Hikaye Türündeki Yazılarımız.

Çevrimdışı çomranlılı

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 327
  • 942
  • 327
  • 942
# 07 Kas 2012 15:07:58
emeğinize ve güzel duygularınıza sağlık hocam.yüreğiniz sevgi dolu olduğu hikayelerinizde belli.teşekkürler

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.421
  • 16.034
  • 3.421
  • 16.034
# 09 Kas 2012 11:17:17
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
yazılarınız gerçekten çok özügün tebrikler

Teşekkür ederim maraza öğretmenim. Çok sağ olun. :)

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

her anını yaşamak istiyor insan

 :) Sağ olun hocam. Teşekkürler.

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
emeğinize ve güzel duygularınıza sağlık hocam.yüreğiniz sevgi dolu olduğu hikayelerinizde belli.teşekkürler

Çok teşekkür ederim çomranlılı öğretmenim. O sizin yüreğinizin güzelliği. :-* İlginiz, desteğiniz için tekrar teşekkür ederim.

Sevgilerimle...

* GECE KALEMİ* -10. Bölüm-

-Bu konuyu odamda konuşalım lütfen!

-Tabi, Nevra Hanım.

Tam odaya girmek üzereydiler ki toplantı salonunun kapısı açıldı. İçeriden konuşmalarını hala bitirememiş olan yönetim kurulu üyeleri çıkıyordu. Hepsi bi şekilde hazırlanan raporun risklerinden ve uygulanabilirliğinden söz ediyordu. Durumu gören Nevra Hanım, ne olduğunu anlamaya çalışır gibi konuşmalarla ilgili bilgi alabileceği birilerini aramaya başlamış, Naz'la yapacağı konuşma önceliğini kaybetmişti. Buna rağmen yanından uzaklaşırken Naz’ı da ihmal etmedi:

-Bu konuyu daha sonraya halledicez Naz Hanım.

Naz, az sonra başına gelebilecek muhtemel azarlamalardan kurtulmuş olmanın verdiği hafifliği hemen hissetti. Kendi kendine:

-Beni daha sonra nerede bulacağını düşündü acaba. Galiba kovduğunu unuttu, deyip gülümsedi.

Aslında pek de önemsenecek bir durum yoktu. Naz ne yaptıysa şirketin iyiliği için yapmıştı. Sonra buna da bozuldu.

-Ne diye yapıyorum ki bunu?… Adamlar beni işten kovsun, ben onlara yardım edeyim. Cık cık. Hiç akıllanmıyorum. Yine de her şey farklı olabilirdi. :-\

Naz bu düşüncelerle kendi halini özetlerken toplantı salonundan dışarı çıkan kişi Akın oldu. Akın’ın son derece sıkıntılı olduğu gözden kaçmıyordu. Yüzünde bi kahramanın gururlu hali yerine savaşta düşmanın eline geçmiş, esir bir komutan edası vardı. Birden aşırı telaşlandı. Yoksa, yoksa Akın’a götürdüğü raporlar yanlış raporlar mıydı:

-Naptım ben!!!

.............................

Yönetim kurulu üyeleri birer birer dağılıp uzaklaştıktan sonra toplantı salonundan İhsan Beyin yükselen sesi duyuldu:

-Dilaaveeer! >:(

Ofiste bulunan hemen herkes sağa sola koşuşturup Akın'ı aramaya başlamıştı. İhsan Beyin sesinden bi şeylerin ters gittiği anlaşılıyordu. Naz bi köşeye çekilmiş olanları izlerken ne yapması gerektiğine bi türlü karar veremedi. Muhtemelen Akın'a yanlış raporları vermişti.

O sırada Akın, Metin Beyin odasından çıktı. Çıkar çıkmaz da İhsan Beyin gönderdiği birçok kişi Akın'ı çevreledi:

-Akın Bey, Akın Bey, babanız sizi çağırıyor. Lütfen çabuk! Nolur acele edin. :o

Ofisin Akın'ın odasına bakan tarafında, süsleme için kullanılan kocaman devetabanı Naz'ın ortalıkta görünmesini engelliyordu. :-\ En nihayetinde Akın da Naz'ı görmeden İhsan Beyin bulunduğu salona doğru geçti. Gerçi Akın'ın gergin haline bakılırsa, Naz burnunun dibinde bile dursa görmeyebilirdi.

.............................

-Beni çağırtmışsınız baba.

-Evet çağırdım. Gel bakalım gel!... Dur!... Oturmadan evvel şu kapıyı kapat! Sonra da geç ve tam karşıma otur! >:(

Akın, başına geleceklere mecburen razı, babasının dediklerini yapıyordu. Gidip önce kapıyı kapattı. Sonra da gelip İhsan Beyin tam karşısındaki koltuğa oturdu. İhsan Bey gözlerini dikmiş Akın'ı baştan ayağa süzüyor, tabiri caizse burnundan soluyordu... >:( Akın, konuya bi yerden başlama gereği duydu:

-Baba, bana kızmakta haklısınız fakat,

Ama İhsan Bey konuşmayı böldü.

-Kızmakta haklıyım demek. Neden? >:(

-Biliyorum bu sonuçları toplantıdan önce size mutlaka göstermeliydim.

-Ooo, bunu biliyorsun demek. >:(

-Baba, inanın kötü bir niyetim yoktu ama bu raporları daha önce görseydiniz kurula sunmama izin vermeyebilirdiniz.

-Bak bunu da biliyorsun. Güzeeel!  >:(

-Lütfen bana inanın, göründüğü kadar risk taşımıyor. Sadece ekstra bir dergi ve küçük çaplı bir gazete çıkarıcaz. Satış rakamları, okuyucu sayısı hemen hemen kesin sayılarla belli...

İşte bu sırada dananın kuyruğu koptu.

-Dilaveeer!!! Neler saçmalıyorsun sen! Kendimize rakip çıkarmaktan söz ettiğinin farkında mısın!  >:(

-Baba, beni dinler misiniz lütfen.
............................. .............

İçeride bu olaylar yaşanırken Naz dışarıda sık sık yükselen seslerden kendini sorumlu hissediyordu. "Acaba içeri girip yanlış raporları verdiğimi söylemeli miyim" diye düşünmeye başladı. Doğrusu bu gibi görünüyordu. Ama İhsan Beyin ses tonu Naz'a bu düşüncesinde o kadar da haklı olmadığı kanaatini veriyordu. İlk defa birinden böyle ürkmüştü. Yine de kapıya doğru yöneldi... Fakat içerideki seslerin azalmaya başladığını fark etti. Belki de içeri girmesine gerek kalmadan sorun halledilir, Naz da kurtulurdu. Ama o sırada sesler yeniden yükselmeye başladı:

-Derdin ne senin! Şirketi batırmaya mı çalışıyorsun!  >:(

..........................

Naz içinde öyle bir savaş yaşıyordu ki, kendi kendine konuştuğunun farkında bile değildi.

-Olur mu hiç! Kendi kendine halledilebilecek bi şeye benziyor mu bu konu... Ne yapmam lazım, ne yapmam lazım... Ne mi, içeri girip her şeyi anlatacaksın. Raporları karıştırdığını, Akın Bey'in suçu olmadığını...  Peki, adamın gözünün içine baka baka bunları nasıl söylerim... Kendi oğlunu böyle azarlayan, bana ne yapar... Öfff! İyi be iyi. Tamam gidip söylicem. Ne yaparsa yapsın...   :-\

                                     
                                                              10. Bölüm Sonu... 

Çevrimdışı ESRAY78

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 154
  • 399
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 154
  • 399
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 09 Kas 2012 13:56:25
Kardia öğretmenim yine harikasınız. Okurken çok heyecanlandım. Kendimi Naz'ın yerinde hissetim. Kalbim çarpıyor vallahi. Yüreğinize sağlık

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.421
  • 16.034
  • 3.421
  • 16.034
# 13 Kas 2012 00:18:40
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Kardia öğretmenim yine harikasınız. Okurken çok heyecanlandım. Kendimi Naz'ın yerinde hissetim. Kalbim çarpıyor vallahi. Yüreğinize sağlık

Esray öğretmenim, o kadar içten yazmışsınız ki inanın bu mesajınızı okuyunca ben de çok heyecanlandım. İlginize, içtenliğinize gerçekten tüm kalbimle teşekkür ediyorum.  :-* Sağ olun, var olun.  :)

* GECE KALEMİ* -11. Bölüm-

Naz cesaretini toplayıp salona ilerlerken içeride olayların yönü değişmek üzereydi.

-Bana bi şans tanımalısınız baba. Denemeden bilemezsiniz ki.

.......................

-Pekii, tamam.

-Tamam mı?

-Tamam. Kabul ediyorum. Mademki bu konuda başarılı olacağından bu kadar eminsin tamam. Hazırlıklara başla, kur ekibini.

-Baba siz ciddi değil..s..iniz değil mi?

-Aksine, son derece ciddiyim. Hemen çalışmaları başlat.

Akın şaşkınlıktan ne diyeceğini şaşırmıştı. Halbuki babasının her zamanki tavırlarından farklı bir tavır sergilemesini beklemiyordu. Sadece:

-Teşekkür ederim baba, diyebildi.

İhsan Beyle Akın arasında adeta aşılması imkansız ama gözle görülmez bir duvar var gibiydi. Her ikisi de ufak tefek çarpışmaların dışında neredeyse birbirlerine hiç dokunmuyorlardı. Akın'ın küçükken cesaretini toplayıp babasına sarılmaya çalıştığı üç beş başarısız girişimden sonra o da şansını zorlamayı bırakmıştı zaten. :-\ Yine de babasının bu fikirlere onay vermesi içinde ufak bi kıpırdanmaya neden olmuştu. Akın bu tuhaf duyguyla babasına yaklaşma arzusu hissetse de, bu fikrinden vazgeçip elini uzattı. İki iş adamı gibi tokalaştılar. Yüzünde hafif yana kayan gizli gülümsemesi belirdi birden... Sonra babasına dönüp:

-Peki, o zaman ben hemen başlıyorum... Yarın elinizde yüklü bir fizibilite raporu bulacaksınız. Tekrar teşekkür ediyorum baba. Sağ olun. :)

Akın odadan çıktığında bir hayli garipti. Aklına bir şey gelmiş olacak ki personel müdürü Mustafa Beyin odasına doğru yöneldi. Naz'ın onlara doğru yürüdüğünü görmeden koridorun sonuna kadar ulaşmış, Mustafa Beyin odasına girmişti bile... Naz iyiden iyiye bozuldu:

-Bu ne demek şimdi! Hem bana "Toplantıdan sonra seni dinlicem. "diye söz ver hem de çıkar çıkmaz anında unut. >:( Ama bi dakika... :o Çıkınca hemen beni sormadığına göre galiba raporlarda bi yanlışlık yok... Harika… :D Bu da bugünün tek iyi tarafı... Artık gönül rahatlığıyla buradan gidebilirim.

Naz bu kez çıktığını kimseye söyleme gereği duymadan asansöre doğru ilerliyordu ki, Akın Mustafa Beyin odasından çıktı. Etrafına şöyle bir bakındıktan sonra kapıdan çıkmak üzere olan Naz'ı gördü:

-Naz Hanım!

Naz çağrıldığını duydu ama duymamış gibi yaparak asansörü çağırdı. Zaten her şeyi anlatsa bile ne değişecekti ki. :-\ En iyisi bugünü aklından tamamen silmekti. İki adım daha atıp Akın'ın hala onu çağırıp çağırmadığını anlamak için hafifçe dönüp bakmak istedi ama o da ne... Akın tam arkasında duruyordu:

-Naz Hanım, nereye gidiyorsunuz!

-Şey, ben çok işiniz olduğunu düşünmüştüm.

-Ama çıkışta sizi dinleyeceğimi söylemiştim...

-Haklısınız ama,

-Neyse boş verin. Gelin odama geçelim. Siz de bana olup biteni anlatın lütfen.

Naz, Akın'ın verdiği sözü tutmadığını düşündüğü için kendi kendine mahcup oldu. Birlikte Akın'ın odasına yürürken Naz olayları ve yaptığı hatayı anlatacak doğru cümleleri arıyordu. İçeri girdiklerinde söze nereden başlayacağına hala karar verememişti. Tam toparlamaya çalışırken Akın konuşmaya başladı:

-Naz Hanım, bu arada toplantıda yaptığınız düşünceli ve cesur davranış için teşekkür ederim. Eğer bugün burada olmasaydınız kurulda kafi derecede zor duruma düşecektim. Sayenizde büyük bir faciayı kıl payı atlatmış oldum. Ciddi ciddi hayatımı kurtardığınızı söylemeliyim.

Naz bu sözler üzerine bayağı rahatladı:

-Akın Bey, size yardımcı olabildiğime sevindim. Ama siz içerideyken ara sıra yükselen seslerden yanlış raporları getirdiğim fikrine kapılıp oldukça endişelendim. Çok komik biliyorum ama öyle düşündüm işte, deyip gülümsedi.

-Yanlış zaten.

-Ne!!!  :o

-Getirdiğiniz raporlar yanlış.

-Ama siz, yani böyle sakin bir tavırla konuşunca ben her şeyin yolunda... Ben, ben bilmiyordum... Peki neden beni çağırıp doğru olanları istemediniz?

-Bunu yapsaydım babam ikimizin de canını okurdu. Ben neyse de siz kaldıramazsınız.

-Yani, şimdi hiçte doğru olmayan bi raporu mu savundunuz? :o

-Galiba. İşin kötü tarafı bu konuyla ilgili yeni bir çalışmam yok. Bu da demek oluyor ki, bana sabaha kadar mükemmel bir fizibilite raporu lazım.

-İnanamıyorum. Nelere sebep oldum... Ayaklı felaket gibiyim. :( Derhal buradan gidip bi daha da gözünüze görünmicem. İşe yarar mı bilmiyorum ama özür dilerim.

Naz neredeyse ağlamak üzereydi. Akın'ın yerinde olsa kendisini çoktan dışarı attırırdı. Nasıl da gereksiz bir sürü olaya neden olmuştu. Tam çıkmaya hazırlanıyordu ki Akın'ın sesiyle durdu.

-Naz Hanım yine nereye gidiyorsunuz? Bu raporları tek başıma hazırlamam mümkün değil.

-Üzgünüm. Ben babanızla görüşürüm.

-Sakın bunu yapmayın. Hayatımda ilk defa babamı benim bile dışımda gelişen bir olay için ikna ettim. Bunun tadını çıkarmak istiyorum. Bunun için de yardımınıza ihtiyacım var.

-Ama Akın Bey, ben az önce kovuldum. Nevra Hanım, toplantıdan hemen önce beni kovdu.

-Kovdu mu?... Neden?

-Çünkü düzeltmem için verdiği dosyaları tam bitiremedim ve son dosyanın düzeltmesini de yapamadan teslim etmek zorunda kaldım. Sonrada biraz tartışır gibi olduk. :-\

-İlginç. Ama hak etmişsiniz. Yani ben de olsam sizi kovardım.

-Öyle mi? Buna gerek yok, çünkü zaten gidiyorum.

-Hiçbir yere gitmiyorsunuz küçükhanım. Başımı bu kadar derde soktuktan sonra böyle bırakıp gidemezsiniz. Bu gazete de bu dergi de çıkacak ve siz bana yardım edeceksiniz.

-Böyle bir mecburiyetim olduğunu sanmıyorum. ???

-Evet. Mecburiyetiniz yok. Ama kalıcaksınız.

-Bu nasıl bir öz güven? Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?

-Çünkü sorumluluk sahibisiniz. Sizin yüzünüzden bu durumdayım. Yani düştüğüm durumun sorumlusu sizsiniz ve beni bu durumdan çıkarmadan gitmeyi aklınızdan bile geçirmezsiniz.

-Size öyle geliyor. İyi günler…

-İşe yaramadığına inanamıyorum! Peki... Kararınıza saygı göstermekten başka çarem yok. Sonuçta bu benim sorunum ve bana yardım etmek zorunda değilsiniz. :-\ Bundan sonraki hayatınızda başarılar dilerim. Kararınızı değiştirirseniz kapımız size her zaman açık.

-Teşekkür ederim Akın Bey. İyi çalışmalar. Hoşça kalın.

                                                    11. Bölüm Sonu...  :-\

Çevrimdışı bekir7133

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.785
  • 9.870
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 3.785
  • 9.870
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 13 Kas 2012 00:24:33
  Emeğinize, yüreğinize sağlık.Hikayelerin hikaye olmadığını gösteriyorsunuz. Tebrik ediyor, çalışmalarınızın aynı başarıyla sürmesni diliyorum.

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.421
  • 16.034
  • 3.421
  • 16.034
# 13 Kas 2012 00:36:17
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
  Emeğinize, yüreğinize sağlık.Hikayelerin hikaye olmadığını gösteriyorsunuz. Tebrik ediyor, çalışmalarınızın aynı başarıyla sürmesni diliyorum.

Estağfurullah Bekir öğretmenim. İltifat etmişsiniz. Çok teşekkür ediyorum. Sağ olun, var olun. :)

Çevrimdışı çomranlılı

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 327
  • 942
  • 327
  • 942
# 13 Kas 2012 02:04:57
teşekkürler.hikaye iyice ısındı.bir sonraki bölümü merakla bekler olduk.

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.421
  • 16.034
  • 3.421
  • 16.034
# 14 Kas 2012 00:20:37
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
teşekkürler.hikaye iyice ısındı.bir sonraki bölümü merakla bekler olduk.

Teşekkür ederim çomranlılı öğretmenim. Dilerim bu bölümü beğenirsiniz. Desteğiniz için tekrar teşekkür ederim. :-* Sağ olun.

Sevgilerimle... :D

* GECE KALEMİ* -12. Bölüm-

-Dur! Dur! Dur!... Yani bu duygu sömürüsü de işe yaramadı mı?...

-Duygu sömürüsü mü yapıyordunuz? Neden? Bu işi hakkıyla yapabilecek birçok insan olduğuna eminim.

-Evet belki. Ama Nevra Hanıma kafa tutabilecek sizin kadar inatçı birini bulabileceğimi sanmıyorum.

-Nevra Hanımdan bu kadar çekinmelerini gerektirecek ne yapıyor olabilir ki?

-İşte bu. :D Bu iş yerinin tarihinde Nevra Hanımdan çekinmeyen tek kişi sizsiniz. İşte bu yüzden burada kalmalısınız. Size maaşınızın üç katını teklif ediyorum... Eee ne diyorsunuz?

-Üç katı mı? Oldukça ikna edici bir teklif… Ne diyebilirim ki, kabul ediyorum. ::)

Akın heyecanla ayağa kalktı. Naz’ı ikna ettiği için memnundu. Elini uzattı:

-Evvet… Hayırlı olsun. O halde hemen çalışmalara başlıyoruz. Şimdi Metin Beye gidiyorsunuz ve gerekli ne varsa araştırıp hazırlıklara başlıyorsunuz. İki saat sonra bu odada buluşuyoruz. Anlaşılmayan bir nokta var mı?

-Aslında hayır ama Nevra Hanım beni görünce ne dicem? Yani beni kovduğu düşünülecek olursa bi açıklama yapmam gerekli mi?

-Kafanıza göre takılın. Burda patron benim.

-Yani Nevra Hanıma tam olarak bunları mı söyleyeyim?

-Evet olabilir. Ama çalışma hayatınızı zindana çevirmemesi için biraz yumuşatabilirsiniz.

-Yani…

-Yani şöyle diyebilirsiniz... Nevra Hanım, Akın Bey bir defalığına beni affetti. Şimdi kendisine bağlı olarak çalışıcam. Tekrar üzgün olduğumu bilmenizi isterim. vs. vs. vs. Ya da buna benzer bi şeyler. Gerisini siz halledersiniz.

-Hiç şüpheniz olmasın.

-Yok zaten.  :D

Akın gittikten sonra Naz yaşadığı bu tuhaf diyaloğu ve yeniden işe başlama şeklinin ne kadar garip geliştiğini düşündü. Galiba olması gereken yerdeydi. :) Belki Akın da sandığı kadar kötü biri değildi. Yine de fazlasıyla düz ve kaba, diye düşündü. Ama düşüncelerinden sıyrılıp işe başlasa iyi olacaktı. O da öyle yaptı. Az sonra koridorda Metin Beyi aramaya başlamıştı bile.

-Buse Hanım, Metin Beyi gördünüz mü?

-Naz, sen hala burada mısın?

-Hı hı...  ::)

Naz o sırada koridordan geçmekte olan Metin Beyi gördü. Buse'nin şaşkın bakışları arasında Metin Beye doğru koşmaya başladı:

-Metin Bey, bi dakika lütfen.

-Naz Hanım… Sizi burada gördüğüme şaşırdım. Buse Hanım, Nevra Hanımın,

Naz Metin’in sözünü kesti:

-Metin Bey, gördüğünüz gibi buradayım. Üstelik dedikodularla kaybedecek kadar zamanımız da yok.

-Zamanımız mı? Bizim mi?

-Odama geçebilir miyiz Metin Bey?

-Odanız mı?

-Metin Bey, bir dakika içinde ne kadar soru cümlesi kurabildiğinizi hiç düşündünüz mü?

-Ne? :o

-Neyse boş verin bunları. Benim sizden öğrenmek istediğim başka bi şey var.

-Öyle mi? Nedir?

-Bana yeni bir gazete ve dergi çıkarmak için nelere ihtiyacımız olduğunu araştırıp bulabilir misiniz?

-Neden! Bize rakip mi oluyorsunuz?

-Siz hiç soru barındırmayan anlamlı, kurallı bir cümle kuramaz mısınız?

-Naz Hanım, söylediklerinizden hiçbir şey anlamıyorum. :-\

-Hımmm, evet… Başlangıç için iyi bir cümle olabilir… Baştan başlıyorum. Şuraya oturun lütfen.  

Metin, Naz’ın gösterdiği yere oturdu. Şaşkınlığı her halinden belli oluyordu. İçinden Naz’ın intikam almak için karşı tarafa çalışacağından tutun da birebir rakip olmaya çalışmasına kadar sayısız düşünce geçiriyordu. Kafasının bu karışık haliyle çok komik göründüğü de ufak bir ayrıntı olarak not düşülebilirdi.  :D

-Metin Bey, böyle bir gazete ve dergi çıkarmak için ne kadar süre gerekir, maliyeti ne olur sizce?

-Naz Hanım, bu yaptığınız hiçte iş hayatı kurallarına uygun değil. Siz kovulduğunuz iş yerine böyle mi ihanet edersiniz?

-İhanet… İlginç. Ya siz Metin Bey, olayın aslını araştırmadan hep böyle duygusal ve safça mı davranırsınız?

-Ne? :o

-Diyordum ki, siz hep olaylara böyle balıklama mı atlarsınız? Biliyorsunuz iş dünyasında çok kullanılan taktiklerden biri de budur. Karşınızdakini şöyle bir tartarsınız. Hangi seviyede, hangi anlayışta, sizi fark edebiliyor mu?...   ;) Ama siz bu konuda yeterince başarılı sayılmazsınız Metin Bey.

Metin düştüğü durumu nihayet anlamıştı.

-Pes valla Naz Hanım, bu kadar çabuk karşılık vermenizi beklemiyordum. Ama şunu da bilin; bu davranışınız dostluğumuzun başlamadan bitmesine neden oldu. Ne yazık değil mi?

-Cık, değil...

-Metin iyiden iyiye şaşırmıştı. Hatta şaşkınlığı gizlenemeyecek durumdaydı: :o

-Yani dostluğumun sizin için bir önemi yok mu?

-Hayır yok. Beni sadece iş arkadaşlığınız ilgilendiriyor... Hadi artık zaman kaybetmeyelim de Akın Bey’in istediği raporları hazırlayalım.

-Bunları Akın Bey mi istedi? :o

-Kesinlikle. Önden buyrun lütfen... 8)

-Peki öyle olsun ama bu burada bitmez Naz Hanım.

-Hay hay ne zaman isterseniz rövanşa hazırım.

Nasıl bi kız bu anlamadım, tam bir baş belası. dedi Metin içinden.

Az sonra Metin ve Naz birlikte telefonun başında araştırmalara başlamışlardı bile.

……………………………………………………..

-Rahmi Bey iyi günler. Ben Metin Özsoy. Sizi yeni bir dergi ve gazete çıkarabilmek için gerekli başvurular hakkında bilgi almak için rahatsız ediyorum. Prosedürde sıralama…Evet… Anlıyorum... Sonra…..

-Avukat bey, ben Metin Özsoy. Bir konuda bilgi almak istiyordum da... Yeni bir dergi ve gazete çıkarmak için hukuksal alanda yapılması gereken,

.................

                                                            12. Bölüm Sonu...  

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.421
  • 16.034
  • 3.421
  • 16.034
# 16 Kas 2012 00:08:43
* GECE KALEMİ* -13. Bölüm-

Naz ve Metin'in yaptığı araştırma hemen hemen iki saate yakın sürmüş, bu süre zarfında da konuyla ilgili hatırı sayılır bir doküman toplamışlardı. Her ikisi de biraz dinlenmek için arkalarına yaslanmışlardı ki Metin'in telefonu çaldı.

......................

-Peki Akın Bey.
..................

-Nasıl isterseniz. Ben kendisine ileticem efendim.

Telefonu kapattığında Metin'in yüzü birden aydınlandı. Arkasına yaslanıp, olabildiğine keyifle, üstelik bu keyfe alaycı bir gülümseme ekleyerek:

-Naz Hanım, Akın Bey konuyla ilgili Nevra Hanımın bilgilendirilmesini istiyor.

-Eee,

-Eee’si bunu siz yapacakmışsınız.  :)

Naz gayri ihtiyari bir ifadeyle:

-Ben mi?

-Yaa, siz Naz Hanım.

-Metin Bey, bu keyifli halinizi görünce şu soruyu sormadan edemicem.

-Buyurun sorun, Naz Hanım.

-Metin Bey, bunun beni korkutacağını mı sanıyorsunuz?

-Hıı!

-Diyorum ki,

-Tamam tamam sizi duydum. Yani Nevra Hanma bu durumu açıklamak sizi tedirgin etmiyor. Bunu mu söylemek istiyorsunuz?

-Kesinlikle. Kısaca bu durum beni hiç endişelendirmiyor. Sanırım beni anladınız.

Metin müthiş bozulmuştu.

-Anladım… Üstelik Akın’ın neden sizi seçtiğini de anladım. Ama eminim sizin de zayıf bir anınız, muhakkak bir şeye ya da birilerine zaafınız vardır… Ve bunu bulmak benim için zevk olacak. :(

-Metin Bey, şu haliniz... Neredeyse sizin için üzülmeye başlicam.

-Bu da bir gelişme. Sizin özünüzde iyi bir insan olduğunuzu anlamıştım.

-Metin Bey, neredeyse dedim, üzülüyorum demedim. Zaten henüz üzülmeye başlamamıştım, artık hep vazgeçtim... Ne demişler şeytan azapta gerek... ;)

-Tamam tamam, bugün formunuzdasınız. Ama yarın…

-Hele bi yarın olsun düşünürüz. Ben de bu arada Nevra Hanımla durumu görüşüp geleyim.

Metin sağ eliyle buyurun işareti yaptıktan sonra,

-Yine de kolay gelsin, dedi.

Naz, kendinden son derece emin odadan çıktı. Çıktığında canı oldukça sıkkındı. Metin’e belli etmese de yapacağı iş oldukça sıkıntılı olacağa benziyordu. :-\

....................

Tık! Tık!

-Nevra Hanım girebilir miyim?

Nevra Hanım son derece sakin görünüyordu. Sanki fırtına öncesi sessizlik gibi... Ve az sonra odanın dışındaki koridorda Nevra Hanımın sesi yankılanıyordu:

-Naz Hanım! Siz aklınızı mı kaçırdınız! Ya da Akın mı aklını kaçıran!..Kesinlikle bu projeye izin veremem. Derhal Akın Bey’le konuşmak istiyorum. Tabi sizinle olan hesaplaşmamız da henüz bitti sayılmaz! Bir ara bu konuyu da konuşucaz Naz Hanım!

-Anlıyorum. Ne zaman isterseniz Nevra Hanım, deyip odadan çıktı.

Naz, epey düşman kazanmıştı. Nevra Hanım sonra Metin Bey ve kim bilir daha sonra kimler… Sonra derin bir nefes aldı... Naz, gerçekten güçlü bir kızdı. Az önce Nevra Hanımla yaşadığı gerginliği çoktan geçici olarak rafa kaldırmıştı bile. Şimdi daha önemli işleri vardı.

-Evet, sıra geldi gazete ve dergiye isim bulmaya… Bizden nasıl… Iı, çok sıradan… Mm, Kurşun Kalem nasıl.. O da olmaz, bu ismi daha önce de kullanmıştım. Ne olabilir, ne olabilir… Düşün Naz düşün. İsim ilgi çekici ama sıradan olmamalı… Gece Uçuşu nasıl…. Dergi için evet ama gazeteye olur mu… Sanmıyorum. :-\  Haberler daha çok gece bültenlerine yansır. Bunun üzerinden gitmeye devam etmeliyim. Bunu Dilaver'e de söylesem iyi olacak. Adam hakkında Dilaver dediğimi duyacak olsa... Ha ha ha.. Ama yakışıyor:

-Dilaver, Dilaver :D

-Efendim Naz Hanım.

-Hih, Akın Bey. Hoş geldiniz.

-Hoş bulduk da, az önce bana ne diyordunuz?

-Eeee, şey,

-Ney?

-Dilaver!... Dilaverrr! >:(

-Akın Bey, ben de bundan söz ediyordum. Babanız “Dilaver!” diye sizi çağırıyordu, tabi ben değil babanız çağırıyordu.  :-\

-Anlaşıldı Naz Hanım. Ben şimdi babamla görüşmeye gidiyorum. Görüşmeden sonra hala tek parça halinde olursam Metin’le birlikte odamda bekleyin de bir toplantı yapalım.

-Peki, Dilaver Bey.

-Naz Hanım, bana bu isimle hitap etmekten büyük zevk aldığınızı görebiliyorum. Ama iş hayatınızın bu gün sona ermesini istemiyorsanız, bu ismi kullanmadan önce tekrar düşünün olmaz mı...

-Elbette Akın Bey.

-Beni anladığınıza sevindim. Şimdi hemen Metin Bey’i bulun bana. deyip babasının odasına doğru yöneldi.  

Naz, Akın'ın bu sert çıkışına çok sinirlenmişti:

-İş hayatımın bugün sona ermesini istemiyorsammış. Hıh! Bir de tehdit ediyor. >:( Ukala nolucak. Hangi üniversiteyi bitirdi bilmem ki. ??? Babası paralı okutmuştur bunu. Yoksa nerde onda üniversiteyi kazanacak kabiliyet.  >:( Ama Akın mısın, Dilaver misin, nesin… Seninle işim bittiğinde bu sözlerin için çok pişman olacaksın.

Bu sözlerden sonra Naz, Metin’i aramaya başlamıştı bile. Hiçbir şeyin onu yolundan alıkoymasını istemiyordu. Tam o sırada Metin’i gördü:

-Metin Bey, bir dakikanızı rica edicem. Akın Bey geldi. Şu an İhsan Beyle görüşüyor. Ardından bizimle bir toplantı yapacağını söyledi. Kendisini odasında beklememizi istiyor. Bilgilendireyim dedim.

-Naz Hanım, istediğinizde iğnelemeden normal cümleler de kurabiliyor muydunuz?

-Metin Bey, her zamanki gibi erken davranıp, yanlış kararlara varıyorsunuz. Ben zaten her zaman böyle cümleler kuruyorum. Ama siz söz konusu olduğunuzda kelimeler kendiliğinden böyle şekilleniyor. Yani durumun asıl sebebi mahiyeti sizsiniz. Siz iyi olursanız inanın ben de melekler kadar iyi olmaya çalışırım. Bilmem anlatabildim mi?

-Bi şekilde beni sinirlendireceğinizi biliyorum ama niye sorup kendimi riske ediyorum, bakın onu hiç bilmiyorum işte. :(

Naz usulca Metin’e yaklaştı:

-Dert etmeyin, bunun üstesinden gelebileceğiniz bir soru olduğunu sanmıyorum. Şimdi Akın Bey’in odasına geçmeye ne dersiniz?

-Önden buyurun Naz Hanım... Biliyor musunuz, aslında bu duruma alıştım. Sizden günlük fırçamı yemeden rahat edemiyorum artık… Naparsın, huyum kurusun.

Metin'in bu samimi cevabı Naz'ı da yumuşamaya itti.

-O kadar da abartmayın canım. :)

Sonra Metin de, Naz da gülümseyerek Akın’ın odasına geçtiler. Şimdi Akın'ın gelmesini bekliyorlardı. Tabi babasıyla konuştuktan sonra kendi değimiyle tek parça halinde gelebilirse…

İçerden gelen azarlama sesleri tüm koridoru dolduruyordu. İhsan Bey, Akın'a alabildiğine yüksek sesle yarı tehdit, yarı uyarı sözler sarf ediyordu:

-Eğer bu projede sözünü ettiğin başarıyı sağlayamazsan, seni kendi ellerimle batırırım bilesin.

-Baba,

-Kes! Bana kaç kere iş yerinde baba demeyeceksin demedim mi! >:(

-Özür dilerim... İhsan Bey.


                                              13. Bölüm Sonu... :-\

Çevrimdışı paycicek

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.512
  • 15.210
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 3.512
  • 15.210
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 16 Kas 2012 00:20:08
Sevgili Kardia öğretmenim, aslında sizi ve yazılarınızı geçen hafta fark ettim. Üstelik bu fark ediş yaklaşık olarak bana gece yarısı zamanlarında minimum 2 saate patladı :) Şaka bir yana yazılarınızı okumaya doyamayıp ilk öykünüzü ve elbette ardından gelenleri ard arda okumaktan alıkoyamadım kendimi.
Harika bir kaleminiz var, oldukça sürükleyici kurgularınız, ince ince işlenmiş karakterleriniz, müthiş bir gözlem gücünüz ve oldukça akıcı bir anlatımınız var. Kısacası öğretmenim, lütfen yazın ve mümkünse bu güzel çalışmalarınızı kitap olarak okuma olanağı yaratın bize.
Yüreğinize sağlık öğretmenim.

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.421
  • 16.034
  • 3.421
  • 16.034
# 16 Kas 2012 00:28:07
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Sevgili Kardia öğretmenim, aslında sizi ve yazılarınızı geçen hafta fark ettim. Üstelik bu fark ediş yaklaşık olarak bana gece yarısı zamanlarında minimum 2 saate patladı :) Şaka bir yana yazılarınızı okumaya doyamayıp ilk öykünüzü ve elbette ardından gelenleri ard arda okumaktan alıkoyamadım kendimi.
Harika bir kaleminiz var, oldukça sürükleyici kurgularınız, ince ince işlenmiş karakterleriniz, müthiş bir gözlem gücünüz ve oldukça akıcı bir anlatımınız var. Kısacası öğretmenim, lütfen yazın ve mümkünse bu güzel çalışmalarınızı kitap olarak okuma olanağı yaratın bize.
Yüreğinize sağlık öğretmenim.

Aman hocam, çok teşekkür ederim. Fazlasıyla mahcup ettiniz. Sizin de okuyan, emek veren yüreğinize sağlık. Çok sağ olun. Kitap haline gelmesini ben de çok isterim. Nasip, kısmet diyelim. İlginiz için tekrar teşekkür ederim. :)

Selamlar, saygılar hocam.

Çevrimdışı çomranlılı

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 327
  • 942
  • 327
  • 942
# 16 Kas 2012 00:31:10
emeğinize sağlık öğretmenim.hep  bir merak içerisinde bekliyorum.teşekkürler

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.421
  • 16.034
  • 3.421
  • 16.034
# 16 Kas 2012 00:38:21
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
emeğinize sağlık öğretmenim.hep  bir merak içerisinde bekliyorum.teşekkürler

Ben teşekkür ederim çomranlılı öğretmenim. Sağ olun.  :)

Çevrimdışı aziZahara27

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 306
  • 1.881
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 306
  • 1.881
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 21 Kas 2012 22:09:27
                                                                             
                    DULDA   
   

   Hatıralar, un ufak olmuş cam parçaları gibi. Birleştirmeye çalışsam bazı parçalar mutlaka eksik kalıyor. Toplamaya uğraşsam, canıma canıma batıyor.
   Ben senin cenazene gelmedim; sen benim düğünüme…
   Hayır, küs değildik. Bana gücendiğinden, sitem ettiğinden de haberim olmadı. O yüzden, o minnetsiz, geri dönüşsüz seferini anlayamıyorum DULDA’m.
   Tanırsın beni. Ekmeğinden yedim, emeğinden beslendim, büyüdüm. Sana ihanet eder miyim hiç?
   Of be DULDA’m, yetim bırakmanın zamanı mıydı şimdi beni?
   Kasım ayı lanetlidir; eminim.



   Kasım ayıydı. (Bundan eminim.)
 Akşam ezanı yaklaşmıştı. Çeltiğe ırgatlığa giden annemlerin gelmesi de… Bir elimde üzerine toz şeker sürdüğüm tuzlu tereyağ dürümü, diğerinde  nerden bulduğumu bilmediğim patlak lastik topum vardı. Topal Ahmetgilin davar komu civarında bekliyordum. Patlak lastik topum, kerpiç duvara vurdukça havayla doluyordu sanki; şişiyordu. Anlaşılan bugün top oynayamayacaktım. Ortalıkta kimse görünmüyordu.
   Eve dönmeye karar verdim. Recep’in evinin yanından geçerken bizim evden feryatla karışık bir ağlama, ağlamayı susturmaya çalışan çeşitli ve karışık telkin sesleri duydum. Yüreğim kaynadı bir anda. İşte olan olmuş, annem ölmüştü. Zaten içimden atamadığım tek korkumdu annemin ölmesi. Dizlerimdeki çocuk fer, aniden boşalmış ve ayaklarım keçeleşmişti. 
   Evimizin avlusunda FIAT 540 traktör duruyordu. Ablam; yazmasından gür siyah saçları dağılıp fırlamış Fatma ablam, yırtınırcasına bağırıyordu. Hangi bacağı bilmiyordum ama dizinin bir karış altından orağın kestiği bacağı hala kanıyordu. O panik halkasının tam ortasında,  yarı kan, yarı balçık kokan bezi kaldırıp ablamın yarasına baktım. Orak, kemiğe kadar saplanmış, nerdeyse et kemikten ayrılmıştı. Annem çırpınıyor, bayılmamak için direniyor, herkes bir şeyler bulup ablamın kanı durmayan bacağına sarmak istiyordu. Sonra birisi ocaktan kül çıkardı. Temiz bir beze koyup bacağına sarınca kan durdu.
   O günden sonra annemin de ablalarımın da ırgata gittiklerini hiç görmedim.
   


   Unutkanlık sünger gibi DULDA’m. Hatıraları emiyor da emiyor. Sana dair, düne dair renkler soluyor peş peşe. Bana da, bıraktığın loşlukta / boşlukta tökezlemeler kalıyor. Ve bu boşluk, karanlıkta kara bir köpek oluyor; kovalıyor beni.


   “Anam öldü! Anam öldü!”
Böğüre böğüre ağlıyorum. Sabahın dördü. Öğrenci yurdunun ikinci katındaki yirmi dört kişilik koğuşun hepsi ayaklanmış. Beni sakinleştirmenin mümkünü yok. Her taraf çivi gibi kar. Aylardan Kasım. Karne tatiline haftalar var. Rüya olduğuna inanamıyorum. “Annem kesin öldü.” Çünkü rüya bu kadar gerçek olamaz. Yurttaki nöbetçi hocalar, “gözünü aç oğlum, aç gözünü!” diye ısrarlı talimatlar veriyorlar. Umurumda değil. Annem öldü benim. Ve ben derhal köye gitmeliyim. Margus marka bir minibüsle öğleye doğru gidiyoruz köye. Annem yayıkta ayran çalkalıyor. “Anaaaaaaaaam, anaaaaammmm” diye sarılıyorum anneme. Rengini, kokusunu hiç unutmadığım mavi çiçekli fistanına yüzümü sürüyorum. “Ana, ben sensiz ölüyorum.” Diyorum. Annemin gözleri de sağnağa kesmiş.  Babam, kızmıyor hiç. Gözlerimden öpüyor ve sakinleştiriyor beni. Elindeki kalın, kırmızı ciltli Abdullatif kitabını camın geniş ve derin pervazına bırakıyor. En çok annem şaşkın, ben hala ağlıyorum.
Öğle yemeğini yiyip vedalaşıyoruz annem ve babamla. Hapishaneye yani yurda dönüyoruz.



   Yetimliğim on yedi yaşında DULDA’m.
Gecesi gündüzüne karışmış, amaçsız bir yeniyetme yetimliğim. Elini üzerimden çektiğinden beri şaşkın ve saçma yolculuklar yaptım. Elbisesiz bedenime arsız ruhum refakat etmede. Yeniyetme yetimliğim ve ben (kırkını aşmış ben), tüketiyoruz hayatı tükene tükene…




   “Sayın yolcularımız, şu anda 9000 bin feet yükseklikte Ankara-Gaziantep güzergâhında seyir halindeyiz. Cam kenarında oturan yolcularımız, Erciyes’i görebilir. Bizi tercih ettiğiniz teşekkür ederiz.” Diyordu kaptan pilot. Ortalarda bir yerdeydi koltuğumuz. Karım, bir buçuk aylık oğlumu susturmaya çalışıyordu. Ben kızımla cam tarafına kim oturacak pazarlığı yapıyorduk. Bulut ormanının zaman zaman delindiği yerlerden Erciyes’in zirvesi Kasım ayında olağanüstü güzel görünüyordu. Gene de bir çaresizlik hissi var içimden atamadığım. Savunmasız, korunaksız bir mekân uçak. Senin at arabandaki emniyet ve keyfin yarısı yok.
   

   
   İkindiyle akşam arasını hep sevmişimdir. Dolu dolu yaşayan evimizin tüm fertleri, bir yerlerden çıkar gelir o vakitlerde. Annem, yemek telaşına koyulur. Ablalarım, semirtlek ve yağlıca otu toplamaktan dönerler. Köyün sığırı gelir. İneğimiz, kömüşlerimiz, katırlarımız. Şehre giden şehirden gelir, gurbette okuyan ağabeylerim okullardan… Köyün eksikleri tamamlanır, çimenlerin yüzü gözü açılır hem de. Babamın rutin telaşı hep aynıdır; abdest alır özene özene. Suyu israf etmeden, uzuvlarının hakkını da vererek derin bir huzur ve teslimiyet içinde alır abdestini. Camiye en erken gitmek şerefini kimseyle paylaşmaz.
   

   Kış, göstere göstere gelirdi bizim oralara. O yüzden herkes önlemini zamanında alıdır. Çatı altları, kuraklıklar, duvar dipleri kasnaklarla, tezeklerle örülür, teneke sobalar tamir ettirilir, çaylar balyalarla, şekerler çuvallarla alınırdı. Her ev, kurusunu, dirisini hazırlardı son güz girmeden. İrilik için sapını, yemek için ununu, bulgurunu, tarhanasını, turşusunu, salçasını haftalar öncesinden tedarik ederdi. Peynirleri de ‘tuluk’ dediğimiz koyun derisine basardı. Hayvanının samanını, zavarını yığardı bir köşeye. Kışın şakası olmaz çünkü. Babam, titizdi kış tedariki konusunda. Acımazdı paraya.
Olmadı, satardı bir ineğini. Yığardı öteberiyi.
   Belki doyar diye gözlerimiz.

   
   

   Eskiden beri rüyalarımda hep annemi görürdüm. Ve annem hep ölürdü. O korkuyu yıllarca taşıdım yüreğimde. Taşımaktan iki büklüm olurdum. Ben annemi böyle gördükçe, sen günden güne zayıfladın, halsizleştin, yıprandın. Sonra bir Kasım ayında gene annemi aradım. Her taraf kar içindeydi, boyumcaydı.
   “Anne, nasılsın?” Dedim. “Rüyalarımda çok kötü görüyorum seni.” Sesi tuhaf geliyordu.    Seni sorunca da… “Tam on beş gün oldu.” Dedi. On beş gündür ‘menzil-i ebedi’de idin demek ki.
   Beni çok seviyordun.
Rahmetli kardeşin Osman’ın hatırasıydım çünkü. Zekâmı onunkine benzetir, “büyük adam” olacağıma dair hayallerimi hep cilalı tutardın. Şakalarıma o yüzden kızmaz, aksine gülerdin. Kardeşim Musa da çok gülerdi şakalarıma. En saçma sözlerime bile gülmekten böğrü ağrırdı. Musa da benim kardeşimdi DULDA’m.
   O da öldü. Hem de kardeşin Osman’ın hastalığından. Sen ağabeyin Osman’ın ölümünü çaresizlik içinde seyrettin. Ben çare olacağım diye kandırdım kendimi soğuk ve karanlık masada. Onun ölümünü de on beş gün sonra öğrendim.
   Bu, kader mi DULDA’m? Ben ısrarla annemi rüyalarımda görüyorum. Rüyalarımda ölmelerini....


    Kader bu mu DULDA’m? Ben cenazene gelmedim, sen de düğünüme... Gelmedin ama boy boy torunların var tanımadığın ama seni çok iyi tanıyan torunlar… Arabalarımız hep Avrupa.
Evlerimiz var kaloriferli, sımsıcak. Var da bir şey yok DULDA’m. Eksik bir şey. Dua mı?  Sabır mı?
   Gösteremeyeceğim, anlatamayacağım ama içimi kemirecek, canımı acıtacak kadar büyük bir eksik.                                             

   Aralık ayıydı. Babamın ölümüne alışmıştım artık. Annem de son derece metin görünüyordu. Babamın ölümü yetmezmiş gibi en büyük ağabeyimin Ankara’da oturduğu ev yanmıştı. Canımı zor kurtarmıştım. Hüseyin’e ‘haber’ini ben verecektim. Verdim de.
“Babam öldü Hüseyin.” Dedim. Yenice unuttuğum ağlamayı yine hatırladım. Ağladık Hüseyin’le.
   Ki o, daha on beş yaşındaydı.


   
   Hatıralar hafızamı kanatıyor DULDA’m.
Hafızalar da kan kaybından ölür mü?  Her şeyi olanın hiç bir şeyinin olmaması, nasıl açıklanır?  İğne ucu kadar gedikten arz ve arş cüssesinde eksiklik nasıl dolar hayatımıza?
   Dur DULDA’m! 
   Halleşelim ilk defa, helalleşelim. Ölümde de, düğünde de buluşamadık madem, rüyalarım müsait; orada görüşelim.
   Gitme DULDA’m, gitme babam.
Çekilmiyor sensiz bu sürgün…


   “Askere gitmedi mektup yazayım 
   Ölmedi ki mezarını kazayım”
   Ocak ayı.
Yerler öbek öbek kar yığılı.
Evin kıbleye bakan misafir odasında altı yedi kişi oturuyordu.    Babam, kahverengi ceketinin içinde iki büklüm olmuş, ufalmış,  yukarıdaki acıklı beyiti tekrar ediyor, tekrar ederken de daha önce şahit olmadığım kadar ağlıyordu. Annemin hali ondan da beterdi. “Öldü” diyordu. “Bu kışta kıyamette nereye gider bu çocuk?”
   İmam hatip Lisesi’nde okuyan ağabeyim, okulda bir hocasıyla tartışmış, disipline verileceği korkusuyla durumdan babamı haberdar etmeden izini kaybettirmişti. Güya anne babama moral vermek için gelen komşular da bundan gizli ama derin bir zevk duyduklarını aşikâr etmek adına “Aman Derviş, sen okuyorlar okuyorlar deyip duruyordun. Bak işte kim bilir ne ..ok yiyorlar, sürter sürter gelir, sıkma canını.” Diyorlardı.    Aslında dilekleri, Derviş Ahmet’in çocuklarının okumamaları, babaları gibi çoban olmaları, çiftçi kalmalarıydı. Hepimizin okullardan anlı şanlı karnelerle gelmesi, yüzümüze karşı dost görünen komşularımıza çakırdiken gibi batıyordu nicedir. Ağabeyimin okulu bırakması zevklerini zirveye çıkartacak bir fırsat sunmuştu onlara. Annem, soğuk ocaklıkta boşalan bardakları dolduruyor, misafirlerin timsah gözyaşlarına ağıtlarıyla eşlik ediyordu. “Keşke bu haberi babamlara vermeseydim.” Diye sayısız düşünce nakaratları geçti içimden.
   İkindi namazı için evden hep birlikte çıktılar. Kapıdan içeriye yılan gibi bir ayaz dolandı. Sobanın da nefesi kesildi bu soğuktan.  İçindeki söğüt ve iğde odunlarının cılız koru uyuştu iyice.


   Düğünlerimiz de “dün”lerimize benzedi. Hep gizli, hep yaralı, hep yarım…
Ekseriyetle gurbetteydi düğünlerimiz. Köyde yaptığımız ilk ve son düğün ise o zamana kadarki tüm sermayen gibi umudunu da ç/almıştı elinden. Sonra saçıldık tohumlar gibi güneşin yağdığı, yağmurun öptüğü uzak diyarlara DULDA’m.
   Gene de üzülme DULDA’m. Çile, sabır ve sebat hikmetiyle tımar ettiğin has bahçede ne çiçekler açtı bir bilsen… Ahmet’ler, Emre’ler, irfan’lar, Dilem’ler, Ömer’ler,
Hatıralar, saman yaprağa çizilmiş bir silüetten ibaret şimdi.
   DULDA’m, çareyi de sende gördüm, çaresizliği de… Tüm hayat enerjini, okumamıza hasreden sen, azgın romatizmalara yenilmeden, ırmağın kan-kızıl sularını içerek açık çeki vermiştin ta ezelden.
   Bu çareydi.
   Bekir Ağa’dan yediğin tokadı sineye çektin. O tokat, sana değildi biliyorum, yoksulluğuna ve arkasızlığınaydı.
   Çaresizlikti yani.

   Biliyor musun DULDA’m, yokluğunda aynalar kanattı yetim yüreğimi.
Ben de, seni tam anlatamayan kelimeleri kanatıyorum. Seni bekliyorum; parkta, yolda, durakta. 
   Yoksun işte…
Son durağın biletini sonbahar yağmurlarıyla alıp gittiğini unutuyorum.
Hala hayat/ımda olsaydın, daralan kalbimin umutlarla açılması mümkün olur muydu?
                     (Olurdu elbet)
   Senden payıma muazzam bir şeref kaldı ya DULDA’m; yolum açık demektir…
Ve seni, bin bir özlemle, içimden hayatıma sızarcasına seviyorum demektir DULDA’m…
   Zaman ne çabuk akıyor değil mi? On yedi yaşına girdi yetimliğim; söylemiştim.
Denemedim sanma sensizlikte toprak kokan bedenine sarılmayı. Ama “ölesi gelen değil; sırası gelen”  ölüyormuş.
Ben gene de özlemimi pul pul yapıştırıp sana yolluyorum. Emanet ettiğin izzetine bürünüp uzanıyorum sisli hatıralara…

                           Gaziantep    09-20/11.2012

Çevrimdışı çomranlılı

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 327
  • 942
  • 327
  • 942
# 05 Ara 2012 16:08:56
kardia öğretmenim bizi unuttunuz,hasta değilsiniz inşallah

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK