Sevdiğiniz Şiirler

Çevrimdışı Yorgun07

  • Çalışkan Üye
  • ***
  • 127
  • 40
  • 127
  • 40
# 08 Mar 2007 00:34:03
Çile
Gaiblerde bir ses geldi: Bu adam,
Gezdirsin boşluğu ense kökünde!
Ve uçtu tepemden birdenbire dam;
Gök devrildi, künde üstüne künde...

Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!
Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!
Sonsuzluk, elinde bir mavi tulbent,
Ok çekti yukardan, üstüme avcı

Ateşten zehrini tattım bu okun,
Bir anda kül etti can elmasımı.
Sanki burnum, değdi burnuna (yok)un,
Kustum, öz ağzımdan kafatasımı

Bir bardak su gibi çalkandı dünya;
Söndü istikamet, yıkıldı boşluk.
Al sana hakikat, al san rüya!
İşte akıllılık, işte sarhoşluk!

Ensemin örsünde bir demir balyoz,
Kapandım yatağa son çare diye.
Bir kanlı şafakta, bana çil horoz,
Yepyeni bir dünya etti hediye

Bu nasıl bir dünya, hikayesi zor;
Makânı bir satih, zamanı vehim.
Bütün bir kahinat muşamba dekor,
Bütün bir insanlık yalana teslim.

Nesin sen, hakikat olsan da çekil!
Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam!
Otursun yerine bende her şekil;
Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam!

***

Aylarca gezindim, yıkık ve şaşkın,
Benliğim bir kazan ve aklım kepçe,
Deliler köyünden bir menzil aşkın,
Her fikir içimde bir çift kelepçe.

Niçin küçülüyor eşya uzakta?
Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl?
Zamanın raksı ne bir yuvarlakta?
Sonum varmış, onu öğrensem asıl?

Bir fikir ki sıcak yarad kezzap,
Bir fikir ki, beyin zarında sülük.
Selam sana haşmetli azap;
Yandıkça gelişen tılsımlı kütük.

Yalvardım: Gösterin bilmeceme yol!
Ey yedinci gök, esrarını aç!
Annemin duası, düş de perde ol!
Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç!

Uyku, katillerin bile çeşmesi;
Yorgan, Allahsıza kadar sığınak.
Teselli pınarı, sabır memesi;
Size şerbet, bana kum dolu çanak.

Bu mu, rüyalarda içtiğim cinnet,
Sırrını ararken patlayan gülle?
Yeşil asmalarda depreniş, şehvet;
Karınca sarayı, kupkuru kelle...

Akrep nokta nokta ruhumu sokmuş,
Mevsimden mevsime girdim böylece.
Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş,
Fikir çilesinden büyük işkence.

***

Evet, her şey bende bir gizli düğüm;
Ne ölüm terleri döktüm, nelerden!
Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm,
Yetişir çektiğim mesafelerden!

Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz;
Yollar bir yumaktır, uzun ve dolaşık.
Her gece rüyamı yazan sihirbaz,
Tutuyor önümde bir mavi ışık.

Büyücü, büyücü ne bana hıncın?
Bu kükürtlü duman, nedir inimde?
Camdan keskin, kıldan ince kılıcın,
Bir zehir kıymak gibi, beynimde.

Lugat, bir isim ver bana halimden;
Herkesin bildiği dilden bir isim!
Eski esvaplarım, tutun elimden;
Aynalar söyleyin bana, ben kimim?

Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa,
Arzı boynuzunda taşıyan öküz?
Belâ mimarının seçtiği arsa;
Hayattan muhacir; eşyadan öksüz?

Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,
Bir zerreciğim ki, Arş'a gebeyim,
Dev sancılarımın budur kaynağı!

Ne yalanlarda var, ne hakikatta,
Gözümü yumdukça gördüğüm nakış.
Boşuna gezmişim, yok tabiatta,
İçimdeki kadar iniş ve çıkış.

***
Gece bir hendeğe düşercesine,
Birden kucağına düştüm gerçeğin.
Sanki erdim çetin bilmecesine,
Hem geçmiş zamanın, hem geleceğin.

Açıl susam, açıl! Açıldı kapı;
Atlas sedirinde mavera dede.
Yandı sırça saray, ilahi yapı,
Binbir avizeyle uçsuz maddede.

Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik;
Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur.
İçiçe mimari, içiçe benlik;
Bildim seni ey Rab, bilinmez bilinmez meşhur!

Nizam köpürüyor, med vakti deniz;
Nizam köpürüyor, ta çenemde su.
Suda bir gizli yol, pırıltılı iz;
Suda ezel fikri, ebed duygusu.

Kaçır beni ahenk, al beni birlik;
Artık barınamam gölge varlıkta.
Ver cüceye, onun olsun şairlik,
Şimdi gözüm, büyük sanatkarlıkta.

Öteler öteler, gayemin malı;
Mesafe ekinim, zaman madenim.
Gökte saman yolu benim olmalı;
Dipsizlik gölünde, inciler benim.

Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!
Heybem hayat dolu, deste ve yumak.
Sen, bütün dalların birleştiği kök;
Biricik meselem, Sonsuza varmak...







Necip Fazıl Kısakürek

Çevrimdışı Yorgun07

  • Çalışkan Üye
  • ***
  • 127
  • 40
  • 127
  • 40
# 08 Mar 2007 00:35:57
Bir Devrin Destanı
Oturdum, düşündüm, sebep ne neden?
Kızıla değil de, ala kıydılar.
Bazen Yunus, bazen Yavuz'ca giden,
Yolcuya kıydılar, yola kıydılar.

İlâhi bir aşkla tütüp dururken,
Ateşinde kızıl küfür erirken,
Işığı yarına müjde verirken,
Ocağa, ateşe, küle kıydılar.

Bu söz yeni değil, söylenmiş önce,
Diken yaranırmış deveye anca,
Deve çobanından bağban olunca,
Dikeni bırakıp güle kıydılar.

Allah için biri gerçeği görüp,
Dökmedi zehirin tasını kırıp,
Üstelik zehiri süngüye sürüp,
Ne tuhaf değil mi, bala kıydılar.

Baba evladına kıyar sanmazdım,
Zaten kıyan el olsa tınmazdım,
Önceden kıysalar yine yanmazdım,
Zafere bir adım kala kıydılar.

Ahte vefa var ya; umutmuş gardaş,
O umut ki bizi uyutmuş gardaş,
Baltalar sapını unutmuş gardaş,
Ormana, ağaca, dala kıydılar.

Çekilenler hayalimde yadımda,
Anlatmakla bitmez iki adımda,
Kırkdört'den seksen'e hesapladımda,
Otuzaltıbuçuk yıla kıydılar.

İnanan ne zaman olmuş ki mağlup?
Kıysalarda biziz yarın ki galip,
Lâkin oynunu oynadı "salip"
Uşakları, üç hilâle kıydılar.

Bu gerçeği Ârif olan söylüyor,
Kıyanın kurduğu plan söylüyor,
Kim derse ki; gaflet, yalan söylüyor,
Bunlar bize, bilee..bile kıydılar.

28 Eylül 1980


Ozan Arif

Çevrimdışı Yorgun07

  • Çalışkan Üye
  • ***
  • 127
  • 40
  • 127
  • 40
# 08 Mar 2007 00:37:40
Masal
Doğuda bir baba vardi
Batı gelmeden önce
Onun oğullari batıya vardı

Birinci oğul batı kapılarında
Büyük törenlerle karşılandı
Sonra onuruna büyük şölen verdiler
Söylevler söylediler babanın onuruna
Gece olup kuştüyü yastıklar arasında
Oğul masmavi şafağın rüyasında
Bir karaltı yavaşça tüy gibi daldı içeri
Öldürdüler onu ve gömdüler kimsenin bilmediği bir yere
Baba bunu havanın ansızın kabaran gözyaşından anladı
Öcünü alsın diye kardeşini yolladı

İkinci oğul Batı ülkesinde
Gezerken bir ırmak kıyısında
Bir kıza rastladı dağların tazeliginde
Bal arılarının taşıdığı tozlardan
Ayna hamurundan ay yankısından
Samanyolu aydınlığından inci korkusundan
Gül tütününden doğmuş sanki
Anne doğurmamış da gök doğurmuş onu
Saçlarını güneş destelemiş
Yıllarca peşinden koştu onun
Kavuşamadı ama ona
Batı bir uçurum gibi girdi aralarına
Sonra bir kış günü soğuk bir rüzgâr
Alıp götürdü onu
Ve ikinci oğulu
Sivri uçurumların ucunda
Buldular onulmaz çılgınlıkların avucunda
Baba yağmurlardan anladı bunu
Yağmur suları acı ve buruktu
İşin künhüne varsın diye
Yolladı üçüncü oğlunu


Üçüncü oğul Batıda
Çok aç kaldı ezildi yıkıldı
Ama bir iş buldu bir gün bir mağazada
Açlığı gidince kardeşlerini arayacaktı
Fakat batının büyüsü ağır bastı
İş çoktu kardeşlerini aramaya vakit bulamadı
Sonra büsbütün unuttu onları
Şef oldu buyruğunda birçok kişi
Kravat bağlamasını öğrendi geceleri
Gün geldi mağazası oldu onu parmakla gösterdiler
Patron oldu ama hala uşaktı
Ruhunda uşaklık yuva yapmıştı çünkü
Bir gün bir hemşehrisi onu tanıdı bir gazinoda
Ondan hesap sordu o da
Sırf utançtan babasına
Bir çek gönderdi onunla
Baba bu kağıdın neye yarayacağını bilemedi
Yırttı ve oynasınlar diye köpek yavrularına attı
Bu yüklü çeki
İyice yaşlanmıştı ama
Vazgeçmedi koyduğundan kafasına
Dördüncü oğlunu gönderdi Batıya

Dördüncü oğul okudu bilgin oldu
Kendi oymak ve ülkesini
Kendi görenek ve ülküsünü
Günü geçmiş bir uygarlığa yordu
Kendisi bulmuştu gerçek uygarlığı
Batı bilginleri bunu kutladı
O da silindi gitti binlercesi gibi
Baba bunu da öğrendi sihirli tabiat diliyle
Kara bir süt akmıştı bir gün evin kutlu koyunundan

Beşinci oğul bir şairdi
Babanın git demesine gerek kalmadan
Geldi ve batının ruhunu sezdi
Büyük şiirler tasarladı trajik ve ağır
Batının uçarılığına ve doğunun kaderine dair
Topladı tomarlarını geri dönmek istedi
Çöllerde tekrar ede ede şiirlerini
Kum gibi eridi gitti yollarda

Sıra altıncı oğulda
O da daha batı kapılarında görünür görünmez
Alıştırdılar tatlı zehirli sulara
içkiler içti
Kaldırım taşlarını saymaya kalktı
Ev sokak ayırmadı
Geceyi gündüzle karıştırdı
Kendisi de bir gün karıştı karanlıklara

Baba ölmüştü acısından bu ara

Yedinci oğul büyümüştü baka baka ağaçlara
Baharın yazın güzün kışın sırrına ermişti ağaçlarda
Bir alinyazısı gibiydi kuruyan yapraklar onda
Bir de o talihini denemek istedi
Bir şafak vakti Batıya erdi
En büyük Batı kentinin en büyük meydanında
Durdu ve tanrıya yakardı önce
Kendisini değiştiremesinler diye
Sonra ansızın ona bir ilham geldi
Ve başladı oymaya olduğu yeri
Başına toplandı ve baktılar Batılılar
O aldırmadı bakışlara
Kazdı durmadan kazdı
Sonra yarı beline kadar girdi çukura
Kalabalık büyümüş çok büyümüştü
O zaman dönüp konuştu :
Batılılar !
Bilmeden
Altı oğlunu yuttuğunuz
Bir babanın yedinci oğluyum ben
Gömülmek istiyorum buraya hiç değişmeden
Babam öldü acılarından kardeşlerimin
Ruhunu üzmek istemem babamın
Gömün beni değiştirmeden
Doğulu olarak ölmek istiyorum ben
Sizin bir tek ama büyük bir gücünüz var :
Karşınızdakini değistirmek
Beni öldürseniz de çıkmam buradan
Kemiklerim değişecek toz ve toprak olacak belki
Fakat değişmeyecek ruhum
Onu kandırmak için boşuna dil döktüler
Açlıktan dolayı çıkar diye günlerce beklediler
O gün gün eridi ama çıkmadı dayandı
Bu acıdan yer yarıldı gök yarıldı
O nurdan bir sütuna döndü göğe uzandı
Batı bu sütunu ortadan kaldırmaktan aciz kaldı
Hâlâ onu ziyaret ederler şifa bulurlar
En onulmaz yarası olanlar
Ta kalblerinden vurulmuş olanlar
Yüreğinde insanlıktan bir iz taşıyanlar

Sezai Karakoç

Çevrimdışı Yorgun07

  • Çalışkan Üye
  • ***
  • 127
  • 40
  • 127
  • 40
# 08 Mar 2007 00:41:00
Yokluğumun Resmi
Attığım her adım benden uzakta
Bastığım her yerde yokmuşum meğer
Çırpınırken 'ben' denilen tuzakta
'Ben' bana saplanan okmuşum meğer..

Aklım kumsal iken, ben toz paresi
Çıktıkça yükseğe, alçalır oldum..
Düşündüm, derdimin nedir çaresi
Susarak konuşmak, sonunda buldum..

Esrarlı vuslata bir adım kala
Hasretin vecdiyle, ben kement attım
Yürekte boğulmak, ne güzel bela
Battıkça kurtuldum, çıktıkça battım..

Görünmez cevheri buldum diyerek
Körlüğü kör ettim, deli bir taşla
Bilmeyi bilmeden, bildim diyerek
Boşluğu doldurdum, dolu bir boşla..

Nasılların sebebini sorarken
Sualimi cevapladım niçin'de
Çokluğumda yokluğumu araken
Yalnız kaldım yığınların içinde..

Satır, satır böldü beni heceler
Her kırkımı, kırka yardım savuştum
Boşluğumu kucakladı geceler
Sessizlikte, gürültüyle boğuştum..

Var'da yoku, haykırırken her seda
Aklım ki, aklımı başımdan aldı
O'na gidiyorum, bana elveda
Sonsuz olan sona, bir nefes kaldı..






Uğur Işılak

Çevrimdışı Yorgun07

  • Çalışkan Üye
  • ***
  • 127
  • 40
  • 127
  • 40
# 08 Mar 2007 00:42:39
Türkiyem, Anayurdum, Sebebim, Çarem!
Ben, kağnılarla yaylılarla büyüdüm geldim
Çocuk yüreğimi yakan türküler dinleye dinleye.
Mahzun kağnılarla, nazlı yaylılarınla
Ve tozlu yollarınla sevdim seni Türkiye!

O tezek topladığım kırlar, yaylalar...
Başına oturduğum, yemek yediğim atandır.
Türkiye'm, anayurdum, sebebim, çarem...
Taşına toprağına vurgunluğum bundandır...

Akşam karanlığıyla başlardı kurbağalar
Susar gökyüzü kadar, dinlerdim biteviye.
Gecemi besteleyen cırcır böceklerinle.
Kurbağa seslerinle sevdim seni Türkiye!

Bir Peygamber sofrasıydı soframız:
Biraz tandır ekmeği, biraz çökelik...
Yoksulluğunla da bağlandım kaldım sana
Mecnunlar gibi üstelik.

Yağmurlar başlayınca, odalarımız damlardı
Dizlerini döve döve ağlardı anam.
Şimdi kırkikindiler boyunca sırılsıklam
Küçük kerpiç evlerin çıkmaz aklımdan!

Türkiye'm! Hasretim! Kınalı türküm!..
İçiçe güzellik, uc uca kahır
Yüreğimi bin parçaya bölseler
Her parçası yine seni çağrışır.



Yavuz Bülent Bakiler

Çevrimdışı Yorgun07

  • Çalışkan Üye
  • ***
  • 127
  • 40
  • 127
  • 40
# 08 Mar 2007 00:45:27
Ya Muhammed
Arayı arayı bulsam izini
İzinin tozuna sürsem yüzümü
Hak nasip eylese görsem yüzünü
Ya Muhammed canım arzular seni

Ali ile Hasan, Hüseyin anda
Sevdası gönülde muhabbet canda
Yarın mahşer günü ulu divanda
Ya Muhammet canım arzular seni

Yunus meth eyledi seni dillerde
Dillerde dillerde hem gönüllerde
Arayı arayı gurbet ellerde
Ya Muhammed canım arzular seni

Yunus Emre

Çevrimdışı Yorgun07

  • Çalışkan Üye
  • ***
  • 127
  • 40
  • 127
  • 40
# 08 Mar 2007 00:50:03
DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİ

(BANA ÇİÇEK GETİRİN, DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİNİ BURAYA GETİRİN.
KÖY ÖĞRETMENİ ŞEFİK SIĞIN' IN SON SÖZLERİ)


Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
bütün çiçekleri getirin buraya,
öğrencilerimi getirin, getirin buraya,
kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer
bütün köy çocuklarını getirin buraya,
son bir ders vereceğim onlara,
son şarkımı söyleyeceğim,
getirin, getirin... Ve sonra öleceğim.


Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
kır ve dağ çiçeklerini istiyorum,
kaderleri bana benzeyen,
yalnızlıkta açarlar, kimse bilmez onları,
geniş ovalarda kaybolur kokuları...
Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri
hepinizi, hepinizi istiyorum, gelin görün beni,
toprağı nasıl örterseniz öylece örtün beni.


Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
afyon ovasında açan haşhaş çiçeklerini
bacımın suladığı fesleğenleri,
avluların pembe entarili hatmisini,
çoban yastığını, peygamber çiçeğini de unutmayın,
aman ısparta güllerini de unutmayın
hepsini, hepsini bir anda koklamak istiyorum.
Getirin, dünyanın bütün çiçeklerini istiyorum.


Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
ben köy öğretmeniyim, bir bahçıvanım,
ben bir bahçe suluyorum, gönlümden,
kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden,
ne güller fışkırır çilelerimden,
kandır, hayattır, emektir benim güllerim,
korkmadım, korkmuyorum ölümden,
siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin.


Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
baharda polatlı kırlarında açan,
güz geldi mi kopdağına göçen,
yörükler yaylasında toroslar da eğleşen,
muş ovasından, ağrı eteğinden,
gücenmesin bütün yurt bahçelerinden
çiçek getirin, çiçek getirin, örtün beni,
eğin türkülerinin içine gömün beni.


Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
en güzellerini saydım çiçeklerin,
çocukları, öğrencilerimi istiyorum,
yalnız ve çileli hayatımın çiçeklerini,
köy okullarında açan, gizli ve sessiz,
o bakımsız, ama kokusu eşsiz çiçek.
Kimse bilmeyecek, seni beni kimse bilmeyecek,
seni beni yalnızlık örtecek, yalnızlık örtecek.


Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
ben mezarsız yaşamayı diliyorum,
ölmemek istiyorum, yaşamak diliyorum,
yetiştirdiğim bahçe yarıda kalmasın,
tarumar olmasın istiyorum, perişan olmasın,
beni bilse bilse çiçekler bilir, dostlarım,
niçin yaşadığımı ben onlara söyledim,
çiçeklerde açar benim gizli arzularım.


Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
okulun duvarı çöktü altında kaldım.
Ama ben dünya üstündeyim, toprakta,
çile çektim, yalnız kaldım, ama yaşadım,
bilir bunu bahçeler, kayalar, köyler bilir.
Şimdi sustum, örtün beni, yatırın buraya,
dünyanın bütün çiçeklerini getirin buraya.

Çevrimdışı Eğitimci35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.562
  • 91.077
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.562
  • 91.077
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 08 Mar 2007 00:54:58
IHLAMURLAR ÇİÇEK AÇTIĞI ZAMAN


Dilimde sabah keyfiyle yeni bir umut türküsü
Kar yağmış dağlara, bozulmamış ütüsü
Rahvan atlar gibi ırgalanan gökyüzü
Gözlerimi kamaştırsa da geleceğim sana
Şimdilik bağlayıcı bir takvim sorma bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.



Ay, şafağa yakın bir mum gibi erimeden
Dağlar çivilendikleri yerde çürümeden
Bebekler hayta hayta yürümeden
Geleceğim diyorum, geleceğim sana
Ne olur kesin bir takvim sorma bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.



Beklesen de olur, beklemesen de
Ben bir gök kuruşum sırmalı kesende
Gecesi uzun süren karlar-buzlar ülkesinde
Hangi ses yürekten çağırırsa beni sana
Geleceğim diyorum, takvim sorma bana
Ihlamur çiçek açtığı zaman.



Bu şiir böyle doğarken dost elin elimdeydi
Sen bir zümrüd-ü ankaydın, elim tüylerine değdi
Sevda duvarını aştım, sendeki bu tılsım neydi?
Başka bir gezegende de olsan dönüşüm hep sana
Kesin bir gün belirtemem, n`olur takvim sorma bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.



Eski dikişler sökülür de kanama başlarsa yeniden
Yaralarıma en acı tütünleri basacağım ben
Yeter ki bir çağır beni çiçeklendiğin yerden
Gemileri yaksalar da geleceğim sana
Oniki ayın birisinde, kesin takvim sorma bana
Ihlamur çiçek açtığı zaman.



Bak işte, notalar karıştı, ezgiler muhalif
Hava kurşun gibi ağır, yağmursa arsız
Ey benim alfabemdeki kadim Elif
Ne güzellik, ne de tat var baharsız
Güzellikleri yaşamak için geleceğim sana
Geleceğim diyorum, biraz mühlet tanı bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.



Ihlamurlar çiçek açtığı zaman;
Ben, güneş gibi gireceğim her dar kapıdan
Kimseye uğramam ben, sana uğramadan
Kavlime sadıkım, sadıkım sana
Takvim sorup hudut çizdirme bana
Ben, sana çiçeklerle geleceğim
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.


Bahattin KARAKOÇ
 

Çevrimdışı Yorgun07

  • Çalışkan Üye
  • ***
  • 127
  • 40
  • 127
  • 40
# 08 Mar 2007 00:57:45
ÖĞRETMEN OLMAK İSTİYORUM

Ben öğretmen olmak istiyorum.
Ben, şairimin mısralarında dil,
Genç kızımın gergefinde nakış nakış gül,
Aşığımın sazında tel,
öpülesi bir el olmak istiyorum:
Ben, öğretmen olmak istiyorum...
Ben çaresizliğin filizlendiği yerde ümit,
Korkunun mayalandığı yerde yürek,
Güçsüzlügün güçlendiği yerde bilek olmak istiyorum:
Ben, öğretmen olmak istiyorum...
Şu öksüz yavruya sımsıcak kucak,
Şu yetim çocuğa yanan bir ocak,
Çorak topraklara yağan yağmur,
Azgın sular bende,
Mehmed'imin elinde çağlar açan kılıç,
Doktorumun elinde derman saçan neşter,
Mimarımın, mühendisimin elinde pergel, cetvel:
Ben ana, ben baba,
Ben Fatih, ben İbni Sîna,
Ben Mimar Sinan olmak istiyorum:
Ben öğretmen olmak istiyorum...
Ben, ressamımın elinde firça, tuvalinde renk,
Bestekârımın en içli şarkısında nağme,
Hattatımın, nakkaşımın elinde kalem:
Ben Hoca Ali Rıza,
Ben Itri Leyla Hanım,
Ben Karahisarî olmak istiyorum:
Ben öğretmen olmak istiyorum...
Ben öğretmen olmak istiyorum
Vatan evladına Türklügü öğretmek için,
Ben öğretmen olmak istiyorum
İstiklal Marşı'mı gururla söyletmek için,
Ben öğretmen olmak istiyorum
Milletimi "muasır medeniyet seviyesine" yükseltmek için ..
Ben zehirli mantarların
Deve dikenlerinin,
Ayrık otlarının boy attığı verimsiz bir toprak değil
Ben kırlarında elvan elvan çiçeklerin açtığı,
Dağlarında hür kuşların uçtuğu.
Pınarından susayanın içtiği,
Yollarından yiğitlerin geçtiği.
Çiftçisinin başak başak kardeşliği biçtiği
Bir vatan olmak istiyorum:
Ben öğretmen olmak istiyorum...
Ben Hakk'a yönelen alınlarda nur,
Vatan topraklarını çevreleyen sur,
Mehmetçiğin gögsünde "îman",
Gençliğimin damarında "asil kan";
Ben zulme eğilmeyen baş,
Ben Türklük için ağlayan gözlerde yaş,
Barışta güvercin, savaşta kartal olmak istiyorum;
Ben öğretmen olmak istiyorum...

II

Ben öğretmen olmasam diyorum!...
0 zaman kim öğretir güzel Türkçemi
Henüz anne diyen dillere,
Kim ögretir insanlığı duyguyu genç nesillere.
Kim öğretir büyüğünü saymayı.
Küçüğünü şefkat ile sevmeyi?
Ben öğretmen olmasam diyorum!
0 zaman su körpe fidan
Nasıl öğrenecek sert rüzgarlara göğüs germeyi,
Nasıl öğrenecek, çiçek açıp meyve vermeyi?
Su gelinlik kızım
Su bıyıkları yeni terleyen delikanlım
Kimden öğrenecek insan gibi sevilmeyi, sevmeyi,
Vatan için, millet için, bayrak için
Göz kırpmadan ölmeyi?
Ben öğretmen olmasam diyorum,
Kim dokuyacak kilimimi, halımı,
Kim işletecek madenimi, fabrikamı,
Kim alıp satacak ürettiğim malımı?
Ben öğretmen olmasam,
Kim yazıp okuyacak şiirimi, romanımı;
Kim yazıp okuyacak
Sıladan gurbete. gurbetten sılaya
Hasret taşıyan mektuplarımı?

III

Ben öğretmen olmalıyım diyorum
Çünkü vatanımı severim.
Çünkü bilirim vatan için ölmesini...
Alnımda şeref tacıdır
Tarihim, Cumhuriyetim, Türklüğüm...
Ben öğretmen olmalıyım diyorum;
Çünkü heyecan veriyor bana
Şu çeşme, şu kervansaray, şu cami, şu türbe;
Şu davul, şu zurna,
Şu halay, şu horon, şu bar, şu zeybek...
Bana heyecan veriyor
Anamın yazmasındaki oya, söylediği ninni, ağıt,
Tad alıyorum ekmeğimden, aşımdan
Gurur veriyor bana millî kültürüm...
Ben öğretmen olmalıyım diyorum;
Çünkü inaniyorum Allah'ıma,
İnaniyorum
"Beşikten mezara kadar oku" diyen Peygamberime,
İnaniyorum "Ne mutlu Türküm" diyen Atatürk" üme...
Ben öğretmen olmalıyım diyorum;
Çünkü biliyorum affetmesini,
Biliyorum asil duygularla insanları sevmesini
Ben öğretmen olmalıyım diyorum;
Çünkü inkar etmiyorum tarihimi
Hor görmüyorum geçmişimi,
Atalarım önümde en büyük rehber diyorum.
Çünkü ben özenmiyorum
İnsana, insanlığa saygı duymayan hiçbir fîkre,
Çünkü ben bel bağlamadım
örfüme, adetime, dînime ters düşen çirkinliklere...


IV

Sen öğretmen olmalısın kardeşim;
Sen namussun, vicdansın, adaletsin...
Sen müspet ilimsin kardeşim
Sen irfansın, inançsın geleceğimi aydınlatan...
Sen, buram buram tüten vatan sevgisi,
Sen, burcu burcu kokan Türklük duygususun.
Sen öğretmen olmalısın kardeşim,
Sen öğretmen olmalısın...
Biz öğretmen olmalıyız kardeşlerim;
Biz, görmeyenlere göz
Duymayanlara kulak,
Yürümeyenlere ayak olmalıyız...
Biz öğretmen olmalıyız kardeşlerim kızıyla, erkeğiyle
Layık olabilmek için
"Öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır" diyen Ulu Önder Atatürk'e...
Biz, şairlerimizin mısralarında dil,
Genç kızlarımızın gergeflerinde nakış nakış gül,
Aşıklarımızın sazlarında tel,
öpülesi bir el olmalıyız:
Biz öğretmen olmalıyız.

Çevrimdışı coffiner

  • B Grubu
  • 178
  • 185
  • 178
  • 185
# 08 Mar 2007 01:11:14
HAYIRSIZ


Haber göndermişsin görüşmek için,
Söyleyecek sözün mü var hayırsız?..
Yıllar sonrasında bu davet niçin?
İçerinde sızın mı var hayırsız?..

Küfreder gibiydi hâl-hatır sorman,
Bir selam verirdin, katlime ferman!
Ne zaman oldun ki derdime derman?
Çekilecek nazın mı var hayırsız?..

Daha kurumadan gözümde yaşlar,
Gelirsen, yeni bir sağanak başlar.
Darağacı gibi çatılmış kaşlar;
Canevimde gözün mü var hayırsız?..

Kan kustum yıllarca, belli etmedim;
''Kızılcık şerbeti'' deyip, gizledim.
Sayende ölümü bile özledim,
Azrail'le sözün mü var hayırsız?..

Kıvranırdım gözün gözüme değse,
Ya sınar, ya kınar o nasıl şey se...
Neticede kulum, hadi ben neyse;
Allah'ıma yüzün mü var hayırsız?..
                     

Çevrimdışı humeyra7

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.397
  • 4.170
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 2.397
  • 4.170
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 09 Mar 2007 21:49:57


KIRKINCI ODA
   
 
 Ne kadarınız gerçek sizin,
kırk odalı şatonuzun kırkıncı odasındaki
kilitler altında sakladığınız gerçek
duygularınızla,
gerçek düşüncelerinizin ne kadarı yansıyor
hayatınıza,
söylenmeyen neler var kuytularda,
hani kendinizden bile sakladığınız,
bir sinir kriziyle ya da büyük bir acıyla
yahut da muhteşem bir sevinçle kabuğunu çatlatıp da
ortalara dökülecek neler biriktiriyorsunuz
içinizde...???
Ne kadarınız kendi sahtekarlığınızın esiri?
Sevip de söyleyemediğiniz,
özleyip de açıklayamadığınız
ya da sevmeyip de sevginizin eksikliğini içinize
gömdüğünüz oluyor mu,
korkaklıklar var mı,
kalleşlikler var mı,
yoksa diplerde saklanan cesaretiniz bir işaret mi
bekliyor...???

Göründüğünüz insan mısınız siz,
yoksa bir define arayıcısı hazineler mi bulur
içinizde
ya da yıkılmış bir kentin harabelerini mi
taşıyorsunuz?
Derununuzda neler saklıyorsunuz?
Ne kadarınız gerçek sizin?

Ülkenizle ilgili düşüncelerinizi söylüyor musunuz,
yoksa başınızı belaya sokmayacak kadar akıllı mısınız,
gerçek düşüncelerinizi başbaşa konuşmalara mı
saklıyorsunuz,
açıkça konuşanları biraz aptal buluyor musunuz?

Günahlardan yapılmış hayaller var mı içinizde,
günahtan korktuğunuzdan bunları saklayıp
Tanrı'yı mı kandırmaya uğraşıyorsunuz?
Günahları sevmiyor musunuz, seviyor musunuz
yoksa...???

Uzun bir yolculuğa çıkar gibi
duygularınızla düşüncelerinizi denklere
sarıp da içlerinizde bir yerlere mi
yerleştirdiniz,
bir gün yolculuk bitince açmayı mı düşünüyorsunuz
aslında yolculuğun hiç bitmeyeceğini ve
denklerinizi
hiç açmayacağınızı bilerek...
Bir gün çıldırsanız da
bütün duygularınızla düşüncelerinizi açıkça
söyleseniz,
neler duyacağız sizlerden,
gizli palyaçolar mı çıkacak ortaya,
yoksa korkaklığın altında,
bir istiridyenin içinde büyüyen inciler gibi
büyümüş yiğitlikler mi?

Kızgınlıklarınız yok mu sizin,
öfkeleriniz, isyanlarınız?
Aşklarınız yok mu?
Kendi sahtekarlığınıza ne kadar esirsiniz?
Esaretten kurtulsanız da gerçekler dökülse ortaya,
kendinize şaşar mısınız,
hiç düşündüğünüz oluyor mu kırkıncı odada neler
var diye, hangi unutulmaya çalışılmış sevgililer,
dile getirilmeyen özlemler,
söylenmeye söylenmeye birikmiş öfkeler,
hangi boşvermişlikler,
hangi inkar edilmiş arzular yatıyor diplerde?

Ne kadarınız gerçek sizin?

Kimselerden korkmadığınız kadar korkuyor musunuz
kendinizden?
Şehrin ışıklarının bulutlara yansıdığı
turuncu pırıltılı külrengi bir gecede,
şimşeklerle boşanan yağmur başladığında
şatonuzun odalarında bir gezintiye çıkıyor musunuz,
ağır ağır yaklaşıp o kırkıncı odaya açıyor musunuz
kapıyı usulca, gördükleriniz ağlatıyor mu sizi,
bu kadar gerçeği o odada saklayıp,
hayatı yalandan yaşadığınızı farketmek nasıl bir
sarsıntı yaratıyor?
yoksa, ne gökyüzüne vuran ışıklar, ne yağmur, ne de
ıssız gece,
sizin kırkıncı odaya yaklaşmanızı sağlayamıyor mu,
korkuyor musunuz kendi gerçeklerinizden,
kırkıncı odanız size de mi kapalı,
kendi kendinize bile mahrem misiniz?

Ne kadarınız gerçek sizin?
Ne kadarınız kendi sahtekarlığına esir?
Bıktığınız olmuyor mu kendi yalanlarınızdan,
hiç kendinizden sıkıldığınız olmuyor mu,
kendinizi bir yerlerde terkedip de gitmek
istemiyor musunuz,
bütün yalanlarınızdan uzak bir yere?

Şöyle rahatça bütün duygularınızı,
bütün düşüncelerinizi söyleyebileceğiniz bir diyara,
kendinizi bile yanınıza almadan.

Ah aslında ben onu seviyordum diye ağlayacağınız
kimleri saklıyorsunuz koynunuzda,
yüksek sesle eleştirip de
içinizden hak verdiğiniz hangi düşünceler var,
kendinizi akıllı bulurken aslında gizlice kendi
korkaklığınızdan utandığınızın itirafını nerelerde
gizliyorsunuz?

Ne kadarınız gerçek sizin?
Ne kadarınız kendi sahtekarlığına esir?

Bunu hiç düşündüğünüz oluyor mu
yoksa bunu düşünmek bile yasak mı size?
Neler var kırkıncı odada?
Otuzdokuz odadan yapılmış hayatınızı,
kırkıncı odanın kapısını açmamak için yalandan mı
yaşıyorsunuz?
Niye yapıyorsunuz bunu?
Açsanıza kırkıncı odayı yağmurlu bir gecede
belki...
Belki de hiç açmazsınız,
kapalı bir odayla yaşarsınız bütün ömrünüzü,
kendinizden sıkılarak...  

Çevrimdışı cemre

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 99
  • 185
  • 99
  • 185
# 09 Mar 2007 21:54:33

KÜÇÜK İSTAVRİTİN ÖYKÜSÜ

 

Küçük istavrit, yiyecek bir şey sanıp
hızla atıldı çapariye
önce müthiş bir acı duydu dudağında
gümbür gümbür oldu yüreği,
sonra hızla çekildi yukarıya...

Aslında hep merak etmişti
denizlerin üstünü
neye benzerdi acep gökyüzü.
Bir yanda büyük bir merak,
bir yanda ölüm korkusu.

"Dudağı yarıklar" denir,
şanslıdır onlar, hani
görüpte gökyüzünü, insanı,
oltadan son anda kurtulanlar.

Ne çare balıkçının parmakları
hoyratça kavradı onu
küçük istavrit anladı; yolun sonu.
Koca denizlere sığmazdı yüreği.
Oysa, şimdi yüzerken
küçücük yeşil leğende,
cansız uzanıvermiş dostlarına
değiyordu minik yüzgeci.

İnsanlar gelip geçtiler önünden,
bir kedi yalanarak baktı gözünün içine
yavaşça karardı dünya,
başı da dönüyordu.
Son bir kez düşündü derin maviyi,
beyaz mercanı, bir de yeşil yosunu.

İşte tam o anda eğilip aldım onu.
Yürüdüm deniz kenarına
bir öpücük kondurdum başına,
iki damla gözyaşından ibaret sade
bir törenle, saldım denizin sularına.

Bir an öylece baka-kaldı
Sonra sevinçle dibe daldı.
Gitti tüm kederimi söküp atarak,
teşekkürü de ihmal etmemişti.
Bir kaç değerli pulunu
Elime, avuçlarıma bırakarak.

Balıkçı ve kedi şaşkın baktılar yüzüme.
Sorar gibiydiler, neden yaptın bunu, niye?
"Bir gün dedim, bulursam kendimi
yeşil leğendeki
küçük istavrit kadar çaresiz,
son ana kadar
hep bir umudum olsun diye..."


Serdar Sıralar

Çevrimdışı AKÖREN

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.045
  • 1.478
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 1.045
  • 1.478
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 10 Mar 2007 15:34:59
YOLA ÇIKINCA HER SABAH,
BULUTLARA SELAM VER.
TAŞLARA,KUŞLARA,
ATLARA,OTLARA,
İNSEANLARA SELAM VER.
NE GÖRÜRSEN SELAM VER.
SONRA ÇIKARIP CEBİNDEN AYNANI
BİR SELAM DA KENDİNE VER.
HATIRIN KALMASIN EL GÜN YANINDA
BU DÜNYADA SEN DE VARSIN!
ÜLEŞTİR DOSTLUĞUNU VARLIĞA,
BİR KISMI SENİ DE SARSIN.........

Çevrimdışı humeyra7

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.397
  • 4.170
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 2.397
  • 4.170
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 10 Mar 2007 21:00:53
Özlemek

Birden özleyiveriyorsunuz...
Çoktan unuttuğunuzu sandığınız
ya da yalnızca bir kere karşılaştığınız
ve özlemek için yeteri kadar tanımadığınız birini
bir sabah çılgınca özleyerek uyanıyorsunuz.

Rüyalarınız, içinizdeki o gizli, esrarını ele vermez büyücü,
siz çarşaflarınızın arasında,
bütün tehlikelerden uzak,
güvenle yattığınızı sandığınız bir anda,
usulca ruhunuza sokulup,
sizden habersiz oralara yığılmış cephanelikleri
birer birer ateşleyiveriyor.
İnfilaklarla sarsılarak uyanıyorsunuz.
Hayatınızda olmayan birini hayatınıza almak,
ona dokunmak,
onun sesini duymak için kıvranırken buluveriyorsunuz kendinizi...

Özlemek, o yakıcı istek,
bilinen herşeyi ve önem sırasını değiştiriveriyor.
Özlediğiniz ise çok uzaklarda...
Yanında olmasını istediğiniz halde
yanınızda olmayan bir tek kişi,
yanınıza bile yaklaşmadan,
hatta onu özlediğinizden
ve onu istediğinizden haberdar bile olmadan,
bütün hayatı,
bütün görüntüleri eritip
başka kılıklara sokuyor...AHMET ALTAN

Çevrimdışı elest

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 319
  • 1.846
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 319
  • 1.846
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 12 Mar 2007 19:18:40
BİR YÜREK Kİ YANMAZ! YÜREK DENİR Mİ ONA?
SEVMEK HARAM; YÜREĞİNDE ATEŞ OLMAYANA.
BİR GÜNÜNÜ SEVGİSİZ GEÇİRDİNSE; YAZIK!!
EN BOŞ GEÇEN GÜNÜN O GÜNDÜR İNAN BANA.....

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK