için bir ömrün bile yetmeyeceğini, insanın bu eşsiz sırrı hiçbir zaman tümüyle kavrayamayacağını anlar.
Filozofun da tahmin ettiği gibi mavi şişe bireyciliktir.
Bunun içine Sören Kierkegaard'ın Romantizmin Teklik felsefesinin eleştirisi girmektedir.
Bu şişe aynı zamanda Kierkegaard'la aynı dönemde yaşayan bir başka Danimarkalı'yı, meşhur masal yazarı H.C.Andersen'i de temsil eder.
Andersen doğadaki sayısız ayrıntıyı görebilen bir bakışa sahiptir.

15 Haziran Sofi'nin doğum günüdür.
Ancak O bir parti vermek için binbaşının kızının yanına döneceği gün olan 24 Haziran'ı seçer ve bir felsefi bahçe partisi  yapmayı planlar, bunun için hazırlıklar yapar.
Yaşgünü partisinde filozofun önceden kurduğu gizli planla normal yaşamlarından çok farklı bir boyuta geçerler.
Orada normal yaşayan insanlar tarafından görülmezler.
Artık binbaşının denetiminden de kurtulmuşlardır.
Bu sayede onlar Hilde ile babasını izleme ve her konuştuklarını dinleme fırsatı bulurlar.
Fakat Hilde ile babası bunun farkında değildirler.
Böyle birşeyin olup olmayacağını bile tahmin edemezler.Sanki birbirlerinin rollerini değişmişlerdir. .

Kaynak: [linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 30 Tem 2016 07:41:03
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Kitap aşağıdaki bölümlerden oluşmaktadır :

İçindekiler
CENNET BAHÇESİ...................... .................. 9
...sonuç olarak, şu ya da bu, bir zamanlar yoktan varolmuş olmalıydı...
SİLİNDİR ŞAPKA........................ .....................18
...iyi bir filozof olmak için gereken tek şey, hayret etme yetisidir...
MİTLER....................... .............,.......................30
...iyi ve kötü güçler arasında nazik bir denge...
DOĞA FİLOZOFLARI.................. ................... 37
...hiçbir şey yoktan varolamaz...
DEMOKRlTOS................... ............................. .52
...dünyanın en müthiş oyuncağı...
KADER........................ ............................. ........58
...falcı aslında öngörülemeyecek şeyleri öngörmeye çalışır...
SOKRATES..................... ............................. .... 68
...en bilge kişi bilmediğini bilen kişidir...
ATİNA........................ ............................. ......... 85
...harabeden bir sürü yüksek yapı yükseldi...
PLATON....................... ............................. .......92
...ruhun gerçek yuvasına özlem...
BİNBAŞININ EVİ......."............................. ..... 109
...aynadaki kız iki gözünü birden kırptı...
ARİSTOTELES.................. ............................. 120
...insanların kavramlarında temizlik yapmak isteyen titiz ve düzenli bir adam...
HELENİZM..................... ............................. ...139
...ateşten bir kıvılcım...
KARTPOSTALLAR................ ........................159
...kendi kendime güçlü bir sansür uyguluyorum...
İKİ KÜLTÜR....................... ...........................16 8
...yalnızca böylelikle boşlukta dolanmaktan kurtulabilirsin...
ORTAÇAĞ.,.....................................................185
...yolun birazını katetmiş olmak yolunu şaşırmış olmak demek değildir...
RÖNESANS..................... ............................. ..212
...ey, insan kılığındaki kutsal soy...
BAROK DÖNEMİ....................... ...................246
...rüyaların yapıldığı maddeden...
DESCARTES.................... ............................. .265
...eski malzemelerin tümünden kurtulmak istiyordu...
SPİNOZA...................... ............................. .....280
...Tanrı bir kukla oynatıcısı değildir...
LOCKE........................ ............................. .......291
...öğretmen sınıfa girmeden önce yazısız ve bomboş duran bir karatahta gibi...
HUME......................... ............................. ........303
...o zaman yakın gitsin...
BERKELEY..................... ............................. .320
...alev alev yanan bir güneşin etrafında dönmekten sersemleşmiş bir gezegen gibi...
BJERKELY..................... ............................. ...326
...büyük büyükninesinin çingene bir kadından aldığı sihirli bir ayna...
6
AYDINLANMA ÇAĞI......................... ........... 345
...iğne yapımından top dökümüne kadar...
KANT......................... ............................. ........366
...üzerimdeki gökyüzü ve içimdeki ahlak yasası...
ROMANTİZM DÖNEMİ....................... .........388
...o gizemli yol içimize açılan yoldur...
HEGEL........................ ............................. ......408
...doğru olan tarihe direnebilen şeydir...
KİERKEGAARD.............:............................. .421
...iflasın eşiğinde bir Avrupa...
MARX......................... ............................. .......436
...Avrupa'da bir hayalet dolaşıyor...
DARWÎN....................... ............................. .... 456
...yaşamın içinde yüzen, genlerle yüklü bir gemi...
FREUD........................ ............................. ......484
...kadının içinde beliren kötü ve bencil düşünceler...
KENDİ ÇAĞIMIZ...................... .................... 504
...insan özgürlüğe mahkûm edilmiştir...
BAHÇE PARTÎSÎ...................... .................... 531
...beyaz bir karga...
KONTRPUAN.................... ........................... 547
... aynı anda ses veren birden çok ezgi...
BÜYÜK PATLAMA...................... ................ 569
...bizler de yıldız tozuyuz...
Üçbin yıllık geçmişinin hesabını yapamayan insan günübirlik yaşayan insandır.
"Goethe"

Kitabın ortaçağ başlıklı bölümünde şu ifade mevcuttur:
- Tanrı'nın yalnızca erkek olmadığı eski bir Yahudi ve Hıristiyan inanışıdır. Bu inanışa göre Tanrı'nın bir de dişi yanı ya da "doğa analığı" vardır.
Çünkü kadınlar da Tanrı'nın suretidir. Yunanca'da Tanrı'nın dişi yanına Sophia denir. "Sophia" ya da "Sofi" "bilgelik" anlamına gelir.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 30 Tem 2016 07:41:43
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Jostein Gaarder - Sofinin Dünyası isimli eserden alıntılar :

MİTLER Bölümü :

Mit, yaşamı açıklamaya! yönelik tanrısal anlatıdır.
...
Eski Yunan'da tanrıların adları Zeus ve Apollo, Hera ve Athene, Diyonisos ve Asklepios, Herakles ve Hefaistos idi. Bunlar tanrılardan sadece birkaçıydı.
İsadan önce 700 yıllarında Yunan mitlerinin çoğu Homeros ve Hesiodos tarafından yazıya geçirildi.
...
Her şeyin temelini oluşturan bir öz madde var mıdır?
Su şaraba dönüşebilir mi?
Toprak ve su nasıl yaşayan bir kurbağaya dönüşebilir?

Günümüzde bile maddeyi "mutlak" olarak düşünen insanlar mevcuttur.
Su şaraba dönüşmeyebilir ama madde enerjiye dönüşebilir.
Toprak ve su yaşayan bir kurbağaya dönüşmez. Toprak ayrı, su ayrı, kurbağa ayrı yaratılmıştır.
Birbirine dönüşebilenlerin ayrımı yapılırken dikkatli olunmalıdır.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 04 Ağu 2016 12:38:42
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

DOĞA FİLOZOFLARI Bölümü :

Doğa ve doğal süreçlerle ilgilendikleri için Yunanistan'daki ilk filozoflara "doğa filozofları" diyoruz.

Hiçbir şey yoktan varolamaz.

Ancak Parmenides, gördüğünde de inanmıyordu. Duyularımızın bizi yanıltıp dünyayı yanlış, mantığımıza uymayan bir şekilde ALGILATTIĞINI düşünüyordu.

"Her şey akar," diyordu Herakleitos. Her şey hareket etmektedir ve hiçbir şey kalıcı değildir.
Bu yüzden "aynı dereye iki kez girmek mümkün değildir".
Çünkü dereye bir kez daha girdiğimde hem dere hem de ben değişmişizdir

Parmenides de Herakleitos da iki şey söylüyor. Parmenides:
a) hiçbir şey değişemez ve b) bu yüzden duyusal algılayışa güvenemeyiz, diyor.
Herakleitos ise:
a) her şey değişiyor ("her şey akar") ve b) duyusal algılayış güvenilirdir, diyor.

Empedokles'e göre doğada böyle dört temel madde ya da kendi deyişiyle "kök" bulunuyordu.
Bu dört kök, toprak, hava, ateş ve suydu.

Aslında hiçbir şey değişmiyordu.
Ne oluyorsa bu dört değişik maddenin karışmasından, çözülmesinden ve sonra tekrar yine karışmasından oluyordu.

Empedokles bunu doğada iki farklı güç olmasına bağlıyordu.
Bu güçleri "sevgi" ve "çatışma" diye adlandırıyordu.
Şeyleri birbirine bağlayan şey "sevgi", sonra onları birbirinden ayıran şey ise "çatışma"ydı.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 05 Ağu 2016 10:16:51
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

DEMOKRlTOS Bölümü :

Demokritos'a göre doğada sonsuz sayıda ve farklılıkta atom bulunmaktaydı.

Bu, insanın ebedi bir ruha sahip olmadığı anlamına geliyor.
Günümüzde de pek çok kişi bu fikirdedir.
Onlar da Demokritos gibi "ruhun" beyne bağlı olduğuna, beyin yokolduğunda herhangi bir tür bilincin varolamayacağına inanırlar.

Demokritos, doğadaki her şeyin "aktığı" konusunda Herakleitos'la aynı fikirdeydi.

Kader Bölümü

"Bâtıl inanç". Garip bir sözcük değil miydi bu da?
İnsan Hıristiyanlığa ya da Müslümanlığa inanıyorsa bunun adına sadece "inanç" deniyordu da, astrolojiye ya da ayın 13'üne rastlayan cuma gününün uğursuzluğuna inanıyorsa bu birdenbire "bâtıl inanç" oluveriyordu!
İnsan ne hakla başkalarının inancına "bâtıl inanç" diyebiliyordu?


Kadere inanmak ile olayların nasıl gelişeceğinin önceden belirlenmiş olduğuna inanmayı kastediyoruz.

Bugün bile değişik hastalıkların, örneğin AiDS'in, Tanrı'nın insanlara verdiği bir ceza olduğuna inanan pek çok kişi vardır.
Pek çok insan da hastalıkların doğaüstü bir biçimde "iyileştirilebileceğine" inanmaktadır.

Yunan tıp biliminin kurucusu, Kos adasında İ.Ö. 460 yıllarında doğmuş olan Hippokratestir.

Hippokrates öğrencilerinden şu yemini etmelerini isterdi:
Yeteneklerim ve değerlendirmelerim doğrultusunda tedavimi hastalara yardım etmek ve onlara asla zarar ve acı vermeme kaygısıyla kullanacağım.
Ne isteyene zehirli ilaç vereceğim, ne de kimseyi buna teşvik edeceğim.
Ne de bir kadına doğurmasını önlemek için diyafram vereceğim.
Hayatımı ve sanatımı temizi kutsal tutacağım.
Bıçak kullanmayacağım, en derin acılar içinde kıvrananlara karşı bile. Ama bu alanda uzman olanlara alan açacağım.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 06 Ağu 2016 08:08:54
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Jostein Gaarder - Sofinin Dünyası isimli eserden alıntılar :
SOKRATES Bölümü :

Doğal bir arlanma duygusundan sözedilebilir mi? En bilge kişi bilmediğini bilen kişidir.
Gerçek bilgi içimizde mevcuttur. Doğru bilgi, doğru eylemi gerçekleştirir.

Sofistlerle doğa filozoflarının ortak bir yanları vardı. Her ikisi de varolan mitlere eleştirel yaklaşıyorlardı.
Ancak Sofistler buna ek olarak, gereksiz felsefi spekülasyon olarak gördükleri şeyleri de reddediyorlardı.
Felsefi sorulara belki yanıtlar bulunabilir, ancak doğanın ve evrenin gizleri kesin olarak çözülemez, görüşünde idiler.
Felsefede bu görüşe Şüphecilik denir.

Sofist Protagoras (İ.Ö. 487-420) "insan her şeyin ölçüsüdür," diyordu.
Bununla anlatmak istediği şey, neyin doğru neyin yanlış, neyin iyi neyin kötü olduğunun hep insanın ihtiyaçlarından yola çıkarak değerlendirilebileceği idi.

O (SOKRATES) genellikle konuşmanın başında soru sorardı.
Böylece hiçbir şey bilmiyormuş gibi yapardı.
Konuşma sırasında genellikle karşısındaki kişinin kendi düşünce biçimindeki zayıflıkları görmesini sağlardı.

Sonunda konuştuğu kişinin bir köşeye sıkıştığı ve neyin doğru neyin yanlış olduğunu kendine itiraf etmek zorunda kaldığı olurdu.

Okuldaki bir öğretmenle bir filozof arasındaki en büyük fark, öğretmenin her şeyi bildiğini sanarak bunları öğrencilere zorla öğretmeye çalışmasıdır.
Bir filozof ise öğrencileriyle beraber anlamaya çalışır.


Çevrimdışı dsindomae

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.542
  • 2.085
  • Teknoloji ve Tasarım
  • 1.542
  • 2.085
  • Teknoloji ve Tasarım
# 06 Ağu 2016 09:45:31
Felsefeyi sevdirecek ve felsefeye giriş niteliği tasiyabileçek bir kitap.Yillar önce çok begenerek okuduğumu hatırladım. ..

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 07 Ağu 2016 08:18:55
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Jostein Gaarder - Sofinin Dünyası isimli eserden alıntılar :
ATİNA Bölümü :

Düşüncelerini toparlamaya çalıştı.
Ama neyi düşünmeye çalışıyorsa, aklına hemen başka bir şey geliyor, bir türlü ilk düşündüğü şeyi bitiremiyordu.

PLATON Bölümü :

Ama yine de onlar da mutlak ve değişmez olan ile, "değişen" arasındaki ilişkiyle ilgileniyorlardı.

Platon hem doğada mutlak ve değişmez olanla, hem de ahlak ve toplum yaşamı konusunda mutlak ve değişmez olanla ilgileniyor.
Çünkü Platon için bu ikisi aynı şey. O, mutlak ve değişmez olan bir "gerçeklik" arıyor.

Empedokles ve Demokritos, doğadaki her şey "akar" demekle beraber, hiçbir zaman değişmeyen "bir şeyler" de ("dört ana madde" ya da "atomlar") olması gerektiğini söylüyorlardı.

Dolayısıyla Platon'a göre mutlak ve değişmez olan şey fiziksel bir "hammadde" değildir.
Mutlak ve değişmez olan şey, tüm şeylerin ona benzeyerek oluştuğu bir takım tinsel ya da soyut, örnek resimlerdir.

Buna karşılık aklın bize söylediklerine güvenebiliriz, çünkü akıl tüm insanlarda aynıdır.

Kısaca özetlersek: duyularımızla algıladığımız şeyler hakkında sadece kesin olmayan kavrayışlara varabiliriz.
Ancak aklımızla Aradığımız şeyler hakkında kesin bir bilgiye ulaşabiliriz. Bir üçgenin iç açılarının toplamı daima 180 derecedir.

Platon'un gerçekliği nasıl ikiye ayırdığını gördük. Birinci bölüm, duyular dünyasıdır. İkinci bölüm, idealar dünyasıdır.
Aklımızı kullanarak bu dünya hakkında kesin bilgiye ulaşabiliriz.
İdealar dünyası duyularla algılanamaz. Buna karşılık idealar (ya da biçimler) mutlak ve değişmezdir.

Tüm duyularımız vücudumuza bağlıdır ve dolayısıyla güvenilmezdir. Ancak bizim bir de ölümsüz bir ruhumuz vardır ki bu ruh aklın yuvasıdır.
Ruh maddesel olmadığı için idealar dünyasına girebilir.

Platon daha da ileriye giderek, ruhun bir vücuda yerleşmeden öncede varolduğunu söylüyordu. Ruh önce idealar dünyasında varolur.

Platon, aynı şekilde, DOĞADAKİ HER ŞEYİN, MUTLAK BİÇİMLERİN YA DA İDEALARIN BİRER GÖLGESİ OLDUĞUNU SÖYLÜYORDU.

Vücut    Ruh    Erdem    Devlet
baş    mantık    bilgelik    yöneticiler
göğüs    istem    cesaret    bekçiler
karın    arzu    ölçülülük    tüccarlar

Alev Alatlı aklın tüm insanlarda aynı olduğu görüşüne katılmıyor.  (Bakınız :  [linkler sadece üyelerimize görünmektedir.] )

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 08 Ağu 2016 07:45:14
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

BİNBAŞININ EVİ Bölümü :

Bitki, hayvan ve insan arasında ne fark vardır?
Yağmur niçin yağar?
İnsan, iyi bir hayat yaşamak için ne gerekser?
...
bilindiği gibi insan korkunca doğruyu söyler.
...
- Değişmedin de ondan! "Değişen" hiçbir şey yoktur. Sen de sadece geliştin, büyüdün...


ARİSTOTELES Bölümü :

Tüm canlı ve cansız şeylerin "olanaklarını belirleyen bir "biçim"e sahip oldukları bahsini kapamadan önce,

"Özdeksel neden", söz konusu su buharı (bulutların) tam da hava soğuduğunda orada varoluyor olması.
«Etken neden" su buharının soğumasıdır ve "biçimsel neden" de yağmurun "biçim"inin ya da doğasının damla damla yere düşmek olmasıdır.
Sen susup başka bir şey söylemezsen, Aristoteles buna ek 0|arak, yağmur yağdığını çünkü bitkilerle hayvanların büyümek için yağmura gereksinimi olduğunu söylerdi.
"Ereksel neden" ile kastettiği de buydu. Gördüğün gibi Aristoteles bir anda yağmur damlalarına bir görev ya da bir "amaç" veriyordu.

Aristoteles'e göre insan "biçimi" üç tür ruh barındırır: "bitki ruhu", "hayvan ruhu" ve "insan ruhu".
Sonra sorar: İnsan nasıl yaşamalı? İnsanın iyi bir hayat sürmesi için neler gerekir?
Bu soruyu kısaca şöyle yanıtlayabilirim: İnsan ancak tüm yetenek ve olanaklarını kullandığı ölçüde mutlu olur.

Aynı şekilde Kilise de aslında İncil'de yazılı olmayan bu kadın görüşünü devraldı. Yoksa İsa hiç de kadın düşmanı değildi.

Çünkü insan düşünen bir varlıktır ve düşünmüyorsan insan değilsin demektir.

Çevrimdışı tülün1

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.186
  • 14.063
  • Müdür Yardımcısı
  • 2.186
  • 14.063
  • Müdür Yardımcısı
# 08 Ağu 2016 08:59:47
Çok güzel bir kitap yıllar önce okumuştum. Söylemeden geçemedim.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 09 Ağu 2016 07:45:23
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

HELENİZM Bölümü :

Çalışmaya fırsat bulamadığı din dersi sınavı üçüncü derste yapıldı. Sınav kâğıdında şu sorular yazılıydı:
Dünyagörüşü ve hoşgörü
1. Önce bir insanın bilebileceği şeylerin, sonra da bir insanın yalnızca inanabileceği şeylerin birer listesini yapın.
2. Bir insanın dünyagörüşünü oluşturmada rol oynayan etmenlerden birkaçını belirtin.
3. Vicdan ne demektir? Tüm insanlar aynı derecede mi vicdanlıdırlar?
4. "Değer önceliği" ile kastedilen nedir?
...
Üçüncü soruya geçti "Vicdan ne demektir? Tüm insanlar aynı derecede vicdan sahibi midirler?"
Bu konuda sınıfta epeyce konuşmuşlardı. Sofi şunları yazdı:
Vicdan, insanların neyin doğru ve neyin yanlış olduğunu ayırdedebilme yeteneğidir. Benim kişisel görüşüme göre tüm insanlar bu yeteneğe sahiptir. Yani vicdan doğuştan gelme bir şeydir.
..
Aynı şekilde bazı insanlar tamamen akılsız görünseler de bu akıllarını kullanmadıkları içindir. NOT. Akıl ve vicdan kasa benzetilebilir. Kas da çalıştırılmazsa giderek zayıflar.
...
Helenizmde bilimde bir çok kültürün bir araya gelmesinden etkilendi. Bu alanda Mısır'daki İskenderiye kenti Doğu ile Batı'nın buluştuğu bir nokta olarak önem kazandı.
Atina Platon ve Aristoteles sonrası okullarla felsefi başkent olmaya devam ederken, İskenderiye bilimin merkezi oldu.
Büyük kütüphanesiyle bu kent matematik, astronomi, biyoloji ve tıp bilimlerinin merkezi haline geldi.

Sokrates'in bir gün pazarda bir tezgâhın önünde durup şöyle dediği anlatılır: "Ne kadar çok şey var hiç mi hiç işime yaramayan!"

Bir keresinde Diogenes fıçısının önünde yatmış güneşlenirken Büyük İskender onu görmeye gelir.
Diogenes'in önünde durup bu bilge kişinin kendisinden istediği ne varsa onu dilemesini, her türlü isteğini hemen yerine getireceğini söyler.
Diogenes'in buna cevabı: "Gölge etme, başka ihsan istemem!" olur.
Çünkü Diogenes kendisinin o büyük komutandan hem daha zengin, hem daha mutlu olduğunu biliyordu. İstediği her şeye sahip değil miydi zaten!


Demokritos'un "ölümden sonra bir hayat yoktur, çünkü insan ölünce 'ruh atomları' dört bir yana dağılır" dediğini hatırlıyorsundur.

Gerçekliğin böyle bir ateş olduğunu düşün. Yanan şey Tanrı, dışarıdaki karanlık da insan ve hayvanların oluştuğu maddedir.
Tanrı'nın en yakınında tüm yaradılanların ana biçimleri olan mutlak fikirler yer alır. Her şeyin ötesinde insan ruhu "ateşten bir kıvılcım"dır.
Ama doğadaki her şeyde de tanrısal ışıktan bir yansıma vardır. Yaşayan her şeyde, evet bir gülde ya da bir çançiçeğinde de Tanrı parıltısı mevcuttur.
Yaşayan Tanrı'nın en uzağında da toprak, su ve taş yer alır.

Hintli bir Gizemci bunu şöyle dile getiriyor: "Ben varken Tanrı yoktu. Şimdi Tanrı var, ben artık yokum."
Hıristiyan Gizemci Angelus Silensius (1624-1677) da bu anı şöyle anlatıyor: "Ulaşınca denize, damla, deniz; yükselince Tanrı'ya, ruh, Tanrı olur."

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 10 Ağu 2016 08:16:47
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

KARTPOSTALLAR Bölümü :

İsa Yahudi'ydi. Yahudiler Samî kültürüne aittiler. Yunanlılar ve Romalılar ise Hint-Avrupa kültürünün bir parçasıydılar.

İKİ KÜLTÜR Bölümü:

Üç Batı dini de (Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık) Samî kökenlidir. Müslümanların kutsal kitabı Kuran da, Eski Ahit de Samî dil grubuna ait dillerde yazılmıştır.

Bu anlaşma daha sonra Musa'nın Tur Dağı'na çıkıp Tanrı ile konuşması ve ondan "On Emir"i almasıyla yenilenir. Bunlar İ.Ö. 1200 yıllarında olmaktadır.

İsa'dan önce 1000 yıllarında, henüz Yunan felsefesi ortaya çıkmadan önce, İsrail'de üç büyük kral yaşamıştı.
Bunların ilki Saul, ikincisi oğlu Davud ve üçüncüsü de Kral Solomon'du.

Krallar başa geçmeden önce halk onları yağlardı. Bu yüzden de onlara "yağlanmış" anlamında Mesih denirdi.

İsa'yı diğer "Mesihler"den ayıran şey, kendisinin askeri ya da politik bir isyancı olmadığını özellikle ortaya koymasıdır.
Onun çok daha büyük bir görevi vardı. O insanlara kurtuluş ve Tanrı'nın affını bildiriyordu.
İnsanların arasında dolaşıp onlara "günahlarının bağışlandığını" söylüyordu.
Böyle "günah bağışı" dağıtmak o zamana dek duyulmuş bir şey değildi. Bu yetmiyormuş gibi Tanrı'ya da "baba" (abba) diyordu.

Ve dahası Sofi, İsa düşmanlarımızı sevmemiz gerektiğini söylüyor!
Birisi sana vurursa sen de ona aynen karşılık vermeyeceksin; sana vurana "öbür yanağını döneceksin"! Ve affedeceksin - yedi defa değil, yedi kere yetmiş defa affedeceksin!


Kilise "bedenin yeniden doğuşuna ve sınırsız yaşama" inanır bizler ancak Tanrı'nın mucizesiyle ölümden ve "cehennem azabı"ndan kurtulabiliriz.
Bu ne bizim faziletimize ne de doğuştan gelme bir takım özelliklerimize bağlıdır.

Hıristiyanlığı diğer dinlerden ayırabilmek ve dağılmayı önlemek için Kilisenin Hıristiyan öğretisinin ne olduğunu kısaca özetlemesi gerekiyordu.
Böylece ilk inanç bildirimleri ortaya çıktı. İnanç bildirimleri, önemli Hıristiyanlık "dogmalarını" ya da öğretilerini özetler.
İnanç bildirimlerinin en önemlilerinden biri İsa'nın hem Tanrı hem insan olduğuydu. Yani İsa yalnızca "Tanrı'nın Oğlu" değil, Tanrının kendisiydi.

Kilisenin verdiği meal tam da, Tanrı'nın insan haline geldiği idi. İsa kısmen insan kısmen Tanrı, yani bir "yarı-Tanrı" değildi.
Böyle "yarı-Tanrı"lar Yunan dinleri ve Helenistik dinlerde sıkça rastlanılan bir şeydi. Oysa Kilise İsa'nın "tam bir Tanrı ve tam bir insan" olduğunu anlatıyordu.

Artık Demokritos ile Sokrates'i, Platon ile Aristoteles'i birbirine karıştırmak gibi bir problemi kalmamıştı.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 11 Ağu 2016 12:32:35
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

ORTAÇAĞ Bölümü : (Yaklaşık 376 - 1453 yılları arası)

İmza: Bazen Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasındaki yüzyıllık anlaşmazlıklardan umutsuzluğa kapılan baban!
Sürekli kendime bu üç dinin de köklerinin İbrahim'e uzandığını hatırlatmaya çalışıyorum. O zaman hepimizin aynı Tanrı'ya inanmamız gerekmez mi?
Buralarda ise Hâbil ile Kabil hâlâ birbirine düşman!

İnsan korkunca kuralları çiğnemekte bir tür teselli bulur.

300 yıllarında Roma hem kuzeyden gelen akınlara, hem de iç çözülmelere maruz kalıyor.
330 yılında Konstantinus İmparatorluğun başkentini, daha önce Karadeniz'e yaptığı deniz seferi sırasında kurmuş olduğu Konstantinopolis şehrine taşıyor.
Bu yeni kenti pek çokları "ikinci Roma" olarak görüyor. 395'de Roma İmparatorluğu ikiye ayrılıyor:
Roma'nın hâlâ başkenti olduğu Batı Roma İmparatorluğu ve başkenti Konstantinopolis olan Doğu Roma İmparatorluğu.
Roma 410 yılında barbarlar tarafından yağma ediliyor ve 476 yılında Batı Roma împaratorluğu tümüyle yıkılıyor.
Doğu Roma İmparatorluğu ise Türklerin Konstantinopolis'i alış tarihi olan 1453 yılına dek devlet olarak varlığını sürdürüyor.

Sofi Albelto'nun bu saat benzetmesiyle ne demek istediğini anlamıştı artık.
Geceyarısı 0 yılına, saat bir İ.S. 100 yılına, saat 6, İ. S. 600 yılına ve saat 14, İ. S. 1400 yılına karşılık geliyordu...

Rönesans döneminde ortaya çıkmış olan "Ortaçağ" sözcüğü, "iki dönem ortasında kalmış çağ" anlamına gelir aslında.
Ortaçağ, Antik Çağın sonunda başlayıp Rönesansla sona eren, Avrupa'nın üzerine serilmiş "bin yıllık karanlık" olarak görülmüştür.
Günümüzde de "Ortaçağ" sözcüğü otoriter olan, esnek olmayan anlamlarında kullanılır.
Ancak kimilerine  göre de Ortaçağ "bin yıllık gelişme" dönemidir.
Örneğin okul sistemi bu dönemde biçimlenmeye başlamıştır. Manastır okulları Ortaçağın en başlarında ortaya çıkmıştır.
Yaklaşık olarak 1100 yılında katedral okulları, 1200'lerden itibaren de üniversiteler görülmeye başlanmıştır.
Bu gün de hâlâ çeşitli konular, aynen Ortaçağdaki gibi belli başlıklar ya da "fakülte"ler altında gruplanır

Ortaçağ deyince birleştirici bir kültür olarak Hıristiyanlık aklımıza geliyor. (Ortaçağ bilim adamlarını dikkate aldığımızda)

O zaman Yunan-Roma kültürünün üçe, batıda Roma-Katolik kültürü, doğuda Doğu Roma kültürü ve güneyde Arap kültürüne ayrılmakla beraber nasıl ayakta kaldığını anlayabilirsin.
İyice basitleştirecek olursak, Yeni Platonculuğun batıda, Platon'un doğuda ve Aristoteles'in Araplarda yaşamaya devam ettiğini söyleyebiliriz.
Ancak elbette bu üç kol da içinde diğer kollardan bir şeyler taşıyordu. Sonuç olarak bu üç kol, Ortaçağ biterken Kuzey İtalya'da buluştu.
Arap etkisi İspanya'daki Araplardan, Yunan etkisi de Yunanistan ve Bizans'dan geliyordu.
Böylelikle "Rönesans" ya da başka bir deyişle antik kültürün "yeniden doğuşu" başladı. Dolayısıyla antik kültür de uzun bir Ortaçağdan hayatta kalarak çıkmış oluyordu.

Plotinos gibi o da kötülüğün "Tanrı'nın yokluğu"ndan başka bir şey olmadığını savunur. Kötü diye kendi başına bir şey yoktur, kötü yok olan şeydir.
Çünkü Tanrı sadece iyi olanı yaratmıştır. Kötülük insanlar Tanrı'nın sözlerine uymadıkları için vardır.
Kendi deyişiyle: "İyilik Tanrı'nın işidir; kötülük Tanrı'nın işinden gerilemektir."


- Augustinus'un söylemek istediği şey, hiçbir insanın Tanrı tarafından kurtarılmayı hak edemeyeceğidir. Tanrı kurtaracağı kullarını seçer.

- Nasıl olur? Aklımız bize Tanrı'nın dünyayı altı günde yarattığını nasıl söyleyebilir? İsa'nın Tanrı'nın oğlu olduğunu aklımızla nasıl bilebiliriz?

- Evet. Aristoteles'in felsefesi de tüm doğal süreçleri harekete geçiren bir Tanrı ya da bir "ilk neden" olduğunu varsayar.
Ama Tanrı'nın daha ayrıntılı bir tanımına girmez. Bu noktada İncil'e ve İsa'nın öğretilerine kulak vermemiz gerekir.

Havanın fırtınalı olduğunu hem şimşekleri görerek, hem gök gürültüsünü duyarak anlamamız gibi...
- Doğru! Kör olsak gök gürültüsünü duyar, sağır olsak şimşekleri görebiliriz. En iyisi hem görüp hem işitmek tabii!
Ama gördüğümüz şeyle duyduğumuz şeyin birbiriyle çelişmesi gerekmiyor. Bu iki izlenim birbirini tamamlıyor.

Yalnızca doğaya bakarak da Tanrı'nın varlığını duyabiliriz. Çiçeklere ve hayvanlara bakarak Tanrı'nın tüm bunları sevdiğini söyleyebilir, sevmese yaratmazdı diyebiliriz.
Ama Tanrı'nın şahsına dair bilgilere yalnızca İncil'de ya da Tanrı'nın bu "otobiyografi"sinde rastlayabiliriz.

Meleklerin vücutlarında böyle duyu organları yoktur, bu yüzden de onların kendiliğinden ve hemen olan bir zekâları vardır.
İnsanlar gibi "şöyle bir düşünmeleri", zihinlerinde şöyle bir tartmaları gerekmez.
İnsanların yavaş yavaş keşfettiği her şeyi onlar önceden bilirler.
Vücutları olmadığı için ölmezler de. Tanrı gibi mutlak değildirler, çünkü onları da Tanrı yaratmıştır. Ama sonunda ayrılacakları bir vücutları olmadığı için ölmezler de.

- O zaman şimdi bizi de görüyordur.
- Evet, belki de. Ama "şimdi" değil. Çünkü Tanrı'nın zamanı bizimkiyle aynı değildir. Bizim "şimdi"miz Tanrı'nın "şimdi"siyle aynı şey değildir.
Bizim hayatımızda birkaç hafta, Tanrı'nın birkaç haftası anlamına gelmeyebilir.

Aquino'lu Thomas, Aristoteles'in kadınlar konusundaki görüşlerini de devraldı ne yazık ki.
Aristoteles'in kadınların eksik erkek olduklarını söylediğini hatırlıyorsundur.
Ona göre çocuklar da özelliklerini babadan alıyorlardı. Çünkü kadın edilgen ve alıcı, erkek ise etken ve vericiydi.
Thomas'a göre bu sözler İncil'in sözleriyle mükemmel bir uyum içindeydi. İncil de kadının erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığını söylemiyor muydu zaten!

- Tanrı'nın yalnızca erkek olmadığı eski bir Yahudi ve Hıristiyan inanışıdır. Bu inanışa göre Tanrı'nın bir de dişi yanı ya da "doğa analığı" vardır.
Çünkü kadınlar da Tanrı'nın suretidir.
Yunanca'da Tanrı'nın dişi yanına Sophia denir. "Sophia" ya da "Sofi" "bilgelik" anlamına gelir.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 12 Ağu 2016 07:24:44
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

RÖNESANS Bölümü : (Yaklaşık 1300 – 1600 yılları arası )

- Rönesans Hümanistleri için Roma'yı yeniden kurmak kültürel-politik bir amaç oldu.
Her şeyden önce havari Petrus'un mezarı üzerinde büyük Aziz Peter Kilisesi inşa edilmeye başlandı.
Aziz Peter Kilisesi söz konusu olduğunda ne kanaatkârlıktan söz edebiliriz, ne de insanın kendini denetlemesinden!
Rönesansın önemli kişilikleri dünyanın bu en büyük inşaat projesinde görev aldılar. 1506'da başlanan inşaat tam 120 yıl sürdü.
Kilisenin önündeki meydanın tamamlanmasıysa bir 50 yıl daha aldı.
- Epey büyük bir kilise olmuş olmalı sonunda!
- Eni 200 metreden fazla, 130 metre yüksekliğinde ve alanı 16.000 metrekareyi aşan bir kilise oldu bu.

Tarihin hiçbir dönemi yalnızca iyi ya da yalnızca kötü olarak görülemez. İyi ve kötü tüm insanlık tarihi boyunca bir arada varolagelmiştir.

17. yüzyılın en önemli bilim adamı Galileo Galilei, "Ölçülebileni ölç, ölçülemeyeni ölçülebilir yap!" ve "Doğanın kitabı matematiksel bir dilde yazılmıştır." diyordu.

- Ama 1543'de "Gök Cisimlerinin Dönüşleri" adlı bir kitap yayınlandı. Kitabın yazarı, kitabının çıktığı gün ölen Polonyalı astronom Copernikus'du.

- Galilei bunu şöyle dile getiriyordu: "Bir cismin edindiği hız, hızlanma ve yavaşlamaya neden olan dış etkenler ortadan kaldırıldığı sürece, sabit kalır."

1642-1727 yılları arasında yaşamış olan Isaac Newton'du. Newton güneş sistemi ve gezegenlerin hareketine son ve doğru açıklamayı getiren bilim adamı olmuştu.
Yalnızca gezegenlerin Güneş etrafında nasıl döndüklerini açıklamakla kalmayıp tam olarak neden böyle hareket ettiklerini de açıklayabilmişti.
Bunu yaparken de Galilei'nin dinamiği dediğimiz şeyi esas alıyordu.

- Evet, sonra Newton geldi ve evrensel yerçekimi dediğimiz yasayı buldu.
Bu yasaya göre, iki cisim birbirini büyüklükleriyle orantılı, aralarındaki mesafeyle ters orantılı olarak çeker.

Luther, Tanrı'nın affını kazanabilmek için kilisenin ya da kilise rahiplerinin aracı olması gerekmediğini söylüyordu.

Zaten bu uygulama Katoliklikte de 16. yüzyılın ikinci yansından itibaren ortadan kalktı.

Çünkü Luther insanın günahkâr olduğu için mahvolmaya mahkûm olduğunu söylüyordu. İnsan ancak Tanrı'nın affıyla "meşrulaşabilirdi".

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 13 Ağu 2016 08:00:10
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

BAROK DÖNEMİ Bölümü :  (Yaklaşık 1600-1750 yılları)

- "Barok" sözcüğü aslında "düzgün olmayan inci" anlamına gelir.
Basit ve uyumlu Rönesans sanatının tersine Barok döneminin sanatına egemen olan şey de birbirine uymayan biçimlerdi.

Barok dönemi politik açıdan da pek çok karşıtlık barındıran bir dönemdi. Birincisi, Avrupa'da savaşlar oluyordu.
Bunlardan en kötüsü 1618'den 1648'e dek süren "otuz yıl savaşları" idi ki bundan en çok etkilenen Almanya oldu.
Bu savaşların da etkisiyle Fransa zamanla tüm Avrupa'ya hakim bir güç haline geldi.

- Jeppe bir hendekte uyuya kalır... uyandığında kendini baronun yatağında bulur. O zaman yoksul bir köylü olduğunu rüyasında gördüğünü sanır.
Sonra yeniden uykuya daldığında onu yine hendeğe taşırlar. Bu sefer de uyandığında rüyasında baron olduğunu gördüğünü sanır.

Rus bir beyin cerrahıyla yine Rus bir astronot din konusunda tartışıyorlardı. Beyin cerrahı dindar, astronotsa dindar bir kişi değildi.
- "Uzayda çok dolaştım," diye övünerek konuştu astronot, "ama ne Tanrı'yı gördüm ne de meleklerini!"
Cerrah cevap verdi: "Ben de çok zeki beyinler ameliyat ettim, ama tek bir düşünce görmedim!"


17. yüzyılın önemli filozoflarından biri olan Leibniz'e göre, maddesel olanla ruhsal olan şey arasındaki fark, maddesel olanın kendinden küçük parçalara ayrılabilir oluşudur.
Ruhsa ikiye, üçe bölünemez.



 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK