İyi Öğrenci Kötü Öğrenci Üzerine Bir Özeleştiri

Çevrimdışı alicam46

  • Uzman Üye
  • *****
  • 460
  • 2.966
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 460
  • 2.966
  • 1. Sınıf Öğretmeni
05 Ara 2010 22:09:26
Daha önce "iyi öğretmen, kötü öğretmen"  başlıklı bir yazı yazmıştım. Olumlu olumsuz pek çok değerlendirmeye tabi tutulmuştu bu yazı.

Şimdi aynı başlığı öğrenciler için atıp, olayın bir başka yönünü ele almak istiyorum. Aslında bu yazının sonunda “iyi öğretmen kötü öğretmen” ayırımı yeniden gündeme gelebilir.

Hepimiz çocuğumuzu okula yazdırırken kayıt yapan müdür ya da müdür yardımcısına çocuğumuzun öğretmenini sorar ve genelde şöyle bir cevap alırız:

“İyi bir öğretmen”

Tayin dönemlerinde okul müdürleri okullarına atanan öğretmenler için bilgi almak istediklerinde iki cevaptan birini alırlar genelde.

“İyi bir öğretmen”

“Kötü bir öğretmen”


Bu yazıyı kaleme almama neden olan ve geçen yıl başımdan geçen bir konuşmayı anlatmak istiyorum.

Okula nakil gelen bir öğrenci mevcudu en az olan sınıf benim sınıfım olduğu için idare tarafından bana verildi. Sınıfa girmek üzereyken elime tutuşturulan kağıda biraz fazla baktığımı gören müdür yardımcımız:

“İyi bir öğrenci Ali Bey” dedi.

Muhtemel nasıl bir öğrenci olduğunu düşündüğümü zannetmişti. Belki de iç dünyamda onu da merak etmiştim.

Öyle olmalı ki, biraz rahatladığımı hissettim.

Daha sonra o diyalog aklıma geldiğinde rahatsızlık duymaya başladım.

“İyi öğrenci” ya da “kötü öğrenci” ne demekti?

Hele hele İlköğretimin ilk kademesinde kötü öğrenci nasıl bir şeydi?

Yaptığından Allah indinde bile sorumlu olmayan çocuklar için “kötü” tabirini kullanmak ne kadar doğruydu?

Okula hepsi eşit şartlarda yazdırılan öğrenciler birkaç sene sonra neden “iyi öğrenci” ve “kötü öğrenci” olarak ayırıma tabi tutuluyordu.

Tertemiz, pırıl pırıl, sevimli, neşeli çocuklarımız nasıl oluyordu da birkaç sene içinde “kötü(!), mutsuz, asık suratlı, tembel” çocuklara dönüşüyorlardı.

Öğretmen olarak bizlere verilen çocuklar böyle değildi oysa.

Geçtiğimiz yıllarda çok sevdiğim bir okul müdürü abimizin yanında oturuyordum. Kayıt dönemiydi. Kayıt için gelen baba yanındaki çocuğu göstererek;

“Müdür Bey, çok yaramaz bir çocuk. Elinden zar ağlıyoruz. Biraz sıkıştırın” dedi.

“Merak etme” dedi Müdür Bey, “okula başlasın, bir ay içinde süt dökmüş kediye döner”

Görevimiz süt dökmüş kediye dönen çocuklar yetiştirmek değildi halbuki. Bunu Müdür Bey’e de anlattım. Tamamen iyi niyetle söylediğine inandığım bu sözlerden üzüntü duyduğumu belirttim.

“Haklısın” dedi. “Ama babanın beklediği cevap bu. Başka bir cevap adamı tatmin etmez ki”

Bu sözler bana köyde kaldığım yılları hatırlattı. Yarı yıl ya da yaz tatillerinde köylüler beni gördüklerinde şöyle derlerdi.

“Ya hocam, açın şu okulu artık. Çocuklardan bıktık. Okula gitsinler de biraz başımızı dinleyelim.”

İşte bu şartlar altında geliyordu çocuklar okulumuza. Kız ya da erkek, yaramaz ya da uslu, konuşkan ya da suskun, el kasları gelişmiş ya da gelişmemiş, ayakkabıları yeni ya da eski, tertemiz ya da sümüklü…

İlk geldiklerinde hangisi iyi, hangisi kötü olacak bilmiyorduk öğrencilerimizin.

Kendimi yokladım. İlk gün, ilk hafta hangi duyguları yaşıyordum onu düşünmeye çalıştım.

“Daha konuşkan, daha temiz, daha cin bakışlı” çocuklar okula bir adım önde başlıyorlardı.

Önde onlar oturuyordu, öğretmenle en çok onlar konuşuyordu, en çok aferini onlar alıyordu. Öğretmen en çok onların saçını okşuyordu.

Sınıf “okulu sevenler” ve “sevmeyenler” olarak ikiye ayrılıyordu kısa zamanda.

Oysa…

Oysa bunların hepsi çocuktu. Hepsi melekti yani. Hepsi suçsuz, hepsi günahsızdı. O güne kadar bu çocukların hiç biri hiç kötülük yapmamış, hiç günah işlememişlerdi.

Her şey sonraki yıllarda oldu.

Bir şekilde öğrencilerin bir kısmı daha çabuk okurken, daha çabuk yazarken, verilenleri daha çabuk öğrenirken; diğerleri az geride kaldı.

Daha geride kalanlar da vardı elbette.

İşte ayırım burada yapılmaya başlandı.

“İyi” “fena değil” ve “kötü” sıfatları eklendi çocukların isimlerinin başına.

Bunun ne iç acıtıcı bir tanımlama olduğunu çok sonradan öğrendim. Öğrendiğimde tövbe edecek çok sayıda günahımla bu güne geldiğimi fark ettim.

İçim acıdı.

…………..

Konu fazla dağıldı biliyorum. Ama bunları anlatmadan doğrudan konuyu yazmak biraz yavan kalırdı.

İMKB Doğukent İlköğretim Okulu’nda göreve başlamıştım geçen sene. İdare tarafından yeni kurulan bir 5. sınıf verildi.

Yeni okula taşındığımız için iki yeni sınıf kurulmuştu. Diğer sınıflardan gelen öğrencilerle, nakil gelen öğrencilerin yer aldığı iki sınıftan birini aldım.

Nasıl bir sınıfım olduğunu soran arkadaşlarıma şu cevabı verdim.

“Arkadaşlar, nasıl bir sınıf olduğunun hiçbir önemi yok. Benim burada iki görevim var. Birincisi, her biri farklı sınıflardan ve okullardan gelen öğrencilerimi bir arada tutmayı başarmak. Onların kaynaşmasını sağlamak. İkincisi ise; onların seviyelerini ölçerek, bulundukları seviyenin üstüne çıkarmaya çalışmak.”

İşte ana nokta buydu arkadaşlar.

Öğrencilerimiz sınıf seviyesinin üstünde olabileceği gibi, birkaç sınıf geriden geliyor da olabilir.

Anlattıklarımızı bir defada anlayan öğrencilerimiz de olacaktır, anlattıklarımızdan hiçbir şey anlamayan öğrencilerimiz de…

Öğrencilerimizden bazıları leb demeden leblebiyi kaparken, diğerlerine leblebiyi öğretmek için 10 defa tekrar etmek zorunda olabiliriz.

Matematiği, Türkçesi 100 olan öğrenci “iyi öğrenci” olabileceği gibi “45 aldığında sevinen öğrenci de iyi öğrenci” olabilir pekala.

Bizim görevimiz doktor, öğretmen, avukat, mimar, mühendis yetiştirmek değil, bunu anlamalıyız önce.

Kendine güvenen, vatanını ve milletini seven, ahlâklı, erdemli, dürüst bireyler yetiştirmek doktor yetiştirmekten daha önemlidir ve en öncelikli görevimizdir.

Ve mutlu bireyler elbette…

Dersimizden 100 alan öğrenciyle 10 alan öğrenci arasında iyilik / kötülük açısından bir fark olmayabilir.

Dersimizden başarılı olan ya da başarısız olan öğrencilerimiz vardır.

Anlattığımız konuyu çabuk kavrayan ya da kavrayamayan öğrencilerimiz…

Her soruya cevap vermek için atılan ya da hiçbir soruya cevap vermek istemeyen öğrencilerimiz de vardır, olacaktır da…

Ama “iyi öğrenci” “kötü öğrenci” yoktur.

Benim gibi, öğrencileri yanlış ölçütler kullanarak “iyi” ya da “kötü” diye ayırıma tabi tutan öğretmenler vardır.

Her öğrenciye eşit davranmayan öğretmenler…

Çalışkan öğrencinin yaptığı her saygısızlığı sineye çeken ama başarısız öğrencinin iyi niyetle anlatmaya çalıştığı, anlatamadığı, yanlış anlattığı bir konuda ortalığı toza dumana katanlar…

Ben bu hafta başında öğrencilerime bir defa daha bakacağım uzaktan. Daha önce aklıma yer etmiş tüm “kötü” tanımlamaları silerek her öğrencime eşit davranmaya çalışacağım.

Bileceğim ki; sınıfımda kötü öğrencilerim(!) varsa hakikaten bu iki kötünün suçudur.

“Benim” ve “anne babanın…”

Saygılarımla…


Ali ÇAM
İMKB Doğukent İlköğretim Okulu
KAHRAMANMARAŞ

Çevrimdışı torosdaglı

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 227
  • 107
  • Müdür Yardımcısı
  • 227
  • 107
  • Müdür Yardımcısı
# 05 Ara 2010 22:17:29
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Daha önce "iyi öğretmen, kötü öğretmen"  başlıklı bir yazı yazmıştım. Olumlu olumsuz pek çok değerlendirmeye tabi tutulmuştu bu yazı.

Şimdi aynı başlığı öğrenciler için atıp, olayın bir başka yönünü ele almak istiyorum. Aslında bu yazının sonunda “iyi öğretmen kötü öğretmen” ayırımı yeniden gündeme gelebilir.

Hepimiz çocuğumuzu okula yazdırırken kayıt yapan müdür ya da müdür yardımcısına çocuğumuzun öğretmenini sorar ve genelde şöyle bir cevap alırız:

“İyi bir öğretmen”

Tayin dönemlerinde okul müdürleri okullarına atanan öğretmenler için bilgi almak istediklerinde iki cevaptan birini alırlar genelde.

“İyi bir öğretmen”

“Kötü bir öğretmen”


Bu yazıyı kaleme almama neden olan ve geçen yıl başımdan geçen bir konuşmayı anlatmak istiyorum.

Okula nakil gelen bir öğrenci mevcudu en az olan sınıf benim sınıfım olduğu için idare tarafından bana verildi. Sınıfa girmek üzereyken elime tutuşturulan kağıda biraz fazla baktığımı gören müdür yardımcımız:

“İyi bir öğrenci Ali Bey” dedi.

Muhtemel nasıl bir öğrenci olduğunu düşündüğümü zannetmişti. Belki de iç dünyamda onu da merak etmiştim.

Öyle olmalı ki, biraz rahatladığımı hissettim.

Daha sonra o diyalog aklıma geldiğinde rahatsızlık duymaya başladım.

“İyi öğrenci” ya da “kötü öğrenci” ne demekti?

Hele hele İlköğretimin ilk kademesinde kötü öğrenci nasıl bir şeydi?

Yaptığından Allah indinde bile sorumlu olmayan çocuklar için “kötü” tabirini kullanmak ne kadar doğruydu?

Okula hepsi eşit şartlarda yazdırılan öğrenciler birkaç sene sonra neden “iyi öğrenci” ve “kötü öğrenci” olarak ayırıma tabi tutuluyordu.

Tertemiz, pırıl pırıl, sevimli, neşeli çocuklarımız nasıl oluyordu da birkaç sene içinde “kötü(!), mutsuz, asık suratlı, tembel” çocuklara dönüşüyorlardı.

Öğretmen olarak bizlere verilen çocuklar böyle değildi oysa.

Geçtiğimiz yıllarda çok sevdiğim bir okul müdürü abimizin yanında oturuyordum. Kayıt dönemiydi. Kayıt için gelen baba yanındaki çocuğu göstererek;

“Müdür Bey, çok yaramaz bir çocuk. Elinden zar ağlıyoruz. Biraz sıkıştırın” dedi.

“Merak etme” dedi Müdür Bey, “okula başlasın, bir ay içinde süt dökmüş kediye döner”

Görevimiz süt dökmüş kediye dönen çocuklar yetiştirmek değildi halbuki. Bunu Müdür Bey’e de anlattım. Tamamen iyi niyetle söylediğine inandığım bu sözlerden üzüntü duyduğumu belirttim.

“Haklısın” dedi. “Ama babanın beklediği cevap bu. Başka bir cevap adamı tatmin etmez ki”

Bu sözler bana köyde kaldığım yılları hatırlattı. Yarı yıl ya da yaz tatillerinde köylüler beni gördüklerinde şöyle derlerdi.

“Ya hocam, açın şu okulu artık. Çocuklardan bıktık. Okula gitsinler de biraz başımızı dinleyelim.”

İşte bu şartlar altında geliyordu çocuklar okulumuza. Kız ya da erkek, yaramaz ya da uslu, konuşkan ya da suskun, el kasları gelişmiş ya da gelişmemiş, ayakkabıları yeni ya da eski, tertemiz ya da sümüklü…

İlk geldiklerinde hangisi iyi, hangisi kötü olacak bilmiyorduk öğrencilerimizin.

Kendimi yokladım. İlk gün, ilk hafta hangi duyguları yaşıyordum onu düşünmeye çalıştım.

“Daha konuşkan, daha temiz, daha cin bakışlı” çocuklar okula bir adım önde başlıyorlardı.

Önde onlar oturuyordu, öğretmenle en çok onlar konuşuyordu, en çok aferini onlar alıyordu. Öğretmen en çok onların saçını okşuyordu.

Sınıf “okulu sevenler” ve “sevmeyenler” olarak ikiye ayrılıyordu kısa zamanda.

Oysa…

Oysa bunların hepsi çocuktu. Hepsi melekti yani. Hepsi suçsuz, hepsi günahsızdı. O güne kadar bu çocukların hiç biri hiç kötülük yapmamış, hiç günah işlememişlerdi.

Her şey sonraki yıllarda oldu.

Bir şekilde öğrencilerin bir kısmı daha çabuk okurken, daha çabuk yazarken, verilenleri daha çabuk öğrenirken; diğerleri az geride kaldı.

Daha geride kalanlar da vardı elbette.

İşte ayırım burada yapılmaya başlandı.

“İyi” “fena değil” ve “kötü” sıfatları eklendi çocukların isimlerinin başına.

Bunun ne iç acıtıcı bir tanımlama olduğunu çok sonradan öğrendim. Öğrendiğimde tövbe edecek çok sayıda günahımla bu güne geldiğimi fark ettim.

İçim acıdı.

…………..

Konu fazla dağıldı biliyorum. Ama bunları anlatmadan doğrudan konuyu yazmak biraz yavan kalırdı.

İMKB Doğukent İlköğretim Okulu’nda göreve başlamıştım geçen sene. İdare tarafından yeni kurulan bir 5. sınıf verildi.

Yeni okula taşındığımız için iki yeni sınıf kurulmuştu. Diğer sınıflardan gelen öğrencilerle, nakil gelen öğrencilerin yer aldığı iki sınıftan birini aldım.

Nasıl bir sınıfım olduğunu soran arkadaşlarıma şu cevabı verdim.

“Arkadaşlar, nasıl bir sınıf olduğunun hiçbir önemi yok. Benim burada iki görevim var. Birincisi, her biri farklı sınıflardan ve okullardan gelen öğrencilerimi bir arada tutmayı başarmak. Onların kaynaşmasını sağlamak. İkincisi ise; onların seviyelerini ölçerek, bulundukları seviyenin üstüne çıkarmaya çalışmak.”

İşte ana nokta buydu arkadaşlar.

Öğrencilerimiz sınıf seviyesinin üstünde olabileceği gibi, birkaç sınıf geriden geliyor da olabilir.

Anlattıklarımızı bir defada anlayan öğrencilerimiz de olacaktır, anlattıklarımızdan hiçbir şey anlamayan öğrencilerimiz de…

Öğrencilerimizden bazıları leb demeden leblebiyi kaparken, diğerlerine leblebiyi öğretmek için 10 defa tekrar etmek zorunda olabiliriz.

Matematiği, Türkçesi 100 olan öğrenci “iyi öğrenci” olabileceği gibi “45 aldığında sevinen öğrenci de iyi öğrenci” olabilir pekala.

Bizim görevimiz doktor, öğretmen, avukat, mimar, mühendis yetiştirmek değil, bunu anlamalıyız önce.

Kendine güvenen, vatanını ve milletini seven, ahlâklı, erdemli, dürüst bireyler yetiştirmek doktor yetiştirmekten daha önemlidir ve en öncelikli görevimizdir.

Ve mutlu bireyler elbette…

Dersimizden 100 alan öğrenciyle 10 alan öğrenci arasında iyilik / kötülük açısından bir fark olmayabilir.

Dersimizden başarılı olan ya da başarısız olan öğrencilerimiz vardır.

Anlattığımız konuyu çabuk kavrayan ya da kavrayamayan öğrencilerimiz…

Her soruya cevap vermek için atılan ya da hiçbir soruya cevap vermek istemeyen öğrencilerimiz de vardır, olacaktır da…

Ama “iyi öğrenci” “kötü öğrenci” yoktur.

Benim gibi, öğrencileri yanlış ölçütler kullanarak “iyi” ya da “kötü” diye ayırıma tabi tutan öğretmenler vardır.

Her öğrenciye eşit davranmayan öğretmenler…

Çalışkan öğrencinin yaptığı her saygısızlığı sineye çeken ama başarısız öğrencinin iyi niyetle anlatmaya çalıştığı, anlatamadığı, yanlış anlattığı bir konuda ortalığı toza dumana katanlar…

Ben bu hafta başında öğrencilerime bir defa daha bakacağım uzaktan. Daha önce aklıma yer etmiş tüm “kötü” tanımlamaları silerek her öğrencime eşit davranmaya çalışacağım.

Bileceğim ki; sınıfımda kötü öğrencilerim(!) varsa hakikaten bu iki kötünün suçudur.

“Benim” ve “anne babanın…”

Saygılarımla…


Ali ÇAM
İMKB Doğukent İlköğretim Okulu
KAHRAMANMARAŞ

sanırım bu öz eleştiriyi sık sık yapmamız lazım..teşekkürler hocam

Çevrimdışı M.TARIK

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.153
  • 2.487
  • 1.153
  • 2.487
# 06 Ara 2010 17:27:29
Benim sınıfımda ele avuca sığmayan bir öğrencim vardı.Biraz araştırınca anne ve babanın ayrı yaşadığını,annenin temizlik işlerine gittiğini,çocukların çoğu zaman evde yemek bulamadığını öğrendim.Çocukla biraz ilgilenince epeyce düzeldi.Arkadaşları ile kavga etmemeye başladı dersleri iyiye doğru gidiyor.Elbette şiddet gören, ilgi görmeyen çocuk, büyüdüğü zaman potansiyel suç makinası olur.Toplumdan intikam alırcasına her türlü suçu işler.Yaramaz öğrencileri araştırdığınız zaman kökeninde mutlaka ailenin ilgisizliği veya şiddete maruz kaldığını görürsünüz.Alicam46 öğretmenim güzel tesbitlerde bulunmuş.Kendisine çok teşekkür ederim.Biraz ilgi ve sevgi bir çok problemi çözecektir.

Çevrimdışı Q7

  • Üye
  • *
  • 34
  • 8
  • 34
  • 8
# 11 Ara 2010 15:26:31
Daha önce "iyi öğretmen, kötü öğretmen"  başlıklı bir yazı yazmıştım. Olumlu olumsuz pek çok değerlendirmeye tabi tutulmuştu bu yazı.



Hepimiz çocuğumuzu okula yazdırırken kayıt yapan müdür ya da müdür yardımcısına çocuğumuzun öğretmenini sorar ve genelde şöyle bir cevap alırız:


Bu yazıyı kaleme almama neden olan ve geçen yıl başımdan geçen bir konuşmayı anlatmak istiyorum.

Okula nakil gelen bir öğrenci mevcudu en az olan sınıf benim sınıfım olduğu için idare tarafından bana verildi. Sınıfa girmek üzereyken elime tutuşturulan kağıda biraz fazla baktığımı gören müdür yardımcımız:

“İyi bir öğrenci Ali Bey” dedi.

Muhtemel nasıl bir öğrenci olduğunu düşündüğümü zannetmişti. Belki de iç dünyamda onu da merak etmiştim.

Öyle olmalı ki, biraz rahatladığımı hissettim.

Daha sonra o diyalog aklıma geldiğinde rahatsızlık duymaya başladım.

“İyi öğrenci” ya da “kötü öğrenci” ne demekti?

Hele hele İlköğretimin ilk kademesinde kötü öğrenci nasıl bir şeydi?

Yaptığından Allah indinde bile sorumlu olmayan çocuklar için “kötü” tabirini kullanmak ne kadar doğruydu?

Okula hepsi eşit şartlarda yazdırılan öğrenciler birkaç sene sonra neden “iyi öğrenci” ve “kötü öğrenci” olarak ayırıma tabi tutuluyordu.

Tertemiz, pırıl pırıl, sevimli, neşeli çocuklarımız nasıl oluyordu da birkaç sene içinde “kötü(!), mutsuz, asık suratlı, tembel” çocuklara dönüşüyorlardı.

Öğretmen olarak bizlere verilen çocuklar böyle değildi oysa.

Geçtiğimiz yıllarda çok sevdiğim bir okul müdürü abimizin yanında oturuyordum. Kayıt dönemiydi. Kayıt için gelen baba yanındaki çocuğu göstererek;

“Müdür Bey, çok yaramaz bir çocuk. Elinden zar ağlıyoruz. Biraz sıkıştırın” dedi.

“Merak etme” dedi Müdür Bey, “okula başlasın, bir ay içinde süt dökmüş kediye döner”

Görevimiz süt dökmüş kediye dönen çocuklar yetiştirmek değildi halbuki. Bunu Müdür Bey’e de anlattım. Tamamen iyi niyetle söylediğine inandığım bu sözlerden üzüntü duyduğumu belirttim.

“Haklısın” dedi. “Ama babanın beklediği cevap bu. Başka bir cevap adamı tatmin etmez ki”

Bu sözler bana köyde kaldığım yılları hatırlattı. Yarı yıl ya da yaz tatillerinde köylüler beni gördüklerinde şöyle derlerdi.

“Ya hocam, açın şu okulu artık. Çocuklardan bıktık. Okula gitsinler de biraz başımızı dinleyelim.”

İşte bu şartlar altında geliyordu çocuklar okulumuza. Kız ya da erkek, yaramaz ya da uslu, konuşkan ya da suskun, el kasları gelişmiş ya da gelişmemiş, ayakkabıları yeni ya da eski, tertemiz ya da sümüklü…

İlk geldiklerinde hangisi iyi, hangisi kötü olacak bilmiyorduk öğrencilerimizin.

Kendimi yokladım. İlk gün, ilk hafta hangi duyguları yaşıyordum onu düşünmeye çalıştım.

“Daha konuşkan, daha temiz, daha cin bakışlı” çocuklar okula bir adım önde başlıyorlardı.

Önde onlar oturuyordu, öğretmenle en çok onlar konuşuyordu, en çok aferini onlar alıyordu. Öğretmen en çok onların saçını okşuyordu.

Sınıf “okulu sevenler” ve “sevmeyenler” olarak ikiye ayrılıyordu kısa zamanda.

Oysa…

Oysa bunların hepsi çocuktu. Hepsi melekti yani. Hepsi suçsuz, hepsi günahsızdı. O güne kadar bu çocukların hiç biri hiç kötülük yapmamış, hiç günah işlememişlerdi.

Her şey sonraki yıllarda oldu.

Bir şekilde öğrencilerin bir kısmı daha çabuk okurken, daha çabuk yazarken, verilenleri daha çabuk öğrenirken; diğerleri az geride kaldı.

Daha geride kalanlar da vardı elbette.

İşte ayırım burada yapılmaya başlandı.

“İyi” “fena değil” ve “kötü” sıfatları eklendi çocukların isimlerinin başına.

Bunun ne iç acıtıcı bir tanımlama olduğunu çok sonradan öğrendim. Öğrendiğimde tövbe edecek çok sayıda günahımla bu güne geldiğimi fark ettim.

İçim acıdı.

…………..

Konu fazla dağıldı biliyorum. Ama bunları anlatmadan doğrudan konuyu yazmak biraz yavan kalırdı.

İMKB Doğukent İlköğretim Okulu’nda göreve başlamıştım geçen sene. İdare tarafından yeni kurulan bir 5. sınıf verildi.

Yeni okula taşındığımız için iki yeni sınıf kurulmuştu. Diğer sınıflardan gelen öğrencilerle, nakil gelen öğrencilerin yer aldığı iki sınıftan birini aldım.

Nasıl bir sınıfım olduğunu soran arkadaşlarıma şu cevabı verdim.

Arkadaşlar, nasıl bir sınıf olduğunun hiçbir önemi yok. Benim burada iki görevim var. Birincisi, her biri farklı sınıflardan ve okullardan gelen öğrencilerimi bir arada tutmayı başarmak. Onların kaynaşmasını sağlamak. İkincisi ise; onların seviyelerini ölçerek, bulundukları seviyenin üstüne çıkarmaya çalışmak.”

İşte ana nokta buydu arkadaşlar.

Öğrencilerimiz sınıf seviyesinin üstünde olabileceği gibi, birkaç sınıf geriden geliyor da olabilir.

Anlattıklarımızı bir defada anlayan öğrencilerimiz de olacaktır, anlattıklarımızdan hiçbir şey anlamayan öğrencilerimiz de…

Öğrencilerimizden bazıları leb demeden leblebiyi kaparken, diğerlerine leblebiyi öğretmek için 10 defa tekrar etmek zorunda olabiliriz.

Matematiği, Türkçesi 100 olan öğrenci “iyi öğrenci” olabileceği gibi “45 aldığında sevinen öğrenci de iyi öğrenci” olabilir pekala.

Bizim görevimiz doktor, öğretmen, avukat, mimar, mühendis yetiştirmek değil, bunu anlamalıyız önce.

Kendine güvenen, vatanını ve milletini seven, ahlâklı, erdemli, dürüst bireyler yetiştirmek doktor yetiştirmekten daha önemlidir ve en öncelikli görevimizdir.

Ve mutlu bireyler elbette…

Dersimizden 100 alan öğrenciyle 10 alan öğrenci arasında iyilik / kötülük açısından bir fark olmayabilir.

Dersimizden başarılı olan ya da başarısız olan öğrencilerimiz vardır.

Anlattığımız konuyu çabuk kavrayan ya da kavrayamayan öğrencilerimiz…

Her soruya cevap vermek için atılan ya da hiçbir soruya cevap vermek istemeyen öğrencilerimiz de vardır, olacaktır da…

Ama “iyi öğrenci” “kötü öğrenci” yoktur.

Benim gibi, öğrencileri yanlış ölçütler kullanarak “iyi” ya da “kötü” diye ayırıma tabi tutan öğretmenler vardır.

Her öğrenciye eşit davranmayan öğretmenler…

Çalışkan öğrencinin yaptığı her saygısızlığı sineye çeken ama başarısız öğrencinin iyi niyetle anlatmaya çalıştığı, anlatamadığı, yanlış anlattığı bir konuda ortalığı toza dumana katanlar…

Ben bu hafta başında öğrencilerime bir defa daha bakacağım uzaktan. Daha önce aklıma yer etmiş tüm “kötü” tanımlamaları silerek her öğrencime eşit davranmaya çalışacağım.

Bileceğim ki; sınıfımda kötü öğrencilerim(!) varsa hakikaten bu iki kötünün suçudur.

“Benim” ve “anne babanın…”

Saygılarımla…


Ali ÇAM
İMKB Doğukent İlköğretim Okulu
KAHRAMANMARAŞ

HOBA[/HHHHOCAM BİR ÖĞRETMEN OLARAK YAZDIKLARINIZA YÜREKTEN KATILIYORUM.YILLARCA ÖĞRETMENLERİ VE ÖĞRENCİLERİ İYİ-KÖTÜ DİYE AYIRMAYA ÇALIŞTIK...ÇOK TEŞEKÜR EDERİM

Çevrimdışı hhh06

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.669
  • 6.816
  • 1.669
  • 6.816
# 11 Ara 2010 18:06:18
Eğitim mi ,öğretim mi?
Hangisi daha önemli , ikisinin bir arada olması hele de sınıflar kalabalıksa ,ailelerde ilgili değilse çok zor, ve yıpratıcı.Duygusal davranıp özel hayatlarını düşünürsem kendim de hastalanıp ,çocuğum sen şöyle geç kaloferin yanına ısın eve gidince üşüyeceksin,boşver dersleri mi demeliyim, yoksa daha sert olup hazır okula gelebiliyor diye ne öğrenirse kardır deyip sıkıştırmalı mıyım? Yanlış ya da doğru olan nedir? İyi -kötü neye ve kime göre belirlenir?

Çevrimdışı handan333

  • Uzman Üye
  • *****
  • 721
  • 2.793
  • 5. Sınıf Öğretmeni
  • 721
  • 2.793
  • 5. Sınıf Öğretmeni
# 23 Ara 2011 21:59:34
1 YIL ÖNCE YAZILMIŞ BİR YAZI öğretmenim haklı iyi veye kötü öğrenci neye göre kime göre.
  Bana göre iyi yada kötü öğrenci yok ulaşamadığımız öğrenciler o kadar çokki...K ENDİMCE UFACIK ÇALIŞMALAR YAPIYORUM OKULDAKİ OKUMA YAZMA BİLMEYEN 4 ÖĞRENCİYİ BELİRLEDİM bunlar tabi en yaramaz diye bilinenler aynı zamanda neden yaramazlık yapıyorlar?....Tabiki derslerden birşey anlamadıkları için 7.sınıfa gelmiş ama okuması yazması yok  ne yapsın çocuk arkasındakine önündekine sataşıyor...öğretmen arkadaşım da haklı belki 60-70 kişilik sınıflarda tabiki okuyamayan çocuk kalıyor.(bence ne yapıp edip okuma yazma öğretmeliyiz biraz ilgi ile ben okutabiliyorsam  demekki bu çocuğun derdi ilgi ve şefkat)
   Gözlerindeki ışık ve sevinci görmek bana yetiyor kimseden aferin beklemiyorum ben bunu sadece kendi çocuğum olsa ne yapardım sorusunu soruyor ve okulda o şekilde çalışıyorum ve bunun vicdani sorumluluğunu içimde duyuyorumaldığım
  kötü öğrenci yok ulaşamadığımız öğrenci çooook....

Çevrimdışı HASAN YİĞİT

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.567
  • 15.466
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 4.567
  • 15.466
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 04 Haz 2012 09:58:16
Öğrenciyi iyi ve kötü olarak ayırmam ama yaşadıkları çevre onları bizden daha fazla etkiliyor.

Çevrimdışı bilgidolu

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 827
  • 1.016
  • 827
  • 1.016
# 04 Haz 2012 10:13:25
derin derin düşündüm,düşünüyorum...kendimi gözden geçiriyorum...teşekkürler bunu sağladığınız için, paylaşım için..

Çevrimdışı melihkar

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 372
  • 206
  • 372
  • 206
# 04 Haz 2012 10:33:43
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Daha önce "iyi öğretmen, kötü öğretmen"  başlıklı bir yazı yazmıştım. Olumlu olumsuz pek çok değerlendirmeye tabi tutulmuştu bu yazı.



Hepimiz çocuğumuzu okula yazdırırken kayıt yapan müdür ya da müdür yardımcısına çocuğumuzun öğretmenini sorar ve genelde şöyle bir cevap alırız:


Bu yazıyı kaleme almama neden olan ve geçen yıl başımdan geçen bir konuşmayı anlatmak istiyorum.

Okula nakil gelen bir öğrenci mevcudu en az olan sınıf benim sınıfım olduğu için idare tarafından bana verildi. Sınıfa girmek üzereyken elime tutuşturulan kağıda biraz fazla baktığımı gören müdür yardımcımız:

“İyi bir öğrenci Ali Bey” dedi.

Muhtemel nasıl bir öğrenci olduğunu düşündüğümü zannetmişti. Belki de iç dünyamda onu da merak etmiştim.

Öyle olmalı ki, biraz rahatladığımı hissettim.

Daha sonra o diyalog aklıma geldiğinde rahatsızlık duymaya başladım.

“İyi öğrenci” ya da “kötü öğrenci” ne demekti?

Hele hele İlköğretimin ilk kademesinde kötü öğrenci nasıl bir şeydi?

Yaptığından Allah indinde bile sorumlu olmayan çocuklar için “kötü” tabirini kullanmak ne kadar doğruydu?

Okula hepsi eşit şartlarda yazdırılan öğrenciler birkaç sene sonra neden “iyi öğrenci” ve “kötü öğrenci” olarak ayırıma tabi tutuluyordu.

Tertemiz, pırıl pırıl, sevimli, neşeli çocuklarımız nasıl oluyordu da birkaç sene içinde “kötü(!), mutsuz, asık suratlı, tembel” çocuklara dönüşüyorlardı.

Öğretmen olarak bizlere verilen çocuklar böyle değildi oysa.

Geçtiğimiz yıllarda çok sevdiğim bir okul müdürü abimizin yanında oturuyordum. Kayıt dönemiydi. Kayıt için gelen baba yanındaki çocuğu göstererek;

“Müdür Bey, çok yaramaz bir çocuk. Elinden zar ağlıyoruz. Biraz sıkıştırın” dedi.

“Merak etme” dedi Müdür Bey, “okula başlasın, bir ay içinde süt dökmüş kediye döner”

Görevimiz süt dökmüş kediye dönen çocuklar yetiştirmek değildi halbuki. Bunu Müdür Bey’e de anlattım. Tamamen iyi niyetle söylediğine inandığım bu sözlerden üzüntü duyduğumu belirttim.

“Haklısın” dedi. “Ama babanın beklediği cevap bu. Başka bir cevap adamı tatmin etmez ki”

Bu sözler bana köyde kaldığım yılları hatırlattı. Yarı yıl ya da yaz tatillerinde köylüler beni gördüklerinde şöyle derlerdi.

“Ya hocam, açın şu okulu artık. Çocuklardan bıktık. Okula gitsinler de biraz başımızı dinleyelim.”

İşte bu şartlar altında geliyordu çocuklar okulumuza. Kız ya da erkek, yaramaz ya da uslu, konuşkan ya da suskun, el kasları gelişmiş ya da gelişmemiş, ayakkabıları yeni ya da eski, tertemiz ya da sümüklü…

İlk geldiklerinde hangisi iyi, hangisi kötü olacak bilmiyorduk öğrencilerimizin.

Kendimi yokladım. İlk gün, ilk hafta hangi duyguları yaşıyordum onu düşünmeye çalıştım.

“Daha konuşkan, daha temiz, daha cin bakışlı” çocuklar okula bir adım önde başlıyorlardı.

Önde onlar oturuyordu, öğretmenle en çok onlar konuşuyordu, en çok aferini onlar alıyordu. Öğretmen en çok onların saçını okşuyordu.

Sınıf “okulu sevenler” ve “sevmeyenler” olarak ikiye ayrılıyordu kısa zamanda.

Oysa…

Oysa bunların hepsi çocuktu. Hepsi melekti yani. Hepsi suçsuz, hepsi günahsızdı. O güne kadar bu çocukların hiç biri hiç kötülük yapmamış, hiç günah işlememişlerdi.

Her şey sonraki yıllarda oldu.

Bir şekilde öğrencilerin bir kısmı daha çabuk okurken, daha çabuk yazarken, verilenleri daha çabuk öğrenirken; diğerleri az geride kaldı.

Daha geride kalanlar da vardı elbette.

İşte ayırım burada yapılmaya başlandı.

“İyi” “fena değil” ve “kötü” sıfatları eklendi çocukların isimlerinin başına.

Bunun ne iç acıtıcı bir tanımlama olduğunu çok sonradan öğrendim. Öğrendiğimde tövbe edecek çok sayıda günahımla bu güne geldiğimi fark ettim.

İçim acıdı.

…………..

Konu fazla dağıldı biliyorum. Ama bunları anlatmadan doğrudan konuyu yazmak biraz yavan kalırdı.

İMKB Doğukent İlköğretim Okulu’nda göreve başlamıştım geçen sene. İdare tarafından yeni kurulan bir 5. sınıf verildi.

Yeni okula taşındığımız için iki yeni sınıf kurulmuştu. Diğer sınıflardan gelen öğrencilerle, nakil gelen öğrencilerin yer aldığı iki sınıftan birini aldım.

Nasıl bir sınıfım olduğunu soran arkadaşlarıma şu cevabı verdim.

Arkadaşlar, nasıl bir sınıf olduğunun hiçbir önemi yok. Benim burada iki görevim var. Birincisi, her biri farklı sınıflardan ve okullardan gelen öğrencilerimi bir arada tutmayı başarmak. Onların kaynaşmasını sağlamak. İkincisi ise; onların seviyelerini ölçerek, bulundukları seviyenin üstüne çıkarmaya çalışmak.”

İşte ana nokta buydu arkadaşlar.

Öğrencilerimiz sınıf seviyesinin üstünde olabileceği gibi, birkaç sınıf geriden geliyor da olabilir.

Anlattıklarımızı bir defada anlayan öğrencilerimiz de olacaktır, anlattıklarımızdan hiçbir şey anlamayan öğrencilerimiz de…

Öğrencilerimizden bazıları leb demeden leblebiyi kaparken, diğerlerine leblebiyi öğretmek için 10 defa tekrar etmek zorunda olabiliriz.

Matematiği, Türkçesi 100 olan öğrenci “iyi öğrenci” olabileceği gibi “45 aldığında sevinen öğrenci de iyi öğrenci” olabilir pekala.

Bizim görevimiz doktor, öğretmen, avukat, mimar, mühendis yetiştirmek değil, bunu anlamalıyız önce.

Kendine güvenen, vatanını ve milletini seven, ahlâklı, erdemli, dürüst bireyler yetiştirmek doktor yetiştirmekten daha önemlidir ve en öncelikli görevimizdir.

Ve mutlu bireyler elbette…

Dersimizden 100 alan öğrenciyle 10 alan öğrenci arasında iyilik / kötülük açısından bir fark olmayabilir.

Dersimizden başarılı olan ya da başarısız olan öğrencilerimiz vardır.

Anlattığımız konuyu çabuk kavrayan ya da kavrayamayan öğrencilerimiz…

Her soruya cevap vermek için atılan ya da hiçbir soruya cevap vermek istemeyen öğrencilerimiz de vardır, olacaktır da…

Ama “iyi öğrenci” “kötü öğrenci” yoktur.

Benim gibi, öğrencileri yanlış ölçütler kullanarak “iyi” ya da “kötü” diye ayırıma tabi tutan öğretmenler vardır.

Her öğrenciye eşit davranmayan öğretmenler…

Çalışkan öğrencinin yaptığı her saygısızlığı sineye çeken ama başarısız öğrencinin iyi niyetle anlatmaya çalıştığı, anlatamadığı, yanlış anlattığı bir konuda ortalığı toza dumana katanlar…

Ben bu hafta başında öğrencilerime bir defa daha bakacağım uzaktan. Daha önce aklıma yer etmiş tüm “kötü” tanımlamaları silerek her öğrencime eşit davranmaya çalışacağım.

Bileceğim ki; sınıfımda kötü öğrencilerim(!) varsa hakikaten bu iki kötünün suçudur.

“Benim” ve “anne babanın…”

Saygılarımla…


Ali ÇAM
İMKB Doğukent İlköğretim Okulu
KAHRAMANMARAŞ

HOBA[/HHHHOCAM BİR ÖĞRETMEN OLARAK YAZDIKLARINIZA YÜREKTEN KATILIYORUM.YILLARCA ÖĞRETMENLERİ VE ÖĞRENCİLERİ İYİ-KÖTÜ DİYE AYIRMAYA ÇALIŞTIK...ÇOK TEŞEKÜR EDERİM




Hocam siz 15 saat çalışıp aldığı maaşla diğer memurlara haksızlık yapan birisiniz o yüzden bu kadar düşünmeye gerek yok derse girin çıkın yeter

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 04 Haz 2012 17:58:00
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Bizim görevimiz doktor, öğretmen, avukat, mimar, mühendis yetiştirmek değil, bunu anlamalıyız önce.
Kendine güvenen, vatanını ve milletini seven, ahlâklı, erdemli, dürüst bireyler yetiştirmek doktor yetiştirmekten daha önemlidir ve en öncelikli görevimizdir.

Hayırlı günler dilerim.

Yazınız bana bir kaç yıl önce yaptığım bir MSN görüşmesini hatırlattı.
Yazdığım program vesilesiyle benimle iletişime geçen bir Kimya öğretmeniyle MSN'de haberleşirken
- Kimya öğretmek için mi öğretmen oldunuz?
 sorusunu yöneltmiştim.
Sorum yanlış anlaşılmaya sebep oldu, derdimi anlatamadan MSN görüşmesini kesti.
Daha sonra e-posta göndererek meramımı anlattım.
Devam eden MSN görüşmelerimizde başarılı bir öğrenci olan çocuklarından birinin lise 2. sınıfta Hristiyan olduğunu öğrendim.
Çocuğuna dinini anlatamadığı, sevdiremediği için çok pişmandı.
Daha sonra oğluyla da MSN görüşmede imkanımız oldu.
MSN görüşmemizde sorduğum bir kaç sorudan gencin Hristiyan olduktan sonra İslamiyet hakkında bilgi sahibi olduğunu ve yaptığı seçimi SORGULAMAYA başladığını anladım.

Öğretmenlerin ne için öğretmen oldukları konusunda kendilerini sık sık SORGULAMALARI faydalı olacaktır.

Çevrimdışı TAYLANSALİH

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.336
  • 3.247
  • Beden Eğitimi Öğrt.
  • 1.336
  • 3.247
  • Beden Eğitimi Öğrt.
# 08 Haz 2012 23:50:09
arkadaşlar,bazen arkadaşların sınıfına giriyorum.sıradan bir öğrenciye söz hakkı veriyorum.bütün sınıf -öğretmenim onlar bilmez diyor.-neden diyorum.-onlar tembel sırasında oturuyor diyorlar. ne içler acısı bir durum.benim meslektaşım ingiliz usulü sınıf ayırımı yapıyor.....peki hangi insanın buna hakkı var! biz ayrıştırmak için mi, yoksa birleştirmek için mi varız?

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.421
  • 16.034
  • 3.421
  • 16.034
# 23 Tem 2012 15:20:04
Sanırım bu hataya zaman zaman hepimiz düşüyoruz. Her ne kadar yapmamaya çalışsak da yetişecek müfredat, teftişe gelen müfettiş, sınav sonuçlarına göre başarı yüzdeleri derken bu koşuşturmada sizi geride bırakmayacak öğrencilere yol açmaya başlıyorsunuz. :-\

Çevrimdışı melike_snf

  • Bilge Üye
  • *****
  • 5.178
  • 12.292
  • Müdür Yardımcısı
  • 5.178
  • 12.292
  • Müdür Yardımcısı
# 23 Tem 2012 17:16:07
"Arkadaşlar, nasıl bir sınıf olduğunun hiçbir önemi yok. Benim burada iki görevim var. Birincisi, her biri farklı sınıflardan ve okullardan gelen öğrencilerimi bir arada tutmayı başarmak. Onların kaynaşmasını sağlamak. İkincisi ise; onların seviyelerini ölçerek, bulundukları seviyenin üstüne çıkarmaya çalışmak."

  İşte tam da bu cümleniz bir öğretmenin nasıl olması ve neler yapması gerektiğini anlatan kilit cümle..

   Sınıflarımızda çoğumuz iyi öğrenci-kötü öğrenci diye ayrım yapıyoruz.Neye göre derseniz sadece derslerine göre..Çünkü genel olarak eğitim sisteminde başarı öğrencinin türkçe matematik ,fen gibi derslerin başarısıyla belirleniyor.Biz de buna göre ders işelemeye,çocuklarımızı başarılı kılmaya çalışıyoruz. Biz ilkokul sıralarındayken  bizi de öğretmenlerimiz böyle ayırdılar.Hatta iyi-orta ve kötü olarak sınıflandırdılar bizleri.

  Çözüm  her öğrencinin yeteneğinin keşfedilip buna göre yetiştirilmesi ve başarılı kılınması ama bunun ülkemiz şartlarda mümkün olmadığını ne yazık ki biliyoruz...

Çevrimdışı ulviyezfr@hotma

  • Aktif Üye
  • **
  • 6
  • 49
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 6
  • 49
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 25 Ağu 2012 17:10:08
Her okuduğum,her dinlediğim ,yaşadığım olaylardan pay çıkarmaya öz eleştiri yapmaya çalışırım.Yıllar birbiri ardına geçiyor ve biz ne çok şey biriktiriyoruz.
 Keşkeler yaşıyoruz.Tüm çabam keşkelerimi en aza indirip mutluluğu yakalamak.
 Umarım yeni dönemde de keşkelerimiz az olur.Hep birlilte mutlu bir eğitim-öğretim yılı geçiririz.
 Yazılarınızı okumaya çalışıyorum.Teşekkür ederim.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK