Nazım Hikmet Ran'ın Şiir Ve Sözleri

Çevrimdışı toplum-bilim

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.144
  • 53.126
  • 4.144
  • 53.126
# 25 Şub 2016 08:20:37
bahtiyarlığına benzer seni sevmek…
Kim bilir belki bu kadar sevmezdik birbirimizi
uzaktan seyredemeseydik ruhunu birbirimizin.
Kim bilir felek ayırmasaydı bizi birbirimizden
…Belki bu kadar yakın olmazdık birbirimize…
Nazım Hikmet

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.304
  • 223.494
  • 28.304
  • 223.494
# 07 Mar 2016 07:02:24
Ben baharıyım yarınlarımın, Çiçek açarım her kışın ardından !

Nazım Hikmet.

Çevrimdışı Ayperisi88

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.165
  • 17.378
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 3.165
  • 17.378
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 07 Mar 2016 18:47:47
Kadınlarımız
~
Toprak öyle bitip tükenmez, /dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişemeyecekti.
Kağnılar yürüyordu yekpare meşaleden tekerlekleriyle
Ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti.
Ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık kısacıktılar
ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında
ve ayakları altından akan
toprak,
toprak,
ve topraktı.
Gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
oyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
Ve kadınlar
birbirlerinden gizleyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehriban başlı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve onbeşlik şaraplenin çeliğinde
ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
Ve ayın altında kağnılar
yürüyordu Akşehir üzerinden Afyon`a doğru.
...
Şiir: Nazım Hikmet Ran

Çevrimdışı toplum-bilim

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.144
  • 53.126
  • 4.144
  • 53.126
# 08 Mar 2016 11:18:28
Ve kadınlar,
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri,
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve karasabana koşulan
ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız..
Nazım HİKMET


 

Çevrimdışı aslı_80

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.080
  • 12.050
  • Öğrenci Velisi
  • 2.080
  • 12.050
  • Öğrenci Velisi
# 02 May 2016 21:43:40
Küstürmeyin insanları hayata...
Sonra her şeyden vazgeçiyorlar.
Yaşamaktan güzel olan her şeyden
Bir odada yalnızlığı
Bir dağ başında kalmayı,
Bir adada mahsur kalmayı...
Nerede bir yalnızlık varsa onu istiyorlar...
Küstürmeyin işte bazı insanları...

Nazım Hikmet

Çevrimdışı toplum-bilim

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.144
  • 53.126
  • 4.144
  • 53.126
# 02 May 2016 22:33:15
Kalbimde maziden bugün izler var
Her siyah saatım bu izle erir
Ruhumu geçmişin hicranı sarar
Doğanlar ölür ölen dirilir

Anladım hayatmış mazinin adı
Yıllara karışan her şey ses verir
Hasretle doludur geçmişin yadı
Mazinin elemi bile tatlıdır.

Çevrimdışı M.TARIK

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.153
  • 2.487
  • 1.153
  • 2.487
# 12 May 2016 21:40:35
YIL 1920

VE

ARHAVELİ İSMAİL’İN HİKÂYESİ


Ateşi ve ihaneti gördük.

Düşman ordusu yine başladı yürümeğe.

Akhisar, Karacabey,

Bursa ve Bursa'nın doğusunda Aksu,

çarpışarak çekildik.

920'nin

29 Ağustosu:

Uşak düştü.

Yaralı

ve dehşetli kızgın

fakat toprağımızdan emin,

Dumlupınar sırtlarındayız.


Nazilli düştü.

Ateşi ve ihaneti gördük.

Dayandık

dayanmaktayız.

1920 Şubat, Nisan, Mayıs,

Bolu, Düzce, Geyve, Adapazarı:

İçimizde Hilâfet Ordusu,

Anzavur isyanları.

Ve aynı sıradan.

3 Ekim Konya.

Sabah.

500 asker kaçağı ve yeşil bayrağıyla Delibaş

girdi şehre.

Alaeddin tepesinde üç gün üç gece hüküm sürdüler.

Ve Manavgat istikametlerinde kaçıp

ölümlerine giderken

terkilerinde kesilmiş kafalar götürdüler.


Ve 29 Aralık Kütahya:

4 top

ve 1800 atlı bir ihanet

yani Çerkez Etem,

bir gece vakti

kilim ve hah yüklü katırları,

koyun ve sığır sürülerini önüne katıp

düşmana geçti.

Yürekleri karanlık,

kemerleri ve kamçıları gümüşlüydü,

atları ve kendileri semizdiler.

Ateşi ve ihaneti gördük.

Ruhumuz fırtınalı, etimiz mütehammil.

Sevgisiz ve ihtirassız çıplak devler değil,

İnanılmaz zaafları, korkunç kuvvetleriyle,

silâhları ve beygirleriyle insanlardı dayanan.

 

Beygirler çirkindiler,

bakımsızdılar,

hasta bir fundalıktan yüksek değillerdi.

Fakat bozkırda kişneyip köpürmeden

sabırlı ve doludizgin koşmasını biliyorlardı.

İnsanlar uzun asker kaputluydu,

yalnayaktı insanlar.

İnsanların başında kalpak,

yüreklerinde keder,

yüreklerinde müthiş bir ümit vardı.

İnsanlar devrilmişti, kedersiz, ümitsizdiler.

İnsanlar, etlerinde kurşun yaralarıyla

köy odalarında unutulmuştular.

Ve orda sargı,

deri

   ve asker postalları halinde

   yan yana, sırtüstü yatıyorlardı.

Koparılmış gibiydi parmakları saplandığı yerden

eğrilip bükülmüştü

ve avuçlarında toprak ve kan vardı
 

Ve asker kaçakları,

korkuları, mavzerleri, çıplak, ölü ayaklarıyla

karanlıkta köylerin içinden geçiyorlardı.

Acıkmıştılar,

merhametsizdiler,

bedbahttılar.

Şosenin ıssız beyazlığına inip,

nal sesleri ve yıldızlarla gelen atlıyı çeviriyor

ve Bolu dağında ekmek bulamadıkları için

deviriyorlardı uçurumlara:

şayak, cıgara kâadı, tuz ve sabun yüklü yaylıları.


Ve çok uzak,

çok uzaklardaki İstanbul limanında,

gecenin bu geç vakitlerinde,

kaçak silâh ve âsker ceketi yükleyen laz takaları

hürriyet ve ümit,

su ve rüzgârdılar.

Onlar, suda ve rüzgârda ilk deniz yolculuğundan beri

[vardılar.

Tekneleri kestane ağacındandı,

üç tondan on tona kadardılar

ve lâkin yelkenlerinin altında

fındık ve tütün getirip

şeker ve zeytinyağı götürürlerdi.

Şimdi, büyük sırlarını götürüyorlardı.

şimdi, denizde bir insan sesinin

ve demirli şileplerin kederlerini

ve Kabataş açıklarında sallanan

saman kayıklarının fenerlerini

peşlerinde bırakıp

ve karanlık suda Amerikan taretlerinin önünden akıp

küçük,

kurnaz

ve mağrur

gidiyorlardı Karadeniz'e.

 
Dümende, ve başaltlarında insanları vardı ki

bunlar

uzun eğri burunlu

ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki

sırtı lâcivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin

zaferi için

hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin

bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler...


Karanlıkta kurşunî derisi kırmızıya boyanan

baltabaş gemi

İngiliz torpitosudur.

Ve dalgaların üstünde sallanarak

alev alev

yanan:

Şaban Reis'in beş tonluk takası.

Kerempe fenerinin yirmi mil açığında,

gecenin karanlığında,

dalgalar minare boyundaydılar

ve başları bembeyaz parçalanıp dağılıyordu.

Rüzgâr:

yıldız - poyraz.

Esirlerini bordasına alıp

kayboldu İngiliz torpidosu.

Şaban Reis'in teknesi

ateşten direğiyle gömüldü suya.

Arhaveli İsmail

bu ölen teknedendi.

Ve şimdi

Kerempe fenerinin açığında,

batan teknenin kayığında

emanetiyle tek başınadır,

fakat yalnız değil:

rüzgârın,

bulutların

ve dalgaların kalabalığı,

İsmail'in etrafında hep bir ağızdan konuşuyordu
 

Arhaveli İsmail

kendi kendine sordu:

«Emanetimizle varabilecek miyiz?»

Kendine cevap verdi:

«Varmamış olmaz.»


Gece, Tophane rıhtımında

Kamacı ustası Bekir Usta ona:

«Evlâdım İsmail,» dedi,

«hiç kimseye değil,» dedi,

«bu, sana emanettir.»

 
Ve Kerempe fenerinde

düşman projektörü dolaşınca takanın yelkenlerinde,

İsmail, reisinden izin isteyip,

Şaban Reis,» deyip,

«emaneti yerine götürmeliyiz,» deyip

atladı takanın patalyasına,

açıldı.


«Allah büyük

ama kayık küçük» demiş Yahudi.

İsmail bodoslamadan bir sağnak yedi,

bir sağnak daha,

peşinden üç-kardeşler.

Ve denizi bıçak atmak kadar iyi bilmeseydi eğer

alabora olacaktı.


Rüzgâr tam kerte yıldıza dönüyor.

Ta karşıda bir kırmızı damla ışık görünüyor:

Sıvastopol'a giden bir geminin

sancak feneri.

Elleri kanayarak

çekiyor İsmail kürekleri.

İsmail rahattır.

Kavgadan

ve emanetinden başka her şeyin haricinde,

İsmail unsurunun içinde.

Emanet:

bir ağır makinalı tüfektir.

Ve İsmail'in gözü tutmazsa liman reislerini

ta Ankara'ya kadar gidip

onu kendi eliyle teslim edecektir.

Rüzgâr bocalıyor.

Belki karayel gösterecek.

En azdan on beş mil uzaktır en yakın sahil.

Fakat İsmail

ellerine güvenir.

0 eller ekmeği, küreklerin sapını, dümenin yekesini

ve Kemeraltı'nda Fotika'nın memesini

aynı emniyetle tutarlar
 

Rüzgâr karayel göstermedi.

Yüz kerte birden atlayıp rüzgâr

bir anda bütün ipleri bıçakla kesilmiş gibi

düştü.


İsmail beklemiyordu bunu.

Dalgalar bir müddet daha

yuvarlandılar teknenin altında

sonra deniz dümdüz

ve simsiyah

durdu.


İsmail şaşırıp bıraktı kürekleri.

Ne korkunçtur düşmek kavganın haricine.

Bir ürperme geldi İsmail'in içine.

Ve bir balık gibi ürkerek, bir sandal

bir çift kürek

ve durgun

         ölü bir deniz seklinde gördü yalnızlığı.

Ve birdenbire

   öyle kahrolup duydu ki insansızlığı

yıldı elleri,

yüklendi küreklere,

                                     kırıldı kürekler.

Sular tekneyi açığa sürüklüyor.

Artık hiçbir şey mümkün değil.

Kaldı ölü bir denizin ortasında

kanayan elleri ve emanetiyle İsmail.

İlkönce küfretti.

Sonra, «elham» okumak geldi içinden.

Sonra, güldü,

eğilip okşadı mübarek emaneti.

Sonra,

Sonra, malûm olmadı insanlara

Arhaveli İsmail'in âkıbeti.


►Nazım Hikmet’in Kuvayi milliye / destan kitabından

 

Çevrimdışı HAYAT7676

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 303
  • 2.815
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 303
  • 2.815
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 16 May 2016 19:43:45
Ben hem kendimden bahseden şiirler yazmak istiyorum,
hem bir tek insana, hem milyonlara seslenen şiirler.

Hem bir tek elmadan, hem süpürülen topraktan, hem
zindandan dönen insan ruhundan, hem kitlelerin
daha güzel günler için savaşından, hem bir tek
insanın sevda kederlerinden bahseden şiirler yazmak
istiyorum, hem ölüm korkusundan, hem ölümden korkmamaktan
bahseden şiirler yazmak istiyorum.
NAZIM HİKMET RAN

Çevrimdışı toplum-bilim

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.144
  • 53.126
  • 4.144
  • 53.126
# 21 May 2016 14:53:56
Bir elmanın yarısı biz
yarısı bu koskoca dünya.
Bir elmanın yarısı biz
yarısı insanlarımız.
Bir elmanın yarısı sen
yarısı ben
ikimiz...

Nazım Hikmet Ran

Çevrimdışı sınıfçı20

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 21 May 2016 19:55:36
Giderayak işlerim var bitirilecek, giderayak.
Ceylanı kurtardım avcının elinden
ama daha baygın yatar ayılamadı.
Kopardım portakalı dalından
...ama kabuğu soyulamadı.
Oldum yıldızlarla haşır neşir
ama sayısı bir tamam sayılamadı.
Kuyudan çektim suyu
ama bardaklara konulamadı.
Güller dizildi tepsiye
ama taştan fincan oyulamadı.
Sevdalara doyulamadı.
Giderayak işlerim var bitirilecek, giderayak."
Nazım Hikmet.

Çevrimdışı harikulade

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 565
  • 9.457
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 565
  • 9.457
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 22 May 2016 12:47:47
Önemli olan zamana bırakmak değil,
 zamanla bırakmamaktır.
                                         Nazım Hikmet RAN

Çevrimdışı toplum-bilim

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.144
  • 53.126
  • 4.144
  • 53.126
# 22 May 2016 21:30:41
bütün soruları sorabilmeli
bütün ışıkları derebilmeli
yol başlarında durabilmeli
kilometre taşları gibi şiirlerimiz
yaklaşan düşmanı herkesten önce görebilmeli

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.460
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.460
  • Müdür Yardımcısı
# 23 May 2016 00:49:43
Su başında durmuşuz.
Su serin,
Çınar ulu,
Ben şiir yazıyorum.
Kedi uyukluyor
Güneş sıcak.
Çok şükür yaşıyoruz.
Suyun şavkı vuruyor bize
Çınara bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze....

Çevrimdışı M.TARIK

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.153
  • 2.487
  • 1.153
  • 2.487
# 25 May 2016 16:56:46
Doğum
Anası bir oğlancık doğurdu bana;
kaşsız, sarı bir oğlan,
masmavi kundağında yatan
bir nur topu, üç kilo ağırlığında.

Benim oğlan
dünyaya geldiği zaman,
çocuklar doğdu Korede,
sarı ay çiçeğine benziyorlardı.
Makartır kesti onları,
gittiler ana sütüne bile doymadan
Benim oğlan
dünyaya geldiği zaman,
çocuklar doğdu Yunan zindanlarında,
babaları kurşuna dizilmiş.
Bu dünyada ilk görülecek şey diye
demir parmaklığı gördüler.

Benim oğlan
dünyaya geldiği zaman
çocuklar doğdu Anadoluda,
mavi gözlü, kara gözlü, elâ gözlü bebeklerdi.
Bitlendiler doğar doğmaz
kim bilir kaçı sağ kalır mucize kabilinden.
Benim oğlan
benim yaşıma bastığı zaman,
ben bu dünyada olmıyacağım,
ama harikulâde bir beşik olacak dünya,
siyah,
beyaz,
sarı
bütün çocukları
sallıyan
mavi atlas döşekli bir beşik.

Nazım Hikmet Ran

Çevrimdışı harikulade

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 565
  • 9.457
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 565
  • 9.457
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 03 Haz 2016 16:59:39
"İçimde mis kokulu kızıl bir gül gibi duruyor zaman. Ama bugün cumaymış, yarın cumartesiymiş, çoğum gitmiş de azım kalmış, umurum da değil.."

 Nazım Hikmet

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK