Çocukluğum, en fazla üç katlı evlerin arasında, labirenti andıran sokaklarda koşturmakla geçti. Mahalle çocuğu olmanın incelikli keyfini doya doya yaşadığım o yıllara çocuğum da tanık olsun isterdim ama ne mümkün!
Bir çoğumuz pencereden baktığımızda şekilsiz, hacimsiz, hızla yükselen binalar görüyor ve aslında ne kadar sıkışıp kaldığımızı anlıyoruz. Modern hayat, modern kölelikten başka bir şey değil aslında.
O yıllarda evimizin penceresinden baktığımda karşı evin bahçe duvarından dışarı sarkan ağaçları görürdün. Her bir dalından bizim aşırmamızı bekleyen elmalar nasıl da davetkar ve nasıl da güzellerdi.
Bahçede ip atlayan, çelik çomak, sek sek oynayan çocuklar görürdün, “ Ali Rabia’yı seviyomuş” diye fısıldayan ve hemen ardından kıkırdayan çocukları, kapı önlerinde öbek öbek oturan teyzelerin kahkahalarını, yaramazlık yapan çocuklarının ardı sıra “gel çabuk buraya” diye fırlattıkları terlikleri görürdün.
Akşam vakti çocukların fırından ekmek almış, ucunu kemire kemire geldiğini görürdün.
“Bir maniniz yoksa akşam size geleceğiz” diyen, sanki bütün günü birlikte geçirmemişler de arkadaşını akşam görecekmiş gibi sevinçten kapı önünde zıp zıp zıplayan çocuklar görürdün.
Uzun yaz tatilini memleketinde geçirmeye giden ve çok özlediğin arkadaşının döndüğünü görürdün o pencereden.
Bir kış günü hamamda anneleri tarafından keselenmekten yanakları pespembe olan çocukların nereden geldiğini anlayabilirdin o pencereden bakarken.
Komşu evinde yükselen sesleri duyunca “ayy ne oldu acaba?” diye endişelenen ve o aceleyle terlik giymeyi unutan insanları görürdün.
Bir evden yayılan kızartma kokusu senin burnundan içeri girdiğinde “komşuda pişer, bize de düşer” düşüncesi her hane sahibinin en önem verdiği şey olduğundan boğazından geçip, midene inmesi ortalama beş dakika civarında olurdu, mutluluğun kızartma olduğunu bilir, görürdün.
Acil işi çıkan bir anne “sana emanet” demeden, bundan zaten emin olarak bırakabilirdi çocuğunu komşusuna.
“Biz gelene dek çiçekleri sular mısın?” diye bırakılırdı evlerin anahtarları bir elden diğer ele, güvenle...
Pencereden dışarı bakıp da “bu şehir beni çok yoruyor” diyen tek bir insan göremezdin.
Aramızda hala mahallede oturup, bu ritüelleri yaşayanlar çok şanslısınız haberiniz olsun. Zira biz artık "bu şehir bizi çok yoruyor"demekten başka hiçbir şey göremiyoruz baktığımız pencereden...