İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı harslan05

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.368
  • 69.124
  • 3.368
  • 69.124
# 22 Oca 2016 14:39:01
...

Çevrimdışı Gülirem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 23 Oca 2016 08:05:37
Efendimiz (s.a.s.) bir mecliste otururlarken, oraya îslâmiyetin baş düşmanlarından Ebu Cehil geldi. Hiçbir şey konuşmadan Peygamberimizin yüzüne epeyce dikkatlice baktıktan sonra:
 — Ya Muhammed!, Sen ne kadar çirkin suratlı, acayip görünüşlü bir insansın, dedi.

Peygamberimiz hiç kızmadı, hiddetlenmedi. Ona:
— Doğru söylüyorsun ya Eba Cehil, buyurdular.
Orada bulunanlar, bundan pek bir şey anlamamışlardı.

Biraz sonra, aynı yere Hazreti Ebu Bekir (r.a.) geldi.

    Oda bir müddet Peygamber Efendimizin mübarek yüzüne baktıktan sonra:

— Ya Resulallah! Anam, babam, nefsim ve bütün varlığım sana feda olsun. Sen ne kadar güzel yüzlü, güzel görünüşlü, tatlı sözlüsün. Ben, senden daha güzel bir insan görmedim, dedi.

 Hazreti Peygamber Efendimiz ona da:
— Doğru söyledin Ya Ebu Bekir!, buyurdular. Her iki zıd söze de, aynı şekilde mukabele ederek tasdik eden Peygamberimizin yanındakiler:

— Ya Resûlallah! Biri çirkinsin dedi. Onu tasdik ettiniz, diğer birisi ise güzelsiniz, dedi onu da tasdik ettiniz. Bu nasıl oluyor bize anlatır mısınız? dediler.

    Hazreti Peygamber Efendimiz şöyle buyurdular:

    — Ben aynayım. Kim bana bakarsa kendi suretini görür. Ebu Cehil, kendi çirkinliğini gördü çirkinsiniz dedi. Ebu Bekir ise; kendi yüzündeki Nur-u ilâhiyi seyretti, güzel dedi, buyurdular.

Çevrimdışı eml48

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 6.753
  • 25.449
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 6.753
  • 25.449
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 23 Oca 2016 14:47:10
AVUSTRALYALI BİR GENCİN MÜSLÜMAN OLMA HİKAYESİ


Eski ismi Rubin yeni ismi Ebubekir olan Avustralyalı genç bir adamın Müslüman olma hikayesi:

Kısacası benim hikayem üniversitenin ilk senesinde başladı. Çok problemli bir sene geçirdim.

O sene annem ve babam ayrıldı, çok sevdiğim bir arkadaşım hayatını kaybetti ve köpeğim öldü…

Bu olaylar zannediyorum bazı soruları kendime sormama sebep oldu…

Ben neden buradayım? Hayatın gayesi nedir? Sabahları neden uyanıyorum? Hatta neden kendimi yoruyorum? Her neyse…

Bu sorular beni dini bir arayışa yöneltti…

Doğal olarak, bir Avustralyalı olarak ilk olarak Hıristiyanlığı araştırdım. Bir kilise kampına gittiğimi hatırlıyorum…

Hayatımda gittiğim en komik kamplardan biriydi. Herkes şarkı söylüyordu. Çok güzel sesleri vardı fakat bana çok garip geliyorlardı…

Herkes bana Allah’ın beni, ne kadar çok sevdiğini söylüyordu…

Bende düşünüyordum : “Allah beni seviyor mu? Benim köpeğim öldü” dedim…

Sübhanallah…

Sonra Hıristiyanlığı tüm yönleri ile aştırmaya devam ettim… Ama sonunda şunu fark ettim…

İncili eline alıp ta “cevap burada kardeşim” demiyorlardı…

Onun yerine bana, hemen kendi görüşlerinden cevap veriyorlardı…

Üniversite yıllarında part time olarak çalıştığım işyerinde Hindu dinine mensup bir arkadaşım vardı ve o dini araştırmaya başladım ve ona şu soruyu sordum:

Fil başlı adamın hikayesi nedir? Neden fil kafası var adamda?

Bana Genisha olduğunu söyledi ve bu arkadaşımı anlamakta çok zorluk çektim…

Benim aradığım kanıtlı bir şeydi… Kanıtsız bir şeyi kabul etmek istemiyordum…

Museviliği araştırdım gene aradığımı bulamadım… En son Budizm’e baktım…

Ve bu dini seçeceğimi zannettim… Bu en iyisi demiştim… Burada barışçıl insanlar vardı… Çok aktif insanlara benziyorlardı… Bana yakın bir din gibi geldi…

Çok yakın Hıristiyan bir arkadaşım bana hangi dinleri incelediğimi sordu…

Bende saymaya başladım… Musevilik, Hıristiyanlık, Budizm, Hinduizm ve diğerleri…

“Peki, İslam’a baktın mı ?” dedi…

İslam? Bunlar terörist… Ben bunları araştırmam dedim… Bunların nesini araştıracağım dedim…

Fakat bakın kendimi bir gün bir camiye giderken buldum… Bu benim son araştırmamdı… Ayakkabılar ayağımdayken camiden içeri girdim… Bir arkadaş namaz kılıyordu… Secdeye varırken neredeyse kafasına basıyordum…

Kardeşim Ebu Hamza kocaman entarisi (abaya) ve kocaman sakalı ile bana doğru geldi ve ilk söylediği şey: “ İyi günler arkadaş… Nereye gidiyorsun…” oldu

Sübhanallah! Ne yaptığım hakkında hiçbir fikrim yoktu… Ve karşılama şekli beni çok etkilemişti…

Ailem beni her Pazar kiliseye sürüklerlerdi… Her dakikasından nefret ettim…

Öldükten sonra mikroorganizma yemeği olursunuz diye inanırlardı… Bu kadar… Ahiret yok… İlah yok… Her şey değersiz gibi…

İşte böyle ateist olarak yetiştirildim…

Diğer dinleri araştırırken sorduğum soruları Ebubekir ve arkadaşlarına da sordum…

Sübhanallah! Beni çok etkileyen bir şey oldu… Her defasında bir soru sorduğumda normal cevaptan ziyade Kuran’ı açıp cevap veriyorlardı…

Sonra bunlardan sıkıldım ve arkadaşlarımdan birine sordum: “Senin bu konular hakkındaki fikrin nedir? Neden kendi fikrini söylemiyorsun?”

“Allah’ın indirdiği ve söylediği kelimeler varken fikrim ne olabilir ki” dedi…

Sübhanallah! Bu cevap beni çok etkilemişti…

Sonra onlara Kuran’ı eve götürebilirmiyim diye sordum…

Kuran’ı okumaya başladım ve şunun farkına vardım… Hikaye okuyor gibi hissetmedim kendimi…

Sanki biri bana emir veriyormuş gibi, biri yapmam gerekenleri söylüyormuş gibi hissettim…

Bir gece ruhani bir ortam hazırlamaya karar verdim… Bir mum yaktım… Pencereleri açtım…

Güzel bir yaz akşamı idi… Oturup düşünüyordum… Bugün son olmalıydı… Bu akşam o akşam olmalıydı…

“Kuran’ı okurken kafamdaki soruların tüm kanıtlarını görüyordum fakat yinede ufak bir kıvılcıma ihtiyacım vardı…” Dedim ki:

“Allah. Bu benim beklediğim vakit… Şimdi İslam’a katılmaya hazır olduğum vakit… Tek istediğim şey, bir işaret…

Mesela, bir yıldırım düşmesi olabilir. Ya da evimin yarısının yere düşmesi olabilir… Bunlar senin için küçük şeyler… Sen Dünya’yı yarattın… Hadi…”

“Sübhanallah! Hiçbir şey ama hiçbir şey olmadı…” Ve kendi kendime:
“Son şansım İslam’dı ve ben onu bulamadım” dedim…

“Kuran’ı tekrar elime aldım. En son okurken kaldığım sayfayı açtım…”

Bir sonraki sayfanın ilk ayeti: “ İçinizde işaret arayanlar için size zaten yeteri kadar göndermedik mi… Etrafınıza bakın… Yıldızlara bakın… Suya bakın… Bunlar ilim insanları için işaretler”

“Subhanallah!”

“Kafama battaniyeyi örttüm… Uyuyor numarası yaptım… Korkmuştum…”

“Bütün işaretler baştan beri etrafımdayken kendi aradığım işaretlere karşı ne kadar kibirli olduğuma inanamadım”

“Bu dünyaya sahip olmamız, bu canlıların var olması. Bunlar bizim için işaretlerdir”

“Ertesi gün karar verdim… Bu kadar… Müslüman oluyorum…”

“Açıkçası altı ay kadar İslam’ı araştırdım…”

“Bu kadar. Şimdi şehadet getireceğim… Ne söyleyeceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu…”

Herhalde yatsı namazına yakındı… İçeri girdim. İnanamadım. Cami’de bin’e yakın insan vardı”

“Subhanallah! Şu dine bak… Ne kadar güçlüler…”

“İşte orada oturdum… İtiraf etmeliyim… Çok heyecanlıydım… Ayağa kalktım… Şu kelimeleri söylemen lazım dendi”

“Eşhedü.. Bende.. Ne? Eş… Ne ? dedim”

“İngilizce söyleyebilir miyim dedim. Önce Arapça söylemen lazım dediler”

“Ayağa kalktım. Kelimeleri söylemeye başlar başlamaz bütün korkum gitti...”

“Sanki beynimde biri soğuk su musluğunu açtı… Tertemiz hissettim… Kelimeleri söyledim…”

“Tekbir, Alahu ekber deyip sonra beni öpüp koklamaya başlamalarını beklemiyordum…”

“Hayatımda hiç o kadar kişi tarafından öpülmemiştim… İtiraf etmeliyim… Çok güzel bir gündü…”

“O gün, hiç sahip olamayacağım kadar kardeşim oldu…”

“O günden sonra hiç geçmişe bakmadım… Ailem bile bu dinin beni çok iyi bir insan haline getirdiğinin farkına vardılar…”

“ O günden beri kendimi çok huzurlu hissediyorum…”

“ Babam kısa bir süre önce benden Kuran istedi”

“Bana dedi ki: Sen Müslüman olduğundan beri çok daha iyi biri oldun… Çok daha güvenilir oldun… Artık arabam bozulduğunda seni arayıp beni alman için arayabilirim” . . .

Selam ve Dua ile . . .

Çevrimdışı seliali

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 4.869
  • 31.320
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 4.869
  • 31.320
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 23 Oca 2016 15:26:17
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
AVUSTRALYALI BİR GENCİN MÜSLÜMAN OLMA HİKAYESİ


Eski ismi Rubin yeni ismi Ebubekir olan Avustralyalı genç bir adamın Müslüman olma hikayesi:

Kısacası benim hikayem üniversitenin ilk senesinde başladı. Çok problemli bir sene geçirdim.

O sene annem ve babam ayrıldı, çok sevdiğim bir arkadaşım hayatını kaybetti ve köpeğim öldü…

Bu olaylar zannediyorum bazı soruları kendime sormama sebep oldu…

Ben neden buradayım? Hayatın gayesi nedir? Sabahları neden uyanıyorum? Hatta neden kendimi yoruyorum? Her neyse…

Bu sorular beni dini bir arayışa yöneltti…

Doğal olarak, bir Avustralyalı olarak ilk olarak Hıristiyanlığı araştırdım. Bir kilise kampına gittiğimi hatırlıyorum…

Hayatımda gittiğim en komik kamplardan biriydi. Herkes şarkı söylüyordu. Çok güzel sesleri vardı fakat bana çok garip geliyorlardı…

Herkes bana Allah’ın beni, ne kadar çok sevdiğini söylüyordu…

Bende düşünüyordum : “Allah beni seviyor mu? Benim köpeğim öldü” dedim…

Sübhanallah…

Sonra Hıristiyanlığı tüm yönleri ile aştırmaya devam ettim… Ama sonunda şunu fark ettim…

İncili eline alıp ta “cevap burada kardeşim” demiyorlardı…

Onun yerine bana, hemen kendi görüşlerinden cevap veriyorlardı…

Üniversite yıllarında part time olarak çalıştığım işyerinde Hindu dinine mensup bir arkadaşım vardı ve o dini araştırmaya başladım ve ona şu soruyu sordum:

Fil başlı adamın hikayesi nedir? Neden fil kafası var adamda?

Bana Genisha olduğunu söyledi ve bu arkadaşımı anlamakta çok zorluk çektim…

Benim aradığım kanıtlı bir şeydi… Kanıtsız bir şeyi kabul etmek istemiyordum…

Museviliği araştırdım gene aradığımı bulamadım… En son Budizm’e baktım…

Ve bu dini seçeceğimi zannettim… Bu en iyisi demiştim… Burada barışçıl insanlar vardı… Çok aktif insanlara benziyorlardı… Bana yakın bir din gibi geldi…

Çok yakın Hıristiyan bir arkadaşım bana hangi dinleri incelediğimi sordu…

Bende saymaya başladım… Musevilik, Hıristiyanlık, Budizm, Hinduizm ve diğerleri…

“Peki, İslam’a baktın mı ?” dedi…

İslam? Bunlar terörist… Ben bunları araştırmam dedim… Bunların nesini araştıracağım dedim…

Fakat bakın kendimi bir gün bir camiye giderken buldum… Bu benim son araştırmamdı… Ayakkabılar ayağımdayken camiden içeri girdim… Bir arkadaş namaz kılıyordu… Secdeye varırken neredeyse kafasına basıyordum…

Kardeşim Ebu Hamza kocaman entarisi (abaya) ve kocaman sakalı ile bana doğru geldi ve ilk söylediği şey: “ İyi günler arkadaş… Nereye gidiyorsun…” oldu

Sübhanallah! Ne yaptığım hakkında hiçbir fikrim yoktu… Ve karşılama şekli beni çok etkilemişti…

Ailem beni her Pazar kiliseye sürüklerlerdi… Her dakikasından nefret ettim…

Öldükten sonra mikroorganizma yemeği olursunuz diye inanırlardı… Bu kadar… Ahiret yok… İlah yok… Her şey değersiz gibi…

İşte böyle ateist olarak yetiştirildim…

Diğer dinleri araştırırken sorduğum soruları Ebubekir ve arkadaşlarına da sordum…

Sübhanallah! Beni çok etkileyen bir şey oldu… Her defasında bir soru sorduğumda normal cevaptan ziyade Kuran’ı açıp cevap veriyorlardı…

Sonra bunlardan sıkıldım ve arkadaşlarımdan birine sordum: “Senin bu konular hakkındaki fikrin nedir? Neden kendi fikrini söylemiyorsun?”

“Allah’ın indirdiği ve söylediği kelimeler varken fikrim ne olabilir ki” dedi…

Sübhanallah! Bu cevap beni çok etkilemişti…

Sonra onlara Kuran’ı eve götürebilirmiyim diye sordum…

Kuran’ı okumaya başladım ve şunun farkına vardım… Hikaye okuyor gibi hissetmedim kendimi…

Sanki biri bana emir veriyormuş gibi, biri yapmam gerekenleri söylüyormuş gibi hissettim…

Bir gece ruhani bir ortam hazırlamaya karar verdim… Bir mum yaktım… Pencereleri açtım…

Güzel bir yaz akşamı idi… Oturup düşünüyordum… Bugün son olmalıydı… Bu akşam o akşam olmalıydı…

“Kuran’ı okurken kafamdaki soruların tüm kanıtlarını görüyordum fakat yinede ufak bir kıvılcıma ihtiyacım vardı…” Dedim ki:

“Allah. Bu benim beklediğim vakit… Şimdi İslam’a katılmaya hazır olduğum vakit… Tek istediğim şey, bir işaret…

Mesela, bir yıldırım düşmesi olabilir. Ya da evimin yarısının yere düşmesi olabilir… Bunlar senin için küçük şeyler… Sen Dünya’yı yarattın… Hadi…”

“Sübhanallah! Hiçbir şey ama hiçbir şey olmadı…” Ve kendi kendime:
“Son şansım İslam’dı ve ben onu bulamadım” dedim…

“Kuran’ı tekrar elime aldım. En son okurken kaldığım sayfayı açtım…”

Bir sonraki sayfanın ilk ayeti: “ İçinizde işaret arayanlar için size zaten yeteri kadar göndermedik mi… Etrafınıza bakın… Yıldızlara bakın… Suya bakın… Bunlar ilim insanları için işaretler”

“Subhanallah!”

“Kafama battaniyeyi örttüm… Uyuyor numarası yaptım… Korkmuştum…”

“Bütün işaretler baştan beri etrafımdayken kendi aradığım işaretlere karşı ne kadar kibirli olduğuma inanamadım”

“Bu dünyaya sahip olmamız, bu canlıların var olması. Bunlar bizim için işaretlerdir”

“Ertesi gün karar verdim… Bu kadar… Müslüman oluyorum…”

“Açıkçası altı ay kadar İslam’ı araştırdım…”

“Bu kadar. Şimdi şehadet getireceğim… Ne söyleyeceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu…”

Herhalde yatsı namazına yakındı… İçeri girdim. İnanamadım. Cami’de bin’e yakın insan vardı”

“Subhanallah! Şu dine bak… Ne kadar güçlüler…”

“İşte orada oturdum… İtiraf etmeliyim… Çok heyecanlıydım… Ayağa kalktım… Şu kelimeleri söylemen lazım dendi”

“Eşhedü.. Bende.. Ne? Eş… Ne ? dedim”

“İngilizce söyleyebilir miyim dedim. Önce Arapça söylemen lazım dediler”

“Ayağa kalktım. Kelimeleri söylemeye başlar başlamaz bütün korkum gitti...”

“Sanki beynimde biri soğuk su musluğunu açtı… Tertemiz hissettim… Kelimeleri söyledim…”

“Tekbir, Alahu ekber deyip sonra beni öpüp koklamaya başlamalarını beklemiyordum…”

“Hayatımda hiç o kadar kişi tarafından öpülmemiştim… İtiraf etmeliyim… Çok güzel bir gündü…”

“O gün, hiç sahip olamayacağım kadar kardeşim oldu…”

“O günden sonra hiç geçmişe bakmadım… Ailem bile bu dinin beni çok iyi bir insan haline getirdiğinin farkına vardılar…”

“ O günden beri kendimi çok huzurlu hissediyorum…”

“ Babam kısa bir süre önce benden Kuran istedi”

“Bana dedi ki: Sen Müslüman olduğundan beri çok daha iyi biri oldun… Çok daha güvenilir oldun… Artık arabam bozulduğunda seni arayıp beni alman için arayabilirim” . . .

Selam ve Dua ile . . .


Soluksuz okudum.. Maşallah.. Allah cc razı olsun öğretmenim..

Çevrimdışı eml48

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 6.753
  • 25.449
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 6.753
  • 25.449
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 23 Oca 2016 15:33:27
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Soluksuz okudum.. Maşallah.. Allah cc razı olsun öğretmenim..
  Bende aynen sizin gibi okudum ogretmenim. Hemde daha evvel videosunu izlemis dinlemis olmama rağmen. Maşallah. Insan kendisini sorgulamadan edemiyor :(

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.329
  • 223.725
  • 28.329
  • 223.725
# 23 Oca 2016 16:55:28
Sevgili Peygamberimizin (asm) vefatından sonra, Hz. Fâ­tıma, âhiret hazırlığını daha ciddi bir şekilde yapmaya başla­mıştı. O her haliyle 'yolcu' olduğunu belli ediyor ve hazırlığı­nı ebedî âleme göre yapıyordu. Artık vuslat gününü hasretle beklemeye başlamıştı. Peygamberimizin vefatının üzerinden altı ay geçmişti ki Hz. Fâtıma validemiz hastalandı. Halife Hz. Ebû Bekir'in (ra) hanımı, büyük sahabi Hz. Esmâ (ra) ziyare­tine gelmişti. Konuşurlarken Hz. Fâtıma, günlerdir kalbini huzursuz eden bir hususu açmak istedi. Hz. Esmâ;
"Ya Fâtıma, seni üzen şey nedir, söyle de Ebû Bekir'i haberdar edeyim, bir çare bulsun" dedi. O iffet ve fazilet timsali, o haya örneği validemiz, Hz. Fatıma'nın son demlerinde kalbini rahatsız eden şey elbette mühimdi. Fakat ne olabilirdi?
Bakınız o peygamberin (s.a.v) biricik kızı ne istiyordu:
"Yâ Esma, beni günlerdir düşündüren şey, vefatımdan sonra üzerine konarak götürüleceğim tabutun şeklidir. Çünkü bu tabutlar dümdüz tahtadan ibarettir. Bu tabuta konan cesede, bir kilim örtülmekte ise de, cesede yapışan örtü mevtanın vücudunu belli ediyor. Bakanlar cesedin iriliğini, ufaklığını anlıyorlar. Benim cesedimin de nâmahreme böyle gö­rülmesini istemiyorum. Kalbimi huzursuz eden, şimdiden üzüntüsünü çektiğim şey budur."
Hz.Fatıma validemizdeki hassasiyete bakınız ki, vefatından sonraki durumu düşünmektedir. Zaten kefenlenmesine, kefenin üzerine kilim örtülmesine rağmen, o vücudunun ana yapısının belli olmasından rahatsızlık duymaktadır.
Hz. Esma (ra), Hz. Fâtıma'nın bu problemine şu çözümü getirmişti:
"Yâ Fâtıma, biz Habeşistan'a hicret ettiğimizde, onların cenazelerini taşıdıkları tabutları gördüm. Dümdüz tahtaların üzerine çatı yapıp, bu çatının üzerine de hasır örtüyorlar ve böylece tabutun içinde bulunan cesedi başkaları görmüyor."
Hz. Esma, böyle dedikten sonra, eline aldığı ince hurma dallarının iki ucunu yere saplayıp, ortasını yukarı doğru kamburlaştırarak, "İşte böyle yapıyorlar" diye tabutun şeklini de gösterdi.
Hz. Fâtıma sevinmişti. Şöyle dedi:
"Bunu çok beğendim, vasiyyet ediyorum, beni taşıyacağınız tabutu böyle yapın ve kefene sarılı cesedimi, bakanların nazarından gizli tutun" diye ricada bulundu.
Hz. Fâtıma bir müddet sonra vefat edince bu vasiyyeti yerine getirildi. Artık o günden sonra tabutların üzerine çatılar yapılıp, bu çatıların üzerine de hasır örtülerek, bilhassa kadınların cenazeleri gözlerden saklanmış oldu.
Hz. Fâtıma'nın vefatı duyulunca, Hz. Âişe validemiz pür telaş oraya koştu ki, onun cenazesi yıkanırken hazır bulunsun. Fakat Hz. Ebû Bekir'in hanımı Esma validemiz, onu içeri sokmadı. Çünkü o haya timsali Hz.Fatıma, cenazesinin yanına, Hz. Esmâ'dan başka kimsenin girmemesini de vasiyet etmişti.
Hz. Âişe validemiz bunu babası Hz. Ebû Bekir'e şikayet yollu anlatınca, Sıddîk-ı Ekber şöyle dedi:
"Kızım, onda o derece bir haya duygusu varmış ki, cesedinde bile, velev ki kadın olsun, fazla göz bakmasını istememiş ve cenazesini yıkaması için üvey annen Esmâ'dan başkasının içeri girmemesini de vasiyyet etmiştir."
Hz. Fâtıma validemizin şu hassasiyetine bakınız. Son nefesine kadar, tesettüre, takvaya, nâmahreme gözükmemeye azâmi şekilde dikkat eden Hz. Fâtıma (ra), vefatından sonra da cenazesi için aynı hassasiyetin gösterilmesini vasiyet etmişti.
(Hikayenin Kaynağı: Kadınların Siperi ve Kal'ası Tesettür/ Burhan BOZGEYİK

Çevrimdışı eessrraa

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.906
  • 46.126
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.906
  • 46.126
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 23 Oca 2016 19:44:40
   
    Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Asker, en iyi arkadaşının az ilerde kanlar içinde yere düştüğünü gördü.
İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar.
Tam siperden dışarı doğru bir hamle yapacağı sırada, başka bir arkadaşı onu omzundan tutarak tekrar içeri çekti,
-Delirdin mi sen? Gitmeye değer mi? Baksana delik deşik olmuş. Büyük bir ihtimalle ölmüştür.
Artık onun için yapabileceğin bir şey yok. Boşuna kendi hayatını tehlikeye atma.
Fakat asker onu dinlemedi ve kendisini siperden dışarıya attı. İnanılması güç bir mucize gerçekleşti, asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı.
Onu sırtına aldı ve koşa koşa geri döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Fakat cesur asker yaralı arkadaşını kurtaramamıştı. Siperdeki diğer arkadaşı;
-Sana değmez demiştim. Hayatını boşu boşuna tehlikeye attın.
-Değdi, dedi, gözleri dolarak, -değdi…
-Nasıl değdi? Bu adam ölmüş görmüyor musun?
-Yine de değdi. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim içim.
Ve hıçkırarak arkadaşının son sözlerini tekrarladı:
-Geleceğini biliyordum… Geleceğini biliyordum…

 Güven vermek önemlidir.... Güven duymak önemlidir.... Duyulan güveni boşa çıkarmamak daha da önemlidir....

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.329
  • 223.725
  • 28.329
  • 223.725
# 23 Oca 2016 22:06:41
Bebeğiyle yaşadığı çetin imtihan!
“Ulusal bir TV kanalında yazar olarak konuktum. İbretli hayat hikâyesi ekrana yansıtılan bir hanım geldi stüdyoya. Kendisini görür görmez acılarının yüz çizgilerine sindiğini hissettiğiniz bir kadındı.
Hikâyesi şöyleydi: Uzun yıllar kocasıyla birlikte bebek istemişler, yıllar sonra bir bebekleri doğmuş. Lakin bir hastalığa yakalanmış bebek. Boğazından sürekli bir hortuma bağımlı olarak yaşama mahkum olmuş. Tükürüğünü yutarken bile boğulabilirmiş ve bu yüzden gece gündüz 24 saat birisinin sürekli başında uyanık olarak beklemesi gerekliymiş. O kadın bir yıldır bebeği başında böyle bekliyormuş. Eşi işten gelince nöbeti devralıyor, yardım ediyormuş ve kendisi depresyon haplarıyla ayakta duruyormuş.
‘Ya Rabbim! Ne ağır bir imtihan! Canın çıksa evladını bırakıp uzaklaşamazsın. Tuvalete gitsen korku içerisinde aceleyle geri dönmeye çalışırsın, gözlerin yaslandığın yerde uykuya dalar, azıcık bir iniltiyle yerinden fırlarsın. Evden dışarıya çıkamazsın, pencereye bile yaklaşırken çekinirsin. Bilirsin ki gerektiği saniyede orada olmaz da müdahale edemezsen, bebeğin ihmalin yüzünden boğulacaktır. Sabır ver!’ Muhammed Bozdağ
Stüdyoda hanımı teselli etmeye çalışırken lafı geveledim, adeta saçmaladım. Ne diyebilirim ki! Gerçekten feci bir zorluk! Ancak kalbimden geçti, ‘Allah’ım, Sen hikmetsiz zerre iş yapmazsın. Elbette bu takdirinde de bir hikmetin vardır. Rahmet buyur, yardım et!’
Bu olaydan sanırım bir yıl sonra, o programın yapımcısı, aynı kanalda aktif rol aldığım başka bir programın yapıcısı oldu. Bir sohbet sırasında o olayı hatırlattım kendisine ve o hikmeti çözemediğimi söyledim. Bana baktı. ‘Hocam, şimdi size bir şey söyleyeceğim, şaşıracaksınız.’ dedi. Heyecanla gözlerimi diktim.
O programdan sonra o hanımla stüdyo arkasında sohbet etmiştik. Bana ne dedi biliyor musunuz? Yıllarca çocuğu olmayınca evlat hasretiyle fevkalade yorgun düşmüş ve şöyle söylemiş: ‘Allah’ım bana öyle bir evlat ver ki, bir dakika bile yanından ayrılmayayım.’
Bu söz üzerine donduk kaldık. Evet, o ağır imtihanın sırrı bu duada saklıydı. Hamdolsun, cevabımı aldım. Zor da gelse Allah’ın takdirine güvenmenin, olur olmaz konuşmamanın ve ne söylediğini bilmenin önemini bir kez daha idrak ettim. Çetin çilelerden geçmemiş bir tek insan yaşamayacaktır bu evrende. Kimse cennete sınanmadan gidemeyecektir. Bunu biliyoruz. Yüce Allah o çocuğa şifa, o anneye sabır lütfetsin ve bizleri korusun.” Dr. Muhammed Bozdağ

Çevrimdışı Gül Rengi

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.942
  • 47.514
  • 2.942
  • 47.514
# 24 Oca 2016 11:51:44
Bir zamanlar Ayaz adlı bir köle varmış. Takdir bu ya, köle bir gün Sultan Mahmud’un kölesi olmuş. Sultan, köleyi taşıdığı asil karakteri sebebiyle çok sevmiş. Derken Sultan’ın öylesine itimadını kazanmış ki, bütün sultanlığın haznedarı tayin edilmiş ve en kıymetli ve zarif mücevherler, taşlar ona emanet edilir olmuş. Bu gelişmeyi gören saraylılar ise durumdan pek rahatsız olmuşlar. Hasetleri ve kibirleri yüzünden, sözüm ona basit bir köleye böyle bir mevki verilmesini ve kendi rütbelerine çıkarılmasını bir türlü hazmedememişler. Bu duygular içinde, özellikle Sultan yakınlardaysa ondan gün geçtikçe daha çok şikayet etmeye başlamışlar ve asil ruhlu kölenin itibarını zedelemek için ellerinden geleni yapmışlar. Bir gün Sultan’ın huzurunda bir saraylının diğerine şöyle dediği duyulmuş:

 – “Köle Ayaz’ın sık sık hazineye gittiğini biliyor musun? Onun mücevherlerimizi çaldığından adım gibi eminim.” Sultan kulaklarına inanamamış.

 – “İşin aslını kendi gözlerimle görmeliyim” demiş. Duvara küçük bir delik yaptırıp, içeride olanları seyretmeye hazırlanmış. Kölenin sessizce içeri girdiğini, kapıyı kapattığını ve sandığa gittiğini görmüş. Orada sakladığı küçük bir bohçaymış bu. Bohçayı öpmüş alnına koymuş ve sonra da açmış. İçinden çıkan köleyken giydiği yırtık pırtık bir elbise! Aynanın karşısına geçmiş. Kendi kendine, “Daha önceleri bu elbiseyi giydiğin zamanlar kim olduğunu hatırlıyor musun?” diye sormuş.

 – “Bir hiçtin sen… Hepsi hepsi satılacak bir köleydin ve Allah, Sultan’ın eliyle sana rahmetinden belki de hiç hak etmediğin nimetler lütfetti. Asla nereden geldiğini unutma! Çünkü mal mülk insanın hafızasını uçurur, unutuluşlara sürükler. Şimdi sen de, nimetçe senden aşağı olanlara kibirle bakma ve daima hatırla Ayaz, hatırla!” Sandığı kapatmış, kilitlemiş ve sessizce kapıya doğru yürümüş. Hazine dairesinden çıkarken birden Sultan’la yüz yüze gelmiş. Sultan gözlerini Ayaz’ın yüzüne dikmiş dururken, yanaklarından aşağı yaşlar süzülüyormuş ve boğazı öyle düğümlenmiş ki, konuşmakta güçlük çekmiş.

 – “Bugüne kadar mücevherlerimin hazinedarıydın, ama şimdi… Kalbimin hazinedarısın. Bana benim de önünde bir hiç olduğum kendi Sultanımın huzurunda nasıl davranmam gerektiği dersini verdin.”

Çevrimdışı eessrraa

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.906
  • 46.126
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.906
  • 46.126
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 24 Oca 2016 20:35:51
Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacı ile aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:
-Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?
-On yılda, demiş kavak.
-On yılda mı? Diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.
-Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!
-Doğru, demiş kavak.
Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle kavağa:
-Neler oluyor bana ağaç?
-Ölüyorsun, demiş kavak.
-Niçin?
-Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için....


      " Çalışmadan emek harcamadan gelinen nokta başarı sayılmaz... Kolay kazanılan, kolay kaybedilir.... Her işte alın teri ve emek şarttır..."

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.329
  • 223.725
  • 28.329
  • 223.725
# 25 Oca 2016 07:54:27
Bir imam efendi varmış namazını tadil-i erkana uyarak kılmaya çok dikkat edermiş
Cemaati hayranmış imam efendiye

İmam efendi bir gün cemaate öyle namazı kıldırırken öylenin sünnetin de sağına selam verirken ak sakallı bir ihtiyar görür

Sola selam verir hemen sağına döner bakarki ihtiyar yok

Farza geçer farz namazda da aynısı olur imam efendi şaşkındır
Son sünnete durur tam sağa selam verecek ihtiyar orada
sola selam vermeden sorar :

Amca sen kimsin...?

Namazda sağa selam verirken varsın sola selam verip geri baktığımda yoksun...?

İhtiyar adam:

Eyer beni merak ediyorsan peşine cemaatinide al bir karanlık sokak var oraya geç orada korkunç bir sokak var orayıda geç

Ondan sonra yeşil bir kapı çıkacak önüne
O kapının uzerinde

"LAİLAHE İLLALLAH MUHAMMEDÜN RESÜLALLAH" Yazıyor o kapıdan gir beni orda bulacaksın kim olduğumu ancak o zaman söylerim

İmam efendi, Hemen cemaate dönüp :benim başımdan böyle böyle bir iş geçti
Hadi benle geliyormusunuz ...? Cemaat çok sevdikleri imamlarını yalnız bırakmaz

önce karanlık sokaktan geçerler korkunç sokağa gelince

imam efendi arkasına bir bakarki cemaatten kimse kalmamış sokak okadar korkunç muşki hepsi kaçmışlar.

İmam efendi o sokaktan geçmiş ve Yeşil kapıyı görmüş
Kapının güzelliği gözlerini kamaştırmış

Üzerinde "LAİLAHE İLLALLAH MUHAMMEDÜN RESÜLALLAH" Yazıyormuş ihtiyar adam orada bir koltukta imamı bekliyormuş imam efendi, Hemen sormuş:Dediklerini yaptım dediyin sokaklardan geçtim fakat cemaatim korkunç sokağa gelince beni bırakıp kaçtılar

şimdi bana söyle bakalım sen kimsin?
Yaşlı adam gülümseyerek b, imam efendiye :Ben Azrail (a.s) ve sen öyle namazının sünnetinde sağa ilk selam verdiğinde beni gördünya işte ozaman tereyağından kıl çeker gibi ruhunu bedeninden aldım ama sen bunu anlayamadın bile

Karanlık sokak varya orası senin tabudun

Cemaat seni omuzlayıp getirdi sonra o korkunç sokağa yani kabrine koydular
İmanın o kadar kuvvetli ki hakkıyla kıldığın Namazlar ve yaptığın görevin seni oradan hiç kork madan geçirdi

Burası da "CENNE-T ALA" dilediğin gibi yaşa.

Çevrimdışı eessrraa

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.906
  • 46.126
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.906
  • 46.126
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 25 Oca 2016 11:31:39
Günlerden bir gün ... kurbağa yarışı varmış. Hedef, çok yüksek bir kulenin tepesine çıkmakmış. Bir sürü kurbağa da arkadaşlarını seyretmek için toplanmışlar. Ve yarış başlamış. Gerçekte seyirciler arasında hiçbiri yarışmacıların kulenin tepesine çıkabileceğine inanmıyormuş. Sadece su sesler duyulabiliyormuş:

 -"...Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!.."
Yarışmaya başlayan kurbağalar kulenin tepesine ulaşamayınca . teker teker yarısı bırakmaya başlamışlar.
İçlerinden sadece bir tanesi inatla ve yılmadan kuleye tırmanmaya çalışıyormuş. Seyirciler bağırıyorlarmış:
-"...Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!.."
Sonunda, bir tanesi hariç, diğer kurbağaların hepsinin ümitleri kırılmış ve bırakmışlar. Ama kalan son kurbağa büyük bir gayret ile mücadele ederek kulenin tepesine çıkmayı başarmış. Diğerleri hayret içinde bu işi nasıl başardığını öğrenmek istemişler. Bir kurbağa ona yaklaşmış ve sormuş bu isi nasıl başardın diye.
O anda farkına varmışlar ki....
Kuleye çıkan kurbağa sağırmış!

Olumsuz düşünen insanları duymayın...
onlar kalbinizdeki ümitleri çalarlar!

Çevrimdışı kurthan

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 10.655
  • 72.851
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 10.655
  • 72.851
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 25 Oca 2016 12:04:21
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Günlerden bir gün ... kurbağa yarışı varmış. Hedef, çok yüksek bir kulenin tepesine çıkmakmış. Bir sürü kurbağa da arkadaşlarını seyretmek için toplanmışlar. Ve yarış başlamış. Gerçekte seyirciler arasında hiçbiri yarışmacıların kulenin tepesine çıkabileceğine inanmıyormuş. Sadece su sesler duyulabiliyormuş:

 -"...Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!.."
Yarışmaya başlayan kurbağalar kulenin tepesine ulaşamayınca . teker teker yarısı bırakmaya başlamışlar.
İçlerinden sadece bir tanesi inatla ve yılmadan kuleye tırmanmaya çalışıyormuş. Seyirciler bağırıyorlarmış:
-"...Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!.."
Sonunda, bir tanesi hariç, diğer kurbağaların hepsinin ümitleri kırılmış ve bırakmışlar. Ama kalan son kurbağa büyük bir gayret ile mücadele ederek kulenin tepesine çıkmayı başarmış. Diğerleri hayret içinde bu işi nasıl başardığını öğrenmek istemişler. Bir kurbağa ona yaklaşmış ve sormuş bu isi nasıl başardın diye.
O anda farkına varmışlar ki....
Kuleye çıkan kurbağa sağırmış!

Olumsuz düşünen insanları duymayın...
onlar kalbinizdeki ümitleri çalarlar!

Olumsuz düşünen insanları duymayın...
onlar kalbinizdeki ümitleri çalarlar!  :)
+++++

Çevrimdışı Gül Rengi

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.942
  • 47.514
  • 2.942
  • 47.514
# 25 Oca 2016 12:08:16
..

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.329
  • 223.725
  • 28.329
  • 223.725
# 25 Oca 2016 18:20:13
Çelimsiz, küçük bir kız çocuğu sokağın köşesine oturmuş, yiyecek, para, ya da alabileceği herhangi bir şey için dileniyordu. Üzerinde yırtık pırtık giysiler vardı. Yüzü gözü ise kir içindeydi. Çocuğun perişan bir hali vardı.
Kız dilenirken, sokaktan genç, sağlıklı, zengin görünümlü bir adam geçti. Kızı farketmişti.
Ama, belli etmemek için, dönüp bir daha bakmadı.
Geniş ve lüks evine, konfor içinde yaşayan ailesinin yanına geldiğinde, çok güzel hazırlanmış bir akşam sofrası onu bekliyordu.
Fakat, az sonra, gördüğü o dilenci kız aklını takıldı yeniden. Duyguları bir şeylere itiraz ediyordu.
Sonra, kolay yolu tercih etti ve itirazlarını Allah’a yöneltti. Böyle durumların var olmasına izin veren O değil miydi?
İçin için, O’na karşı:
“Böyle bir şeyin olmasına nasıl müsaade ediyorsun? Neden o küçük kıza yardım için bir şeyler yapmıyorsun?” diye yakınmaya başladı.
Biraz sonra, ruhunun derinliklerinden gelen şu cevabı işitti:
...“YAPTIM... SENİ YARATTIM...!”...

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK