Elif Şafak Okuru Olmak

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 25 Ağu 2016 10:50:32
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Anaç Sütlaç Hanım:

Ama Anaç Sütlaç Hanım'a anlatamadığım, anlatsam dahi anlamayacağını bildiğim bir şey var:
Anneliğin tek kelimeyle "muhteşem" olarak görüldüğü bu toplumda ben şu anda kendimi hiç de "muhteşem" hissedememenin ezikliğini taşıyorum.
Öteki anneler nasıl böyle "başarılı", nasıl bu kadar mükemmel olabiliyor? Kendimi başkalarıyla kıyaslayınca öylesine utanıyorum ki bu sebepsiz, temelsiz depresyondan.
...
Oysa hepsi bendim.
Hepsi benim. Hataları ve sevapları, eksikleri ve meziyetleriyle.
Ve şimdi anlıyorum ki içimden Sesler Korosu ancak yan yana olduklarında, bir arada olduklarında anlam taşıyorlar.
Parmak kadınları ellerimin üzerine dizip, altısını birden kucaklıyorum.
Önce şaşırıyorlar. Sonra da şekerci dükkânına dalmış çocuklar gibi kıkırdayarak onlar da hem beni hem birbirlerini kucaklıyorlar.
Hırs Nefs Hanım, Pratik Akıl Hanım, Sinik Entel Hanım, Anaç Sütlaç Hanım, Can Derviş Hanım, Saten Şehvet Hanım ve daha bilmediğim, henüz tanışmadığım tüm sesler yan yana oturmuş, bir bütün olmuşlar.
Kimse kimseye darbe yapmıyor, prangalar takmıyor ya da sultanlık taslamıyor. Kimsenin kafasında taç ya da elinde fazladan yetki yok.
İçimden Sesler Korosu ilk defa uyum içinde konuşuyor.
Uyum dediysem, hâlâ bir fikir birliği yok aralarında. Gene eskisi gibi her konuya farklı yaklaşıyor, çelişkili bakıyorlar. Birinin "ak" dediğine diğeri pekâlâ "kara" diyebiliyor.
Birinin önem verdiği şeye bir başkası burun kıvırabiliyor. Ama ağız birliği edemeseler de, ilk defa "niyet birliği" ettiler.

Artık onlar da en az benim kadar iyi biliyorlar ki, içlerinden birinin ya da ikisinin diğerleri pahasına kayırılmasından hiçbirine hayır gelmiyor.
Onlar da biliyor ki var olabilmek için birbirlerine ve farklılıklarına muhtaçlar bu zıtlıklar âleminde.
Onlar bir arada yaşamayı öğreniyor, ben ise varlıklarından utanmamayı.
Hepsi benmişim meğer. Hepsi kabulüm.
Tıpkı bana bu hakikati öğreten Lord Poton'un da kabulüm olduğu gibi.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 26 Ağu 2016 07:41:02
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Can Derviş Hanım:

Doğu Kapısı'nın ardında bağdaş kurmuş, boyun kırmış, bir ceviz kabuğunun içinde oturuyor "Can Derviş Hanım".
Sermiş postunu yüreğime. Dilinde kelam, elinde kehribar teşbihi, çekiyor tane tane.
Önündeki tepside bir ufak kâse mercimek çorbası, bir yüksük dolusu su, yanında bir dilim beyaz ekmek.
Azla yetinmeyi sever. Öyledir.
Başında saçlarının bir tutamını gösteren taşlı bir türban, üzerinde yerlere kadar uzanan yeşilimsi bir elbise, koyu yeşil bir hırka, ayağında haki renkli mestler.
Tüm bu yeşil tonları, Can Derviş Hanım'ın kızıla çalan saçları ve yanaklarındaki turuncu çillerle kontrast halinde. Uyumlu bir kontrast.
Yemeğe başlamadan önce şükür duası ediyor. Ben de dinliyorum.
'Ya Rabbim, verdiğin nimetlere, kelimelere, sağlık ve afiyete şükürler olsun.
Sen bütün sinelerin ne gizlediğini bilirsin, inşallah seni çok zikredip de felah bulanlardan oluruz.
Gözleri perdelilerden, yüreği mühürlülerden, geniş dünya dar gelenlerden kılma bizi.
Doğru yoldan, hayırlı kullarından, ilahi aşkından ayırma yolumuzu ne olur.
Elifin yüreğini genişlet, idrakini artır. Muhabbet ki özüdür kainatın, yaradılışın, ne olur muhabbetinden mahrum bırakma."
"Amin Dervişçim, ağzına sağlık" diyorum.
O kadar dalmış ki sıçrıyor aniden. Sonra gayet mütebessim, elini sol göğsüne götürüp selam veriyor.
"Sevgili Can Derviş Hanım, canım Batıni yanım" diyorum. "Ne olur söyle bana.
Adalet Hanım'ın sorduğu soruyu nasıl cevaplamalıyım?"
"Evvela sükûnet" diyor Can Derviş Hanım. "Ardından metanet... Bir dirhem de dirayet salık veririm.
Enfal Suresi'nde Allah müminleri güzel bir imtihana tabi tutmak için yaptı der. Hiç düşündün mü ne demek 'güzel imtihan?'.

Telaşa mahal yok. Unutma ki şu âlemde tüm cevaplar görece. Mutlak olan tek varlık âlemlerin Rabbi.
Demek ki bir kul için doğru olan bir çözüm bir başkası için pekâlâ noksan, hatta büsbütün yanlış olabilir.
Her şeyin hayırlısını dilemeli Allah'tan."
Yutkunuyorum. Benim için neyin hayırlı olacağını nereden anlayacağım peki?
Daha ben ne dileyeceğimi dahi bilmiyorum ki, dileğimin hayırlı olup olmadığını sorgulama aşamasına varalım.
Tereddütlerimi fark etmemiş gibi devam ediyor Can Derviş Hanım.
"Bir düşün istersen. Bizler miyiz acaba ömrü hayatımızın mimarları yoksa öyle olduğumuzu mu sanıyoruz boş yere?
Sen ne karar verirsen ver, her şey olacağına varır son tahlilde.
Önemli olan sual şu:
Çocuk da doğursan kitap da yazsan, gidip simit de satsan milyon dolarlık ihalelere de girsen, sen ey Ademoğlu Havvakızı, sen misin hakikaten yaptıklarının sahibi?
Sana mı ait bu ten, bu mal mülk? Senin mi bu vücudun şehri?"
Ne diyeceğimi bilemeden dikiliyorum.
Sessizliğimi tasdik sanmış olmalı ki aynen devam ediyor Can Derviş Hanım:
"Senin mi şimdi bu yazdığın romanlar? Sen misin onları kaleme alan?"
Bu mevzu benim bamtelim. Dayanamıyor, atılıyorum: "Aman Derviş, ne yaptın? Tabii ki benim romanlarımın öznesi de nesnesi de.
Değil mi ki kalemi tutan el bana ait? Demek ki özne benim. Birinci tekil şahıs" diyorum gururla. Sesim kulağımı tırmalıyor.
"Enam Suresi'ni hatırlar mısın?" diyor o zaman.
"Gaybın anahtarları O'nun katındadır, onları O'ndan başkası bilmez, karada ve denizde olanları O bilir ve bir yaprak düşmez ki, onu O bilmesin; ne toprağın karanlıklarında bir tane, ne de kuru ve yaş hiçbir şey yoktur ki, o her şeyi açıklayan Kitap'ta bulunmasın."
Dudağımı kemirmeye başlıyorum.
"Demem o ki, Allah istemezse yaprak bile kıpırdamaz bu âlemde. Hal böyleyken nasıl hâlâ 'özne benim' diye iddia edebiliyorsun?
O istemeseydi yazma kabiliyetin olabilir miydi hiç? O istemese nasıl vücuda gelir o romanlar, hikâyeler, yazılar?"
Sıkıntılı bir sessizlik çöküyor.
"İsterse yazdırır, isterse durdurur yazını."

Söyleyecek laf bulamıyorum. İkna olmadım ama edecek itiraz da bulamıyorum.
"Duha Suresini oku" diyor Can Derviş Hanım. "Peygamber Efendimize bir müddet hiç vahiy gelmez. Korkar, sararır, sıkışır yüreği. Sanır ki Allah onu unuttu.
Sonra Duha suresi iner. Rabbin seni unutmadı, der. Sana darılmadı. Yazdıran da O,  durduran da O."
"İyi ama takdir edersin ki roman yazmak ile vahiy inmesi arasında epeyce fark var" diye atılıyorum nihayet söyleyecek bir söz bulmanın heyecanıyla.
"Vahiy gökten gelir. Oysa roman..." Birden duraklıyorum. Sahi roman nerden gelir? Yerden mi biter romanlar? Ağaçtan mı toplanırlar?
Bozuntuya vermeden devam ediyorum: "Roman başka yerden gelir insana...
Romanlardaki hikâyeler hayali. Onları yaratan benim. Benim hayal gücüm."
"Ah nefsimiz" diyor Can Derviş Hanım. "Hep BEN BEN BEN der durur."
"Ama Dervişçim hakkımı yiyorsun. 0 yazıları ben yazıyorum" diyorum inatla.
"Hı m" diyor Can Derviş ve başlıyor mercimek çorbasını kaşıklamaya.
Öyle bir "hı hı" ki bu, meali olsa olsa şöyle olabilir:
"Peki canım. Duydum dediklerini. Sen daha olmamışsın, pişmemişsin, ham bir meyva gibi takur tukursun.
Sen şimdi en iyisi git biraz dünyayı gez, kitaplar oku, insanlarla tanış, tefekkür ve tevekkül derle, deste deste alametler topla, mânâ denizinde yüz, üstüne bir de kırk fırın ekmek ye.
Hamsın daha. Git piş biraz, ondan sonra gel tekrar konuşalım..."
Omuzlarım çökmüş, süngüm düşmüş vaziyette ayrılıyorum Can Derviş Hanımın yanından.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 27 Ağu 2016 08:03:21
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Can Derviş Hanım:

"Şu balıkçıların sükûneti kıskanılacak şeymiş aslında" diye mırıldanıyorum.
"Bak işte bu çok doğru!" diyor birisi.
Dönüp bakıyorum sesin geldiği yöne. Can Derviş Hanım bu. Yere atılmış boş bir bisküvi kutusunun üzerinde bağdaş kurmuş, ufuk çizgisine bakıyor.
Uzun elbisesinin etekleri rüzgârda hafif hafif uçuşuyor. Gene taşlı bir türban var kafasında, bu sefer hardal tonlarında.
Osmanlıca harflerle "Hu" yazıyor gömleğinin kollarında. Boynunda altın bir kolye. Onda da "Allah" yazıyor.
Derken bana doğru çevirip çilli yüzünü, gülümsüyor candan.
"Hoş geldin Derviş" diyorum.
"Eyvallah" diyor. "Hoş geldim ama hoş da bulmak isterim seni. Huzursuz bir ruhsun. İlla bir yerlere yetişmeye, illa bir şeyler üretmeye çalışıyorsun.
Bazen aynı anda beş iş birden yapmaya kalktığın için resmen yere düşüp kapaklanıyorsun. Tek bir iş yap tek bir zaman diliminde. Ne bu acelen?

Ne geçmiş ne gelecek var. Sadece ve sadece şu ana ver kendini. Dem bu demdir, dem budem...
Yedi Uyuyanlar o mağarada 300 sene uyudular da sandılar ki birkaç saat geçti sadece. Nedir ki zaman?"
Bir müddet öyle yan yana duruyoruz. Can Derviş Hanım ve ben. Kendimi an'a vermeye çalışıyorum. Söylemesi yapmasından kolay. Yapamıyorum.
"Can Derviş Hanım..."
"Hım?"
"Demin geçen bebeği gördün mü?"
"Görmedim" diyor.
Gene sessizlik.
"Can Derviş Hanım..."
"Hım?"
"Benden anne manne olmaz değil mi?" diyorum, sesim kısık çıkıyor.
Dikkatlice bakıyor yüzüme. "Üç şart yerine gelirse olur elbet" diyor.
"Neymiş o üç şart?"
"Evvela Allahüteâlâ isteyecek bunu, yani kitabında yazılı olacak, bu biiiir"
diyor. "Sonra sen isteyeceksin tabii, bu da ikiii."
İleriden beyaz bir taka geçiyor patır patır sesler çıkararak. İncecik köpükler bırakıyor sularda, görünmesiyle kaybolması bir olan.
"Üçüncü şart ne peki?"
"Üçüncü şart balıkçılarla ilgili" diyor ve eliyle etraftaki adamları işaret ediyor. "Onların sırlarına vakıf olman lazım."
Hayretle çevreme bakmıyorum. İyi de ne biliyor ki şu balıkçılar? Benim bilmediğim ne biliyor olabilirler ki?
Gülüyor Can Derviş Hanım. "Sen hiç elinde oltayla denize koşan balıkçı gördün mü? Göremezsin. Çünkü balık kovalamaz balıkçı dediğin. Bekler ki balık kendine gelsin."
"Yani?.."
"Yani canım" diyor Can Derviş Hanım. "BEKLE, DENİZ SANA GELSİN."


Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 28 Ağu 2016 07:54:16
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Can Derviş Hanım:

Geriye kalıyor Can Derviş Hanım. Onunla konuşabilirim. Ama o da bana kısa yoldan çözüm önermek yerine, benim kendi kendime çözüme ulaşmamı isteyecek.
Oysa şu anda böyle bir erdemden yoksunum. Ben daha çok paniklemiş vaziyetteyim. Yardıma ihtiyacım var.
...
Doğu Kapısı'nın ardında bağdaş kurmuş, boyun kırmış, bir asma yaprağının içinde oturuyor Can Derviş Hanım. Sermiş postunu yüreğime.
Turkuvaz renkli bir uzun elbise ve hırka giymiş bugün. Ayağında mavi mest, boynunda HU, dilinde kelam, elinde kehribar tespihi, çekiyor tane tane.
"Can Derviş Hanım, doğum anı yaklaştı. Ama ben hazır değilim. Yapamıycam bu işi. Başaramıycam."
"Evvela sükûnet, sonra metanet, biraz da dirayet salık veririm her zamanki gibi" diyor.
"Niçin ha bire yapmaktan ya da başarmaktan bahsediyorsun? Unutma, bir şey yapmaya çalıştıkça, yapamama korkuna yenik düşersin."
"Peki ne yapayım"
"Bak gene ne yapayım diyorsun" diyor. "Hiçbir şey yapmamayı deneyemez misin? Bir kez olsun kendini akışa bıraksan.
Bedenin biliyor ne yapması gerektiğini, bebek de biliyor, kâinat da. Sen sadece teslim ol.
"
"Teslim ol" diyince filmlerde ellerini havaya kaldırıp bankadan çıkan maskeli soyguncular geliyor aklıma. Kime teslim olacakmışım? Hem niye?
"Teslim olmaktan kastım inançlı olmak ve kendini akışa bırakmaktır" diye açıklama yapıyor Can Derviş Hanım.
"Nasıl akışa bırakırım? Şimdi olmaz. Önce hastaneyi ayarlamam gerekiyor. Bakalım iyi bir oda verecekler mi? Şöyle ferah, manzaralı olsun.
Bir sürü ön hazırlık yapmam lazım. Epidural mı olacak anestezi mi? Karar veremiyorum.
Pratik Akıl Hanım'ı aramalıyım hemen. İçinizde bir tek o kotarır bu tür işleri."
Lafımı kesiyor Can Derviş Hanım.
"Yanılıyorsun. İhtiyacın olan tek bir ön hazırlık var. O da teslimiyet" diyor.
Teslimiyet mi?!
Teslimiyet beni aşıyor. Kafamı karıştırıyor. Nasıl teslim olurum?
Tüm kalbimle ve varlığımla sessizliğe teslim olmak istesem bile nasıl susturabilirim ki içimdeki uğultuyu?
"Şey... Teslim olurum tamam ama önce bir emin olsam doğum öncesi her türlü hazırlık layıkıyla yapıldı mı diye?" diyorum çekinerek.
"Hastaneyi arayıp doktorumla konuştuktan sonra teslim olsam olmaz mı?"
"Ah canım, tersten bakıyorsun hadiseye. Önce emin olup, sonra teslim olmaz insan. Evvela teslim olur, ancak öyle emin olur, anlıyor musun?

Hak'tan gelen her şeyin bir sebebi olduğuna ve hiçbir şeyin tesadüfi olmadığına inanırsın, o inançla kendini ilahi akışa bırakırsın.
Elbette ben sana hiç hazırlık yapma demiyorum. Ama kâfi derece yaptın yapacağını.
Bundan sonrasında oturup hastane odası deniz manzaralı mı olsun, epidural mı yapılsın, doğum fotoğrafçısı mı tutulsun gibi son derece dünyevi ayrıntılara kafa yoracağına, duanı et ve kendini Rabb'e bırak. Gerisi laf-ı güzaf."
Susuyorum. Anlaşılan sessizliğimi yeni bir soru addediyor Can Derviş Hanım.
Cevaplamaya devam ediyor:
"Biliyor musun mutasavvıflara göre bu koskoca dünya da bir ana rahmidir aslında."
"Dünya bize hamile mi yani?" diye soruyorum.
"Öyle ya. Bizler de ana karnında bebekleriz. Vakti gelince bu rahmi terk etmemiz lazım. İlelebet burada kalamayız. Ama biz buradan çıkmak istemiyoruz.
Zannediyoruz ki dünyayı terk edersek öleceğiz. Ölünce de yok olacağız. Oysa ölüm dediğin başlı başına bir doğumdur aslında. Ölünce bu rahimden çıkacağız.

Doğacağız sonsuzlukta. Bunu bir idrak edebilsek korkmazdık ölümden. İdrak edemediğimiz için korkuyoruz. Doğar doğmaz ağlayan bebekler gibi biz de bu dünyadan ayrılmayalım diye ağlıyoruz."
"Peki ne yapmalıyım?... Ay pardon, yani ne yapmamalıyım?" diyorum.
"Ölmeden önce ölmek lazım" diye cevaplıyor.
"Ben doğum öncesi nasihat istiyorum senden, sen tutmuş bana, git ölmeden önce öl, diyorsun."
"Az bile diyorum. Unutma ki her şeyin başı muhabbet, sonu muhabbet. Mahluk sevilmeden halik sevilmez, bunu da unutma. İnsan elbette sevecek ailesini, çevresini, dostlarını ve cümle varlıkları.
Anneler evlatlarını sahiplenirler hemen. Sevgililer birbirlerini, koca karısını, hatta hoca talebesini sahiplenir.
Halbuki bize ait değil ki onlar. Biz kendimiz bile bize ait değiliz. Ölmeden önce ölenler var ya, işte onlar küçük harfle aşktan büyük harfle AŞK'a geçerler."
Söylediklerini yüzde yüz anladığımdan emin değilim.
Ama evrenin hem büyük harfle AŞK hem de koca bir rahim olduğunu, biz insanların da onun içinde bekleyen bebeklere benzediğimizi öğrenmek bir yandan ürkütüyor, bir yandan da tuhaf bir biçimde rahatlatıyor beni.
Dindiriyor paniğimi. "Can Derviş Hanımcım" diyorum. "Ne çok özlemişim seni." "Ben de seni özledim" diyor. "Hadi git ve teslim ol. Gerisi kendiliğinden gelir."

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 29 Ağu 2016 07:35:37
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Can Derviş Hanım:

6. "Bu bir sınav. Rabbena zaman zaman bizleri böyle sınar" diyor Can Derviş Hanım.
"Bakalım nasıl geçecek kullarım korkulardan, hüzünlerden, evhamlardan diye atar seni kıyısız bir denize.
Bazen de maddi refah, şan şöhret ve aşırı başarı, bereketle sınar bizleri. Çeşit çeşit sınavlar çıkarır karşımıza.
Tek yapman gereken daha fazla iman sahibi olmaktır her halükârda. Kuran oku bol bol.
İnşirah Suresi'ni çıkarma aklından. Unutma, zorluğun olduğu yerde kolaylık vardır."
Haklı olabilir. Bunun geçici bir mevsim olduğunu, bu bunalımdan da bir hayır çıkacağını unutmamalıyım.
Şu anda yaşadıklarımı elbette farklı bir gözle değerlendireceğim geriye dönüp bakınca. Daha inançlı olmalıyım.
Kâinatın büyük düzeninden bakmalıyım kendime. Kendimden kâinata değil.
Ama Can Derviş Hanım'a itiraf edemediğim şeyler var.
Diyemiyorum ki, nice insan çocuk sahibi olmak için senebesene pek çok engeli, tedaviyi göze alırken, paralar akıtıp sıkıntılar çekerken, bunların bir kısmı gene de çocuk sahibi olamazken, benim yatıp kalkıp halime ve verilen nimetlere gani gani şükretmem gereken bu dönemde, yakalandığım bu anlamsız bunalımdan ötürü öylesine utanç içindeyim ki, ne zaman dua etmeye kalksam, bir kelime dahi çıkmıyor ağzımdan.
"Allahım..." diyorum ve öyle kalakalıyorum. Ne bir şey istemeye yüzüm var, ne konuşmaya, anlatmaya, dertleşmeye. Diziliyor laflar boğazıma. Yutkunamıyorum.

...
"Allahım bu günleri de gördük ya, çok şükür" diyor Can Derviş Hanım ağız dolusu gülerek.
"Demek iyiler ve kötüler diye ayırt etmeyi bıraktın bizleri. Sevdiklerim bu yana-sevmediklerim o yana diye ikiye bölmüyorsun artık İç Sesleri."

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 30 Ağu 2016 07:42:28
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Hırs Nefs Hanım: 

Merak bu ya, bir de Güney Kapısı'nı denemek istiyorum. Bab-ı Cenup.
Güney Kapısı'nın ardında iflah olmaz işkolik "Hırs Nefs Hanım" var. 11 cm boyunda, 300 g ağırlığında. En zayıfıdır parmak kadınların.
Daima içi içini yer zaten, kilo almaması belki de bu sebepten.
"Vakit nakittir" der hep.
Sofra kurmak, yemek yapmakla vakit kaybetmemek için vitamin hapları, atıştırmalık krakerler, cipsler ve bir içimlik meyve sularıyla beslenir.
Şu anda da keza önünde bir paket tuzlu grissini, küp küp kesilmiş peynir ile bir kutu portakal-havuç suyu duruyor.
Yanında bir adet C vitamini, bir adet çinko hapı, bir adet gingko biloba. Bunlardan ibaret akşam yemeği.
Hırs Nefs Hanım’ın üzerinde dizlerine kadar dümdüz inen vişneçürüğü bir etek, aynı tonda ceket var.
İçinde kemik rengi ipek bir gömlek. Kar beyaz tenine hafif bir fondöten, dudaklarına kırmızı bir ruj sürmüş.
Koyu kestane saçları ise sımsıkı topuz. Öyle ki tek bir tel bile topuzdan dışarı çıkmamış.
Boynunda iki sıra inci kolye, parmaklarında taşlı yüzükler. Her zamanki gibi kusursuz, her daim bakımlı.
Porselen dişleri inci gibi muntazam, yapılı. Azimli, kararlı, çalışkandır kendisi. Fazlasıyla. Aynı soruyu ona yöneltiyorum.
"Hırs Nefs Hanım, Hırs Nefs Hanım, medet. Adalet Hanım'ın salonunda konuşulanları duydun. Cevabın nedir bu çetrefil meseleye?"
"Ah, bir de soruyor musun?" diyor incecik alınmış kaşlarını çatarak.
"Tabii ki karşıyım çocuk doğurmana. Yapacak işlerimiz varken sırası mı şimdi çocuk mocuk?"
Acıklı acıklı bakıyorum.
"İyi ama az evvel Can Derviş Hanım’ın yanındaydım, o da diyor ki bu dünyada bu kadar çok koşturup durmanın anlamı yok. Ölmeden önce ölmeli diyor."
"Boş ver sen şimdi Derviş'i. Ne bilir o? Ne anlar dünya halinden" diye kestirip atıyor.
"Kadın kafayı bozmuş tespihle, takunyayla. Burnunun ucunu bile görmüyor devamlı göğe bakmaktan."
Bir grissini atıyor ağzına. Peşinden de bir adet çinko hapı.
"Bak canım, ben sana kendi felsefemi özetleyivereyim bir çırpıda:
Söylesene, biz mi istedik bu dünyaya gelmeyi? Yo, hayır. Kimse fikrimizi sormadı valla. Düştük anamızın rahmine, geldik işte.
E peki mademki ezkaza geldik bu dünyaya, çekip gitmeden evvel kalıcı eserler bırakmayı istemek kadar doğal ne olabilir?"

İtiraz edemiyorum.
"İnsanların ezici çoğunluğu ne yazık ki sıradanlık ve monotonluk içinde yaşayıp gidiyor. Öylesine. Ha var ha yok. Her gün aynı.
Oysa özel olmak lazım. Daha hayattayken ölümsüzleşmek lazım. Yeni kitaplar yazmalı, birbirinden yaratıcı kurgular yapmalı, kaleminin kalitesini artırmalısın.
Hayat bir yarış. Geride kalmaya gelmez.
Ben hesap ettim her sene bir kitap çıkartır, her ay bir yerlere konuşma vermeye uçar, Avrupa'daki tüm edebiyat festivallerine katılır ve Türkiye'yi altı kez turlarsan, beş sene sekiz ay sonra kariyerinde hayli yükselmiş olabilirsin."
"Yuh, insafın kurusun. Sen edebiyatı bir yarış mı sanıyorsun? Sanatın içini boşalttın tamamen" diyorum. "Hem makine miyim ben? Böyle ..."
"Ne sakıncası var ki?" diye kesiyor sözümü. "İnsan hayvana benzeyeceğine makineye benzesin daha iyi değil mi?
Ot gibi ıspanak gibi rafta duran hormonlu karnabahar gibi cansız ve hırssız yaşayacağına, makine gibi gürül gürül yaşasın.

Metafordan yana sıkıntım yok." "Peki ya annelik?"
"Annelik... annelik..." diyor kelimeyi ağzında akide şekeri gibi evirip çevirerek. Sonra tadını beğenmemiş olmalı ki suratını buruşturuyor.
"Anneliğin A'sını dahi duymak istemiyorum. Annelik tamamen bozar planlarımı. Hamilelik, loğusalık, bebek bakımı filan derken yazıyı unutuverirsin.
Sakın ha böyle bir şey yapayım deme! Söz ver bakayım bana. Yapmıycam de!" Ne diyeceğimi bilemiyorum Hırs Nefs Hanım'a.
Sustuğumu görünce sinirli sinirli yerinden kalkıyor, çantasını kurcalayıp, en nihayetinde bir kâğıt parçası uzatıyor burnuma. "Ne bu?"
"Doktor adresi, iyi ki almışım" diyor Hırs Nefs Hanım gayet sakin.
"Çok iyi bir jinekolog. Tesadüfe bak. İçime doğmuş gibi bu konuları konuşacağımız, ben de senin için randevu almıştım. Salı günü akşam altı buçukta bekliyor."
"İyi de niye?"
Gözleri parlıyor Hırs Nefs Hanım'ın. Sesine tuhaf bir yumuşaklık veriyor:
"Canım bak kökünden hallediyorum meseleyi. Seni kısırlaştırmaya karar verdim.
Bu operasyon kafanı kurcalayan saçma sapan soruların hepsini ortadan kaldırır.
Kati çözüm." "Apartman kedisi miyim ulan ben?" diyorum sinirden zangır zangır titreyerek. Keyfîn bilir" diyor Hırs Nefs Hanım.
Omuzlarını silkiyor umarsızca.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 31 Ağu 2016 07:21:49
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Hırs Nefs Hanım: 

Aniden tanıdık bir ses cırlıyor kulağımın dibinde:
"Hop dedik, hop! Katiyen olmaz! Müsaade etmem!" Pratik Akıl Hanım, Sinik Entel Hanım ve ben, üçümüz de dönüp bakıyoruz sesin geldiği yöne.
Karşımızda Hırs Nefs Hanım'ı buluyoruz.
Parmak kadar boyuyla elinde kibrit kutusundan yapma bir olta, kafasında kasket, dikilmiş balıkçıların ayaklarının dibine.
Birisi üzerine basacak da ezecek diye ödüm patlıyor. Ama o çen çen laf yetiştiriyor oradan:
'Yeni sorularla derinleştirilmeliymiş. Daha neler. Boşa vakit harcamaktan başka bir şey değil bu konuları sorgulamak.
Sırf şu aptal pazar sabahı yürüyüşü bile bize ne kadar zaman kaybettirdi kariyerimizden. Şu anda yazıyor olmalıydın.
Çalışıyor olmalıydın. Yürüyüşte işin ne?"

Usulca yanaşıyorum yanma. Etrafa bakıyorum göz ucuyla. Herkes kendi halinde.
Balıkçılar suya bakıyorlar sabit gözlerle. Benden başka kimse var mı acaba Hırs Nefs Hanım'ı gören? Eğer yoksa kendi kendime konuştuğumu zannedecekler.
Sağı solu kolaçan edip sesimi alçaltıyorum. "Nerden çıktın sen?"
"Geçen hafta konuştuğumuz konuyu belki bir daha düşünme fırsatı bulmuşsundur diye ummuştum. Bir yoklayayım dedim..." diyor kasketini düzelterek.
Sonra bir aynayla ruj çıkarıyor kumaş pantalonunun cebinden, rujunu tazeliyor çarçabuk.
"Şu balıkçıları taklit edersem belki daha çok ilgi gösterirsin bana diye ben de elime olta aldım." "Hangi konuyu?"
"Canım şu kısırlaştırma operasyonu." "Fesuphanallah..." "Ne demek şimdi fesuphanallah?"
"Şu demek: Bir daha böyle bir laf duymak istemiyorum." "Tamtam tamam, sen bilirsin.
Ay Kadın olmaya niyetin varsa, seni tutacak değilim, buyur yap. İnsin çıksın bedenin.
Şişmanla, kilo al, sonra da dur bebeğimi emzireyim, çocuğumu! büyüteyim, anaokuluna göndereyim, üniversiteye yazdırayım derken, edebiyat dünyasını unut git, silinsin adın..."

İtiraz edecek oluyorum ama ağzımı açmama fırsat vermiyor.
"Sakın bana edebiyat yarış değildir, silinirse silinsin adım, ben zaten kimseyle rekabet etmiyorum gibi romantik laflar etme.
Bal gibi de yarıştır edebiyat. Kimseyle olmasa bile kendinle yarışmaktır. Hayatta kalma mücadelesidir sanat. Mücadele etmeden olmaz.
Bu kadar. Nokta. Ve sakın aklından çıkarma yazar olan Leo Tolstoy'du, Ay Kadın Sofya değil." Şimdi sorma sırası bende: "Ne demek şimdi bu?"
"Şu demek:  Çoluk çocuk yuva muva derdine düşeceksen mesleğini değiştir. Git yaka kartına PASTACI BÖREKÇİ filan yaz. Olsun bitsin.
Yanlış anlaşılmasın.  Pasta börek uzmanlarını aşağıladığım yok. Tabii eğer işlerini en iyi biçimde ve hırsla yapıyorlarsa.
Aksi takdirde gayet sıradan bir iş."
"Hırs Nefs Hanım Allah aşkına ne demeye çalışıyorsun?" diye soruyorum sabrımın sonuna gelmiş halde.
Baktılar ki tansiyon artıyor, Pratik Akıl Hanım ile Sinik Entel Hanım usulca atlıyorlar omuzlarımdan aşağı. Sıvışıyorlar.
"Şunu söylüyorum: Vapurdaki kadını unutma. 2 yaşında olup da 40 yaşında gösteren kadın. Kilolarını ve mutsuzluklarını biriktiren kadın. Ona mı benzemek istiyorsun?"
"Ne biliyorsun o kadının mutsuz olduğunu?" diyorum. "Hem bunca kadın var anne olup da ev dışında çalışan ve gayet mutlu olan..."
Burun kıvırıyor Hırs Nefs Hanım.
"Yahu elbette böyle iki tarafı da idare eden kadınlar var. Trapezci kadınlar diyorum ben bunlara. Bin takla atıyorlar iki işi birden götürmek için.
Canbaz bunlar, canbaz!
Sabah çocuğu okula yolla, kocanın omletini pişir, iki yumurta bir kaşık margarin, telaşla giyin, işe yetiş, öğle arasında izin al öbür çocuğu doktora götür, akşam koştura koştura gel buzluktaki köfteleri kızart, sofrayı kur, çocukları doyur, yorgunluktan düş bayıl...
Ben sana yok mu dedim böyle kadınlar? Var ama ucu ucuna yetişiyorlar her şeye. Sen bu şartlar altında mı roman yazacaksın?" "Abartmakta üstüne yok" diyorum sadece.
"Mesele şu: Trapezci kadınlar hırs sahibi olamazlar. Sen bakma hırs kelimesinin bu toplumda negatif bir anlam taşımasına. Hırs olmadan varoluş olur mu? Nefs olmadan hayat yaşanır mı?
Bu kadınlar hırslarından ve nefslerinden kaybediyorlar. Mesleklerini yapabilirler, o başka, ama kariyer yapamazlar. Anladın mı?"
"Edebiyatçılık kariyer yapmayı gerektirmiyor zaten" diyorum.
"Ah canım romantiğim, sen öyle san" diyor.
"Bak şimdi, kılçığından arman balık misali hırsından arınmış anaokul öğretmeni, banka memuresi, eczacı hanım, hemşire hanım olur. Hırsından arınmış kimya öğretmeni, hatta okul müdiresi bile olur.
Olur hepsi, lafım yok. Ama hırsından arınmış sanatçı olmaz, yazar olmaz. Niye olmaz? Çünkü yazarlık Tanrılığa soyunmaktır.
Hırsından kaybettiğin anda yazamazsın. Acı ama gerçek bu. "
Pratik Akıl Hanım ile Sinik Entel Hanımı arıyor gözlerim. Bir de bakıyorum ki gidip tırmanmışlar Arnavutköy İskelesi'nin önündeki tahta banka.
Ben de gidiyorum yanlarına. Hırs Nefs Hanım da dayanamıyor. Oltasını kasketini bırakıp koştura koştura peşimden geliyor.
Az sonra dördümüz oturuyoruz oracıkta.
Ufka bakıyoruz bir müddet konuşmadan. Sessizlik hoşuma gidiyor.
Tam o anda gençten bir kadın geçiyor önümüzden, pembe bir bebek arabasını ite ite. Eğilip arabada yatan bebeğe bakıyorum.
Beyaz, yumuş yumuş ellerini görünce gülümsemeden edemiyorum.
Ve içim cız ediyor.
...
Beş dakika geçiyor geçmiyor, kıpırdanmaya başlıyor İçimden Sesler Korosu.
"Hadi gidelim, ne bekliyoruz" diye çekiştiriyor Hırs Nefs Hanım. "Vakit nakittir."

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 01 Eyl 2016 07:45:36
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Hırs Nefs Hanım: 

"Ya sen?" diyorum Hırs Nefs Hanıma dönerek.
"Ya ben? Ya ben!" diye tekrar ediyor. "Mesele ben değilim. Sensin! Seninle ilgili ciddi bir sorunumuz olmasaydı bu yolculuğa çıkmaya kalkmazdık."
Mideme bir ağrı giriyor. "Neymiş sorunum?" diyorum.
"Şöyle özetleyivereyim: Kafa ve kimlik karışıklığı! İşte bu senin temel sorunun.
Hatırlatayım istersen, bunca sene nasıl didindik durduk. Başkaları dışarlarda gezip tozarken biz odalara kapandık, gece gündüz yazdık.
Kaytarmadık, oyalanmadık, aksatmadık. Her bir roman için eşek gibi çalıştık.
Belki kimse farkında değil, zannediyorlar ki ocakta leblebi kavurmak gibi bir şey kitap yazmak. Ne olacak canım? Koyarsın tencereye beş-on leblebi, kavuruverirsin olur biter.
Pardon ama hiç de öyle değil bu işler! Bazen tek bir kelime için bir saat düşünürsün. Bir cümle yazabilmek için beş kitap devirirsin.
Yazdığımız her bir romanın arkasında senelerin emeği ve zahmeti var. Alın teri var. Yalan mı?"
"Doğru, var" diyorum uysalca.
Tasdik edilmenin hazzıyla atılıyor Hırs Nefs Hanım: "Peki şimdi sorarım sana.
Biz onca emeği boşuna mı verdik? Bunca senenin birikimini nasıl bir kalemde harcamaya kalkarsın? Nasıl olur da birdenbire kitaplarını elinin tersiyle kenara itersin?"
"Hırs Nefs Hanım, bir yanlış anlama var herhalde" diyorum. "Nereden çıkarıyorsun bunları? Hiçbir şeyi bir kenara ittiğim filan yok."
"Var canım. Bal gibi de var!" diye cırlıyor. "Daha doğrusu, eğer biz zamanında müdahale etmeseydik hızla o yöne gidiyordun."
"Hiç anlamıyorum. Nerden bu kanaate vardın?"
"Hareketlerinden tabii ki" diyor. Sonra da işaret parmağını suratıma sallayıp, tüyler ürpertici bir tonla ekliyor:
"Kaç zamandır seni gözlemliyorum. Sakın fark etmedim sanma! Ben her şeyin farkındayım.
Bebek yapsam nasıl olur diye düşünmeye başladığını görmüyor muyum sanıyorsun? Acaba anne olabilir miyim? Olsam nasıl bir anne olurum? Yaşım geldi otuz beşe. Biyolojik saatim tik tak tik tak!
Aklında sadece bu tür fikirler var bu aralar. Gidişatını hiç iyi görmüyorum.
Geçenlerde Boğaz kenarında yürürken o bebek arabasına nasıl baktığın gözümüzden kaçtı mı sanıyorsun?"
"Nasıl bakmışım?" diyorum suçlu suçlu.
"Gözlerin parlayarak..." diyor.
"Ne var bunda?" diye kendimi savunmaya çalışıyorum. Ama Hırs Nefs Hanım sözümü kesiyor anında.
"Bir kadın tanımadığı bir bebek arabasına gözleri parlayarak bakıyorsa bunun sadece iki sebebi olabilir. Ya bebeğin yerinde olmak, yani yeniden çocukluğuna dönmek istiyordur ya da..."
"Ya da?"
"Ya da o bebeğin annesinin yerinde olmak istiyordur. Ya o ya bu. Senin durumunda ikinci ihtimal ağır basıyor."
"Belli ki eğer buralarda kalırsan yolundan sapacaksın!" diye lafa karışıyor Sinik Entel Hanım.
"Neymiş yolum?" diyorum kızgınlıkla. Benim de sabrım taşıyor artık.
"Edebiyat tabii ki!" diye haykırıyor Sinik Entel Hanım ile Hırs Nefs Hanım aynı anda.
'Yazar olmak, okur olmak, entelektüel olmak. Senin yolun okumak ve yazmak, yazmak ve okumak... Kitaplar, kitaplar, kitaplar! Bunun dışında bir yolun olamaz! Olmamalı!"
Öylece kalakalıyorum. Bu ikili ne zaman böyle uyumlu olmaya başladı? Hani araları iyi değildi, sevmezlerdi birbirlerini? Ne zaman böyle sağlam bir koalisyon yaptılar?
Peki ya Pratik Akıl Hanım? Ya o ne diyor tüm bunlara?
Deminden beri hiç konuşmayan Pratik Akıl Hanım aklımdan geçenleri anlamışçasına selpak kutusuna yaslanmayı bırakıp, bana dönüyor.
Konuşmaya başlamadan evvel eşofmanının fermuarıyla oynuyor dalgın dalgın:
"Elbette ben Pratik Akıl Hanım olarak her zaman liberal demokrasiden ve pazar ekonomisinden yana olmuşumdur. Totaliter rejimler bana uymaz.
Ancak bu olağanüstü şartlar altında darbeyi destekliyorum" diyor. "Senin iyiliğin için."
"Peki ya senin iyiliğin?" diyorum.
"Eh, o da var tabii. Amerika'da hayat çok daha pratik ve çok daha akılcı.
Standartlar var. Belli kurallar, kaideler var. Burası gibi kim kime dum duma değil. Orada ben de daha rahat ederim.
Doğrusunu istersen önce hoşlanmamıştım darbe fikrinden ama baktım benim de işime yarıyor bu yeni düzen. Desteklemeye karar verdim."
Duyduklarıma inanamıyorum. Ben İçimden Sesler Korosu'nun tüm görüş ayrılıklarına rağmen demokrasiye inanan varlıklar olduklarını sanırdım.
Ne de olsa bir arada yaşayabilmek için çoğulculuğun ne denli elzem olduğunu biliyorlar. Ya da ben öyle sanırdım. Bunca senedir onları tanıyamamışım demek.
Dönüp, hâlâ pencere kenarında kıpırtısız duran Can Derviş Hanım'a bakıyorum. Bir tek o diğerlerinden ayrı duruyor. Bir tek o başka.
Geceliğinin kenarlarını düzeltip, derin derin iç çekiyor. Uzun, kızıl saç tutamı kıvrıla kıvrıla sol yanağına düşüyor. Telaşsız hareketlerle türbanını açıp yeniden bağlıyor.
"Peki ya o?" diyorum fısıldayarak.
Hırs Nefs Hanım cevaplıyor bu kez:
"Ne yazık ki Can Derviş Hanım gece yarısı darbemizi onaylamadı. Kendisine uzun uzun tebliğde bulunduğumuz halde rejim değişikliğine gitmeye ikna edemedik.
Bize direnmeyeceğini, isyan etmeyeceğini ama hiçbir koşulda destek vermeyeceğini belirtti. Pasifist Gandi yöntemi direniş uygulayacakmış.
Yere yatıp kıpırdamadan oturmalar, kendini yol ortasına zincirlemeler filan. Bu durumda biz de mecburen kendisini tutukladık. Siyasi mahkûm kategorisine koyduk."
"Eline de kelepçe mi vurdunuz?" diyorum dehşet içinde.
"Ha o mu? Üzülme, kelepçesi geçici. İyi halden ötürü kapalı cezaevinde tutukluluk halini prangalı serbest dolaşıma çevirdik" diyor Sinik Entel Hanım.
Ancak o zaman fark ediyorum Can Derviş Hanım'ın ayağındaki minik prangayı. Tuhaf bir pranga bu. Yarısı kopmuş bir kolye zincirinin ucuna bir mürdümeriği bağlayarak yapılmış.
Mürdümeriği olsa olsa 8-10 gramdır. Can Derviş Hanım ise 400 gramlık bir parmak kadın. İstese yürüyebilir.
Can Derviş Hanım'ın bile bile bu tutukluluk haline katlandığı hissine kapılıyorum.
Açık duran pencerelerden müezzinin sesi doluyor içeri. Sabah ezanı kadife bir battaniye gibi örtüyor sözlerimizin ve sessizliklerimizin üzerini.
Artık ne soru sormak geliyor içimden, ne itiraz etmek.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 02 Eyl 2016 07:16:49
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Hırs Nefs Hanım: 

Kısmen de olsa haklı Hırs Nefs Hanım. Beden, beyin, ruh... hepsi ayrı ayrı duruyor bende. Bir türlü bütünleyemiyorum içimi.
...
4. "Ne kuaförü, ne kıyafeti, bırak bu saçmalıkları.
Hayatın gerisinde kaldığın için çöktün sen. Bu yüzden geldi bu depresyon" diyor Hırs Nefs Hanım.
"Bak gürül gürül akıyor hayat. Her zamanki gibi doludizgin koşturuyor, üretiyor, tartışıyor, var oluyor, yükseliyor, başarıyor insanlar.
Oysa sen buracıkta, kendi köşeciğinde her gün kendini tekrar ede ede, dipsiz bir edilgenlik içindesin.
Hemen çıkarmalıyım seni bu kıskaçtan. Gel gidelim, sana bir kitap turnesi ayarlayayım."
Haklı olabilir. Şimdi bir edebiyat festivaline katılsam, ya da kısacık da olsa bir kitap turnesi olsa mesela, okurlarla buluşsam, edebiyat konuşsam, onu yapsam bunu kotarsam moralim düzelir, kendime gelirim herhalde.
Ama alışkın olmadığım bir kimyasal madde salgılıyor sanki varlığım.
Öyle olmalı  ki ne bir talebim kaldı kendimden, ne de heyecan duymamı sağlayacak bir gayem.
Eskiden azimle peşinde koşturduğum hayaller, olmayınca kahrolduğum, olduğunda sevindiğim idealler şimdi alabildiğine boş geliyor.
Hırs Nefs Hanım'a söyleyemiyorum, yüreğine iniverir diye. Diyemiyorum ki, "hırs küpü"nü açtım baktım bu sabah, içi boşalmış, tamtakır kuru bakır.
Bir şeyler olmuş bana, hırsım kalmamış. "Nefs"e gelince, o tastamam kaybolmasa bile ortadan, fena halde yara almışa benziyor. Yoğun bakım altında.
...
"Nasıl boşa zaman kaybettik bu kutunun içinde! Gitti mi o cin midir lord mudur hilkat garibesi?
Hayatımızın on ayını çaldı resmen. Bu zaman içinde neler neler yapabilirdik oysa!" diye söyleniyor Hırs Nefs Hanım.
...
Hırs Nefs Hanım ve Sinik Entel Hanım o gece darbe yapmaya kalktılarsa sebebi benim bilinçaltımda kendi anaç yanımdan kurtulmaya çalışmamdı aslında.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 04 Eyl 2016 07:19:28
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Saten Şehvet Hanım:

"İsmim Saten Şehvet Hanım" diyor muzipçe göz kırparak.
"Baygın parfümler sürünmeyi, şıkıdım şıkıdım süslenmeyi, ipek kıyafetler, saten gecelikler giymeyi pek severim. Saten kısmı burdan gelir adımın.
Şehvet kısmının nereden geldiğini tahmin etmişsindir herhalde, açıklamaya gerek var mı? Enchante canikom."
"Lütfen bana canikom demeyi keser misin?" diyorum sesim titreyerek. "Senin gibi bir iç sesim yok benim. Yanlışın olmalı."
"Çok yazık. Nasıl da korkuyorsun benden" diyor sigarasından bir nefes daha çektikten sonra. "Gazetelerdeki tüm fotoğraflarında kasıyorsun kendini.
Surat bir karış, eller kavuşturulmuş, hep uzaklara bakıyorsun. Dalmış gitmiş derin yazar pozu. Halbuki ne gerek var dalmaya?
Canlı rujlar sürsen, dişlerini göstere göstere kocaman gülsen objektiflere, çiçekli frapan elbiseler giysen, biraz kol bacak göstersen ne olur sanki?
Yazarlığına zeval mi gelir? Daha mı az edebiyatçı olursun? Kitaplarının kalitesi mi düşer? Kadınsı görünmekten ödün patlıyor.
Söylesene sen benden niye bu kadar korkuyorsun?"
Nutkum tutuluyor.
"Bak gene soğan gibi kat kat giyinmişsin. Bu da entelektüel tesettür olsa gerek" diyor Saten Şehvet Hanım. "Oysa ben teni severim.
Tenselliği, cinselliği, kadınsılığı, aşkı, tutkuyu severim. Dokunmayı da severim, dokunulmayı da. Akrep Burcu'yum ne de olsa. Nasıl istemem hazzı?
Hedonizme bayılırım. Kadınlığımı doya doya yaşamak isterim. Ama nerde-eee? Senin yüzünden sansürlendim senelerce."
Ter basıyor. Söyleyecek laf bulamıyorum. "Ya terlersin tabii! Ne o öyle kat kat giyinmişsin gene?
Bayan Soğan sen ne zaman şöyle tiril tiril bir elbise içinde kadınlığıyla barışık, hiçbir şeyi umursamayan yazar pozu vermeyi başaracaksın?" diye üsteliyor Saten Şehvet Hanım.
"Giyebilsen, mor renkli çarşaflar dikersin kendine. Kafan görünür sadece, bedenin saklanır o mor denizin içinde."
Haklı olabilir mi? Belki de gerçekten Soğan Kadın yaptım kendimi. Düşünmeden.
Fark etmeden. Entelektüel tesettüre girdim bunca zaman. Şimdi zihnimde canlandırınca doğrusu hiç de fena gelmiyor kafayı açıkta bırakan mor bir çarşaf giyme fikri.
Ben aslında nicedir bir zırh gibi taşıyorum kıyafetlerimi. Toplum ile benim aramda bir sınır boyu çiziyorum.
Toplumun gözünden saklamaya çalıştığım bedenim mi yoksa yüreğim mi bilmiyorum.
"Şimdi senin şu kitapların var ya..." diye mırıldanıyor Saten Şehvet Hanım.
Tembel tembel geriniyor el kreminin üzerinde.
"Ne olmuş kitaplarıma?" diyorum savunmaya geçerek.
"Bi şey olmamış da bana öyle geliyor ki, siz kadın yazarlar romanlarınızda cinselliği erkekler kadar rahat anlatamıyorsunuz. Şöyle bir karıştırıyorum da yazdıklarınızı.
Sevişme sahneleriniz kısa kısa, varla yok arası. Sanki geçiştirmelik. Hani eski Yeşilçam filmlerinde tam sevişme sahnesine sıra gelince kamera kayar ya.
Kenarda duran perdeyi ya da vazoyu seyreder seyirciler. Siz kadın yazarlar da aynen öyle anlatıyorsunuz cinselliği. Bi de bakıyorum kaleminiz kayıvermiş, seksi değil vazoyu anlatıyorsunuz!"
"Hadi canım" diye itiraz ediyorum. "Bir sürü kadın yazar var işi gücü cinsellik anlatmak olan."
"Evet ama canikom, romantik ya da erotik kitaplar yazmaktan söz etmiyorum ki ben" diyor gücenmiş bir edayla. "Sateniz, şehvetiz dedik diye cahil değiliz herhalde.
Biz de biliyoruz 'beyaz dizi'leri yazanların genellikle kadın olduğunu. Ama mevzu o değil. O tarz kitaplardan bahsetmiyorum ki ben burda."
Ayağa kalkıp saçlarını bir havayla geriye attıktan sonra, bol rimelli gözlerini bana dikiyor.
"Edebi kulvardan söz ediyorum. Darılma ama şu sizin kulvarda dobra dobra cinselliği yazabilen kadınların sayısı amma da az yahu.
Valla bana sorarsan, kadın romancılar ancak üç durumda kendilerini sansürlemeden seksi anlatabiliyorlar."
"Neymiş bu koşullar?" diye soruyorum gergin bir tebessümle. Acaba gerçekten bilmek istiyor muyum cevabı, emin değilim.
"Birinci koşul lezbiyenlik! Kadın yazar eğer lezbiyense, bunu da toplumdan saklamıyorsa, zaten çekinecek neyi kalmıştır ki? Di mi canikom?
Bak o zaman cinselliği sansürlemeden anlatabiliyor. Demek ki lezbiyen olmanız lazım, bu biiiiiir."
Saten Şehvet Hanım anlatadursun, ben merakla bu konuşmanın nereye gideceğini anlamaya çalışıyorum.
"Ya da yaşlanmanız, toplumun gözünde 'ihtiyar hanımefendi' statüsüne geçmeniz lazım. Ununuzu eleyip eleğinizi duvara aşmalısınız ki korkmadan çekinmeden cinselliği anlatabilesiniz.
Dolayısıyla bir an evvel yaşlanmalısınız, bu da ikiiiii."
"Ya da?"
'Ya da ne olacak, herkesin diline dolanmayı, hakkınızda abuk sabuk yazılar çıkmasını göze almanız, tabiri caizse biraz 'yırtık' olmanız lazım, bu da üüüüüüç. "
Bir şey diyemiyorum. Sessizliğimden cesaret almış olmalı ki konuşuyor da konuşuyor.
"Sende bu üç şartın hiçbiri mevcut değil. Nasıl yazacaksın cinsellik hakkında acaba?" diyor burun kıvırarak. "Ay ne fena senin şu hallerin.
Yok bedenini kapat, kadınsılığını ört sakla. Yaşarken kendini, yazarken cinselliği sansürle.
'Aman yanlış anlarlar, anlattıklarım benim hikâyem zannederler, sonra bana cak cuk ederler' diye laflarını törpüle, fazla anlatma, fazla açılma!
Hep sansür, hep sansür. Of ya. Olan bana oluyor tabii. Bütün ömrüm boyunca bastırıldım durdum valla. Yazık değil mi bana?"
Haklı olabilir mi?
Bilmiyor ki Saten Şehvet Hanım, bedenleriyle, cinsiyetleriyle, hatta seksapelleriyle son derece uyumlu olan kadınlara hep hayranlık beslemişimdir gizliden gizliye.
Ama Saten Şehvet Hanım'ın bilmediği bir şey daha var: Bendeki bu durumun salt bireysel bir arıza olmadığı. Kısmen de olsa kültürel bir açıklaması var şu hallerimin.
Bu memlekette kamusal alana çıkan ve bedeniyle değil, beyniyle tanınmak, beyniyle algılanmak, beyniyle kabul görmek isteyen bir kadının cinselliğiyle ya da kadınsılığıyla barışık kalması o kadar kolay değil.
Kadın romancıların hem kendi kadınsılıklarını bastırmaları, hem de kitaplarındaki cinsel unsurları sınırlı tutmaları içinde yaşadıkları toplumsal ve kültürel dayatmalardan bağımsız açıklanamaz.
Aynı şey kadın akademisyenler, kadın gazeteciler, kadın siyasetçiler ve iş dünyasındaki kadınlar için de geçerli. Hepimiz az biraz kasıyoruz kendimizi.
Zırhlar kuşanıyor, savunmaya geçiyoruz. "Beden" ile özdeşleştirilen "öteki" kadınlardan olmamak için kayıyoruz öbür uca.
Yeşilçam filmlerindeki gibi kamera değil, kalemimiz dahi değil, biz kendimiz kayıyoruz kenara, cinsellikten uzağa.
Kadınlara ve kadınlığa karşı böylesine önyargılı olan bir toplumda bedenlerimizi rahat taşıyamıyoruz.
Kamusal alanda "Beyin" olmak uğruna, ancak kendi evlerimizin mahremiyetinde sakınmadan "Beden" olabiliyoruz.
Ev dışında saygı görebilmek için kadınlığımızı ha bire yok sayıyor, bastırıyoruz. Saten Şehvet Hanım meselenin bu toplumsal boyutunu anlayamıyor işte.
Halide Edip Adıvar'ın Sinekli Bakkal'ında Rabia karakteri o kadar iffetlidir ki, evinde, yatak odasında, nikâhlı kocasının yanındayken dahi soyunmaz soyunamaz.
Geceleri üstünü değiştirmesi gerektiğinde dolaba girer, orada giyinir geceliğini.
Kadın yazarlar birer Rabia değil elbette.
Ama Rabia'ların örnek olarak gösterildiği bir toplumda bizler de ancak "dolaplarda" bedenimizle buluşabiliyor, oradan çıkar çıkmaz gene kabuklanıyor, kapanıyoruz.
Ve bu refleks yazımıza yansıyor, yazımızın samimiyetini de derinliğini de zedeliyor.
Cinselliği yazmaya utanıyoruz. Meraklı, yaratıcı ama utangaç küçük kızlara dönüyoruz.
Bir gün Saten Şehvet Hanım'ı kendime rehber edinir miyim acaba?
Onun gibi parlak kırmızı rujlar, topuklu ayakkabılar, mendil kadar mini etekler, göğüsleri sergileyen kıyafetler giyerek, saçlarımı şampuan reklamlarındaki gibi fonlu havalı salabilir miyim rüzgara, emin değilim.
Muhtemelen yapamam. Daha iki adımda ayağım kaldırım taşma takılır, topuklarım çukura girer kırılır. Yere kapaklanırım. Beceremem.
Bütün içimden Sesler Korosu birbirine girer.
* * *
Ama Saten Şehvet Hanım ile tanışmamın bir faydası oluyor. En azından artık kadınlığı utanılacak, bastırılacak bir özellik, omuzlarıma yüklenmiş bir külfet gibi algılamıyorum.
Bir an evvel yaşlanmak isterdim eskiden. Yaşlanmak ve ka-dın-sız-laş-mak mümkün olduğunca çabuk. Şimdi emin değilim.
İlk durakta iniyorum "ekspres yaşlılık" otobüsünden. Acele etmemeye karar veriyorum. En azından artık "bedenimi" geri istiyorum.
Bedenimi seviyorum.
Ve o zaman "beden" de karşılık veriyor bu sevgiye. Bir ay geçmeden vücudum eski ritmine dönüyor. Saçlarım canlanıyor, yanaklarıma renk geliyor.
Hatta bir gün gidip manikür pedikür bile yaptırıyorum.
"İlk defa mı yaptırıyorsunuz?" diye soruyor kuafördeki bilmiş manikürcü kız.
Diyemiyorum ki:
"Ne manikürü ne pedikürü? Ben ilk defa bedenimle savaşmıyorum."

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 05 Eyl 2016 07:21:53
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Saten Şehvet Hanım:

Saten Şehvet Hanım'a gelince, o daimi şikâyet halinde. Hamilelikte yaşanan bedensel değişimlerden ödü patlıyor. Bilhassa kilo almaktan.
"Hamilelikte göbek yağlanıyor, memeler sarkıyor, damarlar çatlıyor, varisler çıkıyor, duba gibi kilo almıyor... Mahvoldum, mahvoldum..." diye söyleniyor durmadan.
Ama çok fazla kulak asmıyorum ona. Benim gözümde Saten Şehvet Hanım zaten dün bir bugün iki.
Fikirlerini tam olarak benimseyemedim ki, protestoları bir önem arzetsin. Varlığını tam olarak kabullenmiş değilim ki, küsüp kenara çekilmesi bir eksiklik ifade etsin.
...
Şişmanlamaktan korkuyorum. Ada vapurundaki küp gibi hamile kadın sık sık gözümün önüne geliyor, nanik yapıp kaçıyor. Ona benzerim diye ödüm kopuyor.
Daha yeni anlıyorum bir hakikati: Meğer Saten Şehvet Hanım’ın üzerimdeki etkisi o kadar da az değilmiş. Meğer nasıl da korkuyormuşum çirkinleşmekten, şişmekten...
...
3. "Şu geceliği çıkarıp daha seksi bir şey giysen olmaz mı?" diyor Saten Şehvet Hanım. "Üstüne başına özen gösterirsen moralin yerine gelir.
Hop diye çıkıverirsin depresyondan. Ne bu saç baş? Gel ben seni bir kuaföre götüreyim.
Bilmiyor musun kadınlar bunalımdayken ilk iş saç modellerini değiştirirler. Acayip iyi gelir. "
Haklı olabilir. Şu feci görüntüden bir kurtulsam farklı hissedebilirim kendimi. Tazelenebilirim.
Ama içimden gelmiyor. Ben tam tersine, daha da yapışmak istiyorum taranmamış saçlarıma, bakımsız cildime, dökülen kılığıma.
Etrafımdaki herkes ve her şey bir yanıyla yabancıyken, ürkütücüyken, bir tek bu eski gecelik tanıdık geliyor.
Biliyorum onu. Rahat ediyorum bu kılıkla. Kokular, kirler tanıdık. Bu zırhı da çekerlerse üstümden savunmasız kalırım. Taşıyamam kendimi.
Bedenim BU İŞYERİNDE GREV VARDIR diye pankart açmış madem, uslu uslu bekliyorum ki zaman geçsin, insafa gelsin.
Onunla pazarlığa oturacak güçten yoksunum.
...
Keza daha sonra Beyin Ağacı'nın altında edilen "beyin yemini"nin sebebi "bedenim'le barışık olmayışımdı.
Saten Şehvet Hanım'a açık değildi kapım. Tırsıyordum ondan.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 06 Eyl 2016 07:19:59
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Pratik Akıl Hanım:

Kapının ardında ayaklarını uzatmış, ellerini kavuşturmuş, bir mendili şezlong yapmış oturuyor "Pratik Akıl Hanım".
Önündeki mini minnacık tabakta üçgen şeklinde kesilmiş iki adet kepek ekmeğinden hindi füme sandviç. Yanında da bir yüksük. Bardak niyetine.
İçinde her zamanki gibi diyet kola. Kilosuna dikkat eder oldum olası.
12 cm boyunda, 380 g ağırlığında. Rahat, düz ve uyumlu kıyafetler taşıyor gene.
Toprak rengi keten kumaştan bol kesim, bol cepli bir pantolon giymiş, üstünde tiril tiril bir gömlek, bir de kolye takmış aynı tonlarda.
Ayaklarında deri sandaletler, koyu sarı saçları uğraşmayı gerektirmeyecek kadar kısa kesilmiş.
Fön çektirmekten hoşlanmaz. Yıkayıp çıkar, kurutmaya gerek kalmadan. Önüne gelen meseleleri en kolay, en pratik yoldan halletmekte ustadır kendisi.

"Pratik Akıl Hanım! Pratik Akıl Hanım! Adalet Ağaoğlu'nun sorduğu soru aklımı karıştırdı. Sence ne demeli, nasıl yapmalıyım?"
"Merak etme" diyor ince bir tebessümle. Kırmızı kemik çerçeveli gözlüklerini düzeltip, ağzını peçeteyle siliyor zarif bir hareketle.
"Bence çocuk doğurmak o kadar da büyütülecek bir şey değil. Pekâlâ yapabilirsin.
Yazarlık ile annelik arasında hafta, gün, saat bölümü yaparsın evvela. Verimlilik açısından."
"Na...sıl yani?" diyorum kekeleyerek.
"Anlatayım. Günde belli saatler çocukla ilgilenip belli saatler roman yazmak suretiyle bir düzene ve disipline kavuşabilirsin.
Mesela sabahtan öğlene kadar çocukla ilgilenir, öğleden akşama kadar yazarsın.
Bir kaşık mama yedirir, bir  satır yazarsın. Bir adet bez değiştirir, karşılığında bir paragraf bitirirsin."
"İyi de ben o paragrafı bitirirken kim bakacak çocuğa?"
"Globalleşen dünyada her şeyin pratik bir çözümü var artık. Filipinli, Özbek, Moldovyalı bakıcılar istila etmiş güzide şehrimizi...
Filipinliler ingilizce öğretirler çocuğa fazladan, Moldovyahlar çalışkan olur, Özbekler de Özbek pilavı pişirirler bonus olarak."
Çekmeceyi açıp uzunca bir liste çıkarıyor. Merakla bekliyorum.
"Bak canım, ben senin için gerekli bakıcı, dadı, anaokulu, çocuk doktoru telefonlarını topladım.
Bir de kitaplarını daha kolay yazabilmen için sekreter veya asistan gerekli olacaktır.
Yetenekli bir asistan bulursan, o romanlarının arka planını oluşturan araştırma kısmını yapıp veri toplar.
Hatta ikinci bir asistan tutarız, o da tashih kısmıyla ilgilenir. Sen de oturur rahatça yazarsın.
Gerekirse sen teybe okursun, birileri de daktilo eder. Parmakların yorulmaz. On parmak daktilo bilen bir sekreterin olur.
Bu takviye kuvvetler sayesinde sandığın kadar zor olmayacaktır mesele. Gayet pratik bir şekilde halledebiliriz."
"Delirdin mi? Ben böyle bir şey yapamam. Hem bu kadar asistanın, sekreterin, dadının parasını nasıl karşılayacağım?" diye soruyorum.
"Yeme içme, yardımcı tut kendine" diye kestirip atıyor.
"Anlamıyorsun, böyle roman yazılmaz. Üstelik benim eşitlik anlayışıma tamamen ters düşüyor öyle emrimde insan çalıştırmak, teybe okuyup yazdırmak filan..."
"Mantıksız, olumsuz, anlamsız" diye tersliyor Pratik Akıl Hanım aniden kesik kesik robot dilinde konuşmaya başlayarak.
Çatıyor kaşlarını. "Senin şu çok sevdiğin Virginia Woolf var ya, onun sadece kendine ait bir odası mı vardı sanıyorsun? Hayır canım.
Kadının aynı zamanda kendine ait hizmetçileri, aşçısı, bahçıvanı falan vardı.
Bilmez misin Virginia Woolf un günlükleri, hizmetçileri hakkında yazdığı kızgın ve kaprisli eleştirilerle doluydu?
Evin hanımı rolünü bir türlü içine tam olarak sindiremez ama hizmetçisiz de yapamazdı garibim..."
"Sen ne zamandan beri kitap okur oldun? Bakıyorum yazarların hayatlarını araştırıyorsun" diyorum.
Pratik Akıl Hanım’ın son okuduğu edebiyat ürününün ilkokulda herkese şart koşulan Ömer Seyfettin'in Kaşağı'sı olduğundan şüphelenmişimdir hep.
Edebiyata olan ilgisi bu kadarcıktır. Ama her türlü kişisel gelişim kitabını yalar yutar.

Okulda ve Hayatta Başarının Anahtarı, On Derste Kendinizi Yenileyin, İnsanları Tanıma Sanatı, Güzel Konuşmanın Sırları... başucu kitapları.
Tabii bir de gazetelerin verdikleri yemek, sağlık ve güzellik eklerini takip eder.
"Ne varmış bunda? İşime gelen her kitabı okurum" diyor. "Yeter ki bir faydasını göreyim. İşlevi varsa, hayatımı pratikleştiriyorsa, niye okumayayım?"
"Peki peki. Ee, ne yaptı sonra?"
"Kim ne yaptı?"
"Virginia Woolf..."
"Ha o mu? Doğrusunu istersen bol bol rol yaptı. Hizmetçileri varken yokmuş gibi davrandı.
Orda burda kadınların özgürlüğünden bahseden demeçler verirken, kendi evinde hizmetçilerinin emeklerine bağımlıydı.
Bu ne yaman çelişki! Ama akıllı, entellektüel bir kadın olduğu için bu durumu kolaylıkla içine sindiremiyordu tabii.
Tek dertleri konken partileri ve daha fazla mücevher edinmek olan burjuva hatunlardan değildi ne de olsa.
Yani hep suçluluk duydu sınıfsal konumundan ötürü. Hizmetçilerine yüz yüze emirler vermeyi kendine yediremediği için ne yapardı biliyor musun? İsteklerini kâğıtlara yazardı.
Ne iş yapılacak, ne yemek pişirilecek, hangi kıyafet ütülenecek... bunları tek tek kâğıtlara yazıp okumalarını sağlardı.
Düşünebiliyor musun aynı evin içinde kâğıtlar aracılığıyla iletişim kuruyorlardı..."
"Ya?" diyorum derin bir nefes alarak.
'Ya!" diyor Pratik Akıl Hanım bilgiç bilgiç. "Ah, çelişkiler... Hiç sevmem! Halbuki ne gerek var çelişkilere değil mi ya?"
"Sen anlayamazsın" diyorum. "Senin için her şey tutarlı, anlaşılır ve pratik olmalı. Oysa benim daha bu haldeyken bile aklım hep karışık. Bir de anne olsam Allah bilir elim ayağıma dolaşır..."
"Düz mantığın yolundan şaşmazsan bir şeycik olmaz" diyor Pratik Akıl Hanım kendinden son derece emin.
"Bunun için beyninin farklı bölmelerini programlaman gerek. Şöyle düşün. İnsan beyni mutfak çekmeceleri gibidir.
Kaşık çatal takımı bir yerde, toz bezleri bir yerde, peçeteler bir yerde, değil mi ya? Aynı modeli al. Uyarla.
Annelik yaparken beyninin annelik çekmecesini açarsın. Yazarlık yaparken de beynindeki yazarlık bölmesi girer devreye.
Bir çekmeceyi beyaza boyarız, birini siyaha. Karıştırmazsın. Bir vazifeden diğerine geçerken öteki çekmeceyi kapatırsın. Tıkır tıkır yürür gider.."

İtiraz etmek gelmiyor içimden. Belli ki hayatın pek de öyle tıkır tıkır giden bir şey olmadığını anlayamıyor Pratik Akıl Hanım.
Elinde cetveli, cebinde hesap makinesi, kafasında planlar, programlarla alışmış her şeyi ölçüp biçmeye.
Benim için hazırladığı "Annelik de yaparım, yazarlık da!" listesi o kadar uzun ki, rulo yapmam gerekiyor. Ben de ruloyu kolumun altına alıp hoşnutsuz, huzursuz uzaklaşıyorum oradan.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 07 Eyl 2016 10:44:50
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Pratik Akıl Hanım:

Pratik Akıl Hanım ile Sinik Entel Hanım seneler var ki birbirine gıcıktır.
İkisi de "akıl yoluyla" meselelere yaklaşmayı sever aslında. Ama ortak paydaları bundan ibarettir yalnızca.
Zira Pratik Akıl Hanım her meseleyi en pratik yoldan hemencecik çözmek üzere atar adımını.

Sinik Entel Hanım ise pek ilgilenmez bu tür kolay çözümlerle. Hatta çoğu zaman çözümsüzlüğü yeğler.
Pratik Akıl Hanım en kısa yoldan halletmek ister her şeyi, Sinik Entel Hanım ise derinlemesine incelemek. Biri anlaşılmak ister öteki anlaşılmamak. Biri cevapları sever, diğeri sualleri.
Bu ikili kanlı bıçaklıdır oldum olası.
...
"İyi de bari randımanı artırsalar" diyor Pratik Akıl Hanım.
"Bak mesela burada kırk-kırk beş balıkçı var bu sabah. Şu ileride de kiralanmayı bekleyen koca koca tekneler duruyor.
Şimdi ben diyorum ki bu adamlar hep beraber bir tekne kiralasalar, kişi başı beş on lira anca düşer, fazla değil.
Sonra açılsalar denizin ortasına. Yeterince açıldıklarında da salsalar ağlarını. Bak nasıl balık tutulurmuş o zaman. Verimliliği artırır."
...
Az ileride sehpanın üzerindeki selpak kutusuna yaslanmış vaziyette Pratik Akıl Hanım duruyor.
Ellerini göğsünde kavuşturmuş. Hem gece yatarken, hem sabah kalkınca giyilebilir olsun diye genellikle eşofman tercih eder kendisi.
Şimdi de üzerinde koyu gri bir eşofman takım var.

...
Pratik Akıl Hanım bilgisayar dersi alıyor harıl harıl. Power Point, Excel, Linux. Yetmezmiş gibi bir sürü sosyal kulübe üye oldu, sabahtan akşama kadar onlarla takılıyor.
...
"Derhal polisi arayalım" diyor Pratik Akıl Hanım. "Ben her türlü karakol, itfaiye, ambulans numarasını yazıp yapıştırmıştım buzdolabının üzerine. İyi ki yapmışım. Ne pratik kadınım.
Hadi arayalım. 9-1-1 Polis İmdat numarası."
...
1. "Hormonlar yüzünden..." diyor Pratik Akıl Hanım. "Ayrıntılı birkaç test yaptırıp sorunun kaynağını buluruz. Hormon takviyesi alsan bir şeyciğin kalmaz.
O da olmadı başka türlü ilaç tedavisi. Mantıkla açıklanabilir bu durum. Mantıkla düzeltilebilir. Tek yapman gereken doktoru aramak ve yardım istemek.
Bırak onlar profesyonelce çözsünler meseleyi."

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 17 Ara 2017 08:31:43
Elif Şafak Ustam ve Ben romanı incelemesi - 1

Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.

Romanın tanıtım bülteni şu şekildedir :

Tarihimizin en önemli ve çalkantılı dönemlerinden biri olan 16. yüzyılda İstanbul…
Hindistan’dan gelen beyaz bir fil ve onun sırlarla dolu bakıcısı: Çota ile Cihan.
Filbaz aynı zamanda bir üstadın çırağı. Ustası ise Sinan. Bu toprakların yetiştirdiği en büyük mimar.
Elif Şafak’ın muazzam hayal gücü ve zengin diliyle Osmanlı tarihinin derinliklerine doğru şaşırtıcı bir yolculuğa çıkıyoruz.
Karşılıksız bir aşk, iktidar kavgaları, yobazlığın ortasında yeşeren sanat ve beklenmedik bir ihanet…
Bir tarafta bilime ve öğrenmeye inananlar, bir tarafta gelişmeyi durduranlar...

Ustam ve Ben, tarihi kişiliklerin, camilerin, kütüphanelerin, türbelerin, köprülerin resmigeçit yaptığı, rengârenk, canlı, sürprizlerle dolu bir dönem hikâyesi…

Kitabın sonunda "Yazarın Notu" bölümünde yazılanlardan da anlaşılacağı üzere roman tarihe tam uygun olarak yazılmamıştır.
Yazar kitabı yazmadan önce dönemi anlatan çok sayıda kitap okuduğunu belirtse de, bazı tartışmalı konuları tarihsel gerçekler gibi anlatmış.
En bariz örnek, Kanuni Sultan Süleyman'dan sonra padişah olan oğlu Sultan İkinci Selim hakkında yaptığı betimlemelerdir.

●  Sultan İkinci Selim, babası Kanuni Sultan Süleyman'dan 14. 892.000 km. kare olarak devraldığı İmparatorluk topraklarını, oğlu Sultan Üçüncü Murad'a 15.162.000 km. kare olarak bırakmıştır.
(8 yıllık padişahlığı döneminde günümüz Türkiyesi'nin yaklaşık % 35'i kadar bir alan artışı)
●  Karadeniz ve Hazar'ı birbirine bağlamayı amaçlayan Don ve Volga nehirlerinin birleştirilmesi projesi bu dönemde yapılmaya başlanmış 1/3 oranında gerçekleşme sağlanmıştır.
●  Süveyş kanalının açılması düşüncesi de yine Sultan İkinci Selim zamanında gündeme geldi.
●  Sultan İkinci Selim döneminde Eyüb Zal Mahmud Paşa, Konya Selimiye Camii, Lüleburgaz Sokullu Camii ve Külliyesi, Karapınar Sultan Selim Camii, Payas Sultan Selim Camii ve Külliyesi, Kasımpaşa Piyale Paşa Camii gibi eserler de yapıldı.
●  Bunlardan başka Mekke-i Mükerreme'nin su yollarını tamiri, Mescid-i Haram'ın mermer kubbeleri, Lefkoşe Selimiye Camii'nin inşaası, Aziz Efendi Tekkesi, Navarin Limanına hakim bir mevkiye yaptırdığı kule hayır eserlerindendir.

Elif Şafak böyle bir dönemin padişahını eğlence / işret düşkünü, devlet işleriyle ilgilenmeyen biri olarak tanımlamaktadır.
Sultan İkinci Selim, babası ve dedeleri ile KIYASLANDIĞINDA zayıf karakterli bir padişah olduğu tarihçiler tarafından genel kabul görmüştür.
Bununla birlikte Elif Şafak'ın betimlediği kadar zayıf bir karakter olduğunu teyit eden objektif yazılmış CİDDİ bir eser yoktur.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 18 Ara 2017 07:59:23
Elif Şafak Ustam ve Ben romanı incelemesi - 2

Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.

Kitaptan alıntı :
Alıntı
Geçmişini sırtında taşıyan adam tez tükenir, yol gidemez.
...
Alıntı
Gerek bina inşa ederken, gerek sefer halindeyken, yanındakini kollamayı öğreniyordu insan; kuvvetli bir beraberlik hissi, bir nevi kardeşlik doğuyordu.
Yol alabilmek için ahenkle çalışmak şarttı. Kimse kimseyi sevmeye mecbur değildi. Ama herkes herkesi saymak zorundaydı.
...
Alıntı
Sinan dedi ki, ilim, birçok atın çektiği bir araba gibidir.
Şayet küheylanlardan biri şaha kalkar hızlanırsa, diğer atlar da kendiliğinden hızlarını artıracak, arabanın içindeki seyyahlar, yani ehl-i hikmet, bundan kazançlı çıkacaktı.
Demek ki bir alandaki ilerleme, diğer sahalardaki gelişmeleri teşvik ederdi.
Kaldı ki mimari, başka ilimlerle dost olmak mecburiyetindeydi; hendeseyle, felsefeyle...

...
Alıntı
Belki de insan bir şeye ne kadar yakınsa o kadar az görebiliyordu.
Yıldızlar gibi hayatın hakikatlerini keşfedebilmek için de mesafe gerekiyordu.

Egitimhane üyelerinin, eğitim - öğretim alanının HAKİKATİNİ görememelerinin sebebi eğitim - öğretim alanının İÇİNDE olmalarıdır.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK