Beril'in Sayfası- Kuzey Rüzgarı

Çevrimdışı VARIMM

  • Çalışkan Üye
  • ***
  • 34
  • 107
  • İngilizce Öğretmeni
  • 34
  • 107
  • İngilizce Öğretmeni
20 Ağu 2016 20:31:20
Merhaba öğretmenlerim,
9.sınıf öğrencisiyim ve bir hikaye yazıyorum. Yazdığım hikayeyi Wattpad sitesi üzerinden yayınlıyorum ancak eleştiren kesim çok az. Bu yüzden sizin de hikayemi okuyup nacizane eleştirilerinizi almak istiyorum. Teşekkür ederim.

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.871
  • 512.414
  • 32.871
  • 512.414
# 20 Ağu 2016 20:50:07
Merakla hikayeni bekliyoruz sevgili öğrencimiz. Başarılar dilerim.

Çevrimdışı VARIMM

  • Çalışkan Üye
  • ***
  • 34
  • 107
  • İngilizce Öğretmeni
  • 34
  • 107
  • İngilizce Öğretmeni
# 20 Ağu 2016 21:10:12

KUZEY RÜZGÂRI 1.BÖLÜM-KUMDAN KALE
  “Anne! Haydi, plaja gidelim. Ben bu otelde kalmaktan çok sıkıldım. Anne lütfen! Haydi, gidelim. Baba! Anneme bir şey der misin?” dedi Rüzgâr ailesine. Annesi cevap vermeyince babasını soru yağmuruna tutuyor, babası cevap vermeyince ise hem annesine hem de babasına hitaben konuşuyordu.
  Otelde kalmaktan çok sıkılmıştı Rüzgâr. Sıkıntıdan kime laf atacağını da şaşırmıştı. Otelde onlara ayrılan özel suitte bir aşağı bir yukarı koşuyordu. Ailesi onu plaja götürmemekte ısrarcıydı.
  Rüzgâr, ailesini bezdirme politikasını kullanarak ikna etmişti. Rüzgâr’ın en büyük silahıydı bezdirme politikası. Bezdirme politikası, bir konu hakkında çok konuşup insanı sıkmaya verilen addı. Rüzgâr bu politikayı ne zaman kullansa mutlaka ailesi bir yerden sonra “Tamam, istediğini yapacağız.” diyordu. Böyle yapmaları yanlıştı ama Rüzgâr’ın istediği şeyler de yapılması zor olan şeyler değildi.
  Rüzgâr, her çocuk gibi denize girmeyi severdi. Sadece dalga olduğu zamanlar giremiyordu denize. Bunun nedeni de dalgaların onu yutacağını düşünmesiydi.
  Annesi Rüzgâr’dan önce çıkmıştı kapıya. Normalde hep anneler en son çıkardı. Ama bu sefer ilk önce Gizem çıkmıştı. Odasının çaprazındaki odadan çıkan minik bir adam gördü Gizem. Sanırım o da denize gidiyor, diye düşündü. Çünkü altında deniz mayosu, üzerinde ise sadece bir tişört vardı. Bunu Rüzgâr’a söylemeliydi. Hatta belki tanıştırırdı da. Ama minik adamın ailesi gelip beraber denize gitmeselerdi.
  Rüzgâr geldiğinde annesi ona döndü. Ve şöyle dedi. Sesi mutlu bir şekilde çıkmıştı.
“Hani sen ‘Sıkılırım.’ diyordun ya, bak çapraz odamızda senin yaşlarında bir çocuk daha var. Biraz daha erken gelseydin tanışabilirdin, ama gittiler. Sonra mutlaka tanıştıracağım sizi.” Rüzgâr, hevesli hevesli başını salladı. Tanışabilirdi. Tabii kader ağlarını çabuk örmeseydi…
  Plaja giderken Rüzgâr’ın aklına denizin dalgalı olabileceği geldi. O an içinden inşallah deniz dalgalı değildir diye geçiriyor, bir de sesli olarak hiç susmadan tekrarlıyordu. Arabada radyo açık olduğu için ne annesi duyuyordu Rüzgâr’ı ne de babası...
   Rüzgâr için yol bitmek bilmedi. Aklında sadece bir soru vardı: Acaba deniz dalgalı mı?  Bu sorunun cevabını ancak denize vardığı zaman alacaktı, bunu biliyordu. Bu yüzden susmayı tercih etti. Zaten konuşurken çenesi ağrımıştı.
  Plaja vardıklarında Rüzgâr büyük bir umutla denize baktı. Baktığı an yüzünün düşmesi bir oldu. Deniz dalgalıydı. Üstelik dalgalar kıyıya öyle bir vuruyordu ki Rüzgâr denize girse dalgalar onu yutardı. Rüzgâr’ın denize girme hayalleri dalgalarla suya karışıyordu. Kıyıya vuran her bir dalga Rüzgâr’ın denize giremediğini yüzüne vuruyordu. En acısıysa denize gelmeyi en çok Rüzgâr’ın istemesiydi. Şimdiyse çok sevdiği denize giremiyordu. Hepsi dalgalar yüzündendi!
  Rüzgâr’ın annesi, kızının denize giremediğini fark ettiğinde eşine döndü:
  “Hayatım, Rüzgâr’ı denize sokmayı denesene. Belki sen yanında olunca girer.” Gizem de haklıydı. Kendi çapında çözüm üretmeye çalışıyordu.
  “Denerim aşkım ama biliyorsun Rüzgâr’ın inadını. Hem inat ediyor hem de korkuyor. Dalga olmasa giriyor zaten. Yine de sorayım.” dedi Ercüment. Hiç umutlu değildi Rüzgâr’ın kabul edeceğinden ama şans işte…
  “Rüzgâr, kızım haydi gel denize girelim. Biraz serinlemiş olursun hem de.” dedi Ercüment. Rüzgâr, babasına baktı. Gözleri ışıldamıştı. Ardından ışıldayan gözlerini dalgalı olan denize çevirdi ve Ercüment Rüzgâr’ın gözlerindeki ışığın nasıl söndüğünü izledi.
  Gizem’e döndü ve başını iki yana salladı. Gizem de arabanın bagajında bir şeyler arıyordu. Aradığı şey Rüzgâr’ın kum oyuncaklarıydı. Kum oyuncaklarının olduğu poşeti Ercüment’e gösterip eliyle zafer işareti yaptı. Ercüment de Gizem’in yıllardır hiç bitmeyen çocuksu neşesine hayrandı.
  Gizem, Rüzgâr’ın yanına gitti. Madem Rüzgâr denize giremiyordu, o zaman kumdan kale yapardı ve canı sıkılmamış olurdu. Kızına seslendi:
“Rüzgâr! Gel kızım, beraber kumla oynayalım, kumdan kale yapalım.” Rüzgâr’ın düşen yüzü anında ışıldamıştı. Sevinci yüzünden okunuyordu.
“Yaşasın kumdan kale!” diye bağırmıştı Rüzgâr. Kumdan kale yapmayı çok severdi.
  Hoplaya zıplaya annesinin kovasını ve diğer oyuncaklarını getirmesini beklemeye koyuldu. Annesi gelince çok eğlenecekti. Orası kesindi. Annesi ona her yaz kumdan kale yapmayı öğretirdi. Ne kadar bilse de her yaz annesinden ona kumdan kale yapmayı öğretmesini isterdi.
  Rüzgâr, kumdan kale yaparken çok eğlenirdi. Annesi ona kale yapmayı gösterirken o kendi kovasına kum koyup kafasından aşağıya kum dökerdi. İlk yapışı yanlışlıkla olsa da eğlenceli gelmişti bu hareket Rüzgâr’a. Annesi bunu yaptığı için ona defalarca kızsa da Rüzgâr’a fazla sinirli kalamıyordu. Rüzgâr kahkaha attıkça Gizem’in siniri yerini kahkaha bırakıyordu.
  Her zamanki gibi kumdan kale yapmayı öğrenme evresini kahkahalar ve sinirli bakışlar arasında tamamladılar. Annesi, Rüzgâr’ı kumlarla baş başa bıraktı, denize girdi ve nöbeti Ercüment’e devretti.
  Rüzgâr, tatlı tatlı şarkı mırıldanarak kumdan kalesini yapmaya koyuldu. Rüzgâr da arkasından tatlı tatlı esiyordu. Esen rüzgâr altın sarısı saçlarını gözünün önüne getirmişti. Rüzgâr, saçını düzeltmeye çalıştı. Düzeltti de.
  Rüzgâr, kumdan kalesini yapmaya devam ediyordu. Çok dikkatli olması gerekiyordu. Bozulmasını hiç istemezdi. Kalesine son dokunuşu yapacakken arkasından rüzgâr esti. O rüzgâr hem Rüzgâr’ın saçını gözünün önüne getirmişti hem de özenle yaptığı kalesinin yıkılmasına sebep olmuştu.
   Rüzgâr, bunu fark ettiğinde gözünün önündeki saçları umursamadan ağlamaya başladı. Ağlaması gittikçe şiddetlenirken yüzüne birisinin üflediğini hissetti. Babamdır, diye düşündü ama gözleri açıldığında üfleyen kişinin babası olmadığını, babasının şezlongun birinde uyuyakaldığını gördü. Ama tek gördüğü şey buydu çünkü üflemenin etkisi geçince saçları yine gözünün önüne geldi.
  Birkaç dakika sonra gözünün önündeki saçların güçlüce çekildiğini hissetti. Kimin çektiğini umursamadı. Rüzgâr sanki ölecek bir kuşun son kanat çırpışı gibi hızla esiyordu.
  Rüzgâr, bu rüzgârın geçen gün televizyondaki hava durumu sunan adamın bahsettiği kuzeyden esen rüzgâr olduğunu düşündü. Çünkü hava durumunu sunan adam:
   “Kuzeyden esen bir rüzgâr tüm gökdelenleri yıkabilecek güçte olacak.” demişti. Eh, Rüzgâr’ın yaptığı kumdan kale de ona göre büyük bir gökdelendi.
  Rüzgâr, yıkılan kalesine üzüntüyle baktı ve başını kaldırdı. Başını kaldırdığında denizi gördüğünü zannetti. Birkaç dakika o dalgasız denizin içinde yüzerken omzuna dokunan elle irkilip yüzdüğü denizin aslında deniz değil de bir çift deniz mavisi göz olduğunu gördü. O gözlerde denizi yaşayabilmek mümkündü.
  Sadece gözlerini görebiliyordu. Başını hafifçe kaldırdığında kıvırcık olan kumral saçları gördü. Ardından gözlerinde denizi yaşadığı, saçlarında köydeki tarlada koşup geldiği çocuğa baktı. Çocuk onu umursamıyordu. Rüzgâr’ın kovasını alıp yeni bir kumdan kale yapmaya başlamıştı. Rüzgâr’ın içinden geçen düşünce bu ne rahatlık yahu! Bir de benim kovalarımı kullanıyor. Hem de izinsiz! oldu. Sadece düşüncede kalsaydı iyiydi. Bunu onun yüzüne de söyledi:
  “Sen ne ayısın ya! Kovamı izinsiz aldın. Bir de pişkin pişkin kale yapıyorsun! Bırak kovamı yaa!”
  Çocuk bu siteme tatlı sert bir yanıt verdi.
  “Ne yapıyormuşum? Cadının birinin kalesi yıkılmış ona kale yapıyorum. Sen gelip beni azarlıyorsun. Sen üzülme diye yapıyorum bunu. Senin bana yaptığına bak!”
  Rüzgâr, davranışından dolayı çok utanmıştı. O çocuk sadece ona yardım etmek istemişti, bir de üzülmesini engellemek… En iyisi biraz önceki olayı hiç yaşanmamış var saymaktı.
  “Aaa! Merhaba. Sen de mi buradaydın? Adın ne?”
  Yine sorularını birbiri ardına sıralamıştı.
  “Benim adım Kuzey. Seninki ne? Cadı felan mı?”
  Rüzgâr, artık sinirlerine hâkim olamıyordu. Ama olmalıydı. Onun sakin olması gerekiyordu. O yüzden aşırı bir sakinlikle cevap verdi Kuzey’e.
  “Adım Rüzgâr. Memnun oldum Bay Umursamaz Ayı!”
                                    BÖLÜM SONU

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 21 Ağu 2016 11:51:21
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Merhaba öğretmenlerim,
9.sınıf öğrencisiyim ve bir hikaye yazıyorum. Yazdığım hikayeyi Wattpad sitesi üzerinden yayınlıyorum ancak eleştiren kesim çok az. Bu yüzden sizin de hikayemi okuyup nacizane eleştirilerinizi almak istiyorum. Teşekkür ederim.
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Güzel söz arşivimdeki şu sözü paylaşmak istiyorum :

Önümde üç adam gidiyordu. Baktım en öndeki aceleci adımlarla belli ki bir yere yetişmeye çabalıyordu. İşine ya da bir toplantıya. Bu adam hayata bir şeyler başarabilir dedim. İkinci adam o kadar hızlı olmasa da yavaş adımlarla bir yöne doğru gidiyordu. Tamam dedim bu da hayatta yavaş ta olsa bir şeyler başarabilir. En sondaki benim önümdeki ise boş boş bir amacı olmadan yönü belirsizdi. Dedim ki bundan bir şey olmaz. Sonra beynim bir an dondu kaldım. Ben onların da gerisindeyim. - Sıtkı Aslanhan - Hayata Gülümse eserinden

Çoğu insan az okuyan bir millet olduğumuz düşüncesindedir.
Bu düşünceye katılmamakla birlikte "az yazan" bir millet olduğumuz inancını taşıyorum.
Sadece okuyan kişiler "yazan" kişilerin gerisindedir. Çünkü "yazan" kişiler aynı zamanda iyi bir okurdurlar.
"Yazan" birini eleştirebilmek için  EN AZINDAN "yazan" bir kişi olmak gerekir.

Toplumumuzda "yazan" kişilerin az olduğu gerçeğini dikkate alırsak, yazdıklarınızı eleştiren kişilerin az olması DOĞALDIR.

Hikayenizin sadece bir bölümü üzerinden değerlendirme yapmak hatalı sonuca ulaştırabilir.
Bununla birlikte okuduğum bölümde hemen dikkatimi çeken bir hususu vurgulamak istiyorum.

Okurlar her ne kadar kısa cümleleri tercih etse de, "yazmak" uzun cümleler kurmak / kurabilmektir.

Örnek:
Alıntı
Annesi Rüzgâr’dan önce çıkmıştı kapıya. Normalde hep anneler en son çıkardı. Ama bu sefer ilk önce Gizem çıkmıştı.
cümlelerini "yazma sanatını" kullanarak tek cümle olarak ifade etmeniz / edebilmeniz gerekir.

Alıntı
Bezdirme politikası, bir konu hakkında çok konuşup insanı sıkmaya verilen addı.
şeklindeki tanımlama cümleleri hikaye türünde gereksizdir.
Hemen herkes çocukken bezdirme politikası uyguladığı için bu açıklamaya ihtiyaç yoktur.

Alıntı
"Kuzeyden esen bir rüzgâr tüm gökdelenleri yıkabilecek güçte olacak.” demişti. Eh, Rüzgâr’ın yaptığı kumdan kale de ona göre büyük bir gökdelendi.
cümlesi çocukların haberleri nasıl ALGILADIĞINA çok güzel bir örnek olmuş.

Rüzgarın kaç yaşında olduğunu tahmin edemedim.
Bununla birlikte kumdan kale yapan bir çocuğun
Alıntı
“Adım Rüzgâr. Memnun oldum Bay Umursamaz Ayı!”
cümlesini kurabileceğini tahmin etmiyorum.

Cümlelerin karakterin yaşına uygun olması gerekir.

Başta da belirttiğim gibi bir bölümlük bir yazı üzerinden eleştirmek hatalı sonuçlara ulaştırabilir.
Hata yapmadığımı umarak, hikayenin devam bölümlerini merak ve sabırla bekliyorum.

Çevrimdışı VARIMM

  • Çalışkan Üye
  • ***
  • 34
  • 107
  • İngilizce Öğretmeni
  • 34
  • 107
  • İngilizce Öğretmeni
# 21 Ağu 2016 15:30:35
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Güzel söz arşivimdeki şu sözü paylaşmak istiyorum :

Önümde üç adam gidiyordu. Baktım en öndeki aceleci adımlarla belli ki bir yere yetişmeye çabalıyordu. İşine ya da bir toplantıya. Bu adam hayata bir şeyler başarabilir dedim. İkinci adam o kadar hızlı olmasa da yavaş adımlarla bir yöne doğru gidiyordu. Tamam dedim bu da hayatta yavaş ta olsa bir şeyler başarabilir. En sondaki benim önümdeki ise boş boş bir amacı olmadan yönü belirsizdi. Dedim ki bundan bir şey olmaz. Sonra beynim bir an dondu kaldım. Ben onların da gerisindeyim. - Sıtkı Aslanhan - Hayata Gülümse eserinden

Çoğu insan az okuyan bir millet olduğumuz düşüncesindedir.
Bu düşünceye katılmamakla birlikte "az yazan" bir millet olduğumuz inancını taşıyorum.
Sadece okuyan kişiler "yazan" kişilerin gerisindedir. Çünkü "yazan" kişiler aynı zamanda iyi bir okurdurlar.
"Yazan" birini eleştirebilmek için  EN AZINDAN "yazan" bir kişi olmak gerekir.

Toplumumuzda "yazan" kişilerin az olduğu gerçeğini dikkate alırsak, yazdıklarınızı eleştiren kişilerin az olması DOĞALDIR.

Hikayenizin sadece bir bölümü üzerinden değerlendirme yapmak hatalı sonuca ulaştırabilir.
Bununla birlikte okuduğum bölümde hemen dikkatimi çeken bir hususu vurgulamak istiyorum.

Okurlar her ne kadar kısa cümleleri tercih etse de, "yazmak" uzun cümleler kurmak / kurabilmektir.

Örnek:cümlelerini "yazma sanatını" kullanarak tek cümle olarak ifade etmeniz / edebilmeniz gerekir.
şeklindeki tanımlama cümleleri hikaye türünde gereksizdir.
Hemen herkes çocukken bezdirme politikası uyguladığı için bu açıklamaya ihtiyaç yoktur.
cümlesi çocukların haberleri nasıl ALGILADIĞINA çok güzel bir örnek olmuş.

Rüzgarın kaç yaşında olduğunu tahmin edemedim.
Bununla birlikte kumdan kale yapan bir çocuğuncümlesini kurabileceğini tahmin etmiyorum.

Cümlelerin karakterin yaşına uygun olması gerekir.

Başta da belirttiğim gibi bir bölümlük bir yazı üzerinden eleştirmek hatalı sonuçlara ulaştırabilir.
Hata yapmadığımı umarak, hikayenin devam bölümlerini merak ve sabırla bekliyorum.

 Eleştirileriniz için teşekkür ederim. Word belgem üzerinde düzenlemeleri yaptım, sizlerin ışığında yapmaya devam edeceğim.

Çevrimdışı VARIMM

  • Çalışkan Üye
  • ***
  • 34
  • 107
  • İngilizce Öğretmeni
  • 34
  • 107
  • İngilizce Öğretmeni
# 21 Ağu 2016 17:27:29
NOT: 1.BÖLÜMÜN SON KISMINI 'Memnun oldum Kuzey.' OLARAK GÜNCELLEDİM WORD BELGEMDE. BU BÖLÜM DE ONA GÖRE ŞEKİLLENDİ. İYİ OKUMALAR DİLERİM
               KUZEY RÜZGÂRI 2.BÖLÜM-UĞURLU TAŞ
  Kuzey, Rüzgâr’ın ona ‘Memnun oldum Kuzey.’ demesine şaşırmıştı. Kendisi ona ‘Cadı’ diye hitap etmişti, ama Rüzgâr ona sadece Kuzey demişti. Rüzgâr’dan böyle bir hamle beklemiyordu. Daha tanışalı birkaç saat olmuştu ama Kuzey, Rüzgâr’ın gözündeki parıltılara bakarken eğer gerçekten alınırsa susmayacağını, hıncını alacağını görmüştü. Demek ki alınmamıştı. Kuzey’in sözlerinde bir art niyet söz konusu değildi zaten. Sadece ona içi ısındığı için söylemişti. 
  Beraber sessizce Rüzgâr’ın yıkılan kumdan kalesini inşa ettiler. Sessizliklerini bozan şey ya dalga sesleri ya da Kuzey yanlışla kumu üstüne döktüğünde Rüzgâr’ın attığı kahkaha oluyordu. Kuzey, kum üzerine döküldüğünde ayağa kalkıp silkeliyordu. Ama göz ardı ettiği şey silkelediği kumun Rüzgâr’ın kalesine kazdığı hendeğin içine dolduğuydu.
  Rüzgâr, bunu görünce sinirlenmiş ama tatlı sert biçimde Kuzey’e sitem etmişti.
“Bak yine bozdun kalemi! Ama bu sefer hendeğimin içine kum doldurdun. Olsun, ben yine kazarım hendeğimi. Zor bir şey değil.” demişti ve gülmüştü. Ama Kuzey’in aklı hâlâ Rüzgâr’ın söylediği ‘Bak yine bozdun kalemi!’ sözündeydi. Alınmamalıydı Kuzey. Çünkü kalesini Kuzey değil esen rüzgâr bozmuştu. Hemen sinirlenirse Rüzgâr’ın kalbini kırabilirdi. Bu yüzden sinirini kendi içinde yaşamaya karar verdi. Rüzgâr’a “Ben gidiyorum,” diyerek gizli yerine gitmek için yola koyuldu.
  Kuzey, Rüzgâr’a sinirlenip gizli yerine gitmişti. Kuzey’in gizli yeri sahilin en sonunda dün babasıyla keşfettiği barakaydı. Barakanın sahibi yoktu. “Baraka bulanındır!” deyip fethetmişti Kuzey barakayı. Dışarıdan yıkık dökük gözükse de içiyle tam kafa dinlenecek bir yer oluyordu bu baraka. İçine büyükannesinin ona sahilde oturmak için verdiği minderleri koymuştu. Bir de ufacık masa vardı ona ait olan. O masada da barakanın yanındaki kiraz ağacından kiraz alıp yiyordu.
  Bugünkü hallerini düşündü. Rüzgâr’ın ona ‘Yine kalemi bozdun.’ dediğinde hissettiklerini düşündü. Aslında pek alınmamıştı ama yine de öyle demesi üzmüştü Kuzey’i.
  Rüzgâr, sahilde oturmuş Kuzey’in ona neden öyle davrandığını düşünerek denizi izliyordu. Rüzgâr’a göre bir insan öfkesini ne şekilde dışa vurursa vursun ama susmasın. Kuzey’e göre de tam tersiydi işte. Herkes Kuzey gibiydi. Kimi sevdiği insanı, kimi ailesini incitmemek adına susardı.
  Bir süre sonra Rüzgâr artık Kuzey’den ziyade denize bakmaya çalıştı. Ama olmuyordu. Denize baktığında onun gözlerini görüyordu. Bu hissin adına mutlaka bir isim veriyor büyükler. Kimisi aşk diyor buna kimisi sevgi. Ama ben sadece buna karnımda ayıcıklar tepişiyor diyorum. diye düşündü Rüzgar.
  Denizde dalga dinmişti. Demek ki Rüzgâr’ın denize girmeyeceği bir zamanı bekliyormuş demek ki. Buna da canı sıkılmıştı. Neden dalga dinmişti ki? Hem de o çıktığında.
  Sahile indi Rüzgâr. Köstebek çukuruna benzer bir çukur gördü. Eşelenmiş ama tam anlamıyla kazılmamıştı. Çukurun içinde taş gibi bir şey vardı ama üzerinde kum olduğu için sadece ucu görünüyordu. Kumları biraz daha eşelediğinde taşın kalp biçiminde olduğunu fark etti. Rüzgâr eğildi ve taşı aldı. Evirdi, çevirdi. Taşın üzerinde hiçbir şey yazmıyordu. Yazsa da zaten anlayamazdı ki. Daha okula bile başlamamıştı.
  Taşı cebine koyduktan sonra nedensizce gülümsedi. Biliyordu ki o taş orada olduğu zaman Rüzgâr’a uğur getirecekti. O taş Rüzgâr’ın şansı olacak, hiç kimse onu üzemeyecekti. Otele doğru yürürken aklından sürekli inşallah bu taş bana şans getirir düşüncesi geçti. Dudaklarından hiç kimsenin duyamayacağı fısıltı düştü yere. O fısıltı Rüzgâr’a geri döndü yankılanarak.
  “Kuzey, umarım bana kızmamışsındır. Eğer kızdıysan da n’olur beni kolaycacık affet.”
  Bu fısıltısından sonra karar vermişti. Bu taşı Kuzey ile atacaktı denize. Belki Kuzey ona kızmıştı, belki onu hiç affetmeyecekti, belki de bu taşı hiç denize atamayacaktı. Atamasındı. Bu taş ona hep Kuzey’i hatırlatacaktı. Acısıyla da tatlısıyla da…
           *                     *                                         *
  Rüzgâr, otele varalı iki dakika olmuştu. Kumsal ve sahil otelin içinde olduğu için aileler çocuklarını serbest bırakabiliyorlardı. Çocuklar denize ve havuza düşmesin diye cankurtaranlar uyarı yapıyordu. Havuz için ayrı görevliler vardı.
  Rüzgâr, Kuzey’i düşünmemeye çalışsa da aklı ona kayıyordu. Hepsi aklının suçuydu. Acaba Kuzey otele gelmiş miydi? Yoksa hala yalnızlığa mı ihtiyacı vardı? gibi sorular beyninde cirit atıyordu.
  Yalnızlık öyle bir şeydi ki insanın kulağını sağır eder, gören gözünü bile kör ederdi. İnsan kendi değerleriyle kendine bir kafes örerdi, sonra o kafeste kendini tüm insanlardan soyutlardı. Yalnızlık inzivası bittiğinde de gözü hiçbir insanı görmek istemezdi.
  Rüzgâr odadan çıktı. Annesi endişelenmiyordu buradayken, çünkü otel emniyetliydi.
  Yürümeye başladı Rüzgâr. Kuzey ve ailesinin kaldığı oda kendi odalarının hemen çaprazındaydı. Korkarak kapıyı tıklattı. Korkusunun tek sebebi Kuzey’i görememekti. Kapıyı Kuzey’in babası açmıştı. Rüzgâr tüm şirinliğini kullanarak “Merhaba.” dedi. Sonuçta saygılı olmak önemliydi. Gürkan Bey, önce Rüzgâr’a baktı. Sonra tereddüt edermiş gibi “Merhaba. Kuzey’i mi arıyorsun?” diye sordu. Rüzgâr hızla başını salladı.
  “Balkondadır. Gel istersen.” dedi Gürkan Bey. Zaten davet etmese de gelecekti Rüzgâr ama davet edince daha edepli olmuştu sanki.
  Balkon kapısını açtığında Kuzey hala Rüzgâr’ın geldiğini fark edememişti. Rüzgâr, Kuzey’in yanına gitti. Oteldeki her odanın balkonunda mutlaka iki tane armut yastık olurdu. O armut yastıklardan birine Kuzey oturmuştu. Diğerine de Rüzgâr oturdu.
  “Bugün sana karşı çok kaba davrandım. Sen bana yardım etmeye çalışıyordun kumsalda. Ben de boşuna kızdım sana niye benim kovalarımı alıyorsun diye. Çok özür dilerim.” diyerek Kuzey’den özür diledi. Sıra Kuzey’deydi. Bakalım o ne yapacaktı?
  “ Benden özür dileme. Asıl hatayı ben sana alınmakla yaptım. Babaannem hep der ‘Kızların dilinin kemiği yoktur oğlum. Onlara alınmayacaksın.’ diye.”
   Rüzgâr konunun değişmesi için cebindeki taşı çıkarttı. Kuzey ona bu kız ne yapıyor? der gibi bakıyordu. Rüzgâr taşın hikâyesini anlatınca Kuzey şaşırmıştı.
  “Bu taşı bugün iskelenin orada seni düşünürken buldum. Bu taşın bana şans getireceğini düşünüyorum. Seninle atarsam getirdiği şans iki kat olur belki. Atarken dilek tut olur mu?”
  Hiç beklemeden Kuzey avucunu Rüzgâr’ın avucunun üzerine kapattı. Taşı denize fırlattıklarında ikisi de dileklerini dilemişti.
“Umarım Kuzey beni kolaycacık affeder.” Bu dilek Rüzgâr’ındı. 
“Umarım eve gidince yalnız kalmam.” Bu dilek de Kuzey’indi ama dilediği bu dilek Kuzey için olmayacak duaya âmin demekti. Bakalım belki de dileği gerçekleşirdi. Bunu gösterebilecek olan tek şey zamandı.
                                    BÖLÜM SONU


Çevrimdışı VARIMM

  • Çalışkan Üye
  • ***
  • 34
  • 107
  • İngilizce Öğretmeni
  • 34
  • 107
  • İngilizce Öğretmeni
# 24 Ağu 2016 11:22:31
KUZEY RÜZGÂRI 3.BÖLÜM-GEÇMİŞİN KIRINTILARI
    Rüzgâr, yeni bir sabaha uyandığında aklında bir sürü soru vardı. Sorularının birçoğunun cevabı Kuzey’deydi. Ama cevabını alabileceği soru vardı, alamayacağı sorular vardı. Ve sorduğu soruların birçoğu cevapsız kalacaktı. Bunu tahmin edebiliyordu Rüzgâr. Cevabını alamayacağı sorular beyninde baloncuklar içinde geziyordu. Birbirine çarpınca da patlıyordu. Zaten baloncuklar patlasa da unutacaktı Rüzgâr sorularını patlamasa da…
  Rüzgâr, Kuzey’i tanıdıkça onun hakkında şeyler öğreniyordu. İstese de öğreniyordu istemese de öğreniyordu. Tanışalı dün bir bugün iki olmuştu ama dün Kuzey hakkında yeni bir bilgi edinmişti bile. Kuzey, dilek tutmayı saçma bulmuyordu. Aksine, Kuzey dilek tutmayı ilginç buluyordu. Tabii bu Rüzgâr’a göreydi. Kuzey, normalde hiç dilek tutmazdı. Doğum gününde dilek dilemeyi dördüncü yaş gününde dilediği dilek gerçekleşmeyince bırakmıştı.
  Geçmişe Dönüş(Kuzey’in Dördüncü Doğum Günü)
  25 Kasım 2014. Kuzey’in dördüncü doğum günü. Bir sabaha daha annesinin sesiyle uyanmıştı. Değişen bir şey yoktu. Nedenini anlayamasa da içinden bir ses hiçbir şeyin zamanla değişmeyeceğini aksine daha da artacağını söylüyordu.
  Oysaki Kuzey her doğan güne umutla uyanırdı. Hep annesinin onu güzel sözler söyleyerek uyandıracağını düşünürdü. Ama değişen bir şey olmazdı. Her sabah annesi odasının kapısından “Kuzeey! Uyan!” diye bağırırdı, çoğu zaman onu uyandıran ses ya süpürge sesi olurdu ya da bir şeylerin kırılma sesi.
  Dördüncü yaşına daha yeni girmişti Kuzey. Ama hiç yaşamaması gereken şeyleri yaşamıştı. Küçük olduğu için daha çabuk etkileniyordu olaylardan. Daha çabuk yer ediyordu olaylar onun kirlenmemiş beynine.
  Doğum gününün akşamında babası işten geldi Kuzey’in. Kuzey’e pasta almıştı ama söylemiyordu, aldığı gibi buzdolabına koymuştu. Annesine de kek, börek, çörek yapmasını söylemişti. Nurcan-Kuzey’in annesi-, hiçbir şeye el sürmeye tenezzül bile etmemişti. Her zamanki gibi.
  Gürkan geldikten iki saat sonra annesi geldi elinde kekle, börekle, çörekle. Kuzey odasında kendi kendine oynuyordu. Fark etmemişti bile babaannesinin geldiğini. Gürkan da yatak odasındaydı. Nurcan salonda televizyon izliyordu.
  Kapı çaldı. Nurcan kapıyı istemeyerek açtı. Kayın validesinin elleri dolu geldiğini görünce getirdiklerini elinden almak için eğildi. Ama kayın validesi “İstemez.” diyerek sert bir dille reddetmişti onu.
  Büyük an gelmişti… Kuzey’i odasından çağırdılar, daha pastayı dolaptan çıkartmamışlardı. Kuzey gelince ışıklar kapandı. Kuzey ona “İyiki doğdun.” denmesini beklerken ışık iki dakika içinde yeniden açılmıştı. Herkes –Kuzey de dâhil- Gürkan’ın elindeki şekli bozulmuş, adeta mıncıklanmış pastaya bakıyordu. Kimse konuşamıyordu. Herkes Gürkan’ın elindeki mıncıklanmış pastaya bakıyor ardından da gözleri birbirinin üzerinde geziniyordu. Fadime Hanım –Kuzey’in babaannesi- gözlerini Nurcan’a çevirdiği an Nurcan’ın yüzündeki zafer dolu sırıtış yerini düz bir çizgiye bırakmıştı. Fadime Hanım hariç kimse görmemişti Nurcan’ın yüzündeki zafer dolu sırıtışı. O an Nurcan’a derinden saf öfke duydu. Zaten sevmiyordu onu. Şimdi iyice gözüne batmıştı. Ama Fadime Hanım’ın dikkatini çeken başka bir şey vardı. Kuzey’in tepkisizliği. Kuzey tepkisiz kalmıştı. Böyle olması hiç normal değildi. Doğum günü onundu ama tepkisiz kalan yine oydu…
“Kuzey?” diye sordu babaannesi. Kuzey hala tepki vermiyordu. Oturduğu koltuktan kalktı ve odasına gitti. Gittiğinde Gürkan da peşinden gitti. Kuzey’i duvara bakarken gördü. Tepkisizdi. Sadece duvara bakıyordu. Babası gelince gözlerini ona çevirdi.
  Gürkan, Kuzey’e bakınca gördüğü görüntüden irkildi. Kuzey’in gözlerinin feri gitmişti. Akşam gözlerinde olan ışık tatile gitmişti. Ne kadar kondurmak istemese de Kuzey’in gözlerindeki o ışığın katili Nurcan’dı. Hala aklı almıyordu Nurcan’ın böyle bir şey yapacağını.
  Gürkan bilmiyordu tabii Nurcan’ın aklından geçenleri. Nurcan, böylesi bir çocukluğu yapmazdı ona göre. Ama bilmiyordu işte. Nurcan, oğlunu kıskanıyordu. Gürkan ona yeterince ilgi gösteriyordu. Oğluna da yeterince ilgi gösteriyordu. Hatta bazen oğluna yeterince ilgi gösteremediğini düşünüyordu Gürkan. Bu yüzden de oğluyla beraber uyuyorlardı bazı geceler.
  İnsanın içine haset duyguları girince çok kötü şeyler yapabiliyor, diye düşündü Fadime Hanım. Sonra da kendi düşüncesini düzeltti. İnsan saf hasetten yaratıldığı zaman ondan yılan bile korkmalı… Haklıydı. O hep söylemişti Gürkan’a.
  “Bu kızı bırak oğlum. Bu kız var ya… Cin gibi tövbe tövbe. Gözlerini bir pörtletiyor. Oğlum bu kız seni yer. İleride çok sorun yaşarsınız siz.” diye. Gürkan da onun bu söylemlerine “Hı hı.” deyip geçiyordu. Ama el mahkûm düğünlerine gidip gelinine beşi bir yerdesini takmak zorundaydı. Gürkan’ı evlilikten caydırmak için çok uğraşmıştı. Ama olmamıştı işte. Şimdi başına gelenlere de kendi katlanıyordu.
  Kuzey, babasının gözlerinin içine bakıp “Baba ne olur götür beni buradan. Ben o kadınla-Nurcan’dan bahsediyordu.- aynı evde kalamam.” Bunu der demez odasındaki bavula birkaç parça eşya doldurmuştu dolabından. Ne doldurduğuna bakmıyordu. Boyu hangi rafa yetişiyorsa oradan bir şey alıyor ve dolduruyordu.
  Babaannesinin yanına gitti bavuluyla. “Haydi babaanne. Toparlan gidelim buradan. Bu evde biraz daha kalırsam bu kadının-annem demeyi istemiyordu- yüzünden sinir krizi geçireceğim.” Küçücüktü ama sinir krizini biliyordu. Çünkü Nurcan zaman zaman sinir krizleri geçiriyordu. Etraftaki her şeyi kırıp döküyordu.
  Babaannesiyle beraber babaannesinin evine geldiklerinde sofrayı bahçeye kurdular. Bu sefer bir pastaları yoktu. Zaten Kuzey’in midesi şuanda pasta görmeyi bile kaldıramazdı. Ama kekleri vardı. Evden bir koşu mumları aldı Kuzey. Bahçede kalabalık toplanmış hepsi bir ağızdan “İyiki doğdun Kuzey.” şarkıları söylüyordu. Ailesinin yapamadığı şeyi ona hiç tanımadığı insanlar yapıyordu. Kekteki mumları üflediğinde dilek dilememişti bile. Bundan sonra da hiçbir zaman dilek dileyemeyecekti. Ve bu hakkı ondan alan kişi öz be öz annesiydi.
Geçmişe Dönüş (Kuzey'in Dördüncü Doğum Günü) Bitti…

Çevrimdışı VARIMM

  • Çalışkan Üye
  • ***
  • 34
  • 107
  • İngilizce Öğretmeni
  • 34
  • 107
  • İngilizce Öğretmeni
# 13 Eyl 2016 01:14:59
KUZEY RÜZGÂRI 4.BÖLÜM-PARTİ HAZIRLIĞI
  Rüzgâr, bir sabaha daha umutla uyanmıştı. Bugün güneş daha bir parlıyordu, etraf daha da aydınlıktı. İçinden gülmek geliyordu. Gülüyordu da. Kahvaltı ederken etrafındakiler neden gülüyor bu diye düşünerek ona sanki başka gezegendeymiş gibi bakıyorlardı.
  Gitgide alışmıştı etraftakiler bu duruma. Hatta ilk başta garipseyenler bile şimdi Rüzgâr’a anlayışla bakıyordu. Rüzgâr, etrafına yaydığı o pozitif enerjiyle herkesi güldürmeyi başarmıştı.
  Herkes, kahvaltısını bitirmiş çayını içerken bir anons duyuldu otelin hoparlöründen. Anonsta “ Bugün otelimizin hatırı sayılır müşterilerinden Aysel-Berk Altun çiftinin onuncu evlilik yıl dönümleri. Onların bu güzel günlerini kutlar, nice on yıllar dileriz. Bu güzel günün şerefine otelimizin disko kısmında saat 20.00’da parti yapılacaktır. Pasta yemek isteyen herkesi bekleriz!”
  Anonsu pek umursamayan Rüzgâr’ın gözü kapıdaydı. Kuzey hala gelmemişti. Bunu umursayacak durumda değildi ama. Doyurması gereken bir karnı vardı. Biraz daha doyurmazsa iflas edecekti. Masadaki sevdiği her şeyi yemişti ama hâlâ açtı karnı. Annesine döndü.
“Anne ben acıktım biraz daha sarelle alabilir miyim?” Annesinin yüzünün gerildiğini gördü. “Anne bak yemem gerekenleri yedim zaten. Lütfen…”
  Gizem, Rüzgâr’ın haklı olduğuna kanaat getirince “Tamam, alabilirsin.” demişti.  Nasıl olsa otel ultra her şey dâhildi. Günün her saatinde istediği şeyi yiyip içebiliyorlardı.
  Rüzgâr, elinde dört tane sarelleyle gelmişti masaya. Sarelleler küçük plastik kaplarda veriliyordu. Zaten iki sürüşte bitiyordu o sarelleler de.
  Kuzey ve ailesi sabah oldukça geç bir vakitte kalkmışlardı. Bunda havanın temiz olması büyük bir etkendi. Hani derlerdi ya “Hava çarptı.” diye. Gerçekten de öyleydi. Geleli iki gün olmuştu. Yaşadıkları yer şehrin tam göbeğiydi ve çok araba geçerdi. Ne kadar çok araba demek havanın pislenmesi demekti.
  Aç olan aile direk açık büfeye yönelirken Kuzey de masa bulmak üzere görevlendirilmişti. Boş masa neredeyse kalmamış gibiydi. Restaurantın her yerini gezdikten sonra dikkatini boş bir masa çekti. İlk gidişinde görememişti belki ama fark edebilmişti ya. Önemli olan oydu.
  Kuzey, masaya oturdu. Annesinin onu görmesi için el sallamaya başladı. Annesi onu gördüğünde el sallamayı bırakmıştı. Annesi ve babası da gelince kahvaltı etmeye başladılar. Çok fazla konuşmuyorlardı. Kuzey’in ailesi “Sofrada fazla konuşulmaz.” ilkesini benimseyen bir aileydi.
  Rüzgâr yemeğini bitirmiş etrafta koşuşturuyordu. Kuzey’in arka masada ailesiyle oturduğunu fark etmişti. Rüzgâr’a göre Kuzey onu umursamıyordu. Ama Kuzey, Rüzgâr’ı fark etmemişti. Çok açtı ve yemeğine gömülmüştü.
  Kuzey’in aklında bambaşka düşünceler geziniyordu. Tatilleri bitiyordu. Şunun şurasında on gün kalmıştı. Bugünü saymazsa dokuz gün. Zümrüdüanka Oteli, o yönden de rahatlık sağlıyordu tatilcilere. Diğer oteller gibi ‘üç gece dört gün’ ya da ‘dört gece beş gün’ diyerek kalıplaştırmıyorlardı tatilleri. Bu da büyük bir avantajdı tatilciler için.
  Bu tatil Kuzey için de iyi olmuştu. Birazcık sosyalleşmiş, insan içine karışmış hem de on günlüğüne(?) de olsa yalnızlığını unutmasını sağlamıştı. Her tatilde öyle olurdu zaten. On gün boyunca arkadaş edinirdi. Evine gidince onu karşılayan şey koskocaman bir yalnızlık olurdu. Böyle olmasını o da istemezdi. İnşallah seneye okulda arkadaş bulurum. diye düşünüyor ve umut ediyordu. Bu sene okula gitmeyecekti. Doğum günü kasım ayındaydı ve yedinci yaşına tam girmiyordu eylül ayında. Seneye yedinci yaşı tam dolunca gidecekti okula.
  Sabahki yapılan anons bir daha yapılınca otel müşterileri üç kısma ayrılmıştı. İlk kısım, sabah anonsu dinleyip şuan anonsu umursamayanlardan oluşuyordu. Bu kısma Rüzgâr ve ailesi dâhildi. İkinci kısım sabah anonsu duymayıp şuan kulak kesilenlerden oluşuyordu. Bu kısma da Kuzey ve ailesi dâhildi. Üçüncü kısım da aynı anonsu birkaç defa duyup başı ağrıyan ve sıkılan yaşlılardan oluşuyordu.
   Babasına yavru kedi bakışları atmaya başladı Kuzey. O partiye gitmeyi çok istiyordu. En azından pasta yerdi.
  “Gidebilir miyiz? Anne? Baba? Lütfen gidebilelim.” dedi. Nurcan gitmeyi istiyordu. Ama hemen ‘Gidelim.’ diyerek atlarsa Gürkan’ın gözünde değeri düşerdi.
  “Ama yanımızda hiç kıyafet yok ki geceye uygun.” diye söylendi Gürkan.
“Giyeriz bir kot pantolon bir gömlek. Gece o kadar kişi olacak orada. Kimse gözlerini dikip bize bakıp Aaa bak bunlar kot pantolon ve gömlekle gelmiş. Çok ayıp bu yaptıkları. demez. Aynı zamanda buraya gelen herkes tatile gelmiş insanlar. Bir de şehir merkezine inip kıyafet mi almaya uğraşacaklar?”  Kuzey haklıydı. Ama sadece bir kişi parti için elbise bakacaktı. Acaba kimdi?
  “Gidelim mi Nurcan?” diye sordu Gürkan Nurcan’a. Nurcan da dünden razıydı tabi bu teklife.
“Gidelim aşkım. Bak Kuzey de istiyor zaten.” dedi Nurcan. Kendini öne sürmüyordu, cesareti yoktu buna çünkü. Ama Kuzey anlamıştı. Normalde annesi hakkında böyle şeyler düşünmemesi gerekirdi ama iki yıl önce doğum gününde yaşadığı o olayı unutamıyordu. Yeniden annesini sevebilmesi için Alzheimer olması gerekiyordu. Yanlıştı, bunu biliyordu. Ama düşüncelere engel olamazdı insan. Önemli olan düşüncelerin içinde kalmasını sağlamaktı, bunu dışarıya yansıtmamaktı.  Kuzey, düşüncelerini yansıtmadığını düşünüyordu. Yansıtsaydı bugüne kadar zararını görürdü mutlaka…
  Rüzgâr, Kuzey’i geldiğinden beri izliyordu. Kuzey ona hiç bakmıyordu. Ya da bakmayı istemiyordu. Niye bakmak istemiyordu? İstemeden üzmüş müydü onu? Soru işaretleri aklında çığ gibi büyürken iç sesi devreye girdi. Seni istemese dün söylerdi. Haklıydı iç sesi. Onu istemeseydi dün söylerdi. Bu böyle olmaz, diye düşünerek Kuzeylerin masasına gitmeye yeltendi. Keşke lafta kalmasaydı. Cesareti sönmüştü. İçindeki cesaretli kız gitmiş, yerini cesaretsiz bir kıza bırakmıştı. Ve bu hiç iyi olmamıştı. Çünkü içindeki cesaretli kız bombanın pimini çekmişti.
  İçine çöken cesaretsizlik Rüzgâr’ı daha da sinirlendirmişti. Aniden gelen cesaretle hangi iş yarım kalmazdı ki? Kalmıştı işte.
  Olduğu yerde mıhlanmıştı Rüzgâr. Sadece Kuzey’i izliyordu. Ama Kuzey ona bakmıyordu. “Bakmazsa bakmasın.” dedi kısık bir sesle. Ardından da kimsenin duymamasını diledi. Ama Kuzey duymuştu. Ama umursamamıştı. Öyle olması gerekiyordu. Kuzey, uzun zamandır Rüzgâr’ın onu izlediğini fark etmişti. Umursamaması gerekliydi. Öyle de yapıyordu. Zordu ama başarmıştı.
  Kuzey’in ailesi yemeklerini bitirince odalarına çıkmıştı. Parti için şimdiden kıyafetlerini seçmek parti saatinde iki ayağını bir pabuca sokmayacaktı. Nurcan, denizde giymek için tiril tiril olan siyah desenli bir elbise giymeyi seçmişti. Elbise gece için de giyilebilecek türdendi. Altına da siyah topuklu ayakkabısını giyecekti. Arabada böyle durumlar için yedek ayakkabı bulundururdu. Kendine bir kez daha teşekkür etti Nurcan.
  Gürkan için beyaz bir gömlek ve kumaş bir pantolon seçmişti Nurcan. Aksesuar için de bir saat yeterliydi. Kuzey’in gömleği açık maviydi. Şortunu lacivert seçmişti. Ayakkabısı koyu lacivertti. Açıktan koyuya giden bir uyum yaratmışlardı Kuzey’e.
  Rüzgâr’ın ailesi yemeklerini bitirince onlar da Kuzey’in ailesi gibi kıyafet seçmekle uğraştılar. Gizem kendine valizin kenarında duran pembe çiçekli elbisesini seçti. Altına da fazla dikkat çekmeyen bir ayakkabı seçmişti. Onu da valizinde bulmuştu. İş seyahatine de çıkmıyordu ki Gizem. O ayakkabının orada ne işi var diye düşünürken dolaptaki fazlalıkları valize kaldırdığını anımsadı. Olmadık gözlere koymuştu ayakkabıyı. Valizi yerleştirirken dikkat de çekmemişti. Ercüment’e kıyafet seçmemişti. Ercüment “Valizden bir şeyler bulurum.” diyerek Gizem’in kıyafetine uygun olan pembe bir gömlek altına da beyaz pantolon seçmişti. İşin asıl zor olan kısmı   Rüzgar’a kıyafet seçmekti. Hiçbir şeyi beğenmiyordu. Zaten beğenilecek gibi değildi. Gizem, Rüzgar’a hep şort ve eşofman tarzı şeyler getirmişti. Hava soğuyabilir düşüncesiyle. Ama soğumamıştı, güneş vardı havada. Rüzgar’ın çenesinden kurtulamayacağız der gibi baktı Gizem Ercüment’e. E o zaman bir LCW bulalım. Orası ucuz. Bir şey beğenir inşallah hanımefendi. Der gibi baktı bu sefer Ercüment. Oda servisini aradı LCW var mı diye sormak için. O sırada Rüzgar banyo yapıyordu(!) Temiz olmayı severdi. Daha çok suyla oynardı ama işte.
  Ercüment, Gizem’e döndü:
“Aşkım otele 5 km uzakta varmış LCW. Sen siteden Rüzgar’ın beğenebileceği elbiselere bak. Gidelim ve alalım bitsin bu iş.” dedi. O da bezmişti Rüzgar’ın bu kıyafet merakından.
  Rüzgar, banyodan çıktığında annesini gördü. Annesi “Giyin bakalım. LCW’ya gidiyoruz.” dediğinde dünyalar onun olmuştu.  Beş dakika içinde giyinip dışarı çıkmıştı. Geriye anne ve babasını beklemek kalmıştı.
***
  Rüzgar, kapının açılma sesini işitti. Önce babası çıktı kapıdan, annesi dağılan valizi topluyordu.Babasına koşup kucağına atladı Rüzgar.
“Baba haydi gidelim. Ben çok güzel elbiseler alacağım kendime!” diyerek neşesini belli etti.
  Ama Ercüment Gizem’in çıkmadığını görünce odaya baktı ve Gizem’in valizi topladığını gördü. Valizin içi darmadağındı. Rüzgar, giydiği kıyafetleri katlamayıp öylece atmıştı. Ercüment, Rüzgar’ın kıyafetlerini toplamayışına sinirlenmişti. Altı yaşında bir çocuktan kıyafetlerini güzelce katlamasını beklemiyordu ama en azından annesine verip “Anneciğim bunları  katlar mısın?” demesi lazımdı. Şimdiden düzene ve tertibe alışırsa ilerisi için de iyiydi.
Ercüment “Rüzgar,” diyerek söze başladığında Rüzgar babasına dönmüştü. “Bak annen valizi topluyor, ona yardım et. Yorulursa akşam partiye gidemeyebiliriz.” demişti babası. Aslında Ercüment, Rüzgar’a kızmak istemiyordu, çünkü kızarsa hiç yapmazdı. O yüzden tatlı dil en iyi çözümdü. Rüzgar da kafasını sallayarak annesinin yanına gitmişti.
  Bu sırada da Ercüment kafasında hesaplamalar yapıyordu. Şuan saat 14.00. bizim 20.00’a kadar altı saatimiz var. İki saatte toplasalar geriye dört saat kalıyor. Dört saatte de alışveriş yapıp giyinebilir ve partiye gideriz. Haklıydı, muhtemelen öyle olacaktı.
  Rüzgar annesiyle kıyafetlerini topluyordu. Aralarında muazzam bir iş bölümü vardı. Rüzgar, kıyafetlerini düzeltip annesine veriyordu, annesi de katlıyordu. Gizem aslında bu sistemden memnun değildi. Tek başına toplasa bir saatte bitirebilirdi ama Rüzgar’ın ona kıyafet seçip düzelterek vermesi işi uzatıyordu. Ercüment’i de anlayabiliyordu. Rüzgar’ın bir şeyler öğrenmesini istiyordu. Ne de olsa atasözümüz vardı: ‘Ağaç yaş iken eğilir.’ Gizem’in sorguladığı şey ise Ercüment’in böyle bir şeyi neden şimdi yaptığıydı. Zaten Rüzgar evde çamaşır yerleştirirken ona yeterince yardımcı oluyordu. Kendi eşyalarını odasına götürüp çekmecesine koyuyordu. Boyu yetse kıyafetlerini de rafa dizerdi. Gizem bundan emindi.
  Birkaç kıyafeti Rüzgar ile düzelttikten sonra Gizem, Rüzgar’a “Sen beni izle buradan. Hızlı hızlı yapayım ben işimi. Hem alışverişe de erken gidelim ki son ana bırakmayalım.” dedi. Rüzgar’ın da canına minnetti. Normal zamanlarda annesine yardım ediyordu, etmeyi de seviyordu ama şimdi tatildeydi ve alışverişe gideceklerdi. Bu yüzden canı kıyafet vermek istemiyordu.
  Yerleştirme işlemi bittiğinde saat 15.00 olmuştu. Geriye beş saatleri vardı. Umduğumdan erken bitirdiler, diye düşündü Ercüment. Gizem üzerini değiştirince alışveriş için yola çıktılar.
  Aileler muhabbet ederken Kuzey kendini tutamamış ve Rüzgâr ile sohbet etmeye başlamıştı. Rüzgâr ve ailesinin alışverişe gideceğini öğrenen Kuzey, Rüzgâr’a tebessümle bakarak:
“Umarım zevklisindir. Akşama görüşürüz.” Bu demek oluyordu ki Kuzey de partiye geliyordu. Bu nedensizce Rüzgâr’ı mutlu etmişti. Ailelerin sohbeti bitmişti. Bu da Rüzgarların gitme vakti olduğunu gösteriyordu.
“Hoşça kal Kuzey. Akşam görüşürüz.” deyip el sallamıştı Rüzgar Kuzey’e.
  Mağazalara girip çıkıyordu Rüzgar ve ailesi. Ercüment artık bezmişti. Gizem de öyle. Her girdikleri yerde mutlaka bir kıyafet deniyordu Rüzgar. Her denediği kıyafete de bir kulp buluyordu. Bu çok resmi, bu etek bluz, ben etek bluz giymem ki bulduğu başlıca kulplardı. Bunun sonunda hem Gizem’in hem de Ercüment’in aklındaki düşünce ortaktı: Bizi ancak LCW kurtarır bu durumdan.
  Rüzgar, etrafta bakınadursun Ercüment ile Gizem konuşmuş ve karar vermişti. O LCW’ya gidilecekti! Rüzgar’a seslendiler:
“Rüzgar! Lcw’ya gidiyoruz. Bir de orada deneyelim bakalım şansımızı.”
  Tek dilekleri LCW’da şanslarının yaver gitmesiydi. Ama gitmeyecekti. Aradığı elbiseyi Rüzgar küçük bir butikte bulacaktı.
  LCW’da bir şey bulamamışlardı. Ercüment ile Gizem artık umutsuzluğa kapılmıştı. Ta ki Rüzgar, LCW’nun yanında küçük bir butik görene kadar…
  Butik elbise üzerine kurulmuştu. İçeride bir sürü elbise vardı. Butiğin sahibesi çok tatlı bir bayandı. Rüzgar butiğe girer girmez çığlık çığlığa elbiselerin yanına koşmuş ve Seval Hanım’ın gülümsemesine sebep olmuştu. Bu sırada Gizem durumu açıklamaya çalışıyordu.
“Kusura bakmayın. Kızım birazcık(!) elbise delisidir de. Ondan böyle tepki veriyor.” Utancını gizleyemeyen bir ses tonu vardı sesinde.
“Çok tatlı. Böyle tepki vermesi normal. Bu yaşlarda her kız elbise delisi olur. İyiki gelmişsiniz. Mağazamız neşelendi minik sayesinde.” dedi Seval de.
“Ben Gizem.” diyerek kendini tanıttı Gizem.
“Ben de Seval. Çok memnun oldum.” diye karşılık verdi. Gülümsediğinde yanağında çıkan gamzeleri gerçekten memnun olduğunu gösteriyordu.
“İsterseniz bir kahve içelim o sırada siz de elbiselere bakın.” dedi Seval. Gizem ‘Yok gerek yok biz içtik gelmeden.’ diyerek reddetmeye çalıştı Seval Hanım’ı. Tüm ısrarları boşaydı. Seval çoktan kahve yapmaya gitmişti.
  Rüzgâr, elbiselere bakarken sürekli pembe renge yöneliyordu. Pembeyi nedensizce çok seviyordu. Yine tercihini pembeden yana kullanacaktı.  Bu kesindi.
  Elbise giyip çıkartmaktan yorulmuştu ama bir tane seçmesi gerekiyordu. Sonunda pembe bir elbisede karar kıldı. Elbise etek bluz gibi duruyordu. Güzeldi.
Gizem kahvesini içmişti ki Rüzgar üzerinde bu elbiseyle geldi. Annesine:
“Anne bunu alabilir miyiz?” diye sordu.
“Önce bir fiyatına bakalım. Ondan sonra düşünürüz. Ne kadar bu elbise Seval Hanım?”
“Kırk beş lira. Size kırk lira olur.” Kadın kendiliğinden indirim yapmıştı.
“Tamam, alalım.” Dedi Gizem. O an Rüzgar’ın gözlerinde gördüğü ışıltı hiçbir zaman unutulmayacaktı.
  Ercüment, dışarıda beklemekten sıkılmıştı. Bir an önce otele dönmek istiyordu. Ama bu istek Rüzgâr varken gerçekleşmezdi. Rüzgâr, alışveriş delisiydi.
 

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK