[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
YILMAZ ÖZDİL'in Köşe yazısı..
HALİMİZİN FOTOĞRAFI
2 gün önce Zonguldak'ta yaşlı bir kadın, beton mikserinin altında kalarak hayatını kaybetmişti. Polis, mikserin altındaki cesedin üzerini gazeteyle kapatırken, çevrede toplanan bazı kişilerin aşağıya doğru eğilip cep telefonlarıyla cesedi görüntülemeye çalışması dikkat çekmişti.
Hürriyet yazarı Yılmaz Özdil, gazetecilik mesleğinden anlamlı örnekler vererek, toplumun ve medyanın bu konuda nereden nereye geldiğini köşesinde yazdı.
İşte Özdil'in o yazısı
Müthiş buluş! İngilizce konuşmanın sırrı çözüldü. Nasıl mı? Tıklayın! HALİMİZİN FOTOĞRAFI
İşe, gece muhabiri olarak başladım. İlk imzalı manşetim, cinayetti. Zordu. Bi kadını, annesini, iki çocuğunu öldürmüşlerdi. Vesikalık fotoğraflarını alabilmek için, sivil polis ayaklarına yatarak girmiştim içeri, yatak odasındaki çekmecelerden albümleri yürütmüştüm. Başka çare yoktu. Çünkü, gazeteci falan giremezdi matem evlerine... Hatta mahalleye giremezdi.
EN AZINDAN ÖLÜYE SAYGI VARDI
Diri'ye olmasa bile... Ölü'ye saygı vardı en azından. Sonra? Sonra bi haller oldu bize. 80'li yılların sonlarına doğru, cinayet mahalline gitmemize gerek kalmadı. Cinayet mahalli bize gelmeye başlamıştı! Telefon ediyorduk, kurban'ın ailesi albümü koltuğunun altına koyup, koşa koşa getiriyordu. Tek şartları oluyordu... Haberde bizim de ismimiz geçecek di mi? Ayıp ediyorsun, ağlıyormuş gibi yaparsan, fotoğrafını bile koyarız diyorduk.
"CİNAYET OLDU, FOTOĞRAFLARI GETİREYİM Mİ"
Önceleri masrafı üstleniyor, araç gönderiyorduk. Baktık ki zaten teşne... Taksiye bin, gel demeye başladık. Komşular da gelip ağlıyormuş gibi yapsın diye, minibüs tutanı bile gördüm. 90'ların başında, zahmet edip telefon etmiyorduk artık... Cinayet oldu, fotoğrafları getireyim mi diye arıyorlardı. E memlekette cinayetler artmıştı, hangi birini basacağız... "Güzelse getir" demeye başladık. Manşeti sağlama bağlamak için, kurbanın gelinliğini getiren bile oluyordu.
ÖZEL TV ÇIKTI, GAZETELER KÜÇÜMSENDİ
90'ların sonuna doğru... Şımardı maktul aileleri. Özel televizyonlar çıktığı için, gazetelere yüz vermemeye başladılar. Küçümsüyorlardı, tirajın ne kadar ki? Haklılardı... Gazeteler kuru kuruya fotoğrafları basmaya çalışırken, televizyonlar şakır şakır öldürülen kızın düğününü, bıçaklanan adamın halı saha maçını, katledilen çocuğun sünnet videosunu yayınlıyordu. İşte görüyorsunuz sayın seyirciler, boğazını testereyle kestiği kıza bileziği böyle takmıştı katil, şöyle halay çekmişti filan.
"ÇOCUĞUNU NASIL ÖLDÜRDÜLER, ÇIK ANLAT.."
Milenyum geldi ardından. Video işi internete kayınca, özel televizyonlar yeni bi atraksiyon buldu. Evine canlı yayın aracı gönderelim, çocuğunu nasıl öldürdüler, çık anlat, teklifinde bulunuldu ana babalara... Kabul ettiler.
Küçük bi pürüz vardı... Canlı yayın araçlarının parasını sokaktan toplamıyorduk, pahalıya geliyordu. Çok istiyorsan, gel stüdyoya, spikere anlat demeye başladık. Onu da kabul ettiler.
PARA VERENE ÇIKMAYA BAŞLADILAR
Bu sefer başka bi pürüz çıktı. Özel televizyon sayısı 500 tane, kurban'ın ana babası, sadece iki kişi... Anne bana çıksın, baba sana çıksın, hadi kardeşi de şuna çıksın, en fazla üç kanal reyting alıyor, geriye kalanlar ayazda kalıyordu. Arz-talep meselesi yüzünden, karaborsa oluştu. Şu kadar para veriyorum diyene çıkmaya başladılar. Şu kadar para verenler çok izlenince, bu kadar veriyorum
diyenler çıktı. Tadını almışlardı. Para mara vermem diyenlerin hayatı güçleşmişti. En çok parayı kim ödüyorsa, en büyük anchorman o oluyordu.
CİNAYET ARTIK NORMALLEŞMİŞTİ
Sektör haline gelmişti. Komisyonla kurban ailesi ayarlayan aracılar peydah oldu. Başa çıkılacak gibi değildi. Görüldü ki, kerizleniyoruz... Patronlar musluğu kesti. Etik kural dümeniyle konsensüs sağlandı. Ölüm mölüm haberlerine para ödenmekten vazgeçildi. Zaten izlenmiyordu eskisi kadar. Okunmuyordu. Cinayetin hasosu bile, anca üçüncü sayfaya girebiliyordu. Biri birini cart diye bıçaklamış filan, kime ne? Normalleşmiş, rutinleşmişti.
İMDADA YİNE VATANDAŞ YETİŞTİ
Gel gör ki... Yaşanan süreç, başka bi pürüze yol açtı. Maktul yakınları tarafından, armut piş ağzıma düş, hazıra alıştırılan gazeteler, bunlara niye maaş ödüyoruz diye, polis muhabirlerini işten kovmuştu. Çok çarpıcı ölümler oluyor, muhabir olmadığı için haber atlanıyordu. İmdadımıza gene vatandaş yetişti... Cep telefonu icat olmuştu. İster gece yarısı, ister sabahın köründe, ister uçakta, ister denizde, hiçbir faciayı ıskalamıyor, anında çekip gönderiyordu.
BU FOTOĞRAFLAR MANŞET OLAMADI
Bakın, bu fotoğraflar mesela, dün hurriyet.com.tr'de yayınlandı... Bi kadıncağız beton mikserinin altında can vermiş, kadınlı-erkekli ahali, fotoğrafını çekmek için yarışıyor. Ki... Ölüyü, hatıra fotoğrafıyla ölümsüzleştirsinler, gazetelere olmasa bile, eşe dosta göndersinler. İşin ekstra enteresan tarafı, ajanslardan geçtiği halde, bu fotoğraf bile gazetelerde manşet olamadı, değer bulmadı. Haber olması için, kadını ezen şoförün çekmesi gerekiyordu herhalde!
VATANDAŞ-BASIN EL ELE
Halbuki, bana göre... Onca pisi pisine ölüm. Onca ihmal kurbanı. Şehit tabutları.
Kadın infazları. Diri diri yanan mahkûmlar. Oturma odasında boğulanlar. Cenaze resmi geçidinde... Vardığımız noktadır bu. Vatandaş-basın el ele... Normalleşiyoruz sanırken, anormalleşmiş ülkenin fotoğrafıdır.