Hikaye Türündeki Yazılarımız.

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.469
  • 16.293
  • 3.469
  • 16.293
# 15 Haz 2025 22:41:49
KIYAMETİ ÇAĞIRMAK – 3. BÖLÜM

Aldığım darbelerden çok kaybettiğimiz zamanı düşünüyordum. O sırada kalabalığın gücüne ve karmaşasına rağmen biri bileğimden yakalayıp beni bir arabanın içine çekti.

Kapı hızla kapandı. Direksiyondaki genç adam bana döndü. Yüzü solgundu ama bakışları şaşırtıcı biçimde sakindi.

“Tam zamanında,” dedi. “Biraz daha geç kalsaydım size zarar verebilirlerdi.”

Ben hâlâ ne olduğunu tam kavrayamadan, “Kimsiniz siz?” diyebildim.

“Bir önemi var mı” diyerek gülümsedi. Şu an önemli olan, sizi oradan uzaklaştırmaktı.”

Derin bir nefes aldım. Hiçbir parça yerine oturmuyordu. Kafam öylesine karışıktı ki bu yabancının bana neden yardım ettiğini bile sorgulayamıyordum.

“Çocuk…” dedim zorlanarak. “Durumu nasıl acaba?”

“Ben gördüğümde şuurunu kaybetmemişti. Adını da söyleyebildi. Bu iyiye işaret. Emin ellerdedir, merak etmeyin.”

“Dışarıda siren sesleri uğulduyor, kalabalığın bağırtısı arabanın camından içeri sızıyordu.”Tam o sırada yanımızdan geçmekte olan aracı işaret ederek.

“Bakın ambulans da geliyor.” dedi.

İçimdeki devasa sıkıntı geçmiyordu.

“Ben... Onunla gitmeliydim. Yanında olmalıydım.”
Bakışları yine bana döndü, bu defa daha net:

“Bazen bir adım geri çekilmek, en doğru hamledir. Şu an orada olmanız, onun için değil, sizin vicdanınız için olurdu. Vicdanınızı rahatlatır belki ama hayat kurtarmaz ya da belki sizinkine son verebilirdi.”

Sustu. Ben de sustum.

Onun sakinliği, beni içimde kopan fırtınaya rağmen ayakta tutuyordu. O kadar netti ki söyledikleri. Bir an için ruhumdaki çalkantıyı teslim ettim bu yabancıya. Sanki ne yapmam gerektiğini benden daha iyi biliyordu. Yüzünü inceledim. Tanıdık gelmiyordu ama sesinde bir sıcaklık, gözlerinde güven hissi uyandıran bir bakış vardı. Belki de böyle hissetmeye ihtiyacım olduğu için kendimi böyle düşünmeye ben sürüklüyordum.

Camdan dışarı bakarken usulca sordum:

“Nereye gidiyoruz?”

Gülümsedi. Bu sefer o gülümsemeye gözleri eşlik etmedi.

“Bunu şimdi söylersem, büyüsü bozulur.” dedi. “Ama merak etmeyin... Sizi yarı yolda bırakmayacağım.”
                     

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.469
  • 16.293
  • 3.469
  • 16.293
# 01 Tem 2025 01:59:14
KIYAMETİ ÇAĞIRMAK -4. BÖLÜM

Yol boyunca hayatıma yeni eklenen vicdan azabımla boğuşup durdum. Bu genç yabancının beni olay yerinden zorla uzaklaştırması o an için mantıklı gibi görünse de benim için hala yanlıştı. Orada kalmalı, sonuç ne olursa olsun durumla yüzleşmeliydim. Yol biraz daha sürdü. Sonra şehir dışında bir villanın önünde durduk. Dışarıdan bakılacak olursa oldukça lüks bir villa görünümü veriyordu. Genç adamın hali vakti yerinde olmalıydı. Tuhaf bir bakışımı yakalamış olacak ki açıklama gereği duyar gibi konuşmaya başladı.

“Eee, şimdi bu adam da epey varlıklı olmalı diye düşünmüş olabilirsiniz.” dedi. Sonra daha cevap vermeme fırsat tanımadan devam etti:

“Yazık ki benim değil. Bir arkadaşımın. Kendisi yurt dışında olduğunda kullanmam için anahtarını bana bırakır.”

“Yok öyle düşünmemiştim” gibi gereksiz ve biraz da mahcubiyetin getirdiği masumane bir yalanın içine girmeyecektim. Sadece
“Güzelmiş” dedim. 

Sanki ne yapmak istediğimi anlamış gibi gülümsemeyle gülümsememe arasında bir tebessüm etti. İçeri girdiğimizde karşılaştığım görüntü de dışarıda gördüğüm şaşaanın devamı gibiydi. Genç adam içeride ki büyük bir kanepeyi göstererek,

"Burada uyuyabilirsiniz", dedi.

Bana verdiği pijama, çarşaf, yastık ve battaniye günün sonu için tek ihtiyacım olan şeydi. Genç adam kendi odasına çekildiğinde durumun tuhaflığına rağmen bu yabancı evdeki kanepeye uzandım. Uykuya dalmam oldukça uzun zamanımı alsa da sonunda sabah olduğunu fark etmediğime bakılırsa uyumayı başarmıştım. Tanımadığım bir adamın evinde, tanımadığım bir odada bu kadar rahat ve güvende hissetmem, hayatımın garip bir ironiye teslim olduğunun kanıtıydı.

Mutfaktan gelen çay kokusuyla irkildim. Ses çıkarmadan kalktım. O sırada mutfak kapısında genç adam belirdi. Üzerinde sade bir tişört, yüzünde yorgun ama nazik bir ifadeyle,

“Günaydın. Umarım rahat uyuyabildiniz,” dedi. “Oturun, çay koydum. Biraz da simit var. Çay ve simit evrensel bir sakinleştiricidir.” deyip gülümsedi.İtiraz etmedim. Oturdum. Çayımı aldım. Birkaç yudumdan sonra gözlerimi ona çevirdim.
“Beni buraya neden getirdiniz? Hala adınızı bilmiyorum ve sanırım artık bilmeye hakkım var.”

Omuzlarını hafifçe silkti.

“Bazen birine ismini söylemek, ona fazlasıyla yakınlaşmak anlamına gelir.
Size kötü bir gününüzde rastladım. Ama size karşı kötü bir niyetim yok. Sadece yardıma ihtiyacınız vardı.”

Bir süre sustuk. Bu garip sohbet, beni ruhumun derinliklerinde bir yerden yakalamıştı. Onunla konuşmak, yıllardır içimde tuttuklarımı birine açmak istiyormuşum gibi hissettiriyordu. Böyle düşünürken onun da dalgın hali gözüme ilişti. Sanki o da bir anının derinliğine inmişti. Sessizliği bölmedim. Bir iki dakika sonra ikimiz de çok uzak anılardan geriye dönüyorduk.

“Peki çocuk... Durumu nasıl acaba?”

Cevap kısa ve netti.

“Hayatta. Ama ziyaret için biraz zaman geçmeli.”

Başımı salladım. Kalbim yavaş yavaş yerine oturuyordu. O gün saatlerce konuştuk. Hayattan, tesadüflerden. Ucuz kahveden, saçma haberlerden. Konu hep dolandı ama bir kez bile dün yaşanan kazaya tam anlamıyla geri dönmedi.

Kahvaltıdan sonra yola çıktık. Beni evime yakın bir noktada bırakmasını istedim. Genç adamın ısrarına ragmen çocuğu görme konusunda kendime engel olamıyordum. Beni bıraktığı noktadan bir taksiye binip kazaya en yakın hastaneye gittim. Hemen kapının girişinde danışmadaki sekreter kıza yöneldim.

“İyi günler. Dün ilerideki caddede yaşanan kazada yaralanıp buraya getirilen bir çoocuk vardı. Onu görebilir miyim? Hangi odada acaba?”
Kız kayıtlara şöyle bir göz gezdirdi:

“Beyefendi kayıtlarımıza göre dün akşam üzeri taburcu olmuş.”

“Nasıl, çocuk iyi mi yani? Allah’ım çok şükür. Peki, ailesininin telefonu ya da adresi var mı? Görüşmek isterim.”
“Akrabası mısınız?”
“Hayır ama.”
“Böyle bir bilgiyi kan bağı olmayan birine veremiyoruz beyefendi.”
“Anlıyorum ama ben, ben o çocuğa çarpan kişiyim. Çocuğu görmek, aileden ve çocuktan hiç olmazsa özür dilemek istiyorum. Bir istisna yapamaz mısınız?”
“Maalesef beyefendi. Ama istiyorsanız belki şuradaki polislerden bilgi alabilirsiniz. Onlarla defalarca konuştular.”
“Öyle mi? Sanırım beni şikayet ediyorlardı. Teşekkür ederim.”

Danışmadaki kız bu itirafıma dudak büktü. Onu o kadar ilgilendirmiyordu ki üzerinde bile durmadan önündeki yazılara yöneldi.

Anlaşılan az sonra görüşeceğim polisler beni görünce gözaltına alacaklardı. Belki de tutuklanacaktım. Bunu hak etmiş olsam da kuvvetle muhtemel yaşayacağım şeyler bir an için kendimi çok kötü hissetmeme neden oldu. Belki de apar topar kelepçe takıp biraz da kızarak karakola götüreceklerdi ama korkunun ecele faydası yoktu. Derin bir nefes aldım ama nefes ciğerlerime ulaşmadan kalbimin ritmine takılıyordu. Kesik kesik nefeslerle polise doğru yaklaştım.

“İyi günler memur bey. Ben teslim olmak istiyorum.”

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.469
  • 16.293
  • 3.469
  • 16.293
# 13 Tem 2025 21:39:49
KIYAMETİ ÇAĞIRMAK -5. BÖLÜM

Polis memuru bakışlarını bana çevirdi. Gözlerinde hafif bir şaşkınlık belirdi, sonra ciddileşti.
“Ne dediniz?”
“Ben... Dün meydana gelen kazada çocuğa çarpan kişiyim. Teslim olmaya geldim.”
Kelimeler ağzımdan kolayca dökülmedi ama çıktıklarında garip bir hafifleme hissettim.
Memur beni bir sandalyeye oturttu. Not alırken başını kaldırmadan konuştu:

“İsminiz nedir?”

Cüzdanımdan kimliğimi çıkarıp uzattım. Aklımdan geçen bir sürü düşüncenin içinde en rahatlatıcı olanı çocuğun iyi olduğunu öğrenmemdi. Artık gönül rahatlığıyla cezamı çekebilirdim. Acaba bu mesleğimi yapmama engel miydi? Hala fırsat bulup okul müdürünü arayamamıştım. Sadece o gün için mazeret izni istediğimi ve sebebini gelince anlatacağımı söyleyen bir mesajdan başka bir açıklama yapamamıştım. Bu yüzden okulun da durumdan haberi yoktu.

Ya hapse girmek öğretmenlik kariyerim için bir bitiş noktası olursa diye düşünmedem edemedim. Bugün dersimin olmaması büyük bir şanstı. Sonuçta ne kadar ceza alacağımı bilmiyordum. Çocuğa bir şey olmadığına göre belki içeride çok kalmazdım ama aile şikayetçi olmakta sonuna kadar haklıydı. Onları bu konuda suçlayamazdım. Düşüncelere öylesine dalmıştım ki, polis memurunun sesiyle gittiğim uzaklardan geri dönecektim.

“Bu tür olaylarda suçlular genelde kaçmaya devam eder. Geri dönmeniz, gelip teslim olmanız takdir edilecek bir durum. Neyse ki çocuk ciddi bir yara almamış. Ailesi de şikayetçi olmadı ama biz yine de sizi ifadeniz için çağıracaktık.”

Derin bir nefes alıp verdim. Ciğerlerim ilk defa tam anlamıyla kalbime yer açıyordu.

“Yani beni tutuklamayacak mısınız?"

Memur başını salladı. “Hayır. Dediğim gibi aile sizden şikayetçi olmadı.”

Durumu yeni yeni kavramaya başlamıştım.

“Yani evime dönebilir miyim?”

Memur notlarını tamamladıktan sonra gözlüğünü çıkarıp bana baktı.

“Beyefendi, istediğiniz yere gitmekte özgürsünüz.”

İçimden derin bir oh çektim. Bir kuş kadar hafiflemiştim. Çok iyi insanlar olmalıydılar. Biraz kendimi toparladım. Memura dönüp,

“Mümkünse yine de aileyle konuşmak, özür dilemek isterim.” dedim.
Başını salladı.

“Maalesef beyefendi. Aile verdikleri adreste bulunamadı.”
“Nasıl yani?”
“Yani aile hastaneden ayrıldıktan sonra adresinde bulunamadı. Taşınmışlar.”
“Aynı gün mü?”
“İlginç ama öyle. Belki de zaten taşınıyorlardı da bu olay biraz geciktirmişti.”

“Peki, teşekkür ederim. İyi günler memur bey.”

Dilemek istediğim özür içimde kalmıştı. Demek aile şikayetçi olmadığı için beni karakola bile götürmemişlerdi. Hastanenin kapısına yöneldim. Çıktığımda neredeyse akşam olmuştu. Gökyüzü, gün boyu içimde tuttuğum karışık duygular gibi renk renk değişiyordu. O sırada kapının önünde arabasına yaslanmış bekleyen birini fark ettim.
Genç adamdı. O gizemli tebessümüyle bana doğru yürüdü.
“Sanırım artık ne kaçacak bir şey kaldı, ne de çekilecek bir vicdan azabı.”
Başımı salladım.
“Her şey bitti mi, bilmiyorum.”

Gülümsedi.

“Şüpheli duruma devam yani. O zaman bir çay içelim mi? Belki bu kez simitin yanına peynir de alırız.”
“Şüphe diyemem ama garip değil mi?”
“Önemli olan sonuç aslında. Sonunda taşınmışlar. Demek ki bir problem yok.”
“Taşındıklarını söylemiş miydim?”
“Evet. Çıkınca söylemiştiniz.”
“Kusura bakmayın. Kafam o kadar karışık ki, şu an "Adın ne" diye sorsalar bir an için düşünmek zorunda kalabilirim.”

Gülümsedi.

“Bazen hepimiz öyle olmaz mıyız? Zor günler insanın sağlıklı düşünmesini engelliyor.”

İçimde, tam göğsümün orta yerinde tarifi imkansız koca bir boşluk, yutkunamadığım bir acı düğümlense de genç adamın iyi niyetine kayıtsız kalmak istemedim. Bu defa ben gülümsedim.

“Evet. Sanırım çay iyi fikir.”

Çevrimdışı webhizmetleri

  • Yeni Üye
  • 2
  • 4
  • 2
  • 4
# 16 Tem 2025 14:07:27
ÇEVRECİ LEO VE KAHRAMAN DOSTLARI

Uzak bir ormanda, hareketli tavşan Leo ve en yakın arkadaşları, çevik sincap Luna, özgür ruhlu kuş Atlas ve hızlı düşünen kaplumbağa Nova yaşardı. Bu dört kahraman, ormanlarını temiz tutmanın ve çevreye sahip çıkmanın önemini çok iyi biliyorlardı.

Bir gün, Leo tavşan, ormanda yürürken, plastik şişelerin, renkli çöp poşetlerinin ve kirli atıkların içinde bulunduğu bir alan keşfetti. Hemen Luna, Atlas ve Nova’yı çağırdı. Arkadaşları gelince, Leo onlara ne gördüğünü anlattı. Hep birlikte karar verdiler: Ormanlarını temizlemeli ve diğer hayvanlara nasıl örnek olabileceklerini göstermeliydiler.

İlk adım olarak, kahramanlar büyük bir torba alıp çöpleri toplamaya başladılar. Bir yandan da eğlenceli oyunlarla çöp toplama işini keyifli hale getiriyorlardı. Luna, ağaçların arasına saklanmış çöpleri bulma konusunda uzmanlaşmıştı. Atlas, yüksek dallara uçarak ulaşamadıkları çöpleri topluyordu. Nova ise yavaş ama kararlı adımlarıyla her yeri tarayarak temizliği tamamlıyordu.

Birkaç gün boyunca, kahramanlar ormanlarını temizlemeye devam ettiler. Diğer hayvanlar, onların örnek davranışını görünce onlara katıldılar. Orman daha da temiz ve güzel hale geldi.

Bir gün, ormanın bilge ağacı Karaağaç, kahramanları kutlamak ve teşekkür etmek için onları yanına çağırdı. Onlara, çevrelerine nasıl iyi bakmaları gerektiğini öğrettikleri ve ormanın nasıl canlandığını gösterdikleri için minnettar olduğunu söyledi. Karaağaç’ın sözleri kahramanları daha da motive etti. Ormanlarını temiz tutmanın yanı sıra, atık malzemeleri nasıl geri dönüştürebileceklerini de öğrenmeye başladılar ve çevreyi korumak için daha fazla çaba harcadılar.

Leo, Luna, Atlas ve Nova’nın örnek davranışı tüm ormana yayıldı ve diğer hayvanlar da çevrelerine daha fazla özen göstermeye başladılar. Orman eski güzel günlerine kavuştu ve tüm hayvanlar mutlu bir şekilde yaşamaya devam etti.

Daha fazla hikayeye [linkler sadece üyelerimize görünmektedir.] web sitemden ulaşabilirsiniz.

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.469
  • 16.293
  • 3.469
  • 16.293
# 24 Tem 2025 13:19:44
             
KIYAMETİ ÇAĞIRMAK -6. BÖLÜM

Böylece hastanenin önünden birlikte ayrıldık. Yaşadığım bu tatsız olaydan sonra yeniden özgür olma fikrinin mutluluğu yerini tuhaf bir hisse bırakmıştı. Genç adam tam da hastaneden çıkarken oradaydı. Yine tam ihtiyacım olduğunda ve tam zamanında. Aynı sıcak tebessüm, aynı rahat duruş. Ben bunları düşünürken aklımdan geçenleri okumuş gibi konuşmaya başladı.

“Dedim ya, güzel bir çay içmeden bitmez bugün.”

Gülümsedim. Yolda neredeyse hiç konuşmadık. Sanki her kelime fazla, her söz biraz eksikti. İkimizin de sessizliğe ihtiyacı vardı belki de.
Bir kafede çay içip ayrıldık.

Artık benim için normal hayata dönme zamanıydı. Okula dönüşüm herkes için çok normal gibi görünse de ben galiba biraz değişmiştim. Her hatanın, her yanlışın insan üzerinde bıraktığı izlere, pişmanlıklara bir yenisini eklemiş, telafisi olmayan bir yola girmiştim. O genç adamın tüm iyi niyetine rağmen beni oradan uzaklaştırmasına asla izin vermemeli, ne pahasına olursa olsun orada kalmalı, çocuğu hastaneye ben götürmeliydim.

Keşkeler hayata girince "Keşke şöyle yapsaydım, keşke böyle yapsaydım" düşünceleri içinde yankılansa da bu vicdan azabanın keşkelere ait bir çözümü yoktu.

Genç adam kendisine göre doğru olanı yapmıştı ama ben neredeyse ondan belki on beş belki yirmi yaş büyüktüm. Nasıl olmuştu da bu duruma doğru tepkiyi verememiştim. Kendimi yiyip bitirirken iki hafta gelip geçmiş, etrafımı saran sis ve pişmanlık dalgasına, devam eden hayatımın yeni olayları girmeye başlamıştı. Dersler, öğrencilerim, onların dertleri, sınavları, okul içi çalışmalar, etkinlikler, arkadaşlarla öylesine sohbetler derken koca on beş günü geride bırakmıştım.

O gün okuldan sonra bir kütüphaneye gitmeye karar verdim. İçeri girip kütüphane raflarına yöneldim. Neden bilmiyorum; belki de biraz daha yalnız kalmak istemiştim. Kütüphane... Sessizlik, eski kitap kokusu, raflara sinmiş geçmiş zaman...

                                                   

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.469
  • 16.293
  • 3.469
  • 16.293
# 25 Tem 2025 19:18:38
KIYAMETİ ÇAĞIRMAK -7. BÖLÜM

Tam sandalyeye oturmuştum ki beklemediğim bir ses:
“Rahatsız etmiyorumdur umarım?”

Karşımda, kazadan sonra yardım eden genç adam duruyordu. Üzerinde sade bir mont, elinde kahve kartonu.

“Elimde fazladan bir kahve var. Sizin sevdiğiniz türden mi bilmiyorum ama getirmek istedim.”

Şaşırdım. “Nasıl buldunuz beni?”

“Bulmadım. Şanslı bir tesadüf diyelim. Aslında ben de yandaki bölümde kitaplara bakıyordum. Bir kahve almak için geçerken sizi gördüm. Bir merhaba deyip geçeyim. Size engel olmak istemem.”

“Estağfurullah. Zaten benim de bir kahveye ihtiyacım vardı.” dedim.
Birlikte kütüphanenin kafeteryasına geçtik. Oturdu. Bir süre sessizce kahvelerimizi yudumladık.

Ardından ben sordum:

“Adınızı hala bilmiyorum.”

Gülümsedi. “Adım Asaf.”

“Asaf… Güzel bir isim.”

“Teşekkür ederim. Küçükken ismimi sevmezdim. Sonra anlamını öğrendim: Bilge, sadık, sır taşıyan gibi anlamları olduğunu öğrendiğimden bu yana ben de ismimle barıştım.”

lginçti. Derin ama boğmayan bir sohbetti. Merak ettim.

“Ne işle meşgulsünüz?”
“Çocuklarla çalışıyorum. Rehberlik alanında. Gönüllü projelerde. Siz?”
“Ben öğretmenim.”
 “Demek öğretmensiniz?” dedi.
“Evet.”
“Tahmin etmeliydim.”
“Öyle mi, neden?”
“Konuşurken hep cümlelerin sonunda nokta koyuyorsunuz.” dedi.
Güldüm. Belki de günlerdir ilk kez gerçekten güldüm.
Bir an sessizlik oldu. Ardından:
“Biyoloji dersleri sayısalcılar için hep sözel gibi görünür ve gereken değeri görmez.” dedi.

Sahiden de öyleydi. Sonra devam etti.

“Hiç… geçmişte yanlış davrandığınız bir öğrenciniz oldu mu?” diye sordu.

Bir an donakaldım. Sıra dışı bir soruydu ama ses tonu öyle sakindi ki yargı değil, sadece merak vardı içinde. Yine de bunu ondan duymak istedim.

“Neden sordunuz?”
“Bir öğretmenim vardı. Biraz sertti. Belki farkında bile değildi ama onun gözünde hep yetersiz kaldığımı hissederdim. Şimdi düşünüyorum da, belki o da kendi yaralarıyla uğraşıyordu.”

Kahvemi bitirdim. Gözüm kitap raflarına takıldı. Bir süre cevap vermedim. Sonra:

“Hata yapmayan öğretmen yoktur. Ama bazı hatalar insanın içini kemirir. Hatta affedilmek isteyip istemediğini bile bilemez bazen.”

O sadece başını salladı.

Kendimi onun karşısında bir suçlu gibi hissettim. Ama o, ne yüzünde bir kırılma ne de sesinde bir titremeyle karşılık verdi.
Sadece içten bir sakinlikle karşılamıştı durumu.

“Hayat,” dedi, dudaklarının kenarında yarım bir tebessümle. “Belki de o an için öyle olması gerekiyordur.”

Sustu. Sözlerinin arkasına saklanmış bir düşünce vardı sanki. Ardından birkaç saniye sessizlik oldu. Nefes aldı, derin, neredeyse iç çekmeye yakın bir nefes.

Onu izliyordum.

Gözleri hâlâ önündeki kahve fincanına takılmıştı. Buharı yavaşça yükselen o fincanda, düşüncelerini izler gibiydi. Parmakları fincanın kenarına dokunuyor ama kaldırmıyordu.
Sanki bir zaman diliminin içinde duruyordu. Ve ben de onunla birlikte o zamanın içine çekiliyordum.

Sonra başını kaldırdı. Bakışları bana döndüğünde zaman bir anlığına durdu gibi oldu.

Gözlerimin içine baktı, doğrudan. Ne bir beklenti vardı ne de bir açıklama arayışı. Sadece bir varlık.

Ve devam etti:
“Bazen hayat, birini tam zamanında karşınıza çıkarır.”

Bu cümle, içimde bir yere saplandı ve uzun süre oradan çıkmadı. Kulağımda değil, sanki göğsümün içinde yankılandı.

Haklıydı.
Hayat, onu tam zamanında karşıma çıkarmıştı.

Ama henüz bilmediğim şey şuydu:
Zamanı belirleyen bendim. Ama oyunu kuran o gibiydi.

Bu his, rahatsız edici olmasa da huzur vermekten uzaktı.
Kendimi tuhaf bir oyunun içinde hissetmeme neden olmuştu.
Kurallarını bilmediğim, sonunu kestiremediğim bir oyun...

Zaten bu aralar her şeyi yanlış anlamaya, alınganlığa meyilliydim. Böyle bir zamanda karşıma çıkan bu genç adamın kafasını, kendi içimde büyüyen saçma düşüncelerle karıştırmak niyetinde değildim.
Kendi kendime de yeterince saçmalayabiliyordum.

Kahvem bitmişti. O ise hâlâ yarısındaydı. Ama konuşmak istemiyordu belli ki. Belki de sadece orada oturmam yeterliydi.
Birlikte geçirilen zaman her zaman sözcüklere ihtiyaç duymazdı.

Kalktı.
Kısa bir vedayla, hafif bir baş selamıyla kapıya yöneldi.

Ben yerimden kıpırdayamadım.
Kapıdan çıkarken bir an durdu, dönmedi ama ellerini cebine sokup başını hafifçe eğdi.
Bir duraksamaydı bu ya da bana öyle geldi.

Arkasından uzun bir süre baktım. Duruşu, yürüyüşü... Hiçbiri tanıdık değildi.

Sadece gözlerinde gördüğüm bir bakış...
İşte o, çok tanıdıktı.

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.469
  • 16.293
  • 3.469
  • 16.293
# Dün, 23:07:51
KIYAMETİ ÇAĞIRMAK-8. BÖLÜM

Kütüphaneden çıktığımda hava kararmaya başlarken biraz da serinlemişti.
Sokak lambaları yanmaya, kaldırımda soluk gölgeler bırakmaya başlamıştı. İnsanlar telaşsız, sessizdi.

Kimse acele etmiyor gibiydi. Ben de etmiyordum. Beni tanımayan biri, sıradan bir günün sonunda eve dönen bir adam görebilirdi.
Ama içimdeki hal sıradan değildi.
Henüz adı konmamış bir geçmiş, yeni yeni kımıldıyordu.

Asaf.
Sesi, duruşu, o cümle:
“Bazen hayat, birini tam zamanında karşınıza çıkarır.”
Sözleri kulağımda değil, sanki göğüs kafesimde yankılanıyordu.
Nefes aldıkça büyüyen bir boşluk gibi.

Evime vardığımda anahtarı kapıya takarken bir an durdum. Kapının yüzeyindeki küçük çiziğe gözüm takıldı. Her gün oradaydı ama ilk defa fark ediyormuşum gibi hissettim.

Bazı şeyleri geç fark ediyorduk. Belki de ancak bazı şeyleri yaşayacak hâle geldiğimizde görebiliyorduk.

Işıkları açmadan oturdum.
Pencereden dışarı baktım. Camın dışındaki şehir, kendi sessiz akışında devam ediyordu. Sanki hiçbir şey olmamış gibi. Zaten hep öyle olmaz mıydı? Senin yaşadıkların sana ne kadar büyük ve ağır gelse de dışarıda seni ve yaşadıklarını umursamayan bir hayat akıp gitmez miydi? Benim dışımda herkesin bir rutini, bir dengesi var gibiydi.

Ama benim içimde bir şey, artık o ana ait değildi.
Başka bir zaman, başka bir yaşanmışlık dolanıyordu damarlarımda.

O bakış.

Asaf’ın gözlerindeki tanıdıklık, hafızamın erişemediği bir yerden çıkmış gibiydi.

Bazen bir bakış, yıllarca kapanmayan bir defteri yeniden açar. Bazen o bakış istemeden elini bırakmak zorunda kaldığın bir çocuğun gözlerinde gördüğün şeydir ya da affedilmeyi umduğun bir geçmişin seni ilk ziyareti...

Bu bir sızı değildi.
Bu, unuttuğumu sandığın bir geçmişin, beni hâlâ hatırlıyor olmasıydı.
Ben...ben onu tanıyor gibi değil, onu unutmuşum gibi hissediyordum.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK