İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 23 Ağu 2015 20:39:09
Nuşirevan Adil için bir av yerinde bir avı kebap edeceklermiş, fakat tuz yokmuş. Bir parça tuz getirmek için uşaklardan birini köye göndermişler. Nuşirevan uşağı çağırıp tuzu para ile al ta ki köyden tuz almak hükümetçe bir adet olup köy harap olmasın, diye tembih etmiş. Nuşirevan’ın yanında bulunanlar: “Bir parça tuzdan ne fenalık çıkar” demişler. Nuşirevan: “Zulmün esası dünyada evvela azmış. Sonra her gelen bir parça artırmakla bugün ki dereceyi bulmuştur.” demiş.

Çevrimdışı natal

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.303
  • 880
  • Lise Branş Öğrt.
  • 2.303
  • 880
  • Lise Branş Öğrt.
# 23 Ağu 2015 21:00:37
 Sonra egitim sistemi 4+4+4 oldu

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.313
  • 223.573
  • 28.313
  • 223.573
# 24 Ağu 2015 13:40:01
CENNETE UÇMAK
Bir hafta sonu üç yaşındaki oğlumla denize girmiş, denizin tadını çıkarıyorduk... Ta ki oğlumun koluna kollukları takıp onun elini bırakana kadar. İşte o an üç yaşındaki oğlum çığlık çığlığa ortalığı birbirine katmaya başladı. Baba beni bırakma diye ağlıyor, yaygaralar kopartıyordu. Oysa birkaç saniye sonra elini tekrar tutacaktım. Amacım kolluklarıyla tek başına suyun üzerinde durmasını sağlamaktı.
Oğlum, babasına güvenip, ona teslim olmak yerine yaygaralar koparmayı seçti. Bunu yaparken içinde bulunduğu duruma bakıyor, boğulacağını, kötü bir şeyler olacağını düşünüyordu. Oysa tek yapması gereken babasına teslim olmaktı.
Babası elbette onun iyiliğini düşünüyor, bu yüzden de onun ellerini bırakıyordu. Sonucunda kolluklarıyla su üzerinde durmayı öğrenecek, daha çok eğlenecek, daha güvenli olacaktı. Ama bu üç yaşındaki aklıyla bunları düşünemiyor sadece ağlıyor, haykırıyor, bağırıp, çığlıklar atıyordu.
Sonra oğluma bakarak kendi halimizi düşündüm. Bizler de başımıza gelen en küçük musibette üç yaşındaki bir çocuk gibi davranmıyor muyuz diye sordum kendime. Hemen kötü senaryolar kuruyor, yaygaralar koparıyor, ofluyor, pufluyor, hatta bazen isyan ediyoruz.
Durumumuzu o anki duruma göre değerlendiriyor, bu musibetin kimden geldiğini unutuyoruz. Musibet dediğimiz o şeyin bizim için hayırlar doğurabileceğini unutuyoruz. Allah’a teslim olmuyor, tevekkül etmiyoruz. Her durumu evham yapıyor, “acaba şöyle mi olacak, bunu böyle yaparsam şöyle mi olur, öyle yapmasaydım da böyle mi yapsaydım?, keşke şöyle olsaydı da böyle olmasaydı…” gibi cümleler kurarak hayatımızı bir zindana çeviriyoruz.
Bizi Yaradan'ın bizim için iyi olanı istediğini unutuyoruz. Oysa Allah’a teslim olsak ve O’ndan gelen her şeye razı olsak sırtımızdaki bu yüklerin hepsinden kurtulur, rahatlarız. Böyle yaptığımız takdirde Bediüzzaman’ın 23.sözde dediği gibi saadet-i ebediyeye girmek için Cennete uçabiliriz.
Yazar:
Mustafa Eren Akçağlar
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Çevrimdışı yaar23

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.393
  • 37.752
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 3.393
  • 37.752
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 25 Ağu 2015 11:10:55
 
İNSANLAR KAÇA AYRILIR?

- Gel oğlum. Kalk bakalım tahtaya, sana bir sorum var.
- Buyrun, sorun öğretmenim
- Canlılar kaça ayrılır?
- Dörde ayrılır öğretmenim.
- Bana yanlış gibi geldi ama say bakalım..
- Bitkiler,Hayvanlar,İnsanlar,Çocuklar.
- Çocuklarda insan değilmi oğlum?
- Haklısınız, o zaman canlılar üçe ayrılır öğretmenim
- Peki, şimdi yeniden say bakalım..
- Bitkiler, Hayvanlar ve çocuklar..
- Oğlum insanlara ne oldu?
- Kalplerinde sevgiyi yeşertip düşünebilenleri hep çocuk kaldılar, diğerleri de hayvanlaştılar öğretmenim ...

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.313
  • 223.573
  • 28.313
  • 223.573
# 25 Ağu 2015 21:17:21
YANLIZ SEKİZ DAKİKAN VAR...

Hikâyede anlatılan efsaneye göre bir kadın, bir gün kucağındaki çocuğu ile
birlikte bir mağaranın önünden geçerken içeriden gelen bir ses duyar:

"İçeri gir ve ne istersen al, ama en mühim olanı unutma! Ayrıca:
Sen çıktıktan sonra kapının bir daha asla açılmayacağını da dikkate
al... Ancak bu fırsatı kaçırma, ama yine de en mühim şeyi unutma..."
diyor, durmadan ikaz ediyordu.

Kadın mağaraya girer ve büyük bir servetle karşılaşır. Yığınla altın ve mücevherleri görünce
şaşkına döner ve çocuğunu yere bırakarak hemen büyük bir hırsla mücevherleri toplamaya başlar.
Bu sırada o esrarengiz ses yine duyulur:

"Yalnız sekiz dakikan var..."

Sekiz dakika çabuk geçer. Kadın toplamış olduğu kıymetli taşlar
ve altınlarla birlikte mağaranın dışına koşar ve kapı kendiliğinden
kapanır... Bu sırada çocuğunu içerde unutmuş olduğunun farkına varır, ama
iş işten çoktan geçmiştir. Ağlamak, sızlamak, dizini dövmek, saçını-başını yolmak fayda vermez.
Kapı bir kere daha açılmamak üzere kapanmıştır.

Zenginlik uzun sürmez, ama ümitsizlik hep yaşar.
Aynı şey çoğu zaman çoğu insanın başına da gelir.
Bu dünyada yaklaşık 80 senelik ömrümüz vardır ve bir ses daima bize:

"Sakın en mühim şeyi unutma!" der gibidir.

Mühim olan açık, net bir şekilde bellidir, o da: "Ebedi hayatı kazanmak..."tır.
Kaybedilme ve riske sokamayacağımız şeyler:
Manevi değerler, doğru inanç, doğru arkadaş, doğru çevre, doğru aile, hakiki dostlar ve sana ayrılan sınırlı hayattır.
Maalesef biz en mühim şeyleri çoktan unutmuşa benziyoruz...

Çevrimdışı yaar23

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.393
  • 37.752
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 3.393
  • 37.752
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 26 Ağu 2015 09:29:37
Adam Olmazsan

Sırf şekille ruhi bir derinliğe ulaşılamayacağına dair Bayezîd-i Bistamî’den şu kıssa meşhurdur:
Müridlerinden biri:
“Kürkünüzden bir parça verseniz de teberrüken üzerimde taşışam!…”
Bayezîd cevaben:
“Oğlum, sen adam olmazsan, Bayezîd’in kürküne değil, derisini yüzüp, içine girsen fayda vermez!” buyururlar.

Çevrimdışı yaar23

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.393
  • 37.752
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 3.393
  • 37.752
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 26 Ağu 2015 09:32:40
Tenkid

Şeyh Sadi-i Şirazî anlatıyor. Çocukken gece ibadetine heveslenir, namaz kılar, Allah’a dua edermiş. Bir gün herkesin uyuduğu saatlerde Kur’an okurken, uyanık olan babasına:
– Neden geceyi uykuyla geçiriyor, kalkıp iki rekat namaz kılmıyorlar? demiş. Babası:
– Uyanık kalıp başkalarını çekiştireceğine keşke sen de uyusaydın, diye çıkışmış.

* * *

   Başkalarının küçük iyiliklerini büyük, kendi büyük hayırlarını küçük görmek fazilettir. Ve insan başkasının büyük hatasını küçük, kendi küçük hatasını büyük görmelidir. Kalbinde boşluk olmayan başkalarının noksanını, ayıbını araştırmaz.

Çevrimdışı yaar23

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.393
  • 37.752
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 3.393
  • 37.752
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 27 Ağu 2015 09:06:43
Hz. Ömer (r.a.) ile Misafiri

Halife Ömer misafirlerine her zaman bizzat kendisi hizmet ederdi. Bir gün sahabilerden biri O’nun bu güzel hareketinin sebebini merak etti ve sonra da, “Ey Ömer, siz mü’minlerinizin hizmetlerini adamlarınıza da gördürtebileceğiniz halde, bizzat kendiniz görmekten zevk duyuyorsunuz. Bunun sebeb ve hikmeti ne ola?” diye sorar.
Hz. Ömer şöyle cevap verir: Peygamber’i şöyle derken duydum: “Misafirin bulunduğu yerde melekler saygılarından ayakta dikilirler.” İşte ben de melekler ayakta dururken oturup çakılmaktan utanıyorum. Onun için misafire bizzat kendim hizmet ediyorum.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.313
  • 223.573
  • 28.313
  • 223.573
# 27 Ağu 2015 10:57:25
Genç adam iyi bir terziymiş. Bir dikiş makinesi ve küçücük bir dükkanı varmış. Sabahlara kadar uğraşıp didinir ama pek az para kazanırmış. Çok soğuk bir kış gecesi dükkanı kapatırken elektrik sobasını açık unutmuş ve çıkan yangın onun felaketi olmuş.

Artık ne bir işi varmış ne de parası. Günler boyu iş aramış ama bulamamış. Yük taşımış, bulaşıkçılık yapmış, yine de evinin kirasını ödeyecek kadar para kazanamamış. Sonunda ev sahibinin de sabrı taşınca, küçük bir bavula sığan eşyalarıyla sokakta bulmuş kendini.

Mevsim kış, hava ayaz olsa da genç adamın köşedeki parktan başka gidecek yeri yokmuş. Bir sabah iş arayacak derman bulamamış bacaklarında. Açlıktan ve soğuktan bitkin bir şekilde bankta otururken, kocaman bir araba yanaşmış kaldırıma. Arka kapıyı açmaya çalışan şoförü kızgınlıkla yana itmiş arabadan inen yaşlı adam, "yalnız bırakın beni, parkta dolaşırsam belki sinirim geçer" diye söylenmiş.

Zengin bir işadamı olduğu her halinden belli olan ihtiyar, birkaç adım attıktan sonra bankta titreyen terziyi görmüş. Terzi, adamın üzerindeki paltoya bakıyormuş dikkatle. Birden siniri geçiveren ihtiyar, "zavallı adamcağız kim bilir nasıl üşüyordur, ona nasıl yardım etsem acaba?" diye düşünmeye başlamış. Oysa terzinin düşlediği paltonun sıcaklığı değilmiş. O, çok kalın ve kaliteli bir kumaştan üretilen bu paltonun sahibine hiç de yakışmadığını ve onun vücuduna uygun şekilde dikilmediğini düşünüyormuş. Yaşlı işadamı terzinin yanına yaklaşıp, "ne o evlat, bu ayazda parkta donmuşsun. İstersen paltomu sana verebilirim" deyince, "hayır, teşekkür ederim. Ben sadece bu paltonun size göre olmadığını düşünüyordum. Kumaşı fazla kalın ve sizi olduğunuzdan şişman göstermiş" diye yanıt vermiş terzi.

Yaşlı adam bu cevabı alınca hayli şaşırmış. Çünkü o da üzerindeki paltoya onca para ödediği halde kendisine bir türlü yakıştıramıyormuş. "soğuktan titrerken nasıl böyle bir şeye dikkat edebiliyorsun?" diye soran yaşlı adam, "ben terziyim" yanıtını alınca "benimle gel, hayat hikayeni yolda anlatırsın" diyerek arabaya bindirmiş bizim terziyi.

Bu karşılaşma, terzinin hayatındaki dönüm noktası olmuş. Böyle yetenekli bir insanın işsiz ve evsiz kalmasına çok üzülen iyiliksever yaşlı adam, terziye bir dükkan açmasına yetecek kadar para vermiş. Bunun karşılığında tek istediği kendi giysilerini bu genç adamın dikmesiymiş. Terzi yeniden bir işe hem de kendi işine başlamanın heyecanıyla deliler gibi çalışmaya başlamış. Bu arada yaşlı işadamı da desteğini esirgemiyor, onu kendi çevresinden zengin kişilerle tanıştırarak yeni siparişler almasını sağlıyormuş.

Küçük dükkan önce kocaman bir modaevine dönüşmüş, sonra da pek çok ünlü marka için üretim yapmaya başlamış. Terzi artık "ünlü işadamı" diye anılır olmuş. Bir gün ihtiyar adam onu ziyarete gitmiş. Terzi çok büyük bir iş bağlantısı yapmak üzere yurt dışına gidecekmiş ve uçağa yetişmesine az bir zaman varmış. Biraz sohbet ettikten sonra yaşlı adam birden fenalaşmış, kalp krizi geçiriyormuş. Hemen bir ambulans çağırılarak hastaneye kaldırılmış. Yeni işadamımız ise büyük işi kaçırmak istemediği için uçağa yetişmiş.

Yaşlı adam krizi atlatmış ve uzun süre hastanede yatmış, bir yandan da sadece bir kez telefon ederek durumunu soran terziyi bekliyormuş. Fakat terzi daha çok para kazanmak için oradan oraya koştururken bir türlü yaşlı adamı ziyarete gidememiş. Aradan o kadar uzun bir süre geçmiş ki bu sefer de utancından yaşlı adamın kapısını çalamaz olmuş. Bir süre sonra terzinin işleri yolunda gitmemeye başlamış. Fabrikalarını kapatmak zorunda kalmış ve elinde kala kala yine küçücük bir dükkan kalmış.

Utana sıkıla yaşlı adama koşmuş hemen nerede hata yaptığını sormak için. Son derece kırgın olan ihtiyar yine de onu kabul etmiş ama anlatacağı öyküyü dinledikten sonra hemen çıkıp gitmesini istemiş. Ve başlamış anlatmaya: "bir zamanlar fakir bir oduncu varmış. Ormandaki bir kulübede yaşar ve odun keserek hayatını kazanırmış. Bir gün kulübesinde yangın çıkmış ve bu yangın bütün ormanı kül etmiş. O çevrede kimse ona güvenip iş vermeyince, çıkınını alan oduncu, eşeğine binip yola koyulmuş. Ağaçların arasında yürürken birinin kendisine seslendiğini duymuş. Başını kaldırınca konuşanın bir bülbül olduğunu görmüş. Bülbül ona "senin haline çok üzüldüm, şimdi öyle bir büyü yapacağım ki eşeğin çok güzel şarkı söylemeye başlayacak, sen de onunla gösteriler yapıp çok para kazanacaksın" demiş.

Gerçekten de eşek birbirinden güzel şarkılar söylemeye başlamış. Oduncu o şehir senin bu kasaba benim dolaşıp eşeğine şarkı söyletiyor ve herkes onları izlemek için birbiriyle yarışıyormuş. Oduncu ve şarkı söyleyen eşeği bütün ülkede ünlenmişler. Bir gün yine bir gösteriye yetişmek için koştururlarken, bülbülün yardım isteyen sesini duymuş oduncu. Bir kedi bülbülü yakalamış ve yemek üzereymiş. Şöyle bir duraklamış ama gösteriye gitmemeyi, onca parayı kaçırmayı gözü yememiş, arkasına bakmadan kaçmış oradan. Gösteri başladığında ise eşeği her zamanki gibi güzel şarkılar söylemek yerine sadece bir eşeğin çıkarabileceği sesleri çıkarmış. Oduncu kendisini şarlatanlıkla suçlayan izleyicilerin elinden canını zor kurtarmış. İşte o zaman bülbül ölünce büyünün bozulduğunu anlamış. Ben de senin bülbülündüm ve sen beni öldürdün, büyü de o yüzden bozuldu. Keşke güzel giysiler dikerken dostluk ipliğini koparmasaydın.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.313
  • 223.573
  • 28.313
  • 223.573
# 27 Ağu 2015 22:25:02
Yetiş İmdâdıma | Bir Kıssa Bin Hisse
Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve selem-‘in ashâbından Ebû Mı’lâk adında biri vardı. Bu zat başkaları ile ortaklık kurarak ticaret yapardı. Dürüst ve takvâ sâhibi biri idi. Bir defasında yine yola çıkmıştı.
Karşısına çıkan silahlı bir hırsız:
– Neyin varsa çıkar seni öldüreceğim, dedi. Ebu Mı’lâk:
– Maksadın mal almaksa al, dedi. Hırsız:
-Ben sâdece senin canını istiyorum, dedi. Ebu Mı’lâk:
– Öyleyse bana müsaade et de namaz kılayım dedi. Hırsız:
– İstediğin kadar namaz kıl, dedi. Ebu Mı’lâk namaz kıldıktan sonra üç defa şöyle duâ etti:
– Ey gönüllerin sevgilisi (Yâ Vedûd), ey yüce arşın sâhibi, ey dilediğini yapan Allâhım! Ulaşılmayan izzetin, kavuşulmayan saltanatın ve arşını kaplayan nûrun için beni şu hırsızın şerrinden korumanı istiyorum! Ey imdâda koşan Yetiş imdâdıma.
Ebu Mı’lâk duasını bitirir bitirmez, elindeki kargıyı kulakları hizâsında tutan bir süvârî peydâ oldu! Süvâri mızrağı hırsıza saplayıp onu öldürdü. Sonra da tâcire döndü. Tacir:
– Kimsin sen? Kimsin sen? Allâh seni vasıta kılarak bana yardım etti, diye sorunca süvari:
– Ben dördüncü kat semâ ehlindenim. İlk duânı yapınca semânın kapılarının çatırdadığını işittim. İkinci defa duâ edince gök ehlinin gürültüsünü işittim. Üçüncü defa dua edince, zorda kalan biri dua ediyor, denildi. Bunu duyunca Allâh’tan, onu öldürmeye beni memur etmesini istedim. Allâh Teâlâ da kabul etti ve geldim. Şunu bil ki, abdest alıp dört rek’at namaz kılan ve bu duayı yapan kimsenin, zorda olsun veya olmasın duası kabul edilir, dedi.
Kaynak; İbn-i Hacer, el-İsabe, IV, 182

Çevrimdışı yaar23

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.393
  • 37.752
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 3.393
  • 37.752
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 28 Ağu 2015 08:30:22
Adalet ve Tevazu

Emevi halifelerinin büyüğü Ömer b. Abdülaziz Hazretleri, devlet başkanlığı sırasında kul hakkı ve sosyal adalet hususunda çok titiz davranırdı. Gece çalışmalarında ayrı işlere tahsis ettiği iki kandili vardı. Bunlardan birini kendi özel işleriyle ilgili notları yazarken kullanır, öbürünü ise devlet ve millet işleriyle ilgili yazışmalarda kullanırdı. Halife, birden fazla gömleği olmayan, varlıksız biriydi.
Yakınlarından birisi Ömer b. Abdülaziz’e bir elma hediye göndermişti. O da elmayı biraz kokladıktan sonra sahibine geri gönderdi. Elmayı geri götüren görevliye şöyle dedi:
– Ona de ki, elma yerini bulmuştur.
Fakat görevli itiraz edecek oldu:
– Ey müminlerin başkanı! Rasulullah Aleyhisselâm hediye kabul ederdi. Bu elmayı gönderen de senin yakınlarındandır.
Halife cevap verdi:
– Evet ama, Rasulullah s.a.v.’e verilen hediye idi. Bize gelince, bize verilen hediyeler rüşvet olur.
Valilerin maaşlarını çok bol verirdi. Sebebini şöyle açıklardı:
– Valiler para sıkıntısı çekmezler, bütün ihtiyaçları karşılanırsa, kendilerini halkın işlerine vakfederler.
Bir gece halifenin yanında bir misafiri vardı. Kandilin yakıtı tükenmişti. Misafir dedi ki:
– Hizmetçiyi uyandıralım da kandilin yağını koyuversin.
– Hayır, bırak o uyusun. Ben ona iki ayrı işi yaptırmak istemem.
– Öyleyse ben kalkıp kandile yağ koyarım.
– Olmaz, misafire iş gördürmek yiğitlik sayılmaz.
Kendisi kalktı, kandilin yağını koyup yerine döndü ve şöyle dedi:
– Ben kalkıp iş yaparken de Ömer’im; gelip oturdum, yine aynı Ömer’im.
İki buçuk yıllık halifelik döneminde İslâm aleminde adaleti hakim kılmıştı. Büyük dedesi Hz. Ömer r.a. gibi adalet ve basiret sahibiydi. Henüz kırk yaşlarında iken onu çekemeyenler tarafından bin dinar altın para karşılığında hizmetçisi eliyle zehirlenmişti. Hizmetçisi suçunu itiraf ettiğinde, Ömer b. Abdülaziz, paraları adamdan alarak devlet hazinesine koymuş, kendisini serbest bırakmış, öldürülmekten kurtulması için de kaçmasını söylemişti. (el-Bidâye ve’n-Nihâye)

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.313
  • 223.573
  • 28.313
  • 223.573
# 29 Ağu 2015 08:53:00
Kendi halinde bir tüccardı. Bir gün kumaşları gemiye yükledi. Endonezya'ya gitti, oraya yerleşti. İşini orada devam ettirdi. Kumaşları kaliteliydi. Tam da halkın aradığı cinstendi. Kendisi de kanaat sahibi bir insandı. Kazancı az olsun, temiz olsun düşüncesindeydi. Bir gün geç geldi iş yerine. Eleman iyi bir kâr elde etmişti sattığı mallardan. Merak etti, sordu:
- Hangi kumaştan sattın?
-Şu kumaştan efendim.
-Metresini kaça verdin?
-On akçeye.
-Nasıl olur?" diye hayret etti,
-Beş akçelik kumaşı on akçeye nasıl satarsın? Bize hakkı geçmiş adamcağızın. Görsen tanır mısın onu?
Eleman gitti, müşteriyi buldu, getirdi. Dükkan sahibi müşteriyi karşısında görür görmez, helâllik istedi ve fazla parayı müşteriye uzattı. Müşteri şaşırmıştı. Böyle bir durumla ilk defa karşılaşıyordu.
-Ne demekti hakkını helâl et?
Olay kısa sürede dilden dile dolaştı. Çok geçmeden kralın kulağına kadar vardı. Sonunda kral kumaş tüccarını saraya çağırdı. Kral sordu:
-Sizin yaptığınız bu davranışı daha önce biz ne duyduk, ne de gördük. Bunun aslı nedir?
-Ben, dedi tüccar, bir Müslüman'ım. İslâm dini böyle emreder. Müşterinin bana hakkı geçmişti. Dolayısıyla kazancıma haram girmişti. Ben sadece bir yanlışı düzelttim.
Kral,
-İslâm nedir, Müslümanlık nedir? gibi peş peşe sorular sordu. Birer birer sorularını cevapladı. Kral ilk defa duyuyordu böyle bir dinin varlığını. Fazla zaman geçirmeden İslâm'ı kabul etti. Daha sonra kısa süre içinde de halk Müslüman oldu.
250 milyonluk nüfusa sahip olan bugünkü Endonezya'nın Müslümanlığı kabul etmesindeki sır sadece beş akçelik kumaştı. Yapılan tek şey vardı sadece: İnandığı gibi yaşamak, sahip olduğu güzellikleri çevresiyle paylaşmaktı. Efendimizin müjdesi herkese açık: "Doğru ve güvenilir tüccar, kıyamet gününde peygamberler, sıddıklar (doğrular) ve şehitlerle beraberdir." Yani, asıl etkili olan söz dili değil, hal diliydi. Konuşmaktan çok yaşamaktı. Anlatmaktan ziyade davranış dilinin devreye girmesiydi.
Kaynak : Mehmet Paksu, İman Hayata Geçince

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 29 Ağu 2015 23:01:05
MUTLULUK ÜZERİNE BİR KISSA
Çevresinde varlığı ile ün yapana mutsuz bir adam varmış. Eşiyle saray gibi bir yerde yaşarlarmış. İkisi de ne isterlerse alıyor, Nereye isterlerse gidiyor, gönüllerince eğleniyorlarmış. Adam ve eşi zaman gelmiş, artık kendilerini mutlu edecek bir şey bulamamışlar. Dünyanın bütün nimetleri ayakları altında ama mutlu değillermiş.
Bir Bilge kişisini huzuruna çıkmışlar. Bilgeye mutluluğun formülünü sormuşlar.
Bilge, onları dinledikten sonra şöyle demiş: „Mutsuzluktan kurtulmanın tek yolu, mutlu bir adamın gömleğini giymektir“.
. Adam ve eşi aramışlar, taramışlar; fakat mutlu birine rastlayamamışlar. Kimileri eşinden, kimileri yoksulluktan, kimileri de soğuktan yakınıyormuş. Çaresiz eve dönmeye karar vermişler.
O sırada bir evin önünden geçiyorlarmış. İçeriden birinin şöyle dua ettiğini duymuşlar:
– „Allahım, sana şükürler olsun. Bugüne dek ne istedimse verdin. Ben mutlu olmayayım da kim mutlun olsun? „
Bunun üzerine hemen içeri dalmışlar. İçerde diz çökmüş dua eden sırtında bir gömleği bile olmayan bir adam, yanında bir parça kuru ekmeği kemiren bir çocuk görürler.
Hepimiz, belki de zengin adam ve eşi gibi mutluluk gömleğini arıyoruz. Fakat bu beyhude bir çabadır.
Asıl mutluluk, belki de çıplak bir adamın şükür duasındadır, Belki de ayaklarında ayakkabı olmadığı halde sokakta sekerek oynayan bir yetim çocuğun ayakları altındadır.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.313
  • 223.573
  • 28.313
  • 223.573
# 30 Ağu 2015 14:59:47
Hikâyesi şöyleydi: Uzun yıllar kocasıyla birlikte bebek istemişler, yıllar sonra bir bebekleri doğmuş. Lakin bir hastalığa yakalanmış bebek. Boğazından sürekli bir hortuma bağımlı olarak yaşama mahkum olmuş. Tükürüğünü yutarken bile boğulabilirmiş ve bu yüzden gece gündüz 24 saat birisinin sürekli başında uyanık olarak beklemesi gerekliymiş. O kadın bir yıldır bebeği başında böyle bekliyormuş. Eşi işten gelince nöbeti devralıyor, yardım ediyormuş ve kendisi depresyon haplarıyla ayakta duruyormuş.
‘Ya Rabbim! Ne ağır bir imtihan! Canın çıksa evladını bırakıp uzaklaşamazsın. Tuvalete gitsen korku içerisinde aceleyle geri dönmeye çalışırsın, gözlerin yaslandığın yerde uykuya dalar, azıcık bir iniltiyle yerinden fırlarsın. Evden dışarıya çıkamazsın, pencereye bile yaklaşırken çekinirsin. Bilirsin ki gerektiği saniyede orada olmaz da müdahale edemezsen, bebeğin ihmalin yüzünden boğulacaktır. Sabır ver!’

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.871
  • 512.407
  • 32.871
  • 512.407
# 31 Ağu 2015 01:53:22
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Adam Olmazsan

Sırf şekille ruhi bir derinliğe ulaşılamayacağına dair Bayezîd-i Bistamî’den şu kıssa meşhurdur:
Müridlerinden biri:
“Kürkünüzden bir parça verseniz de teberrüken üzerimde taşışam!…”
Bayezîd cevaben:
“Oğlum, sen adam olmazsan, Bayezîd’in kürküne değil, derisini yüzüp, içine girsen fayda vermez!” buyururlar.

Çok doğru.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK