İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı saraydangelme

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.474
  • 34.654
  • Öğrenci Velisi
  • 4.474
  • 34.654
  • Öğrenci Velisi
# 06 May 2017 12:54:26
anlayana...

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.304
  • 223.494
  • 28.304
  • 223.494
# 10 May 2017 16:24:31
BERAT'INI ALAN ADAMIN MUHTEŞEM HİKAYESİ

Eski zamanların birinde saf mı saf temiz mi nn, her şeye ve herkese kanan bir adam yaşarmış. Tüm muradı insanlara hizmet edip Rabbinin rızasını kazanmakmış. Fakat bazı kendini bilmez insanlar, onun bu saflığından yararlanıp, ona kötü şakalar yaparlar, üzerlermiş.
Gel zaman git zaman, bu saf adamın köyünden bir grup insan umre ziyareti yapmaya karar verirler. Giderlerken bu adamcağızı da yanlarında götürmeye karar verirler.
“Yolda biraz takılırız, zaman geçiririz.” diye.
Nihayet uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra yüce ALLAH’ın evi Beytullah tüm heybetiyle görünmüş. Müslümanlar ve bizim iyilik timsali saf adamımız, heyecan ve sevinçle ona koşmuş ve umre vazifelerini yerine getirmişler.
Yaklaşık on gün burada ibadet ve taatla meşgul olan kafile artık toparlanıyormuş.
Şimdi Resûlullah’a varma zamanı gelmişti.
Nur şehir Medine’ye gitmek için yola koyulmuşlardı.
Mekke’den bir mil mesafe ayrılmışlardı ki, içlerinden biri çantasından birtakım kâğıtlar çıkarmış, acele ile arkadaşlarına dağıtmaya başlamış.
“Bu nedir?” diyenlere:
-”Susun, sessiz olun. Bizim saf adam duymasın, ona müthiş bir oyun hazırladım.” demiş.
Kafilede olan herkese dağıtmış.
O kâğıtlardan sadece saf adama vermemiş.
Arkadaşları dayanamamış, “çabuk anlat, oyunun nedir?” demişler.
Adam:
-”Bakın, birazdan saf adam gelecek. Bizlere ellerimizdeki kâğıtların ne olduğunu soracak.”
-”Eee, biz ne diyeceğiz?” diye atılmış arkadaşları.
-”Diyeceğiz ki, bu kâğıtlar bize cennetten gelmiştir. Umre ziyaretimizi kabul eden ALLAH, bizlere beraatlarımızı gönderdi.” diyeceğiz.
Arkadaşlarından bazıları:
-”Fakat bu çok ağır bir şaka.” dedilerse de bu işi yapmaya karar verdiler.
Biraz sonra saf adam yanlarına gelmişti. Birde ne görsün, herkesin elinde birtakım kağıtlar, onu öpüp kokluyorlar.
Dayanamadı:
-”Ey benim arkadaşlarım! Nedir o elinizdeki öpüp kokladığınız kâğıtlar?” diye sordu.
Hepsi birbirlerine kaş göz edip gülüşmüşlerdi.
Bu oyunu hazırlayan zat ona:
-”Aaa, senin bu kâğıtlardan haberin yok mu?”
-”Hayır, yok.”
-”Ama nasıl olur, bak, hepimize gönderildi bundan.”
-”Fakat anlamıyorum, nedir onlar? Kim gönderdi?”
-”Kim olacak, umremizi ve ibadetlerimizi beğenip kabul eden ALLAH gönderdi.”
Saf adam âdeta beyninden vurulmuştu.
Son baharda yaprakları dökülüp en ufak bir rüzgârda titreyen bir gül ağacı yaprağı gibiydi. Dudakları:
-”Rabbim! Rabbim! diye kıpırdıyordu.
Aniden yönünü Mekke’ye çevirdi.
Kâbe karşısındaydı; birden olanca kuvvetiyle koşmaya başladı.
Arkadaşlarının
-”Dur, gitme! şaka yaptık.” sözlerini duymuyordu bile.
Onun gönlü yanmıştı, hem de nasıl bir yangın? Belki Nil nehri oraya aksa, söndüremeyecekti. Düşüyor, kalkıyor, ağlıyordu. Sonunda kavuşmuştu Beytullah’a. Ona öyle bir sarıldı ki, gözyaşlarını, Kâbe’nin örtüsü içine çekiyordu. Kalbini âlemlerin Rabbi olan ALLAH’a bağlamış haykırıyordu:
-”Ey yüceler yücesi ALLAH’ım! Ey benim Rabbim!
Niye benim beraatımı vermedin, ne kusur ettim?
ALLAH’ım! Arkadaşlarım öyle mutlu ve sevinçli, ben böyle boynu bükük yetim kaldım.
Rabbim! Sana yalvarıyorum! Benim de beratımı ver. Ne olur ALLAH’ım, beratımı ver!”
O, böyle yalvarırken, kafasına bir şeyin değip yere düştüğünü hissetti. Bir de ne görsün, arkadaşlarının ellerindeki kâğıtlardan çok daha güzel bir kâğıt. Hemen aldı, sevinçten ne yapacağını şaşırmıştı. Hemen kalktı kafilesine doğru koşmaya başladı. Bir yandan da bağırıyordu:
-”Aldım! Aldım! Ben de beratımı aldım!?”
Arkadaşlarının hepsi şaşırmıştı.
Adam yanlarına gelince, hemen elindeki kağıdı aldılar.
O da neydi? Bu kâğıt nasıl da güzel kokuyordu! Hayatlarında hiç bu kadar güzel bir koku koklamamışlardı. üstelik çok garip harika desenli bir kâğıttı.
Şimdi hepsi telaşlanmışlardı, işin içinde bir iş vardı.
Hiç vakit kaybetmeden hemen Mekke’ye döndüler ve o devrin büyük âlimi bir büyük zata gittiler.
Kâğıdı ona verdiler.
O âlim zat kâğıdı eline alır almaz, ayağa kalktı.
-”SübhanALLAH! Bu cennet kokusudur.” dedi. Kâğıdı açınca hayret ve dehşeti arttı:
-”Bu,” dedi, “bu bir berattır. Falan adama yazılmıştır. Hem de nur mürekkeple yazılmıştır.”
Hepsi donmuşlardı. Kimileri hüngür hüngür ağlıyordu. Âlim o saf adamı kucaklamış sakallarından, yüzünden, ellerinden öpüyordu.-”Ne olur bana dua et!” diye rica ediyordu.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.769
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.769
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 11 May 2017 03:29:27
BÜTÜN ANNELER
 Bir adam eşine yemeğe dışarı çıkalım mı ? diyor. Eşi ise şöyle cevap veriyor, 'Hayır, benim yerime git başka bir kadını yemeğe götür, hayır ben
seninle yemeğe çıkmayacağım, başka bir kadınla git.' Adam şaşırıyor ve diyorki, ' Ben seni yemeğe çıkaracağım, sen ise başka bir kadınla gitmemi
söylüyorsun, ben öyle bir adam değilimki, sen hangi kadından bahsediyorsun?' Eşi: 'Annen' diyor. 'Bugün teklifini reddediyorum, böylece sende annenle
beraber gidersin, uzun zamandır annenle yemek yemedin, beraber vakit geçirmedin, bu yüzden annenle git.' Adam diyor,'Bu düşüncenden dolayı Allah
senden razı olsun.' Adam hemen annesini arayıp söylüyor ' Anne hazırlan gelip seni arabayla alcağım, dışarıda yemek yiyeceğiz, sonrada biraz
yürürüz.' Annesi duyduğuna inanamadı. Annesi: 'Gerçektenmi?' Adam: 'Vallahi evet. Hadi yemeğe çıkalım.' Annesi o kadar mutlu, sevinçliydiki...
Bu onun için sanki bir rüya gibiydi. Nerede ya da ne yedikleri önemli değildi, sokakta bir kaldırımda bile oturup yemek yeseler farketmezdi.
Önemli olan şey, oğlunun onunla beraber olması ve ona karşı sevecen olmasıydı. Eşiyle ve çocuklarıyla meşgul olmasına rağmen oğlu annesni unutmamıştı.
Böylelikle beraber bir gün geçirdiler, bu onun hayatının çok güzel bir günüydü. Eve dönerken oğlu annesine dedi ki, 'Annecim, mutlu musun?
Yürüyüş seni mutlu etti mi?' Annesi: 'Evet vallahi çok güzeldi, Allah senden razı olsun.' Oğlu: 'İnşallah bunu tekrar yapacağım.' Annesi: Hayır,
İnşallah bir dahaki sefere ben seni davet edeceğim.' Haftalar geçti aylar geçti. Adam çok meşguldü. Annesi hastlandı ve vefat etti. Oğlu çok üzgündü,
bir kaç gün sonra aynı restorandan kendisi ve bir başkası için davet geldi ve bu yemeğin hesabı ödenmişti bile. Adam şaşırdı, bu yemeğin hesabını
kim ödemişti ki? Adam eşiyle beraber annesiyle yemek yediği aynı yere gitti. Orada annesinden bir mektup vardı. Diyordu ki: 'Sevgili oğlum,
Allah senden razı olsun, seni aynı yere davet edeceğime söz vermiştim ama sen sürekli meşguldün. Şimdi ben sözümü tutmuş olacağım, seni ve değerli
eşini davet ediyorum, Allah senden razı olsun.'
'Rabbin sadece kendisine kulluk etmenizi, ana babanıza da iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa,
kendilerine 'Of' bile deme, onları azarlama, ikisinede güzel söz söyle.'
(İsra Suresi 23. Ayet)

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 12 May 2017 10:25:27
HİCRETİN 3. asrında yaşamış büyük bir velinin nasıl tövbe ettiğini kendisi şöyle anlatır:

“Ben zamanın ve çevrenin kötü ahlâkına uymuş, tefecilik yapan bir insandım. Haftada bir borç verdiklerimin kapısına gider tahsilat yapardım. Bir gün yine evden çıktım, çocuklar sokakta oynamaktaydı. Bir çocuk diğerlerine bağırarak ‘Yoldan çekilin, aman uzaklaşın, tefeci geliyor, onun ayağından kalkan toz üzerimize yapışırsa belki biz de Allah’ın (CC) gadabına uğrarız!’ diyerek seslendi. Bu söz içime ateş gibi düştü. O an kulluğumdan utandım ve Allah Teâlâ’ya samimiyetle tövbe ettim. Tek tek evlere uğradım, helalleşip hatta üzerine de para vererek tefecilik ve faiz işini bıraktım. Ağlaya ağlaya evime doğru yürüyordum. Aynı çocuğun diğerlerine şöyle seslendiğini işittim:

‘Çocuklar koşun, Allah Teâlâ’nın tövbe eden, veli bir kimsesi şu an sokağımıza geldi. Belki ayağından kalkan toz üzerimize konar da Allah Teâlâ’nın rahmetine ve yakınlığına kavuşuruz.’

O günden beri Allah Teâlâ’ya asi olmaktan, günah işlemekten ve bu muhabbeti kaybetmekten hep korkarım.”

Çevrimdışı Gülirem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 12 May 2017 10:29:55
ne kadar hoş. adamın hidayetinden çok dikkatimi çekti:

-onun ayağından kalkan toz üzerimize yapışırsa belki biz de Allah’ın (CC) gadabına uğrarız....

-Belki ayağından kalkan toz üzerimize konar da Allah Teâlâ’nın rahmetine ve yakınlığına kavuşuruz...

kötülükten sakınmak ve iyiliğe yakın durmak adına bizler de bu şekilde hassas olmayı dileriz allahtan.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.304
  • 223.494
  • 28.304
  • 223.494
# 15 May 2017 21:44:05
Sultan 4. Murat'a Sırtını Keseleten Adam

Sultan 4. Murat zamanında Habib Baba adında pek bilinmeyen bir Allah dostu yaşarmış. Yaşlı, fakir, gariban bir insanmış... Habib Baba, uzun bir kervan yolculuğunun sonunda İstanbul'a gelmiş. Yolculuğunun tozunu, yorgunluğunu atmak için bir hamama gitmiş. Niyeti; şöyle iyice bir keselenip, paklanmak, bedeninin temizliğini de ruhunun temizliğine denk kılmakmış. Fakat gelin görün ki gittiği hamamı o gün Sultan 4. Murat'ın vezirleri kapatmışlar. Hamamcı Habib Baba’yı içeri sokmak istememiş. "Bugün" demiş, "Sultan 4. Murat'ın vezirleri hamamı kapattılar. Dışarıdan müşteri alamam." Habib Baba üzülmüş. Rica, minnet... Israr etmeye başlamış. "Ne olursun" demiş, "kimseye varlığımı belli etmem, aceleyle yıkanır çıkarım. Bu tozlu bedenle Rabbim'e ibadet ederken utanıyorum."
Hamamcı da insaflı insanmış... Dayanamamış. Hamamın en sonundaki odayı göstererek; "Baba şu odada hızla yıkanıp çık. Para da istemem. Yeter ki; vezirler, senin farkına varmasınlar." demiş. Habib Baba sevinerek kendine gösterilen odaya girmiş... Yıkanmaya başlamış.
Az vakit sonra bir fakir müşteri daha hamamcının karşısında dikilivermiş. Boylu poslu, genç, yakışıklı biriymiş bu kez gelen... Görünümü de oldukça fakirmiş. Ama sadece görünümü... Bu kişi tebdil-i kıyafet (kılık değiştirmiş) Sultan 4. Murad'mış. O gün vezirlerinin hamamda, topluca alem yapacaklarından haberdar olduğundan "Vezirlerinin kendi başlarına nasıl eğleniğini, eğlenirken kendisinin arkasından söz söyleyip söylemediklerini..." merak etmiş.
Hamamcı padişahı tanımadığından; bu fakir gence de Habib Baba’ya söylediğinin aynısını söylemiş. "Bugün Sultan 4. Murat'ın vezirleri hamamı kapattılar. Dışarıdan müşteri alamam." Padişah da ısrar etmiş. "Ne olursun hamamcı? Kirli bedenle ibadetimi nasıl yaparım?" Hamamcı yine dayanamamış ısrara... Habib Baba’nın yıkanmakta olduğu odayı göstererek, genç padişahın kulağına fısıldamış; "Şu odada bir ihtiyar yıkanıyor. Sen de sar peştemali beline, o odaya gir. Beraber sessizce yıkanın, bir an evvel çıkın. Aman gözünüzü seveyim vezirlerin varlığınızdan haberi olmasın." Sultan 4. Murat beline peştemalı sarıp Habib Baba’nın bulunduğu odaya girmiş. Usulca selam verdikten sonra yıkanmaya başlamış. Bu arada, hamamın büyük salonundan gelen tef, dümbelek, şarkı, türkü sesleri ortalığı inletiyormuş...
Habib Baba'nın gözü, genç hamam arkadaşının sırtına takılmış. Gencin sırtı pek bir kirli gibi görünmüş gözüne... Habib Baba, o kişinin tedbil-i kıyafet padişah olduğunu habersiz yumuşak bir sesle sormuş; "Evladım sırtın pek bir kirlenmiş. Müsaade edersen bir keseleyivereyim." Padişah aldığı bu teklif karşısında çok şaşırmış ama çok ha hoşuna gitmiş. Hoşuna gitmiş çünkü; ömründe ilk defa biri ona padişah olduğunu bilmeden, sırf bir insan olduğu için ve karşılık beklemeksizin bir iyilik yapmayı teklif etmekteymiş. Memnuniyetle Habib Baba'nın yanına yanaşan padişah; "Buyur baba" demiş, "Ellerin dert görmesin!" Bu sırada içerideki alemin sesleri hamamı çınlatmaya devam etmekteymiş.
Habib Baba, 4. Murat'ın sırtını bir güzel keselemiş... Padişahın gönlü bir kuru teşekkürle yetinmeye razı olmamış. "Ne de olsa insandır. O da her insan gibi kendine yapılan iyiliklerin kölesidir." diye düşünüp; "Baba" demiş, "Gel ben de senin sırtını keseleyeyim de ödeşmiş olalım." Habib Baba teklifin kimden geldiğinden habersiz, tebessümle; "Olur evladım" demiş. Sultan 4. Murat bir yandan kese yaparken, bir yandan da Habib Baba'nın ağzını yoklamak istemiş. "Baba be" demiş, "Duyuyor musun şu içerdeki eğlencenin seslerini... Şu hayatta Sultan'a vezir olmak varmış. O seni sevince; bak adamlar içerde tef, dümbelek hamamı inletiyorlar... Sen ve ben ise burada iki hırsız gibi..." Habib Baba genç sultana kendi hükmünü söylemiş:
- Be evladım Sultan Murat dediğin kimdir? Sen asıl Alemlerin Rabbi'ne kendini sevdirmeye bak! O seni sevince; sırtını bile Sultan Murat'a keselettirir!...

Çevrimdışı Gülirem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 18 May 2017 06:47:20
(Ehli  Beyt'ten güzel bir hikâye)


Hz. Fatıma(ra),
- Ya Ali(ra), Hasan, Hüseyin aç, evde yiyecek yok, gidip yiyecek bir şeyler alsana, der.

Hz. Ali'nin sadece altı dirhemi vardır.
Yiyecek almak için evden çıkar ve giderken yolda kavga eden iki insan görür.

Hz Ali:
"Niçin kavga ediyorsunuz? Şu âlemde Allah'ı düşüneceğiniz yerde niçin birbirinizle mücadele ediyorsunuz?" diye sorar.

Kavga edenlerden biri, diğerinden altı dirhem alacağı olduğunu, vermediğini, söyler.
Hz Ali cebindeki altı dirhemi çıkarır ve alacaklıya verir. Evine geldiğinde eli boştur, 'Cennet kadınlarının seyyidesi',

- Ya Ali, hiç mi bir şey almadın? diye sorunca,
-Ama ara düzelttim ya Fatıma, der.
Hz Fatma'nın yüzünde nurlu bir gülümseme belirir. Memnundur kocasının bu güzel hareketinden.

Daha sonra Hasan'la Hüseyin ağlamaya başlarlar, açız diye. Bu acı manzaraya dayanamaz ve evden çıkar. Yolda bir adama rastlar. Elinde besili bir deve;
- Ya Ali, bu deveyi sana satmak isterim, ucuza satacağım.
- Param yok, der Hz Ali.
- Olsun, der adam.
- Bu deveyi sana vermeyi çok istiyorum.150 dirhem bu deve. Al sonra ödersin. Alır Hz Ali o deveyi.

Yolda giderken başka adama rastlar.
- Ya Ali, der, ne güzel bir deve bu. Ben bunu 300'e alayım ne olursun reddetme beni.

Hz Ali:
- Ama ben bunu 150'ye aldım, der.
- Olsun, ben çok beğendim bunu ve deveyi satar.

Hz Ali mutlu bir şekilde gider yiyecekleri alır eve döner. Sonra Peygamber'in huzuruna çıkar.
Efendimiz(s.a.v.) güler, gel der, ya Ali şu deve hikâyesini anlat.

Anlatınca da der ki:
- Sen ki ara düzelttin. Allah Cebrail'i ile sana deveyi sattı. İsrafil'i ile de satın aldı.
Her kim ki ara yapar, birleştirir, düzeltir, ikilikten insanları kurtarırsa o bendendir ya Ali.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.304
  • 223.494
  • 28.304
  • 223.494
# 21 May 2017 20:19:14
"
DOĞRULUĞUN SONU BÖYLE OLUR

Kralın nesli yoktu ne amcası ne dayısı ne çocukları soyu yoktu ve “Öldükten sonra tahtı kime bırakacağım” diye düşünürken aklına bir fikir geldi.
Ülkenin genç erkeklerini topladı ve hepsine birer tohum verdi. Dedi ki o gençlere kimin saksısından çiçek açarsa o kişi tahta geçecek dedi ve gençler gittiler.
Aralarında bir delikanlı vardı yoksuldu aldı tohumu evine gitti annesine olan biteni anlattı ve ekti tohumunu saksıya. Suyunu verdi güneş gören yere koydu aradan zaman geçti ama saksıdan çiçek falan çıkmadı ne yaptıysa yeşermedi tohumu annesi dedi oğlum sen çok ugraştın çıkmadı çiçek artık senin yapacağın bişey yok dedi.
Ogün geldi tüm tohumu alıp giden gençler saksılarını alarak kralın yanına gittiler o yoksul gençte boş olan saksını aldı ve gitti. Kral tek tek baktı tüm gençlerin saksısında rengarenk çiçekler vardı sıra o yoksul gence geldi bir tek onun saksısı boştu çiçek açmamıştı.
Kral sordu o gence senin saksın neden boş dedi genç cevap verdi kralım ne yaptıysam da çiçek açmadı olmadı çok uğraştım ama tohum çiçek vermedi bende saksıyı aldım geldim diye cevap verdi.
Ve kral o gençlere seslenerek yeni kralınızı selamlayın dedi.
birden uğultu oldu ve diğer gençler nasıl olur kralım bizim saksımız da çiçek açtı onun saksısı boş nasıl olur onu kral seçersiniz dedi.
Kral onlara döndü ben hepinize aynı tohumu vermiştim ve tüm tohumlar yanmıştı yanık tohumdan asla çiçek çıkmaz sizler baktınız tohum çiçek açmıyor başka tohum ektiniz hile yaptınız ama bu genç dürüst oldu ve yalan söylemedi ve tahtımı ülkemi adaletiyle idare edecek bu gençtir cevabını verdi.
Her ne olursa olsun hakkı söylemekten doğruyu söylemekten asla vazgeçmeyin kazanan siz olacaksınız…

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.769
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.769
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 21 May 2017 22:53:33
Cami bahcesini çevreleyen havale duvarında bulunan kapıların
üzerindeki kemerleri oluşturan taşlarda yer yer çürümeler vardı.
Restorasyon programında bu kemerlerin yenilenmesi de yer alıyordu. Biz
inşaat fakültesinde teorik olarak kemerlerin nasıl inşaat edildiğini
öğrenmiştik fakat taş kemer inşaası ile ilgili pratiğimiz yoktu.
Kemerleri nasıl restore edeceğimiz konusunda ustalarla toplantı yaptık,
sonuç olarak kemeri alttan yalayan bir tahta kalip çakacaktık. Daha
sonra kemeri yavaş yavaş sokup yapım teknikleri ile ilgili notlar
alacaktık ve yeniden yaparken bu notlardan faydalanacaktık.
Kalıbı soktuk.
Sökmeye kemerin kilit taşindan başladık. Taşı yerinden
çıkardığımızda hayretle iki taşin birleşme noktasında olan silindirik
bir boşluğa yerleştirilmiş bir cam şişeye rastladık. Şişenin içinde
dürülmüş beyaz bir kağıt vardı. Şişeyi açıp kağıda baktık. Osmanlıca bir
şeyler yazıyordu. Hemen bir uzman bulup okuttuk. Bu bir mektup idi ve
Mimar Sinan tarafından yazılmıştı. Şunları söylüyordu.
“Bu kemeri oluşturan taşların ömrü yaklaşık 400 senedir. Bu müddet
zarfında bu taşlar çürümüş olacağından siz bu kemeri yenilemek
isteyeceksiniz. Büyük bir ihtimalle yapı teknikleri de değişeceğinden bu
kemeri nasıl yeniden inşaa edeceğinizi bilemeyeceksiniz. İşte bu mektubu
ben size, bu kemeri nasıl inşa edeceğinizi anlatmak için yazıyorum.”
Koca Sinan mektubunda böyle başladıktan sonra o kemeri inşa ettikleri
taşları Anadolunun neresinden getirttiklerini söylerek izahlarına devam
ediyor ve ayrıntılı bir biçimde kemerin inşaasını anlatıyordu.
Bu mektup bir insanın, yaptığı işin kalıcı olması için
gösterebileceği çabanın insan üstü bir örneğidir. Bu mektubun ihtişamı,
modern çağın insanlarının bile zorlanacağı taşın ömrünü bilmesi, yapı
tekniğinin değişeceğini bilmesi, 400 sene dayanacak kağıt ve mürekkep
kullanması gibi yüksek bilgi seviyesinden gelmektedir. Şüphesiz bu yüksek
bilgiler de o koca mimarın erişilmez özelliklerindendir. Ancak
erişilmesi gerçekten zor olan bu bilgilerden çok daha muhteşem olan 400
sene sonraya çözüm üreten sorumluluk duygusudur.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.304
  • 223.494
  • 28.304
  • 223.494
# 22 May 2017 19:06:46
KESİNLİKLE OKUMALISINIZ

Abdullah b. Mübarek Hazretleri bir vakit savaşa katılmıştı. Savaşta karşısına çok zorlu bir düşman askeri çıkmıştı. Bu düşman askeri ile uzun bir mücadeleye girişir. Birebir bu savaş o kadar sürer ki, vakit namazı girmiş ve geçmek üzeredir. İbnü Mübarek Hazretleri düşmanına der ki:
Şu kadar zamandır çarpışıyoruz, birbirimize üstünlük sağlayamadık, benim namaz vaktim girdi ve de geçmek üzeredir. İzin ver, ben namazımı kılayım, sonra çarpışmaya devam edelim. Düşmanı bu öneriyi kabul eder ve İbnü Mübarek Hazretleri namaza durur. Namazı bitip çarpışmaya başlayacakları sırada bu sefer de düşmandan bir öneri gelir:
Sen ibadetini yaptın, bana da müsaade et, ben de putlarıma gerekli tazimde bulunayım. Düşman göğsünde sakladığı küçük bir putu çıkarıp yere koyar, karşısına geçip kıyam eder. Sonra da karşısına geçip oturur. İbnü Mübarek Hazretleri düşmanının puta tazim ettiğini görünce içinden der ki: İşte düşmanı tam öldürecek zaman. Yerinden kalkar ve elinde kılıç, düşmanın başına dikilir. Tam kılıcı indireceği zaman:
Ahdinde dur, şüphe yok ki verilen sözün sorumluluğu vardır. (İsra, 17/34) diye bir ses duyar. Bu sesi duyması ile birlikte ağlamaya başlar. Düşman, başını kaldırıp baktığında, İbnü Mübarek in elinde kılıçla ağladığını görür. Düşman sorar:
Ne yapıyorsun? Sana ne oldu? İbnü Mübarek düşündüklerini anlattıktan sonra şöyle dedi ki:
Senin yüzünden bizi azarladılar. Düşman bu durumdan çok duygulanmıştır. Der ki:
Düşmanı için dostunu azarlayan böyle bir Allah a baş kaldırmak ve karşı gelmek doğru bir hareket değildir. Ardından çarpışmayı bırakarak Müslüman olur ve Mü minlerin safına geçti.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.304
  • 223.494
  • 28.304
  • 223.494
# 24 May 2017 12:49:53
MİSAFİR'İN BEREKETİ

Bir gün Peygamber Efendimize bir Sahabi eşinden şikayete gelir. "Benim eşim misafiri sevmiyor. Bana ne gibi tavsiyede bulunursunuz?" der.
Efendimiz ( sav ) ; "Yarın size misafir olacağım. Eşin, ben içeri girerken de baksın ,çıkarken de baksın der."
Sahabi eşine efendimizin geleceğini müjdeler. Eşi çok sevinir . Yalnız dışarıdan içeri girerkende çıkarkende bakmasını söyler ve hazırlıklarını yapar . Ertesi gün olur. Efendimiz ( sav )
gelirken Pencereden bakınca ne görsün ki! Efendimiz gümüşten tepsi içinde, cennetten çeşit çeşit yiyecekleri de beraberinde getirmiş.
Efendimiz'i bir sevinç içinde ağırladıktan, sonra Efendimiz yola koyulmuş. Sahabenin eşi tekrar pencereden bakmış. Birde ne görsün ki! Getirdiği tepsinin içinde yılanlar çıyanlar akrepler böcekler doldurmuş geri gidiyor. Hemen eşine seslenmiş. Korku içinde anlatmış. Eşi koşarak Efendimizin yanına sormaya gitmiş. Peygamber ( sav) bu durum karşısında;
" Eşine anlat. Misafirin güzelliği, yiyeceklerle ikramlarla bereketle gelir ve evden giderken bütün kötülükleri alır ve götürür .
Tepside gördüğü kötülükler, günahlar kavgalar dövüşler böcekler yılanlar çiyanlar misafir ile çıkar ve gider eve huzur ve bereket gelir.
Misafir gelmeyen eve kavga, dövüş ,huzursuzluk ve bereketsizlik , fakirlik baş gösterir."

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.304
  • 223.494
  • 28.304
  • 223.494
# 25 May 2017 18:38:16
"
70 BİN MELEĞİN KATILDIĞI CENAZE

Alâ bin Muhammed Sakafî (r.a.)’den;
“Biz Resûl-i Ekrem (s.a.v.) ile birlikte Tebuk’ta bulunuyorduk. Bir sabah güneş, hiç o zamana kadar görmediğimiz bir parlaklık ve aydınlıkta doğdu. Daha sonra Cebrâil (a.s.) indi.
Allah Resulü ona:
– “Neden bu sabah güneş, şimdiye kadar görmediğimiz ışıklar ve nurlar saçıyor?” diye sordu.
Cebrâil (a.s.) şu cevabı verdi:
– “Bu sabah, Muâviye el-Leysî (r.a.) vefat etti. Ve Cenâb-ı Hakk, onun cenaze namazını kılmaları için gökten 70 bin melek gönderdi. Gördüğünüz ışıklar, güneşin değil, o meleklerin nurlarıdır.”
Allah Resulü Cebrâil (a.s.)’e tekrar sordu:
– “Muâviye el-Leysî, hangi ameliyle bu lutfa ermiştir?”
Cebrâil (a.s.) şu cevabı verdi:
– “O, İhlâs sûresini çok okurdu… Gece-gündüz, dururken-yürürken, otururken-ayakta iken hep bu sûreyi okurdu… Bu sebeple o büyük lutfa ermiştir.”
Kaynak; İbn-i Sâ’d

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.769
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.769
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 25 May 2017 20:37:58
Bir zamanlar, birbirine bitişik iki çiftlikte yasayan iki erkek kardeş
vardı. Günlerden bir gün bu iki kardeş arasında bir anlaşmazlık baş
gösterdi. İki kardeş arasında o zamana değin ilk kez görülen anlaşmazlık,
giderek büyüdü ve kardeşler arasında ayrılığa neden oldu. İki kardeş,
birbirlerine yalnızca küsmekle kalmadılar,
yıllardır ortaklaşa kullandıkları tarım makinelerine değin sahip oldukları
tüm araç gereçlerini ve mal varlıklarını da ayırdılar. Küçük bir yanlış
anlama sonucu başlayan anlaşmazlığı izleyen ayrılık, giderek büyüyen bir
uçuruma dönüştü ve en sonunda yerini, karşılıklı kullanılan hoş olmayan
sözlere bıraktı. Bunun arkasından da beklenenler oldu ve kardeşler
arasında önce şiddetli bir kavga, sonra da ürkütücü bir sessizlik
yaşanmaya başladı.
Bir sabah, bu iki kardeşten büyüğünün kapısına bir usta geldi. Elinde
büyük bir marangoz çantası vardı. Ev sahibinden geçici bir iş istedi :- –
“Yapılacak ufak tefek bir işiniz varsa, size yardımcı olmak isterim”,
dedi. “Elimden hemen her iş gelir. Birkaç gün çalışırım, işi bitiririm.”
Büyük kardeşin aklına o an bir “iş” geldi.
– “Evet, sana göre bir işim var” dedi ve küçük kardeşinin çiftliğini
işaret etti. “Şu derenin karşısındaki çiftlik, komşumundur. Daha doğrusu,
benim küçük kardeşime aittir o çiftlik. Geçen haftaya dek benim
çiftliğimle onun çiftliği arasında bir otlak vardı. Sonra o, buldozeriyle
oraya ırmak bendi yaptı ve şimdi aramızda, otlak yerine, çiftliklerimizi
birbirinden ayıran bir dere var.” İş isteyen adam, büyük kardeşin
söylediklerini dikkatle
dinledikten sonra sordu :
– “Benden ne yapmamı istiyorsunuz?” dedi. Büyük kardeş önce kuşkusunu,
sonra da kararını açıkladı :- – “Kardeşim bunu, bana acı vermek için
yapmış olabilir”, dedi. “Fakat şimdi ben, onun yaptığından daha büyük bir
şey yapacağım.” Bunları söyledikten sonra adamı aldı, ahırların olduğu
yere götürdü ve duvarın dibinde yığılı duran kütükleri gösterdi.”Senden,
bu kütükleri kullanarak, iki çiftlik arasında üç metre yükseklikte bir çit
yapmanı istiyorum” , dedi. “Kaç gün çalışırsan çalış, nasıl yaparsan yap
ama bana öyle bir çit yap ki, gözlerim kardeşimin çiftliğini artık görmek
zorunda kalmasın”.
İş arayan usta, başını salladı:- – “Sanırım durumu anladım, efendim”,
dedi. “Şimdi bana çivilerin, kazma küreğin yerini gösterin ki hemen işime
başlayayım. Büyük kardeş ustaya kazma, küreğin ve çivilerin olduğu yeri
gösterdikten sonra, alışveriş yapmak için kasabaya gitti. Usta ise,tüm gün
boyunca ölçerek, keserek, çivileyerek sıkı bir biçimde çalışmaya koyuldu.
Akşam güneş batarken o işini bitirmiş, çiftlik sahibi büyük kardeş ise
alışverişini tamamlamış, kasabadan dönüyordu. Çiftliğe gelir gelmez
ustanın yaptıklarına baktı ve şaşkınlıktan gözleri, yuvalarından
fırlayacakmış gibi açıldı. Karşısında, yapılmasını istediği çit yoktu ama,
derenin bir yakasından öteki yakasına uzanan görkemli bir köprü vardı.
Biri kendi çiftliğinin toprağına, öteki küçük kardeşinin çiftliğinin
toprağına oturtulmuş sağlam iki ayak üzerinde, yanlarındaki korkuluklarına
varıncaya dek tüm ayrıntılarıyla yapılmış ve tam anlamıyla “usta işi”
denilecek kusursuzlukta bir köprü uzanıyordu.
Büyük kardeş, hâlâ geçmeyen şaşkınlığıyla bu köprüyü seyrederken, karşıdan
birinin geldiğini gördü. Dikkatle baktığında gelen kişinin, komşusu, yani
küçük kardeşi olduğunu anladı. Kardeşi, kollarını iki yana açmış olarak
köprünün karşı ucundan kendisine doğru yürüyordu :
– – “Benim sana karşı yaptığım bunca haksızlığa ve söylediğim bunca kötü
sözlere karşın sen, bu köprüyü yaptırarak ne denli iyi ve ne denli büyük
bir insan olduğunu gösterdin”, dedi ağabeyine. “Şimdi bir büyüklük daha
yap ve sen de kollarını açarak bana gel…”
Köprünün iki ucundan ortaya doğru yürüyen kardeşler, köprünün ortasında
bir araya geldiler ve özlemle kucaklaştılar. Büyük kardeş bir ara arkasına
baktığında, çantasını toplayıp, oradan ayrılmakta olan ustayı gördü.
– – “Gitme, dur, bekle?” diye seslendi ona. “Sana yaptıracağım birkaç iş
daha var, çiftliğimde…” Usta gülümsedi : – – “Ben buradaki işimi
tamamladım, gitmem gerek”, dedi ve ekledi : “Yapmam gereken daha çok köprü
var…”
“Köprüleri kurabilecek gücünüz hiç eksik olmasın, Köprüleri kurduktan
sonra da, yıkılmaması için sık sık bakımını yapın, yani sevdiklerinize
zaman ayırın, o köprü yoluyla sık sık gönüllerini ziyaret edin.”

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.304
  • 223.494
  • 28.304
  • 223.494
# 28 May 2017 12:54:17
MİSAFİR'İN BEREKETİ 💙

Bir gün Peygamber Efendimize bir Sahabi eşinden şikayete gelir. "Benim eşim misafiri sevmiyor. Bana ne gibi tavsiyede bulunursunuz?" der.
Efendimiz ( sav ) ; "Yarın size misafir olacağım. Eşin, ben içeri girerken de baksın ,çıkarken de baksın der."
Sahabi eşine efendimizin geleceğini müjdeler. Eşi çok sevinir . Yalnız dışarıdan içeri girerkende çıkarkende bakmasını söyler ve hazırlıklarını yapar . Ertesi gün olur. Efendimiz ( sav )
gelirken Pencereden bakınca ne görsün ki! Efendimiz gümüşten tepsi içinde, cennetten çeşit çeşit yiyecekleri de beraberinde getirmiş.
Efendimiz'i bir sevinç içinde ağırladıktan, sonra Efendimiz yola koyulmuş. Sahabenin eşi tekrar pencereden bakmış. Birde ne görsün ki! Getirdiği tepsinin içinde yılanlar çıyanlar akrepler böcekler doldurmuş geri gidiyor. Hemen eşine seslenmiş. Korku içinde anlatmış. Eşi koşarak Efendimizin yanına sormaya gitmiş. Peygamber ( sav) bu durum karşısında;
" Eşine anlat. Misafirin güzelliği, yiyeceklerle ikramlarla bereketle gelir ve evden giderken bütün kötülükleri alır ve götürür .
Tepside gördüğü kötülükler, günahlar kavgalar dövüşler böcekler yılanlar çiyanlar misafir ile çıkar ve gider eve huzur ve bereket gelir.
Misafir gelmeyen eve kavga, dövüş ,huzursuzluk ve bereketsizlik , fakirlik baş gösterir."

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.769
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.769
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 29 May 2017 21:22:57
İDAM SEHBASINDAKİ GENÇ
Hz. Ömer arkadaşlarıyla sohbet ederken, huzura üç genç girerler. Derler ki “Ey halife, bu aramızdaki arkadaş bizim babamızı öldürdü. Ne gerekiyorsa lütfen yerine getirin.”
Bu söz üzerine Hz. Ömer suçlanan gence dönerek :
– Söyledikleri doğru mu diye sorar , Suçlanan genç der ki :
-Evet doğru.Bu söz üzerine Hz Ömer ;
-Anlat bakalım nasıl oldu diye sorar:
Bunun üzerine genç anlatmaya başlar, der ki :
-“Ben bulunduğum kasabada hali vakti yerinde olan bir insanim ailemle beraber gezmeye çıktık, kader bizi arkadaşların bulunduğu yere getirdi. Affedersiniz hayvanlarımın arasında bir güzel atim var ki dönen bir defa daha bakıyor, hayvana ne yaptıysam bu arkadaşların bahçesinden meyve koparmasına engel olamadım, arkadaşların babası içerden hısımla çıktı , atıma bir taş, attı atim oracıkta öldü. Nefsime bu durum ağır geldi, ben de bir tas attım, babası öldü. Kaçmak istedim fakat arkadaşlar beni yakaladı, durum bundan ibaret” dedi.
Bu söz üzerine Hz Ömer :
-“Söyleyecek bir şey yok, bu suçun cezası idam.Madem suçunu da kabul ettin” dedi.
Bu sözden sonra delikanlı söz alarak
-“Efendim bir özrüm var” diyerek konuşmaya başladı
– “Ben memleketinde zengin bir insanim, babam rahmetli olmadan bana epey bir altın bıraktı. Gelirken kardeşim küçük olduğu için saklamak zorunda kaldım. Şimdi siz bu cezayı infaz ederseniz yetimin hakkini zayi ettiğiniz için Allah(cc) indinde sorumlu olursunuz, bana üç gün izin verirseniz ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim, bu üç gün içinde yerime birini bulurum” der.
Hz. Ömer dayanamaz der ki :
-“Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine kim kalır ki?!”
Sözün burasında genç adam ortama bir göz atar, der ki:
– “Bu zat benim yerime kalır.” O zat Hz. Peygamber Efendimizin (sav) en iyi arkadaşlarından daha yaşarken cennetle müjdelenen Amr Ibni As’ dan başkası değildir. Hz. Ömer Amr’a dönerek,
– “Ey Amr, delikanlıyı duydun” der.
O yüce sahabi
-“Evet, ben kefilim” der ve genç adam serbest bırakılır.
Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere ama gençten bir haber yoktur. Medine’nin ileri gelenleri Hz. Ömer ‘e çıkarak genç’in gelmeyeceği, dolayısıyla Amr Ibni As’a verilecek idam yerine maktulün diyetini vermeyi teklif ederler, fakat gençler razı olmaz ve “babamızın kani yerde kalsın istemiyoruz” derler.
Hz. Ömer kendinden beklenen cevabi verir der ki :
“Bu kefil babam olsa fark etmez cezayı infaz ederim.”
Hz Amr Ibni As ise tam bir teslimiyet içerisinde der ki :
-“Biz de sözümün arkasındayız.”
Bu arada kalabalıkta bir dalgalanma olur ve insanların arasından genç görünür.
Hz. Ömer gence dönerek derki evladım gelmeme gibi önemli bir nedenin vardı neden geldin?” Genç vakurla basını kaldırır ve (günümüz insani için pek de önemli olmayan) “ AHDE VEFASIZLIK ETTİ ” demeyesiniz diye geldim der.
Hz.Ömer basini bu defa çevirir ve Amr Ibni As’a der ki :
-“Ey Amr, sen bu delikanlıyı tanımıyorsun nasıl oldu onun yerine kefil oldun”.
Amr Ibni As Allah kendisinden ebediyyen razı olsun, vakurla kanımızı donduracak bir cevap verir,
-“Bu kadar insanin içerisinden beni seçti.
“ İNSANLIK ÖLDÜ “dedirtmemek için kabul ettim” der.
Sıra gençlere gelir, derler ki :
-“Biz bu davadan vazgeçiyoruz.”
Bu sözün üzerine Hz Ömer :
-“Ne oldu, biraz evvel “babamızın kani yerde kalmasın” diyordunuz ne oldu da vaz geçiyorsunuz?” der.
Gençlerin cevabi da dehşetlidir :
-“ MERHAMETLİ İNSAN KALMADI” DENEYESİNİZ DİYE …
Bende sizinle bu yazıyı paylaşıyorum. “Güzel ve ibretlik yazıları paylaşanlar kalmadı ” demesinler diye…

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK