Batı Ve Doğu Toplumları Arasındaki Farklar Nelerdir?

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 17 Haz 2016 07:24:06
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Alev Alatlı'nın "Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm" kitabından alıntı :

"Bir Amerikalı olmak ne demektir biliyor musunuz," diye söylendi Günay, neden sonra,
"Amerikalı olmak dünyanın neresine gidersen git kendi türkünü duymak demektir."
"Öyle, değil mi?" dedi Duran.
"Bir bakarsın, bir çekik gözlü Japon ya da bir palabıyık Türk ya da koca ağızlı bir Afrikalı, elinde gitar, senin türkünü söyler! Söylerken de gözü sendedir; beğenecek misin diye merak ediyordur.
Yaltaklanır. İyi taklit edip de, beğendirdi mi, ondan mutlusu da yoktur ha! Her yerde bir Madonna ya da Michael Jackson görsen, dünyanın sana ait olduğunu sanmaz mısın?
Nairobi'nin ortasında ya da Kuzey Kore'de İbrahim Tatlıses'i taklit eden adamlar olduğunu düşünmek ne garip değil mi? Amma da güvenli olur insan!"

Amerika'lılar Irak'a, Afganistan'a, İran'a gittiklerinde kendi türkülerini duyabiliyorlar mıdır?
Bir dönem Türkiye'de de Amerika aleyhtarlığı artmıştı.
Bir şeyi olduğu gibi kabul etmek yerine, görmek istediğimiz gibi görmek toplumsal hatalar arasındadır.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 17 Haz 2016 07:27:29
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Alev Alatlı'nın "Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm" kitabından alıntı :

Türkiye'de esas mesele sosyal demokrasinin ekonomik platformunu oturtmakta. Esas ihtiyaç burada. Size yöneltilen eleştiriler de buradan kaynaklanıyor.
Sosyal demokratlar ne yapacaklarını söylemiyorlar meselesi var ya, işte bu. Gerçekten de söylemiyorsunuz.
Pür sosyalist olsanız, sisteminiz olur, kapitalist olsanız, o da olur, hatta Müslümanlar bile bir ekonomik model geliştiriyorlar.
Ama, Türkiye'de bir sosyal demokrat parti ne der?"
"Sosyal demokrasi nedir bilen var mı ki! İki tane kitap var zaten, ikisini de okudum."
"Biliyorum. Birisi İsmail Cem'inki, bir tane daha var. Geçen akşam beş yüz kişi olsa yeter dediğim, o. Yani, şunu söylemeye çalışıyorum.
Bak, Batı'daki sosyal demokratların tecrübesini bilmek iyidir de, o bize yetmez. Neden yetmez?
Şimdi, İngiliz İşçi Partisi'ne, bak. -İngiltere deyip duruyorum, çünkü İngiltere önemli: hem Adam Smith'in hem de Karl Marx'ın ülkesi sayılır.-
Adamlar 1913'te parlamentoya girdiler. İlk kesin iktidarı 1945'te ele geçirdiler.
Yaptıkları ilk iş, İngiltere Bankası'nı devletleştirmek oldu. 1694'te kurulduğundan beri İngiltere Bankası özel teşebbüsün elindeydi.
Sonra sırasıyla, kömür endüstrisi, elektrik, gaz, ulaşım, haberleşme, çelik, havacılık endüstrileri geldi.
Seçim programları böyleydi ve kazandılar. Ha, ne oldu? 1951 seçimlerini kaybettiler, bu defa da muhafazakârlar devletleştirmeyi durdurup, kurumları eski sahiplerine iade ettiler.
Ne zamana kadar? 1964'e kadar. İşçi Partisi tekrar iktidara geldi, haydaa devletleştirme tekrar başladı.
1970'te Thatcher geldiğinde, İngiliz KİT'leri, işsizliğe yol açmamak için habire sübvanse edilen enkaz durumundaydılar. İşte, 'İngiliz sorunu' dedikleri buydu.
Neyse. Şimdi, bize bak. Bizde zaten bu endüstrilerin hepsi devletin elindedir ve en özel sektör yanlısı hükumet bile tersini yapamaz, yapamadı.
Adnan Menderes bile, 1950'de amme hizmeti görenlerle temel sanayiler hariç, diğer KİT'leri özel teşebbüse devredeceğini söyledi ama yapmadı. Yapamadı bir tarafa, yenilerini de kurdu.
Şimdi bugün bakıyorsun, Margaret Thatcher, 'Devletin sahipliği ile halkın sahipliği aynı şey değildir.
Bugün artık İngiliz devlet teşebbüslerinin ne müşterilerine, ne çalışanlarına, ne de vergi mükelleflerine iyi hizmet vermedikleri KANITLANMIŞ durumdadır' diyor, İşçi Partisi lideri de onaylıyor.
1983'te bir manifesto yayınladılar, seçim kazanırlarsa, kamulaştırılan kuruluşları, eski sahiplerine satın aldıkları fiyattan geri vereceklerini söylediler ki, bu inanılmaz bir aşamaydı.
Sovyetler çözülüyor. Doğu Avrupa gitti gidecek; bir sosyal devrim yaşanıyor.
'Halk kapitalizmi', efendim, 'halkçı pazar ekonomisi', 'endüstriyel demokrasi', gibi kavramlar ortaya atılıyor.
Bunlar eninde sonunda, kapitalizmin kişinin becerisini ödüllendirmekten doğan üstünlüğü ile, hakça bölüşüm ilkesini gözeten bir sistemde bütünleştirilecek.
Yeni bir sentez ortaya çıkartılacak. Emekle kazancın doğru orantıda artmasını sağlayan bir sistem kurulacak.
Geçen yüzyıldan bu yana ilk kez, sosyalistler, özel teşebbüsün daha VERİMLİ olduğunu kabullenirlerken, piyasa ekonomisi yanlıları mülkiyetin halka yayılmasının daha da VERİMLİ olacağı konusunda birleşiyorlar!
Hal buyken, sizin tüzüğünüzdeki gibi, 'SHP, KİT'leri hızlı ve belirli yapıda bir sanayileşmenin gerçekleşmesi için en güçlü araç görmektedir,' türünden bir çıkış, sizi köhne yargıları savunan bir 'müze bekçisi' yapar!
Kadının, Thatcher'ın, çok haklı olduğu bir sözü var, diyor ki, 'Bir şeyin sahibi devlet ise, o şey kimseye ait değildir, demektir. Kimseye ait olmayan bir şey de, kimsenin umurunda değildir!"'
"Doğru söylemiş."
"Tabii, doğru. Gorby boşuna ortaya çıkmadı. Demin, 'obskürantizm' derken, anlatmaya çalıştığım bu.
Bugün Türkiye'de kimse ekonomik VERİMLİLİK açısından KİT'leri savunamaz.
Bu böyle olduğu halde, SHP en statükocu haliyle böyle bir politika güdebiliyorsa, bu KİT rezaletinin üstünü örtmekten başka işi yaramaz.
Örter de ne olur? İşte Sümerbank olur. Biliyor musun, bugün Sümerbank'ın kaç tane iştiraki olduğu bile bilinmiyor? Vallahi, kayıt yok! İnanabiliyor musun?

Muhalefet partilerinin ve iktidar partisinin son seçim beyannamelerindeki ekonomik vaatlere bakıldığında özelleştirme karşıtlığı yapan parti kalmadığı görülür.
Örnek :
CHP beyannamesi :
• Özelleştirme ihalelerine dair tüm süreçleri şeffaflaştıracağız.
MHP beyannamesi :
Kamu alımları, kamu-özel ortaklıkları ve özelleştirmelere ilişkin şartnamelerde yer alan taahhütlerin yerine getirilmesi amacıyla etkin bir hukuki takip ve denetim sistemi oluşturulacak, sözleşme şartlarının yerine getirilmemesi ve suiistimal edilmesi yoluyla kamu kaynaklarının istismarı halinde etkin müeyyideler uygulanacaktır.

Özelleştirmede halka arz yöntemi esas olacak, stratejik kuruluşların özelleştirilmesinde seçici olunacak.
Özelleştirmede amaç, devletin ekonomiye doğrudan müdahalesinin sınırlandırılması, verimliliğin arttırılması, ekonomide rekabet ortamının tesisi, kamu maliyesi üzerindeki yükün hafifletilerek kaynakların etkin kullanılması, üretim ve istihdam artışı sağlanması, teknoloji transferi ve ihracat kapasitesinin geliştirilmesi, sermayenin tabana yayılmasıdır.

AKP beyannamesi :
Özelleştirme uygulamalarını, uzun vadeli sektörel öncelikler çerçevesinde belirlenmiş bir program dâhilinde sürdüreceğiz.

Parti programları üç aşağı beş yukarı aynı şekildedir. Detaylarda farklılıklar olsa da ana fikir hepsinde aynıdır.

Çevrimdışı fatihcan0284

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 463
  • 420
  • 463
  • 420
# 17 Haz 2016 07:55:13
Tskler yazilar icin

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 18 Haz 2016 07:28:43
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Alev Alatlı'nın "Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm" kitabından alıntı :

KİT'lere ters düşmek, devletçiliğe ters düşmek olur. Atatürk inkılaplarına ters düşmek, altı oka ters düşmek olur."
"Diyorum ya işte, statükoculuk bu."
"Ne statükoculuğu, bağnazlık bu."
"İyi ya, işte. Kaldı ki, devletçilik bir ilkeyse, inkılapçılık da bir ilke. Yine kaldı ki, Atatürk zamanında söylemiş. Afet İnan'da var.
Bugün koyduğumuz ilkeler bugünün icaplarına göre faydalı olanlardır. Toplum zaman içinde değişir, inkılapçılık ilkesine bağlı kalındığı sürece, yeni koşullara uygun yeni ilkeler geliştirilir, diyor.
Nitekim, 1930 öncesi ekonomik koşullar öyle gerektirdiği için Atatürk petrol-benzin tekelini bir Amerikan şirketine, Standard Oil Company'ye, ispirto ve alkollü içkiler tekelini de bir Polonya şirketine devretmişti.
Ah, canım, yeni ilkeler üretilemiyorsa, tembellikten, canım, be! Geçiştirmekten, rehavetten!
Hep onu anlamaya çalışıyorum, neden çözüm üretmekten, cüzzamdan kaçar gibi kaçıyoruz! İşimiz gücümüz meselelerin üstüne örtmek! Her yerde, her şeyde bu! Neden?"

Günümüzde ÇÖZÜME odaklanma  bazı kuruluşlar nezdinde uygulanmaya başlanmış olsa da tabana yayılmış bir uygulama değildir.
Toplum olarak problemleri konuşmaya devam ediyoruz, çözüm önerileri getirmiyoruz.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 18 Haz 2016 07:29:51
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Alev Alatlı'nın "Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm" kitabından alıntı :

Hollywood filmlerinin ne kadar kötü olduğunu bilirsiniz, değil mi!
Yani, Tanrı aşkına, Hollywood'dan kaç tane özgün film çıkıyor?
Bir konunun pazarlanabilir olduğunu görmeye görsünler.
Artık hepsi benzerini yapmaya başlar. Rambo 1,2,3,4,5, Star Wars 1,2,3! B..!

Bu sözler ÖZGÜN bir film yapma arayışındaki Amerika'lı bir araştırmacının sözleri olarak kitapta yer almaktadır.
"Homo economicus" anlayışa sahip Hollywood yapımcılarının toplumu bilinçlendirmeyi amaçlamasını beklemek saflık olur.
Bununla birlikte nadir de olsa özgün Hollywood filmleri mevcuttur.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 18 Haz 2016 07:30:36
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Alev Alatlı'nın "Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm" kitabından alıntı :

"Rasyonalizm bağlamında, insanın istemleri doğrultusunda hareket etme hakkının doğal bir hak olarak saygı görmesi gerekliliği iddiası anlaşılır bir iddiadır tabii.
Ne ki, doğru olmadığı ispatlanan bir varsayım, 'insan, kendisi için iyi olanı ister' ve de 'doğal olan iyidir' varsayımı üzerine kurulmuştur."
"'Homo economicus' gibi!" diye bağırdım adeta. Aylar önce, Ankara'da verdiği konferansta söyledikleri ilk kez yerine oturuyordu!
Uzandı, hafifçe elimi sıktı,
"'Homo economicus' gibi arkadaşım," dedi, "İnsanların bireysel çıkarlarını gözetmelerinin doğal olduğu, doğal olduğu için de iyi olduğu varsayımı. Bu yanlışın üzerine koca bir bilim kuruldu!"

Yanlış ne kadar büyükse, yanlışın FARKINA VARMAK o kadar zordur.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 18 Haz 2016 07:33:15
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Alev Alatlı'nın "Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm" kitabından alıntı :

On gün sonra Deniz Gezmiş'in önderliğinde dört Dev-Genç üyesinin İş Bankası'nı soydukları haber verilmişti.
17 Ocak'ta (1980) Erdal İnönü'nün evi ile Konya TÖS binası bombalanmış, Edirnekapı Öğrenci Yurdu'nda Çapa'da, patlamalar olmuştu.
Dev-Genç, "Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına sıkılacak her kurşunun karşısında olacağız" tehdidini savuruyordu.
24 Ocak'ta, Niğde öğrenci Yurdu'ndaki silahlı çatışmada kaçanların SBF'ye sığındıklarını iddia eden polis, fakülteyi basmış, üç yüz yedi öğrenciyi gözaltına almış, bunun üzerine düzenlenen öğretim üyeleri ve öğrenciler ortak forumunda, Dev-Genç tarafından tespit edilecek eylem biçimlerini uygulama kararı alınmıştı.
"Bunu unutmuşum," dedi, Tülin.
"Öyle oldu tabii," dedi, Günay, "Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyeleri ve öğrencileri yaptıkları forumda Dev-Genç tarafından tespit edilecek eylem biçimlerini uygulayacaklarını açıkladılar.
Dekan Prof. Talaş, polisin öğrencilere işkence yaptığını ileri sürdükten sonra, 'kamuoyundan başka hiçbir makam tanımayacaklarını' bildirdi.

Kanı donuyor insanın. 1917 doğumlu koca adam, Cahit Talaş. Koca adam ve Dev-Genç'in peşinde, kamuoyundan başka hiçbir makam tanımayacağını ilan edebildi!
Bunun yasaların alenen çiğnenmesi demek olduğunu bile bile, Türkiye'de kamuoyu denilen şeyin ülkenin ancak yüzde beşinin okuduğu gazete haberlerinin vehimlerinden ibaret olduğunu bile bile, bu çıkışı ülkenin tek örgütlü gücü olan orduya davetiye çıkarmak olduğunu bile bile yapıyordu!"

Günümüzde bu bilgilerden kaç kişinin haberi var?
Türkiye'de nereden nereye gelindiğini anlamak çabasında olan kaç kişi var?

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
linkinde yer alan Can Dündar'ın yazısından bir bölüm :

4 bin kişilik kuşatma
Bu bombalamadan yaklaşık 1,5 ay sonra (Mart 1971) Deniz Gezmiş ve arkadaşları 4 Amerikalıyı kaçırdı. ODTܒde saklandıkları söylendi.
5 Mart günü sabah 04.00 sıralarında 4 bine yakın asker ODTܒyü kuşattı.
Rektörü uyandırdılar. İnönü yurtlara öğrencilerle görüşmeye gitti. Öğrenciler, “Arananlar burada değil, polisi yurtlara sokmayız” dedi.
Sabah 6’ya doğru çatışma başladı. İnönü, yeniden yurtlara gidip öğrencilere “Yapmayın” demek istedi, askerler mani oldu.
Çatışmada ağır yaralanan Şener Erdal kan kaybından öldü.
Büyük kuşatma öğleyin askerin havan ateşi açma tehdidiyle sona erdiğinde 1i er, 1’i öğrenci olmak üzere 3 ölü, 30 yaralı vardı.
Öğrenciler, devasa “Devrim” yazısıyla ünlü stadyuma hapsedilip teker teker sorgulandı.
50 öğrenci tutuklandı. ODTÜ yetkilileri için tahkikat açıldı; İnönü savcılığa çağrıldı.
Yurtlarda Amerikalılar bulunamadı; 5 tabanca çıktı.
Haber duyulunca ülkedeki diğer üniversiteler ayağa kalktı.
AP Hükumeti denetimindeki Mütevelli Heyeti, öğretim üyelerinin oluşturduğu Akademik Konsey’i lağvetti, üniversiteyi kapattı. Rektör Erdal İnönü de 10 Mart’ta istifa etti.
2 gün sonra Hükumet, bir askeri muhtıra ile devrildi.

Erdal İnönü'nün 20 Kasım 1991'de Başbakan yardımcısı olduğunu,  Deniz Gezmiş'in Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ile birlikte 6 Mayıs 1972'de idam edildiği bilgisini de paylaşalım.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 19 Haz 2016 10:00:09
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Alev Alatlı'nın "Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm" kitabından alıntı :

"Türk, vites tutmaz," demişti, bir gün. "
Şanzımanı hep arızalıdır.
Bire takarsın, tuttu sanırsın, birkaç dakika ancak dayanır, tak atar, başka vitese geçer, yavaşlar, hızlanır, ama durması gereken yerde durmaz!
Türk'ün istikrarına güvenemezsin.
Ne duygusal düzlemde güvenebilirsin, ne günlük hayatta.
Fırtınadır, akıllı uslu bir meltem değil.
Rüzgârının enerjisinden de o yüzden yararlanamazsın ya zaten, ne zaman dineceği belli olmaz ki."

2002 yılından beri istikrarı sevmeye başladık :)
Toplumun her kesiminde inişler, çıkışlar yaşansa da bir istikrardan söz edebilecek duruma gelebildik.
Toplum yaşamındaki aksaklıklar, gelişimi yavaşlatsa da durduramamakta, geriletememektedir.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 19 Haz 2016 10:01:30
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Alev Alatlı'nın "Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm" kitabından alıntı :

"Akılla zekâ aynı şey değildir. Zekâ, 'şeyler'i, insanları işlevsel kılma becerisidir.
İki sopayı birbirine bağlayıp ağaçtan muz düşüren maymun, zekâsını kullanır, aklını değil.
Zekâ, elde olanı olduğu gibi kabul edip, kendi amacın doğrultusunda yeni kombinasyonlara sokarak işlerlik kazandırmak demektir.
Biyolojik anlamda hayatta kalmak sürecinde kullanılan bir düşünce şeklidir.
Oysa, akıl anlamaya yönelir. Yüzeyin altında kalanı anlamaya; çekirdeği, gerçekliğin özünü bulmaya yönelir.
Aklın kısa vadeli, elle tutulur bir amacı yoktur. Yani, insan aklını kullanıp köşeyi dönemez!"
Yerinden kalktı, Tülin'e sarıldı,
"Bizim takımın yaptığı hata da çoğunlukla budur," dedi, teselli eder gibi, "Hatırlasana, butikçilikten yatçılığa kadar ne işler batırıldı?
Adam imzasını atmayı bilmiyor, iki kelime konuşamıyor,' deyip, 'O, o poturlu haliyle kazanırsa, ben haydi haydi kazanırım,' deyip, ne işlere girdi millet. Olmadı.
Çünkü, o adam zekâsını, kurnazlığını kullanıyor, parçaları bir araya getiriyor, muzu düşürüyor.
Sen, aklını kullanmaya kalkışıyorsun. Oysa, akıl, fiziki, zihni, ruhani varlığımızı zenginleştirmeye yönelir.
Akşam tiyatro seyredip, Kral Lear'in insanlık kadar eski ve her an güncel trajedisiyle bütünleşip sabah 'şeyler'i ve insanları manipüle edemezsin.

Akıl ve zeka farkı üzerine zaman zaman araştırmalar yapsam da farkı zihnimde NETLEŞTİRMEM mümkün olmuyor.
Özellikle zekanın türlere ayrılarak tanımlanması, hangi zeka türüne / türlerine dahil olduğumu tespit edememiş olmam canımı sıkıyor.
Bununla birlikte aklın beyinde değil, kalpte olduğunu biliyorum.

HAC suresi 46. ayet :
Yer yüzünde gezip dolaşmıyorlar mı, böylece onların kendisiyle akledebilecek kalpleri ve işitebilecek kulakları oluversin? Çünkü doğrusu, gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler körelir.

A’raf suresi 179. ayet :
Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalbleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 19 Haz 2016 10:03:50
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Alev Alatlı'nın "Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm" kitabından alıntı :

Yabancılaşmamış insan, ailesinin, aşiretinin, klanının, kliğinin, hatta çağının kölesi olmayan, tam tersine, onlardan biri olduğunun bilinci içinde, onlara hayat veren, onları oluşturan insandır."
El olmamanın, dünya ile yapıcı teması sürdürebilmenin koşulu, kişinin kendi eylemini kendisine yabancı bir güç olarak algılamaması, kendisinin yönlendirdiği, egemen olduğu, kendisinden yana bir güç olduğunun farkına varmasıydı.
Ne ki, Batılı türdaşlarımız bunu becerememişlerdi.
"Çünkü, Tanrı'yı terk ettiler ama yeni bir 'put' yapıp, buna boyun eğdiler," dedi Günay.
Bu 'put' on dokuzuncu yüzyılda iş, üretim ve pazardı, yirminci yüzyılda Büyük Makine oldu.

"On dokuzuncu yüzyıldan itibaren, Avrupalının toplumsal karakteri değişikliğe uğradı," diye anlattı, Rodoplu, 'İnsan 'her şeyin ölçüsü' olmaktan çıktı, onun yerine iş, üretim ve pazar yerleşti. Yeni 'put' önce Hıristiyanlıktan kurtulmayı gerektiriyordu.
Ancak, Batılı türdaşımız için Hristiyanlıktan vazgeçmek, kendisinden vazgeçmekle eşanlamlıdır.
Çünkü, kitaplı dinlerin vazettiği Tanrı belirli bir kalıpta dondurulamaz. Tanrı'nın suretinde yaratıldığı için insan da dondurulamaz, bir nesne, 'şey' olarak algılanamaz."
Üç büyük dinde nihai amaç, insanın serpilmesi, 'mutlak kemal'e erişmesiydi.
Şeriati'nin demesiyle bu 'ne bilim tarafından inançtan, ne de inanç tarafından bilimden alıkoyulmamak; çevre tarafından biçimlendirilmektense, çevreyi biçimlendirecek' şekilde donanmak demekti.
"Bu bağlamda, tek tanrıcılıkla, putperestlik arasındaki kavga, yapıcı ve yabancılaşmış yaşam arasındaki kavgadır."
Ancak, bir taraftan bakıldığında da dinler serpiliyorlar gibi görünüyordu:
"Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri'nin dindarlığı doların üzerindeki 'In God We Trust,' Tanrı'ya inanırız, söylemiyle günlük emisyon hacmine eşit sayıda tekrarlanır!" dedi.
Günay, "Kiliselerdeki nikâh törenlerinin ihtişamı Türklerin burnunu sızlatalı nicedir!
Ama, aslında olan nedir, biliyor musun? Bir Amerikalı düşünürün dediği gibi, 'Din vitrinlerde teşhir edilen mallardan birinden ibarettir.'
Laik Batı, 'insanın varoluşuna ilişkin temel sorunları bir kenara bıraktık' diye dertleniyor.
'Hayatın anlamını, sorunların çözümünü bir yana bıraktık, ömürlerimizi kârlı bir sahaya yatırmak, çok büyük sorunlar çıkmadan geçiştirmek istiyoruz.'
Tanrı'ya inandığını söyleyen çoğunluk Tanrı'nın varlığını çantada keklik misali kabullenir. İnanmayanlar için de yokluğu çantada kekliktir.
Ne demek istediğimi anlıyor musun? Yani, ne varlığı ne de yokluğu umursanır. Bu umursamazlık hali dini ya da psikolojik sorunlar filan da yaratmaz.
Anlatım yerindeyse, Tanrı'nın varlığı da, kişinin kendisinin varlığı da gündemden kalkar.
Tanrı uzak bir Kâinat A. Ş.'nin, Yönetim Kurulu Başkanı'na indirgenir. Oradadır. Deyiş yerindeyse, büyük orkestrayı o yönetir, ama, müzisyenlerin o olmasa da müzik yapabileceklerini hep hissedersin."
Amerika'nın çok ünlü bir papazını, Billy Graham'ı hatırlattı. Adam, her pazar dini yayınlar yapan televizyonlarda vaazlar verirdi.
Müthiş bir reklamcıydı, 'Dünyanın en mükemmel mamulünü, Tanrı'yı, satıyorum, neden bir deterjana tanıtma faaliyeti ona da yapılmasın?' derdi.
"Bir de, Sheen diye biri vardı, Piskopos Sheen. Adam sahte Mesihlere ilişkin bir vaazında,
'Eğer, gelen Mesih olsaydı, o zaman, Tanrı'nın en azından onun geldiğini bizlere ilan etmesi gerekirdi. Otomobil üreticileri yeni bir model çıkaracaklarını ilan ederler ama!' deyivermişti.
Tanrı'nın kimlerle özdeşleştirildiğini görüyor musun?"


İnsanlar tarafından tanımlanan bir varlık YARATICI olamaz. YARATICI kendini tanımlamıştır. İnsanlara düşen bu tanım çerçevesinde KULLUK etmektir.

Çevrimdışı fatihcan0284

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 463
  • 420
  • 463
  • 420
# 19 Haz 2016 10:15:55
Dogu torelere ve geleneklere bagli bati ozgurluge bagli

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 20 Haz 2016 08:35:47
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Dogu torelere ve geleneklere bagli bati ozgurluge bagli
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Alev Alatlı'nın "Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm" kitabından alıntı :

Anadolu insanı özgürdür. Evet, aktif bir özgürlük de değildir, ama asla zincire vurulamayan bir yapı geliştirmiştir.
Ne patronun, ne paranın, ne inançlarının, ne kitaplarının, ne de geçmişinin kölesidir... "


Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 20 Haz 2016 08:37:09
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Alev Alatlı'nın "Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm" kitabından alıntı :

İnsanlar Büyük Makine'nin yani çağdaş putperestliğin farkına varamazlar. Bunun farkına varmadıkları için de, en dindar hallerindeyken küfre girdiklerinin farkında değillerdir."

Rabbim bizi küfre düşmekten korusun. O korumadıkça küfre girdiğimizin FARKINA BİLE VARAMIYORUZ.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 20 Haz 2016 08:37:55
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Alev Alatlı'nın "Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm" kitabından alıntı :

On dokuzuncu yüzyıl kapitalizminin tanımlayıcı niteliği işçinin zalim bir biçimde sömürülüyor olmasıdır.
Hak, haksızlık gibi kavramlar adamakıllı köhnemişti. İzleyen orman kanununa Darwin gibi enteller bir de kulp taktılar:
Güçlünün ayakta kalması, zayıfın telef olması doğanın temel kanunuydu.
Oysa, insanoğlunun binlerce yıllık çabası orman kanununu yenmek, insan olmaktı!

İnsanlar yaratanın sözlerine kulak vermeyince, sapla samanı birbirine karıştırabiliyorlar.
Doğanın bir yaratanı vardır, kuralları o koyar, koyduğu kuralları o açıklar.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 20 Haz 2016 08:39:07
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Alev Alatlı'nın "Viva La Muerte! • Yaşasın Ölüm" kitabından alıntı :

"On dokuzuncu yüzyıl reform hareketlerinin hepsi bu toplumsal patolojiyi düzeltmeye yönelikti.
Anarşistlerden Marksistlere kadar, sosyalist hareketlerin tümü sömürüyü ortadan kaldırmak, işçiyi bağımsız, özgür, saygın yani yeniden insan kılmak, sistemin merkezindeki yerine oturtmak isterler."
"Kitabi dinlerin öngördükleri gibi... " diye mırıldandım.
"Evet," dedi, Günay, "Daha önce de konuştuk bunu, Marx'ın çıkış noktası dinseldir.
Dikkatlice bakarsan, dine olan itirazının Yunan-Roma-Hıristiyan tanrısını şekillendiren anlayıştan kaynaklandığını görürsün!

Ekonomik çile ortadan kalkarsa, işçiler sermayecilerin boyunduruğundan kurtulurlarsa, on dokuzuncu yüzyılda kaydedilen ilerlemenin meyve vereceğini, kötülüklerin son bulacağını düşünüyorlardı.
Liberaller, irrasyonel otoritenin ortadan kaldırılması halinde, kurtuluşun yeni bir ortam geliştireceğini söylüyorlardı.
Biliyorsun, sonradan vazgeçti ama, Freud da cinsel baskının kaldırılması halinde pek çok akıl hastalığının son bulacağını iddia etmişti."
Sosyalistler, liberaller, psikanalistler reçete üzerine reçete yazmışlardı.
Birbirlerinden farklı, ama çağın patolojisine uygun reçetelerdi bunlar.
Nitekim, elli yıl sonra, on dokuzuncu yüzyıl reformcularının istekleri hemen tümüyle karşılanmıştı.
Avrupa ve özellikle de Amerika'da, işçi sınıfının sorunları Marx döneminde hayal edilemeyecek bir biçimde çözüldü.
Ama BATILI TÜRDAŞLARIMIZI, Hitlerlerden, Stalinlerden "ve onlara öykünenlerden" koruyamamışlardı.


Üç büyük dinde nihai amaç, insanın serpilmesi, 'mutlak kemal'e erişmesidir. İdeolojiler üretenlerin amacı da aynıdır.
Bununla birlikte bir uzlaşma mevcut değildir.
İnsanlar eninde sonunda yaratıcının kurallarının en mükemmel olduğunda uzlaşacaklardır.
O zamana kadar sıkıntı çekmeye devam :)

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK