İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.772
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.772
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 09 Kas 2016 18:11:48
DENEYİM

   60'lık ünlü ressam, bir lokantaya girer. Gerçi cebinde parası yoktur ama aldırmaz. Lokantacıya yapacağı portresine karşılık yemek yemek istediğini söyler. Güzelce karnını doyurur. Sonra bir çırpıda lokantacının portresini çizerek masaya bırakır.
   Kalkarken adam gelir, resme bakar, beğenir. "Güzel ama" der lokantacı "Bir dakikada yaptınız bunu, oysa bir saattir yiyorsunuz".
   Ressam "Bir dakika değil, 60 yıl ve bir dakika" diye karşılık verir.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.772
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.772
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 10 Kas 2016 20:26:57
SEVGİNİN GÜCÜ

Mavisi yeşiline karışmış, uzun uzun ağaçların
gölgelerini cömertçe sunduğu, türlü türlü böceklerin,
çiçeklerin yaşadığı, insanoğlunun pek az uğradığı
ormanlardan birinde güzel bir göl vardı.
Suyu berrak mı berrak, serin mi serin... Gölün kıyısında
hayat bulmuş boynu bükük papatya, yanıbaşında
o eşsiz büyülü suyun içinde açmış olan, en az kendi
kadar yalnız görünen nilüfer çiçeğine sevdalanmıştı.
Onun görkemli görüntüsünü, saf, masum,
asaletli halini hayranlıkla seyrediyordu her gün.
Nilüfer çiçeği de kayıtsız değildi sevgili
papatyasına karşın. Birbirlerine sevgiyle bakıyorlar,
şarkılar söylüyorlardı birlikte. Yalnızlıklarını
unutuyorlardı şu koskoca orman içinde...
Tanrım, diyordu papatya içinden kimi kez.
Bu güzelliğin yanında benim yerim nedir ki?
O suyun içinde yaşar bense toprakta...
Elimi uzatsam tutamam bile onu... Oysa
öylesine istiyorum ki onun yanında olmayı...

- Ey güzel çiçeğim, ey benim nilüferim
seviyorum seni... Lâkin öylesine çaresizim ki...
Sana nasıl ulaşacağımı bile bilmiyorum...
Evet, orada olduğunu bilmek, sesini duymak,
güzelliğini görmek bile yetiyor bana ama
istiyorum ki elini tutayım, güzelliğine dokunayım.
Gel gör ki ben bir papatyayım, sen ise bir nilüfer...
Ayrı dünyalarda yaşayan iki ayrı çiçek...
Nilüfer, karşılıksız bırakmadı papatyanın sözlerini:
- Papatyaların en tatlısı, kemandan çıkan müzik aynı
ama nağmeleri çıkaran teller ayrıdır. Sen başkasın,
ben başkayım, sen ordasın, ben buradayım diye yerinme.
Gönül sesine kulak ver yalnız... Bir şeyi istiyorsan
yürekten iste....Sevgi, aşk, ne büründüğün kıyafeti,
ne makamı, ne mesafeleri ne de başka bir şeyi dinler...
Onun fermanı okunmaya başladımı her şey susar.
Her şey çaresiz kalır... Sevgi söz konusu olduğunda
kişi kendi dışındaki güçlerin insafına kalmaz.
Çünkü; kendisi de güçlü bir varlık haline gelir.
Ruhunun derinliklerinden gelen bu ezgi güçlenmeye
başladıkça kayıtsız kalamaz buna tüm evren...
Sen ki benim güzelliğime, aşkınla güzellik katmakta,
yalnızlığımı örtbas etmektesin. Benim ve kendinin
varolduğumu ispatlamaktasın dünyaya.

Şimdi kapat gözlerini sımsıkı...
Sıyrıl tüm düşüncelerinden...
Yalnızca ama yalnızca beni düşle...
Yanımda olduğunu, gölün sularında
elimi tuttuğunu hayal et... İste beni...
Göreceksin ki sevginin aşamayacağı engel yoktur!
Papatya, nilüferin dediğini yaptı. Yalnızca ama
yalnızca onun hayalini doldurdu tüm benliğine.
Kendini güzeller güzeli çiçeğinin
yanında farzetti. İstedi... İstedi...
- Aç gözlerini!, dedi nilüfer.
Paptya şaşkınlık içindeydi gözlerini açtığında.
Sevgili çiçeğinin yanında,
gölün suları içinde bir nilüfer çiçeğiydi artık o da...
Sevmek...
İstemek...
Hayal etmek...
İnanmak...
Olmayacak şey yoktur!
Eğer ki; bu duygulara sahipseniz...

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.327
  • 223.694
  • 28.327
  • 223.694
# 10 Kas 2016 20:35:06
Genç kız, el aynasında makyajını kontrol etti; "-Gayet iyi." dedi. Güzelliğinden emindi. Çevresindeki erkeklerin pervane olmasından zaten biliyordu güzel olduğunu. Hayatın tadını çıkaran, rahat yaşayan biriydi. Cep telefonu çaldığında, akşam arkadaşlarıyla hangi eğlence yerine gideceğine karar vermeye çalışıyordu. Telefondaki numaraya baktı, arayan annesiydi.

- Alo… kızım, nasılsın?

- İyiyim anne. Ne oldu?

- Sana bir sürprizim var.

- Sürpriz mi?

- Evet. Çok eski bir arkadaşım, dostum şehrimize gelmiş…

- Eee kimmiş?

- Kim olduğu sürpriz. Fakat onu, senin almanı istiyorum.

- Ben mi?

- Evet, senin iş yerine yakın olan parkı biliyormuş. Parka gitmesini ve seninle buluşmasını söyledim. Senin de parka gidip onu almanı istiyorum.



- Anne, ben böyle şeyleri sevmem, kendin halletsen!?

- Kızım 1-2 saatlik bir işim var. Ayrıca seni bebekliğinden tanıyan bir arkadaşım. Seni görünce mutlaka çok sevinecektir.

- Amaaan. Peki peki… Nasıl tanıyacağım?

-Evden çıkarken üzerine giydiklerini tarif ettim. O parkta bazı oturaklar piknik masası şeklinde. Parkın sinema tarafı girişindeki ilk piknik masasına otur. O gelince seni bulacak.

- Tamam anne, tamam…

- Kızım senden her gün mü bir şey istiyorum. Üniversiteyi bitireli, hele de işe gireli bir fatura yatırmaya bile göndermedim.

- Hemen darılma, tamam dedim ya…

- O nasıl tamam demekse… Neyse, hadi o zaman, izin al da çık, bekletme. Ben de işlerimi bitirip hemen geleceğim.

Genç kız, izin alıp çıktı. Kısa bir yürüyüşten sonra parka vardı. Bu parkta daha önce hiç oturmadığını fark etti. Arkadaşlarıyla hep paralı, lüks eğlence yerlerine giderlerdi.

Annesinin tarif ettiği, girişteki ilk masayı buldu, boş olan kısmına oturdu. Masanın diğer tarafında bir köylü kadınla, küçük kız oturuyordu. Onlarla aynı yerde bulunmaktan utandığını hissetti.

"-Annemin arkadaşı çabucak gelse de, şunlardan kurtulsam" diye düşündü.

Köylü kadın çekinerek seslendi;

- Afv edersin kızım, bir şey sorabilir miyim?

"Kızım" diye seslenmesi iyice sinirlerini bozdu.

- Ne var, adres mi soracan!

Sert çıkış karşısında kadın sesini alçalttı;

- Hayır kızım, başka bir şey soracaktım.

- Sizin gibi cahiller ya adres sorar, ya para ister.

Köylü kadının kızaran yüzüne aldırmadı bile. O sırada şık ve lüks giyimli, orta yaşlı bir kadının uzaktan yaklaştığını gördü. "-Nihayet." diye düşündü. Ayağa kalkıp kadını karşılamaya çalışırken, kadın yanlarından geçip gitti. Somurtarak geri oturdu.

Yanındaki küçük kıza daha sıkı sarılmış köylü kadının gözünden bir damla yaşın süzüldüğünü gördü. Kadın gözyaşını saklamak için diğer tarafa dönünce bir yüzündeki büyük yanık izi göründü. Genç kız manalı manalı güldü;

- Bak kolayca gözyaşı dökebiliyorsun, yüzünde de çirkin bir yanık izi var. Burda ne bekliyorsun geç bir köşeye aç mendilini ağla… Fakat ağlamaya benden bir şey koparacağını sanma, tamam mı?



Kadın dayanamadı;

- Cahil deyip duruyorsun. Ne cahilliğimi gördün. Tanımadığım bir kadına, torununun yanında hakaret mi ettim!

- Oooo... laf yapmayı da biliyormuş.

-Anlaşıldı kızım, sen üniversite bitirmiş, çok şey öğrenmiş olabilirsin ama insanlıktan sınıfta kalmışsın. Torunumu okutmak için uğraşacaktım. Fakat seni görünce vazgeçtim.

Yaşlı kadın, küçük kızı alıp masadan kalkarken, boşalan yere doğru şık giyimli bir kadın yaklaştı. Cevap vermek için hazırlanan genç kız zengin giyimli, şık kadını görünce uzaklaşan yaşlı kadına cevap vermekten vazgeçti. Yaşlı kadın geriye bakmaya çalışan küçük kızın başını eliyle engelledi.

Bir süre sonra, genç kızın annesi parkta yanına geldi.

- Merhaba kızım, Zeynep Teyzen nerde?

- Kimse gelmedi anne. En son bir bayan geldi, yanıma oturdu. O da sadece dilenmek için gelmiş biriymiş.

- Allah Allah! Giyindiklerini çok iyi tarif etmiştim, seni nasıl bulamadı anlamadım. Yanında küçük bir kız olacaktı.

Genç kız bir an durakladı.

-Küçük bir kız mı?

- Evet.

- Anne! Biz zengin, kültürlü insanlarız. Herhalde arkadaşın da zengin, kültürlü biridir, değil mi?

- Kültürsüz değil ama zengin değil.

- Sakın bana köylü bir kadın olduğunu söyleme.

- Köyden gelen kadına ne denir ki!

- Oh… iyi iyi, köylü kadınları karşılamaya beni gönderiyorsun.

- Kızım, o kadına bir borcumuz vardı. O zamanlarda borcumuzun karşılığı bir şey veremedik. "Gün gelir, bir ihtiyacım olduğunda, ben kapınızı çalarım." dedi ve işte bu gün kapımızı çaldı.

-Ne istiyormuş?

- Torununu okutmamızı istiyor. Baban şimdi arabayla gelip hepimizi alacak, kayıt için okula götürecek.

- Anne, o köylü kadına ne borcun olabilir ki, anlayamadım?

Annesi, kızının öfkeli ses tonuna dayanamadı;


-Kızım, sen bebekken biz köydeydik.

- Eee…

- Sana yıllar önce bahsetmiştim, köydeyken evimiz yandı, biz de inekleri, atları, tarlaları neyimiz varsa hepsini satıp köyden göçtük, demiştim.

-Evet, hatırladım.

- O yangınla ilgili bir ayrıntıyı, seni üzülebilir veya seni evde yalnız bıraktığımız için darılabilirsin korkusuyla anlatmamıştık.

- Herhalde şimdi anlatacaksın…



- Baban evde yoktu, ben de su doldurmaya köy pınarına gitmiştim. Lodos mu ne diyorsunuz, işte o rûzgâr bazen ters esiyormuş, yukardan aşağı filan. Sen beşikte uyuyorken rûzgâr bacadan içeri esince közler ocaklıktan tahtalara sıçramış, yangın başlamış. Pınar yerinden dumanları görüp koştuğumda alevler her yeri sarmıştı. Birazdan yıkılacak gibi görünen eve yine de girmek için atıldığım anda Zeynep teyzen kucağına seni almış olduğu halde dışarı fırladı. O sahneyi hiç unutamam; onun kucağından seni aldığımda o çığlıklar atıyordu…

- Niçin ?

- Seni kurtarırken, sağ tarafı yanmıştı. Gelince görürsün sağ yanağında ağır bir yanık izi var. Çok acı çekti çook. Dur ağlama, seni bu kadar üzeceğini bilmiyordum. Tamam kızım, bak makyajın akıyor, ağlama. Hah! Baban da geldi. Fakat Zeynep teyzen hala bizi bulamadı…

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.772
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.772
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 11 Kas 2016 15:33:08
ÖLÜMDEN BAŞKASI YALAN
"Hiçbir yiğidin kaza ve kader okuna karşı kalkanı yoktur."
[Hazreti Ali (kv)]
Kayseri-Kuşadası seferinde Konya yakınlarında akaryakıt tankeriyle çarpışan yolcu otobüsünün alevler içinde cayır cayır yandıktan sonra geride kalan korkunç görüntüsü hafızalardan kolay kolay silinecek gibi değil.
O korkunç kazada otobüsteki 48 kişiyle birlikte Türk milletinin yüreği alev alev yanmıştı ama yanmayanlar da vardı! Otobüsün metal kısımları bile yanıp kavrulurken "Dünyada ölümden başkası yalan" yazılı bir kağıt parçasının yanmaması tam bir ibret-i âlemdi.
Erciyes Üniversitesi iktisadî ve idarî Bilimler Fakültesi 3. sınıf öğrencisi Şencan Komşucu adlı genç bir kız da, o alev topu otobüste yanmaktan kurtulmuştu. Fakat?!
Şencan Komşucu, Kayseri eşrafından Faruk Çarşıbaşı adlı hayırseverden burs alıyordu. Şencan, Cumhuriyet Bayramı tatilini de fırsat bilip memleketine gitmek için otobüsten yerini ayırttı. Bursunu almak için kazanın olduğu gecenin akşamı arkadaşıyla birlikte Faruk Çarşıbaşı'nın kapısını çaldı.
Şencan'a, resmi bazı aksaklıkların olduğu ifade edilip resmi daireler kapalı olduğu için "Burs işini pazartesi halledelim" denildi. Şencan, ailesine iki gün daha geç gideceği için üzülmesine rağmen "geç olsun da güç olmasın" düşüncesiyle pazartesi görüşmek üzere vedalaşıp otobüs rezervasyonunu da iptal ettirdi.
Ve Şencan, kaderin garip tecellisi olarak otobüse binmekten kupayı kurtuldu.
Pazartesi günü Faruk Bey'e sabahın erken saatlerinde gelen Şencan, "Siz benim hayatımı kurtardınız. Bana cuma akşamı bursumu verseydiniz o alev alev yanan otobüsün içinde ben de yanacaktım. O resmi problem çıkmasaydı bursumla biletimi alarak memleketime gidecektim. Bursumu alamayınca o otobüse de binemedim. Dolayısı ile yanmaktan ve ölmekten kurtuldum." der. Daha sonra da, Faruk Bey'e teşekkürlerini ifade edip memleketine gider.
Alev otobüse binmekten son anda vazgeçip hayatı kurtulan Şencan, memleketinden döndükten sonra okula gitmek için otobüs duragina geldiginde otobüsün hareket ettigini görür. Aceleyle otobüsün ön kapisina yetişir ama otobüs hareket halindedir. Otobüs ana caddeye çikmak için durunca Sencan da otobüsün kendisi için durdugunu zannederek tekrar kapiya kosar. Kapinin açılacağını bekleyen Sencan ayağını kapıya uzattığı anda Sencan'ı farketmeyen otobüs şoförü hareket edince bir anda aracın tekerlekleri altında kalarak ezilir.
Feci bir şekilde yaralanan Sencan, alelacele Tıp Fakültesi Hastanesi'ne kaldırılır, fakat bütün müdahalelere rağmen kurtulamaz.
Evet, ecel Sencan'ı yanan otobüste değil de başka bir otobüste yakalamıştır.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.772
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.772
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 12 Kas 2016 12:52:53
Şimdi sen "su" oldugunu düsün. Su kadar özel, su kadar faydali ve su
kadar çok, tükenmez... Inaniyorum ki gerçekten de öylesin. Ama ister
çesmelerden dökül, ister göklerden yag, ister nehirler dolusu ak; dibi
olmayan bir kovayi dolduramazsin. Yani Seni dinlemeyenlere sesini
duyuramazsin... Unutma; Daha çok bagirdiginda daha çok dinlenmezsin...
Gürültünün parçasi olursun sadece!.. Suyun yaninda olanlar suyu en az
içenlerdir. Çünkü; "su nasilsa burda, lüzum yok ki suyu kana kana içmeye"
diye düsünürler... Aynen, sesini sürekli duyanlarin seni dinlemedikleri
gibi!

Ormandaki hiç bir hayvan, irmagin gürültüler koparan yerinden su içmeye
çalismadi simdiye kadar. Hepsi, hep sabahin en sakin anini bekledi; suyun
durgun yerlerini bulabilmek için. Gittiler ve sakin sakin ihtiyaçlarini
giderdiler; Onlar için en uygun olan, kendi istedikleri zamanda...

Sen, hep bir su oldugunu düsün. Su gibi güzel, su gibi yararli, su gibi
vazgeçilmez... Ve su gibi hayat kaynagi oldugunu düsün. Ama su gibi
yasatici ol;Su gibi yikici, sürükleyici ve öldürücü degil!.. Sen bir su
ol... Ama rahmet ol; Afet degil ! Su isen tarlalarini basma insanlarin,
yuvalarini yikma, ocaklarini söndürme; Sana "felaket" denmesin! Su isen
bir bardaga sigabil ki; Damarlara giresin!.. Su; Yüce Mevla'nin insanlar
için yarattigi en büyük nimetlerden biri... Unutma; Ve suya benzedigini
unutma. Su gibi özel, su gibi güzel, su gibi faydali, su gibi lüzumlu ve
su gibi bitmez-tükenmez oldugunu da unutma. Ayrica su gibi sakin
labilecegin gibi, su gibi de "kiyametler" koparici olabilecegini
unutma... Unutma; Senin isin rahmet olmak, afet degil! Vadiler varken
önünde ve ovalar varken, yayilabilecegin; Küçük irmaklara ayirabiliyorsan
kendini ve bardaklara bölebiliyorsan, hayat verirsin çevrene. Ve
yasayabilirsin dünya dönmesine devam ettigi müddetçe.Yoksa hep
duyulmayan, dinlenmeyen; korkulan ve kaçilan olursun seller, afetler
gibi. Tercih elindeydi hep ve hep de "senin" ellerinde olacak... Ya
tutmayi ögreneceksin dilini; veya hiç urmadan konustugun için, sadece
bombos ve anlamsiz sesler çikartan birisi oldugunu zannettireceksin
çevrendeki insanlara! Ama yapman gereken su, degil mi; Düsüneceksin ne
zaman ne söyleyecegini. Düsüneceksin kimin dinleyip dinlemedigini, kimin
anlayip anlamadigini. Düsüneceksin anlatmak istediklerinin ne kadarini
anlatabildigini... Hatta anlayanlarin anladiklarinin da senin
anlattiklarinin ne kadari oldugunu düsüneceksin... Ve konusmak için en
uygun zamani bekleyecek, en az ama en uygunkelimeleri seçmeye
çalisacaksin...Ahmak olmayan yolcularin, önceden aldikari biletleri
ceplerinde oldugu halde, saatlerini kontrol ederek, vakit yaklastiginda,
vapurun kalkacagi iskelede hazir olmalari gibi, sen de fikrini
bindirecegin kisinin "kiyiya yanasmasini" bekleyeceksin!.. Demeyeceksin;
"Ben canim isteyince giderim iskeleye, vapur da o saniyede gelmek
zorunda!.." Demeyeceksin; "Ben aklima geleni aklima geldigi biçimde
söylerim. Karsimdaki de degil duymak, degil dinlemek,anlattigimdan bile
fazlasini anlamak zorunda!.." Keske öyle olsaydi. Keske hakli olsaydin,
ama maalesef degil...

Agzini açip "Selaleden dökülen suyu" içmeye çalisan bir tavsan gördün mü
hiç?.. Veya önüne çikan agaçlari dahi sürükleyen bir selden susuzluk
gidermeye ugrasan bir ceylan gördün mü? Kaplanlar bile içebilmek için
suyun durulmasini bekler; Beyni olan her yaratik gibi! Hadi... Sen simdi
"su oldugunu" düsün, ve kendini  "su gibi" hisset... Su gibi özel, su
gibi güzel, su gibi berrak, su gibi yararli... Su gibi hayat kaynagi ve
su gibi bitmez-tükenmez  oldugunu hatirla...

Ama yine su gibi "bir küçük bardagin içine"  sigdir ki kendini;
Girebilmeyi ögren insanlarin damarlarina. Hayat ver... Vazgeçilmez ol!!..

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.772
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.772
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 13 Kas 2016 14:18:49
        PADİŞAH VE İHTİYAR

                  Çok soğuk bir kış günü padişah, tebdil'i kıyafet gezmeye karar
            vermiş.Yanına baş vezirini alıp yola çıkmış. Bir dere kenarında
            çalışan yaşlı bir adam görmüşler..
                  Adam elindeki derileri suya sokup, döverek tabaklıyormuş.
            Padişah, ihtiyari selamlamış.
                  " Selamünaleyküm ey pir'i fani..."
                  " Aleykümselam ey serdar'ı cihan..." Padişah sormuş.
                  " Altılarda ne yaptın ?"
                  " Altıya altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor..." Padişah gene
            sormuş.
                  " Geceleri kalkmadın mı ?"
                  " Kalktık...Lakin, ellere yaradı..." Padişah gülmüş.
                  " Bir kaz göndersem yolar mısın ?"
                  " Hem de cıyaklatmadan..."
                  Padişahla baş vezir adamın yanından ayrılıp yola koyulmuşlar.
            Padişah baş vezire dönmüş.
                  " Ne konuştuğumuzu anladın mı ?"
                  " Hayır padişahım..." Padişah sinirlenmiş.
                  " Bu aksama kadar ne konuştuğumuzu anlamazsan kelleni alırım."
            Korkuya kapılan baş vezir, padişahı saraya bıraktıktan sonra telaşla
            dere kenarına dönmüş. Bakmış adam hala orada çalışıyor..
                  " Ne konuştunuz siz padişahla..." Adam, baş veziri söyle bir
            süzmüş.
                  " Kusura bakma. Bedava söyleyemem. Ver bir yüz altın
            söyleyeyim.."
                  Baş vezir, yüz altın vermiş.
                  " Sen padişahı, serdar'ı cihan, diye selamladın. Nereden
            anladın padişah olduğunu.."
                  " Ben dericiyim. Onun sırtındaki kürkü padişahtan başkası
            giyemezdi.." Vezir kafasını kaşımış.
                  " Peki, altılara altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor ne
            demek..."
                  Adam, bu soruya cevap vermek için de bir yüz altın daha almış.

                  " Padişah, altı aylık yaz döneminde çalışmadın mi ki, kış günü
            çalışıyorsun, diye sordu. Ben de, yalnızca altı ay yaz değil, altı
            ay da kış çalışmazsak, yemek bulamıyoruz dedim." Vezir bir soru daha
            sormuş...
                 
                  " Geceleri kalkmadın mı ne demek ?"Adam bir yüz altın daha
            almış.
                  " Çocukların yok mu diye sordu..Var, ama hepsi kız.
            Evlendiler, başkasına yaradılar, dedim..." Vezir gene kafasını
            sallamış.
                  " Bir de kaz gönderirsem dedi, o ne demek..." Adam gülmüş.
                  " Onu da sen bul..."

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.772
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.772
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 14 Kas 2016 17:30:01
BİLL GATES

                  Bill Gates Microsoftsun bir seminerinde bilgisayar
            sektöründeki gelişmenin hızını anlatmak için şöyle bir benzetme
            yapmış.
                  "Eğer Volkswagen firması son 25 yıl içinde bilgisayar sektörü
            kadar hızlı gelişmiş olsaydı bugün 500 dolara alacağımız arabalara
            25 dolarlık benzin koyup dünya turu atmamız mümkün olacaktı"
                  Birkaç gün sonra VW firmasının bir basın açıklaması
            yayınlanmış.
                  "Eğer otomotiv sektörü Bill Gates in işletim sistemi gibi
            gelişmiş olsaydı, her alacağımız arabada tek koltuk olacak, diğer
            koltuklar için ekstra lisans parası ödemek zorunda kalacaktık;
            arabamız sadece bizim ürettiğimiz benzinle çalışacak; gösterge
            tablosundaki tüm ikaz ve uyarı ışıkları yerine üzerinde ARABANIZ
            GEÇERSİZ BİR İŞLEM YÜRÜTTÜ VE KAPATILACAKTIR yazan tek bir lamba
            olacaktı. Ayrıca her kazadan sonra arabanın hava yastıkları
            açılmadan önce bir düğmenin üzerinde HAVA YASTIKLARI AÇILACAK EMİN
            MİSİNİZ diyen bir ışık yanacaktı"

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.327
  • 223.694
  • 28.327
  • 223.694
# 14 Kas 2016 18:47:26
600 AĞAÇLI HURMA BAHÇESİ (MALINIZIN İYİSİNİ VERİN) (KISSALARDAN SEÇMELER, DİNİ HİKAYELER, ALLAH DOSTLARININ YAŞADIKLARI)
 
MESCİD-İ Saadet'te Ashab-ı Kiram toplanmışlar, derin bir vecd ve huşu içinde Allah'ın Resûlünü dinlemekteydiler. Hazret-i Fahr-i Kâinat Efendimiz ise, Al-i İmrân sûresinden şu mealdeki Âyet-i Kerimeyi okuyordu: " Muhtaçlara, fakirlere yardım ederken malınızın kötüsünü değil de, iyisini vermedikçe imân-ı kâmile (olgun iman) kavuşamazsınız. İmânda en yüksek mertebeye çıkmak istiyorsanız, yoksullara malınızın en hoşunuza gidenini bağışlayınız."
 
Ayet-i Kerimeyi büyük bir dikkat ve hassasiyetle dinleyenlerin içinde Ebu Talha da bulunuyordu. Ebu Talha'nın Mescid-i Saadet'e yakın bir yerde, içinde 600 hurma ağacı bulunan pek kıymetli bir hurma bahçesi vardı. Sık sık dâvet ettiği Resûlullah'a burada ikramda bulunurdu..
 
Bu zat derin bir vecd ve huşuu içinde Âyet-i Kerimeyi dinledikten sonra ayağa kalkarak şu açıklamayı yaptı. «- Yâ Resûlellah, benim servetim içinde en kıymetli ve bana en sevgili olan, işte şu şehrin içindeki sizin de bildiğiniz bahçemdir. Bu andan itibaren Allah rızası için onu Allah'ın Resûlüne bırakıyorum. İstediğiniz gibi tasarruf eder, dilediğiniz fakire verebilirsiniz.
 
Bu sözleri söyledikten soma Ebu Talha, sevinçli ve neşeli bir hal ile kararını tatbik için Mescid-i Şerifden çıkarak bahçeye gitti.
 
Bir hurma ağacının gölgesinde oturan hanımı ile duvarın dışında bekleyen Ebu Talha arasında şu ibretli konuşma (bilgi yelpazesi.net) oldu:
 
Hanımı: "- Yâ Eba Talha, duvarın dışında ne bekliyorsun? İçeri girsen ya!"
 
Ebu Talha: "- Ben içeri giremem, sen eşyanı toplayıp da dışarı çıksan ya!"
 
Hanımı: "- Neden yâ Eba Talha, bu bahçe bizim değil mi? "
 
Ebu Talha: "- Hayır, artık bu bahçe Medine fukarasınındır. diyerek Âyet-i Kerîmeyi ve verdiği kararını anlattı. Hanımının " İkimiz namına mı, yoksa şahsın için mi bağışladın? " diye bir sualine "-ikimiz namına" diye cevap veren Ebu Talha, bu sefer hanımından şu sözleri işitti:
 
" - Allah senden razı olsun Eba Talha. Etrafımızdaki fakirleri gördükçe aynı şeyi düşünürdüm de sana söylemeye bir türlü cesaret edemezdim; Allah hayrımızı kabul buyursun, işte ben de geliyorum! "
 

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.772
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.772
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 14 Kas 2016 19:47:17
PENCEREDEN GÖRÜLENLER
Bir hastanede olumu bekleyen hastalarin kogusu, kogusta bir oda, odada
iki yatak, iki hasta. Birisi pencerenin önünde, oteki duvar dibinde.
Yasamlarinin su son doneminde pencere kenarindaki, sabahtan aksama
pencereden bakip, tum gorduklerini duvar dibinde hicbirsey gormeyen
arkadasina aktarir. "Bugun deniz dunden daha durgun. Ruzgar hafif olmali .
Beyaz yelkenliler belli belirsiz ilerliyor.... Park mi ? Park henuz tenha. Salincaklarin
ikisi dolu, ikisi bos" ya da "Gecen haftaki sevgililer yine
geldiler. Eleleler, bir siraya oturdular. Hep erkek anlatiyor kiz dinliyor. Simdi erkek
kizin saclarini oksuyor. Opusuyorlar... Ne kadar da guzeller. "
"Erguvanlar bugun cildirmis, oyle bir cicek acti ki; etraf mordan gecilmiyor. Erikler desen gelinden farksiz..."
" Eyvah miniklerden biri dustu. Annesi yetisti bagrina basiyor cocugu .
Neyse cocuk sustu.
Guluyor simdi."......
" Ogrenciler mi? Onlar yine kitaplarina dalmislar.....
dur bakayim haa... simitci geldi. Iki simit alip bese paylastirip yiyorlar. Simdi de
cocuklara katildilar ucurtma ucurtmaya.... Ucurtma yukseliyor
yukseliyor." ... "Hayir yelkenliler henuz görünmedi, ama martilarin
keyfi yerinde. Baloncu da erkenci. Mavi, mor, yesil, kirmizi, turuncu kocaman
balonlari var..." Hergun boyle surup giderken, her gordugunu anlatirken
ansizin, muthis bir kriz gecirir pencere yanindaki.! Duvar dibindeki
dugmeye bassa, doktor cagirabilir. Ve belki de yanindaki arkadasini kurtarabilir.Ama... ama...
arkadasi ölürse, pencerenin yani bosalacaktir. Ve duvar dibindeki dugmeye
basmaz, doktor cagirmaz. Arkadasi ölür. Ertesi sabah duvar dibindekinin
yatagini pencerenin yanina tasirlar. Bekledigi an gelmistir. Yattigi
yerden pencereden disari bakar. Pencerenin dibinde kapkara
duvardan baska hicbirsey yoktur.
( 19 Mart 1992 )

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.461
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.461
  • Müdür Yardımcısı
# 15 Kas 2016 00:08:59
Adamın biri Musa Aleyhisselâm'a:
— Ya Musa, ben bütün hayvanların dilinden anlamak istiyorum. Tur'u Sina'ya gittiğin zaman Allah'tan iste de benim duamı kabul etsin, diyordu.

Musa Peygamber:

— Her şeyi bilmek iyi olmaz. Senin hayvanların dilinden anlamaman daha iyidir. Bu sevdadan vazgeç, dediyse de, adam illâ öğrenmek istiyordu.

Bir gün Musa Aleyhisselâm Tur'a çıktığı zaman Cenab-ı Allah Musa Aleyhisselâm'a:

— «Ya Musa! O kulumun duasını kabul ettim, bundan sonra bütün hayvanların dilinden anlayacak. Yalnız her şeye ehemmiyet vermesin, sonra onun için iyi olmaz.» buyurmuştu.

Musa Aleyhisselâm, Tur'u Sina'dan geldikten sonra durumu bildirip her şeyle fazla ilgilenmemesini söyledi. Kendisine selâhiyet verilen adam, akşam ahıra hayvanlarını yemlemeye girmişti. Orada eşekle öküzün konuşmalarına şâhid oldu.

Onlar aralarında şöyle konuşuyorlardı:

Öküz:

— Yahu eşek kardeş, senin işin ne iyi, bana yazın rahat yok, kışın rahat yok. Sabah olacak çifte koşacaklar, ama sense akşama kadar rahat gezeceksin, diyordu.

Eşeğin öküze nasihati şöyle oldu:

— Bunlar hep senin ahmaklığından... Sen sabah olunca hasta numarası yaparsın, akşamdan sahibimizin döktüğü yemi bile yemezsin. O da sabahleyin seni bu haliyle görünce çifte koşmaktan vazgeçer ve birkaç gün olsun istirahat etmiş olursun, dedi.

Bu sözler öküzün hoşuna gitmişti. Hakikaten yem yemedi ve öyle aç karnına sabaha kadar yattı. Eşek ise öküzün yemlerini bile kendisi yemişti. Tabii bunların bu konuşmalarını sahibi duymuş ve gülerek ahırdan çıkmıştı.

Sabah oldu, adam ahıra girdi ki, öküz aç. Kalkması için birkaç tekme vurdu ise de öküz hastalanmıştı.

Adam:
— Bu sefer de onun yerine eşeği koşalım, diyerek aldı tarlaya götürdü

Akşama kadar eşekle çift sürdü. Eşeğin emdiği süt burnundan gelmişti. Akşam eve geldiği zaman öküz rahat rahat geviş getiriyor kendi kendine hakikaten bu iyi bir numara oldu diyordu. Eşek bu işin çekilemeyecek gibi olduğunu görünce öküze başka yoldan akıl verip kurtulmak istedi:

-Öküz kardeş, sen böyle yatarsan sahibimiz seni satacak. Bu gün tarlada beni gören köylüler sordular. O da, zaten tembel bir öküzdü, şimdi de hasta oldu. Yarın kasaba vereceğim, dedi. Eğer yarın' da böyle yaparsan kendini bıçağın altında bil, diyerek sabahleyen çifte gitmekten kurtuldu.

Adam bunların bu konuşmalarını dinledikçe kendi kendine gülüyor ve:

- Gördün mü ne kadar iyi bir şeymiş hayvanların dilinden anlamak, diyordu.

Ertesi sabah horozla köpeğin konuşmalarına şahit oldu.  Horoz:
-Yarın efendinin, öküzü ölecek. Sana müjdem var. İyi bir ziyafet olacak senin için, diyordu.

Adam bunu duyar duymaz hemen pazara götürüp öküzünü sattı ve zarardan kurtuldu.

İkinci gün oldu, köpek horoza:

- Niye yalan söyledin? Hani ziyafet? Adam öküzü sattı kurtuldu, dediğinde, bu sefer horoz:

-Hiç merak etme! Öküzü sattı ama, yarın kölesi ölecek ve onun hayrına mutlaka bir yemek yedirirler. Sen de artıklarından istifade etsen yeter, dedi.

Adam bunu da duymuştu. Hemen pazara çıkarıp kölesini de sattı.
Köpek gene ziyafete erişememişti. Horoza:  -Beni ne kandırıp duruyorsun? diye çıkıştı.  Horoz:

-Ben yalan söylemem... Ziyafet var dediysem vardır. Efendimiz öküz ve köleyi satarak zarardan kurtuldu ama, yarın kendisi ölecek, işte o zaman ziyafetin büyüğü olacak, dedi.

Adam horozdan bunları duyunca etekleri tutuştu. Ne yapacağını şaşırdı ve doğru Hazreti Musa'nın huzuruna çıkıp durumu anlattı:

-Hakikaten ben yarın ölecek miyim? Bunun bir çaresi yok mu? diye yalvarmaya başladı.

Musa Aleyhisselâm:

-Ben sana demedim mi? Her şeye ehemmiyet vermeyeceksin diye... Eğer sen öküzü satmasaydın, o ölecek ve belâ atlatılmış olacaktı. Ama sen onları satmakla başkalarının zarar etmesini istedin. Kendi menfaatini düşünüp başkalarını kendisi gibi hesap etmeyenin hali budur, dedi.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.772
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.772
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 15 Kas 2016 19:02:28
        KÖPEK

Mandelson 12 yaşında fakir bir ailenin çocuğudur. hayatta tek tutkusu köpeklerdir. Her gün pet shoplari gezip, köpeklere bakıp onlardan bir tanesine sahip olacağı günü hayal edermiş. Her zaman babasına yalvarıp kendisine köpek alabilmesi için gerekli parayı vermesini ister, ama babası maddi imkanları yüzünden karşı çıkınca da çok üzülürmüş.
   Bu nedenle bütün harçlıklarını biriktirip babasını da razı edip biraz daha para toplamış. Doğruca çarsıdaki hayvan dükkanına gitmiş. Bir köpek beğenmiş. Dükkan sahibine fiyatını sormuş. Adam:
   "O köpek satılık değil!" cevabını verince; Mandelson gayri ihtiyari nedenini sormuş. Adam:
   "O köpeği satamam çünkü onun bir ayağı yok" demiş. Çocuk:
   "Olsun ben onu istiyorum" demiş. Adam:
   "Evlat o köpek sana istediğini veremez" diye eklemiş. Çocuk:
   "Ne gibi?" diye karşılık verince; adam:
   "O koşamaz, seninle oynayamaz, yani seni eğlendiremez" demiş.    Çocuğun ısrarlarına dayanamayan dükkan sahibi köpeği çocuğa hediye etmek istemiş. Fakat Mandelson teklifi reddedip cebindeki bütün parasını adama uzatmış. Adam isteksiz ama çocuğun köpek sevgisinden duyduğu sevinçle parayı alıp, Mandelson'a:
   "Evlat bu köpeğin sakat olduğunu bile bile neden o kadar ısrar ettin?" diye sorunca Mandelson pantolonunun paçasını aralayıp protez bacağını göstererek su yanıtı vermiş: "siz o köpeği bana sakat olduğu için vermek istemediniz, ama inanın beni ondan daha iyi hiçbiri mutlu edemezdi!"

Çevrimdışı adamın biri

  • Bilge Üye
  • *****
  • 5.009
  • 23.144
  • 5.009
  • 23.144
# 15 Kas 2016 23:46:40
Yaşlı adamın eşi evde tereyağı yapıyordu kocası ise her gün yakınlardaki bakkala götürüp satıyor, onunla geçiniyorlardı. Bakkal adamın getirdiği tereyağını hiç tartmıyordu ancak, bir gün "Acaba" dedi. Adam gittikten sonra tereyağını tartıya koydu, 900 gram olduğunu gördü çok öfkelendi ve "Yarın geldiğinde bunun hesabını sorar bir daha da ondan alışveriş yapmam" dedi.

Ertesi sabah yaşlı adam elinde tereyağı içeriye girdi. Bakkal sert bakışlarıyla "Bir daha senden tereyağı almayacağım." dedi. Yaşlı adam üzülerek ” Efendim bir yanlışım mı oldu. ” dedi. Bakkal “Evet efendi! Senin bana verdiğin tereyağını tarttım 900 gram geldi, ayıp değil mi bu yaptığın” dedi.
Yaşlı adam utanarak başımı yere eğdi ve “Efendim bizim terazimiz yok, sizden bir kilo şeker almıştık onu tartı olarak kullanıyoruz” dedi. Bakkal utancından ne yapacağını şaşırdı.

Dünya böyle işte; kime ne ağırlıkta kıymet verirsen o ağırlıkta da kıymet bulursun.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.772
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.772
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 16 Kas 2016 20:03:53
        MİCROSOFT VE İŞSİZ TEMİZLİKÇİ

                  İşsizin biri, temizlik işleri için Microsoft'a başvurur. İnsan
            Kaynakları, bir ön görüşmenin ardından test (yeri temizlemek)
            yaparlar ve "işe alındın, e-mail adresini ver, sana başvuru formunu
            göndereyim, aynı zamanda, işe başlamak için geleceğin günü
            bildiririm" der.
                  Adam çaresiz, bilgisayarının, ve dolayısı ile e-mail adresinin
            olmadığını söyler. İnsan Kaynaklarından, onun adına üzüldüklerini,
            fakat e-mail'i yoksa, kendisinin de varolmadığını ve kendisi de
            olmadığı için işe alınamayacağını söylerler.
                  Adam umutsuzca, ne yapacağını bilmeden, cebinde sadece 10$ ile
            çıkar.
                  Ve bir markete girerek 10 kiloluk bir kasa domates alır. Kapı
            kapı dolaşarak, 2 saat içersinde sermayesini ikiye katlar. İşlemi
            birkaç kez daha tekrar eder ve aksam eve döndüğünde 60$'i vardır.
                  Ve bu şekilde yaşayabileceğini anlar, her sabah erkenden
            evinden çıkar ve aksam geç saatlere kadar çalışır, ve her gün
            parasını üçe, dörde katlar. Az bir zaman sonra, bir el arabası alır,
            bunu bir kamyonla değiştirir ve bir sure sonra artık, birçok araçtan
            oluşan bir nakliye şirketi sahibidir.
                  5 sene geçer, adamımız Birleşik Devletlerin en büyük gıda
            nakliye şirketlerinden bir tanesinin sahibidir artık. Artık ailesini
            ve geleceğini düşünmektedir, ve hayat sigortası yaptırmaya karar
            verir. Bir sigorta şirketini arar, kendine uygun bir plan seçer ve
            konuşma biterken, sigortacı, teklifi gönderebilmek için adamın
            e-mail adresini ister. Adam e-mail 'inin olmadığını söyler
                  "Şaşırtıcı, der sigortacı, e-mail'iniz yok ve bu hanedanlığı
            kurabildiniz, düşünün, ya bir de e-mail adresiniz olsaydı.."
                  Adam düşünür ve şu cevabı verir: - Microsoft'ta temizlikçi
            olurdum!!
                  Bu hikayeden alınacak dersler :
                  1- Internet, hayatının çözümü değildir.
                  2- Eğer Microsoft'ta temizlikçi olmak istiyorsan e-mail adresi
            edinin.
                  3- Eğer e-mail'in yoksa ve çok çalışıyorsan, zengin
            olabilirsin.
                  4- Eğer bu hikayeyi e-mail vasıtası ile aldıysan, temizlikçi
            olma şansın milyoner olma şansından daha fazla.

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.461
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.461
  • Müdür Yardımcısı
# 17 Kas 2016 00:34:14
Bâyezîd-i Bistâmî "kuddise sirruh" hazretleri, Hacca giderken bir köyde konakladı. Fakat kimse onu tanımıyordu. Orada bir yemek daveti vardı. Onu da, bir garip yolcu diyerek davet ettiler. Yemek yenildikten sonra namaz için, orada bulunanlar abdest alıyordu. Bu esnada bir ihtiyarın, kendi başına bir köşede elindeki ibrikle abdest almaya çalıştığını gördü. Hiç kimsenin kalkıp da bu ihtiyara yardım etmemesi, Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerinin dikkatini çekti ve ihtiyarın yanına geldi. Usulcacık ibriği tutarak, ona su döktü. O zât da, pek memnun oldu. Ayaklarına da suyu döküp, ihtiyarın potinlerini giydirdiği sırada, yavaşça kulağına eğilen Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri; "Amcacığım, sen gençliğinde bir büyük zata hiç hizmet etmedin mi ki, şu insanların hiçbiri sana hizmet etmiyor. Bu nasıl bir iş merak ettim" dedi. İhtiyar amca uzun uzun tebessüm etti, o da Hazret-i Şeyh'in kulağına eğilerek; "Ah güzel evlâdım elbette hizmet ettim. Hem de senelerce mürşidime hizmet ettim. Hiç hizmet etmeseydim, senin gibi bir kutb-ı âlem benim ayaklarıma su döker miydi?" dedi.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.772
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.772
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 17 Kas 2016 20:07:52
Salebe

Ebu Ummet-ul Bahilî'nin rivayet ettiğine göre Salebe İbni Hâtip Peygamber'imize
" Ya Rasûlallah, Allah'a duâ et de bana mal versin" dedi.
Peygamber'imiz onun bu arzusunu
"Yâ Salebe, şükrünü edâ ettiğin az mal, şükrünü yerine getiremeyeceğin çok maldan daha iyidir." diye karşılık verdi.
Salabe yine de "Ya Rasûlallah , Allah'a dua et de bana mal versin" diye ısrar etti.
Peygamberimiz ona
"Ya Salabe, beni misâl almak istemezmisin? Allah'ın Rasûlu gibi olmak istemezmisin? Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederek söylüyorum ki, dağların benim için altın ve gümüş olmasını dilesem, olurlardı." diye cevap buyurdu.
Salabe bu sefer dedi ki, "Seni Hak dinle peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki, bana mal versin diye Allah'a dua edersen, her hak sahibine hakkını vereceğim., şöyle şöyle yapacağım."
Bunun üzerine Peygamber'imiz "Allah'ım, Salabe'ye mal nasib eyle" diye dua etti. Salabe de koyun edindi.
Salabe'nin edindiği koyunlar böcek gibi üredi. Öyle ki, sürüsüne Medine dar geldiği için vâdiye taşındı. Bu yüzden öğle ve ikindiyi cemaatle kılıp, diğer vakitler cemaatten geri kalmaya başladı. Bu arada sürü üremesine devam ettiği için Salabe başka bir yere taşınmak ihtiyacını duydu ve Cuma'dan başka hiçbir namazı cemaatle kılmamaya başladı.
Derken sürü böcek gibi üremeye devam etti. Salabe de Cuma günleri kervanların yoluna çıkarak Medine'de olup bitenleri öğrenir oldu.
Bir gün Peygamber'imiz "Salabe ne yapıyor?" diye sordu. O'na "Ya Rasûlallah, sürü edinince Medine'ye sığmaz oldu" diye başlayarak olup bitenleri anlattılar. Peygamber'imiz "Yazık Salebe'ye, yazık Salebe'ye yazık Salebe'ye" diye buyurdu.
Bu sırada "Onların mallarından belirli bir sadaka al, böylece onları temizlemiş ve nefislerini arındırmış olursun. Onlar için duâ et, senin duân onları huzura kavuşturur."(Tevbe süresi âyet: 103) meâlindeki âyet inerek zekat vermek farz kılındı.
Peygamber'imiz Cuheyne kabilesi ile Beni Suleym kabilesinden iki kişiye yazılı bir emirname verip zekât toplamakla görevlendirdi., onlara "Saleb Bin Hatib ile Beni Suleym'den falan adama varıp zekâtlarını alın" diye emir verdi. Adamlar yola çıkıp Salebe'ye vardılar, Peygamber'imizin emirnamesini okuyarak kendisinden zekâtını vermesini istediler.
Salebe tahsildarlara "Bu cizyeden başka birşey değil, Bu cizyeden başka birşey değil, Bu cizyenin kardeşidir, gidin işiniz bitince bana yine uğrayın" dedi.
Bunun üzerine tahsildarlar Suleymi'ye yöneldiler. Suleymi onların geldiğini duyunca develerin en semizini seçerek onu zekatlık olarak ayırdı ve tahsildarları onunla karşıladı. Tahsildarlar bunu görünce " En semiz deveyi vermen gerekli değil, o yüzden bunu senden almak istemiyoruz" dediler. Suleymi "Ne münasebet alın onu, ben gönül hoşnutluğu ile veriyorum. Onu siz alasınız diye ayırdım." dedi.
Tahsildarlar görevlendirdikleri diğer zekâtları toplamayı bitirince geri dönerken Salebe'ye bir daha uğradılar, zekâtını vermesini istediler. Salebe bu sefer onlara "Yanınızdaki yazıyı gösterin" dedi. Yazıya göz atarken yine "Bu cizyenin kardeşidir, siz gidin ben ne yapacağımı düşüneyim" dedi.
Tahsildarlar Paygamber'imize döndüler. O onları görür görmez daha kendileri ile konuşmadan "Yazıklar olsun Salebe'ye" dedi. ve Suleymi'ye duâ etti. Tahsildarlar da Peygamber'imize gerekSalebe'nin ve gerekse Suleyni'nin nasıl davrandığını anlattılar. Bunun üzerine Allah (C.C.) Salebe Hakkında:
"Onlardan bir kısmı "Eğer Allah bize mal bağışlarsa mutlaka zekat verir ve mutlaka salihlerden oluruz" diye söz verdiler. Fakat Allah onlara mal bağışlayınca onu cimrilik ettiler, arka dönüp sözlerinden caydılar.
Allah da kendisine verdikleri sözden cayarak yalan söyledikleri için O'nun karşısına çıkacakları güne kadar kalblerine nifak ekmek suretiyle onları cezalandırdı." (Tevbe Suresi, Ayet: 75-77) mealindeki ayet indi.
Bu sırada Peygamber'imizin yanında bulunan Salebe'nin bir akrabası, inen ayeti duyunca Salebe'ye vararak ona "Yâ Salebe, anan ölesi, ulu Allah senin hakkında öyle şöyle bir ayet indirdi." dedi.
Bunun üzerine yola çıkan Salebe, Peygamber'imize vararak zekatını almasını istedi. Peygamber'imiz kendisine
"Allah, bana senden zekat almayı yasakladı" diye cevap verdi.
Peygamber'imizin bu cevabı üzerine Salebe başına toprak serperek döğünmeye koyuldu.
Peygamber'imiz ona
"İşte senin amelin, verdiğim emri yerine getirmedin." dedi.Peygamber'imiz (aleyhissalatu ve sellem) vereceği zekâtı almak istemeyince evine döndü.
Peygamber'imiz (s.a.v.) Ahirete göçünce Salebe, zekât borcunu Hz. Ebû Bekr'e getirdi, fakat Ebû Bekr de onu geri çevirdi. Arkasından Hz. Ömer'e getirince o da kabul etmedi. Hz. Osman'ın halifeliğe geçişinden sonra da Salebe Öldü.


 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK