İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı nyzksy

  • B Grubu
  • 96
  • 1.141
  • 96
  • 1.141
# 02 Şub 2013 21:50:04
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Arkadaşlar, hem bizler için hem öğrencilerimiz için kişisel gelişim anlamında çok güzel paylaşımlar var. Tavsiye ederim.

Çevrimdışı hercaihoca

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.388
  • 6.328
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.388
  • 6.328
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 03 Şub 2013 23:14:00
NEDEN  BEN?

Efsane Wimbledon'un ilk zenci Şampiyonu Arthur Ashe kan naklinden kaptığı AIDS'ten ölüm döşeğindedir. Hayranlarından biri sorar;
- Tanrı böylesine kötü bir hastalık için neden seni seçti?

Arthur Ashe cevap verir;
- Tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar,
5 milyonu tenis oynamayı öğrenir,
500 bini profesyonel tenisçi olur,
50 bini yarışmalara girer,
5 bini büyük turnuvalara erişir,
50'si Wimbledon'a kadar gelir,
4'ü yarı finale,
2'si finale kalır.

Elimde şampiyonluk kupasını tutarken Tanrı'ya 'Neden ben?' diye hiç sormadım.
Şimdi sancı çekerken, Tanrı'ya nasıl 'Niye ben?' derim?.


Alıntıdır---

Çevrimdışı hercaihoca

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.388
  • 6.328
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.388
  • 6.328
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 04 Şub 2013 00:08:02
İNSANIN ÖMRÜ EZAN İLE NAMAZ ARASI       

Torun, pamuk gibi bembeyaz sakallı, nur yüzlü dedesine merakla sorar:
Dedeciğim! Bir insanın ömrü ne kadar olur?'

Dede tatlı bir gülücükle: 'Ezanla namaz arası kadar yavrucuğum.' deyince Torun: Nasıl yani, ömür bu kadar kısa mı?' der.

Dede: 'Evet yavrum. ömür, Namazsız Ezanla, Ezansız Namaz arası kadardır.' diye cevap verir.

Torun yeniden sorar: 'Namazsız ezan ve ezansız namaz sözlerinden ne kastettiğini anlamadım dedeciğim. Bu ne demek açıklar mısın?'

Dede şefkatle ellerinden tuttuğu torununa:
'Bak yavrum, geçenlerde komşumuzun çocuğu doğdu.
O çocuğun kulağına ezan okundu değil mi?
İşte o ezanın namazı kılındı mı? Kılınmadı. O ezan 'Namazsız Ezan'dı.

İnsan öldüğü zaman kılınan cenaze namazının da ezanı yoktur.
O da 'Ezansız Namaz'dır.

Aslında o namazın ezanı insan doğunca okunmuştu kulağına. '
Bak ey insan! Doğdun, ama öleceksin, ömür çabuk biter, hayatını iyi değerlendir. Boşa vakit harcama!' ikazını yapıyordu o ezan.

İşte yavrum ÖMÜR, EZANLA NAMAZ ARASI KADARDIR.

denizce--

Çevrimdışı zalim09

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
# 05 Şub 2013 14:36:03
Baba : Evladım seni çok göresim geldi, nerelerdesin?

Evlat : Baba çok işim var..

—–

Baba : Evladım seni arıyorum, ama ulaşamıyorum.

Evlat : Baba toplantılarım var.

—–

Baba : Evladım seni bugün yemeğe bekliyoruz.

Evlat : Baba arkadaşlarla önceden yaptığımız bir program var.

—–

Baba : Evladım bir sesini duyayım dedim.

Evlat : Babacığım şimdi kapatmak zorundayım, ben seni ararım.

—–

Baba : Evladım seni ne zaman göreceğiz?

Evlat : Baba çok işim var, bir ara uğrarım.

—–

Baba : Evladım dün gece rüyalarıma girdin, iyi misin?

Evlat : İyiyim baba iyiyim.. Şimdi araba kullanıyorum, seni sonra ararım..

—–

Baba : Evladım ne zaman arasam işin var, yoğunsun, seni çok özledim, ne zaman görüşeceğiz?

Evlat : OF BABA YAAA!!!


Bir zaman sonra evlat babasına telefon eder… Telefonu açan babasının komşusudur

Evlat : Babamla görüşeceğim, çok işim var, gelemeyeceğimi söyleyecektim..

Komşu : Babanız dün gece vefat etti, son sözleri de “Evladım şimdi iş toplantısındadır, onu rahatsız etmeyin, beni toprağa siz verin” oldu..

sevdiklerinizi ihmal etmeyin belki az sonra çok geç olabilir!

Çevrimdışı duyguaydın

  • Moderatör
  • *****
  • 5.364
  • 125.962
  • 5.364
  • 125.962
# 08 Şub 2013 22:54:30
KADDAFI ZAMANINDAKİ ZULÜM TABLOSU

Elektrik bedava.

Su bedava.

Doğalgaz bedava

Eğitim bedava

Sağlık hizmetleri bedava.

Tüm hastalara ilaç bedava

Benzinin litresi Türk parası ile 20 kuruş.

Libya milli bankaları, faiz almıyor.
Libya vatandaşları, hiçbir şekilde vergi ödemiyor.

Libya, tüm dünyada, en borçsuz ülke.

Libya'da, arabalar fabrika çıkış fiyatına satılıyor, nakliye bedellerini ise devlet karşılıyor.

Yurtdışında, burslu okuyan öğrencilere, Libya devleti, iadesiz olarak aylık, 1650 avro burs veriyor.
Libya'da, tüm üniversite mezunları, bir is bulana kadar, masa bağlanıyor.
Libya'da, evlenmek isteyen, tüm çiftlere, devlet, 150 metrekarelik daire veriyor.
Libya'da, istisnasız olarak, her aile, aylık 300 avro, yaklaşık 760 Türk lirası yardim alıyor.
Petrol gelirlerinin yüzde 90'i, Libya halkına gidiyor.
Libya’nın kimseye tek sent kredi borcu yoktur.
Nüfusun yüzde 25'i yüksek tahsillidir.
Son bombalama olaylarına kadar sokaklarda evsiz veya dilenci bulunmamaktaydı.

Gaddafi petrol ihraç eden ülkelere  dolar ve Euro yerine altın karşılığı satış yapmalarını önerdi.
Bu altın karşılığı para basmayan batili ülkelerin iflasını istemek demekti.

Libya ve dünya, büyük bir diktatörden kurtuldu.

.

 Demir tava geldi Kömür bitti;
 Akıl başa geldi Ömür bitti...

Çevrimdışı bekir7133

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.785
  • 9.870
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 3.785
  • 9.870
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 08 Şub 2013 23:20:50
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Gaddafi petrol ihraç eden ülkelere  dolar ve Euro yerine altın karşılığı satış yapmalarını önerdi.
Bu altın karşılığı para basmayan batili ülkelerin iflasını istemek demekti.

Libya ve dünya, büyük bir diktatörden kurtuldu.

 Demir tava geldi Kömür bitti;
 Akıl başa geldi Ömür bitti...

 İşte sözün özü: Karşılıksız dolar veya avroyu bas, petrolü al.
  Teşekkürler duyguaydın öğretmenim.

Çevrimdışı hercaihoca

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.388
  • 6.328
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.388
  • 6.328
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 09 Şub 2013 00:57:53
BİR DÜŞÜN

Dört oğlunun herhangi bir kimse veya şey hakkında acele hüküm vermekten kaçınmasını isteyen baba vardı. Baba, bir gün en büyük oğluna, kışın ülke dışına bir yolculuk yaparak mango ağacını görmesini söyledi. Bahar gelince, ikinci büyük oğlunu mango ağacını görmesi için gönderdi. Yazla birlikte onun bir küçüğü yola çıktı. En küçük oğlu da sonbaharda çıktığı yolculuktan dönünce, bu akıllı adam, dört oğlunu da yanına çağırarak; 'Gördüğünüz mango ağacını bana anlatınız' dedi.

En büyük oğlu ağacı kışın görmüştü. Ağacın, yanmış, kavrulmuş bir kütükten farksız olduğunu söyledi.

Onun bir küçüğü; ''Dantel gibi yaprakları var'' dedi. Üçüncü oğlu, ağacın çiçeklerinin gül kadar güzel olduğunu söyledi.

Çocuklarının en küçüğü ise; ''Ağacın, armudun tadını anımsatan nefis meyveleri var'' dedi.

Akıllı baba, o zaman; ''Evlâtlarım, hepiniz haklısınız'' dedi. '' Çünkü her biriniz ağacı ayrı mevsimlerde gördünüz.

'Şu halde, diğerlerinin düşünce ve davranışları hakkında hüküm verece-ğimiz zaman, ağacı her mevsimde görüp görmediğimize emin olmalıyız.


Denizce-

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.412
  • 177.324
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 17.412
  • 177.324
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 18 Şub 2013 22:40:08
Ne zaman; hayatında bazı şeyler çekilmez hale gelirse,
Ne zaman; yirmi dört saat kısa gelmeye başlarsa,
O zaman; kavanoz ve iki fincan kahveyi hatırlayınız…

İşte kavanoz ve iki fincan kahvenin hikayesi


Bir gün bir felsefe profesörü, elinde bazı malzemelerle derse gelir. Ders başladığında; hiçbir şey söylemeden, önüne büyükçe kavanozunu alır. Sonrada kavanozu ağzına kadar tenis topları ile doldurur. Ardından öğrencilerine kavanozun dolup dolmadığını sorar…

Bütün öğrenciler hep bir ağızdan dolduğunu söylerler.

Bunun üzerine; profesör önündeki kutulardan birinden aldığı çakıl taşlarını, kavanoza döker. Çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurmaya başlar. Profesör yeniden kavanozun dolup dolmadığını sorar.

Öğrenciler yine hep birlikte; ‘evet doldu’ derler.

Profesör bu defa da, masanın üzerindeki diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu yavaşça kavanoza döker. Tabii ki kumlar da çakıl taşlarının aralarındaki boşlukları doldurur. Profesör yine aynı soruyu sorar. Öğrenciler de yine koro halinde ‘evet doldu’ derler.

Profesör bu kez ise masanın altında hazır bekleyen iki fincan kahveyi alır. Başlar kahveyi kavanozun içine dökmeye. Bu kez de kahve de kumların arasında kalan boşlukları doldurur. Bunun üzerine öğrenciler gülmeye başlar… Ardından profesör öğrencilerine nasihat etmeye başlar;

‘Bu kavanoz sizin hayatınızdır.

Tenis topları; Hayatınızdaki önemli şeylerdir. Yani aileniz, çocuklarınız, sağlığınız, arkadaşlarınız gibi. Diğer şeyleri kaybetseniz de, bunlar hayatınızı doldurmaya yeter.

Çakıl taşları ise; Sizin için daha az önemli olan diğer şeylerdir. Yani işiniz, eviniz, arabanız gibi.

Kum ise; diğer ufak tefek şeylerdir. şayet kavanoza önce kum doldurursanız; Çakıl taşlarına ve özellikle de tenis toplarına yeterli yer kalmaz.

Aynı şey hayatımız için de geçerlidir. Vaktinizi ve enerjinizi; ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz; Bu defa da önemli şeyler için vakit kalmayacaktır. Dikkatinizi mutluluğunuz için önemli olan şeylere çevirin.

Çocuklarınızla oynayın.

Sağlığınıza dikkat edin.

Sevdiklerinizle yemeğe çıkın.

Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın.

Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin.

Öncelikleri, sıralamayı iyi bilin.

Gerisi hep kumdur…’

Bu arada bir öğrenci merakla şu soruyu sorar; ‘Hocam peki, o iki fincan kahve nedir?’ Profesör gülerek cevaplar; ‘Bu soruyu bekliyordum. Hayatınız ne kadar dolu olursa olsun; Her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle bir fincan kahve içecek kadar yer vardır…
!

Çevrimdışı hafız ahmet

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.068
  • 20.094
  • Okul Müdürü
  • 4.068
  • 20.094
  • Okul Müdürü
# 19 Şub 2013 18:22:57
         Parmaklarım ne zaman yeniden çıkacak?

Adam yeni kamyonuna bakmak için evinden çiktiginda, üç yasindaki oğlunun gayet mutlu bir biçimde elindeki çekiçle kamyonunun kaportasini mahvettigini görmüs. Hemen oglunun yanina kosmus ve çocugun eline çekiçle vurmaya başlamis. Biraz sakinlesince oglunu hemen hastaneye götürmüs. doktor, çocugun kirilan kemiklerini kurtarmaya çalistiysa da elinden bir sey gelmemis ve çocugun iki elinin parmaklarini kesmek zorunda kalmis.

Çocuk ameliyattan çikip gözlerini açtiginda,bandajli ellerini fark etmis ve gayet masum bir ifadeyle,

“Babacigim,kamyonuna zarar verdigim için çok üzgünüm.” demis ve sonra babasina su soruyu sormus:
“Parmaklarim ne zaman yeniden çikacak?”

Birisi masaya süt döktügünde ya da bir bebegin agladigini isittiginizde bu öyküyü hatirlayin. Çok sevdiğiniz birine karsi sabrinizi yitirdiginizi anladiginizda,önce biraz düsünün. Kamyonlar onarilabilir, ama kirilan kemikler ve incinen duygular hiçbir zaman onarilamaz; genellikle kisiyle performansi arasindaki farki göremeyiz. Insan hata yapar. Hepimiz hata yapariz. Fakat öfkeyle ve düsünmeden yapilan seyler ,insani sonsuza kadar rahatsiz eder. Harekete geçmeden önce durun ve düsünün. Sabirli olun. Anlayis gösterin ve sevin.

Çevrimdışı duyguaydın

  • Moderatör
  • *****
  • 5.364
  • 125.962
  • 5.364
  • 125.962
# 22 Şub 2013 10:48:25
NEREDEN GELDİĞİNİ UNUTMAYACAKSIN

Ünlü Basketbolcu Hidayet Türkoğlu eşiyle birlikte Eminönü’nde geziyordu. Önce akvaryumcuları dolaştılar, Kapalıçarşı, Yerebatan Sarnıcı, Ayasofya, Sultanahmet, Topkapı Sarayı, Gülhane Parkı, derken Yeni Camii'nin önüne kadar geldiler. Orada bağıra bağıra simit satan bir çocuk vardı. Basketbolcu birden durakladı... Sonra simitçiye yaklaştı:
- Simidin kaça koç ?
- 300 Bin abi. Çıtır çıtır....
- Tezgahta kaç simit var ?
- 70-80 tane var herhalde...
- Hepsini alsam ne tutar ?
- Hemen hemen 24 milyon.
- Al sana 30 milyon... Farz et ki hepsini aldım...
-Sağ ol abi... Sağ ol...
Basketbolcu üç onluk çıkartıp simitçinin önüne bıraktı. Eşi şaşkındı. Üç beş adım yürümüşlerdi ki eşine yaklaşıp fısıldadı.
- Hidayet sen deli misin ?
- Yooo...
- Peki yemediğimiz simitlerin parasını niye verdin ?
- Boş ver, sorma.
- Diyelim ki soruyorum. Hem de ısrarla soruyorum.
- Öyleyse söyleyeyim.
- Lütfedersiniz beyefendi.
- Tablanın kenarı dikkatini çekti mi ?
- Hayır.
- Baksan görecektin. Tahtaya bir isim kazınmıştı.
- Nasıl bir isim ?
- Hidayet !
- Yoksa ?
- Evet... O tezgah eskiden benimdi.

(Bu hikayeyi, Hidayet TV8'de katıldığı bir programda kendisi anlatmıştır..)

Çevrimdışı hafız ahmet

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.068
  • 20.094
  • Okul Müdürü
  • 4.068
  • 20.094
  • Okul Müdürü
# 23 Şub 2013 17:01:00
ON İKİ DAİRELİ FAKİR ADAM

Bakalım, insan ele geçiremediği şeylere karşı ne kadar hırslı, ele geçirdiği nimetlere karşı da ne kadar şükürsüz olabiliyor, bir görelim. Öğle namazını kıldığımız caminin avlusunda karşılaştığım bir zat, beni kendi yaşına yakın görmüş olacak ki, sorusunu şöyle sordu:


– Buralara eskiden gelmişe benziyorsun.

– Evet, dedim. Elli seneyi geçti Yozgat’tan geleli.

– Ben de Nevşehir’den geleli elli seneyi geçti, dedikten sonra hemen ekledi:

– Ne yazık ki ben kafayı çalıştıramadım, ömrüm boşa geçti. İnşaallah sen kafayı çalıştırmış, ömrünü boşa geçirmemiş, köşeyi dönmüşsündür!

– Anlayamadım köşeyi dönme işini, dedim. Elli sene önce gelince köşe mi dönülür?

– Elbette, dedi. Ben buraların elli sene öncesini biliyorum. O zaman tarlaydı şimdi şu apartmanların yükseldiği yerler. Kolayca satın alınırdı buralar. Onun için diyorum, sen erken geldiğine göre arazi almış, belki şu apartmanlar gibi apartmanlar da dikmişsindir buralarda.

– Rabbime şükürler olsun, dedim, kirada değilim. Başımı sokacak dairem var. Bundan dolayı şükür duyguları içindeyim. Kirada olsaydım zorlanırdım diye düşünüyor, hep şükrediyorum. Rabbimiz olmayanlara da ihsan eylesin, diyorum.

İnanmıyor gibi baktı yüzüme. Sonra da kelimelere basa basa sordu:

– Yani senin sadece başını sokacak bir dairen mi var şimdi?

– Öyle, dedim.

– Geldiğin senelerde buralardan üç beş tarla alıp da şimdi daireleri dizemedin mi?

– Hayır, dedim. İstanbul’a 1950’de geldiğimde öyle bir düşüncem de yoktu, imkanım da. Ben buraya okumak için geldim. Cami harabelerinde kalıyor, okumaya çalışıyordum. Başka meselem yoktu o günlerde.

Yüzünü buruşturup dudaklarını büktü. Mazeretimi hiç de meşru bulmamıştı anlaşılan. Derinden bir nefes aldıktan sonra söylenmeye başladı:

– Demek sen de benim gibi kafayı dövüyorsun şimdi!

– Hayır, dedim, ben asla kafamı dövmüyorum. Tam aksine başımı sokacak bir daire ihsan ettiği için Rabbime şükrediyorum. Sen kafanı niye dövüyorsun? Yoksa başını sokacak bir dairen yok mu, kirada mısın hâlâ?

– Yok canım, olur mu öyle şey dedi? Dairelerim var. Hem de en değerli yerlerde. Ne yazık ki, bir türlü ilerleyemedik, on iki dairede çakılıp kaldık, üzerine ilaveler yapamadık. Kafamı dövüşüm bundan dolayı. Vaktiyle ele geçen fırsatları değerlendiremeyip on iki dairede kalışımdan dolayı. Şaşırarak sordum:

– Yani on iki dairenin sahibi olduğun halde mi, fırsatı değerlendiremedim, diyorsun? Elini boşlukta salladıktan sonra:

– On iki daire ne ki? dedi. Aslında ben on iki gökdelenin sahibi olmalıydım şimdi. Gerekçesini de şöyle açıkladı:

– Ben buraların tarla olduğunu, bedava denecek kadar ucuza satıldığını biliyorum! Ama bunu bilmenin bir faydası yok ki şimdi. Kafayı vaktiyle çalıştırmadıktan sonra, kalırsın işte böyle on iki daireyle! Yumruklarsın kafanı durmadan!.. Bir ürperti geldi içime:

– Beyefendi kusura bakma, dedim senin düşüncenden korkmaya başladım. On iki daireye sahip olmuşsun hâlâ mutlu ve huzurlu değilsin. Şükür duyguları taşımıyorsun. Hemen uzaklaşıyorum bu türlü düşüncenin yanından.. diyerek yürüdüm kendi istikametime doğru. O da, sahip olamadığı gökdelenlerin hasreti içinde kafasını yumruklayarak yürüdü kendi istikametine doğru… Yol boyunca Efendimiz (sas)’in ikazlarını düşündüm. Şöyle tarif ediyordu ademoğlunun hırsını.

– Kendi ihtiyarladığı halde hırsı hep genç kalan ademoğulları vardır. Bunların iki dere dolusu altını olsa, yine doymaz da der ki: “Keşke bir üçüncü dere dolusu altınım daha olsaydı!” Böyle insanların gözünü ancak toprak doldurur! Sadaka Rasûlullah.

Çevrimdışı zalim09

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
# 24 Şub 2013 11:06:28
Arefe Denilen Gündeyim, Kutlu Bir Sabah’ın Eşiğinde.
İbrahim’in Tereddüt Etmediği AŞK’a Aşina ve Sevdalıyım.
Yarâb Ben Aciz Bir Kulum ve Kurban Edecek Bir İsmail’im Yok.
Lakin Uğruna Kendimi Yakacak Ellerim, Gözlerim , Yüreğim Var !
Habil de benim Kabil de.
İsyanım yoktur Sen şahitsin, hâşâ..!
Ama küstahlığımı, gafletimi, heveslerimi affet.
Silme kayıtlarından, beni de hesaplarına dâhil et.
Bana da kulum de, beni de defterine kaydet.
Bana da nasip et.
Gidecek yerim yok, benim de yolumu açık et.
Ey verdiği dert, ahiret rahatlığından bile hoş olan!
Göğü iniltilerimle doldursam mazurum.
Çölü, çığ taneleriyle doldurursam mazurum.
Dağılanı toplayan, bitkileri bitiren, ölüleri dirilten, sesleri duyan Hak.
En güzel bir halde, en kutlu bir zamanda kavuşup buluşmamızı kolaylaştır.
Allahım isteklerim neyle gerçekleşecekse, işlerim neyle düzene girecekse onu ilham et.
Beni bu karanlık alemin zindanından çıkar.
Nebilerin alemine ulaştır.
Beni aşkınla rızıklandır.
Hz.İbrahim'e ateşi gül bahçesine döndüren.
Hz.İsmail'e bıçakları kör kılan teslimiyetin Sahibi..!
Ey El Vedud Aşkını nakşet gönüllerimize...

Yusuf Duman

Çevrimdışı bunyas33

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 407
  • 594
  • 407
  • 594
# 24 Şub 2013 18:08:12
haçiko (10 Kasim 1923 – 8 Mart 1935) Odate'de doğdu. 1924 yılında Tokyo üniversitesinde görev yapan Japon profesör Dr. Hidesabura Ueno, küçük bir köpek yavrusu edindi kendine. Profesör Ueno, Japoncada "sekiz tane" anlamına gelen Haçiko adını koydu köpeğine. Safkan akita cinsi beyaz bir erkek olan Haçiko, her sabah üniversiteye gitmek için evden metroya yürüyen sahibine eşlik etti. Metronun dış kapısına kadar getirdiği sahibini uğurladıktan sonra da eve döndü. Çok geçmeden bir akşam üniversite dönüşünde metronunn çıkışında Haçiko'yu kendisini beklerken gördü profesör ve çok şaşırdı. Bu akıllı köpek sahibinin eve dönüş saatlerini hesaplayarak ve aynı yolu kullanacağını düşünerek metronun önüne gitmişti.
Ondan sonraki bir yıl boyunca, Haçiko her sabah sahibini metroya kadar götürdü, her akşam iş çıkışında da metronun önünde karşıladı. Hiç saatini şaşırmadı.
Ama bir akşam metrodan çıkmadı profesör. Haçiko gözleri metronun kapısında gece boyunca bekledi. Bir sonraki akşam yine yoktu profesör. Üçüncü akşam metrodan yine çıkmadı. Üniversite'de kalp krizi geçirip ölmüştü profesör...
Haçiko her akşam sahibim metrodan çıkar diye inatla bekledi. Haftalar, aylar boyunca her akşam Tokyo metrosunun Shibuya istasyonu'nun kapısına gitti. Haçiko tam 10 yıl boyunca sahibinin gelmesini bekledi. 12 yaşındayken metronun kapısında öldü.
(1935)
 
Bugün Tokyo'ya gidenlerin Shibuya istasyonunun kapısında karşılaştığı köpek heykeli Haçiko'dur. Japonlar, sadakat ve insan hayvan ilişkisinin sembolü olarak ölümünden hemen sonra 10 yıl boyunca sahibini beklediği yere Haçiko'nun heykelini diktiler.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra da unutmadılar ve savaş sırasında tahrip olan heykelin yerine 1948'de yenisini diktiler. Bugün Shibuya istasyonu'nun o kapısı Haçiko çıkışı olarak biliniyor ve Tokyo'nun en önemli buluşma merkezlerinden biridir. Her yıl Haçiko'nun ölüm yıldönümü olan 8 Mart'da da bir çok hayvansever heykelin önünde buluşurlar. Haçiko'nun hikayesi 1987 yılında bir Japon filmine de konu oldu. Ülkemizde de Japon filmleri festivali'nde gösterilmişti. 70 yıl önce yaşanmış bu köpek hikayesinin şimdi de Hollywood versiyonu çekildi ve Haçiko'nun sahibi ProfesörüRichard Gere canlandırdı.
 

Çevrimdışı hercaihoca

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.388
  • 6.328
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.388
  • 6.328
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 28 Şub 2013 23:02:34
DUYU - DUYGU - DÜŞÜNCE

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, İki komşu ülke varmış. Hükümdarları birbirlerini etkilemek için ellerinden geleni ardlarına koymazlarmış. Hükümdarlardan biri ülkesinin en ünlü heykeltıraşını huzuruna çağırıp, birer karış yüksekliğinde, altından, birbirinin tıpatıp aynısı üç insan heykeli yapmasını istemiş. Sonrasında heykeltraşın kulağına, sadece ikisinin bilebileceği bir özellik, bir sır vermiş.

Verilen süre sonunda heykeller tam istenildiği gibi hazırlanmış ve komşu ülkenin hükümdarına tam da doğum gününde, özel bir mektupla birlikte elçiler ile gönderilmiş.

Mektupta aynen şöyle yazmaktaymış:
"Doğum gününü bu üç altın heykelle kutluyorum. Bu üç heykel birbirinin tıpatıp aynısı gibi görünebilir. Ama içlerinden biri diğer ikisinden çok daha değerlidir. O heykeli bulunca bana haber ver."

Hediyeyi alan hükümdar önce heykelleri tarttırmış, sonra ölçtürtmüş ama üç altın heykel de gramına kadar aynı ağırlıktaymış. Kaşına gözüne kadar hep aynı görünümdeymiş. Ülkesinde sanattan anlayan ne kadar insan varsa hepsini çağırttırmış, çağırttırmış ama hiç biri, hiç bir fark görememişler. Aradan günler geçmiş. Bütün ülke hükümdarın sıkıntısını duymuş fakat kimse çözüm bulamıyormuş.

Sonunda, zekâsıyla ünlü, zeki olduğu kadar doğruculuğuyla tanınmış, hatta dokuz köyden kovulup zindanlara atılmış bir bilge kişi gelmiş akla. Bilgeyi hemen huzura getirtmişler. Bilge önce heykelleri sıkı sıkıya incelemiş, sonra çok ince bir tel getirilmesini isteyip, teli birinci heykelciğin kulağından sokmuş. Tel heykelin ağzından çıkmış. İkinci heykelde ise kulaktan giren tel diğer kulaktan çıkmış. Üçüncü heykelde kulaktan giren tel hiç bir yerden çıkmamış. Giren tel içeriye doğru dönüyor, kalp hizasında duruyormuş.

Bu ayrıcalıkları gören hükümdar komşusuna teşekkürle şu satırları göndermiş:
"Bir kulağından gireni ağzından yada girdiği gibi ötekinden çıkartan makbul değildir.
En değerli insan, kulağından gireni yüreğiyle tartandır. Bu değerli hediyeniz için çok teşekkür ederim."

 Denizce-------

Çevrimdışı FTM40

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.361
  • 5.985
  • 1.361
  • 5.985
# 01 Mar 2013 22:02:59
Çin'de bir adam, her gün omzuna koyduğu sopanın iki ucuna astığı büyükçe kovalarla, çalıştığı eve su taşırmış. Adamın su taşıdığı kovalardan biri çatlakmış. Sağlam kova içine doldurulan suyun tamamını eve ulaştırabilirken, çatlak kova yalnıca doldurulan suyun yarısını ulaştırabilirmiş. Bu durum aylarca devam etmiş. Adam her seferinde eve bir buçuk kova su taşıyabilmiş.
Kovalardan ise sağlam olanı görevini hakkıyla yerine getirmenin gururunu yaşarken, çatlak olan kova görevini yerine getiremediği için sürekli boynu bükük durmaktaymış.
Bir gün artık dayanamamış çatlak olan kova... Ve adama:
- Senden özür dilemek istiyorum! demiş.
"Neden?" diye sormuş adam. Kova:
- Aylardır gövdemde bulunan çatlak sebebiyle, görevimin sadece yarısını yerine getirebiliyorum. Sen ise benim bu kusurumdan dolayı emeğinin tam karşılığını alamıyorsun.
Adam "Lütfen kendini suçlama!" demiş, "Lütfen eve dönerken yolun kenarındaki çiçeklere bir bakın!".
Kova yol boyunca, yol kenarındaki güzel çiçekleri izlemiş... Sonra da çiçeklerin sadece yolun bir kenarında olduğunu farketmiş... Eve varıldığında ise yine eksik getirdiği sudan dolayı üzülmekteymiş...
Eve vardıklarında adam:
- Gördün mü? demiş kovaya... Yolda sadece senin tarafında çiçekler vardı. Ben senin kusurunu bilmekteyim, o yol kenarındaki çiçekleri de ben ektim. Senin kusurundur o güzel çiçeklere hayat veren... Ben de o çiçeklerle her gün patronumun sofrasını süslemekteyim. Senin kusurun olmasaydı o güzel çiçekler yetişmezdi, patronum da evinde böyle bir güzelliği yaşayamazdı.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK