İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı zalim09

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
# 01 Şub 2012 21:37:12
amii'nin birine yeni bir imam gönderilmiş. Adam şehre gitmek için hep aynı otobüse biniyor ve çoğu zaman da aynı söföre rastlıyormuş. Bir gün, bilet alırken şoför yanlışlıkla 20 kuruş fazla vermiş. İmam yanlışlığı oturup da parasını sayınca fark etmiş. Kendi kendine "20 kuruşu geri versem mi şöföre?" diye düşünüyormuş. Ama içinden bir ses diyormuş ki "çok gülünç bir para ve şoförün umurunda değil.... Otobüs şirketi çok para kazanıyor zaten... Sadece 20 kuruş onlara bir şey yapmaz." Bu parayı saklayabilirim diye düşünmüş, ALLAH'tan gelen bir hediye gibi.. İnecegi durağa gelince, imam kalkmış ve fikrini değiştirmiş, inmeden önce şoförün yanına gitmiş, 20 kuruşu geri vermiş ve demiş ki: "Paranın üstünü fazla verdiniz." Şöför gülümsemiş ve demiş ki : "Siz caminin yeni imamısınız değil mi? Aslında uzun zamandır sizi caminizde ziyaret etmek istiyordum, islamı öğrenmek için. Bu yüzden bilerek size fazla para verdim. Nasıl tepki vereceğinizi görmek istedim." İnerken imam artık bacaklarını hissetmiyormuş, yere yığılacakmış neredeyse, bir direğe tutunmuş ve kendine gelmeye çalışmış. Gözlerinden yaşlar dökülerek demiş ki: "ALLAH'ım az daha İslamı 20 kuruşa satıyordum!. .."

Unutmayin ki siz belki de müslüman olmayan insanlar için dinimizi tanıtan kişilerdensiniz, bu yüzden hareketlerinize dikkat edin. Maalesef insanlar sizinle birlikte dinimizi de yargılayacaklardır!

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.412
  • 177.324
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 17.412
  • 177.324
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 22 Şub 2012 22:09:04
HAPİSHANEDE KILINAN NAMAZ..!

Horasan valisi Abdullah bin Tahir, çok âdil biriydi.

Jandarmaları birkaç hırsız yakalamış, valiye bildirmişlerdi.

Getirilirken hırsızlardan birisi kaçtı.

O sırada Hiratlı bir demirci, Nişapur'a gitmişti.

Demirciyi, gece eve giderken, jandarmalar yakaladılar ve diğer zanlılarla beraber valiye çıkardılar.

Vâli dedi ki:

Hepsini hapsedin.

Bir suçu olmayan demirci, hapishanede hemen abdest alıp, namaz kıldı.

Ellerini uzatıp:

Ya Rabbi bir suçum olmadığını ancak sen biliyorsun.

Beni bu zindandan ancak sen kurtarırsın diye dua etti.

Vali uyurken rüyasında dört kuvvetli kimse gelip, tahtını ters çevirecekleri zaman uykudan uyandı.

Hemen kalkıp, abdest aldı, iki rek'at namaz kıldı.

Tekrar uyudu.

Tekrar o dört kimsenin tahtını yıkmak üzere olduğunu gördü ve uyandı.

Kendisinde bir mazlumun ahı olduğunu anladı.

Vali hemen hapishane müdürünü çağırtıp sordu:

Acaba bu gece hapishanede mazlum birisi kalmış mı..?

Müdür dedi ki:

Bunu bilemem efendim.

Yanlız biri namaz kılıyor, çok dua ediyor göz yaşları döküyor.

Hemen adamı buraya getiriniz.

Demirciyi valinin yanına getirdiler.

Vali halini sorup, durumu anladı, ve dedi ki:

Sizden özür diliyorum.

Hakkını helal et ve şu bin gümüş hediyemi kabul et.

Herhangi bir arzun olunca bana gel.

Demirci de dedi ki:

Ben hakkımı helal ettim.

Verdiğiniz hediyeyi kabul ettim.

Fakat işimi, dileğimi senden istemeye gelemem.

Neden gelemezsiniz..?

Çünkü benim gibi bir fakir için, senin gibi bir sultanın tahtını birkaç defa tersine çevirten sahibimi bırakıp da, dileklerimi başkasına söylemek kulluğa yakışır mı..?

Namazlardan sonra ettiğim dualarla beni nice sıkıntılardan kurtardı.

Pek çok muradıma kavuşturdu.

Nasıl olur da başkasına sığınırım..?

Rabbim, nihayeti olmayan rahmet hazinesinin kapısını, ihsan sofrasını herkese açmış iken, başkasına nasıl giderim..?

Kim istedi de vermedi..?

Kim geldi de, boş döndü..?

İstemesini bilmezsen, alamazsın.

Huzuruna edeple çıkmazsan rahmetine kavuşamazsın...

Çevrimdışı zalim09

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
# 26 Şub 2012 22:00:09
Merv şehri kâdısının bir kızı vardı. Ülkedeki, ileri gelen zengin, makam ve mevkı sâhibi kimseler bu kızı isteyince hiç birine vermedi. Bu zâtın Mübârek adlı, bağına-bahçesine bakan bir kölesi vardı. Aradan iki ay geçmiş meyveler olgunlaşmış bolluk bereket gelmişti. Efendisi, Mübârek'ten üzüm isteyince, toplayıp geldi. Getirdiği üzüm çok güzel olmasına rağmen henüz olmamıştı, başka üzüm istedi. O da ekşi çıktı.
 Efendisi;
 
"Bahçede o kadar üzüm var, niçin böyle üzüm getiriyorsun?" demekten kendini alamadı.
 Mübârek;
 "Efendim! Ekşisini tatlısını bilmiyorum!" diye cevap verdi.
 Bağ sâhibi;
 "Sübhanallah iki aydır bağdasın, daha hangisinin ekşi, hangisinin tatlı olduğunu bilmiyorsun." diye çıkıştı.
 Mübârek onları yemekle değil korumakla vazîfeli olduğunu biliyordu.
 Efendisi;
 "Niçin onlardan yemedin?" deyince;
 "Siz benden bağınızdaki meyvelerin muhâfazasını istediniz. Yeyiniz demeyince alıp yemem uygun olur mu, emrinize karşı gelebilir miyim?" cevâbını verdi.
 Efendisi böyle bir hâdiseyle ilk defâ karşılaşmıştı. Mübârek'in bu hâline hayran kaldı. Güvenebileceği birini bulmuştu. Gerçekten onu ve hâlini çok sevmişti. Kölesine dönerek; "Sana bir şey soracağım." diye söze başladı. Sonra; "Benim bir kızım var, malı makamı yüksek pekçok kimse onu ister. Hangisine vereceğimi ne yapacağımı bilemiyorum. Bu hususda bir fikrin olur mu? Sen ne dersin?" diye sordu. Mübârek, bu söze karşı şöyle dedi:"Efendim!.. İnsanlar, dâmâd için; câhiliyye devrinde soya sopa; yahûdîler ve hıristiyanlar güzelliğe, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem zamânında dindârlığa, Allahü teâlâdan korkup, haramlardan sakınmaya bakarlardı. Zamânımızda ise, mala ve makama bakılıyor. Artık bunlardan dilediğini seç."
 Bunun üzerine efendisi:"Ben dindarlığı ve takvâyı seçiyorum ve kızımı seninle evlendirmek istiyorum. Çünkü sende haramlardan kaçma, dînine bağlılık, iyi hal, emânet ve güvenilirlik gördüm ve bunları sende buldum." dedi.O ise kendisinin köle olduğunu, parayla satıldığını, böyle olunca evlenmelerinin garib karşılanacağını, hem kızın buna râzı olmayacağını bir bir anlattı. Akıl da öyle diyordu. Ancak kâdı kararlı idi. "Kalk eve gidelim." dedi.Eve varınca hanımına;
 "Bu sâlih, dindâr, takvâ sâhibi bir köledir. Kızımızı onunla evlendirmek istiyorum, senin fikrin ne?" deyince, hanımı;
 "Sen bilirsin, fakat bir de kıza soralım." cevabını verdi.
 Anne durumu kıza açıp babasının niyetini söyleyince, kızı da bu hususta her şeyi anne ve babasına bıraktığını bildirdi. Kadın kızın râzı olduğunu babasına anlatınca nikahları kıyıldı. Fakat Mübârek, kızın yanına gitmiyordu. Bu hâl kırk gün sürdü. Bir vesîle ile anne durumdan haberdâr olunca dayanamadı;
 "Kızımızı kölene verdin, aradan bunca zaman geçtiği halde dönüp yüzüne bile bakmadı, bu yaptığı nedir? Bu nasıl iş?" diye şikâyet ve sitemde bulundu. Bunun üzerine kâdı;
 "Ey Mübârek! Kızıma nâz mı ediyorsun? Niçin yanına gitmiyorsun?" demekten kendini alamadı. Buna karşılık dâmâd:
 "Ey müslümanların kâdısı! Ey efendim! Bu nasıl söz? Sizin kerîmenize nâz etmek ne haddime. Lâkin kâdısınız. Ola ki kızınız şüpheli bir şey yemiştir. Şüpheden uzak olmak için bu zamâna kadar bekledim ve ona helâl yemek yedirdim. Belki Allahü teâlâ bize sâlih bir evlâd verir. Bundan başka bir düşüncem yoktur." dedi.
 Kırk gün geçtikten sonra ehline yaklaştı. Haram ve helâle bu derece dikkat ettiği için Allahü teâlâ ona Abdullah isminde bir çocuk verdi.
 
Kaynak: Evliyalar Ansiklopedisi

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.412
  • 177.324
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 17.412
  • 177.324
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 03 Mar 2012 20:05:44
OĞLUMA VE KIZIMA

Benim yaşlandığımı düşündüğün gün (ihtiyarladığımda) sabırlı ol lütfen ve beni anlamaya çalış!
Yemek yerken üstümü kirletirsem lütfen kızma!
Sana bir şeyler öğretmek için nasıl çırpındığımı, bıkmadan, usanmadan uğraştığım o günleri hatırla!
Sen küçükken, uyuyana kadar sana aynı hikâyeyi bilmem kaç defa tekrar tekrar okumak zorunda kaldığımı hatırla!
Yeni teknolojiler karşısındaki cahilliğimi görürsen bana zaman tanı; beni yüzünde alaycı bir gülümsemeyle izleme!
Bazı zamanlarda unutkan olursam yahut konuşmalarımızda ipin ucunu kaçırırsam lütfen hatırlamam için gerekli zamanı bana tanı; hemen sinirlenme! Çünkü asıl önemli olan senin yanında olabilmem ve beni dinliyor olmandır.
Ben sana bir sürü şeyi nasıl yapacağını gösterdim!
Yaşlı bacaklarım yürümeme izin vermediğinde bana elini ver! Tıpkı, benim sana ilk adımlarını atarken verdiğim gibi.
Bir gün beni anlayacaksın.
Senin yanında olduğumda üzgün, kızgın ya da güçsüz hissetme kendini. Benim yanımda olmalısın, beni anlamalısın ve bana yardım etmelisin.
Benim için yaptıklarını, ya bir gülümseme ya da senin için her zaman taşıdığım çok derin sevgiyle duâ ederek geri ödeyebilirim ancak.
Seni çok seviyorum ve hep seveceğim; bunu sakın unutma!
Sana yaptıklarımı ve sevgimi hep karşılıksız yaptım!
Şimdi beni anladın mı yavrum?..

Çevrimdışı siraçisra

  • Bilge Üye
  • *****
  • 6.865
  • 30.396
  • Zihin Eng. Öğrt.
  • 6.865
  • 30.396
  • Zihin Eng. Öğrt.
# 04 Mar 2012 08:38:00
Server-i Kâinat zaman zaman şanlı ashabını toplar, tadına doyulmaz sohbetler yapardı. Medine’nin nurlu gençlerinden Nevfel (radıyallahu anh) bunları hiç kaçırmaz, âdeta kaydeder, kelimesi kelimesine aktarmaya bakardı.
Bir gün yüzü suyu hürmetine âlemlerin yaratıldığı server şehadetten söz açtı: “Kıyâmet gününde şehidler, Mahşer yerine gelirken; Peygamberler ayağa kalkar. Onlar; çocuklarından, akraba ve dostlarından 70.000 kişiye şefaat eder (Cehennemden kurtarırlar)” Gel de heyecanlanma. Müjdenin güzelliğine bak. Nevfel soluk soluğa eve koştu. İki oğlunu ve hanımını alıp geldi, Efendimizin (Sallallahü aleyhi ve sellem) huzuruna çıktı.
“Yâ Resûlullah! Bir duâ etsem amin der misiniz?” Gül yüzlü Nebi, adı güzel Muhammed (Sallallahü aleyhi ve sellem) tebessüm buyurdular. Nevfel büyük bir aşkla ellerini açtı ve “Yâ Rabbi” dedi, “Nevfel kulunu şehid, yavrularını yetim, hanımını dul bırak!”
Bu içli niyaza hanımı ve çocukları da katıldılar… Nitekim Nevfel çıktığı ilk gazada (Uhud’da) şehid oldu. Kâfirler mübarek naaşını paraladı, tanınmaz hale soktular.
Hazreti Ali r.a anlatır: “Gazâdan sonra Medine’ye dönüyorduk, şehre yaklaşınca kadınlar ve çocuklar bizi istikbale (karşılamaya) çıktılar. Allahü Teâlâ’nın takdirine razıydılar; ama yine de bir ümit, bir merak… Eşleri, oğulları, babaları dönecek mi bilmiyorlar. Nitekim Nevfel’in hanımı, çocukları ve ihtiyar anası da önümüze durdular.
Büyük bir muhabbetle “Gazânız mübârek olsun Yâ Resûlullah!” dediler, sonra Nevfel’i sordular. Efendimizin güzel gözleri nemlendi, “O şehit oldu” diyemedi. Elleriyle arka tarafı işaret edip yürüdüler. Efendimizin ardından Ammar’’la birlikte geliyoruz. Nevfel’in hanımı ve çocukları bu kez bize yöneldiler. Resulullah Efendimizin vermediği haberi biz nasıl verebiliriz? Aynen onun yaptığı gibi yaptık, elimizle arkayı işaret ettik. Hattaboğlu Ömer de, aynı şekilde hareket etmek zorunda kaldı, Osman bin Affan o da keza…
Kafilenin sonunda Ebû Bekir Sıddîk geliyordu, yanında Muaz bin Cebel, üç beş adım gerisinde de Zübeyr bin Avvam. Gerçekten çok zor durumdaydı, onun “arkada işareti” yapmak gibi bir şansı kalmamıştı. Ebû Bekir’in ıstırabını anlayabiliyorduk, hem doğru konuşmak isterdi, hem de Resulullah gibi davranmayı arzulardı. Efendimize uymamaktan hepimiz korkardık ama o daha çok korkardı. Peki yalan? Hayır, hayır böyle bir şeyi hiç yapmadı ve yapmazdı. Nevfel’in anası, hanımı ve çocukları Sıddîk’i çevirip halkaladı, her biri ayrı tondan “Nevfel’e ne oldu” diye sormaya başladılar. Ne söylenebilir ki? Sıkıntıya bak! Hazret-i Ebû Bekir gözlerini yumdu ve inlercesine haykırdı:
-Yâ !.. Allah-Yâ Nevfel!… Donduk kaldık, nasıl bir sessizlik oldu anlatamam. Birden ovayı bir nal sesi doldurdu ve uzaklardan bir toz bulutu kalktı. Yayından boşanırcasına koşan bir at yıldırım hızıyla yaklaştı. Süvari dizginleri çekip sordu “Buyur ya Sıddîk! Beni mi çağırdın?” Yüzünden keyfiyesini çıkarıp attı.
Aaaa Nevfel!.. Daha genç, daha taze, daha nurlu, hem kanlı, canlı… Biraz evvel onu libaslarıyla gömmedik mi, üstüne toprak atmadık mı? Müminler henüz hadisenin şaşkınlığını yaşarken, Cebrail Aleyhisselâm göründü. Efendimize “Yâ Resûlallah” diye haber getirdi, “Hak teâlânın selâmı var. Buyurdular ki: “Eğer mağara arkadaşın bir kere daha ALLAH deseydi yüceliğim hakkı için, bütün şehitleri diriltirdim. Çünkü Ebû Bekir kulum; cahiliye devrinde bile yalan söylemedi”. Nevfel bundan sonra yıllarca yaşar.
Nihayet duası kabul olur ve Yemame cenginde umduğuna kavuşur, şehadet şerbetini yudumlar…
 

Çevrimdışı siraçisra

  • Bilge Üye
  • *****
  • 6.865
  • 30.396
  • Zihin Eng. Öğrt.
  • 6.865
  • 30.396
  • Zihin Eng. Öğrt.
# 09 Mar 2012 12:22:35
Evini yeniden dekore ettirmek isteyen Japon bunun için evinin bir duvarını yıkar.
Japon evlerinde genellikle iki tahta duvar arasında çukur bir boşluk bulunur. Duvarı yıkarken, orada dışarıdan gelen bir çivinin ayağına battığı için sıkışmış bir kertenkele görür. Adam bunu gördüğünde kendini kötü hisseder ve aynı zamanda meraklanır da, kertenkelenin ayağına çakılmış çiviyi görünce. Muhtemelen bu çivi 10 yıl önce, ev yapılırken çakılmıştı. Nasıl olmuştu da kertenkele bu pozisyonda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yaşamayı başarmıştı?

Karanlık bir duvar boşluğunda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yaşamak çok zor olmalıydı.

 Sonra bu kertenkelenin 10 yıldır hiç kıpırdamadan nasıl 10 yıl yaşadığını düşündü- ayak çivilenmişti!

Böylece çalışmayı bırakır ve kertenkeleyi izlemeye başlar, ne yiyor acaba?

Sonra nereden çıktığını fark edemediği başka bir kertenkele gelir ağzında taşıdığı yemekle!

İnanılmaz! Adamı sersemletir gördüğü manzara. Bu nasıl bir sevgi?

Ayağı çivilenmiş kertenkele, 10 yıldır diğer kertenkele tarafından beslenmekteydi…

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.412
  • 177.324
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 17.412
  • 177.324
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 11 Mar 2012 19:31:10
Hz. Mevlânâ bir gün eve gelir, oğlunu üzgün görür. Sebebini sorar.
Oğlu: "Hiç…" der.
Hz. Mevlânâ dışarı çıkar.
Kapıda asılı bir kurt postu vardır, onu alır üstüne giyer. Ellerini havaya doğru açıp ulamaya başlar.
Oğlu babasının bu haline bakıp güler.
Hz. Mevlânâ:
"Evladım, gördün mü?" der.
"Dünya dertleri de işte böyledir. Kurt, aslında korkutucu bir hayvandır. Ama sen o postun arkasında babanın olduğunu bildiğin için korkmadın ve güldün.
İşte bütün dertlerin arkasında da Rabbinin olduğunu bil ve ona güven..."

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.412
  • 177.324
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 17.412
  • 177.324
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 18 Mar 2012 20:27:01
Yüzü simsiyahtı. Ama kendisi boyamamıştı ki! Kaldı ki, kalbi bembeyazdı. Buna rağmen onu basite alanlar vardı. Dedi ki:
– Ya Resûlallah, yüzümün siyahlığı cennete girmeme mani midir?
– Asla!
– O halde beni niçin insanlar hor görüyorlar, kimse bana niçin kızını vermiyor
– Amir bin Veheb’in evine git ve “Resûlullah selamı var, kerimeni bana nikahlamanı emretti” de.
Siyah yüzlü genç hemen adrestedir. Kızın yanında babaya selamı aynen tebliğ eder ve teklifi de açıkça anlatır.
Baba kızgın, hemen reddeder. Ancak, teklifi dinleyen kızcağız babasını ikaz eder:
– Babacığım, vahiy gelir de sonra seni mahcup eder. Ne biliyorsun bu olayı Rabbimin emretmediğini Efendimiz (sav)’in o emri tebliğ buyurmadığını Hemen git, Resûlullah’tan özür dile ve beni o gence nikâhla. Resûlullah’ın uygun bulduğunu ben de uygun bulurum.
Kızının ikazıyla mescide koşan baba özür diler:
– Söylediğinin doğru olup olmadığını bilmiyordum. Demek ki doğruymuş. Kızımı verdim. Şu anda nikahlısıdır.
Efendimizin gence emri:
– Git, evini hazırla, aile oturacak şekilde döşe.
– Benim ev döşeyecek tek dirhemim bile yok!..
– Öyle ise Ali’ye, Osman’a, Abdurrahman bin Avf’a git. Onlar sana ikişer yüz dirhem versinler.
Uçarcasına gider. Onların her biri, emredilenden fazla yardımda bulunurlar ve sıra çarşının yolunu tutmaya gelmiştir. Bir ev hazırlamak için gerekli para elde mevcut. Hele zevcesi, ümidinin de üstünde bir azizedir âdeta…
Çarşı yolunda hızla giderken kulağına bir ses gelir. Önce anlayamaz, duraklar ve nefesi kesilircesine dinler. Evet, evet yanlış anlamamıştır, doğrudur. Ses herkese ilan etmektedir:
– Ey kendini ALLAH’a asker bilen Müslümanlar!
Derhal atınıza binin, cihada yönelin. Ordu mescidin dışında beklemektedir. Siz böyle gün için varsınız dünyada! Düşman ani baskın yapacak!
Şimdi ne olacak.. Cihada mı gitsin, evlenmeye mi.. Yönünü hemen değiştirir, demirciler çarşısına gider. İlk işi bir kılıç, sonra bir zırh, daha sonra da bir at almak olur. Elindeki paranın hepsini de harcamıştır. Ama cihad için lazım olan silahını da tamamlamıştır…
Sıçradığı atının üzerinde kuş gibi uçar, bekleyen orduya toz duman içinde karışır.
– Bu genç, herhalde Bahreyn’den gelen biridir, derler. Ancak onun siyahlığını fark eden Resûlullah Aleyhisselam:
– Sen Saad mısın buyurur.
– Evet, deyince de dua eder:
– Ceddine saadetler!..
Kumlu çöllerden geçilir, tozlu yollardan gidilir ve nihayet düşmanla müthiş bir savaş başlar… Herkes cesaretle ileri atılır. Ama içlerinden biri herkesten de cesaretle atılır; saldırdığı tarafın adamlarını sağa sola püskürtür. Neden sonra meydan sakinleşir, düşman kaçmış, müşrikler yok olmuşlardır. Şehitler tespit edilirken, bir ses:
– ALLAHü Ekber! Evlenmek üzere olan Saad da şehit!
Efendimiz onun cesedi başına gelir, mahzun şekilde bakar:
– Seni Havz-ı Kevserimin başında bekleyeceğim!
Bir hayret nidası daha:
– ALLAHü Ekber!
Sonra döner, oradakilere hitap eder:
– Kılıcını, mızrağını ve atını alın, kendisini gönüllü olarak isteyen kızcağıza verin. Babasına da deyin ki:
– Kızını vermekte tereddüt ettiğin siyah yüzlü gence ALLAHü Teâla cennet hurilerini lâyık gördü!
Ve hayret nidaları birbirini takip eder: – ALLAHü Ekber! ALLAHü Ekber!…
Rabbim bizede böyle iman nasip etsin inşallah…

Çevrimdışı siraçisra

  • Bilge Üye
  • *****
  • 6.865
  • 30.396
  • Zihin Eng. Öğrt.
  • 6.865
  • 30.396
  • Zihin Eng. Öğrt.
# 18 Mar 2012 21:04:05
Bir gün iki kişi, Râbia-tül Adeviyye’yi ziyârete geldiler. İkisi de açtı. “Yemeği helâldir” diye içlerinden yemek yemek geçti. O anda kapıya biri gelerek, Allah rızâsı için bir şeyler istedi. Râbia hazretleri evdeki iki ekmeğini buna verdi. Gelen sevinerek gitti. Bir saat kadar sonra bir kişi kucağında bir yığın ekmekle geldi. Râbia hazretleri ekmekleri saydı. On sekiz ekmek vardı.
Dedi ki:
Ekmekler yirmi olsa gerektir.
Ekmeği getiren, ikisini saklamıştı. Çıkarıp iki ekmeği de verdi. Oradakiler hayretle sordular.
-Bu ne sırdır? Biz senin ekmeğini yemeye gelmiştik. Önümüze koyacağın ekmekleri kapıya gelene verdin. Ardından ekmek geldi. Eksik olduğunu söyledin.
Cevâbında şöyle buyurdu:
 -Siz ikiniz gelince karnınızın aç olduğunu anladım. Önünüze koyacağım o iki ekmeği kapıya gelene verdim. Allahü teâlâdan bu ekmeklerin misâfirlerin karnını doyuramayacağını, bunun için bir yerine on vermesini istedim. Çünkü Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde* bire on vereceğini bildiriyor. Ben O’nun bu vâdine güvendim. İki ekmek yerine yirmi ekmek geleceğini bildiğim için de ekmeklerin noksan olduğunu söyledim.
 
*”Kim bir iyilik yaparsa ona on katı vardır.
Kim de bir kötülük yaparsa o da sadece o kötülüğün misliyle cezalandırılır
ve onlara zulmedilmez.”
 
En’am Suresi, 160

Çevrimdışı zalim09

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
# 16 Nis 2012 22:20:24

‎''ETME BULMA DÜNYASI İBRETLİK''
Bir şehirde namuslu bir aile varmış. Koca kuyumcu, kadın ise ev hanımıymış. Bir gün kadın her gün süt getiren erkek satıcıdan süt almak için kapı aralığından tenceresini uzatmış. Ama sütçü önceden yapmadığı bir şeyi yapmış. O gün kadının elini şehvetle tutuvermiş. Kadın tencereyi hemen bırakıvermiş. Sütçünün yaptığına çok üzülmüş.

Kocası evine geldiği zaman ağlayarak, söyle bugün ne yaptın ki benim başıma şöyle bir iş geldi” diyerek olanı anlatmış. Bunun üzerine adam şöyle bir itirafta bulunmuş:

“Evet, hanım özür dilerim. Bugün hiç yapmadığım bir işi yaptım ve bilezik almak isteyen bir kadın, takamıyorum bana yardım et, deyince, bileziği koluna takarken, bunu sanki zor oluyormuş gibi geciktirerek yaptım ki, kolu bir iki saniye daha çok elimde kalsın, diye düşündüm. İşte senin başına gelenin sebebi budur.” demiş.
 
Sevgili Peygamberimizin (sallallahu aleyhi vesellem) şu uyarısının iyi anlanması gerekir:
 
“Başkalarının hanımlarına iffetli davranın ki sizin hanımlarınız da iffetli ve namuslu olsunlar...

Çevrimdışı hayat 2

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.110
  • 7.616
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.110
  • 7.616
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 18 Nis 2012 18:28:57
EVLİ OLSAN DA OLMASAN DA BUNU OKUMALISIN....

Bu akşam eve geldiğimde Eşim Akşam yemeğini servis ediyordu. Elini tuttum ve ona söyleyeceğim şeyler olduğunu söyledim. Masaya oturdu ve sessizce yemeği yemeye başladı. Ve yine Gözlerinde o korkuyu gördüm.

Bir an da kasıldım ağzımı açamıyordum ama düşüncelerimi söylemem lazımdı. Ben boşanmak istiyorum. Sinirlenmedi Sözlerime karşılık vermedi, sadece sebebini sordu.

Bir cevap veremedim ve buna çok sinirlendi elinde ki Çatal Bıçakları fırlattı. Bana bağırdı ve Adam olmadığımı söyledi. Bu akşam tek kelime konuşmadık. Eşim bütün Gece ağladı. Farkındaydım Evliliğimiz ne olacağını merak ediyordu, ama onu tatmin edecek bir şey söyleyemeyecektim. Ben jane'e aşık oldum, eşimi sevmiyorum artık.

Bu vicdan azabıyla bir Evlilik sözleşmesi hazırladım, Evi, Arabayı ve Şirkettin 30% ona verecektim. Sözleşmeye kısa bir süre baktı ve yırttı. 10 yıl hayatımı paylaştığım bu Kadın bana yabancı olmuştu. Onun harcadığı zamana ve enerjiye üzülüyordum, ama geri dönemezdim, Jane'e çok aşık olmuştum. Sonra hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı, bu benim beklediğim bir tepkiydi. onun ağlaması benim hafiflememe sebep olmuştu. Bir süredir aklımdan geçiriyordum boşanmayı, bu fikir bende saplantı haline gelmişti ve şimdi bu duyguyu daha da güçlü hissediyordum ve doğru karardı.

Bir sonra ki akşam eve geç gelmiştim ve Eşimi Masada yazı yazarken gördüm. Çok uykum vardı ve Akşam yemeğini yemeden uyumaya gittim. Jane ile geçirdiğim o kadar saat beni yormuştu. Bir ara uyandım ve onu hala yazı yazarken gördüm Masa da. Ama bu benim Umurumda değildi ve başımı çevirip uyumaya devam ettim. .

Ertesi sabah bana Şartlarını yazı halinde sundu. Benden hiçbir şey istemiyordu, sadece boşanmamızı ilan etmek için 1 ay müsade  istedi ve bu zamanda normal bir Aile gibi davranmamızı istedi. Bunun sebebi Oğlumuzun 1 ay sonra Sınavların olması ve bu dönemde ona bu yükü bindirmemekti. Bu kabul edilebilinir. Bir şey daha vardı, benden onu Evlilik Gecesinde onu kapıdan içeriye nasıl taşıdığımı hatırlamaktı, ve 1 ay boyunca her sabah onu Yatak odasında Kapıya kadar taşımamı istedi. Kafayı yediğini düşündüm, ama son günlerimizin iyi geçmesi acısından, kabul ettim.

Sonra bu şartlardan Jane bahsettim, yüksek ses ile gülüp bunun çok saçma olduğunu ve eninde sonunda Boşanmayı kabul etmek zorunda kalacağını söyledi.

Eşimle boşanma konusunu açtığımdan beri Fiziksel temas da bulunmadık. Bu sebepten ilk gün onu kucağıma alıp kapıya götürdüğümde tuaf bir duygu yaşadım. Oğlumuz arkamızda duruyordu ve alkış yapmaya başladı 'Babam Annemi kucağında taşıyor' bu onu çok sevindirmişti, Sözleri canımı acıtmıştı... Yatak odasından Evin Kapısına kadar 10 metre taşıdım. Eşim gözlerini kapattı ve kulağıma 'Oğlumuza boşanmamızdan bahsetme' diye fısıldadı. Bende başımı öne eğerek tamam dedim, ve içime bir üzüntü çöktü. kapı önünde onu bıraktım Eşim Otobüs durağına gitti ve onu İşe götürecek olan Otobüsü bekledi. Bende tek başıma Ofise gittim.

2. gün bu oyunu oynamak bize daha kolay gelmişti. eşim başını Göğsüme yasladı, ve onun kokusunu duydum. Birden Eşime uzun süredir bakmadığımı anladım. Ve onun Evlendiğim zaman ki kadar Genç olmadığını farkettim. Yüzünde hafif çizgiler oluşmuş saclarına ak düşmüştü. Gecen yıllar öylesine yanından geçmemişti, O an kendime ona bununla neler yaptığımı sordum.

4. Gün onu kucağıma aldığımda bir güven duygusu yaşadım. Bu bana Hayatının 10 yılını Hediye eden Kadın.

5. gün bu güven duygusu daha da büyümüştü. bundan Jane bahsetmedim. Günler geçtikçe onu taşımak daha da kolaylaşmıştı, belki de bu sayede yaptığım antreman dan dolayıydı bu.

Bir Sabah onu ne giyeceğini düşünürken izledim. İsyan ederek her gün kıyafetlerin biraz daha bol geldiğini söyledi. Birden onun ne kadar süzüldüğünü ve kilo verdiğini farkettim. Demek ki onu her sabah daha kolay taşıyabilmemin sebebi buydu. Birden yüzüme yumruk gibi vurdu. Bu kadar Acıyı ve Üzüntüyü Kalbinde taşıyordu. farkında olmadan başını okşadım. O an Oğlumuz da geldi ve ' Baba Annemi taşıman lazım ' dedi. Bu hayatımızın bir parçası olmuştu, Babasının Annesini odadan Kapıya taşıması. Eşim Oğlumuzu yanına çağırdı ve ona sıkı sıkı sarıldı. Ben başımı cevirdim, son anda kararımdan vazgeçmek istemiyordum. Onu kucağıma aldım ve Yatak odasından Kapıya kadar taşıdım. Elini enseme koymuştu ve ben onu sıkı sıkı tutmuştum. Tıpkı Evlendiğimiz gün gibi.

Artık Huzursuzlanmıştım bu kadar kilo vermesinden. Son Gün onu kucağım da taşıdığımda hareket etmedim. Oğlumuz okuldaydı ve Eşime Hayatımızda ki yakınlığın ne kadar eksildiğini söyledim. Ofise gittim arabadan fırladım kapıyı kilitlemeden bunun için zaman yoktu. Her anın kararımın değiştirmesinden korkuyordum ve Merdiven den yukarı koştum, yukarı varınca Jane kapıyı açtı. Ona Karımdan boşanmayacağımı söyledim.

Şaşkın bir ifadeyle elini anlıma koydu ve ' Senin ateşin mi var' diye sordu. Üzgünüm Jane ama ben artık boşanmak istemiyorum dedim. Evliliğimizin renksiz kalması sevgi eksikliğinden değil, birbirimizin değerini unuttuğumuzdan dı. Şimdi aklıma geldi ki, ona Evlendiğimiz Gün kapıdan içeri taşıyınca ömrümün sonuna kadar Sadakat yemini verdiğimi........ Jane olayı anlayınca yüzüme bir tokat attı ve kapıyı kapatarak ağlamaya başladı. Hemen aşağı koşup ilk Çiçekçiye gidip Eşime bir Buket çicek aldım, üzerinde ki Karta da'''Seni her Sabah hayatımın sonuna kadar taşıyacağım'''' .

Eve vardığımda yüzümü bir gülümseme kapladı, elimde Çiçeklerle yatak odasına gittim ve Eşimi yatağın üstünde Ölü buldum. Eşim aylardır Kanser ile savaşıyordu ve ben Jane ile ilgilenmekten bunu farketmemiştim. Fazla yaşamayacağını bildiği için, beni Oğlumun bana negativ tutumundan korumaya çalışmıştı . En azından Oğlumun gözünde iyi bir Eş olarak kalmamı istemişti.

İlişkide ki küçük şeylerdir önemli olan. Villalar, arabalar çok paralar değil . bunlar hayatı kolaylaştırır ama asla Mutluluğun temeli olamazlar.

İlişkine zaman ayır ve ilişkinin güven ve huzur anlamına gelecek şeylerle meşgul ol.

Mutlu bir beraberlik yaşa.

Çevrimdışı hayat 2

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.110
  • 7.616
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.110
  • 7.616
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 18 Nis 2012 18:34:23
SÖZÜN BİTTİĞİ YER
Bir okul müdürü her eğitim öğretim yılı başında öğretmenlere bu mektubu gönderir...miş:

Bir toplama kampından sağ kurtulanlardan biriyim.
Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü.
İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, iyi yetiştirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar, işini iyi bilen hemşirelerin vurduğu iğnelerle ölen bebekler, lise ve üniversite mezunlarının vurup yaktığı insanlar.

Eğitimden bu nedenle kuşku duyuyorum.

Sizlerden isteğim şudur:

Öğrencilerinizin insan olması için çaba harcayın. Çabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin. Okuma yazma, matematik, çocuklarınızın daha fazla insan olmasına yardımcı olursa ancak o zaman önem taşır...

Çevrimdışı micihtn44

  • Uzman Üye
  • *****
  • 891
  • 3.948
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 891
  • 3.948
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 18 Nis 2012 18:38:29
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
EVLİ OLSAN DA OLMASAN DA BUNU OKUMALISIN....


Paylaşım için teşekkürler hayat 2 öğretmenim. Okurken duygulandım. Mükemmel bir hikaye...

Çevrimdışı mmelih_25

  • Uzman Üye
  • *****
  • 486
  • 235
  • 486
  • 235
# 18 Nis 2012 18:47:45
Fatih Sultan Mehmet’le Yahudi

Hazret-i Padisah Fatih Sultan Mehmethan zamanında yapılacak bir camii insaati icin bir yerde uygun gorulen araziyi fatih istimlak eder. Ve fermanıda mühürleyerek istimlak kararını tasdikler. Fakat bu arazinin sahibi bir yahudidir. Bu olay uzerine istimlak kararını kendine yediremeyen yahudi kadıya giderek koca padisahı sikayet eder. Kadı padisahı huzuruna cıkarır. Her iki tarafıda dinledikten sonra kadı kararını açıklar:

Padişahın mühür vurduğu sağ eli kesilecek..

Fatih Sultan Mehmet karara tepkisiz kalıp bir tek cümlesine bile karşı gelmemiştir.


Bu karar uzerine yahudi yahu koskoca padisahın elini kesecekler ve bunu sadece benim arazim istimlak edildi diye yapacaklar diye düşünerek kararından vazgecer. Kadi Fatih Sultan Mehmet’e dönerek eğer padişahlığına güvenipte benim verdiğim karara karşı gelseydin şu gördüğün topuzla senin kafanı ezer seni oracıkta öldürürdüm der. Kadının bu cümlelerine istinaden koca Sultan Fatih’te eğerki sende benim padişahlığıma aldanip farklı bir karar verseydin bende senin kafanı kılıcımla koparırdım der.

Yahudiye gelince …

Bu adalet sistemine ve bu kadar insanlıga yüreği ne kadar haz etmistir ki o karar verildikten sonra şikayetini geri alir ve müslümanlıgı kabul ederek o anda sahadet eder..

Çevrimdışı zalim09

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
# 19 Nis 2012 17:37:39
Yasli kadin oldukça dini bütün bir insanmis.. Her sabah kapisinin
 
önüne çikar ve bagira bagira dua edermis:
 “Allah’ım bize verdiklerin için sana sükürler olsun!”
 Ve ardindan her seferinde de yan komsusunun sesi duyulurmus:
 “Allah yok kadiiin Allah yok!!!” (HAŞA)
 Yasli teyze ne kadar sinirlense de yine her sabah dua edermis,
 öteki komsu da inadindan her seferinde ona öyle bagirirmis..
 Neyse.. Bir aksam, komsusu yasli teyzeye bir oyun etmeye kalkmis..
 Markete gidip bi sürü meyve sebze, ekmek vs. alip torbalara
 doldurmus, yasli teyzenin kapisinin önüne birakmis…
 
Ertesi sabah teyze kapiyi açip da yiyecekleri görünce çok sasirmis
 ve sevinçle bagirmis:
 
“Sana sükürler olsun Allah’ım, bu gönderdigin yiyecekler için sana
 sükürler olsun!!!”
 Ve agacin arkasindan onu seyreden komsusu seslenmis:
 “Allah yok kadiiin Allah yok!!! (HAŞA) O yiyecekleri ben aldiiiiiim!!!”
 
Yasli teyze hiç istifini bozmamis:
 
“Yüce Allah’ım sana ne kadar sükretsem azdır!!!! Hem bu yiyecekleri
 göndermissin, hem de parasini ŞEYTANA ödetmissin!!!”

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK