İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı Tolstoyevski

  • B Grubu
  • 24.726
  • 258.482
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 24.726
  • 258.482
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 08 Eyl 2012 14:43:30
FOTOĞRAFA BAKTIĞINIZDA EE NE VAR BUNDA ŞİMDİ DİYORSUNUZ?

200 metrede altın ve bronz madalya kazanan Amerikalı iki siyah atletin, Tommie Smith ve John Carlos’un siyah deri eldivenli yumrukları havada, başları önde posteri yıllarca hayal dünyamızı ve asıl oda duvarlarımızı süslemişti.

İtiraf ediyorum ki, Aynur Çağlı’nın o muhteşem haberini okuyana kadar aynı karede önde duran, gümüş madalyalı Avustralyalı beyaz atlete hiç dikkat etmemişim. Adı Peter Norman imiş...

İşte bu atlet geçen hafta öldü. Haberin ve konunun tekrar gündeme gelmesinin sebebi budur.

Gelelim hikayeye...

Mexico City’de 200 metre finali koşulmuş. Amerikalı (siyah) atletler Tommie Smith ile John Carlos birinci ve üçüncü gelirken, ikinciliği Avustralyalı (beyaz) Peter Norman kazanmış.

Madalya töreni için bekledikleri sırada, Carlos, Peter Norman’ın yanına gelerek sormuş:

- İnsan haklarına inanıyor musun?
- Evet, inanıyorum.
- Peki ya Tanrı’ya?
- Bütün kalbimle...

Bunun üzerine, iki siyah atlet kafalarındaki eylem planını açıklamışlar, Norman tereddütsüz katılmış:

- Ben eyleminizi destekleyeceğim, bana ne yapmam gerektiğini söyleyin!

İlk defa, o günler için müthiş bir provokasyon hatta devrim sayılacak bir eylem planlıyor iki genç adam: Amerika’daki ırk ayrımcılığını ve siyahlara reva görülen fakirliği ve ikinci sınıf vatandaşlığı protesto edecekler... Ama nasıl?

Fikir Norman’dan geliyor: bir çift siyah deri eldiven buluyorlar, sağ tekini Tommie, sol tekini John eline geçiriyor; fakirliği sembolize etmek için çıplak ayakla kürsüye çıkıyorlar, başları kederle öne eğik, sıkılı yumruklarını havaya kaldırıyorlar. Önlerinde duran beyaz atlet Peter Norman da, dayanışmasını göstermek için kalbinin üstüne ‘İnsan Hakları İçin Olimpiyat Projesi Hareketi’nin kokartını iğneliyor.

Amerikan milli marşı çalarken plan icra ediliyor ve eylem koyuluyor.

Ve tabii (hatırlıyorum) dünya birbirine giriyor. Amerika ayağa kalkıyor. Olimpiyatlar bile gölgede kalıyor, dünya gazeteleri yumrukları havada siyah atletlerin fotoğrafını birinci sayfadan veriyor...

Amerikan Olimpiyat Komitesi iki siyahın spor kariyerini o saniye bitiriyor. Eylem amacına ulaşmış, Amerika’daki zenci azınlığın durumu dünya gündemine girmiştir. Smith ve Carlos spor hayatlarını (ve buna bağlı olarak geleceklerini) feda etmişler ama dünya tarihine geçmişlerdir. Dünyadaki yüz milyonlarca ezilmiş siyahın ilahı haline gelmişlerdir.

Peki ya Avustralyalı beyaz Peter Norman?

Meslektaşım Aynur’un anlattığına göre, Norman’ın da hayatı kararmış.

Tommie Smith diyor ki:

“Peter, bir beyazdı. O günlerde siyahların haklarını savunma cesareti gösteren, onurlu ve belkemiği sahibi beyaz çok azdı. Peter, Avustralya’ya döndüğünde kimse yüzüne bakmadığı gibi, herkes tarafından yargılandı. Onun da atletizm kariyeri bitti, spor çevrelerinden dışlandı. Tehditler, işsizlik ve tecrit nedeniyle öyle sıkıntılı günler yaşadık ki, üçümüzün de ilk evliliği sona erdi.”

Avustralya Devleti Norman’ı ölene kadar affetmemiş ama... Norman intikamını mezara götürmüş: 1968 Olimpiyatları finalinde ikinci olurken kırdığı 200 metre Avusturalya rekoru hâlâ, 38 yıl sonra kırılamamış.

Ölene kadar süren ‘eylem kardeşliği’...

İki amerikalı ve bir Avustralyalı ‘lanetli’ atletin o gün başlayan ‘eylem kardeşliği’ ve dostlukları ömür boyu sürmüş. Aradan geçen 38 yıl boyunca, yazışmışlar, buluşmuşlar, görüşmüşler.

Ta, geçen hafta, Peter Norman evinin bahçesinde kalp krizi geçirip 64 yaşında ölene kadar.

Ve şimdi, fotoğrafın sağına tekrar bakın

Melbourne’de yapılan cenaze töreni. ‘Onurlu beyaz atlet’ Peter Norman’ın tabutu, Tommie Smith (solda) ve John Carlos’un omuzlarında ..

Çevrimdışı Tolstoyevski

  • B Grubu
  • 24.726
  • 258.482
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 24.726
  • 258.482
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 11 Eyl 2012 23:33:58
Antik bir Hint masalı vardır, çok eski ama çok büyük bir öneme sahip bir öyküdür.

Çok büyük ama aptal bir kral sert zeminin ayağını acıttığını söyleyip tüm krallığın sığır derisiyle kaplanmasını emretmiş. Ancak sarayın maskarası bu fikre kahkahalarla güldü; o bilge bir adamdı. Dedi ki: “Kralın fikri en basitinden komik.”

Kral çok kızmıştı ve maskaraya dedi ki: “Bana daha iyi bir seçenek göster yoksa öldürüleceksin.”

Maskara, “Efendim küçük bir sığır derisi parçasını kesip ayağınızı kaplayın” dedi. Ve ayakkabılar bu şekilde doğdu.

Bütün dünyayı sığır derisiyle kaplamaya gerek yok; sadece ayağını kaplamak tüm dünyayı kaplar. Bilgeliğin başlangıcı budur. ''

Osho

Çevrimdışı hayal_mavisi

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 258
  • 199
  • 258
  • 199
# 12 Eyl 2012 00:01:55
Yaşlı bir adam emekliye ayrılır ve kendine bir lisenin yanında küçük bir ev alır. Emekliliğinin ilk bir kaç haftasını huzur ve sessizlik içinde geçirir ama sonra ders yılı başlar.


Okulların açıldığı ilk gün, dersten çıkan öğrenciler yollarının üzerindeki her çöp bidonunu tekmelerler, bağırıp, çağırarak. Bu çekilmez gürültü günler sürer ve yaşlı adam bir önlem almaya karar verir...

      Ertesi gün çocuklar gürültüyle evine doğru yaklaşırken, kapısının önüne çıkar, onları durdurur ve, "Çok tatlı çocuklarsınız, çok da eğleniyorsunuz. Bu neşenizi sürdürmenizi istiyorum sizden. Ben de sizlerin yaşındayken aynı şekilde gürültüler çıkarmaktan hoşlanırdım, bana gençliğimi hatırlatıyorsunuz. Eğer her gün buradan geçer ve gürültü yaparsanız size her gün 1 dolar vereceğim" der.


Bu teklif çocukların çok hoşuna gider ve gürültüyü sürdürürler. Birkaç gün sonra yaşlı adam yine çocukların önüne çıkar ve onlara şöyle der, "Çocuklar enflasyon beni de etkilemeye başladı, bundan böyle size sadece 50 sent verebilirim."Çocuklar pek hoşlanmazlar ama yine devam ederler gürültüye.
Aradan bir kaç gün daha geçer ve yaşlı adam yine karşılar onları.
"Bakın" der, "Henüz maaşımı alamadım bu yüzden size günde ancak 25 sent verebilirim, tamam mı?"
"Olanaksız bayim" der içlerinden biri, "Günde 25 sent için bu işi yapacağımızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Biz işi bırakıyoruz."

:)

Çevrimdışı hayal_mavisi

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 258
  • 199
  • 258
  • 199
# 12 Eyl 2012 00:04:18
 Bir gün Avrupa”nın ünlü sanat merkezi kentlerinden birinde bir resim sergisini ezen çocuğun biri çok hoş bir tablo görür. Tablo çok hoşuna gider ama oldukça pahalı olduğunu fark eder ama kaç lira olduğunu tam kestiremez.
       Çocuk bu tabloyu bir sonraki sene annesinin doğum gününe almayı ister ve bir iş bulup kıt kanaat geçinerek biriktirdiği tüm para ile o sergiye gider. Şanslıdır tablo hala satılmamıştır. İçeri girer ve tabloyu bir süre yakından izledikten sonra resmi yapan sanatçıyı bulur ve ‘Annemin doğum günü için bu resmi satın almak istiyorum’ cebindeki tüm çıkarır ve “Sahip olduğum tüm paramda bu kadar.” der. Ressam bir süre düşündükten sonra. Resmi paketler ve resmi satar.
        Çocuk paketini alır ve teşekkür ederek çıkar.
Mağazada adamın arkadaşları da vardır ve saşkın saşkın sorarlar
       Çocuk paketini alır ve teşekkür ederek çıkar.
Mağazada adamın arkadaşları da vardır ve saşkın saşkın sorarlar
- Sen ne yaptın o resmin değeri milyonlar ederdi. Neden bu kadar cüzi bir rakama sattın?
Adam cevap verir:
Evet ben bu resme milyonlarını verecek bir sürü insan bulabilirdim.
Ancak tüm servetini bu resme verecek kaç kişi bulabilirdim...

Çevrimdışı also1

  • B Grubu
  • 1.543
  • 4.080
  • 1.543
  • 4.080
# 13 Eyl 2012 15:24:10
Dünyada bir anket yapilmiş sadece bir soru sorulmuş?
soru:

 'Lütfen dünyanın geri kalan kismındaki yiyecek eksikliğine bir çözüm ile ilgili kişisel görüşünüzü dürüstçe belirtiniz.'

 Anket büyük bir başarısızlıkla sonuçlanmış. Çünkü;

 Afrika´da insanlar 'yiyecek' kelimesinin ne anlama geldiğini bilmiyorlar...

 Batı Avrupa´da insanlar 'eksiklik' kelimesinin ne anlama geldiğini bilmiyorlar....

 
Dogu Avrupa´daki insanlar 'kişisel görüş'ün ne anlama geldiğini bilmiyorlar...

 Orta Doğu´da insanlar 'çözüm'ün ne anlama geldiğini bilmiyorlar.

Güney Amerika´daki insanlar 'lütfen' kelimesinin ne anlama geldiğini bilmiyorlar...

 İsrail´deki insanlar 'dürüstlük' kelimesinin ne anlama geldiğini bilmiyorlar...
 
İŞTE BÖYLE BİR DÜNYA İÇİN BÜTÜN ÇABAMIZ.....

Çevrimdışı senizkarasah

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.500
  • 26.516
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 5.500
  • 26.516
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 14 Eyl 2012 22:24:48
BARIŞ MANÇO'NUN KÜSTAH SUNUCUYA CEVABI
 

Barış Manço Fransa'da bir televizyon kanalının canlı yayınına konuktur...
Küstah bir sunucu vardır ve Barış Manço ile dalga geçmektedir...
Sürekli, " İşte Türk, yani barbar, vahşi vs... " demektedir...
 
Barış Manço daha fazla dayanamaz ve sunucuya " yanınızda kâğıt para var mı? " diye sorar!Bu soruya sunucu şaşırır ve " evet var ama n'olacak " der... Barış Manço ısrar edince sunucu cebindeki kâğıt paraları çıkartır...
 
Bu olaydan az önce Barış Manço canlı yayında "Anahtar" adlı şarkısını söylemiştir... Bu şarkının bir bölümü şöyledir: " Beş Akif- bir Saat Kulesi, iki Kule-bir Fatih, beş Fatih-bir Mevlana, İki Mevlana-bir Sinan" (Barış Manço / Anahtar şarkısı / Darısı Başınıza Albümü / 1992). Bu şarkı bir matematik sorusudur ve şarkıda adı geçen kişiler o dönemdeki Türk parası olan banknotların arkasında fotoğrafı olan kişilerdir...
 
Barış Manço sunucuya sorar: " Bu paranızda fotoğrafı olan kişi kim? "
 
Sunucu: "General......." Barış Manço diğer paralardaki fotoğrafları olan kişileri de sorar, sunucunun verdiği cevaplar hep aynıdır, "General.......", "Amiral...........", "Komutan............." Sunucunun bu "falanca General, falanca Amiral, falanca Komutan" cevabından sonra, bu sefer de Barış Manço cebinden Türk paralarını çıkarır...
 
Sunucuya der ki:
 * Bu parada fotoğrafı olan kişi Mehmet Akif Ersoy'dur. Şairdir...
 * Bu fotoğraftaki kişi Mevlana'dır. Düşünürdür...
 * Bu paradaki fotoğrafı olan kişi Fatih Sultan Mehmet'dir. Adaletin sembolüdür...
 * Bu paradaki kişi ise Atatürk'tür. "Yurtta barış, dünyada barış" diyen kişidir...
 Bizim paralarımız bunlar...
 * Biz Türkler ince ruhlu, kibar, medeni insanlar olduğumuz için paralarımızın arkasına "şairlerimizin", "düşünürlerimizin","bilim adamalarımızın" fotoğraflarını bastık...
 Siz Fransızlar kendiniz barbar, vahşi olduğunuz için paralarınızın arkasına hep savaş Adamlarının fotoğraflarını basmışsınız!" der...
 
Barış Manço'nun bu müthiş cevabından sonra televizyon yöneticileri Canlı yayını keserler ve spikeri yayından alırlar, başka bir sunucu yerine gelir ve canlı yayın yeniden başlar, yeni sunucu Barış Manço'dan ve Türklerden özür diler, programa böylece devam edilir..

Çevrimdışı Tolstoyevski

  • B Grubu
  • 24.726
  • 258.482
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 24.726
  • 258.482
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 14 Eyl 2012 22:28:16
Şeniz öğretmenim Barış Manço en sevdiğim sanatçıların başında gelir. Boşluğu asla dolmayacak müthiş bir insandı. Ruhu şad olsun. Mekanı cennet olsun.

Çevrimdışı hayat 2

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.110
  • 7.616
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.110
  • 7.616
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 16 Eki 2012 23:30:34
EĞER İLERDE BİRGÜN KEŞKE DEMEK İSTEMİYORSAN.3 ŞEYİ DOĞRU SEÇ..!! EŞİNİ,İŞİNİ,ARKADAŞINI..!!!

İyi evladım var diye güvenme: EVLENDİRMEDEN...
İyi komşum var diye güvenme: Büyük DERDE düşmeden...
İyi arkadaşım var diye güvenme: Başına BELA gelmeden...
İyi eşim var diye güvenme: HASTALANIP yatağa düşmeden...
İyi kardeşim var diye güvenme: Araya MADDİYAT girmeden...
İyi mahsülüm var diye güvenme: Ambarına BUĞDAY girmeden...
İyi dostum var diye güvenme: Araya DOST görünen biri girmeden.....!!!


Çevrimdışı frkn-0417

  • Çalışkan Üye
  • ***
  • 11
  • 150
  • Matematik Öğretmeni
  • 11
  • 150
  • Matematik Öğretmeni
# 18 Eki 2012 15:25:10
Mürşitleri, üç pervaneye ateşi öğretmekteymiş.Birinci pervaneye hitaben demiş ki:"Hadi uç ateşe doğru. Git ve tez vakitte geri dön. Bakalım bize ne haberler getireceksin?"Heyecanla uçmuş birinci pervane ateşe. Çok geçmeden, gidişinin bin misli heyecanla geri dönmüş."Efendim!" demiş mürşidine. "Ateş öyle bir şey ki, görünce gözlerim kamaştı. Karanlık dünyam ışıdı! Çok muazzam bir şey bu ateş dedikleri!"

"Bu gördü!" demiş mürşit.

İkinci pervaneyi göndermiş ateşi öğrenmeye. Hayli gecikme ile geri dönmüş ikinci pervane. Birinci pervaneyi aşkın bir heyecan ve sersemlik, sarhoşluk içinde anlatmış:

"Efendim! Ateşe o kadar yaklaştım ki! Işığı gözlerimi kamaştırmakla kalmadı, sıcaklığı yüzümü yaladı. Bu sıcaklıktan adeta sarhoş oldum, kendimden geçtim. Toparlanmam uzun sürdüğü için dönmekte geciktim."

"Bu bildi!" demiş pervanelerin mürşidi.

Son pervaneyi uçurmuş ateşe.

Beklemişler, beklemişler, beklemişler... Geri dönen olmamış.

"Bu da yaşadı!" diye mırıldanmış mürşit.

Ateşi merak eden pervanelerin öyküsüydü bu. Ateşe uçan, ateşi gören, ateşi bilen, yaşayan... Ateşin aşkına yanıp kül olan...

Ateşi yutan pervane görülmüş müdür? İçindeki ateş dışındakine denk olan? Yandıkça ateşe hasreti artan? Kalbindeki ateşin ışığından gözleri kamaşarak, dışındaki ateşi görmeden dalan?

Çevrimdışı hercaihoca

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.388
  • 6.328
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.388
  • 6.328
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 01 Kas 2012 20:02:10
RÜZGAR İLE YAPRAK DOST OLDULAR

Artık rüzgâr savurmuyordu yaprağı.
- Söyle dostum, nereye istersen oraya götüreyim seni" dedi rüzgâr yaprağa.

Yaprak düşündü taşındı, aklına hiçbir şey gelmedi. Tekrar sordu rüzgâr:
- Hadi söyle seni istediğin yere taşıyayım.

Tekrar düşündü yaprak, aklına yine bir şey gelmedi...
- ''Bilmiyorum rüzgâr kardeş, aklıma hiçbir şey gelmiyor. Sen söyle ?'' dedi.

Rüzgâr:
- Gideceğin yeri bilmedikten sonra rüzgâr dostun olsa da neye yarar..
   Savrulur gidersin!  dedi ve bildiği gibi esti tekrar. Yaprak yine savruldu...

Bu sefer savuran üstelik de dostuydu...
 

Çevrimdışı hercaihoca

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.388
  • 6.328
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.388
  • 6.328
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 01 Kas 2012 20:09:37
KİRLİLİK...

Esas kirlilik, dışta değil içte, kisvede değil kalpte olur.
Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır.
Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.

Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken sen HİÇ ol. Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl çömleği tutan dışındaki biçim değil, içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil, hiçlik bilincidir.

Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar.

Şayet Tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sende korku ve utanç içindesin çoğunlukla.

Yok eğer Tanrı dendi mi evvele aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.

Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. "Aman sakın kendini" diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği: "bırak kendini, ko gitsin!"

Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!


Tebrizli Şems / Mevlâna...

Çevrimdışı hercaihoca

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.388
  • 6.328
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.388
  • 6.328
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 03 Kas 2012 19:49:48
Karar Vermenin Bilgeligi



Köyün birinde bir yaşlı adam varmış.. Çok fakir.. Ama kral bile onu kıskanırmış.. Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki.. Kral at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış..

"Bu at, bir at değil benim için.. Bir dost.. İnsan dostunu satar mı" dermiş hep..  Bir sabah kalkmışlar ki, at yok..

Köylü ihtiyarın başına toplanmış..
"Seni ihtiyar bunak.. Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler..

İhtiyar "Karar vermek için acele etmeyin" demiş.. Sadece 'At kayıp' deyin. Çünkü gerçek bu.. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.."

Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler. Ama aradan 15 gün geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş.. Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine.. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.

Köylüler, ihtiyar adamın etrafına toplanıp özür dilemişler..
"Babalık" demişler.. "Sen haklı çıktın.. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için.. Şimdi bir at sürün var.."

"Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar.. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.. Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?.."

Köylüler bu defa ihtiyarla dalga geçmemişler açıktan ama, içlerinden "Bu herif sahiden gerzek" diye geçirmişler.. Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış.

Köylüler gene gelmişler ihtiyara..
"Bir kez daha haklı çıktın" demişler. "Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok.. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler..

İhtiyar "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş. "O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu.. Ötesi sizin verdiğiniz karar.. Ama acaba ne kadar doğru.. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez.."

Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkan yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş.

Köylüler, gene ihtiyara gelmişler..
"Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer.."

"Siz erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar.. Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde.. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor."

Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlarmış, etrafına anlattığında:
"Acele karar vermeyin. O zaman sizin de herkesten farkınız kalmaz. Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz."

Lao Tzu

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.412
  • 177.324
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 17.412
  • 177.324
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 04 Kas 2012 14:49:01
Babam;
Bir gün bana:
__Sağ elini aç bakayım.
Arapça rakamlarla kaç yazıyor, oku !
Açtım baktım Arap rakamlarıyla 81 yazıyordu.

Sol avucunu aç;
Onda ne yazıyor?” dedi.
Açtım, onda da 18 yazıyordu. 81 ' Le 18' i topla dedi.
Topladım 99.

Bu rakam sana neyi hatırlatıyor? diye sordu.
Tabiki Allah’ın 99 sıfatı ! diye cevapladım.
Peki 81’den 18’i çıkarınca kaç kalıyor?
Elbette 63.

Peki bu sana neyi çağrıştırıyor? diye sordu.
Düşündüm!
Aklıma hemen Resulullah Efendimizin ''ömür yaşı'' geldi.
Peygamberimiz 63 yaşında ömür yaşını doldurmuştur.

Bana dönerek:
" Allah milyarlarca insanın avucuna bu ilâhî mührü vurmuştur.
Bu asla tesadüf olamaz.
Tesadüf olsaydı birkaç insanın avucunda olurdu."dedi.



Tesadüf diye bir şey yoktur, Tevafuk vardır. RÂBBİM, hepimize ibret almayı nasip eylesin inşallah...

Çevrimdışı kereta

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.363
  • 5.760
  • 2.363
  • 5.760
# 06 Kas 2012 12:34:02
 Hayattaki seçimlerimiz(mutlaka okuyun)

Jerry, çevresindekilerin çok sevdiği insanlardan biriydi. Keyfi her zaman yerindeydi. Her zaman söyleyecek olumlu bir şey bulurdu. Hatta bazen etrafındakileri çıldırtırdı bile.

Bu adam, bu halde bile nasıl iyimser olabiliyor? Birisi nasıl olduğunu sorsa; "Bomba gibiyim" diye yanıt verirdi hep...
"Bomba gibiyim."
Jerry bir doğal motivasyoncuydu...

Yanında çalışanlardan biri, o gün, kötü bir günündeyse, Jerry yanına koşar, duruma nasıl olumlu bakılacağını anlatırdı.

Bu tarzı fena halde düşündürüyordu beni... Bir gün Jerry'ye gittim. Anlayamıyorum dedim.. Nasıl olur da, her zaman, her koşulda bu kadar olumlu bir insan olabiliyorsun... Nasıl başarıyorsun bunu?

Her sabah kalktığımda kendi kendime Jerry bugün iki seçimin var:
Havan ya iyi olacak, ya kötü.. derim.

Havamın iyi olmasını seçerim. Kötü bir şey olduğunda gene iki seçimim var:
Kurban olmak, ya da ders almak.

Ben başıma gelen kötü şeylerden ders almayı seçerim. Birisi bana bir şeyden şikayete geldiğinde, gene iki seçimim var... Şikayetini kabul etmek ya da ona hayatın olumlu yanlarını
göstermek. Ben hayatın olumlu yanlarını seçerim.

Yok yahu, diye protesto ettim. Bu kadar kolay yani? Evet.. Kolay dedi Jerry.. Hayat seçimlerden ibarettir. Her durumda bir seçim vardır. Sen her durumda nasıl davranacağını seçersin. Sen insanların senin tavrından nasıl etkileneceklerini seçersin. Sen havanın, tavrının
iyi ya da kötü olmasını seçersin... Yani sen, hayatını nasıl yaşayacağını seçersin!..

Jerry'nin sözleri beni oldukça etkiledi. Onu, uzun yıllar görmedim. Ama, hayatımdaki talihsiz olaylara dövünmek yerine, seçim yapmayı tercih ettiğimde hep onu hatırladım.

Yıllar sonra, Jerry'nin başına çok tatsız bir şey geldi. Soygun için gelen hırsızlar, paniğe kapılıp, Jerry'yi delik deşik etmişler... Ameliyatı 18 saat sürmüş, haftalarca yoğun bakımda kalmış.
Taburcu edildiğinde, kurşunların bazıları hala vücudundaymış.

Ben onu, olaydan altı ay sonra gördüm. Nasılsın? diye sorduğumda, Bomba gibiyim dedi
Bomba gibi. Olay sırasında neler hissettin Jerry dedim. Yerde yatarken, iki seçimim var diye düşündüm... Ya yaşamayı seçecektim, ya ölümü.. Ben yaşamayı seçtim.

Korkmadın mı, şuurunu kaybetmedin mi ?
Ambülansla gelen sağlık görevlileri harika insanlardı. Bana hep İyileşeceksin merak etme dediler.
Ama acil servisin koridorlarında sedyemi hızla sürerlerken, doktorların ve hemşirelerin yüzündeki
ifadeyi görünce ilk defa korktum. Bu gözler bana; Bana adam ölmüş diyordu. Bir şeyler yapmazsam, biraz sonra ölü bir adam olacaktım gerçekten...

Ne yaptın? diye merakla sordum..
Kocaman bir hemşire yanıma yaklaştı ve bağırarak herhangi bir şeye alerjim olup olmadığını sordu...
Evet diye yanıt verdim.. Var.. Doktorlar ve hemşireler merakla sustular.. Derin bir nefes alarak kendimi toparladım ve bağırdım: Benim kurşunlara alerjim var !..

Doktorlar ve hemşireler gülmeye başladılar. Tekrar bağırdım... Ben yaşamayı seçtim. Beni bir canlı gibi ameliyat edin. Otopsi yapar gibi değil..

Jerry, sadece doktorların büyük ustalıkları sayesinde değil, kendi olumlu tavrının büyük
katkısı ile yaşadı. Yaşaması bana yeni ders oldu.

Hergün, hayatımızı dolu dolu yaşamayı seçme şansımız ve hakkımız olduğunu ondan öğrendim..
Ve her şeyin kendi seçimimize bağlı olduğunu..

Çevrimdışı hercaihoca

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.388
  • 6.328
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.388
  • 6.328
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 11 Kas 2012 21:34:57
İnsanlar kimi zaman akılsız, mantıksız ve ben-merkezci olurlar.
Yine de onları sevin.
İyilik yaptığınızda insanlar sizi bencilce amaçlar taşımakla suçlarlar.
Yine de iyilik yapın.
Başarılı olduğunuz takdirde sahte dostlar ve gerçek düşmanlar kazanabilirsiniz.
Yine de başarılı olun.
Bugün yaptığınız iyilik yarın unutulabilir.
Yine de iyilik yapın.
Dürüstlük ve şeffaflık sizi kırılganlaştırabilir.
Yine de dürüst ve şeffaf olun.
Kurmak için yıllarınızı harcadığınız şey bir gecede yerle bir olabilir.
Yine de kurun.
Gerçekten yardımcı olmak istediğiniz kişiler yardımınıza saldırganlıkla karşılık verebilir.
Yine de yardımcı olun.
Dünyaya elinizdekilerin en iyisini verin, bu yüzden incitilebilirsiniz.
Yine de dünyaya elinizdekilerin en iyisini verin.
Dünya çatışmalarla doludur.
Yine de huzuru seçin.

 

 
 Steven W.VANNOY.   

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK