Bir Film Bir Yorum

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
19 Mar 2017 16:13:19
Bir de böyle bak (!)


Değerli Arkadaşlar;

Bu foruma beğendiğiniz, izlediğiniz bir filmi, yapımı tanıtım amaçlı yorum ve açıklamalarınız için kullanabilirsiniz. Tüketim kültüründe bilgi birikimimiz, yorumlarımız eğitimci kimliklerimizin de farkında olup yerel ve küresel ayrımı yapmadan ‘Kültürel Entelektüel Paylaşımlar’a dönüşürse bundan hepimiz kendimize bir pay çıkarır, her birimiz buna hem katkı yapar, hem de bundan öğrenebileceğimiz bir şeyler buluruz. Bilgi paylaşımı, yorumlar çoğalınca bu, yeni bakış açıları yakalamamıza ve yeni bilgi üretimine de olanak sağlar.
 
Film önerilerimiz için forum listesinde “Film Önerileriniz” adlı bir başlık var. Film tavsiyelerimizi yine o sayfaya yapsak daha iyi olur. Ancak geniş tanıtım, açıklama ve yorumlarımız sayfalar arasında kaybolup gidiyor. Bu nedenle bu sayfayı filmlere dair farklı açılardan bakmak, tanıtmak, yorum ve kültürel paylaşımlar için kullansak daha verimli olur kanısındayım.

Paylaşımlara dair; yazı, kavram, üslup ve yargılarımız hususunda gerekli özeni göstereceğinize inanıyorum. Hiç kimseyi peşin yargılamadan, değer, inanç, dünya görüşü ve kutsallarına saldırmadan, gereksiz polemiklere girmeden sağlıklı paylaşımlar olması dileğimle, yapacağınız katkılar için şimdiden teşekkürler.

Kişi “niyet”lerinden sorumludur. Bu açıdan güzel bakıp, güzel görmek dileğiyle..

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 19 Mar 2017 16:26:38
Kader Ajanları (The Adjustment Bureau) 2011- ABD Tür: Bilim kurgu, romantik, gizem. Konu: Kader üstüne bir varsayım. Film, Philip K.Dick tarafından yazılan kısa bir hikâye olan ‘Adjustment Team’i temel alır. Kaderimiz nasıl şekillenir? Kaderimiz tümden hazır bir program mı? Hayatımızdaki her şey dışımızdaki güçlerce mi kodlanır? Seçimlerimiz kaderimizi biçimlendirir mi? v.b  sorular etrafında cevaplara dair zihinsel egzersizler, varsayımlar sunar.

Film, seçim çalışmaları yapan genç bir politikacının bir kadınla karşılaşması ve ona ilgi duyması ile başlıyor. Aralarında geçen kısa diyalogdan sonra; gayet ciddi, takım elbiseli, fötr şapkalı (eğitimci misyonları her halinden belli) bir takımadamlar devreye girer.
 
Anlayacağınız bunlar kader yazılım takip uzmanlarıdır. Gözcüler de diyebileceğimiz bu esrarengiz kimseler kader çizgilerini korumak için, kahramanımızı bu sevdadan vazgeçirme uğraşına girerler. Çünkü programda küçük fakat önemli bir sapma söz konusudur. Adamımız vazgeçmez, bu uyarılara aldırış da etmez. Çünkü karşılaştığı kadını sevdiğini anlar, rutinin dışına çıktığının da farkındadır. Hayatının seyri, rotası değişir. Bundan sonra politika molitika umurunda bile olmaz. Bir tek o; sevdiği kadın vardır düşüncesinde. Programlarını aksatmaya başlar. Kadın da onu sevmektedir, ancak bundan emin olmak için sevgisini sınamaktadır.
 
Derken siyah giyen adamlar gibi, kader yazılım takipçileri adamın peşine düşerler, yazılmış programa uyup uymadığını kontrol için takibe başlarlar. Uymayanları da çembere alıp (hafızalarını yeniden format ile) bi güzel uydururlar… Dün yediği yemeği, evinin barkının yolunu dahi şaşırtırlar, eşini, dostunu, konu komşusunu bile tanıyamaz hale getirirler…

Adamımız keçi kadar inatçıdır. Yolundan gram şaşmaz. Bildiğini okumaya devam eder. Bu ısrar; çizgilerde bazı sapmalara yol açar. Küçük bir sapma, (kelebek etkisi ile) sonsuz olasılığın kapısını aralar. Gidişat kaderden sorumlu gözcüleri kızdırmaya neden olur. Çözüm bulmak için, düşünüp taşınırlar, oturmayıp danışırlar. Sonunda dayanamayıp adamımızı kıstırırlar. Gözlerden ırak bir köşeye (bodruma-bizimki değil-) çekip uyarırlar. Uymazsa olacakları bir bir güzelce hatırlatırlar. Görünen dünyanın bir de öteki kısmına dair açıklamalarla, adam akıllı nasihatlerle kısaca; “gel sen bu işten vazgeç, sana yazılana uy, bizi de daha fazla peşinden koşturup durma” derler.
 
Yazılım yeniden onarılır. Bu ikilinin bir daha karşılaşma olasılığının olmayacağına kanaat getiren gözcüler rutin işlerinin başına dönerler. Adamın değil vazgeçmek; arı kovanına çomak sokan çocuklar gibi, işin sonuna kadar gitme yolunu tercih edeceğini hesaba katmazlar. Derken işler karışır. Programlar birbirine dolanmaya, sistem kasmaya başlar. Gözcüler de adamın etrafında…
 
Yazıcı başkan (filmde bu, görünmez bir üst kimlikle temsili verilmiş) program dışı gelişen bu farklılığın dalgalanmalara yol açması nedeniyle, yazılı kaderin uygulanması konusunda ısrarını sürdürür. Adeta; gözcülerden kazandıkları parayı ve prestiji hak etmelerini beklercesine, uyarı üzerine uyarı gönderir. Bizimkini arada bir kuytulara çekip korkutsalar da nafile... Bu tehditler de sonuç vermeyince, gözcüleri alır bir telaş, bir telaş…
 
Bu sefer görsel ve uygulamalı (live action, interaktif bağlantı yöntemleri ile) ikna yollarına başvururlar. Adamın sevdiği kadının kariyerine sabotaj düzenlemekle bir daha yola getirme gayreti gösterirler. (Yaparlar da... ). Kadının (denge kodları ile oynayıp) düşüp sakatlık geçirmesine yol açarak; “biz her şeyi yapabiliriz” demeye getirirler. Bu da adamın gözünü korkutmaz, iyice hırslanmasına vesile olur.
 
Aklıma, çalışma programına uymayan çocukları teşvik etmek (yola getirmek) için; (eğitim amaçlı) ebeveynlere; “Sevdikleri şeyleri kontrol altına alın, örneğin tabletini, Laptopunu biraz kısıtlayın” isteğimizi bildirirken ki hallerimiz geldi. Davranışlarına ayar çektiğimizi anladıklarında ertesi gün bir başka bakar yüzümüze yavrucaklar.. (bazen kızgın, bazen masumane duruşlar, bazen de küserler  ) Neticede bu tehdit de boşa çıkarılır...
 
İki boyutun adamlarından biri kahramanımıza bir iyilik yapıp (burayı çok dikkatlice izlemedim, bunu neden yaptı ki) sırrı açıklar ve şapkasını ödünç verir. Meğer bütün keramet o şapkalarda imiş… Kahramanımız tüm kapıları açan bu güçle sevdiği kadını başkası ile evlenmek üzere iken nikah masasından (Ümit Besen’e saygılar) geri alır. Diğer damat masada saf saf bekleye dursun, şapkanın da yardımıyla bir sürü kapı aşınır.
 
Zaman zaman içinde, mekanlar birbirine bağlanır, mesafeler anlam kaybına uğrar. Derken, bizimki başkanın (program yazarının) mekanına (ofisine) gitmek ve kader çizgilerindeki bu sapmayı kabul ettirmek için, yazılı kısmının değiştirilmesini istemeyi akıl eder. Bir sürü kapı ve mekan dolandıktan sonra adam ve kadın dev bir binaya sızarlar. Hedef başkanın yanına varıp dertlerini dinletmek, bu ani değişime, birlikteliğe onay çıkartmaktır.
 
Bir sürü yazıcı katip, filan… Bizimkiler önde, gözcü, görevli, katip, koruma, güvenlik ne varsa hepsi peşlerinde, odadan odaya, kapıdan kapıya koşup dururken, her yer başkanın adamları ile dolup taşar. Hal böyle olunca bizimkilerin başkana ulaşma yolları tükenir. Yolun sonuna gelinmiştir. Kovalamaca binanın teras katında son bulur, kaçamazlar da… Görevli mühim adamlar etraflarını sarar ve final gerçekleşir…

Birden etraflarını saran baş gözcü ve yaverleri buhar olup görünmez olurlar. Tabi ki de aşk, sevgi ve bağlılık bir kez daha kazanır..

Başkan (!) bunların ısrarına dayanamaz ve yazılımda ufak bir değişikliğin gerçekleşmesine razı gelir. Bunları da salıverin tarzında, fötr şapkasını ödünç veren gözcü ile küçük bir bilgi notu ulaştırır… Gözcüler hadiseyi anlamakta zorlansalar da, görevleri gereği saygı duymayı ve başkanın emirlerini yerine getirdiklerini söylemeyi de ihmal etmezler.
 
Bu konu çok daha iyi, ciddi senaryo, sağlam bir oyuncu kadrosu, görsel efect, sinema teknikleri, olay, zaman, mekan örgüsü ile daha iyi işlenebilirdi belki.  Hollywood, düşük bütçe midir, adam mı bulamadı, yönetmenin hafta sonu ek işlerinden biri miydi… ! Her neyse bu kadar yapabilmiş.  Bu haliyle bile izlenmeye değer ilginç bir film.

Filmin ana mesajı “Kişi seçimleri ile kader çizgilerini değiştirebilir, çoğunluk yazılana, çizilene tabidir. Çok az insan yaşadıklarını sorgular ve bunu değiştirme çabası, iradesi gösterir.”  Detaylar için filmi izlemenizi tavsiye ederim. Ben bir kez hızlıca izleme ile bu kadarını anladım ve ya anladığımı zan ediyorum. Herkes kendine göre sonuçlara varmakta hürdür. Hiç birimiz bir diğerine benzemeyiz, çünkü her birimiz farklı niteliklerde yaratıldık.

Bu bir film adı, üstünde durulan konu ise bir çeşit kurgu...  İşin bilimsel, ilimsel tarafına dair kendi fikrim beni, sizin ki de sizi bağlar. İnanç, norm, kültür, felsefi bakış açıları, kutsallar ve kutsamalar boyutu, kaderin değişirliği, değişmezliği, irade-kader bağı, zaman mekan algısı, gerçekleri anlama, algılama düzeyleri, fiziğin berisi, ötesi veya ortası, kaderin küçüğü, büyüğü, altı, üstü v.s düşünceler, kavramlar, tanımlar, benzetmeler, kişinin kendine has niteliklerine ait tasarruflardır, saygıya değerdir.
 
(Filmin bir iki sahnesi çocukların izlemesine uygun değildir, lütfen izlerken buna dikkat ediniz.) İyi seyirler.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 20 Mar 2017 10:28:30
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.] forumdaşım filmi öyle bir anlatmış ki, konu saçma gelse de izleme ihtiyacı hissettim.
Muhtemelen filmi bu hafta içinde izleyebilirim. İzledikten sonra inşAllah düşüncelerimi paylaşacağım.

Zaman zaman farklı isimler altında muhtelif filmler hakkında düşüncelerimi paylaşmıştım.
Böyle bir konu başlığı altında filmler hakkında düşüncelerimi paylaşmanın daha faydalı olacağına inanıyorum.

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 24 Mar 2017 02:04:41
Dünya Savaşı Z (World War Z) 2011. Tür: Bilim kurgu, aksiyon. Konu: Çeşitli biyolojik salgınlarla insan türünün yaşayabileceği olası kaotik durumlar üzerine zihinsel egzersizler, varsayımlar.

Kahramanımız Brad Pitt ailesiyle sokakta mutlu mutlu gezerken ortalık birden karışır. Trafik alt üst olur. Kimse anlamaz olur ilk önce olup biteni. Bir takım insanlar garip bir şekilde elektrikle şoklanmış gibi rast gele çevredeki diğer insanlara saldırmaya başlar.

Çok akıllı kahramanımız ailesini kurtarma telaşına düşer. Her zamanki gibi önemli görev adamı olduğunu oraya buraya telefon çabasından anlıyoruz. Güvenlikten önemli birileri ile görüşür. Öncelikli kurtarılması gereken biri olduğunu filmin hemen başında belli eder. Önemli birim adamlarından bir ekip gelir ve kahramanımızı ailesiyle birlikte virüslü sahadan alır. Denizde bir ABD uçak gemisi onları beklemektedir.

Adamımız çok geçmeden ölümcül bir misyon karşılığında ailesine güvenlik sağlanacağını öğrenir. Çaresiz kabul eder. Misyon; virüsün kaynağını araştırmak ve panzehirini bulmaktır. Virüsün kaynağına ve yayılma nedenlerine dair bir e-mail bahsi geçer. Önce Kore’ye gitmeleri gerekecektir. Olayın ilk patlak verdiği yerde ipuçları aranırsa da bulunamaz. İsrail’de iz sürmeleri gerektiğini anlar ve giderler. Burada da; bu sinsi planı doğa mı, yoksa insan mı icat etti! sorusu ve şüphelerine dair hiçbir cevap bulamadan ortalık tekrar karışır. Neyse, adamımız orada da bir şey bulamayınca eli boş dönmek üzere yola koyulurken olaylar da kontrolden çıkar. Artık kendisi de can derdindedir.

Bir uçak durdurup binerler. Uçakta da işler umdukları gibi gitmez ve yere çakılırlar. Her ne hikmetse adamımız ve yanında getirdiği İsrailli asker dışında herkes daha havadayken zombileşip beşer onar dökülürler uçaktan. Şanslı adamımız ve masum yüzlü güzel kızımız ise bir araştırma laboratuvarının hemen dibine düşerler. Kahramanımız çözüm ararken iş başa düşer. Aslında çözümün kendisinde olduğunu nihayet anlar. Az riskli bir hastalık mikrobunu kendisine bulaştırıp, görünmez olup zombileri atlatacaktır. Aşının deneme sürümünün bizzat kendisi olacaktır. Teorisi de tutar,  zombiye karşı zombileşme fikri…  Empati zombinin tellerini yakar ve finalde kahramanımız tüm dünyayı kurtaracak bir aşı ile önemli misyon adamlarına geri dönmeyi bir kez daha başarır. Mesaj alınmıştır. Zombilerin işi bitmiştir...

Hollywood bir adamla tüm dünyayı bir kez daha kurtarmıştır. Senaryo Z savaşı dese de konu ve olasılıklar gayet bilimsel.

Kıssadan Hisse: Güvenliğe dair A, B ,C , D, E, F, G.....Z'ye kadar tüm olası planlarınız olmalıdır. Saldırının bir virüsten, bir kuştan, bir böcekten, bir pc’den veya gripli bir kuştan olup olmamasının hiçbir önemi yoktur. Önemli olan sizin ona karşı ne yaptığınızdır.

Filmi izlerken, olası güvenlik sorunlarına dair bir tatbikat havası da sezebilirsiniz. Filmi bu yönüyle de izlemek mümkün. İçinde zombi kelimesi geçiyor diye zombilerin varlığına ya da yokluğuna inanmak gibi bir zorunumuz yok.
 
Daha birkaç yıl önce hangimiz kuş gribine karşı aşı olmak ya da olmamak ikilemi ile karşı karşıya kalmadık ki?
 
Yedi milyar insan için stoklar yeterli mi değil mi tartışmaları gayet bilimsel düzeydeydi. Bilimde hile yoktur ama bilimle çok güzel hile yapılabilir. Yersen tabi…

Zombi filmlerini pek izlemem, sevmem de. Fakat olası gerçeklikten yola çıkılmış kurgular ilgimi çeker. Ne de olsa insan yapımı. Şuna emin olun bu dünyada zombiye ihtiyaç olursa onu da yaparlar. Hem de en gerçeğinden. Şöyle dünyada olup bitene, etrafınıza bir bakın, biraz empati yapın, dünya hızla radikalleşiyor, ne farkımız kaldı zombilerden ::)

(Bu yorum daha önce 'Film Önerileri' forumuna yapılmıştı, arada kaybolup gitmesin diye buraya aktarmayı uygun buldum)

Filmin devamı niteliğinde Z 2'nin hazırlıkları yapılıyor. İyi izlemeler..

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 26 Mar 2017 12:12:17
SING “Şarkını Söyle”  (2016 ABD) ve Yeşilçam’dan “MUHSİN BEY” (1987 TÜRKİYE) Tür: Dram, aile, komedi. Konu: Değerler. ‘Sing’de yardımlaşma, dayanışma, ‘Muhsin Bey’de vefasızlık konu ediliyor. Bu yorumumuzda iki filmin benzer konuda farklı işlenmesinin ‘değerler üzerine bir karşılaştırma’ ve Muhsin Bey ile Mr. Moon’un benzerliklerini, “işlerine, kendilerine, prensiplerine saygı duyan iki karakter” olarak ele alacağız.
 
Hatalarımız olursa şimdiden af ola  ::)

“Evlerinin önü boyalı direk,
Yerden yere vurdun sen beni felek..” 

Ali Nazik’in sesi ile iiyce meşhur olan türkümüzden bir bükle ile yorumumuza başlayalım..

SING (Şarkını Söyle), Bu filmi izlerken aklıma Yeşilçam yapımı (1987) Yavuz Turgul’un yazıp, yönettiği “Muhsin Bey” filmi geldi. Şener Şen’in “Muhsin Bey“,  Uğur Yücel’in de “Ali Nazik” karakteri ile aklımıza kazıdığı bu filmde Muhsin Bey son zamanlarda işleri pek iyi gitmeyen, Beyoğlu’nda yaşayan müzik yapımcısı bir organizatördür. Yaşadığı zorluklara rağmen işleri konusunda ödün vermeyen, arabesk sevmeyen, sanat müziğine düşkün, prensipleri olan bir adamdır. Yaşantısıyla bir İstanbul Beyefendisi görünümü vermektedir.
 
Anadolu’nun fakir ama umutlu insanlarının daimi adresi, uğrak yeri, ekmek kapısı, umut dünyası, ne derseniz deyin; “Taşı ve toprağı altın” diye sinemamıza, edebiyatımıza, kültür ve sanat dünyamıza giren İstanbul’da yaşama çabası içindedir. Asırlardır, doğunun ve batının kültür, sanat ve edebiyatına, şiire, gazele, türküye ve şarkıya konu edinmiş güzel şehir İstanbul’da geçen filmde türkücü olmak için gelen Ali Nazik şans aramaktadır. Yaptığı işlerde (ses sanatçılarına gazinolarda iş ayarlama) kaliteden ödün vermemeye çalışan Muhsin Bey de ondan habersiz kendi dünyasında, işini yapma, hayatını sürdürme uğraşındadır.
 
Sonunda Ali Nazik; martılara ekmek atılan sahneleri ile edebiyatımızın vazgeçilmez mekanları içinde haklı yerini bulan; nice kültür ve medeniyeti hafızasında saklayan kadim şehir; şehirlerin tacı güzel İstanbul’a gelir. Sesini dinletip, feleğin çemberini kırma, meşhur olup güzel bir yaşam kurma düşlerinde gezinip durmaktadır. Hepimizin yapmaya çalıştığı gibi, “bir şans, bir fırsat, bir çıkış” hasreti ile kıvranıp durmaktadır.  Yoksul ama gururlu, yetenekli fakat mütevazi kişiliği ile her fırsatı değerlendirmeye, kendini sahne, sokak, ev kahve, gece, gündüz demeden ispatlama çabasındadır. Cebinde beş kuruşu olmasa da o, bir tek; yanık sesi ve dertli dertli dokunduğu sazının telleri ile yüreklere dokunan yeteneğine güvenmektedir. Tüm sermayesi budur. Bu yetenekli, saf, utangaç ve iyi niyetli tipik yurdum insanının yolu bir şekilde organizatör Muhsin Bey’in yolu ile kesişir.
 
Muhsin Bey prensipleri olan bir adamdır. İyi ve kaliteli işler yapmak niyetindedir. Ofisini kaybettiğinden, işlerini bir kıraathanede yürütür. Ali Nazik “taşı toprağı altın” diye türkücü olmak hayali ile geldiği koca İstanbul’da ofisi olmasa da Muhsin Bey’i bulur. Kovulsa da Muhsin Bey’i bırakmamakta kararlıdır. Bir gün Muhsin Bey dayanamaz Ali’ye yardım etmeye karar verir. O günden sonra da hayatı alt üst olur, sonrası da bir onur mücadelesine dönüşür…

Kader, yetenek ile girişimciyi bir araya getirmiştir. Ancak bu ikisi tek başına yeterli değildir. Paranın da bir şekilde var olması kaçınılmaz olmuştur. Çünkü yeteneğin sergilenmesine giden yolda biraz da sermaye lazımdır. Gecelerin sessizliği Ali Nazik’in yanık sesi ile yırtılırken, Muhsin Bey’in yufka yüreği buna daha fazla dayanamaz ve Ali Nazik için hayallerine açılan kapının aralanmasında ilk kıvılcımları çakar. Ona yardım etmek, türkücü olmasını sağlamak misyonunu üstlenir. Nazik’in gayesi, onun rüyasına dönüşür. Ona kaset yapma, şöhret yolunu açma sözü verir. Tüm girişimleri sonuçsuz kalınca, bunu onur meselesi haline getirir… Prensiplerinden ödün vermeden kaliteli bir iş çıkarma niyetindedir. Ancak işler umduğu gibi gitmez, gazinocu dostları da beklediği desteği vermezler.
 
İyi niyetli, iyi kalpli Muhsin Bey, feleğin çemberinin ufak bir müdahale ile başka bir şekilde de döndürülebileceğini düşünmekte ve bunu bir kez olsun denemeye karar vermektedir. “Ses Yarışması” düzenlenecektir. Toplanan paralarla Ali Nazik’in güzel sesi sanatseverlerle buluşturulacak, kendi yazgılarındaki feleğin çemberi kırılıp güzel bir hayata adım atılacaktır. Gerekli hazırlıklar yapılır. Yarışma için sesine, yeteneğine güvenenler de katılım ücretlerini yatırmak üzere bir kıraathanenin (ki Muhsin Bey’in bir ofisi olmadığından vatandaşın kıraathanesinde mecburen) kapısına dizilirler. Kuyruklar sokağa; hayatın can damarlarında dolaşan, günlük ekmeği, işi, gücü peşinde koşan sıradan insanların meraklı bakışları altında kaldırımlar boyu uzayıp gider…

Plan şöyledir; bu organize işin sonunda toplanan para ile ses yarışmasını kazanan yetenek tanıtılıp, kaseti çıkarılacak ve hayaller dünyasına ilk adım atılacaktır. Seçilen yetenek, daha sonra Edison icadı binlerce spot lambanın ışıkları altında, su gibi para harcamada yetenekli insanların eğlenme, sosyalleşme mekanı gazinolarda ve TRT’ye çıkıp türkülerini söyleyip, sesini kısa sürede kitlelere duyuracak ve… parlaya parlaya yıldızlaşacaktır. Güvenilen adamlar fırıldak yapınca gazino ve TRT işi yatar. Son çare para bulup kaset yapmaktır. İş inada biner…

Tabi ki de bu iş için ilk önce ‘Plakçılar Çarşısı’na uğramaları, parlayan mikrofonun karşısında durup, “müzik, kayıt, başla” komutu ile binlerce düğmesi olan kayıt cihazlarının karşısında tüm birikmiş özlemlerinin, yürekten gelen sesinin tınıları ile birleştirip kayda alınması gerekecektir. Henry Ford’un seri üretim fikri ile hayatın tüm alanlarına yayılan seri üretim bandı (Ali Nazik için gerekli olansa kaset) tesislerinin çalıştırılması söz konusudur. Bu da yapılır… Hani şu bir kez daha dinlemek için tükenmez kalemlerle geri sardığımız kasetler…

Bantlar dönmeye başlarken, metal mikrofon dört yöne ışıklar saçarken, umutlarının ücretlerini seyyar ofiste peşin yatıran, denenmeye bile gerek duyulmayan tüm yetenekler için talih tacirliği; fırıldak işlerde yetenekli yardımcısıyla, “her şeyi altın” ile anılan, şöhret peşinde koşanların cenneti İstanbul’da bir kez daha sahnelenir. O büyük gün gelir, katılımcılar kapıya dayanır… Oysa ortada bir yarışma ve organizasyon yoktur ve seyyar ofis de kahvedeki masadan sıvışmıştır.

Söylediği türkü eşliğinde yüzü gülen “Ali Nazik” ön fonda şöhret basamaklarını bir bir tırmanırken; üstü başı, kılık kıyafeti, giyimi kuşamı, yediği, içtiğinden tutun, altın yaldızlı gömleklerine kadar tüm detaylar, yanıp sönen neonlar, parlak spotlar, patlayan flaşlar; aklınıza şöhretle ilgili ne gelirse hepsi bir anda oluverir. Bu arada arka fonda kandırılan genç umutların sönen hayalleri, çalınan umutları, kızgınlıkları ve haklı öfkeleri de hayatın gerçek yüzüne, sokağa yansır… Ali Nazik türküsünü bitirince de her şey son bulur… Kısa bir sessizlik tüm benliğimizi sarar, yaprak bile kıpırdamaya utanır… Daha sonra bir anlık şaşkınlık ve bildik ben de mağdurum sahneleri…

Çünkü yarışma, yetenekleri seçmek için değil, toplanacak para ile hazır yetenek Ali Nazik’in kasetini yapmak için bir tertiptir. Kızgın kalabalık dağılıp, Ali Nazik stüdyoya alındığı dakikalarda Muhsin Bey köşe bucak saklanan, polislerce aranan bir şahıstır artık… Yeni starımız Ali Nazik neşeli türküleri ile sahneden sahneye, gazinodan gazinoya koşar durur bir müddet… Bu arada Muhsin Bey’in rakipleri ve yetenek avcıları da pusuda beklemektedir…  Yine arka fonda Muhsin Bey’in başına gelenler… Hayatında prensipleri ile var olan Muhsin Bey, bir kez daha sınanmak için hayatın çemberinden geçmek zorunda kalacaktır. Oysa kader, çarklarını hep bildiği gibi çevirmekten yanadır.

Ali Nazik şöhretin sarhoşluğu ve sahne ışıklarının büyüsüyle gözleri kamaşınca, türküyü bırakıp, piyasa talebine uygun arabeske yönelmiştir. Neşeli, coşkulu türkülerin ve sazının sesi yavaş yavaş kısılır. Sazı ile birlikte sözünü de unutup, dostlarının tüm çabalarını da geçmişe gömmüştür.  Yepyeni bir hayat peşinde kulaç atmanın eşiğindedir. Bu arada Muhsin Beyin saygı duyduğu ve sevdiği kadını (Şarkıcı Sevda hanımı) da yanına alır. Muhsin Bey artık tek başınadır, dostları dahil her şeyini bu yolda kaybetmiştir.

Bunca yükü Ali Nazik için üstlenen, hayatını ortaya koyan Muhsin Bey, omuzlarında yükselttiği Ali Nazik kendisine ve dostlarına ihanet edecek ve bu parlak dünyanın geçici heveslerine aldanacaktır. Güzel sesi ve yeteneği ile yükselmek yerine, piyasa müziği ve arabeske yönelecek, rotasını şaşırarak düştükçe düşecektir. Ali Nazik, vefasızlığı, kadir kıymet bilmezliği ile Muhsin Beyi bir kez daha hayal kırıklığına uğratacaktır.

Umutla çıkılan yolda, hüzün, kırgınlık, derin bir acı ve yıkılmış hayaller dışında pek bir şey de kalmamıştır…

“Evlerinin önü boyalı direk, yerden yere vurdun sen beni felek...”  :D
“O eski halimden eser yok şimdi, yalnızım dostlarım yalnızım şimdi…”  :(
 
Ali Nazik’in türküden arabeske transferi, vefasızlığı bu camiada prensipleri ile var olan Muhsin Bey’i derinden yaralasa da esas darbeyi Sevda Hanıma yapılanlardan yemiştir. Yolunu şaşıran Ali Nazik ise; kolay gelen şöhretin günübirlik tadını çıkarırken Muhsin Bey’in kendisi için yaptıklarını unutmuş, sonu meçhul bir yola sapmıştır. Şöhretin ağır bedeli altında ilkesiz ve vefasız biri olup çıkmıştır…

…………………………………………………………………………………………………………………………
SING filmini izlerken tam da bu duyguları yeniden yaşıyorsunuz. Birçok değer yargınız yeniden canlanıp şekilleniyor. Fakat bu kez umutsuzluk yerine umut daha parlak. Filmde; kullanılmanın, aldatılmanın verdiği derin acı yerine, birlikte inanmanın, başarmanın sevinci yüreğinizi usulca sarıp sarmalıyor.
 
Dibe vurmak, yeni bir başarısız girişim anlamına gelse de, dünyanın sonu olmadığı düşüncesini nazikçe kavrayıveriyorsunuz. Film, her başarısızlığın, düşüşün pes etmek yerine, hayata yeniden sarılmak ve ayağa kalkmanın dayanak noktası olabileceğini basitçe hatırlatıyor. Zorluklara boyun eğip, hayata küsmek yerine mücadele etmeyi, kendine inanmayı ve doğal olup kendin kalarak başarmanın güzelliğini, mutluluğunu yüreklerinizde hissetmenizi sağlıyor.
 
Bencil olup sömürmek yerine dürüst olup, iyi ve güzel bir amaç uğruna verilen çabanın, birlikte başarmanın gücünün, paha biçilmez bir değer olduğunu gösteriyor. Severek yapılan bir işte başarının doğal bir sonuç olarak geleceğini anlatıyor. Bunun dışında cesareti, yardımlaşma ve dayanışmayı da filmde güzel işlemişler. İzlerken mahallenizde, sokağınızda bu çabayı veriyormuşsunuz hissini ediniyorsunuz. Bir film de olsa gönlünüzdeki favoriler bir bir beliriveriyor birden…
 
Gürültü ile müziği, doğal güzellik ile maskeleri, iyi ile kötüyü, güzel ile çirkini fark edebiliyorsunuz. İyi ve güzel bir şey yaptığınız zaman bunun eninde sonunda hak ettiği değeri bulacağını anlıyorsunuz. Son olarak Mr. Moon’nun baba yadigarı basit bir kovayı neden sakladığını, ofisinde baş köşeye koyduğunu… Manevi değer ve kıymet bilmenin, vefanın; hepimizden kayıp bir parçanın izlerini bu filmde görebiliyorsunuz.
 
Filmde belki de en önemli vurgu “hayatta birçok kez hayal kırıklığı yaşamış olabilirsiniz, ancak siz izin vermedikçe hiçbir şey sizi yıkamaz ve sizden başka kimse size zarar veremez” düşüncesinin çok iyi işlenmiş olması. Bunun yanında arkadaşlık, dostluk, vefa gibi değerleri de görebiliyorsunuz. Filmde diğer bir önemli nokta ise; takım ruhu ile çalışmanın başarı ile olan ilişkisine dikkat çekiliyor olması. Birlikte üretilen başarının paha biçilmez bir değer olduğunu fark ediyorsunuz.
 
Her şeyden önce mutluluğu hedeflemiş ve yaptığınız işe sevgi de katmışsanız güzel olmaması için hiçbir neden kalmıyor.
 
Güzellik fark edilen bir şeydir. Güzel, iyi ve farklı olan fark edilir. İyi, evrensel bir şey; evrenin her yerinde iyi ve güzeldir. İyi hissettiren bu filmi izlemenizi ısrarla tavsiye ederim. Animasyon olmasına bakmayın. Yönetmen ve ekibi filme gerçekten bolca emek ve sevgi katabilmiş ki, bunu izlerken fark edebiliyorsunuz. Değerler eğitimi için ideal bir animasyon. Diğer detayları da filmi izlerken kendiniz bulacaksınız. İyi seyirler.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 28 Mar 2017 18:15:04
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.

Kader Ajanları filmini izledim.
Kader hakkında NET bir fikri olmayanların kafasını karıştıracak türden bir film.

Filmde dikkatimi çeken iki replik oldu :

- Ne hissettiğin önemli değil. Önemli olan planda neyin olduğu.

Cebriye mezhebinin kader anlayışı şu şekildedir :
Alıntı
Cenâb-ı Hak, kâinatı yaratmadan önce, her şeyi ezelî ilminde takdir buyurmuştur.
O takdire göre de kaza etmekte, yâni yerine getirmektedir.
Bir şeyin takdiri, ezelde O’nun ilim ve iradesiyle olduğu gibi yaratması da, ancak O’nun yaratması ve icadıyladır.
Kulların fiillerini de Hak Teâlâ ezelde takdir etmiştir. Bu fiilleri O ezelî takdirine göre yaratmakta, kaza etmektedir.

Film repliği bu anlayışa gönderme yapmaktadır.

Cebriyecilerin hakikatten uzak olan görüşleri, Ehl-i Sünnet âlimleri tarafından aklî ve naklî delillerle tamamen çürütülmüş, hattâ bu görüşün tutarsızlığı alay konusu olmuş ve şöyle bir darb-ı mesel ile dile getirilmiştir:

“Cebriyecinin ensesine bir tokat vur. O da ‘Bu yaptığın nedir?’ deyince, ‘Kaza ve kader böyle imiş.’ de. Bakalım seni mazur görecek mi?”


Hislerin var olması, önemli olduğunun kanıtıdır.

Filmde dikkatimi çeken ikinci replik :

- Ben yaptığım seçimlerden ibaretim.

Genel kabul görmüş bir gerçeği ifade eden bu cümlenin anlatımında bir eksiklik vardır.
Seçimlerimizin oluşturduğu dalga etkisi sadece bu dünya da değil, ahirette de devam edecektir.
Filmde seçimlerimizin dalga etkisinin bu dünya ile sınırlı olduğu izlenimi verilmeye çalışılmış.

Seçimlerimizi sadece duygu veya sadece akılla yapmayız / yapamayız.
Tüm seçimlerimizde az veya çok hem duygu hem akıl etkisi vardır.
Sağlıklı seçimler, yapabilmek duygu ve akıl arasında kurulacak denge ile mümkün olabilmektedir.


[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
linkinde
SEÇİMLERİMİZİN KADERE ETKİSİ
başlıklı mesajda yazdıklarımın filmi anlamaya katkısı olacağı inancındayım.

Kader - evlilik ilişkisi arasında NET bir fikir sahibi değilim.
Bununla birlikte GÖZLEMLERİMİ şu hadisle bağdaştırarak, eş seçiminde cuzi irademizi kullanamadığımıza inanıyorum.
Alıntı
Allah takdirini gerçekleştirmek istediğinde, takdiri gerçekleşinceye kadar, akıl sahiplerinin akıllarını alır; hükmü gerçekleşince geri iade eder.  (Camiü's-Sağir,  Hadis no: 406)
(Akıl devredışı bırakılınca, seçim duygularla yapılır. Sadece duygularla yapılan seçimlerde bir iradeden söz edilemez.)

Filmi tavsiye eden [linkler sadece üyelerimize görünmektedir.] forumdaşıma teşekkür ediyorum.

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 01 Nis 2017 11:12:25
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.

Filmde dikkatimi çeken iki replik oldu :

- Ne hissettiğin önemli değil. Önemli olan planda neyin olduğu.

Cebriye mezhebinin kader anlayışı şu şekildedir :
Film repliği bu anlayışa gönderme yapmaktadır.

“Cebriyecinin ensesine bir tokat vur. O da ‘Bu yaptığın nedir?’ deyince, ‘Kaza ve kader böyle imiş.’ de. Bakalım seni mazur görecek mi?”
[/b]

Filmde dikkatimi çeken ikinci replik :

- Ben yaptığım seçimlerden ibaretim.

Genel kabul görmüş bir gerçeği ifade eden bu cümlenin anlatımında bir eksiklik vardır.
Seçimlerimizin oluşturduğu dalga etkisi sadece bu dünya da değil, ahirette de devam edecektir.
Filmde seçimlerimizin dalga etkisinin bu dünya ile sınırlı olduğu izlenimi verilmeye çalışılmış.
Değerli yorumlarınız için teşekkürler öğretmenim. Filmden önemli noktalar yakalamışsınız, tebrikler. Neticede insanı düşünmeye sevk eden bir film. Bu yönüyle de izlemek bir kazanım sonuçta.

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 01 Nis 2017 11:26:36
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Kader hakkında NET bir fikri olmayanların kafasını karıştıracak türden bir film.
Dışımızdaki tüm etken ve olasılıkları kontrol ve değiştirme olanağımız yok elbette. Fakat karışan kafalarımızı düzeltme sorumluluğumuz bal gibi var. İnsanlar kaderleri ile ilgili o kadarcık sorumluluk da üstlensinler artık. Yoksa ne diye...  ::)   

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 09 Nis 2017 17:42:04
Bu evrende yalnız mıyız?

Evrendeki tek zeki varlık insan mı?

Değilsek ne olur ki!
 
Gelelim bu seferki filmimize… LIFE (HAYAT)

Hayat: Evrenin en büyük sırrı.
 
Yorumda hatalarımız olursa af ola…

Filmde Uluslararası Uzay İstasyonu’nda çalışan bir ekip Mars’ta hayat izlerine dair bir keşifte bulunur. Mars’tan gönderilen bulgular incelenirken bir hücre keşfedilip, laboratuvar ortamında canlandırılır. Güvenlik tedbirleri alındıktan sonra Mars’a ait bu canlı formun gelişmesi takibe başlanır. Sonuç başarılı olunca bu müjdeli haber dünyaya iletilir. Özenle bakılan bu bebeğe bir de isim verilir, Calvin..

Calvin bir hücre. Canlanıp, kıpırdayınca herkes sevinir. Hücreler çoğalıp birleşerek minik, şeffaf bir bitkiye dönüşür. Zararsız, masum bir şey… Bir tüy kadar hafiftir. Narin yapraklarıyla pek de sevimlidir.. Sonra yetenekleri gelişir. Daha sonra zeka belirtisi de gösterir… Artı daha sonra yaşamak için ne gerekiyorsa hepsini yapar. En sonrada ise birazcık etobur olduğu anlaşılır fakat iş işten geçer…

Küçük, sevimli Calvin’in ilk teması bakıcısıyla… Bebeklerin anne parmaklarına sarılması gibi.. Adam gayet mutlu şekilde Calvin’i bebek hassasiyeti ile büyütmeye, beslemeye çalışır. Fakat bebeğimiz çabuk öğrenip, hızlı bir şekilde gelişir. Güvenlik ihlali ile yaşanan küçük bir sıkıntı nedeniyle minik Calvin kıpırtısını sonlandırıp naza çekilir. Bakıcısı Calvin’in ölü gibi uyumasına dayanamaz… Onu yeniden canlandırmak için küçük çapta elektro şoklar uygulamayı düşünür ve istediğini de yapar. İşte tam bu sırada bir şeyler ters gider…

Bakımı sırasında Calvin bakıcısının eline sarılır. Metal bir parça aparatı da kırar. Adamın korkudan ödünü patlatır. Acıdan kıvranan adamın uyarısına, çırpınışlarına, can çekişmesine aldırış etmeden, “hayata sarılmak işte böyle olur” dercesine azimli bir pres yapar, bir daha da bırakmaz. Elini veren (kolu neyse de) gövdesini de kaptırır durumu bire bir tam da burada bizzat yaşanıp, anlam bulur… Tüm ekibi bir korku ve telaş sarınca, küçük böcüğü kandırmak için dikkatini dağıtma manevraları yapılır. Fakat işe yaramaz. Çünkü Calvin ince, narin, kibar halinden, rakip tanımayan, herkesin canına okuyan kaslı bir güreşçiye dönüşmüştür artık. Bu, onun ilk vukuatıdır.

Ekip telaşlanınca, Calvin’in geçebileceği tüm kapılar, delikler, gözenekler bir bir kapatılır. Kırdığı metal aparatla kutusundan kaçan yaramaz, bakıcısını ele geçirerek ilk raundu kazanır. Calvin artık serbesttir. İşin içine zeka da girince ekip korkuya kapılıp güvenliği artırmaya karar verir. Bu arada Calvin denek farelerinden birini besin olarak kullanınca tertemiz, şeffaf sicilinin rengi değişmeye başlar. İlk duvar delinince, ekip, bunun saldırgan bir tür olduğuna hükmedip yok edilmesine karar verir.
 
Calvin yakılıp yok edilecektir… Gruptan biri bu misyonu üstlenip, Calvin’e hesapsızca saldırır. Minik Calvin ise; ateşle oynamanın kötü bir şey olduğunu bilmeyen adamın yediğini, içtiğini burnundan getirip başarısız olmasını sağlar. Calvin ateşe de dayanıklı olduğunu kanıtlar ve yaşamak için zekice manevralar geliştirir. Arkadaşlarının ağlamaklı bakışları arasında adam hayatını kaybeder. Bu olayda Calvin biraz daha güçlenir, akıllanır ve acımasız bir şey olup çıkar. Beslendikten sonra çekilip, gözlerden ırak yerlerde yeni planlarına doğru yol alır. O, artık aranan bir suçludur.
 
Modül hasar alınca ekibin dünya ile bağlantısı kesilir. Arızayı gidermek için dışarı çıkan ekip üyesi de Calvin’in tuzağına düşünce güvenlik duvarından eser kalmaz. Havasız ve besinsiz bırakılarak ölmesi beklenirken, Calvin daha çok hırslanır personeli bir bir avlar. Tamir için modül dışına çıkan ekip üyesine sımsıkı sarılarak, hayatı ile oynama tehdidinde bulunur. Her koşulda yaşamaya kararlıdır. Eleman ne yapsa da kurtulmayı başaramaz. Son olarak içeridekiler için bir fedakarlık yapmak zorunda kalır.
 
Calvin’in bir suç daha işlemesi üzerine, içerideki personel tüm birimleri kapatıp onun dışarıda, havasızlıktan boğulması için dua ederler, fakat nafile… Ekip anlıyor ki bu iş kontrolden çıkmış ve tehlike daha da büyümüştür.  Kaçma sırası şimdi kendilerindedir… Hepsini ölüm korkusu sarsa da; ilk amacın Calvin’in dünyaya ulaşmasına engel olmak olduğundan, istemeden de olsa tekrar içeri buyur ederler.
 
Bundan sonrası Calvin dahil herkes için çok çetin bir sınava dönüşecektir. Çünkü havasız ve yer çekimsiz ortamda yaşamsal kaynaklar bir bir tükenmektedir. Bu arada bizimki mürettebatın aksine biraz daha gelişmiş ve daha büyük boyutlara ulaşmıştır. Fakat hala çok korkunç değildir, sevimliliğinden de bir şey kaybetmemiştir. Onun da tek amacı vardır, bolca besin bulmak, nefes alıp yaşamak, oradaki herkes gibi…

Derken modülün her tarafı delik deşik olur. Ekibin üye sayısı giderek azalır... Calvin her koşulda hayatta kalmayı öğrenince bizimkiler de kendi korkularını unutup, dünyanın derdine düşerler. Plan üstüne plan yaparlar. Beslenmesin diye tüm yaşamsal olanaklar bir bir kapatılıp, açlıktan ölmesi amaçlanır… Calvin tüm tuzakları aşıp, hayatta kalmayı başarır. Sonunda iş, ölüm kalım harbine dönüşür… Besin hariç, tüm kozlar paylaşılır..

Ekip üyeleri plan üstüne plan yapadursun; Calvin daha stratejik davranır. Modül kompleksinde her yolu öğrenir. Ekibin başına belayı saran adamı, kendi bakıcısını 2.kez kullanır… Sevimli Calvin’in giderek sevimsiz bir canavara dönüşmesi oradaki herkesin içini burksa da bu berbat gidişatı durdurmayı bir türlü başaramazlar. Personel oradan oraya, kapıdan, bacaya koştururken bizimki hiçbir öğünü kaçırmadan beslenmesine, güçlenmesine devam eder. Calvin düzenli beslenmenin değerini oradaki herkesten daha iyi ve kesin olarak fark etmekle hayatta kalma konusundaki yeteneklerini herkese kanıtlar.

Bu sırada dışarıdan bir ekip yardıma gelir. Çok geçmeden gelenlerin yardım için değil, kendi güvenlikleri için geldikleri anlaşılır... Gelen ekibin misyonu, küçük obur Calvin’in atmosferi geçmesine engel olmaktır. Gizli misyon ise; Calvin ve ondan geriye kalan herkesten kurtulmak… İstasyon içeridekilerle birlikte uzayın karanlık ve soğuk dehlizlerine gönderilecektir. Çünkü bir başarısızlık söz konusudur. Fakat bizim küçük canavarın epey tecrübe kazandığından habersizdirler. Tam da üstüne üstüne, av sahasına düşerler. Gelenler, modüle yanlış yerden bağlanınca ve içeride yaşanan arbede de buna eklenince olanlar olur…

Uyku kapsülüne saklanarak korunmaya çalışan elemanlardan biri, kahraman olarak hatırlanmak niyetiyle bizimkinin sahasına, üstüne üstüne gitse de Calvin bu numarayı yutmaz. Elemanı haklayıp son iki rakibinin peşine düşer. Bu arada uzay üssü patır patır dökülmeye, dağılmaya başlar. Herkes kendi başının çaresine bakmak zorunda kalır. Aniden yardıma gelenler de geldiğine pişman edilir… Gizli misyon başlamadan biter.
 
O hengamede istasyonun ‘sağlam’ denilecek bir yanı kalmaz. Küçük sevimli yaratık, giderek sevimsizleşmesine ek olarak, son duvarı da aşıp sınırsız kaynak hevesine kapılır. Birçok birim tuzla buz olurken Calvin dahil, ekibin geriye kalan son iki üyesi de gözlerini filikalara dikmişlerdir… Sinek kadar iken hayli sevimli olan Calvin tüm iyilikleri unutup  vahşi ve etobur bir canavara dönüşünce ortalık yıkılmış, manzara umutsuz bir hal almıştır. Bu son sahnelerde bizimki sevimliliğinden eser bırakmamıştır. Ekibin tüm üyelerini teker teker tüketip, dünya için niyetini iiyce belli eder hale gelmiştir. Güvenliğin kalmadığı uzay istasyonu tümden raydan çıkmış ve içindekilerle birlikte atmosferin ateş kalkanına girmek üzeredir.
 
Mars’ta hayat izi ararken başlarını belaya bulaştırıp bir bir Calvin’e yem olanlar dışında, hayatta kalabilen son iki mürettebat son dakikalarını yaşamaktadır. Yapabilecekleri en iyi şey; kalan zamanı anlamlı hale getirip, beklenen sona vakur bir şekilde hazırlanmaktır. Kadın eleman kendileri değil fakat küçük sevimsiz Calvin’in bir ihtimal atmosferi aşıp dünyaya ulaşabileceğini düşünürken, adam aynı görüşte değildir. Adamımız, biraz sonra atmosfere girip kızarmak korkusundan ziyade, buna sevinircesine;  ” her şeye elveda… Aya, yıldızlara, geceye, hiç kimseye elveda…” derken edebiyat parçalamaktadır. Bu arada dünyadaki “8 milyara”  okkalı bir (…) argo göndermeyi de unutmaz!

Filmi izlerken size yapılmış hissi ile “Sen git Mars’ın çöplüğünü kurcala, canavar tohumu bul, özenle bak, ellerinle besle, büyüt, başına bela et, sonra da…”  >:( demekten kendinizi alamıyorsunuz.
 
Adam mırıldanırken son anda cin bir fikir geliştirir. Planı şöyledir; kalan son iki filikadan birine yönelecek, kendine yem süsü vererek, daha zeki davranan Calvin’i üstüne çekecek, dünyaya gitme numarasıyla kandırıp, kendisiyle beraber uzayın sonsuz karanlığına sürükleyip açlıktan ölmesini sağlamaya çalışacaktır. Bu sırada kadın astronot da aç gözlü Calvin’in dikkatinden kaçırılıp, dünyaya ulaşması sağlanacaktır. (Türümüzün kahramanlık duygularının yer çekimsiz ortamda bile işliyor olması göz yaşartıcı doğrusu!) Fakat filmin esas kahramanı da boş durmuyor, eli armut toplamıyor… Dünyanın nimetleri konusunda o da istekli ve ısrarcı...

Plan devreye sokulur. Kadın astronot soğuktan benzi sararıp donmak üzere iken, adamımız tek kişilik filikasına biner. Davetli misafiri de hiç gecikmeden yanı başında yerini alır. Şair ruhlu adamımız planına sadık kalmak için büyük bir mücadele verir. Bu arada kadın astronot da sessizce diğer filikaya ulaşıp fırlatmayı başlatır. Adamın bindiği filikada büyük bir tartışma vardır… Calvin’in yanı başında olmasından ziyade gidiş yönünü belirlemede “otomatik pilot mu, manüel mi olsun...?” bir türlü anlaşamazlar.  Adam manüelde takılmış, Calvin ise otomatik pilota güvenmektedir. Çünkü Calvin adamın niyetini sezmiştir. İiyce sevimsiz hale gelse de “ben de geleceğim, fakat dünyaya… “ ısrarını sürdürür.

Plan bizimkilerin istediği gibi değil, zorla ve cebirle rotayı dünyaya çeviren Calvin’in istediği şekilde gerçekleşir. Kadının Calvin için düşündüğü ters yöne gönderip, “açlığa mahkum etme” fikri geçersiz kılınır ve kendisi için bir olasılık haline gelir. Her ne oluyorsa kapsüller bir şekilde çarpışıp iki ayrı rotaya yönelmesine yönelir de… Plan tersine işler. Bindiği filika ters yöne savrulurken kadının; “hayır! hayır! olamaz..!” çığlıklarını kendisi dışında duyan da olmaz… :(

Finalde, beri tarafta bir iki gariban balık avcısının dibine bir kapsül iner. Balıkçılar ilk yardım hevesiyle filikaya koşarken içeriden bir ses “hayır! hayır! açmayın!” diye sayıklayıp durur. Uzay İstasyonundan geriye kalan son ikilinin ortak noktası ”hayır!, hayır!” diye bağırmalarıdır. Kadının hayırı, yazdığı protokolün kendisi için sonsuz bir güvenlik duvarına dönüşmesi, erkeğin hayır diye sayıklaması ise 8 milyarın içine zorla ve cebirle geri getirilmesine bir tepki olabilir… Balıkçılar sevimsiz bir ahtapota dönüşen Calvin’i adamın tepesine çökmüş olarak bulurlar… Bir anlam veremeseler de mesajı alıp, hemen geri çekilirler.
 
Tahmin ettiğiniz gibi etobur Calvin esas besin kaynağına ulaşmıştır. Anlıyoruz ki; uluslararası çalışma ekibini yerken doymayan canavarımız dünyayı da tümden Spielberg'in Jurassic Park’ına çevirecektir. Fakat film burada bitiyor. Anlaşılıyor ki; Calvin’in vukuatları dünyada devam edecek.

Hollywood, son sahnesiyle 'kurtulan gibi duran kahraman' veya başka birileri ile bu serüveni biraz daha renklendirecek gibi… Jurassic Park’ta en azından bir sınır ve bölge vardı, denizin ortasında bir ada… Fakat bu yaratık sınır, mınır tanımıyor. Hem akıllı, hem de oldukça yetenekli. Havayı, suyu bir de organik besinlerden eti çokça seviyor, tıpkı bizim gibi... Güvenlik duvarlarını bir bir tüketmiş, sıra dünyadakilere gelmiştir… Devamında tüm gezegen bir Jurassic Park olmaya aday.
 
Çünkü son kayıt işleminde kadın astronotun söylediği; “Mars’ın yaşam formları saldırgan olarak görülmelidir. Zekasını ve uyum yeteneğini hafife almamak gerekir. Onu nasıl kontrol altında tutup yok edeceğimizi bulamadık. Eğer bu varlık dünyaya ulaşacak olursa, onu yok etmek için tüm kaynaklarınızı kullanın. Yoksa tüm insan yaşamını tehlikeye atarsınız” notu Calvin’nin dünyadaki misyonu ve başına geleceklerin habercisi gibi… :D

Balıkçılar da benim gibi işi gırgıra getirip “hoş geldin de… niye geldin!” demiyorlar. Kimseyi rahatsız etmeden, devam filmi içeriklerinden de bir tırtıklama yapmadan hemen uzaklaşınca, film sahnesi kararıp bitiyor. Hem de devam ediyor ve edecek... hissi vererek aniden bitiyor!
............................. ............................. ............................

Ek yorum (şaka değil)

Bir iki yıl önce, Egede bir köyümüze meraklı bir ziyaretçi geliyor. Korkuya kapılan vatandaşlarımız taşla, tüfekle onu kovmaya çalışıyor. Tabii ki de mühim (siyah giyen) 8) adamlar hemen de devreye giriyor. Dünyanın her yerinde olduğu gibi sonrasını kimse bilmiyor, dosyanın üzeri x files. Gülelim mi, ağlayalım mı, bakıp bakıp şaşıralım mı, kriz mi geçirelim, duymuş da duymamış gibi mi davranalım, şu evrende insan mı virüs, Calvin mi çok saf! Neo’nun dediği gibi her şey bir sanaldan mı ibaret, biz mi sanalın içinde, sanal mı içimizde… doğrusu karar vermek zor. Ya! bu nasıl bir dünya böyle! nasıl bu hale geldi  ???
............................. ............................. ...........................

Bir sonraki yazımız devam niteliğinde; Hollywood, bilim ve film endüstrisi üzerine olacak. Keyifli okumalar. Life (hayat) İlginç bir film, iyi seyirler.

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 16 Nis 2017 01:52:34
 
Hollywood ve bilim:

LIFE filmi, yorumumda anlattığım gibi komik hiçbir öğe taşımıyor. Üstelik filmdeki gibi ciddi bir tehlikenin oluşma olasılığına karşı duyulan endişeler bazı bilim adamlarınca sık sık dile getiriliyor. Bu yönüyle film bir ALIEN tarzı olmaktan ziyade, dünya dışı zeki varlıklara dair olumsuz bir görüşe dayanıyor.
 
Görüş, genel hatları ile şöyle: Hali hazırda Mars’a uçuşlar başlamış vaziyette. Malum, hayat izleri var mı yok mu tartışması sona erdi. Yakın zamanlarda bizzat NASA bilim adamlarınca dünya dışı ilk hayat bulgularına rastlanıldığına dair açıklamalar yapılmış, önümüzdeki 10 yıl gibi çok kısa bir süre zarfında dünya dışı yaşam formları ile tanışma olasılığımızın yüksek olduğunu belirtmişlerdi.

Bilim çevrelerince Mars’ın üzerindeki yaşamın neden yok olmuş olabileceğine dair ilginç teoriler ortaya atılıyor. Ayrıca bazı bilim adamları dış uzayda karşılaşabileceğimiz herhangi bir dünya dışı yaşam formunun öyle masum ve dost olmayabileceğini de iddia ediyorlar. Bunun insan türünün sonunu getirebileceğini düşünenler de var.

Bu düşünceyi yüksek sesle seslendirenlerden biri de ünlü fizikçi Stephen Hawking’tir. Ünlü bilim adamı “eninde sonunda gezegenimizdeki kaynakların tüketileceğini, insanoğlunun yeni kaynaklar için, yaşanabilecek gezegenler keşfetmesinden başka seçenek kalmayacağını” söyleyip durmaktadır. Bu amaçla da insanın gerekli teknolojileri geliştirerek uzayın derinliklerine dalması gerektiğini belirtiyor. Astrofizikçi Hawking “dünya dışı zeki bir tür veya uygarlıkla karşılaşmak medeniyetimizin sonu olabilir” demektedir.

İsteğimiz dışında ya da yardımımızla "böyle bir ziyaret gerçekleşirse bunun tek bir anlamı olabilir, o da istila…" Bilim adamı kısaca; onlar istila etmeden bizim gerekli teknolojileri geliştirip, yaşanabilir yeni gezegenler bulmamızı öneriyor. Çünkü uzayda galaksimizin herhangi bir köşesinde bizden çok ileri düzeyde yaşam türleri veya uygarlıkların var olma ihtimali gibi, bizden geri ve istilacı olanların da var olması matematiksel olarak gerçek kabul edilebilir sınırlar içinde olduğunu dile getiriyor.

Her fırsatta gezegenimizin adresini, yerini, yurdunu onlara elleri ile koymuş gibi rahatça bulmaları için mesajlar, izler bırakmanın, yol levhaları dikmenin, gelmelerini kolaylaştırmanın, zırt pırt nükleer denemelerle davetkar aktiviteler sergilemenin, akıllıca bir girişim olmayabileceğini söyleyen bilim adamlarının da hayli fazla olduğunu belirtelim. Bu görüşe katılan ve katılmayan bilim çevreleri olmakla birlikte; Hollywood LIFE filminde, konuyu bu tez üzerinden abartısız bir üslupla ele alıyor. LIFE, INTERSTELLAR tarzında ciddi bir yapım aslında. Gezegen için tehdit oluşturabilecek ihtimallerden biri kurgulanmış.

Zeka belirtisi göstermesi muhtemel dünya dışı varlıkların, teknolojik olarak bizden geri veya ileri olma durumuna bağlı olarak dost veya saldırgan olabileceklerine dair iki farklı bakış açısı süregelen ciddi bir tartışmadır. Ayrıca dış uzaydan gelebilecek farklı bir canlı formu, bir virüs, hastalık veya tanımlamada sıkıntı duyacağımız bir obje, enerji çeşidi, v.b  dünya dışı etkinin gezegendeki hayatı, besin zincirini kırma, sekteye uğratma ihtimali, bizimle birlikte gezegendeki ortaklarımızı da tehdit etmesi bilimsel varsayımlar içinde yer alıyor.

Life (hayat) filminde tam da bu konuda, biyolojik dış tehditler bağlamında düşünceleri destekleyen bir sunum yapılıyor. ALIEN bu tarzın abartılı öncülerinden biriydi. Binlerce canavar arasından bileğinin hakkıyla hafızalarımızda yer edip, sinema tarihine adını altın harflerle, korkunun somut anlamı olarak yazdırdı. E.T ise; davetsiz misafirlerin iyi, dost ve masum olacaklarına dair pozitif düşünenlerin varsayımlarına bir örnek… Hollywood bu konular üzerine yüzlerce hayali karakter (en çok da canavar) türetmişti. Bu filmde ise korkunç olmasına gerek duyulmayan fakat ölümcül yetenekleri ile Calvin gibi sevimli denebilecek bir karakter ile konu fazla abartıya kaçmadan ele alınmış.

Filmde beklenmedik bir keşfin nelere yol açabileceği bilim kurgu olarak görsel bir şölenle güzel işlenmiş. Mars v.b gezegenlerde milyonlarca yıl önce başlamış ve bitmiş sanılan bir hayatın izlerinin dünyayı nasıl etkileyeceği, farklı bir yaşam formunun dünyadaki yaşamı ve insanlığın geleceğini nasıl şekillendireceğine dair zihinsel egzersizler var filmde.

Mars’ta koloni kurma, hayat ortamı oluşturma, kuyruklu yıldızlara sondaj yapıp maden arama… Avatar’da olduğu gibi yeni gezegenler keşfedip kolonileştirme düşüncesi, Mars ve kuyruklu yıldızlar örneklerinde çeşitli aşamalarda nasıl gerçeğe dönüştüyse; LIFE senaryosuyla kurgu bile olsa bilimsel olarak gerçekleşme olasılığı öyle hayal ötesi olacak kadar çok uzak değil…

Hayat; evrenin en büyük sırrı… İnsanoğlu için hayat var oldukça, macera devam edecek. Hayal gücünün sınırları yok... Kim bilir, nerede, nelerle karşılaşacağız… Başımıza ne güzellikler ya da belalar saracağız!

Bu hayat sizin,
Hayat ırmağında,
Sonsuzluk yolunda,
Işığınız bir yıldız gibi,
Her daim parıldasın..

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 17 Nis 2017 11:56:36
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
...
Her fırsatta gezegenimizin adresini, yerini, yurdunu onlara elleri ile koymuş gibi rahatça bulmaları için mesajlar, izler bırakmanın, yol levhaları dikmenin, gelmelerini kolaylaştırmanın, zırt pırt nükleer denemelerle davetkar aktiviteler sergilemenin, akıllıca bir girişim olmayabileceğini söyleyen bilim adamlarının da hayli fazla olduğunu belirtelim. Bu görüşe katılan ve katılmayan bilim çevreleri olmakla birlikte; Hollywood LIFE filminde, konuyu bu tez üzerinden abartısız bir üslupla ele alıyor. LIFE, INTERSTELLAR tarzında ciddi bir yapım aslında. Gezegen için tehdit oluşturabilecek ihtimallerden biri kurgulanmış.
...
Bu hayat sizin,
Hayat ırmağında,
Sonsuzluk yolunda,
Işığınız bir yıldız gibi,
Her daim parıldasın..
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.

Hollywood'un bilmediği veya görmezden geldiği bazı GERÇEKLER var :)

1) Kainatın bir sahibi vardır. Hollywood'un hezeyanları kainatın bir sahibi olmadığı VARSAYIMINA dayanmaktadır.

2) Kainat yaratılmıştır. Her yaratılan gibi, kainat da ölecektir. Hollywood kainatın ölmeyeceği inancıyla hareket etmektedir.

3) Bir çok kişi kainatın ölümünün çok uzun bir zaman sonra olacağı yanılsamasındadır.
Kişisel kanaatim Hollywood'un ömrünün, kainatın ölümünü görecek kadar uzun olduğu noktasındadır :)

Maalesef bu hayatın benim olduğuna inanmıyorum.
Bana emanet edilmiş bu hayatı, KAİNATIN ÖLÜMÜNDEN ÖNCE sahibine iade etmiş olmayı umut ediyorum.

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 17 Nis 2017 14:25:39
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Maalesef bu hayatın benim olduğuna inanmıyorum.
İrademizle seçimler yapabiliyor isek; kabul edin hocam, en azından demosu sizin ;)

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 27 Nis 2017 21:58:23
Film endüstrisi ve gelişen teknolojinin sosyal, ekonomik ve kültürel hayatımıza etkileri-1

Teknoloji ağırlıklı bir medeniyet algısıyla gelecekteki suretlerimize doğru hızla yol alıyoruz. Tarihin hiçbir devrinde bu çapta bir bilgi birikiminin olduğunu, birçok teknolojik gelişmenin bir arada yaşandığını (bulgular ışığında) sanmıyorum. Ya da yaşandı, geçti, bulgularımız henüz yetersiz…

Bilgi çağı olarak adlandırılan; teknolojinin insan algıları ve yaşamı üzerinde büyük etkiler bırakarak, insan doğasını, yaşam biçimini, kültürünü ve davranışlarını değişime uğrattığı yepyeni bir çağa girmiş bulunuyoruz.


Ne iyi ettik de Ay’a ayak bastık…
Yoksa Ay’ın karanlık yüzünü rüyalarımızda bile göremeyecektik :D


Popüler bilim (science fiction) sinemayı, sinema ise bilim ve teknolojinin kendisini daha büyük fikirler ve keşifler için kamçılıyor. Bilim ve teknolojinin sunduğu olanaklarla gelişen sinema, medya ile geniş kitlelere ulaşma işleviyle birey ve toplumların sosyal ve ekonomik davranışlarını kökten değiştirecek yenilikleri ile her an, her dakika hayatımızın merkezindeki baş köşesine oturmuş durumda.

Sinema dünyada başlı başına büyük bir İş kolu, dev bir endüstri konumuna geldi. Başta Hollywood olmak üzere bu alanda yetkin çevrelerde üretilen milyon dolarlık yapımlar, sadece para kazandıran bir eğlence aracı değildir. Bu filmlerde aklımıza daha önce hiç gelmeyen ürünler, fikirler, yaşam tarzları, hayali karakterler, teknolojiler, moda, tasarım, tarz, stiller ve ütopyalar da tanıtılır. Sıradan insanların günlük hayatında birer imaja, markaya, hayata yeni bir bakış açısına, sosyal ve ekonomik davranış modeline dönüşen etkiler de satılır. Bu devasa endüstri çarkı sadece hayal ile film ile kalmıyor…

Yıllar önce çeşitli bilim kurgu filmlerinde ilk kez gördüğümüz birçok teknolojiler, bilgisayarlar, tabletler, akıllı cepler, saatler, bugünkü dijital dünyanın tüm araç-gereçleri günlük hayatımızın vazgeçilmezleri olarak yerini almış durumda ve hiç de yadırgamıyoruz. Bu ilk prototipler internet teknolojisi ile bir ağa, bir birinden ayrılmaz, bütünleşmiş bir otomasyona dönüşmüş durumda. Sistemin durduğu bir dakika bile yaşamımız alt üst olabiliyor. Teknoloji olmadan hayatımızı sürdürmeyi beceremeyecekmişiz gibi bir algıya sahibiz. Çünkü gelişen teknoloji, ekonomik, kültürel ve sosyal tüm ilişkilerimizi, iletişim yöntemlerimizi, tercihlerimizi oluşturan algılarımızı, kısaca hayatımızın tüm alışkanlıklarını kökten değiştirdi ve bizi kendine bağımlı kıldı.

Dünün birçok hayal ürünü, günün birer sıradan gerçeği olarak nesnel bir şekilde karşımızda duruyor. İş ve özel hayatımızın neredeyse tümü sanala aktarıldı ve bu bizi şaşırtmıyor. Gelişen teknoloji ile birlikte, alışveriş, eğlence, iletişim, sosyalleşme, eğitim, sağlık, ulaşım, haberleşme, güvenlik, beslenme v.b ihtiyaçlarımızı karşılama alışkanlıklarımızla birlikte algılarımız ve davranışlarımız da değişti ve daha da değişecek gibi görünüyor. Kısacası gördüklerimiz filmlerde kalmıyor. İş “SURETLER” filmine kadar varmadıysa da, günün birinde öyle olmaması için hiçbir engel yok.

İnsanoğlu hızla sanallaşıyor ya da sanallaştırılıyor. Sanal ile gerçeklik birbirine karışmış durumda. Sanal gerçeklik boyutunda olan yeni bir bakış açısı, çok kısa bir süre zarfında somut bir gerçekliğe dönüşebiliyor.  “SURETLER” filmi örneğindeki gibi gerçek yaşamdan kopan insan sayısı giderek artıyor. Birkaç yıl öncesi için IN TIME (Zamana Karşı) filminin konu ve kurgusu abartı görünebilirdi. Muhtemelen birçoğumuz için de öyleydi, fakat bugün değil... Avrupa Birliği’ndeki bazı ülkeler şimdiden nakit kullanımını neredeyse sıfırladı. Nakit ve somut parayı kullanan 'antik insan nesli'nin sonuncusu olabiliriz.

Sanalın gerçek hayat üzerindeki etkileri gerçeğin kendisinden daha baskın çıkıyor. Bu ilginç bir paradoks… IN TIME v.b filmlerdeki kurgular somut birer olgu, gerçeklik olarak hayatımızda kendisine bir yer açabiliyor. Diğer bir çarpıcı örnek de Avatar’daki yapay zeka-insan etkileşimi ve maden arama fikri. Bugün itibari ile işin biyolojik boyutu için bilgi ve teknoloji düzeyimiz yetersiz olabilir ancak bu bir engel değil. Avatar’daki kurgu bilim ekonomik yönüyle ve teknolojik boyutuyla bugün gerçeğe daha yakın duruyor.

İnsanoğlu baş döndürücü bir hızla yayılan, her geçen gün daha da benimsenen bir tür teknokültür odaklı yepyeni bir yaşam tarzı dönemine girdi. Sanal gerçeklik ile somut gerçeklik iç içe girmiş durumda. Her birimize birer suret yapıp “yedeğiniz olsun” deseler buna da sevinçle “hemen” diyecek haldeyiz. Pek yakında suretlerimiz bizim adımıza alışverişe çıksa bu yeni durumu da yadırgamayıp, normaller içinde görecek şekilde hızlı bir algı değişimi yaşıyoruz.

Sanallaştıkça geleneksek tüm alışkanlıklarımız da hızla değişiyor. Önemli ölçüde değişti de... Sanal bir sosyalleşme trendi ile karşı karşıyayız. İnsanoğlu tarihine kayıtlı hiçbir devirde bu kadar bilgi, etken ve değişimi bir arada görmemişti. Eğitim, sağlık, ekonomi ve güvenlik alanlarında bu değişime daha hızlı bir uyum sağlanacağı görünüyor. Sosyal değişimler teknik alandaki gibi hızlı oluşmasa da bu gidişata direnme şansı yok gibi. Çünkü bilgi ve teknoloji temelli, rekabete dayalı bir ekonomi içinde yeşeren teknokültür, hayatın her alanına girmekle sosyalleşme kriterlerini ve içeriklerini de belirliyor.

Bunun tüm etki ve sonuçlarını günlük hayatımızda, iş ve özel yaşamımızda belirgin bir şekilde hissediyoruz artık. Çeşitli sosyal medya platformlarında hesabı olmayana” ezik, garip, zavallı eski versiyon, antik çağdan kalma insan” gözüyle bakılır oldu.

Bu dönemin en bariz örneklerinden biri de; iletişim yöntem ve olanaklarımızın çoğalmasına karşın, iletişimin kendisinin gerçek anlamda ortada olmayışı, içinin boşaltılmış olması... O da diğer her şey gibi sanal bir kimliğe bürünerek, dijital ortamlara taşındı. Komşuluk ilişkilerimiz gibi, yüz yüze iletişim için gerekçelerimiz de bir bir tüketildi. Doğanın basit bir kuralı, alışkanlık, insan, kültür, canlı, cansız ayrımı yapmadan; kullanılmayan ne varsa tedavülden kaldırıyor. Şimdilik internet ortamında sınırlı ve sanal olmakla birlikte, gelecekteki somut (nesnel) suretlerimize doğru hızla yol alıyoruz.

Bu teknokültürle bizleri nasıl bir gelecek bekliyor 8), bir sonraki yazımız konu devamı niteliğinde olacak. Keyifli okumalar..

Çevrimdışı RAMSES1

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 961
  • 5.015
  • Lise Branş Öğrt.
  • 961
  • 5.015
  • Lise Branş Öğrt.
# 27 Nis 2017 23:30:20
Her bireyin kendi sinemasını yaratacagi bir çağa giriyoruz.
Kitle iletim aracları, erken enformasyon çağına yani endüstriyel toplumdan bilgi toplumuna geçişteki son dönemece aitti..
Her ilişki biçimi, sanatın sunumunu yaratan teknolojiyi de bicimlendiriyor..Bunu sağlayan da bilimin popüler bir tüketim aracına donusmesidir. Bilim, atomların altındaki  o dünyayı keşfe etikce teknolji de bireyin iç dünyasının kesfine yönelmektedir....
Cep telefonu ile makale yazacak halim yok.kisaca ben çay içmeden  Ömer Lütfi AKAD 'ın zamanını, başkasına varolmanın dramlarını tercih ediyorum.ve atomlarimin mahremiyetin koruyacagım.

Çevrimdışı konuk35

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.346
  • 2.795
  • 1.346
  • 2.795
# 01 May 2017 10:49:17
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Her bireyin kendi sinemasını yaratacagi bir çağa giriyoruz.
Kitle iletim aracları, erken enformasyon çağına yani endüstriyel toplumdan bilgi toplumuna geçişteki son dönemece aitti..
Her ilişki biçimi, sanatın sunumunu yaratan teknolojiyi de bicimlendiriyor..Bunu sağlayan da bilimin popüler bir tüketim aracına donusmesidir. Bilim, atomların altındaki  o dünyayı keşfe etikce teknolji de bireyin iç dünyasının kesfine yönelmektedir....
Cep telefonu ile makale yazacak halim yok.kisaca ben çay içmeden  Ömer Lütfi AKAD 'ın zamanını, başkasına varolmanın dramlarını tercih ediyorum.ve atomlarimin mahremiyetin koruyacagım.
Yorumunuz için teşekkürler öğretmenim.

Bahsi geçen teknokültür, bilim ve teknolojinin olanak ve araçlarını kullanarak ekonomi tabanlı bir gelişim seyri izliyor. Kar marjlı rekabet ekonomisinde insan dahil her şey bir araçtır. Girişimcinin satış yapacağı pazarı tanıması ve rekabet araçlarının giderek daha karmaşık hale gelmesi nedeniyle ruhtan bilinçaltına, dna düzeyinde, nano ölçeklerde derine inmeleri kaçınılmaz oluyor.

Korkarım ki atomlarınızın mahremiyetini korumanız eskisi gibi kolay olmayacak :)

Beynin sırları ve zihin üzerinde harıl harıl çalışıyorlar. Düşünce bir çeşit frekanstır. Yeni çalışma alanı bu. Şunu düşünebiliyor musunuz! Yolda yürürken sadece sizin duyabileceğiniz bir ses...

Yeterince geliştirilmiş bir bilim sihirden farksız olur. İşler o derece yani...

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK