Yazarlara Ait Denemeler

Çevrimdışı erdemc28

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.983
  • 438
  • 1.983
  • 438
14 Tem 2007 20:33:49
DÜŞE ÇAĞRI

Severim gerçekçi edebiyatı. Bu yaşa değin en çok onun ürünlerini, o yolda yazılmış hikayeleri, romanları, hep o çığırı öven denemeleri, eleştirmeleri okudum. Bir hikayede, bir romanda anlatılanların, gerçekte olanlara benzememesi, çok kimseler gibi benim için de büyük bir suçtur. Peri masallarından, dev masallarından çocukluğumda bile pek hoşlanmadım. Olmayacak şeyler, benzerleri görülmeyecek insanlar anlatan hikayeler arasında beğendiklerim yoktur demeyeceğim, ama onlarda da gerçeği aradım. "Bütün bunlar gene bir doğruyu söylüyor, ancak yazar gerçeği bir düşle örtmüş, kaldırın o örtüyü, arasından bakın, gerçeğin ta kendisini, çırılçıplak doğruyu bulursunuz" diye düşünürüm.

Bunun içindir ki bugünkü yazarlarımızın çoğunun gerçekçiliğe özenmelerine göneniyorum. Bize hayatı anlatıyor, her gün gördüğümüz insanları tanıtıyorlar, okurlara çevrelerindekilerin de kendileri gibi düşünen, duyan, dertler çeken birer varlık olduğunu sezdiriyorlar. İnsanoğlu, çoğu bencildir, yalnız kendiyle ilgilenir, kendi kendisiyle uğraşır da başkalarının gerçekliğini kavrayamaz. Benliğimiz içine kapanır kalırız. Bu kabuğu dışarıya değinmemize, yani temas etmemize bırakmayan bu benlik kabuğunu ancak edebiyat, gerçekçi edebiyat kırabilir. Hani şiir okumayı, hikaye okumayı boş bir iş sayıp da kendilerine yakıştıramayan kimseler vardır, siz onlar arasında başkalarını anlayan, başkalarının dertlerine, kaygılarına ortak olan birini gördünüz mü hiç? Onu ancak edebiyat aşılar. Batılıların edebiyata "humanites" yani "insanlıklar", demesi bundandır. Kişiye insanlığı, insanca duyguları, düşünceleri aşılayan bilgiler ne denli gerçekçi olursa bu ödevini o denli iyi başarır.

Evet, severim gerçekçi edebiyatı, gerçekçi sanatı, bütün çığırlar arasında onun en üstün olduğuna inanırım. Ama düşünüyorum da: "Bizi alıp düşler acununa götüren bir edebiyat da gerekli değil mi?" diyorum. Bugünün birçok yazarları sanatın toplumsal görevi üzerinde türlü türlü sözler söylüyorlar. Okurları düşler acununa alıp götürmek de edebiyatın toplumdaki görevlerinden biri değil midir? Biz gerçek içinde yaşıyoruz, duvarlarını yıkıp aşamadığımız bir gerçek içinde. Onun da güzellikleri var elbette ama pek alıştığımız için göremiyoruz, tadamıyoruz o güzellikleri. Edebiyat, sanat bize o güzellikleri sezdirsin. Madame Rachilde'in "Güneş satıcısı"nı "Le Vendeur du Soleil" bir türlü unutamam, çok anlattım onu okurlarıma, bir kez daha anlatayım:

Paris'in bir köprüsü üzerinde bir satıcı, bağırıyor, dil döküyor, sattığı nesnenin eşsiz güzelliklerini anlatıyor. Başına toplananlar merakla bekliyorlar: Nedir acaba o adamın sattığı? En sonunda söylüyor: "Size güneşi, her gün gözlerinizin önünde duran, ama sizin bakmadığınız, güzelliğini göremediğiniz güneşi satıyorum. Bakın; bakın! Sizin bütün hülyalarınızdan güzel değil mi?" Dinleyenlerin çoğu omuzlarını silkip gidiyor, ancak bir iki kişi: "Sahi! Ne de güzelmiş!" diyorlar.

Şairin, hikayecinin o adama benzemeleri gerektir. Bize gözümüzün önünde duran, ama alışık olduğumuz için artık fark edemediğimiz güzellikleri anlatmaları, sezdirmeleri gerekir. Hayatın yalnız iyi yanlarını söylesinler demek mi istiyorum? Hayır. Acıları, kötülükleri, çirkinlikleri söyleyerek de o işi başarabilirler, okurlara yaşamanın güzel bir şey olduğunu sezdirirler de acılar, kötülükler, çirkinlikler karşısında irkilmenin kutluluğunu, o yürekler paralayan mutluluğu duyururlar. Bütün o acıları, kötülükleri, çirkinlikleri kaldırmaya özendirirler de insan olmanın onurunu duyururlar onlara.

Yapsınlar bunu şairlerimiz, hikayecilerimiz, bunu yapmak için de gerçekçi olsunlar. Peki, ama yalnız bu yeryüzünün, yaşamanın güzelliğini göremeyenlere, sezemeyenlere midir sanatın yararlığı? Güneşi satan adam muradına erdi, hepimize güneşin güzelliğini anlattı, bizi hayatın tekdüzeliğinden kurtarabilir mi? Bugün düne benziyor, yarın bugüne benzeyecek. Çeşit çeşit güzellikler var yöremizde, güneş doğuyor, batıyor, yıldızlar parlıyor, karanlık, soğuk, kasırgalı gecelerin bile bir tadı var. Çiçekler açıldı, yarın solacak, hepsi ayrı bir duygu veriyor kişiye... İyi, hepsi iyi ama hep tekdüzelik içinde geçen bu güzellikler bıktırıyor, tekdüze olduğu için çirkinleşiyor. Biz o tekdüzeliklerden kurtula- mayacağımızı anlıyoruz da bir perişanlık duyuyoruz içimizde. Yalnız yaşlılar mı kapılıyor bu melale? Bu üzüntüden bizi yalnız hülya kurtarabilir. Ama, hülyalar kurmak her kişinin elinden gelir mi sanırsınız? Gerçeğin güzelliklerini sezmek her kişiye vergi değildir de gerçekten silkinip kendine daha gönlünce bir acun kurmak her kişiye vergi midir? İyi bir dinleyin kendinizi. Hülyalarınız da günleriniz gibi, hep birbirine benzemiyor mu? Çevrenizdeki gerçeğin tekdüzeliğinden kurtulamadığınız gibi, hülyalarınızın da tekdüzeliğinden kurtulamıyorsunuz, onlar da sizin için, gerçek sahibi, birer duvar olmuyor mu? Size yeni yeni hülyalar kurabilmeniz için yardım edilmesini istemez misiniz? Toplumda edebiyatın, sanatın böyle bir görevi de vardır. Gerçekçi sanat... Doğru, en üstünü belki o. Ama ötekinin, bizi olmayacak şeyler acununa, düşler acununa sürükleyip götüren, yalanlar söyleyen, masallar anlatan sanatın gerekliliğini de unutmayalım. Bizi, tekdüzelik içinde sürüp giden hayattan silkindiğimiz sanısı vererek avutan edebiyatı da büsbütün küçümse- meyelim. Hülyaya çağırıyorum sizi, o acunda ne güzel şeyler var. Ama ben bir şair, bir hikayeci değilim ki size onları anlatabileyim.

Fransız düşünürlerinden Jules Soury'yi bir gün yolda görmüşler; "Bütün masalları çürüttüm, yıktım. Masalsız kaldım... Bana masal verin, masal verin bana, masalsız yaşayamıyorum!" diye bağırıyor. Çıldırdı demişler onun için, belki de çılgınlıktan o gün kurtulmuştur.

NURULLAH ATAÇ

Çevrimdışı erdemc28

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.983
  • 438
  • 1.983
  • 438
# 21 Tem 2007 20:35:49
Yine sessiz bir kış seheri, odamın perdeleri açık, kar usul usul yağıyor şehrime. Dört tane duvar , yaylı yatağım , yatağımın baş ucunda duran ahşap sehpa ve üzerindeki içi boş vazo; geçen sene vardı içinde bir şeyler ama zamana, birazda susuzluğa yenik düştüler. Kocaman dev blokları olan dillere destan bir konağın arkasına saklanmış küçük ,ahşap bir evdeyim işte. Kimim kimsem yok, annemi hiç görmedim , babam; bir yaz akşamıydı iyi hatırlıyorum , sofada oturmuş gümüş kabzalı tabancasını temizliyordu, ben yan odada elimi kafese daldırmış babamın kanaryasını tutmaya uğraşıyordum . Babam sinirli adamdı kızdığı zaman eline ne geçerse fırlatır, yeri göğü inletirdi, bana hiç kızmamıştı belki o silah patlamasaydı bir gün bana da sinirlenecek belki bir tokat patlatacaktı yanağıma . Silah sesini duydum öyle bir irkildim ki masadaki kafes yere yığılı verdi , bir an kuşun delicesine çırpınışını gördüm, içim korkuyla dolmuştu hemen sofaya koştum babam yerde öylesine yatıyordu ki korkudan yaklaşamadım bile . küçük kanaryamda ölmüştü babam da, artık hiç kimsem yoktu. İlk başlarda böyle olmadığını sanıyordum baba tarafımdan akrabalarım vardı, iki üç yıl sonra kendimi sokaklarda buldum . Ne babam vardı ne de bir yakınım. Yirmilerimde bir kız sevdim! İşte şimdi bu küçük kasabadayım yalnızlığımda pek bir değişiklik yok ama biraz yaşlandık galiba gelecek ay elliyi devireceğim. Neyse ağır ağır çıkmak gerek rahat musalla taşından, eh şimdilik rahat tabi arkamıza cemaat gelirde Allahuekber denilince sırtımız ya rahatta olur yada azapta. Adamın çıkası da gelmiyor sıcacık yorganın altından, şimdi sen tut buz gibi havada kalk işe git olacak iş mi yahu! “Tak tak “ , ha! sen kimsin be seher bülbülü sabahın köründe? “geldim geldim” ses soluk yok gitti mi acaba? Ceketim nerede yahu bulamıyorum, hay aksi , yerlerde buz kesmiş .Eee neredesin seher bülbülü? Öyle geçerken ihtiyarı yatağından kaldırayım diye mi uğradın? Yoksa yuvanı mı şaşırdın?
Buda nesi be eski toprak! Aman, aman şaka maka iyice yaşlandın eski toprak baksana yerden bir kağıdı bile alamıyorsun, tamamdır işte sabahları hep böyle olur cıvatalar soğuktan sıkılaşıyor eğilemiyorsun ,eğilirsen doğrulamıyorsun.
“Sen benim kadar sevebilir misin? “ hah ha haaaa ne bu eski toprak? Bizim bilmediğimiz bir gizli hayranın mı var? Baksana sabahın altısında kapıya bırakılan pembe bir mektup hem isimsiz, hem aşklı meşkli. Neyse bu arada iliklerim dondu gir içeri ne demeye kapının önünde alık alık bekliyorsun sanki bırakan geri dönecekmiş gibi,! Şöyle sıcak bir çay iyi gider yediğimiz bu soğuğun üstüne, bu arada da şu alacalı bulacalı mektubu rahat rahat okuruz.
Ohhh içim ısındı ciğerlerimiz cana geldi be eski toprak. Ne diyor bizim seher bülbülü bir bakalım. Hah tamam! Bohça sarar gibi sarmış mübarek kat kat, adam mektubu açarken yoruluyor inşallah içindekiler bizi bu kadar yormaz.

“ Bu mektubu sana hem çok uzaklardan hem de çok yakınından yazıyorum sevdiğim!

Hep birini sevmek istemiştim, yitikte olsa yalanda olsa , yanımda olmasa da sevmeyi delicesine ve sen çıktın karşıma..
Ben Leyla isem benim sevdiğim Mecnun olsun isterim , yan yana olmasak da , beden toprağa kavuşsa da ruhlarımız hiç ayrılmasın isterim. Sen böyle sevebilir misin? Ben severim diyorum kendi kendime en az ölüm kadar gerçek. Keşke şimdi yanımda olsaydın, ama yoksun! Olsun diyorum, ben seni öylesine sevmedim ki! Ben seni sıcak tenin içinde sevmedim , ben seni ruhunla sevdim. Ben seni! Ben seni zifiri bir karanlıkta sevdim .
Sevdim mi acaba? Gerçek sevgi bu mu? İçimi cayır cayır yakan bu ateşin adı aşk mı? Yoksa ,yoksa her şeyin yapmacık olduğu şu küçücük dünyada daha da küçülen insanların adını aşk koydukları bir heyecan mı sadece? Eğer bu gerçek aşk değilse gerçeğini hayal bile etmek istemem. Şu an hissettiklerim bile beni ağır ağır boşluğa çekiyor bundan fazlasını ne hislerim ne yüreğim ne de ruhum kaldırır. Sadece bir tek cevap ver. Ben senin kalbinde hiç olmasam da artık sana sarılamasam da unutma ki bu ateş hiç sönmeyecek değil mi? Ta ki ruhum ölene dek. Sevda’nın adını anan tek bir yürek kalmasa da , tüm kalplere mühür vurulsa da , seven gönülleri kor ateşle dağlasalar da, benim kalbim seni anar , benim sevdam tüm mühürleri söker , ben de dağlanacak tam bin yürek var her biri Arş kadar.
Tekrar soruyorum “Sen beni böyle sevebilir misin?”
Dur ! sakın söyleme, ben duyamıyor olsam da , kim bilir belki karanlık kıskanır, belki yalnızlık çekemez sevdamızı. Belki de ışıklar küser gözlerime . Bir sel olur çağlar yüreğim aşkın yıkımında . Ne olur sarmaşıklar girmesin aramıza ; zehirli sarmaşıklar. Tut elimden ne olursun beni sensiz sadece sensiz bırakma. Bir gün olurda duyarsan çekildiğini bedenimin toprağa “gülmeyen bir yüzü vardı yazsınlar mezar taşıma”. Sonra gelip güldür beni bir tanem. Ay ışığında gel mezarıma , bir demet papatya bırak mezarımın başucuna, ellerini üstüme yığılı toprağa sok ve hisset hayattayken sana anlatamadıklarımı. Dedimya ben zifiri karanlıkta sevdim; kuşkusuz, amaçsız, ölesiye sevdim, tabi adı sevdaysa bu çilenin.
Adına her ne diyorlarsa acı, ızdırap , keder tarifi her neyse bu duygunun ben kabulüm sen yanımdaysan.
Şu içimden geçenlerin sadece birini tutup çıkarabilsem seni sana onunla anlatabilsem ne yazmaya kalem ne de satırlarıma kağıtlar yeterdi. Çünkü sen benim içimdesin ruhumun deli sarmaşığı!

Seni seviyorum, seni seviyorum
Öylesine değil , ölümüne, bir bulmacanın karelerinde yok olmacasına!
Hatırlar mısın? hep seher bülbülüm derdin bana ben sana seni öldükten sonrada seveceğim derdim de sen hep gülerdin, hiç inanmazdın bana belki ben öyle hissederdim, sanki fersahlar vardı aramızda ben senin başucundayken. Hep boşluğa dalardı gözlerin sanki bir benim yanımdaydın bir boşluğun içindeki düşlerde. Bak işte aradan nice yıllar geçti ben toprak oldum sen Eski Toprak!
Hani papatyalarımız vardı cam vazoda sakladığımız arada bir alıp seviyor sevmiyor oynadığımız papatyalar. Şimdi boş görüyorum vazoyu aşkımız soldu mu yoksa sevdiğim?
Ben seni böyle sevdim, beşikten mezara kadar değil , ruhum yok olana kadar.
Sen beni böyle sevebilir misin?
Sensiz geçen her gün ufkuma göz yaşı yağıyor , ben zaten gözyaşı olmuşum! Hatıralarının sıcaklığı tüm ruhumu ısıtıyor aradan geçen onca yıla rağmen. Hatırlar mısın sevdiğim? Hani gözlerinde kendimi görmeye çalışırdım da sen hep ağlardın da puslu bir hayal olurdum gözlerinin içinde , ellerini tutarken, sana sarılırken yutkunurdun hep öyle ağlamaklı. Bugün ruhlar semada ölümle dans ediyorlar yırtık kefenlerinde. Bugün yıldızlar bizim için parlıyor farkında mısın?
Senden ayrılmadan; yani seni terk etmeden önce saçlarından bir tutam aldım, şimdi avuçlarımın içindeler. Hani ben ölmüştüm de sen bana sarılıp ağlamıştın da ben kıpırdayamamıştım , usul usul gel kollarıma sevdiğim kainatı kıskandırmadan gel ben seni işte böyle sevdim!”

“ Vakit geldi Eski Toprak!”

Çevrimdışı erdemc28

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.983
  • 438
  • 1.983
  • 438
# 25 Tem 2007 18:38:31
ATEŞ DÜŞTÜĞÜ YERİ YAKAR

Yazın aldığım ayakkabı ayağımı fena vurmuştu. Şaka değil gerçekten. En
son cildiyeciye gitmek zorunda kalmıştım. Ve bana antibiyotikli krem
vererek resmen yüzülmüş olan derimi yaklaşık 1,5 ay tedavi etmişti. Daha
yeni yeni iyileşmeye başladı ayağım, topallayıp durmaktan kurtuldum
sonunda.
Bu süreci geçirdiğim zaman zarfında yoldaki herkesin yürüyüşüne
bakıyordum. Hani ben aksayıp duruyorum ve yürürken canım acıyor ya… Algıda
seçicilik işte gözüm hep ayaklarda… Havalar soğudu ve o soğukta bile
terlik giymeyi düşündüm; hatta evden çıkmamayı bile göze almıştım. Zira
hiçbir şekilde ayağımı herhangi bir kalıp içine sokacak durumda değildim…
Şimdi sokakta garip gurup yürüyen birini görsem ya da yürüyüşünde
normalin ötesinde başka bir şey hissetsem bakış açım eskiye nazaran daha
farklı oluyor. “Belki ayakkabı vurmuştur” diyebiliyorum mesela…
İnsan yaşamadıkça, hissetmedikçe veya tecrübe etmedikçe başkalarının
yaşanmışlıklarını, hissettiklerini, onun duygularını ve düşüncelerini
anlamakta zorlanabiliyor. Karşıdaki insan için tamamen yabancı kavramlar
olduğu zaman yaşananlar, cendereye sokulan şahsın sıkıntısını,
bunalımını bir türlü anlayamıyor.

Herhangi bir yakınınızın sorununu dinliyorsunuz ve teselli etmeye
çalışıyorsunuz. Sizin için en mantıklı ve onun için en doğrusu olduğuna
inandığınız yaklaşımla yaklaşıyor; belki de akıl veriyorsunuz. Siz aynı
durumda olsanız nasıl davranacaksanız o şekilde davranmasını bekliyor ve
hatta kendinizi tutamayıp sinirleniveriyorsunuz bile. Olabildiğince
sorunuyla ilgileniyorsunuz onun için yeterli olabilmeyi umut ederek yalnız
bırakmamaya çalışıyorsunuz. Ama gerçekte o ne istiyor, nasıl bir
fırtına kopuyor içinde bihaber oluyorsunuz. Eğer onun yaşadığı sıkıntıları
zamanında siz de yaşadıysanız veyahut bir benzeri duygu yoğunluğu
geçirdiyseniz, karşınızdakinin aklından geçenleri ve içinde bulunduğu ruh
halini anlamanız biraz daha kolaylaşıyor. Ama hepsi bu… Onu sadece
anlıyorsunuz; ama hissettiklerini hissedemiyorsunuz. Acısı sadece onun kalbini
dağlıyor. Ateş, harının en yoğun halini düştüğü yerde
tüttürüyor gerçekten.

Hepimiz için bu böyledir. Derinden üzüldüğümüz olaylar olmuştur
hayatımızda. Pek çok yakınımız bize destek olmak ve acımızı paylaşmak için
yanımızda bulunmuş; sırtımızda bize güç veren el olmuştur eminim. Fakat
sadece onların varlığını bilmek rahatlatmıştır bizi. Yoksa söyledikleri,
anlattıkları veya tavsiyeleri değil. Ateş düştüğü yeri yakmıştır. Ve
canı acıyan biz olduğumuz için kimi zaman bağıra bağıra, kimi zamansa
sessizce gözyaşlarımızı akıtmışız, yatağa yattığımızda kendimizle baş başa
kalmışızdır. Gün içinde içimizden geçenler ve kalbimizden sökülenler
ise cabası. Sabah güneş doğmasın isteriz kimi zaman ya da kendimizi on
katlı bir binanın tepesinden kafa üstü yere çakılmış hissederiz. Hiçbir
şey eskisiyle aynı olmayacakmış gibi gelmiştir bize, belki de hala
eskisi gibi olamamıştır kim bilir…

Zamanında anlamakta zorlandığım kimi duyguları daha bir anlar oldum
maalesef. Kırılmışlıkları daha bir yürekten hisseder. Kimseyi kınamamayı
öğrendim. “Asla yapmam” ya da “Ben olsam asla böyle davranmam” dememeyi.
Asla, asla denmemesi gerektiğini ve ya duruma göre pek çok şeyin göze
alınabileceğini. Doğrunun, yaşadığın anda kalbinde hissettiğin şey
olduğunu ve bunu sadece insanın kendisinin bilebileceğini öğrendim. Ateşin
yalnızca düştüğü yeri yaktığını… Mücadele ederken bile kendi
kalabilmenin ne kadar özel olduğunu öğrendim. Ama en zor mücadelenin kendinle yaptığın mücadele olduğunu…

Kim ne derse desin eninde sonunda kendi doktorunuz kendiniz
oluyorsunuz. İyileşmek için, yaralarınızın kapanması için ve de hala kendiniz
kalabilmeniz için…
 

Çevrimdışı savaskonak

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 148
  • 217
  • 148
  • 217
# 15 Eyl 2007 03:09:57
emeginize saglık

Çevrimdışı aycan konak

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.811
  • 4.745
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 2.811
  • 4.745
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 15 Eyl 2007 23:00:49
ÇOCUK OLMAK
Seher 7 yaşında çalışkan ve bir okadar da yaramaz bir kız.Gene böyle yaramazlığının diz boyu olduğu bir gün..bir öğle vakti .kapı çalıyor öylesine acı ki sanki kalbime vuruyor yumruklar .telaşla açtım kapıyı kara kızım duygu ..sapsarı olmuş korkudan..öğretmenim dedi sesi titreyerek .öğretmenim seherin parmağı demir kapıya sıkışıp koptu.sanki o an benim de kalbim koptu içimden bir yerlere düştü .koşacağım koşmasına ama bacaklarımda derman denen şey kalmadı.bi kaç saniye dondum sonra nasıl fırladım ben bile anlayamadım.o küçücük parmaktan o kan nasıl fışkırıyordu yarabbim.hemen ilk tedavisini yapıp  kanamayı tamponla kesip eşimle doktora yolladım.ben gidemiyorum okul kapanacak ders de veremiyorum .elimde bir telefon 2 dakikada bir nasıl şimdi sözlerinin tekrarı.saniyelerin bile geçmediğine ilk ozaman şahit oldum inanın.doktorlar gerekli tüm müdaheleleri yapmışlar allah razı olsun ve bakmışlar ki soğukkuyu diye tabir edilen ayakkabılar ayağında eski önlük ,eski kazak bi hayır yapalım hocam demişler ve baştan sona tün kıyafetlerini yenilemişler.köyün girişinde gördüm arabamızı fırladım belki de arabayla aynı hızdayım.annesi de bekliyor o ara telaşla.arabadan indi sarı seherim gözleri parlayarak .annesi guzuuuuuum dedi guzum nasılsın?kopmuş parmağını bile unutmuştu seher
-anne ayakkabılarıma bak ne kadar da güzel değil mi
bilemiyorum bunun adı yokluk muydu yoksa çocukluk mu?
 bu daha çok bir hikaye gibi oldu ama affedin artık ne yapalım

Çevrimdışı mehmetsever

  • Yeni Üye
  • 1
  • 2
  • 1
  • 2
# 15 Eyl 2007 23:14:57
iyi geceler   çok güzel faydalandık Allah razı olsun

Çevrimdışı galtin

  • Üye
  • *
  • 12
  • 3
  • 12
  • 3
# 08 Eki 2007 22:58:36
AKSAYAN EĞİTİM SİSTEMİMİZ CİNNET VE CİNAYET ÖRNEKLERİYLE SARSILIYOR!
Geleceğimiz karartılıyor. Çünkü gençliğimiz büyük bir manevî boşluk içindedir. Bir yandan içki ve uyuşturucu, diğer yandan şiddet ve sefahet batağı onları içine çekiyor.
İlgili ilgisizler, etkisiz yetkililer ise, hâlâ işin kabuğunda, şeklinde, biçiminde oyalanıp duruyorlar. Eğitimin özüne, gençlere ne verdiğine, nasıl yönlendirdiğine hiç dikkat etmiyorlar.
Liselerde ardarda cinayetler işleniyor. Gençler birbirini öldürüyor. Öğrenciler sınıf basıp öğretmenlerini katlediyor. İstanbul'da Gemlik'te, Elbistan'da, körfez'de, bir yığın öğrencinin gözü önünde öğrenciler öldürülüyor, cinayetler işleniyor. Sadece ölen ve öldüren değil, birçok masum genç bu olaylardan olumsuz etkileniyor, karamsarlığa kapılıyor, ruhî bunalımlara düşüyor.
Radikal'de Türker Alkan, konuyu şöyle ele alıyor: "Bizde üniversite hocaları, aralarındaki bilimsel anlaşmazlıkları silah yoluyla çözmeye başladılar.
İşin acısı, ölen de öldüren de müzik öğretmeni... Hani ruhun gıdası olan müziğin öğretmenleri? Öğrencilerin ruhlarını nasıl gıdalandırmış olabilirler, bilmiyorum.
Üniversite öğretmenleri birbirini öldürür de, lise öğrencileri durur mu? Ankara'da bir lise öğretmeni, ayrı yaşadığı öğretmen eşini delik deşik edip öldürmüş.
Antalya'da bir öğretmen, babası da öğretmen olan bir çocuğa tokatı patlatınca, öğrencinin kulağı delinmiş...
İstanbul'da veliler dayanamamış, çocuklarına dayak atan öğretmenin üzerine çullanıp bir güzel pataklamışlar. Daha birkaç gün önceydi, lisede bir öğrenci, bir öğretmeni öldürdü, eski kız arkadaşını komaya soktu (Komaya soktuğu eski kız arkadaşı da öldü).
Gazetelere şöyle bir bakın. Okullarda dayak, cinayet ve cinnetten söz etmeden tek bir günümüz geçiyor mu?
Şiddet, eğitimin tabiî bir parçası oldu Dayak yiyenler ve yakınları kızsalar bu bile yadırgamıyorlar artık. ‘Böyle şeyler olur’ diyorlar.
Okuldaki şiddeti toplumsal-siyasal şiddetin nedeni sayıp eleştirenler de var, bunun tam tersini savunanlar da...
Türk toplumu, bütün dünyada eşitsizliklerin en derin olduğu toplumlardan birisi...
Ülkemizde gelir dağılımının bozulması, sınırlanmamış liberalizmin egemenliği, vahşî kapitalizmin kükremesi ile, yaygınlaşan şiddet eğilimi arasında bir bağ. (hem de çok yakın bir bağ) yok mudur acaba?"

Çevrimdışı aylin_ayla

  • Aktif Üye
  • **
  • 9
  • 65
  • 9
  • 65
# 14 May 2011 21:36:12
PALETİMDEN SAÇILAN MAVİSİDİR RENKLERİN,MUKADDES MECLİS
Ahsen-i Takvim üzere, El Halık tarafından muhabbetullah ile yaratılan bizlere, akl-ı meâd sıfatında  hareket etmek yaraşır. Aşkın özü ve esas adresi “şek”siz “şüphe”siz El Azim iken inşallah dâr-ül gurûr da başımız dara düşmeden,kora salan kem libas, soyulur fâni bedenden ve nefsin kontrolü kalmaz bedende…..Gidişat…Yollara vurur kendini fâni beden,toza belenir nasırlı yüreği, yine de muhabbet-i Zâtiyye den kaynaklı olsa gerek alamaz kendini beşer,belki muhâl gördüğünü  başarmaya çalışmaktan…..
   Dört nala bir gidişat,cesur mu cesur gürleyişiyle Beyt-i Atik’ e,bilerek ehemmiyetini ve can-ı gönülden…Tek, Eş-Şekûr sıfatıyla kendi rızâsı için yapılan iyi işleri, daha ziyadesiyle karşılayan Allah-u Teâlânın,rızasını kazanmak için bunca çaba,öyle değil mi? Yarım kalmışlığına, boşluklara ve imtihanların en koyusuna salınmışlığına inat tin, mevlasına bu yolla sımsıcak salıverecek  varlığını-yaratılmışlığını, dönüp apayrı bir gurbetten.Yağmuru ırgalayacak gökyüzü mevsimine göre, yaz çatırağına nisbet ede ede, kendinden metezoru koparırcasına bir damlada veya yüreği birbirinden ziyade coşkun olan mevlama sevgililer, tam tersini sadece tebessümle karşılayacak  el-Vedûd için, “O” na daha sıkı sarılmaya bahaneliğine sayacaklar “har”ına dayanılmaz güneş ışığının gözlerine kan-ter içinde düşmesini…..Bir yakan sabahın haylaz ayazına bırakılan kapkaranlık bir serzeniş…Hangi ara,hangi yokluk sancısıyla yazılırsa yazılsın,çizilirse çizilsin gönülden  silinmeyecek bir dua….O yollarda olamamanın,o Rah-ı Halık ‘ a  kendini vuramamanın verdiği,hala gözbebeklerimde adavetle duran ağ-gızıl acı….İşte Rah’ın  haritası….Nokta koyduğumuz yer acıya rabıtayla,Güvenli Belde yani:Karye, Mead, Ümmü’l Kura, Muhrace Sıdk, Basse, Arş,Azrâ…ya da Nâdir….Bir sürü hikmetli ismin yegane sahibi….Sen ne güzel bir kentsin ey Ümmü’r Rahamet; Mescid-i Haram’ı daha doğrusu  el- Melik’ in evi’ni  kalbinde saklayan ve koruyacak olan sen…..Sana dönecek ve dolanıp varacak cümle Muhlas kul…Cehalet ve sefahatle yahut başka bir kaynaktan beslenen sıfat ile kişi kendini “kesb” den uzaklaştırıp tekfir edilmenin melun kollarına bırakmamak için bi’at edecek kibir urbasından arınan her ölümlü, derken başlayacak El – Muktedir’in izniyle alışaban yakarışlar…..Takdis ve övgüyle tesbih edecek her organ,  bilerek ve isteyerek yüce Mabûdunu…..
   Yolların ne hükmü olacak, rahmeyleyene ulaşırken? Rikabına varmaya mevlamın, revan yıldızlar da olabilir binek,rişte rişte kalbden sızan gözyaşları da, veyahut düşmanlık: yüce Allahu Teâlâ’ ya adu olana…..Ne mutlu o insana…..Ne mutlu her yolu bilmese de bildiği doğru yolda ilerleyebilene….Dönebilene  uçurumun kenarından mevlam kelamı ile….
   El- Melik’ in evi:Benine….
A-Beytü’l Mâmûr: Mevlamın izniyle meleklerin inşâ ettiği,tavaf ettiği El- Melik’ in evi
   B-İlk insan ilk ev: Hz. Adem (a.s)   ın inşa ettiği ev,ilk namaz kılan, ilk insan
C- Şît (a.s)   
Bu ilk üçünün hiçbir sahih dayanağı yok.  Dememe sebep te, Kâbe’yi ilk inşa       edenin Hz. İbrahim (a.s.)   olduğunu vurgulamak içindi….
D-İşte o muhteşem mahlukat Hz. İbrahim (a.s)  ve  oğlu Hz. İsmail…. Kâbe'yi ilk kez inşa eden kişinin Hz. İbrahim (a.s)   olduğu tevatür düzeyinde kesin bir tarihsel olgudur. O dönemde bölgede İbrahim'in oğlu İsmail ile Yemen'den gelen kabilelerden olan Curhum kabilesi yaşıyordu. İbrahim Kâbe'yi yaklaşık olarak dörtgen şeklinde inşa etmişti. Dört yöne bakan köşeleri, esen şiddetli rüzgarların etkisini kıracak, zarar vermesini engelleyecek şekilde yapılmıştı ….
E-Amâlika Kabilesi
F-Cürhüm Kabilesi
G-Kusay b. Kilab’ın İnşası
H-Zâkir-Muktedâ,Muzaffer ve Neciyullah olan Hz. Peygamber (S.A.V.)   zamanında Kureyş’in İnşası
I-Abdullah b. Zubeyr’in İnşası
İ-Haccac b. Yusuf  es-Sekafi’nin inşası
J-Sultan IV. Murad Han zamanında son inşası…

Tarihi böyle Mescid-i Haram’ın inşâsının….Ya buraya giden yollar….Hangi coğrafya parçasından ulaşırsan ulaş,hangi toprakların tozunu ayaklarına sürtersen sürt,  hangi bineğin sırtına verirsen ver kendini, yola düşmeden kalbini temizle,dilini temizle,her zerrene zerk edilen ihlasla tüm benliğiyle secde edecek hücreni temizle ey beşer! ! ! Öyle bir dön ki kara peçeli Kabe’nin etrafında, içerindeki hüzün esen rüzgarlar ılık bir melteme dönüşsün, sen bilme gittiğin yolları, kapa gözlerini ve bırak kendini mevlanın hikmetine. Ruhundan ayıkla cümle dünyevi değerleri ve tek korkun aslî mekanından ibaret olsun.Zikrullahla lal olsun dillerin,katrelerin Arş’ a tırmansın akın akın,hücum et günahkar dünlerine sindir bir köşede yok olması gereken beşerî keyfiyeti. Alaz’a sal bir avuç alaza misali titrek ürkülerini.Kara çalmasın Mecusinin ateşi gayrı ne mevlama,ne de yokluğunda yanan bağrına.Ah ü Firaz’ın ağyar için olmasın gayrı.andelip senin dalında koyulsun mevlamı zikretmeye ki bu nedir sen gül ol,Avdet olmadan toprak, topraktan olma bedene,sen dön Büyüklükte kendisinden daha büyüğü düşünülemeyen El-Kebir’e…Anlat senden doğacak yeni nesillere Kâbe’yi ve ehemmiyetini. Mü’minin miracıdır namaz ve döneceği yer El- Melik’ in evi.


   Her zerremle zikrettiğim Mabûduma bir yanlışım olduysa, Ahsen-i Takvim üzere beni yaratan El Mucib rabbime duam,AFFEYLE YA RABB… Yaratılmışlar hakkında aklın mümkün gördüğü her şeyden, her hal ve tavırdan pek yüce ve pek münezzeh.olan..Rabbim, bizi de Rah-ı Halık yoluna baş koyanlardan eyle…
   Amin.
AYLİN AYLA SELÇUKOĞLU.
Dua ve muhabbetle.

Çevrimdışı aylin_ayla

  • Aktif Üye
  • **
  • 9
  • 65
  • 9
  • 65
# 14 May 2011 21:43:25
YAPRAK BAĞLAMAMDAN D/SÖKÜLENLER

Kendimden yola koyulmuşken yaprak bağlamamdan sökülen  yeni gençlik yıllarımla beraber,  kaçak bene, yepyeni gözlerin ve gözyaşlarının keşfini dahi çok gören nağmeler, susak bir lezzette çığlıklara boğar kanayan diriliğimi. Mimozalar renginde derlenip toplandığım parmak uçlarım. İştiyakle imtihanlara giyinip soyunan mevlam yaveri tenim,  Hammurabi mührünü bulmuşcasına inanmıştı/sevinmişti  geldiğine.  Tırnaklarım parıl parıl pembeleşmişti kansızlıktan bozarmasına inat. Tutunduğum soneler, ağzımdan her çıkan şiire badeler sunar dururdu. Başınabuyruk kalemim, yıllanmış bir öfkeyi uyandırmış meğer, asırlar evvelinceki uykusundan. Karıncalanan eklemlerim  pusuya yatırılmış, titremeler öncesinde. Sevabına bulanan bağrım, ellerimden  inci tane  dökülüyor yapışıp kaldığı gururdan kafes içinde. Yağmurlar soluyor esen bahar yelleri, fırtınalar koptu kopacak düşlerimin gününde/gecesinde. Purçarmış nim bir yürek, atar durur durmaya ramak kalmışcasına, kızıl lime avuç içlerimde…
Epik savruluşlar, vuslata kilitlemez olmuş yangınlara doğan üç harf beş noktayı. Islak bir kabre uzanan tenimden zor/kolay  dualar süzülmekte asumana. Bî Çûn ya ki Bî çigûne rabbim, yine de bilirim ki,seninle/benimle. Brehmen yok oluşlar, bende intihara teşebbüste. Aslolan ne,bilir misin? Yok olan benim, benim benliğim! Buğat bile beni ilgilendirmez olmuş gayrı. “Buhl”ile  kendimden başkasına vermemekteyim artık, paylaşmam gerekeni. Bana isnat eylediğin umursamazlık  ağlatır, yarın hesap soracak olduğum zamanı. Bürûz serzenişim, dalında kuruttu kurutacak  alı  al goncaları. Günah şarkılara söz olmaya yakın serzenişler…
Varlığınla pürnûr ettiğin masmaviş sevdam, yokluğunda hüzün koridorlarına dokunmakla kalmıyor, onla birlik olup arsız gözyaşlarımı tetikleyerek sırra kadem basıyor, görmüyor musun? Acep çağırsam yitirdiğim bitimsiz yolları, yolcu olur muyum yine gıptayla içimden geçirdiğim divane dünlerime? Eyvahlar, buzul hasretlerle çözülür mü ki bağlamamın üşüyen her bir telinden? Diyeceğim o ki, gulât göz ağrıları, vermesin/çeksin ellerini üzerimden, dualarınla sarmala ki mekr ile narına yandığım sensizlik, bensiz kalakalsın!
Melek-ül Mevt ile selamlaşmadan evvel, tard olunmuş ayrılığa uğrayacağım hiç aklıma gelmemişti lâkin sargılarla bembeyaza belediğim oğul özlemlere, hiç bu denli ser yormamıştım.
Melekem beni her halükarda şükre zorlarken, dişlerim gıcırdamadan dalacağım rüyalara baş kahraman sen, özlemişsin ya beni, “Ben de” diyorum,ekliyorum. Sen benim için hayatsın ve ben hayatı yaşamayı seviyorum.
24.12.2006 Pazar  (17.50)

Buhl:Cimrilik      
Bürûz:Görünmek,ortaya çıkmak
Buğât:Asiler
Bî Çûn/Bî Çigûne:Hiçbir şeye benzemeyen, Nasıl olduğu anlaşılamayan.
Gulât: Taşkınlık gösteren, azgın
Tard olunmuş: Lanetlenmiş
Melek-ül Mevt: Azrail Aleyhisselâm)
Mekr:Bir kimseye hiç beklemediği, ummadığı yerden hile yapmak, tuzak kurmak suretiyle zarar vermeye çalışmak.

Çevrimdışı aylin_ayla

  • Aktif Üye
  • **
  • 9
  • 65
  • 9
  • 65
# 14 May 2011 21:45:13
Benzerliğin Böylesi ve Aldığım Sarı Renkli Zarf!
2001 yıllardan ve aylardan 19’u Nisan’ın…
Ateşten bir gömlek giydiğim,en zor zamanlarım.İlk gençlik yıllarım,ilk görev yerimde,ikinci yılım.Mesnetim dediğim,öte yarım bellediğim tek yumurta ikizim yanıbaşımda,hatta aynı okulda,aynı görevi beraber idame ettirmekteyiz sonsuz bir iştiyakle.Sanki 16 yaşımıza kadar dip dibeliğimiz yetmiyormuşcasına,hayatı ve tüm zamanları paylaşmaya devam ettiğimiz bir zaman dilimi,22. yaşım!
Bacımla nefesimiz kesilene dek karın ağrılarına kalacak kadar gülüşe konuşa yorgun, bitap ve hatta “Allah sonumuzu hayır getire,sabahımız inşallah aydınlık ola” diyerek uykuya daldığımız bir karanlık gecenin güya aydınlık sabahı…
Yatılı İlköğretim Bölge Okulunda, öğretmenlik ve ayrıca belletmenlik yapmaktayım.Nöbeti devraldığım günün ilk saatleri. Görev yerim de okulun uçsuz bucaksız bahçesi.Öğrencilerimin arasında kaybolmuş ve gözükmemekteyim.Ebatım buna müsaade etmemekte,öğrencilerim ise askerden celp gelmiş ama tecil ettirenlerden…Okulumuza yeni basketbol potalarımız gelmiş,teslim almışım ve boyatmaktayım. Daha doğrusu çocuklarım potanın etrafında boyamada ferah renklere,ben de onlara bir gayret moral vermekteyim. “Yavru aslanlarım”,“Benim çocuklarım bir başka”,”Size layık olanı kendi ellerinizle bezeyin,emek te sizin ürün de” vs. Öyle ki çok kısa bir sürede potamız yerine de kaynatıldı,çocuklarım bin bir hevesle oynamaya da başladılar kazana kaybede.Vazifem gereği zil çalınca çocuklarımı derse aldım ve bahçemiz boşaldı.Ben de dersimin başındayım. Sınıf kapımız çalındı,gelen 2.kat nöbetçi öğrencimiz.(İdari kattı ya 2.kat) Biraz endişelendim sanki,acele müdür yardımcısı odasına çağırılınca.Hem bir gece öncesini düşünüp başladım duaya.Hayır olsun diyerek ağır ağır ilerledim kafamı bir sağa bir sola manidar sallayarak.Soramadım bile “Neden? ” diye,o kadar hayrete düşmüşüm.Tabi korkunun ecele faydası yok düşüncesiyle,gidip merakımı gidermeliydim.
Minik çekik gözlerim olmuş koca üzüm tanesi.Çaldım kapıyı ve girdim içeri yarım ve isteksiz bir tebessümle.Selam aldım ama hislerimde yanılmadığımı da anladım.Derken imza karşılığında bir sarı renkli zarf tutuşturuldu elime.Ben o vakte kadar şükür ki hiç düşünüp te hak etmedim aklıma geleni diye bir aralık sevinivermişim,”Meğer boş yere huzurumu kaçırmışım,belli ki bir arkadaşımdan renkli zarfta mektup geldi.” sanarak.Ben beklenmedik bir sevinçle boş bulunup alkış çalınca müdür yardımcımız da ne diyeceğini bilemedi.Nitekim,benim mutluluğum da kısa sürdü.Açtım zarfı bir hışımla.Ne göreyim? Görev İhmalimden bahsediyordu,nöbetimin başında değilmişim de öğretmenler odasının en derin sohbetlerinde çay ve sigara keyfi yapmaktaymışım.Ben,kendimi bilmesem,inanacağım.Nasıl zarfı alarak okul müdürümüzün odasına hesap sormaya gittim.Hatırlamak dahi istemiyorum.Öfke ile kapıyı açar açmaz elimdekileri fırlatıvermişim okul müdürümüzün masasına.O an gözümden kaymış hayat ve ben de dahil herkes,her şey…Başlamışım ağlayarak hesap sormaya ki hıçkırıktan soluğum kesilmiş hak etmediğim,ağrılığından ezildiğim ithamla.Gürültümüze müdür baş yardımcımız yetişti tabi ve hemen yatıştırmaya yeltendi,benim ardına dek açtığım kapıyı kapadıktan hemen sonra.Bir de nöbetçi öğrenciden su rica edildi tabi,yine benim için.Oturtamadılar beni ya koltuğa,sakinleşmem için,en sonunda kahkahalarımla kırmış geçirmişim ortalığı.Okul müdürüm,odasına giderken,öğretmenler odasında benim tek yumurta ikizimi görmüş meğer.Uzun uzun da bakmış hani,ben miyim değil miyim diye.Saç,boy,kilo,yüz her şey aynı.Diğer nöbetçi arkadaşımızı da öğretmenler odasında görünce peşin peşin hüküm vermiş,hazırlatmış hepimize birer sarı renkli zarf.E tabi ben de bahçede kocaman öğrencilerimin arasında göze gözükmezken imza karşılığında almış oldum ilk sarı zarfımı…Allahtan ki şahidimizmiş Eş-Şehid (c.c) ,Er-Râfi(c.c) ,El-Mütekebbir(c.c) ,Rahman ve Rahim olan rabbimden sonra Müdür baş yardımcımız,”Öğretmenler odasında biz Leyla Hanım’la sohbet etmekteydik,Ayla Hanım da potalar boyanırken başındaydı,görmediniz mi? ” deyince okul müdürümüze,hepimiz kopmuşuz adeta ve buruk bir sevinç yayılmış hepimizin çehresine,ala utançla karışık.Tabi hemen ayıbımızı örtelim diye davrandım okul müdürümün eline.Öpeceğim illaki,katiyen mümkünatı yok.Okul müdürüm de büyük gafını nasıl affettirecek onun hesabında.Şimdi sarı zarfı da vermiş bulundu hani tek yumurta ikizimi ben sanarak,bana.Karşılıklı helalleşip kavilleşerek tatlı bir anının sessiz (Aslında çok sesli olmuştu bir araya gelişimiz ama,şükür ki kimsenin hakkı kimsede kalmadı.Halen okul müdürümle sıcacık bir diyalogla görüşmekteyim.) kahramanlarını oynadık işte öylesi bir günde. Ne ben unuttum o anı,ne de diğer yaşayan,yaşatanlar.O gün bu gündür,yine de bizzat kişinin kendi ağzından dinlemeden kesin yargıya varmam,yaşadıklarımı yaşatmamak adına! Her bir araya gelişimizde ikizimle, şakalaşırız.”Ahhhh sen var ya,senin yüzünden,neyseeee”diyerek başlar ve bitiririm konuşmayı.Dedim ya neyseeeeee.Şükür bu günlerimize.Akıttığım göz yaşlarım yanıma kâr kaldı sadece.Hepsi dünün bir parçası,dünümden bir hediye……..


Sonsuz saygı ve sevgiyle.

25.11.2007/Pazar(00.44)    Aylin Ayla SELÇUKOĞLU

Çevrimdışı rinogest

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 558
  • 2.441
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 558
  • 2.441
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 20 Şub 2015 09:47:59
Arkadaşlar benim değil ama etkilendiğim için ekliyorum.
DUANIN GÜCÜ
Pakistanlı Dr. İşân Hüseyni yaptığı büyük hizmetlerden dolayı
ödül almak için uluslararası bir konferansa gidiyordu. Uçağa
bindi.
Ancak havada bir arıza olmuş ve yıldırım çarpması sonucu
uçak en yakın havaalanına inmek zorunda kalmıştı.
Bir sonraki uçak 16 saat sonra kalkacaktı. Sinirlendi ve "O
toplantıya muhakkak yetişmem lazım. 16 saat bekleyemem"
diye bağırdı.
Görevliler gideceği şehrin 6 saat uzaklıkta olduğunu ve isterse
araba kiralayarak gidebileceğini söylediler.
Acele yola çıktı ama aksilik bu sefer de yolda şiddetli
yağmurdan göz gözü görmez olmuş ve selden dolayı araç
gidemez olmuştu.
Yol kenarında eski bir evin kapısını çalıp hızla içeri girdi. Yaşlı
bir kadın içeride oturuyordu. Süratle ona "Telefonu verir misin
telefon etmem lazım" dediğinde kadın tebessüm ederek dedi
ki: "Görmüyor musun evladım ne telefonu. Burada ne telefon
ne de elektrik var. Geç az dinlen, yemek ye, çay iç sonra
düşünürsün bu işleri"
Adam çaresiz az ısınarak yemek yedi ve çayını yudumlarken
yaşlı kadın namaz kılıp uzun uzun dualar etti.
Dikkatle baktığında kadının bir beşiği salladığını ve beşikte çok
küçük bir bebeğin hareketsiz durduğunu gördü.
"Kimin bu bebek anacığım? Hayırdır bu kadar uzun ağlayarak
dua ettin"
Yaşlı kadın:
"Hem annesi hem de babasından yetim olan torunumdur. Ağır
hastalığı var. Bölgedeki hiçbir doktor çaresini bulamadı. İşan
Hüseyni adlı bir doktor var. Çaresi ondadır dediler. Ancak çok
uzakta olduğundan birkaç gündür Allah'a dua ediyorum ki
Allah bu bebeğin işini kolaylaştırsın.
- Doktor Hüseyni ağlayarak dedi ki "Kalk anacığım. Allah senin
duanı kabul etti. Senin duan yıldırımlar çaktırıp uçağı yere
indirdi. Seller akıttı ve sonunda beni size ulaştırdı. Dr. İşan
Hüseyni benim.
Allahın kullarına böylece isteğini ulaştıracağına kalpten iman
ettim. Bütün yollar kapanınca yeri göğü yaratana sığın. Onun
iltiması dua".

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.421
  • 16.034
  • 3.421
  • 16.034
# 20 Şub 2015 23:24:13
rinogest öğretmenim, bu yazıyı ne zaman görsem ben de duygulanıyorum. Allah(C.C) duası kabul olan kullarının hürmetine inşallah bizlerin de hayırlı dualarını kabul etsin. (Amin)

Çevrimdışı hoca13

  • Yeni Üye
  • 1
  • 0
  • 1
  • 0
# 20 Şub 2015 23:30:58
Bu testler işime yaradı


 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK