Hikaye Türündeki Yazılarımız.

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.439
  • 16.147
  • 3.439
  • 16.147
# 26 Haz 2024 01:46:31
KİMLİK 43. BÖLÜM

Erkan, mağaranın içinde ilerlerken yarım yanmış gibi duran bir meşalenin yanında küçük bir çakmak bulunca çok sevindi. Hele bir de yanarsa muhteşem olurdu. Bir çaktı, iki çaktı ama bir türlü yakmayı başaramadı. Son bir ümitle tekrar denedi ama nafile. Neva’nın yanına dönüp hiç olmazsa onu yalnız bırakmamayayım diye düşündü. Neva’ya yaklaşırken bir taraftan da korkmaması için sesini bir ton yüksek tutuyordu.

“Neva, bir çakmak buldum ama yanmadı. Galiba bu şekilde beklemekten başka çaremiz yok. Yine de senin için son bir kez deniyorum.”

O sırada Neva, Erkan’ın sonunu hazırlamakla ilgili planını devreye sokmuştu bile.

“Erkan, lütfen buraya gelir misin?”

Erkan hafif bir gülümsemeyle Neva’ya yaklaşırken yüzüne çarpan bir parıltı gözünü aldı. Başını sağa sola eğerek bu parıltının ne olduğunu anlamaya çalışırken çakmağı bir kez daha çaktı. Aniden alev parladı ve etrafı aydınlattı. Bir an için ne olduğunu anlayamadı ancak ardından gerçekle yüzleştiğinde şaşkına döndü.

"Neva... Bu da ne demek şimdi?”

Neva'nın yüzünde gizlenen masumiyet maskesi düşmüş yerini soğuk bir kararlılık almıştı. Bu hali daha önce Erkan’a silah çektiği halinden oldukça uzaktı. Erkan gördüğü bu duruma inanmak istemedi.

“Şaka yapmak için hiçte iyi bir yer sayılmaz Neva. Elinden bir kaza çıkaracaksın.”

Neva’nın sessizliğini koruyan tavrı Erkan’a anlamakta zorlanacağı gerçekleri yazık ki kabul ettirmek üzereydi.

‘Neva, napıyorsun? Hadi indir şu oyuncağı da buradan çıkalım artık.”
“Sakın kıpırdama! Sana daha önce de bu konuda şaka yapmayacağımı söylemiştim.”

“Ne, nasıl yani? Sen ciddisin… Gerçekten, gerçekten beni öldürecek misin?”

Neva cevap vermedi. Bakışları soğuk ve keskindi. Erkan kabullenmek zorunda kaldığı bu yeni durum karşısında çaresizdi.

“Ama neden? Sana hiçbir zararım dokunmadı ki.”
“Bunu kişisel algılama. Benimle ya da seninle bir ilgisi yok. Sadece seni sonsuza kadar susturmak zorundayım.”
“Beni susturmak mı? Hangi konuda? Ben, ben anlamıyorum. Bunu bana neden yapıyorsun?”

Neva’nın yüzünde tuhaf bir ifade belirdi.

"Seni öldürmek için buradayım. Sorun şu ki, muayenehanendeki olayın tek tanığı sensin ve benim görevim de senin sessiz kalmanı sağlamak. Bu mağara da senin sessizliğini koruman için iyi bir yer.”

Erkan şaşkın ve yıkılmış haldeydi. Zaten insanlara zor güvenen biri olarak son güvendiği birkaç insandan birinden hayatına mal olacak bir darbe yemek üzereydi. Sessizleşti. Aklından bin türlü düşünce aynı anda geçiyor, taşlar birer birer yerine oturuyor, olaylar zinciri bir bir aydınlanıyordu. Erkan yavaş adımlarla birkaç adım geri attı.
“Yani en başından beri peşimdeki sen miydin?”
Kaçacak yer kalmadığı gibi kaçmak için bir sebepte kalmamıştı. Büyük bir hayal kırıklığı yaşıyordu. Anlamsızca gülümsedi.

“Üstelik beni öldürmen için seni buraya kadar ben getirdim değil mi? Desene ateşe üşüşen pervaneler gibiyim.“

Sonra derin bir nefes alıp devam etti:
“En azından artık kaçmak ya da saklanmak zorunda değilim.”
 Sonra Neva’nın yüzüne baktı.

“Peki bu yapacağın şey seni mutlu edecek mi. Yani beni öldürmekten mutlu olacak mısın? Eğer cevabı evetse bekleme zaten. Bitir bu işi. Sen de ben de kurtulalım.”
Neva daha sakin görünüyordu. Sanki duygularını kaybetmiş gibi rahattı.
“Ben de bu işten hemen kurtulmak istiyorum ama patronu ve adamlarını beklemem gerek.”
“Patronunu mu? Yani emir aldığın kişi ve adamlarını bekliyoruz.  Hah! Tabi yaa, sen hep onlarla bağlantıdaydın aslında. Bütün bunlar yaşanırken ben napıyormuşum acaba? Senden bir kez bile şüphelenmedim. Yani bu adamların eli buraya, evime, odama, yanı başıma hatta bir nefeslik mesafeye kadar uzandı demek. Mustafa abi böyle şeyler söylediğinde o kadar da ciddiye almamıştım. Haklı çıktığına inanamıyorum.”
“Mustafa abiyi hafife almamalıydın. O zeki biri.”
“Buna duysa hoşuna giderdi.” deyip gülümserken yüzü yeniden asıldı.
“Beni yani cesedimi bulduklarında senden de şüpheleneceklerdir.”
Neva şaşkın, az da olsa merhamet kırıntısıyla Erkan’a baktı:
“Benim için endişeleniyor musun?”
“Sana mı yoksa içimde tanıdığım Neva’ya mı bilmiyorum ama sana bir şey olmasını istemem. Sonuçta ikisi de sensin.”
“Seni öldürecek olsam bile mi?”
Erkan cevap vermedi.
“Merak etme, ben de hafifçe yaralı olacağım ve buradan.”
“Ve buradan elini kolunu sallayarak çıkacaksın değil mi. Basit ama etkili.”
“Her zaman işe yarar.”
Sonra bir süre sessizlik oldu. Yağmur nedeniyle hava biraz daha kararıyor, beklemek ikisini de yoruyordu. Erkan elinde sönen çakmağı yeniden yakmak istedi.
“Beni o mu, patronun mu öldürecek?”
“Hayır. Bu benim işim ama ne bildiğini öğrenmek için seni konuşturmak isteyebilir.”
“Nasıl? Bir şey bilmiyorum ki.”
“Umarım bu söylediğine onu ikna edersin.”
“Neden, sen de her şeyi biliyorsun ya da biliyormuşsun. Hem de bunca zamandır.”
Erkan biraz daha geri adım atınca Neva duruma el koydu.
“Daha fazla geri gidersen seni hemen vurmak zorunda kalabilirim.”
Erkan duraksadı. Her zamanki güven veren tavrıyla bir adım daha çekilip ellerini arkasında birleştirdi ve devam etti:
“Anlıyorum… Ama bu belki de benim için daha iyi olur. En azından konuşturma gerekçesiyle canımı daha fazla yakmazsın. Çünkü bildiğim her şeyi zaten biliyorsun.”
“Belki. Belki de hala gizlediğin bir şeyler vardır.”
“Yok… Gerçekten yok. Zaten tüm olay yaşanırken patronunun bir sürü adamı da yanımdaydı. Belki patronun bile benden çok şey biliyordur.”
“Haklı olabilirsin ama bu konuda karar vermek benim görevim değil. “
“Görev. Senin için benim yaşamam ya da ölmem bu kadar mı, yani bir görev mi?”
“Erkan, ne yapmaya çalıştığını biliyorum. Ama aklımı bulandırmana izin vermicem.”
“Aklını bulandırmak mı? Düşünmedim bile. Öyle bir niyet taşımıyorum. Ben, ben gerçekten merak etmiştim.”
“Etme!”
“Neva, hiç olmazsa yani en azından benim gerçek sandığım arkadaşlığımızın hatırına beni onların eline bırakmasan olmaz mı? İnan bana gerçekten başka hiçbir şey bilmiyorum.”
Neva bir an Erkan’ın gözlerine baktı. Doğru söylediğini biliyordu. Belki de bunu Erkan’a borçluydu. Kim olduğunu bilmediği halde Neva’yı korumayı kendine görev edinmiş, ona defalarca kez yardım etmeye çalışmıştı. Kötü bir insan olmadığını zaten biliyordu. Kendi halinde bir doktorken onu bu işlere sokanlar da patronu ve adamları değil miydi? Biraz yumuşar gibi oldu. İçinde büyük bir mücadele veriyordu. Birden ani bir kararla silahını Erkan’a doğrulttu.

“Belki de haklısın. Canını çok yakacaklar. Belki de ölümünü kolaylaştırmayı sana borçluyumdur” dedi.

Erkan şaşırmıştı. Kabul edileceğini düşünmediği bu teklifin cevap bulması ve silahın onu vurmak için kendisine dönen namlusu Erkan’ın içini ürpertti. Yine de bir şey söylemek yerine sessizliğini korumayı tercih etti. Gözlerini namludan ayırıp Neva’yla göz göze geldiklerinde az sonra öleceğini biliyordu. İçinden ne kadar süreceğini merak etti. İyi bir nişan almayla birkaç saniye de sürebilirdi, birkaç saat de. Neva’nın işini kolaylaştırmak ister gibi birkaç adım daha yaklaştı. İşte şimdi silah tam kalbini bulmuştu.

Çevrimdışı SINIFCI87

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.691
  • 6.687
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 2.691
  • 6.687
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 26 Haz 2024 12:31:59
Hosgeldin [linkler sadece üyelerimize görünmektedir.] hocam nerelerdesiniz nasilsiniz.gozlerime inanamadim mesaji görünce

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.439
  • 16.147
  • 3.439
  • 16.147
# 27 Haz 2024 01:47:25
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Hosgeldin [linkler sadece üyelerimize görünmektedir.] hocam nerelerdesiniz nasilsiniz.gozlerime inanamadim mesaji görünce

Hoş bulduk [linkler sadece üyelerimize görünmektedir.] Hocam. Ben de sizi görünce çok mutlu oldum :)

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.439
  • 16.147
  • 3.439
  • 16.147
# 03 Tem 2024 00:47:20
KİMLİK 44. BÖLÜM

Neva Erkan’ın silahın üzerine bu kadar gelmesine şaşırmıştı:

“Sanırım haklısın. Ateşe üşüşen pervaneler gibisin ve bu fazla cesur halin beni zora sokuyor.”

Erkan durumunu değiştirmek yerine ellerini arkasında birleştirdi. Neva, merakına yenik düşecekti. Şaşkınlığını gizleyemedi:

“Ölmekten korkmuyor musun ya da zaten ölmek istiyordun da ben mi geç kaldım?”

Erkan zoraki gülümsedi:

“Aksine, ölmekten korkuyorum. Üstelik şu tetiği çekip beni vursan merak edecek hiç kimsem olmamasına hatta tek bir kişinin bile aklına gelmeyecek olmama rağmen yine de ölmek istemiyorum. Ben, ben sadece süreci kısaltmak istedim o kadar. Eğer tam kalbimden vurursan en azından can vermem kısa sürer diye düşündüm.”

Neva derin bir nefes aldı. Erkan’a yaşattığı duygular için biraz da olsa suçluluk hissetti.
 
“Haklı gerekçelerin var gibi duruyor. Üstelik korktuğunu söylerken doğru söylediğini de biliyorum. Hatta kalbinin korkunç atışını şu namlunun ucundan duyabiliyorum.”

Bu kez derin nefes alma sırası Erkan’daydı.
Neva için Erkan’ı vurmanın tam zamanı gelmiş gibi görünse de tuhaf sorularla olayı uzatmaya çalışıyor gibiydi:

“Merak ediyorum. Neden benden kurtulmaya çalışmadın?”

Erkan bir an düşündü. Aklından geçenleri nasıl anlatabileceğini bilemedi sonra da olduğu gibi anlatmayı denedi:

“Sanırım profesyonelsin. Bana olan bu soğuk tavırlarından bunun ilk işin olmadığı kanaatindeyim. Üstelik kaçmaya çalışırsam kuvvetle muhtemel sırtımdan vuracaksın. Yere düşünce bir iki kez daha. Arkasından kızıp birkaç kez daha ve öyle işte. Uzadıkça uzayacak. Bu şartlar altında beni gözlerimin içine bakarak vuracak kadar mert olduğunu düşündüğüm sana teslim olmak daha mantıklı gibi geldi.”

Neva, Erkan’ın duygularını bu kadar net anlatabilmesinden etkilenmişti:

“İlginç. Muhtemelen aynen böyle olurdu. Aslında ağzın güzel laf yapıyor. Belki başka şartlar altında tanışsaydık arkadaş bile olabilirdik. Peki silahı neden almayı denemedin? Belki bir fırsatını bulabilirdin.”

“Belki ama bunu yapmak için sana zarar vermem gerekirdi. Bunu yapmak istemiyorum. Sana zarar vermektense,”

Neva, Erkan’ın konuşmasını kesti:
   
“Ben seni öldüreceğimi söylüyorum, sen bana zarar vermek istemediğinden bahsediyorsun. Sen nasıl bir insansın? Seni öldüreceğimi söylüyorum. Neresini anlamadın? Bence bu dünya için fazla iyisin.”

Neva bunları söylerken Erkan’a karşı biraz daha yumuşadığını hissediyordu. Buna izin veremezdi. Silahının namlusunu Erkan’ın canını yakacak kadar bastırdı. Erkan hissettiği acıdan hafifçe ahlayarak arkasında birleştirdiği ellerini yavaşça yana bıraktı.

Neva, Erkan’ın dediği gibi gözlerinin içine bakarak mertçe Erkan’ı vurmayı deniyordu. Parmağı tetikteydi. Yine de bir türlü çekemiyor, sanki birisi tetiğe aksi yönde çok güçlü bir kuvvet uyguluyordu. Neva’nın korktuğu başına gelmek üzereydi. Erkan’ı öldürmek istemiyordu. Yine de son bir gayretle tetiği çekmeyi denedi ama ona muhalefet eden güç kendisinden başkası değildi. Erkan olduğu yerde hiç tepki vermeden, Neva’nın kendi içinde yaşadığı mücadeleden habersiz ateş etmesini bekliyordu. Bunu yaparken bir an için başını silaha doğru indirdi. İçinden dua etmek istedi ama duasını bitiremeden Neva’nın vurmasından endişeli, aynı cümleleri tekrarlayıp duruyordu. O sırada Neva’nın yükselen çığlığı Erkan’ı ürküttü. Hızla başını indirdiği yerden kaldırıp Neva’ya baktı:

“İyi misin?”
“Değilim! Hiç iyi değilim! Beni mahvettin! Allah’ım napıcam şimdi?”
“Noldu, sakin ol lütfen.” derken Neva’nın silahı hala göğsünün üzerinde duruyordu. Ta ki Neva hızla aşağı indirene kadar.
Erkan bir Neva’ya bir de az önce göğsünün üzerinde duran silaha bakıyordu. O kadar şaşkındı ki ne olduğunu anlamak için sorma gereği duydu:

“Şu an doğru zaman olmayabilir ama sormak zorundayım, beni öldürmeyecek misin yoksa kısa süreli bir kriz mi yaşıyorsun?”
“Öldüreceğim ama bu silahla değil!”
“Ne!”
“Buradan bir çıkalım seni kendi ellerimle öldüreceğim!”
“Nasıl yani? Buradan çıkıyor muyuz?”
“Evet. Hem de hemen. Çabuk olmalıyız. Patron ve adamları gelmeden hemen buradan çıkmalıyız. Yoksa her şey için çok geç olacak.”

Erkan yavaş yavaş durumu anlamaya başlıyordu.

“Sen, sen beni bırakıyorsun.”
“Bırakmıyorum. Bırakırsam hemen öldürürler seni. Napıcam ben seninle? Hadi çıkalım buradan.”

Bunları söyledikten sonra da yüzüne şaşkın şaşkın bakan Erkan’ın elinden tuttuğu gibi oradan uzaklaştırmak için mağaranın girişine doğru çekiştirmeye başladı. Bu sefer o katillerden kaçmak için peşinden sürükleme sırası Neva’daydı.

“Çabuk ol diyorum sana!”
“Tamam ama nereye gidiyoruz?”
“Şimdilik ben de bilmiyorum. Önce buradan bir çıkalım da yolda düşünürüz.”

Kararan havaya ve yağmura rağmen mağaranın girişi görülebiliyordu. Neyse ki hala dışarının alaca karanlığı onlara yardım edebilirdi. Neva hızlıca o an geliştirdiği planını anlatmaya başladı:

“Aşağıdaki minibüs şoförü. Ondan yardım isteriz. Bizi merkeze kadar bırakacaktır. Oradan da Mustafa abiye ulaşmaya çalışırız.”

Erkan birden durdu:

“Mustafa abi olmaz, ona gidersek durumu anlayabilir.”
“Yani?”
“O zaman seni yakalar. Hatta seni hapse atabilir.”
“Aptal çocuk. Hala sen diyo! Az önce seni öldürüyordum.”
“Biliyorum ama Mustafa abi,”
“Sus Erkan sus ve yürü! Neredeyse kapıya ulaştık. İçeriye doğru ne kadar çok yürümüşüz. Hadi çıkalım şuradan!”
……
“Bir yere mi gidiyordunuz gençler?”

                                                 
                                                44. Bölüm Sonu

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.439
  • 16.147
  • 3.439
  • 16.147
# 13 Tem 2024 12:46:22
KİMLİK 45. BÖLÜM

Erkan endişeyle kapıda beliren gölgeye bakıyordu. Biraz sonra adam netleşti. Arkasından içeri giren diğer adamlar ve hemen hemen on kişi mağaranın girişinde belirmişti. Neva, adama döndü. Gözleri kocaman olmuştu. Adam Neva’ya şüpheli bir tavırla sordu:

“Neler oluyor burada?”

“Şey, ben”

Gelenler yazık ki Neva'nın sözünü ettiği patron ve adamlarından başkası değildi. Erkan bu zor duruma bir şekilde müdahale etmek istedi:

“Beyler, çok şükür tam zamanında geldiniz. Şu kadın, neredeyse beni öldürüyordu. Yardım edin lütfen! Gerçekten beni öldürecek! Lütfen polis çağırın, silahı var!”

Kapıdaki adam bunu duyunca Neva’ya yöneldi.

“Bu akıllı kaçmaya mı çalıştı?”

Erkan şaşkın ve telaşlı bir ifade takınıp devam etti:

“Siz de mi onunlasınız? Ne istiyorsunuz benden?”

Erkan’ın bu tavrı adamları tereddütlü de olsa inandırmış gibiydi. Adamlardan biri bu mızmızlanmayı çekmek istemediğini göstermek ister gibi Erkan’ın dizlerinden birine sert bir tekme attı. Erkan sendeleyip yere düştü. Neva ne yapacağını şaşırmıştı. Erkan acıyla kıvranırken adamlardan ikisi Erkan’ın iki koluna girip onu sürüklercesine mağaranın içine doğru taşıdı. Yanlarında çakmak, ışıldak ya da ne ararsan var misali hazırlıklı gelmiş görünüyorlardı. Adamlardan biri Erkan’ı zorla ayağa dikti.

“Patron ne yapalım?”

“Şunu oturtacak bir şey var mı?”

“Arkadaki minibüste var patron.”

“Getirin hadi. Sonra da oturtup ellerini, ayaklarını bağlayın.”

Adam patronu dinleyip bir iki dakika içinde Erkan’ı minibüsten getirdiği sandalyeye oturtup ellerini bileklerinden sandalyenin kollarına bağlamaya başladı. İpleri o kadar sıkıyordu ki neredeyse kan dolaşımı durmak üzereydi. Aynı şekilde ayaklarını da bağladıklarında artık sonun başlangıcına varmışlardı. Erkan çok sık aralıklarla nefes alıyordu. Onu hiç de parlak bir gece beklemiyor gibiydi. Başına gelebilecek şeyleri düşünmek istemedi ama bin türlü acı ve işkence sahnesi bir bir gözünün önünden geçiyordu. Kalbi sınır tanımaz şekilde atıyordu. İçinden, ‘Hiç olmazsa Neva kurtuldu.’ diye düşündü. Şüphe çekmemek için Neva’yla göz göze gelmemeye çalışıyordu. İki adam her iki yanında, yanı başında bekliyordu. Buradan çıkma ümidi kalmamıştı. Oysa ne kadar da yaklaşmışlardı. Kafası çok karışıktı. Saçma sapan düşüncelerin birinden diğerine atlıyordu. Burada ölünce kimsenin ruhu bile duymayacaktı. Belki birkaç gazete buraya tamirat için gelen işçilerin bulduğu tanınmaz haldeki cesetten bahsederdi. Kimliği belirsiz cesedin kimin olduğu belki bulunur, belki bulunmazdı. Belki de ortada bir ceset bile bulamazlardı. Bunları düşünmeye öyle dalmıştı ki patron denen adamın karşısında belirdiğini fark edemedi.

“Doktor!”

Ancak bu sözle gittiği uzak düşüncelerden geri dönecekti. Kafasını kaldırıp adama baktı.

“Acemi bir kaçak için bizi epey uğraştırdın.” Erkan’ın dalgın hali öylesine konuşmasına neden oluyordu.

“İsteyerek yaptığım bir şey değildi.”

Adam bu cevabı beklemiyordu ki gülümsedi.

“Demek öyle. Bu, pişmanım falan gibi bir şey mi ya da içten bir özür mü?”

Erkan adama baktı. Hatta ta gözlerinin içine baktı.

“Özür dileyecek bir şey yapmadım.” dedi. “Aslında hiçbir şey yapmadım. Siz istediğiniz için buradayım. Beni boşu boşuna tutuyorsunuz.”

“Ona birazdan biz karar vericez. Öyle değil mi Neva?”

“Şey, evet patron.”

“Uzun zamandır bu yakışıklıyı öldürmek için sabırsızlanıyordun. Bak, fırsat ayağına geldi. Ben sana acele etme demiştim değil mi?”

Patronun bu sözüyle Neva da Erkan da birbirlerine baktı. Saniye hatta saliseler süren bu bakışma korkunç bir umutsuzluk ve hayal kırıklığını üzerinde taşıyordu.

Neva içinden ‘Olmaz, olamaz, olmamalı.’ diye geçirdi. Erkan Neva’nın düştüğü duruma üzülmüştü. Yapabileceği hiçbir şey olmaması daha da üzücüydü. İşler giderek kötüleşiyordu. Patron dedikleri adam işte tam karşısındaydı.

“Anlat bakalım doktor. Ne gördün, ne biliyorsun ve kimlere ne anlattın?”

Erkan derin bir nefes aldı. Başını öne eğdi. Ne dese, ne söylese ne anlatsa zaten inanmayacaklardı. Sonunda zaten ölecekti. Doğruları söylemenin işe yaramayacağı o zamanı dibine kadar yaşıyordu. Derin bir nefes daha aldı.

“Bana inanmayacağınızı siz de ben de gayet iyi biliyoruz. Ne söylersem söyleyeyim beni öldüreceğinizi de biliyorum. Sadece beni bulmak için neden bu kadar uğraştığınızı bilmiyorum. Zaten olay yaşanırken yanımda bir sürü adamınız vardı. Neler olduğunu doğru dürüst hatırlamıyorum bile. Hoş, siz zaten aldığım nefesten bile haberdarmışsınız.”

“Yani”

Erkan adamın yüzüne baktı.

“Bilmediğim bir şeyi anlatamam ki. Bu durumu da size ne kadar anlatsam ikna edici olmayacak.”

“Beni vurun gitsin, diyorsun yani.”

“Aslında öyle demiyorum. Bakın gerçekten başka bir şey bilmiyorum, hatırlamıyorum.”

“Üzülme delikanlı biz hatırlamana yardımcı olacağız.”

Adam bunları söylerken yüzünde beliren gülümseme benzeri ifade anında şekil değiştirmiş Mustafa abinin de sık sık söz ettiği o katillere dönüşmüştü. Aslında bir patron görüntüsü için filmlerde görülen orta yaşın biraz üzerinde, kilolu sayılabilecek, elinde purosuyla sağa sola emir yağdıran o klasik görüntüden oldukça uzaktı. Uzun boylu, yapılı, orta yaşın başlarında, maalesef acımasız olduğunu bakışlarından bile hissettirebilen ve kendisinden beklenmedik şekilde zeki biriydi. Sabrı ve tahammülü galiba bitiyordu. Birden elinin olanca ağırlığıyla ve hızla Erkan’ın yüzüne öyle bir yumruk attı ki, Neva’nın “Hih!” çığlığına Erkan’ın  kızarmanın ötesinde mora dönen yüzü ve açılan dudağı eklenmişti. Kan gömleğine doğru ve oldukça hızlı akıyordu.

“Sen bizimle dalga mı geçiyorsun! Ukala budala!. Aklı sıra bizi inandıracak. Bu arada sana kötü bir haberim var delikanlı, ölmen için bu bildiklerin yeter de artar bile.”

Sonra Erkan’ın saçından tuttuğu gibi boynunu arkaya doğru iyice eğdi. Erkan nefes almakta zorlanıyordu.

“Bak doktor, biz oyun oynamıyoruz. Ne biliyorsan anlat yoksa sana da korumaya çalıştığın şu kıza da yazık olacak. Bu sözleri duyan Erkan bir kez daha yıkılacaktı. Çaresizlik her tarafı çepeçevre sarmıştı. Şansını son bir kez denemek istedi. Kendi canını bir kenara bırakmış, Neva’yı kurtarmaya çalışıyordu.

“Hangi kız? Başka biri de mi var?”

Adam bu kez okkalı bir yumruğu da midesine indirdi.

“Hala oyun oynuyorsun doktor.”

Yumruğun etkisiyle iki büklüm olan Erkan toparlanmaya fırsat bulamadan ensesinden bir yumruk daha yedi. Konuşamayacak halde başı dizlerinin üzerindeydi ama Neva’yı çekiştirdiklerini görebiliyordu. Sesinin çıktığı kadar bağırmaya çalıştı.

“Bırakın onu! Onun bir suçu yok!”

Ama onu dinleyen hiç kimse yoktu. Neva’yı da Erkan’ın yanındaki bir sandalyeye bağlıyorlardı. Sonra etraf karardı.

                               45. Bölüm Sonu

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.439
  • 16.147
  • 3.439
  • 16.147
# 23 Kas 2024 01:10:31
     
KİMLİK 46. BÖLÜM

Etrafı bir kolaçan edin bakalım, gelen giden var mı? Bu akıllı buraya gelirken birilerine haber falan vermiş olabilir.

“Tamam patron”
Patronun gönderdiği adam az sonra geri döndü.
 “Kimse yok patron. Dışarıda şüpheli bir şey görmedik.”
“İyi uyandırın şu uyuyan güzeli. Sonra da son bir ağzını arayıp işini bitirin.”
“Tamam patron. Kızı ne yapalım?”
“Artık işimize yaramaz. Doktorla beraber onu da halledin.”
“Emredersiniz patron.”

Erkan yavaş yavaş kendine gelmeye başlamıştı. Yan tarafta Neva’yı göremiyordu. Telaşla etrafına bakındı. Yine göremeyince gözleriyle patron dedikleri adamı aradı. Adam mağaranın diğer köşesinde adamlarından biriyle konuşuyordu. Birden yüksek sesle “Neva nerede?” diye sormak istedi ama bunu yapmak birlikte hareket ettiklerini itiraf etmek olurdu. Belki de inkarda ısrarcı olursa ona inanırlar, Neva'yı bırakırlardı. Erkan zayıf bir olasılık olsa da yine de o küçük ihtimalin peşine düşecek ve son ana kadar Neva’yı ele vermeyecekti.

Birkaç saniye sonra patronun onu uyandırması için gönderdiği adam diğer adamlara bir şeyler konuştuktan sonra yavaş adımlarla Erkan’a doğru yaklaşmaya başlamıştı. Yüzünde tuhaf bir ifade vardı. Az sonra Erkan’ı öldürecek olmaktan son derece memnun görünüyordu. Tuzağına yakalanmış avına sinsice yaklaşan bir avcı gibi onu biraz daha korkutarak eğlenmek istiyordu. Yanı başına kadar geldiğinde zorla da olsa doğrulmayı başaran Erkan’ın, belindeki tabancayı iyice görmesi için ceketinin yakasını daha geriye attı. Erkan önce adamın yüzündeki anlamsız tebessüme sonra da dikkat çekmek için çırpındığı tabancaya göz ucuyla baktı. Adam amacına ulaşmış, durumdan garip bir haz duymuştu. Zaten her defasında öldürmek üzere olduğu insanların gözlerinde gördüğü o ifadeyi sabırsızlıkla beklerdi. Onların korku dolu bakışları kendini güçlü ve üstün hissetmesine neden oluyordu. Biraz daha yaklaştı. Az da olsa eğilip Erkan’ın yüzüne, gözlerinin içine baktı.

“Şanslısın delikanlı” dedi. “Günün en güzel anını birlikte geçireceğiz. Senin işini ben bitireceğim. Ama sana son bir şans veriyorum. Ne biliyorsan anlat. Ben de ölümünü çok zorlaştırmayayım.”

Erkan adamın yüzüne baktı. Az sonra belki tek kurşunla vücudunun dayanamayacağı kuvvette bir acıyla karşılaşacak, belki hayatı birkaç saniye içinde film şeridi gibi gözlerinin önünden geçecekti. Belki ona bile zamanı olmayacaktı. Adam cümlesini yineledi.

” Ne biliyorsun delikanlı? Bunu bir daha sormayacağım. Sonra seni çok uzaklara göndereceğim.”

Erkan cevap vermedi. Kafasının içi susmuyordu. Çocukken dinlediği ve sonunda ne olursa olsun hep iyilerin kazandığı o masallar gerçekten de masaldı. Bu kadar tehdit. Adamın durumdan eğlendiğini haykıran suratındaki gülümseme.
Aklından cevapsız binlerce olasılık geçerken bu karmaşıklığa olmaz düşünceler de acımasızca ekleniyordu.

“Bana ne yapacak acaba, asacak mı, kesecek mi? Ne zaman biter? Allah’ım ne olur ölümü bana kolaylaştır.”

Adam devam etti.

“Demek konuşmayacaksın. Aslında istediğim de tam olarak buydu. Uzun zamandır şöyle ağız tadıyla birini öldürememiştim. Özlüyor insan. Gerçi sen de biliyorsundur. Senin elinde de bir sürü ölen olmuştur. Öyle değil mi doktor? Hahaha. Görüyorsun bak, sizin gibiler okuyor, havalı havalı küçük dağları ben yarattım edasıyla geziyor ama bizim gibilerin elinde can veriyor. Nasıl diyordunuz siz, “İronik değil mi,” gibi bir şeydi galiba.”

Sonra patron dediği adama doğru seslendi.

“Patron, konuşmuyor bu!”
Patron mağaranın diğer ucundan iki parmağıyla dışarıyı gösterir gibi elini kaldırdı. Gereken onayı alan adam belinden tabancasını çıkardı. Sonra Erkan’ın bağlı olduğu sandalyenin etrafında ağır adımlarla ilerlemeye başladı. Tam kafasının arkasına gelince durdu. Bir süre hiçbir şey konuşmadan bekledi. Geçen her saniye Erkan’ın zaten azalan sabrını iyice tüketiyordu. Belki yirmi belki otuz saniye süren bu kedi fare oyunundan sıkılmış olacak ki,

“Merak etme, önce kafana ateş edip seni bu kadar kolay kurtarmak niyetinde değilim. En son buraya ama önce biraz canın yanacak.” dedikten sonra silahın emniyetini açtı. Tekrar ağır adımlarla turunu tamamlayıp yeniden Erkan’ın karşısına dikildi. Tabancanın namlusunu önce göğsüne dayadı. Sonra biraz daha köprücük kemiğine doğru kaydırdı.

Erkan, gözlerini sabit bir noktaya kilitlemiş, tepkisizce olacakları bekliyordu. Belki birkaç saniyelik o kısa zaman dilimleri yıllardır içini kemiren pişmanlıkları bu ana taşıyor, içinde ailesiyle yaşadığı kırgınlığın iç hesaplaşması dönüyordu. Yaşadığı onca burukluk, kırgınlık şu an önem arz etmekten çok uzaktı. Oysa o zamanlar nasıl da tüm kalbini kaplamıştı. Ya Eliz. Keşke Eliz’e açılsaydı. Ya da yok yok iyi ki açılmamıştı yoksa ölümüne çok üzülürdü. Şimdi onun için ne hissettiğini bilmediğinden birkaç gün sonra unuturdu. Gözlerini kapattı. Daha fazla düşünmek istemedi. Bazen artık vazgeçmek gerekirdi. Şimdi tam da o zamandı. Hayattan, sevdiklerinden, mesleğinden her şeyden vazgeçmesi gereken o son an…
Beklemeye devam ediyordu ki sol omzunun hemen altında, köprücük kemiğinin üzerinde hissettiği acının azalmasıyla yavaşça gözlerini açtı. Adam tabancayı Erkan’ın üzerinden çekmiş, yanına gelen adamlardan biriyle patrona doğru yürümeye başlamıştı. 

“Patron kapıda bir adam varmış.”
“Kimmiş?”
“Minibüs şoförüymüş.”
“Ne istiyomuş?”
“Buraya iki genç bırakmıştım. Yağmur hızlanınca gidememişlerdir. Onları almaya geldim.” diyormuş.
“Uydur bir bahane, gönder.”
O sırada diğer adam atıldı.
“Denedik patron. Gitmişlerdir dedik ama burayı bilmiyorlardı, içeride bir yerlerdedir dedi.”
“Hay aksi! Onu da alın içer. Bitirin işini.”
“Patron minibüste de altı, yedi yolcu var. Onları napalım?”
“Yolcu mu? Aptallar! Madem ölmekte ısrar ediyorlar, kırmayın. Hepsini içeri alın. Hepsini gebertin! Arkamızda şahit bırakamayız.”
“Tamam patron.”

Adam az sonra diğer yolcuları da silah zoruyla indirip içeri almıştı. Tüm yolcular içerideki manzarayı görünce ne olduğunu anlamış ama aynı kaderi yaşamak üzere yazık ki çoktan içeri girmişlerdi.

Erkan’ın üzüntüsü daha da katlandı. İstemeden de olsa çok sayıda insanın ölümüne sebep olacaktı. Şoförün ve yolcuların yüzüne bakamıyordu. Öylesine çaresizdi ki adamlara döndü.

“Lütfen bırakın onları. Onların hiçbir suçu yok. Ben zaten elinizdeyim. Hem kimseye bir şey söylemeyeceklerdir. "

Sonra ona yardım etmek için geri dönen şoföre dönüp tüm mahcubiyetiyle,

“Kimse bir şey söylemezsiniz değil mi?” diyordu ki, şoförün yüzüne takılıp kaldı. Şoför,

“Sen merak etme delikanlı, biz kime ne söyleyeceğimizi gayet iyi biliriz” derken yeniden Erkan’la göz göze geldi.

Bu sakallı adamdan başkası değildi. Belinden silahını çıkardığında Erkan’la beraber herkes şaşkınlıktan küçük dilini yutmak üzereydi. Yolcuların belindeki silahlarla birlikte mağaranın içi bir anda polis teşkilatına dönüşmüş gibiydi. Adamlar ne olduğunu anlayamadan dışarıdan gelen anons sesi içerideki patron ve adamlarının karşı koyma şansını da elinden alacaktı.

“İçeridekiler! Etrafınız sarıldı! Ellerinizi başınızın üzerine koyup teslim olun! Tekrar ediyorum. Derhal elleriniz başınızın üzerinde teslim olun!”

Arkasından üniformalarıyla içeri koşan onlarca polis ve sakallı adamın sesi tüm mağarayı çınlatacaktı.

“Alın bunları hemen! Al! Al! Al! Al! Götürün hepsini”

Sakallı adam az sonra Erkan’ın ellerini çözerken Erkan hala şaşkındı.

“İyi misin doktor?”
“Hiç bu kadar iyi olmamıştım Mehmet abi.”
“Aslan parçası!”
“Nasıl oldu, nasıl buldun bizi?”
“İşimiz bu oğlum.”
“Belki ama bana bir mucizeden bahseder misin deseler, sanırım bu olayı anlatırdım.”
“Abartma doktor.”
“Abartmıyorum. Bu sefer sahiden ölüyorum sandım. Siz olmasaydınız…”

Sakallı adam Erkan’ın daha fazla bu duygu yükünde kalmasını istemedi. Sözünü kesti.

“Ama varız ve işimizi yapıyoruz.”

Erkan, sakallı adamın ne yapmak istediğini anlamıştı. Yine de sormadan edemedi.

“Gerçekten nasıl buldunuz bizi?”
“Sizi her yerde arıyorduk. Güvenlik kameralarından buralara ulaştık. Arkasında sizi getiren şoför yerinizi gösterince minibüsünü alıp, polis arkadaşları da yolcu yapıp buraya geldik. Aslına bakarsan yapacak başka işimiz yoktu. Çocukların canı sıkılıyordu. Yoksa önceliği olan bir iş sayılmazdı.”

Erkan gülümsedi.

“Önemsizdi, diyosun.”
“Yani. Öyle sıradan, rutin.”
“Az daha ölüyordum.”

Sakallı adam gülümsedi.

“Buna asla izin vermezdim.”

Erkan ve sakallı adam birlikte minibüse binerken Neva da mağaradan polis eşliğinde çıkarılıp ekip arabasına bindiriliyordu. Erkan merakla sordu.
“Neva, Neva’ya ne olacak?”
“Onun işi biraz uzun. Sonuçta herkes yaptığı hataların bedelini bir şekilde öder. Öyle değil mi?”
“Evet ama beni kurtarmak için çok uğraştı.”
“Evet. Defalarca öldürmeye çalıştıktan sonra.”
“Sonuçta vazgeçti. İstese kaç ker öldürebilirdi.”
“Evet ama bu yaptıklarını mazur görmemizi sağlamaz.”
“Tamam, haklısın ama bütün bunları polisin bilmesi şart mı? Yani sadece bana yardım ettiği bölümü,“ diyecekti ki, sakallı adam cümlesini tamamlamasına engel oldu.
“Orda dur doktor. Ben bir polisim ve bir suçluyu asla bu şekilde saklamam.” Sonra Erkan’ın çaresiz ve üzgün haline bakıp devam etti.
“Ama içini rahatlatacaksa daha önce işlediği büyük bir suç ya da cinayet yok. Yani sen ilk önemli işiymişsin. Seni de öldüremediğine göre hafifletici sebepler olabilir. Tabii buna yargı karar verir. Bundan sonrası onların işi. Şimdi biz bu konuyu kapatıyoruz ve doğruca eve dönüyoruz.”

   
Yaklaşık bir saat sonra…

“Eve geldiğimize inanamıyorum.”
“Sadece eve gelmedin. Çok büyük bir çeteyi çökertmemizi de sağladın ve en önemlisi hayatta kaldın.”
“Hayatımı kurtardın diyelim. Yoksa çoktan ölmüştüm.”
“Kendine haksızlık etme. İyi dayandın evlat. Bu kadarını herkes kaldıramazdı. Ne çok yer değiştirdin, meslek değiştirdin, zorbalıkla uğraştın, evinden, işinden, ailenden, herkesten uzakta aylarca bizimle iş birliği yaptın. Defalarca ölümle yüz yüze geldin. Hatta bu kez neredeyse başarıyordun.”
Erkan konuyu dağıtmak istedi.
“Eee Mehmet abi, yarın hangi kötü adamları yakalıyoruz?”
“Sen alıştın bakıyorum.”
“Tabi tabi… Kahramanlık, cesaret, gözü peklik tam bana göre işler.”
“Kahramanlık, cesaret, mütevazılık, hepsi sende.”
“Elbette. Sonuçta bir Erkan Güney kolay yetişmiyor.”
"Diyosun"

Hahahaha!!!             


Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.439
  • 16.147
  • 3.439
  • 16.147
# 24 Kas 2024 22:48:00
KİMLİK 47. BÖLÜM

Bir süre bu muhabbetler devam etti. İkisinin amacı da yaşanan korkunç olayların etkisini biraz da olsa dağıtmaktı. Ne vakit sonra yeniden konuşmaya başladılar.

“Mehmet abi şimdi ne olacak?”
“Sanırım bu soruların cevabı sende. Sen söyle, bundan sonra ne olsun istersin?”
Erkan biraz düşündü. Aklından geçenlerin olma ihtimali çok uzak görünüyordu. Sesi boğuktu.

“Ne desem saçma geliyor demekle durumu anlatabilir miyim bilmiyorum. Normal hayatıma geri dönmek demek istiyorum ama o kadar çok şey oldu ki tekrar her şey eskisi gibi olur mu bilemiyorum. Sanki ben bile eski ben değilim.”
“Anlıyorum. Bu tür hayati tehlikelerden sonra tüm yaşadıklarını bir anda tamamen unutman mümkün olmayabilir hatta sağlıklı da olmayabilir. Bunu benden iyi biliyorsundur. Belki de sana yardımcı olacak birine gitmelisin.”

Erkan bir an duraksadı. Kafasını kaldırmadan gözleriyle sakallı adama baktı.

“Bunları Eliz için söylüyorsan yüzüme bile bakacağını sanmıyorum. Beni dinleyeceğinden bile şüpheliyim ve istemeden de olsa onu o kadar kırıp o kadar üzdüm ki, bu haklı haliyle onunla mücadele edemem. Zaten olmasını istediğim hiçbir şey için mücadele edecek kadar güçlü değilim. Gerçekten çok yorgunum.“

Sakallı adam Erkan’ın bu ümitsiz halini toparlamak istedi ama haklı olduğunu biliyordu. Sonradan pişman olmasından endişe duydu.

“Yani onunla konuşmayacak mısın? Bu nasıl bir pes etme?”
“Abi kız haklı. Beni dinleyeceğini bilsem denerdim ama kuvvetle muhtemel beni dinlemek bir yana görmek bile istemeyecektir. En iyi ihtimalle kuvvetli bir tokat yerim.”
“Yani. Seni durduran bu mu? O tokattan mı korkuyorsun?”

Erkan başını öne eğdi.

“Sadece olmayacak duaya âmin demiyorum, diyelim.”

Sakallı adam dudak büktü.

“Allah büyük.”
“Yani konuşmalı mıyım?”
“Konuşabilir misin bilmiyorum ama denemezsen bundan asla emin olamazsın. Öyle değil mi?”

Erkan sakallı adama döndü. Gözünde bir umut ışığı belirsin istiyordu.

“Yarın sabah okula gitsem, son bir kez özür mü dilesem?”
“Olabilir. Git ve elinden geldiği kadar her şeyi anlat. Benim polis olduğum dışında her şeyi.”
“Anladım anlamasına da senin polis olduğunu söylemeden bu kaçış teorisini nasıl kanıtlarım?”
“O da senin sorunun doktor. Bir yolunu bulacağından eminim.”
“Sağ ol. Çok yardımcı oldun Mehmet abi.”

Erkan neredeyse bütün gece yatağın içinde dönüp durmuş, deyim yerindeyse gözünü bile kırpmamıştı. Ara ara kalkıp odanın içinde dolaşmaya devam etti. Yine de kendisi için bile izah edilebilir bir açıklama bulamamıştı ki Eliz'i ikna edebilsin. Güneşin ilk ışıkları odanın duvarına vurduğu sıralarda  Erkan odanın kapısına yaslanmış hala düşünüyordu.

Erken saatlerde sakallı adamla kahvaltı yaparken bile Eliz’e anlatacakları konusunda emin değildi. Onun bu çıkmazdaki hali sakallı adamın gözünden kaçmasa da zaten yeterince bunalmış olan Erkan’ın üzerine gitmeyecekti.

“Geliyor musun?”
“Artık.”
“Hala ne diyeceğinden emin değilsin gibi.”
“Öyle.”
“Hadi bakalım. Sen halledersin. Yine de unutma, o da çok üzüldü. Anlayışlı davranmazsa onu suçlayamazsın.”
“Biliyorum.”

Yaklaşık yarım saat sonra okulun kapısından içeri giriyorlardı. Erkan hala anlatacaklarından kararsız öğretmenler odasına doğru ilerlerken sakallı adam da müdür muavini olarak odasının yolunu tutmuştu. Erkan içeri girdiğinde Eliz’i öğretmenler odasındaki masada dalgın dalgın otururken buldu. Henüz odada yazılı kağıtlarına dalmış Ahmet Bey’den başkası yoktu. Erkan içeriye doğru “Günaydın” dedikten sonra Eliz’e doğru ilerleyip yanındaki sandalyeye oturdu.

“Günaydın.”
“Günaydın.”
“Biraz konuşabilir miyiz Eliz?”

Eliz, Erkan’ın beklediğinin çok ötesinde son derece sakindi. Belki buna sakinlikten çok kırgınlık demek daha doğru olurdu. Ses tonu düşüktü.

“Neyi konuşalım? Bana söylediğin yalanları mı, gözlerimin içine baka baka benimle alay etmeni mi yoksa eşinle aile saadetini mi konuşalım? Hangisini hakkında konuşalım?”

Erkan mahcuptu. Başı önünde,

“Sen hangisiyle ilgili konuşmak istersen onunla başlayalım ama ne olur anlatmama izin ver.” dedi. Eliz sakinliğini bozmadı.

“Daha fazla yalan dinlemek istediğimi sanmıyorum. Üstelik yeterince eğlenmiş olduğunu sanıyorum. Bence bu arkadaşlıktan ikimiz de payımıza düşeni aldık. Bana bu kadarı yetti.” deyip ayağa kalktı.
Erkan da ayağa kalkmış, Eliz’in onu bırakıp uzaklaşmasından endişeli kolundan tutup onu durdurmak istemişti. Eliz bu duruma öyle sert bir bakış fırlattı ki, Erkan hemen onu bırakması gerektiğini anlamıştı. Yine de açıklamaya çalıştı.

“Eliz, inan hiçbir şey göründüğü gibi değil.” diyecekti ki Eliz sertçe kolunu çekti. Bir rezalet çıksın istemiyordu. Etrafta kimse var mı diye bakıyordu ki zaten yazılı sonuçlarına takılan Ahmet Bey aklına ne geldiyse, olup bitenden habersiz hızlı adımlarla odadan çıktı. Şimdi ikisi yalnızdı.

“Eliz, lütfen dinle. Gerçekten hiçbir şey göründüğü gibi değil. Ben sana çok değer veriyorum. Özür dilerim. Çok özür dilerim. İnan ki her şey,” demeye kalmadı. Eliz daha fazla kendisine hakim olamayıp Erkan’ın yüzüne hatırı sayılır bir tokat attı. Ardından Erkan’ın canını çok daha acıtan hayal kırıklığı dolu bakışıyla bir süre gözlerinin içine bakıp ardından da odadan çıkıp gitti.

Erkan olduğu yerde kalakalmıştı. Kendini anlatamamaktan korkmuş ve bunu da sonuna kadar yaşamıştı. Öylesine yıkılmıştı ki kızaran yüzüne aldırmadan odadan çıkıp bahçeye doğru ilerledi. Bahçenin köşesindeki iki merdivene yığılır gibi oturdu. İlerleyen zamanla etrafında çoğalan, sağa sola gezinen öğrencileri yanı başından geçerlerken bile görmüyordu. Buna ağır adımlarla arkasından gelen Hakan da dahildi. Hakan, Serkan Hoca’nın bu dalgın halinden fırsat bulup yanına oturdu.

“Sen hala buralarda mısın? Heeey, sana diyorum! Seni Eliz ’in etrafında görmicem demedim mi?”

Erkan neden sonra kendine geldi. Yanına oturan Hakan’ı daha yeni fark ediyordu.

“Ne, bir şey mi dedin?”
“Dedim. Yine diyorum. Seni Eliz ‘in etrafında görmeyeyim, fena olur!”

Erkan, Hakan’ın yüzüne dikkatle baktı.

“Eliz Hoca mı desen?”
“Orası beni ilgilendirir. Eğer söylediklerimi dinlemezsen,” derken bir taraftan da belindeki bıçak benzeri bir metali göstermeye çalışıyordu.
Erkan göz ucuyla baktı.
“Evet, dinlemezsem, “
“Dinlemezsen olacaklardan ben sorumlu değilim.”
“Napıcaksın? Beni öldürecek misin mesela?”
“Hiç acımam.”

Erkan elinde olmadan gülümsedi. Sonra da,
“Biliyorum, acımazsın. Gözünü bile kırpmazsın değil mi? Peki bütün bu düşüncelerinden Eliz Hoca’nın haberi var mı?”
“Bu seni ilgilendirmez. Bir daha Eliz ‘in on metre yakınından bile geçersen.”

Erkan aslında umurunda bile olmayan, sadece bir çocuğun hapse düşmemesi adına bu tehlikeli tehditlere müdahale gereği duydu.

“Orda bir duralım mı? Eliz Hocanızla görüşmek istersem bunu hiç kimseye özellikle de sana somam. Bu durum sadece Eliz Hocayla beni ilgilendirir. İkincisi beni tehdit etmen doğru bir davranış değil. Yine de tehdidinde ciddiysen bu da beni ilgilendirmiyor.”
“Bu ne demek? Yani görüşmeye devam mı edeceksin?”
“Eliz Hoca kabul ederse evet.”
“Hocaaa! Yani sana bir zarar vermemden korkmuyor musun?”
“Hoca dediğine göre bir hocayla nasıl konuşman gerektiğini biliyor olmalısın. Sözlerine dikkat et ve bu arada beni korkutmaktan öyle uzaksın ki.”
“Geberticem seni!”
Erkan arkasına bile bakmadı. Sadece içinden “Keşke, keşke buna izin verebilsem ama çocuksun,” diye geçirdi. Hakan ise boş tehdidinin ardından arkasına bile bakmadan yavaş adımlarla ilerleyen Serkan Hoca’ya istemediği garip bir hayranlıkla bakıyordu. Erkan birkaç adım attıktan sonra olduğu yerde durdu. Yine yavaş hareketlerle Hakan’a doğru döndü. Hakan şaşkın bakışlarla Erkan’a kilitlenmişti. Geri dönüp Hakan’ın yanında durdu.
“Eliz Hoca senin öğretmenin. Bu yaşlarda bazen böyle anlaşılması zor hisler yaşayabilir insan.” deyip yeniden Hakan’ın olduğu yere oturdu. Hakan hala ayakta ve eli kuvvetle muhtemel geçenlerde okula getirdiği o bıçaktaydı. Erkan Hakan’ın ne yapmak istediğini anladığını belli eder gibi eline sonra da yüzüne baktı. Duruma aldırmaksızın gözlerini karşıdaki bir ağaca dikip konuşmaya devam etti.
“Benim de başıma gelmişti.”
Bu sözleri duyan Hakan şaşırmış ve meraklanmıştı. Elini bıçağından geçici olarak çekip yavaşça Serkan Hoca’nın yanına oturdu.
“Sonra.”
Erkan yanı başına oturan Hakan’a baktı.
“Ben senden bir tık ileri gidip ona açıldım.”
Hakan daha da meraklanmıştı.
“Eee, sonra?”
“Beni bitirene kadar bıçaklamayacaksan devam ediyorum.”
Hakan acele ediyordu.
“Tamam tamam, o zamana kadar beklerim.”
“Anlaştık.”
“Hadi anlat ne oldu?”
“Biyoloji öğretmenimizdi. Senin gibi ben de olmaz hayaller kurmaya başlamıştım.”
“Hocaaaa!”
“Dinleyecek misin? Gidip açıldım. Ondan ne kadar hoşlandığımı, hep onu düşündüğümü anlatım.”
“Eeee!”
“Eeesi, bana, benim de sana yaptığım gibi bir dizi açıklama yaptı. Beni kırmamaya o kadar uğraşıyordu ki. Hele son bakışı.”
“Nolmuş? Nasıl baktı? O da senden mi hoşlandı?”
“Hayır acıdı. Bana acıyan o bakışını hiç unutamıyorum.”
“Acımak mı?”
“Maalesef acımak. Bana üzülmüştü. O sene o kadar zor geçti ki. Yıl boyunca bir anne gibi bana merhamet gösterdi. Hoş, bunu yapacağına senin yapmayı düşündüğün gibi çekip vursa daha iyiydi ama o acıdı. Kalbim kırılmasın diye çırpındı. O öyle yaptıkça ben daha çok yıprandım, daha çok hırpalandım. Neyse ki sene sonunda tayini çıktı da bu işkence bitti.”
Hakan çok üzülmüştü.
“Öyle mi diyorsun?”
“Maalesef öyle.”
“Açılma diyorsun yani.”
“Bu senin verebileceğin bir karar. Ben sadece olacakların böyle olma ihtimali çok yüksek diyorum. Sen bilirsin. İyi düşünüp kararını ver.” dedikten sonra yeniden ayağa kalktı. Hakan şok olmuştu. Erkan’ı giderken görünce ayağa kalktı.

“Gidiyor musun?”
“Eğer hala beni öldürmeyi düşünmüyorsan gidiyorum.”
Hakan derin bir uykudan uyanır gibi Erkan’a baktı.
 
“Serkan Hocam affedin. Ben, ben özür dilerim. Kafam karışıktı. Ben özür dilerim.”
“Önemli değil.”
“Önemli değil mi? Sizi öldürebilirdim.”
“Ama öldürmedin.”
“Ama size yaptıklarım. Ben size el kaldırdım. Oysa siz bana karşılık bile vermediniz. Üstelik hayatımı kurtardınız. Beni o adamlara karşı korumaya çalıştınız. Affedin hocam.”

Erkan, Hakan’ın pişmanlık ve şaşkın bakışları arasında omzuna elini koydu.

“Sen iyi bir çocuksun. Hepimiz bazen hata yaparız. Dert etme.” dedi.

Hakan hatasını anlamıştı. Dakikalar önce öldürmeye çalıştığı Serkan Hocasına hayranlıkla bakıyordu. Erkan ise durumdan çoktan kopmuş Eliz’le yaşadıklarını düşünüyordu. Her şey için çok geçti. Eve dönüş yolunda özgürce yürümenin tadına bile varamamıştı. Eve vardığında sakallı adamın eve dönmesini bile beklemeden eşyalarını topladı. Sakallı adam döndüğünde bile birkaç kelimeden fazla konuşmadılar. Erkan’ın bu hali hiçbir şeyin yolunda gitmediğinin özeti gibiydi. Sakallı adam da bir şey sormadı. Birlikte havaalanına gittiler. İlk uçakla İstanbul’a dönmek, evine gitmek istiyordu.
..............
“Sana alışmıştık doktor.”
“Ben de alışmıştım.”
“Malum açığa çıkmamak adına Samsun’a sık sık geliyorum. Sen de arada uğra, bir çayımızı iç. Ben bir iki gün buralardayım. Burada yarım kalan işleri halledip döneceğim. Seni de İstanbul’da arada bir çağıracağız. Kusura bakmazsın artık.”

Erkan gülümsedi.

“Hoşça kal abi.” dedi. Tam uçağa doğru ilerliyordu ki tekrar sakallı adama döndü.
“Abi, adın, adın gerçekten Mehmet mi?”
“Yürü git be oğlum. Merak edecek başka şey bulamadın mı?”
Erkan ısrar etmedi.
“Güle güle evlat.”
Yaklaşık iki saat sonra İstanbul’un o hareketli yolları, parlak ışıkları Erkan’ın yaşadıklarından habersiz kaldığı yerden devam ediyordu. Erkan eskisinden çok farklı hissetse de İstanbul bıraktığı gibiydi. Az sonra bir taksiye binip kendi evine doğru yol alırken başını otomobilin camına dayamış hala yaşadıklarını düşünüyordu.
………….
Onca zaman sonra yeniden evine giriyordu. Işığı yaktı. Bir yabancı gibi evini gezdi. Sonra camın kenarına geldi. O adamları gördüğü köşeye baktı. O da ne, orada bir araba mı vardı. İçinden “Olamaz!” dedi. Ama az sonra araba hareket edip gidince rahatladı. Gerçekten kaçak hayatı onu çok zorlamıştı. En iyisi güzel ve derin bir uyku çekmekti. Yatağına kendini bıraktı. Bu hissi özlemişti. Gözlerini kapattı. İliklerine kadar işleyen yorgunluğa yenik düşmüştü.

Uyandığında her şeye yeniden başlıyordu. Kahvaltı bile yapmadan giyinip çıktı. Yolda bir kafe de hafif bir şeyler atıştırırken Canan’ı aradı.
“Doktor Bey, döndünüz mü? Çok sevindim.”
“Döndüm diyelim.”
“Hoş geldiniz Doktor Bey.”
“Hoş bulduk Canan. Muayenehaneye geçiyorum. Bugün uğrayabilir misin?”
“Elbette. Tekrar hoş geldiniz. Özledik sizi.”
“Teşekkür ederim. On beş, yirmi dakikaya gelmiş olurum.”
“Tamam Doktor Bey. Ben de hemen çıkıyorum.”
Yaklaşık yirmi dakika sonra silahların gölgesinde koşarak çıktığı muayenehanesinin kapısındaydı. Anahtarını çıkarıp kapıya takacaktı ki, Canan kapıyı açtı.
“Doktor Bey, sizi görmek ne güzel. Tatile gidiyorum notunuzu görünce şaşırmıştım.”
“Tatile mi gidiyor muşum? Haa yani evet, birden karar verdim.”
Bu sakallı adamın işi olmalıydı. Demek bu yüzden kimse onu aramamıştı.
“Bugün hastamız yoktur herhalde. Sonuçta kimse bugün geleceğimi bilmiyordu.”
“Aslında var. Siz tatile giderken bir amcamız vardı. Tahlil falan istemişsiniz. Siz gidince başka kimseye güvenmediği için ailesi siz gelir gelmez haber vermemi istemişti. Ben de siz geliyorum deyince haber verdim ama istemezseniz hemen randevuyu erteleyeyim.”

Erkan’ın kafası çok karışıktı. Önce erteleyelim demeyi düşündü ama sonra vazgeçti. Çalışmak ona iyi gelecekti.
“Yok yok, erteleme, iyi yapmışsın. Ne zaman gelecek?”
“Köydelermiş. Akşama doğru gelecekler. Bu arada saat 11.00’da Kardiyoloji Derneğinden birkaç doktor görüşmeye gelecek. Saat 12.00’da ilaç mümessilleri izin verirseniz bir tanıtım yapmak istiyormuş. “Kardiyolojik Hastalıklarda Tanı ve Tedavi” konulu bir konferansa davetlisiniz. Saat 14.00’da başlayacak. Birkaç hasta da bugün için randevu istiyor. Uygunsanız dönüş yapacağım.”
       …………………….
“Canan dışarıda hasta var mı?“
“Son bir hastanız kaldı Doktor Bey. Onu içeri gönderdikten sonra çıkabilir miyim?”
“Tamam, çık tabi.”
“Teşekkür ederim. İyi akşamlar Doktor Bey.”
“İyi akşamlar Canan.”
“Buyurun beyefendi, Doktor Bey sizi bekliyor. Geçmiş olsun.”
“Teşekkür ederim kızım.”
………………..
“Hayri amca hoş geldin. Nasılsın?”
“İyiyim desem yalan olur, kötüyüm desem Allah’ın gücüne gider Doktor Bey oğlum.”
“Niye öyle diyorsun amca. Valla benim tansiyonumu ölçseler bundan yüksek çıkar. Maşallahın var. Şu kolunu şöyle arkaya hareket ettirince hala ağrı oluyor mu?”
“Olmaz mı doktor bey evladım. Çok ağrıyor çok.”
“Çok geçmiş olsun amca. Tahlillerini bir kez daha isteyelim. Geçen sefer yarım kalmıştı. Şimdi arkadaşlar çıkmıştır. Yarın gelebilirsen onları da halledelim.”
“Tamam doktor bey oğlum. Yarın görüşürüz o vakit.”
“Tamam, tekrar geçmiş olsun.”
       
Son hastasının ardından Doktor Erkan Bey de muayenehanesinden çıkmak üzere hazırlanmaya başladı. Henüz önlüğünü çıkarmıştı ki, bekleme salonundan gelen yüksek seslerle bir an durdu. Sesler git gide kapıya doğru yaklaşıyordu. Erkan bir an tedirgin oldu ama neler olup bittiğini anlamak için kapıya doğru yöneldi. İçini inanılmaz bir sıkıntı kaplamıştı. İçinden “Yine neler oluyor? Yoksa! Allah’ım ne olur olmasın” diye geçirdi. O sırada içeriye giren birkaç tuhaf giyimli adam doktora doğru yöneldi.

“Hey, neler oluyor? Siz de kimsiniz?”
“Şşşşt, soru sormayı bırak! Çabuk kapının anahtarını ver!”
“Hayır ya, hayır! Tekrar olmaz! Bir daha olmaz!”

O sırada saçı sakalı birbirine karışmış kırklı yaşlarında esmer, uzun boylu bir adam içeri girdi.
Erkan cevabından korkarak adama döndü.

“Bakın istediğiniz paraysa.”
“Kapa çeneni. Sen bizi hırsız mı sandın?”
“Değil misiniz ama o zaman ne istiyorsunuz?”

Saçı sakalı birbirine karışmış adam içeri doğru seslendi.
“Getirin içeridekini!”
Erkan bunun tekrar yaşadığına inanmak istemiyordu. Yüzünün rengi attı. Tansiyonu düşer gibi oldu. O sırada içeri giren kişi tüm mahcup tavrıyla Erkan’ın yüzüne ta gözlerinin içine bakan Eliz’den başkası değildi.

“Eliz, sen, nasıl?”
“Serkan Hocam, ben seni dinlemediğim için çok üzgünüm. Çok kırgındım.”
“Önemli değil. Şimdi buradasın ya. Önemli olan sadece bu.”
“Beni affettin mi yani?”
“Sen beni affet yeter.”

Sonra olayın şaşkınlığını biraz atınca etrafındaki adamlara baktı.

“Peki bu adamlar kim?”

Eliz gülümsedi. Müdür muavinimiz Sinan Bey sana şaka yapmak istemiş. Bana her şeyi anlattı. Bir de mesaj gönderdi. Mehmet abinin de selamı varmış. Gerçekten Mehmet abiymiş. Ben çok anlamadım ama “O anlar.” dedi.”
“Anladım. Demek bana doğruyu söylemiş.”
“Öyle mi? Önemli bir şey mi?”
“Aramızda bir şaka sadece. Bu arada gerçekten tanışalım mı? Ben Erkan Güney. Seni burada gördüğüm için çok mutluyum. Hayatıma hoş geldin Eliz”
“Hoş bulduk Erkan.” 
                       
SON     
                                                                                   

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK