Sofinin Dünyası

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 14 Ağu 2016 07:51:32
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

DESCARTES Bölümü :  (d. 31 Mart 1596 - ö. 11 Şubat 1650)

- Rüya görürken de gerçek bir şey yaşadığımızı sanırız. Gerçek duygularımızı rüyadaki duygularımızdan ayırt edebilir miyiz gerçekten?
"Bunu iyice düşündükten sonra, uyanık durumumuzda rüyadan ayırt edebilecek tek bir özellik göremiyorum," der Descartes.
Ve devam eder: "Tüm yaşamının bir rüya olmadığından nasıl emin olabilir insan?"

Descartes'in söylemek istediği tek şey, içimizde kendiliğinden mükemmel bir varlık düşüncesi varsa böyle bir mükemmel varlığın da varolması gerektiğiydi.
Çünkü mükemmel bir varlığın mükemmel olabilmesi için önce varolması gerekirdi.
Üstelik böyle bir varlık olmasa düşüncesi de olmazdı. Biz mükemmel olmadığımıza göre, mükemmel düşüncesi bizden kaynaklanamazdı.
Descartes'a göre Tanrı düşüncesi, doğuştan sahip olduğumuz, "sanatçının eserine koyduğu imza" gibi doğduğumuz andan itibaren içimizde olan bir düşüncedir.

Akıl tümüyle bilinçli bir şeydir; uzamda yer kaplamaz ve bu yüzden kendinden küçük parçalara bölünemez.


Amaç, aklın idareyi ele geçirmesiydi. Çünkü insanın karnı ne kadar ağrırsa ağrısın, bir üçgenin iç açılarının toplamı yine 180 derece idi.
Akıl bu şekilde kendini bedensel ihtiyaçların üzerine geçirebilir, "akıllı" bir biçimde davranabilirdi. Bu açıdan akıl bedenden üstündü.

Çünkü akıl yaşlanıp çökmez. Yaşlanan bedenimizdir.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 15 Ağu 2016 07:40:13
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

SPİNOZA Bölümü :  (d. 24 Kasım 1632, Amsterdam – ö. 21 Şubat 1677, Lahey)

Spinoza'nın ahlakla kastettiği şey ise yaşama sanatıdır daha çok.
- Ama yine de... "Geometrik Yöntemle Geliştirilmiş Yaşama Sanatı"..?

- "Töz" sözcüğü ile bir şeyi oluşturan, esas olarak içinde bulunan ya da ona indirgenebilen şeyi kastediyoruz.
Descartes için böyle iki tür töz vardı. Bir şey ya "düşünce" ya da "uzam" idi.

- Bu küçük bebeğin ne zaman özgür iradesi olur? İki yaşına gelince sağı solu göstererek koşuşturur durur.
Üç yaşına geldiğinde dırdırıyla annesinin başını şişirir. Dört yaşında aniden karanlıktan korkmaya başlar. Özgürlük bunun neresindedir Sofi?
- Bilmiyorum.
- On beş yaşında aynanın önüne geçip makyaj denemelerine başlar. Kişisel kararlar alıp istediği gibi davranmaya başladığı yaş bu yaş mıdır?

İnsan dış bir gücün etkisinde kalmadan özgür olabilmek için ne kadar uğraşırsa uğraşsın, böylesi bir "özgür irade"yi hiçbir zaman elde edemez.
Bedenimizde olan biten her şeyi -ki bedenimiz maddenin bir yüklemidir- denetleyemeyiz.
Düşüncelerimizi de kendimiz "seçmeyiz". Dolayısıyla insan "özgür bir ruh"a sahip değildir; ruhumuz mekanik bir bedene hapsolmuş gibidir adeta.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 16 Ağu 2016 07:33:39
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

LOCKE Bölümü : (Doğum: 29 Ağustos 1632 - Ölüm: 28 Ekim 1704)

17. yüzyılın en önde gelen Usçu filozofları ise Fransız Descartes, Hollandalı Spinoza ve Alman Leibniz idi.

Empirist bir tutumun klasik tanımlaması Aristoteles'e dayanır. O, "zihinde bulunan hiç bir şey yoktur ki daha önce duyularda bulunmuş olmasın" demiştir.

HUME Bölümü : (Doğum: 7 Mayıs 1711 - Ölüm: 25 Ağustos 1776)

- "Yasama gücü" veya bir başka deyişle Millet Meclisi. "Yargı gücü" ya da mahkemeler. Ve "yürütme gücü" ya da hükümet.
- Gücün bu şekilde üçe ayrılışı Fransız aydınlanma filozofu Montesquieu'den kaynaklanır.

Buda'nın müritlerine ölmeden önce söylediği son söz ne oldu biliyor musun?
- Hayır, nereden bileyim.
- "Bileşik her şey yokolmaya mahkûmdur," demiştir.

Hume, buna ek olarak bebeğin henüz alışkanlıktan doğan beklentilerin bir kölesi olmadığını, yani bebeğin senden çok daha önyargısız olduğunu da söylerdi.
En büyük filozoflar çocuklardır belki de. Çocuklar her konuya tarafsız yaklaşırlar. Ve bu, sevgili Sofi, bir filozofun en önemli özelliğidir.
Çocuklar dünyayı ne eksik ne de fazla, tam olduğu gibi algılarlar.

"Doğa yasaları" ya da "neden ve etki" dediğimiz şeyler "mantıkla değil, alışkanlıkla ilgili şeylerdir.
Doğa yasaları yalnızca vardırlar; onların mantıklı ya da mantıksız olduğu söylenemez.

- Zaman içinde bir şeyin bir başka şeyi izlemesi, bunların arasında mutlaka bir "nedensellik ilişkisi" olduğu anlamına gelmez.


- Yoldan geçen bir kara kedi görürsün. Aynı gün bir süre sonra düşer kolunu kırarsın.
Bu, bu iki olay arasında bir nedensellik ilişkisi olduğu anlamına gelmez. Aynı şekilde bilimde de hızlı sonuçlara varmamak son derece önemlidir.
Pek çok kişinin belli bir ilacı aldıktan sonra iyileşmesi, onları bu ilacın iyileştirdiği anlamına gelmez.
Bu yüzden, gerçek ilacı alanların yanısıra, bu ilacı aldığını sanan oysa gerçekte suyla karıştırılmış undan oluşan haplar verilen büyük bir kontrol grubu oluşturulmalıdır.
Gerçek ilacı almayan kişiler de iyileşiyorsa, bir üçüncü etmen, örneğin "ilacın iyi geleceğine olan inançları" onları iyileştirmiş demektir.

Yardıma ihtiyacı olan birine yardım etmemek ne mantıklı, ne de mantıksız bir şeydir. Buna olsa olsa iyilik ya da kötülük denebilir.

- Şu an senin yaptığın şeye, betimleyici bir cümleden ("Çünkü o insan da yaşamaktan memnundur.") kural belirten bir cümleye ("Bu yüzden öldürülmemelidir.") varmak denir.
Akıl açısından tümüyle mantıksız bir şeydir bu. O zaman insan "Vergi kaçıran bir sürü insan var.
Bu yüzden ben de vergi kaçırmalıyım." diyebilir. Hume hiçbir zaman "-dir"li cümlelerden "-meli"li cümlelere varmamak gerektiğini ileri sürer.
Oysa gazete makalelerinde, parti programlarında, meclis konuşmalarında tam da buna öyle çok rastlanır ki... Birkaç örnek vermemi ister misin?
- Memnuniyetle.
- "Giderek çok daha fazla sayıda insan uçakla yolculuk etmeyi seçiyor. Bu yüzden daha fazla hava alanı yapılmalı." Sence bu mantıklı bir çıkarım mı?
- Hayır, bence oldukça saçma. Çevreyi de düşünmemiz gerek. Bana kalırsa daha çok tren yolu yapılmalı.

- Neyi nasıl yapacağımızı akıl yoluyla kanıtlayamayacağımız konusunu ele almış olduk.
Sorumlu bir biçimde davranmak akılla değil, diğer insanların iyiliğini isteyen duygularla mümkün olur.
'Tüm dünyanın mahvolmasını parmağının birazcık acımasına tercih etmek akıl dışı bir şey değildir," der Hume.

Örneğin bir sel afeti olsa, zarara uğrayanlara yardım etmemizi duygularımız söyler.
Tamamen duygusuz olup kararı "soğuk aklımıza" bıraksaydık, aklımız bize, dünyanın nüfusunun tehlike verici oranda arttığını, bu yüzden bu sel afetinde birkaç milyon kişinin ölmesinin iyi olacağını bile söyleyebilirdi.
- Böyle düşünmenin mümkün olması bile beni sinirlendiriyor!
- Ve sinirlenen yanın aklın değil!

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 17 Ağu 2016 08:25:16
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

BERKELEY Bölümü :

- George Berkeley 1685 - 1753 yılları arasında yaşamış olan, İrlandalı bir piskopostu,

- Locke'un şeylerin "ikincil nitelikleri" üzerine bir fikir öne sürmemizin mümkün olmadığını söyleyişini hatırlıyorsundur.
Elma yeşildir veya ekşidir diyemeyiz. Elmayı böyle algılayan bizizdir yalnızca.

Öte yandan Locke yoğunluk, ağırlık ve hacim gibi "birincil niteliklerin" bizi çevreleyen gerçekliğin gerçekten bir parçası olduğunu söylüyordu.
Yani dış gerçekliğin fiziksel bir "töz"ü sahiden vardı.

Sofi elini hızla masanın üzerine indirdi ve:
- Ah! dedi acıyla. - Bu, masanın maddesel ve tözsel gerçekliğinin bir kanıtı değil de nedir?
- Nasıl bir şey hissettin?
- Sert bir şey hissettim.
- Sende sert bir şey duygusu oluştu, ama tahtanın "tözü"nü hissetmedin.
Aynı şekilde rüyanda da sert bir şeye çarptığını hissedebilirsin, ama rüyada sert bir şey olamaz değil mi?
- Rüyada olamaz, hayır.
- Üstelik insanı hipnotize ederek onun gerçek olmadığı halde sıcak ya da soğuğu, okşama ya da yumruğu hissetmesini sağlayabilirsin.
- Peki ama bana sertlik duygusu veren masa değilse neydi?

- Berkeley'e göre bu "ruh"tu. Ona göre tüm fikirlerimizin kendi aklımızın Ötesinde bir nedeni vardı, ancak bu neden maddi bir neden değil, ruhsal bir nedendi.

Çünkü Tanrı "sürekli karşı karşıya bulunduğumuz fikirler ve duyumların bizde yeniden varolmasını sağlayarak her an bilincimizdedir".
Yani tüm doğa ve tüm varlığımız Tanrı'da mevcuttur. Varolan her şeyin tek nedeni O'dur.

- Berkeley'in sorguladığı tek şey özdeksel gerçeklik de değildi. O aynı zamanda "zaman" ve "uzam"ın mutlak ve bağımsız bir varlığı olup olmadığı konusunda da şüpheliydi.
Zaman ve uzamı algılayışımız da yalnızca kendi bilincimizin bir ürünü olabilir.
Bizim bir-iki haftamız Tanrı'nın bir-iki haftasıyla aynı şey anlamına gelmek zorunda değildir...

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 18 Ağu 2016 10:35:26
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

BJERKLEY Bölümü :

(Berkeley) İnsan bilincinin dışında maddi bir gerçeklik olduğu fikrini reddeder. Ona göre duyumsal algılamalarımızın kaynağı Tanrıdır.
Berkeley aynı zamanda soyut kavramları eleştirisiyle tanınır.

Aristoteles, önce duyularda varolmayan bir şeyin bilinçte de varolmayacağını iddia eder.
Platon ise önce fikirler dünyasında varolmayan hiçbir şeyin doğada varolamayacağmı öne sürer buna karşılık.
Aristoteles, Platon'un bu tutumuyla "şeylerin sayısını çiftleştirdiğini" söylüyordu.

Hilde "bitki, hayvan, maden" oyununu bulanın Aristoteles olduğunu hiç bilmiyordu doğrusu!
Aristoteles, doğanın "odası"nı ciddi bir şekilde düzenlemek istiyordu. Doğadaki her şeyin değişik gruplar ve alt-gruplarda biraraya geldiğini göstermeye çalışıyordu.

Varolan her şeyde tanrısal bir gizem olduğunu söylemek istiyorum. Ayçiçeğinin, gelinciğin böyle parıldadığını görebiliriz.
Bir kelebeğin daldan havalanışında, bir balığın akvaryumda yüzüşünde bu sınırsız gizemi biraz daha çok yakalarız.
Ancak Tanrı'ya en yakınlaştığımız yer kendi ruhumuzdur. Bu büyük yaşam sırrıyla ancak ruhumuzda birleşiriz.
Evet, ender de olsa, kimi zaman bu tanrısal gizemin kendimiz olduğunu hissederiz.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 19 Ağu 2016 07:37:21
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

AYDINLANMA ÇAĞI Bölümü :

Yani tüm soru "olmak ya da olmamak" değildir. Soru aynı zamanda ne olduğumuzdur.
Gerçekten et ve kemikten oluşmuş insanlar mıyız? Dünyamız gerçek şeylerden mi oluşuyor, yoksa akıl mı bizi çevreleyen?

- Arkhimedes Helenistik çağın meşhur bir bilginiydi. "Bana sabit bir nokta verin, dünyayı yerinden oynatayım" diyordu.
Bizim de Binbaşının iç evreninden dışarıya sıçrayabilmek için böyle sabit bir noktaya ihtiyacımız var.

Ancak örneğin Norveç'te kadınlar oy hakkını ancak 1913'te elde ettiler.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 20 Ağu 2016 07:48:20
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

KANT Bölümü:  (22 Nisan 1724 – 12 Şubat 1804)

- Kant, esas olarak dünya hakkındaki bilgilerimizin duyumsal izlenimlerimiz yoluyla oluştuğu konusunda Hume ve Empiristlerle aynı fikirdedir.
Ancak -ki bu noktada elini Usçulara uzatır usumuzun da etrafımızdaki şeyleri nasıl algıladığımızı büyük ölçüde belirlediğini söyler.
Yani insan aklı dünyayı algılayışta önemli bir rol oynar.
- Örnek miydi bu?
- Peki, küçük bir deney yapalım. Şu masadaki gözlüğü getirebilir misin? Hah, işte orada.
Şimdi gözlüğü tak bakalım!
Sofi gözlüğü taktı. Bir anda etrafındaki her şey kırmızıya büründü. Açık renkler açık kırmızı, koyu renkler koyu kırmızı oldu.
- Ne görüyorsun?
- Demin gördüklerimi aynen görüyorum, ama şimdi her şey kırmızı.
- Çünkü bu gözlük senin gerçekliği algılayışını belirliyor. Gördüğün her şey senin dışındaki dünyadan kaynaklanıyor, ancak bunları nasıl gördüğünü gözlük belirliyor.
Sen şimdi dünyayı kırmızı olarak algılasan da, dünyanın kırmızı olduğu söylenemez.


Şeyleri zaman ve uzamdaki olgular olarak algılayacağımızı o şeyleri algılamadan önce bilebiliriz. Çünkü aklın "gözlükleri"nî çıkarmamız mümkün değildir.

Kant'a göre zaman ve uzam, insanın bir parçasıdır. Zaman ve uzam dünyaya değil, bizim kavrayışımıza ait özelliklerdir.

Odanın ortasında bir kedi düşün. Odanın içine bir top yuvarlasak kedi ne yapar?
- Hep yaptığım şeydir bu. Ne yapacak, topun arkasından koşar.
- Pekâlâ, ya sen olsan odadaki. Önünden birden bir top yuvarlansa sen ne yapardın? Arkasından mı koşardın?
- Her şeyden önce dönüp topun nerden geldiğine bakardım.
- Evet, çünkü sen bir insansın. İnsan olduğun için de her olayın nedenini bulmak istersin. Nedensellik yasası senin bir parçandır.


- Yani yuvarlanan topun bir parçasıyızdır. O yüzden de nereden geldiğimizi bilemeyiz.

- Ve Tanrı'nın varlığını usumuzla kanıtlamaya kalktığımızda da yetersiz kalmaya mahkumduk.
Bu noktada Usçular, örneğin Descartes, içimizde "mükemmel bir varlık" fikri varsa Tanrı'nın da varolmak zorunda olduğunu söylüyorlardı.
Aristoteles ve Aquino'lu Thomas gibi diğerleriyse Tanrı'nın varlık nedenini her şeyin bir ilk nedeni olması gerektiğine bağlayarak kanıtlamaya çalışıyordu.

Sevgili Hilde! İnsan beyni bizim anlayabileceğimiz kadar basit olsaydı, onu anlayamayacak kadar aptal olmamız gerekirdi.

- Kant doğru ile yanlış arasında gerçekten bir fark olduğuna inanıyordu. Doğru ile yanlışı ayırdedebilmenin insan aklına has olduğu konusunda Usçularla aynı fikirdeydi.
Herkes doğru ile yanlışın ne olduğunu bilirdi; bunu yalnızca öğrendiğimiz için değil, bu bilgiyle doğduğumuz için bilebilirdik.
Kant'a göre her insan "pratik bir us "a, yani ahlak açısından neyin doğru neyin yanlış olduğunu belirleyen ussal bir yeteneğe sahipti.

- Unicef için para toplamayı ödev sayabilirim.
- Evet ve burada önemli olan bunu kendin doğru bildiğin için yapmandır. Topladığın paralar sonuçta yerine ulaşsa da ulaşmasa da sen ahlak yasasına uymuş olursun.
Sen iyi niyetle davranmışsındır ki Kant'a göre ahlaksal olarak doğru bir davranışı belirleyen şey niyettir, eylemin sonucu değildir.
Bu yüzden Kant'ın ahlakına niyet ahlakı da denir.

- Yalnızca arzuların sesini dinleyerek davranmaya özgürlük denemez en azından!
- İnsan şu ya da bunun "kölesi" olabilir. Hattâ insan kendi bencilliğinin bile kölesi olabilir.
İnsanın arzularını aşabilmesi bağımsızlık ve özgürlük gerektirir.
- Ya hayvanlar? Hayvanlar yalnızca istekleri doğrultusunda hareket ederler. O zaman onların bir ahlak yasasına uymak gibi bir özgürlükleri olamaz, değil mi?
- Hayır olamaz. Bizi insan yapan şey tam da bu özgürlüğümüzdür.

- Gördüklerine bazen arkanı dön çocuğum.
- Hiçbir şey anlamıyorum dediklerinden.
- "Gözümle görmeden inanmam," der insan, ama bazen gördüklerine de inanmamalıdır.
- Buna benzer bir şeyler söylemiştin daha önce de.
- Evet, Parmenides'den söz ederken.

Usumuzu kullandığımız sürece bizi kandıramaz. Çünkü o zaman biz özgürüz. Şunu ya da bunu "duymamızı" sağlayabilir; hiçbir şey şaşırtmaz beni.
Gökyüzünü uçan fillerle doldurabilir. Güler geçerim tüm bunlara. Ama yedi artı beş on ikidir.
Bu değişmez. Bu tüm çizgi roman tekniklerini yenmeyi başaran bir bilgidir. Masalın tersidir felsefe.

- Önemli olan kim olduğumuz değil, varolduğumuzdur.

Kant "Sonsuz Barış" adlı incelemesinde, tüm ülkelerin bir "Halklar Birliği" içerisinde biraraya gelmelerini, bunun milletler arasında sürekli bir barışın güvencesi olduğunu yazar.
Onun 1795'deki bu tezinden yaklaşık 125 yıl sonra, Birinci Dünya Savaşı'nın hemen ardından "Halklar Birliği" kurulmuştur.
İkinci Dünya  Savaşı'ndan sonra da bunun yerini Birleşmiş Milletler almıştır. Yani Kant'ın BM fikrinin babası olduğu söylenebilir.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 21 Ağu 2016 08:04:04
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

ROMANTİZM DÖNEMİ : (Yaklaşık 1790-1850 yılları arası)

Kant'a göre sanatçı bilme yeteneğiyle özgürce oynar, Alman şairi Schiller Kant'ın bu görüşünü daha da ileri götürür ve sanatçının etkinliğini bir oyun olarak görür.
Ve insan yalnızca oyun oynarken özgürdür çünkü ancak o zaman kendi kurallarını kendi koyar.
Romantiklere göre yalnızca sanat bizi "dile gelmeyen"e yaklaştırabilirdi. Bazıları daha da ileri gidip sanatçıyı Tanrı'ya benzettiler.

"İşsizlik dahinin ideali, tembellik Romantizmin özüdür"

- Schelling "doğa görünür ruh, ruhsa görünmez doğadır" diyordu. Çünkü doğanın her köşesinde "yapıcı bir ruh"un varlığını sezebiliriz.
Schelling ayrıca maddenin "uyuklayan zekâ" olduğunu söylüyordu.

- Başka bir insanı anlayabilmek için kendimizi onun yerine koymamız gerektiği gibi, başka bir kültürü anlayabilmek için de kendimizi o kültürün yerine koymalıyız.

- Bana nerede yaşadığını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 22 Ağu 2016 11:08:26
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

HEGEL  : (Doğum: 27 Ağustos 1770 - Ölüm: 14 Kasım 1831)

us "ilerici"dir. Yani insan bilgisi sürekli gelişmekte ve "ilerlemekte"dir.

- Hegel'e göre bu tahmin edip varsaydığı bir şey değil, tarihsel bir gerçekliktir.
Tarihi inceleyen herkes, insanlığın giderek "kendisini daha iyi tanımakta" ve "kendisini geliştirmekte" olduğunu görebilir.
Hegel'e göre tarihi incelediğimizde insanlığın daha fazla akılcılık ve özgürlük yolunda ilerlediğini görebiliriz.
Arada bir tökezlenmesine rağmen tarihsel gelişim daima "ileriye doğru" gitmektedir. Tarihin bir "ereği" vardır.

Neyin doğru neyin yanlış olduğuna bir bakıma tarih karar verir. "Doğru" olan, "tarihe direnebilen" şeydir.
- Yani bir düşünce ne kadar uzun süre yaşayabilirse, o kadar doğrudur.
- Ya da tersi: bir düşünce ne kadar doğruysa, o kadar uzun yaşar.

Hegel :
- "Erkekle kadın arasında, hayvanla bitki arasındaki gibi bir fark vardır," diyor Hegel.
"Hayvan erkeğe, bitki de kadına karşılık gelir. Çünkü kadınlar, belirlenmemiş bir duygunun bütünlüğüne dayanan sakin bir gelişme gösterirler.
Kadınlar hükümete gelseler devlet tehlikeye düşer, çünkü onlar kararlarını evrensel doğrulara değil, rastgele eğilimler ve görüşlere dayanarak verirler.
Kadınlar da - her nasılsa! - eğitilebilir, ancak onlar bilgiyi kendilerinden önce edinilmiş bilgiyi devralarak değil, hayatı yaşayarak edinirler.

Erkekse konumunu, pek çok düşünceyle mücadele ederek, büyük teknik sıkıntılardan geçerek edinir."

- Us herşeyden önce dilde kendini gösterir. Ve dil doğduğumuzda karşımızda bulduğumuz bir şeydir.
Bay Hansen olmasa da Norveççe dili varolur, ama Norveççe dili olmadan Bay Hansen varolamaz. Yani dili oluşturan birey değil, bireyi oluşturan dildir.

- "Dünya tini" sonunda kendi kendisinin en yüksek bilincine "mutlak us"ta ulaşır.
Ve bu "mutlak us" sanat, din ve felsefedir. Bunların içinde en yüksek bilinç düzeyi felsefedir, çünkü felsefe "dünya tini"nin kendisinin tarihteki gelişimi üzerine kafa yorar.
Yani "dünya tini" öncelikle felsefede kendi kendisiyle karşılaşır. Felsefe "dünya tini"nin aynasıdır da denebilir.

Tin
1. (isim, ruh bilimi) Ruh
2. (felsefe) Birtakım fizikötesi kurucularının, gerçeği ve evreni açıklamak için her şeyin özü, temeli veya yapıcısı olarak benimsedikleri madde dışı varlık

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 23 Ağu 2016 07:50:42
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

KİERKEGAARD :  (Doğum: 5 Mayıs 1813 - Ölüm: 11 Kasım 1855)

"Pazar günü Hıristiyanlığı" konusunda Kiliseyi eleştiri yağmuruna tutuyordu.
-Günümüzde de "Kiliseye üye olma merasimi Hıristiyanlığından söz etmek mümkün. Bir çokları bu merasimi yalnızca alacakları hediyeleri düşündükleri için yapıyor.

- Ancak Kierkegaard hem kilisenin hem de insanların bu tip dinsel konulara akılcı birtakım yorumlarla yaklaştıklarını görüyordu.
Oysa Kierkegaard'a göre din ile akıl ateşle su gibiydi. Hıristiyanlığın "doğru" olduğuna inanmak yeterli değildi. Gerçek Hıristiyanlık İsa'nın yolundan gitmekti.

"credo quia absürdüm"
- Bu sözler, "saçma olduğu için inanıyorum" anlamına geliyor. Hıristiyanlık başka yönlerimize değil de aklımıza hitap etseydi, bir inanç konusu olmaktan çıkardı.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 24 Ağu 2016 07:26:55
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

MARX :  (Doğum: 5 Mayıs 1818 - Ölüm: 14 Mart 1883)

Neden ki bu amaçsız yaratılış Yokolacaksa bir gün her yaratılmış ?

- Hegel, tarihi ilerleten şeyin "dünya tini" ya da "dünya aklı" olduğunu öne sürüyordu.
Marx'ın tepetaklak bulduğu şey de buydu. Ona göre esas belirleyici olan şey maddi değişimlerdi.
Yani maddi değişimleri yaratan şey "tinsel değişimler" değil, gerçek bunun tam tersiydi.
Maddi değişimlerdi düşünsel değişimleri yaratan. Marx özel olarak da toplumda değişim yaratıp tarihi ilerleten şeyin ekonomik güçler olduğunu söylüyordu.

- Binanın herşeyden önce sağlam bir temeli ya da bir "altyapısı" var.
Marx da aynı şekilde, toplumda geçerli olan tüm düşünce ve fikirlerin maddi temeller üzerinde oluştuğunu söylüyordu. Toplumun üstyapısı, altyapısının bir yansımasıydı.

Ayrıca göçebe bir toplumun düşünce biçimiyle, örneğin bir Kuzey-Norveç balıkçı köyündeki insanların düşünce biçimleri arasında da önemli farklılıklar vardır.

- O zaman Marx tarihin her zamanında geçerli olan bir takım doğal doğrular olduğuna inanmıyordu...
- Hayır. Manc'a göre ahlaksal doğrular toplumun altyapısının bir ürünüydü.
Eskiden köylü toplumlarda insanın evleneceği kişiyi ailesinin belirlemesi tesadüfen böyle olmuş bir şey değildir.
Bunun, toprağın mirasının kime kalacağıyla yakın bir ilişkisi vardı.
Günümüzün modern şehirlerindeyse bambaşka sosyal ilişkiler geçerli.
Burada insan beraber olacağı kişiyi bir eğlencede ya da bir diskotekte bulup, o kişiyi yeterince sevdiğine inandığı andan itibaren onunla birlikte yaşamaya başlıyor.

Marx ayrıca neyin doğru neyin yanlış olduğunu toplumu yöneten sınıfların belirlediğini söyler. Çünkü tüm tarih, sınıf mücadelelerinin tarihidir.
Yani, tarih herşeyden önce üretim araçlarına kimin sahip olacağı meselesidir.

Marx toplumun üstyapısının da altyapısını etkileyeceğini gözardı etmemekle beraber, üstyapının bağımsız bir tarihi olduğu görüşünü reddediyordu.
Tarihi, Antik Çağın köle toplumundan bugünün endüstri toplumuna getiren şey, herşeyden önce toplumun altyapısındaki değişimlerdi. '

- Marx'a göre kapitalist üretim biçiminin özünde pek çok çelişki yatmaktaydı. Kapitalizm akılcı bir yönetim barındırmadığı için zamanla kendi kendini yok etmeye mahkûmdur.
- Bu, ezilen sınıflar adına sevindirici bir haber.
- Evet, yokolmak kapitalizmin kaderidir.
Böyle olunca da kapitalizmi "ilerlemeci" ya da ileriye dönük bir düzen olarak görmek mümkün, çünkü kapitalizm komünizme giden yolda bir aşamadır.

Bir "mutluluk ülkesi" hiçbir zaman varolamaz. İnsanlar her zaman yeni problemler yaratacaklardır.


Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 25 Ağu 2016 11:17:19
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

DARWİN :  (Doğum: 12 Şubat 1809 - Ölüm: 19 Nisan 1882)

Marx Londra'ya 1849'da geldi ve 1883 yılında öldü. Bu dönem zarfında Charles Darwin de Londra yakınlarında yaşıyordu.
Darwin de 1882 yılında öldü ve İngiltere'nin yetiştirdiği en büyük evlatlarından biri olarak, büyük bir törenle Westminster Abbey'de toprağa verildi.
Marx'la Darwin'in yolları yalnızca zaman ve mekân olarak kesişmemiştir.
Marx en büyük eseri olan "Kapital"in İngilizce basımını Darwin'e adamak istemiş, ancak Darwin bunu reddetmiştir.

Marx Darwin'den bir yıl sonra öldüğünde arkadaşı Friedrich Engels, "Darwin nasıl organik doğada geçerli olan yasaları keşfetmişse, Marx da insanlığın tarihsel gelişiminde geçerli olan yasaları keşfetmiştir," demiştir.

- Kendi çalışmalarını Darwin'inkilerle bağdaştırmak isteyen bir başka önemli düşünür de psikolog Sigmund Freud 'dur.
Freud da hayatının son yıllarını Londra'da geçirmiştir.
Freud hem Darwin'in evrim teorisinin hem de kendisinin psikanalizinin insanlarda varolan "safça bir egoizm" duygusunu yok etmeye yönelik olduğunu söyler.

- Lyell'in teorisindeki önemli bir etmen Yeryüzü'nün yaşıydı.
Darwin'in zamanında bir çok çevrede, Tanrı'nın Yeryüzü'nü yaratmasından bu yana 6000 yıl geçtiğine inanılıyordu.
Bu rakama, Adem ve Havva'dan bu yana yaşamış olan kuşakları sayarak varılıyordu.

Darwin ise Yeryüzü'nün yaşını 300 milyon olarak tahmin ediyordu.
Çünkü hem Lyell'in aşamalı jeolojik evrim teorisi hem de Darwin'in kendi evrim teorisinin bir anlam ifade edebilmesi için dünyanın yaradılışından bu yana ÇOK UZUN ZAMAN GEÇMİŞ OLMASI ŞARTTI.


"Fil tüm hayvanlar içinde en yavaş üreyenidir. Ancak bir filin doğurduğu tüm filler hayatta kalabilseydi, 750 yıl sonra tek bir çift filden ondokuz milyon fil üremiş olurdu."

- Ne kadar az yiyecek varsa ve yeni doğanlar ne kadar çoksa, gelişme de o kadar hızlı olur, öyle mi?

- Yani her şey daha iyiye doğru gitmekte, öyle mi?

- Darwin'in burada yaptığı, ilk hücrenin organik olmayan maddelerden nasıl oluşmuş olabileceği üzerine varsayımlarda bulunmaktı.
Ve yine tahminleri son derece isabetliydi.
Çünkü günümüzde de bilim, en ilkel yaşam biçiminin Darwin'in tarif ettiği böyle bir "sıcak su birikintisi"nde ortaya çıkmış olabileceğini söylüyor.

DNA aslında bir molekül ve oldukça karmaşık bir makro-moleküldür. Esas soru, ilk DNA molekülünün nasıl ortaya çıktığı sorusudur.

- Yeryüzü, bundan 4,6 milyar yıl önce, güneş sisteminin ortaya çıkmasıyla birlikte oluşmuştur. Yeryüzü önceleri ateş halinde bir küreydi ve sonra zamanla yer kabuğu soğudu.
Modern bilime göre ilk hayat da günümüzden 3-4 milyar yıl kadar önce ortaya çıktı.

Yükümüzü bir sonraki limana bıraktığımızda boşa yaşamamışız demektir...

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 26 Ağu 2016 07:34:06
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

FREUD :  (Doğum: 6 Mayıs 1856 - Ölüm: 23 Eylül 1939)

- Yaşadığımız her türlü deneyimi sürekli bilincimizde tutmamız mümkün değildir.
Daha önce düşündüğümüz ya da yaşadığımız ve "şöyle bir düşünsek aklımıza gelecek" şeylere Freud "bilinçöncesi" şeyler diyordu.
"Bilinçaltı" sözcüğünü ise "bastırdığımız" duygular anlamında kullanıyordu.
Bunlar bizim "hoş olmadığı", "ayıp olduğu" ya da "çirkin olduğu" için bir zamanlar unutmaya çalıştığımız şeylerdir.
Bilincimiz ya da "üstben"imiz için başa çıkamadığı istek ve arzularımızı bir alt kata iteriz anlayacağın. Bırakırız orada kalsınlar!

- Evet, nevrozlu bir kimse "hoş olmayan şeyleri" bilincinden silip atmak için çok fazla enerji harcayan kimsedir.
Çoğunlukla bu kişi belli bir takım olayları bastırmaya çalışır. Freud bu belli olayları travma diye adlandırır. "Travma" Yunanca bir sözcük olup "yara" anlamına gelmektedir.

- Son yapılan araştırmalara göre uykudaki zamanımızın yaklaşık olarak yüzde 20'sinde, yani her gece 2-3 saat boyunca rüya görüyoruz.
Uykumuz bölününce genellikle sinirli ve huzursuz oluruz.
Bu da her insanın kendi varoluşsal durumunu sanatsal bir şekilde ifade etme ihtiyacında olduğunun bir kanıtıdır. Rüyamızın konusu bizizdir.
Yönetmeni, senaristi, tüm oyuncuları da biz. Sanattan anlamadığını söyleyen insan aslında kendini hiç tanımayan insan demektir.

- Bir zamanlar, ayaklarının kırkını da müthiş bir hünerle kullanarak çok güzel danseden bir kırkayak varmış.
Ormandaki tüm hayvanlar bu kırkayağın dansını izlemeye gelirler ve her seferinde onun dansedişine hayran kalırlarmış.
Ama onun bu dansedişini beğenmeyenler de varmış. Bunlardan biri de bir kurbağaymış...
- Kırkayağı kıskanıyordur da ondan.
- Ne yapsam da kırkayağın böyle güzel dansetmesini engellesem? diye düşünüp duruyormuş.
Güzel dansetmiyorsun, dese olmazmış. Ben senden daha güzel dansediyorum dese, hiç olmazmış. Düşünmüş, taşınmış, sonunda mükemmel bir plan hazırlamış.
- Nasıl?
- Oturup kırkayağa bir mektup döşenmiş. "Eşi benzeri olmayan saygıdeğer kırkayak kardeşim!" diye başlamış mektubuna. "Sizin benzersiz danslarınızın naçiz bir hayranıyım.
Müsaadenizle sizden şunu öğrenmek isterim: Nasıl böyle güzel dansedebiliyorsunuz?
Acaba önce 13. sol ayağınızı, sonra da 27. sağ ayağınızı atarak mı dansa başlıyorsunuz? Sonra da 11. sağ ayağınızı kaldırıp, 35. sağ ayağınızı mı indiriyorsunuz?

Cevabınızı bekliyorum. İmza: Naçiz hayranınız, kurbağa."
- Gördün mü şunun yaptığını!
- Kırkayak mektubu alır almaz nasıl dans ettiğini düşünmeye başlamış. Önce hangi ayağını attığını? Ondan sonra hangi ayağını kaldırdığını? Ve sonunda ne olmuş sence?
- Herhalde kırkayak artık dansetmeyi bırakmıştır.
- Evet, tam da öyle olmuş. İşte bu bize aklın yaratıcılığı nasıl engelleyebileceğini gösteren güzel bir örnek.

- Yani sanatçının zaman zaman "kendini bırakabilmesi" gerekir.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 27 Ağu 2016 08:09:33
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

KENDİ ÇAĞIMIZ Bölümü :

- Tüm felsefe tarihi boyunca filozoflar insanın ne olduğu ya da insanın doğasının ne olduğu sorusuna yanıt bulmaya çalışmışlardır.
Oysa Sartre insanların böyle mutlak bir "doğası" olmadığını söyler.
Bu yüzden genel olarak hayatın "anlamı"nı sormanın da bir anlamı olamaz.
Bir başka deyişle hepimiz doğaçlama yaparak yaşamak zorundayız.
Bizler ne önceden belirlenmiş bir rolü, ne elinde oyun metni, ne de bize ne yapacağımızı fısıldayan suflörleri olmadan sahneye bırakılıveren oyuncular gibiyiz.
Nasıl yaşayacağımızı kendimiz seçmek zorundayız.

- Nihilist hiçbir şeyin bir anlamı olmadığına ve insanın istediği her şeyi yapmaya izni olduğuna inanan kimsedir.
Sartre ise hayatın bir anlamı olması gerektiğine inanıyordu. Bu bir zorunluluktu. Ancak kendi hayatımızdan bir anlam yaratacak olan, yine kendimizdik.
Varolmak kendini varlaştırmaktı.

- Simone de Beauvoir Varoluşçuluğu kadın-erkek konusuna da uygulamaya çalıştı. Sartre insanın mutlak bir "doğası" olmadığını söylüyordu. Kendimizi yaratan kendimizdik.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 28 Ağu 2016 07:47:43
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

BAHÇE PARTİSİ Bölümü :

Hegel'e göre eleştirel olmak olumsuz olmakla aynı şeydi.

KONTRPUAN Bölümü :

- Gerçek bir filozof hiçbir zaman "hiçbir zaman" demez.

Ruhun su buharından bile daha "boş" bir şey olduğuna inanılır. Oysa gerçek bunun tam tersidir. Ruh, buzdan bile daha yoğundur.

Bir zamanlar meleklere inanmayan bir adam varmış. Bir gün ormanda ağaç keserken yanına bir melek gelivermiş.
- Bir süre beraber yürümüşler. Sonunda adam meleğe dönüp: "Pekâlâ. Meleklerin varolduğunu kabul ediyorum. Ama siz bizim gibi gerçek değilsiniz," der.
Melek, "Bununla ne demek istiyorsun?" diye sorar.
Adam cevap verir: "Biraz önce bir kayaya geldiğimizde ben kayanın yanından dolaşmak zorunda kaldım. Sense kayanın içinden geçtin, gittin. Yolu kütükler kapatmıştı.
Ben kütüklerin üzerinden tırmanıp aşmak zorunda kaldım. Sense kütük yığınının içinden geçip gittin." Melek bu cevaba şaşırır ve: "Nasıl böyle dersin?" der.
"Demin bir bataklıktan geçerken ikimiz de sisin içinden yürüyüp geçtik. Çünkü her ikimiz de sisten daha yoğunuz."

- İşte biz de böyleyiz Sofi. Ruhlar çelik kapılardan geçebilirler. Ruhtan oluşan bir şeyi ne tanklar ne de bombardıman uçakları tahrip edebilir.


 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK