İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı harslan05

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.366
  • 69.104
  • 3.366
  • 69.104
# 12 Şub 2016 13:54:57
CARİYENİN AŞKI VE YAVUZ SULTAN SELİM HAN

Yavuz Sultan Selim Han, Mısır'ı fethettiğinde bir süre orada kalır. İdareyi eline alıp kendi hâkimiyetini yerleştirmek için bu elzemdir. Bu sırada bir çadırda kalıyor. Çadırı süpürüp temizleyen, yemeği yapan Mısırlı bir cariye vardır ki, Yavuz Selim Han sabah çıkınca, cariye geliyor, akşama kadar çadırı temizleyip yemekleri hazırlayıp gidiyor, akşam olunca da Yavuz Selim Han çadırına dönüyor.

Cariye nasıl olduysa bir kaç defa Yavuz Sultan Selim Hanı görür ve Ona âşık olur. Lâkin umutsuz bir aşk. Zira bir tarafta koskoca Cihan Padişahı Halife-i Rûy-i Zemin, diğer tarafta basit bir cariye…

Fakat cariyenin aşkı dayanılmaz boyutlara ulaşıp da kalbine sığmaz hale gelince, ne yapacağını bilemez halde Halifeye açılmaya karar verir. Lâkin aradaki uçurum cariyeyi iyice çıkmaza sokar ve kararsız hale getirir. Bir yandan aşkının dayanılmaz baskısı, diğer yandan aradaki devâsâ farkın kendini engellemesi arasında bocalayan cariye Halifenin karşısına çıkma cesaretini kendinde bulamadığından, yazıyla ilân-ı aşk etmeye karar verir. Ve üç kelimelik bir not yazarak Halife hazretlerinin yatağına bırakır. Notta sadece üç kelime yazılıdır:

“Derdi olan neylesin?”

Akşam çadırına gelip de yatağının üzerinde küçük bir kağıt parçası bulan Yavuz Sultan Selim Han, kağıdı okuyunca bu notu yazanın, çadırını süpüren cariye olduğunu anlar. Ve kâğıdın arkasına cevabını yazar:

“Derdi neyse söylesin.”

Kâğıdı aynı yere bırakır. Sabah olunca da çıkıp gider. Bir müddet sonra Cariye temizlik için çadıra geldiğinde ilk iş olarak kâğıdı arar. Kâğıdı bıraktığı yerde duruyor bulur. Kaparcasına kâğıdı alıp okuduğunda heyecanı bir kat daha artar. Halifenin cevabından cesaretlenen cariye, kâğıdı çevirip dünkü notunun altına şu cümleyi ekler:

“Korkuyorsa neylesin?”

Akşam olur. Halife çadıra döner. Kâğıdı okur ve cevabı yazar:

“Hiç korkmasın söylesin.”

Sabah bu cevabı okuyan cariye artık kararını vermiştir: Aşkını bu akşam halifeye söyleyecek. Ne olacaksa olsun artık. Ve o gün temizliği bitirdiği halde gitmeyip Halifeyi beklemeye başlar. Yavuz Sultan Selim Han akşam çadıra dönünce cariyeyi kendisini bekler bulur. Cariye, Halifeyi görünce hemen ayağa kalkıp temenna durur. Yavuz Selim Han “Buyurunuz, sizi dinliyorum” deyince, cariye tüm cesaretini toplamaya çalışırken, titreyen ellerini gizlemek için elleriyle dirseklerini tutarak kollarını kavuşturur. Heyecandan yüzü kıpkırmızı olmuştur. Kalbi yerinden fırlarcasına atarken, titrek ve mahcup bir sesle: “Efendim…” der. “Cariyeniz… Size…” ve cümlesini tamamlayamadan yığılıp kalır.

Kalbine sığmayan aşkını söyleyemeden ruhunu teslim eden cariyenin, bu tertemiz aşkı karşısında Koca Halife gözyaşlarını silerek etrafındakilere şöyle der:

“Gerçek aşkı şu cariyeden öğrenin. Zira âşık, mâşukunun yolunda olur ve o yolda ölür.”

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.304
  • 223.489
  • 28.304
  • 223.489
# 12 Şub 2016 20:30:40
82 yaşındaki Gazzeli Fatma nine hadis İlimleri bölümünden mezun oldu.

Gazze’nin Aksa üniversitesinde Hadis ilimleri tahsil eden Fatma nine, 2012’de üniversiteye başlayıp 2016’da mezun oldu.

Maşallah,ilmin yaşının olmadığının en güzel örneği. Allah cc.ilmi isteyen herkese vereceğim buyuruyor. Yaşlıya,gence,kadına ayırmadan ilim. Kuran’ın ilk emri oku ile başlar. Yani okumak ve ilim öğrenmek farzdır. Rabbim,okuyan ve okuduklarını başkalarına öğretenlerden eylesin bizleri.

30 yaşına gelenler artık yaşlandık psikolojileriyle bunalımlara girerken, teyzemiz iyi bir ders veriyor bizlere.

Araştırmacı yazar Mehmet Ali Bulut , Allah’ın insana verdiği bedenin ömrü 120 yıl der. Bizim bu bedeni helal gıdalarla, zararsız besinlerle beslememiz durumunda kişinin 120 yaşına sağlıklı olarak ulaşması olağan bir hal alacaktır. Tabii ecel saatini kimse değiştiremez..
Demek ki yaş 35 olunca yolun yarısı olmuyormuş. Bu psikolojiyi kafamızdan atmamız gerekiyor öncelikle..

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.304
  • 223.489
  • 28.304
  • 223.489
# 14 Şub 2016 07:00:49
SEVMEK NE DEMEKTİ?
Benim annem eliyle çamaşır yıkamaktan elleri soyulmuştu, yoktu otomatik makineler, ne kalorifer vardı ,ne doğal gaz, ne çeşme vardı, ne sıcak akan sular, ne hazır ekmek vardı, ne işlenmiş gıdalar. Abartısız günün on sekiz saatini çocukları için harcardı of demeden,uykusu hiç derin olmadı benim annemin, hiç ayağını uzatıp kahve içmedi keyifle, uzanıp bir ben kimim diye düşünmeye vakti olmadı. Ama sevmeye çok vakti vardı verdiği ilmek ilmek emek, yorgun gözlerle öyle bir bakardı ki sevgisi içimizi ısıtır, ayaz gecelerin sönen sobası yerine geçerdi.
Şimdilerde bilenin ve bilmeyenin ağzına plesenk olmuş SEVGİ kelimesinin anlamını dahi bilmezdi, adam gibi sevmek için bilmese de olurmuş. Hatırlarım annemi sırtında kimi zaman un çuvalıyla, kimi zaman dereden su taşırken, kimi zaman su almak için buzu kırarken, kimi zaman tandırda yüzü gözü kızarmış elleri yanarak ekmek pişirirken, of dediğini hatırlamam. Ama sevmeye çok vakti vardı verdiği ilmek ilmek emek bıkkın değil sadece yorgun gözlerle öyle bakışları vardı ki; üzerimize ayaz gecelerde sevgiden bir yorgan olurdu. Sevgisine saygı duymamak mümkün değildi. Sevgisi hiç sözle değildi ,zaten pek sözde bilmezdi, Sadece emekti sevgisi emekten ibaret sevgi. Beli bükük, nasırlı elleri öpülesi annem öğretebilseydi bu günkü annelere sevgiyi anlatamazdı belki bakar ve dokunurdu anlardı herkes, en cahili bile'' Karnın aç mı? diye sorarken şefkat dolu sözlerinden sevginin ne büyük emek olduğunu. Yüksünmeden her bir emeği sevgi uğruna vermenin ne büyük değer olduğunu. Belki diliyle söyleyemezdi bilmezdi böyle şeyleri ama bakışları şunları anlatırdı insana '' Sevgi var etmektir, sevgi terdir, sevgi yorulmaktır, sevdiğinin uğruna, sevgi yeri geldiğinde canını teslim etmektir, tereddüt etmeden'' (Mirza Tazegül)

Bu gün yaşayan annemi her gün görmenin mutluluğuyla, verdiği sevginin milyonda birini ödeme imkanına kavuştuğum için mutluyum. Annelerini kaybetmişler için annelerine Rabbimden rahmet diliyorum, anneleri yaşayanların annelerinin ellerinde sevgiyle öperim.
Pisikonet.com

Çevrimdışı Gül Rengi

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.941
  • 47.505
  • 2.941
  • 47.505
# 14 Şub 2016 16:37:33
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
CARİYENİN AŞKI VE YAVUZ SULTAN SELİM HAN

Yavuz Sultan Selim Han, Mısır'ı fethettiğinde bir süre orada kalır. İdareyi eline alıp kendi hâkimiyetini yerleştirmek için bu elzemdir. Bu sırada bir çadırda kalıyor. Çadırı süpürüp temizleyen, yemeği yapan Mısırlı bir cariye vardır ki, Yavuz Selim Han sabah çıkınca, cariye geliyor, akşama kadar çadırı temizleyip yemekleri hazırlayıp gidiyor, akşam olunca da Yavuz Selim Han çadırına dönüyor.

Cariye nasıl olduysa bir kaç defa Yavuz Sultan Selim Hanı görür ve Ona âşık olur. Lâkin umutsuz bir aşk. Zira bir tarafta koskoca Cihan Padişahı Halife-i Rûy-i Zemin, diğer tarafta basit bir cariye…

Fakat cariyenin aşkı dayanılmaz boyutlara ulaşıp da kalbine sığmaz hale gelince, ne yapacağını bilemez halde Halifeye açılmaya karar verir. Lâkin aradaki uçurum cariyeyi iyice çıkmaza sokar ve kararsız hale getirir. Bir yandan aşkının dayanılmaz baskısı, diğer yandan aradaki devâsâ farkın kendini engellemesi arasında bocalayan cariye Halifenin karşısına çıkma cesaretini kendinde bulamadığından, yazıyla ilân-ı aşk etmeye karar verir. Ve üç kelimelik bir not yazarak Halife hazretlerinin yatağına bırakır. Notta sadece üç kelime yazılıdır:

“Derdi olan neylesin?”

Akşam çadırına gelip de yatağının üzerinde küçük bir kağıt parçası bulan Yavuz Sultan Selim Han, kağıdı okuyunca bu notu yazanın, çadırını süpüren cariye olduğunu anlar. Ve kâğıdın arkasına cevabını yazar:

“Derdi neyse söylesin.”

Kâğıdı aynı yere bırakır. Sabah olunca da çıkıp gider. Bir müddet sonra Cariye temizlik için çadıra geldiğinde ilk iş olarak kâğıdı arar. Kâğıdı bıraktığı yerde duruyor bulur. Kaparcasına kâğıdı alıp okuduğunda heyecanı bir kat daha artar. Halifenin cevabından cesaretlenen cariye, kâğıdı çevirip dünkü notunun altına şu cümleyi ekler:

“Korkuyorsa neylesin?”

Akşam olur. Halife çadıra döner. Kâğıdı okur ve cevabı yazar:

“Hiç korkmasın söylesin.”

Sabah bu cevabı okuyan cariye artık kararını vermiştir: Aşkını bu akşam halifeye söyleyecek. Ne olacaksa olsun artık. Ve o gün temizliği bitirdiği halde gitmeyip Halifeyi beklemeye başlar. Yavuz Sultan Selim Han akşam çadıra dönünce cariyeyi kendisini bekler bulur. Cariye, Halifeyi görünce hemen ayağa kalkıp temenna durur. Yavuz Selim Han “Buyurunuz, sizi dinliyorum” deyince, cariye tüm cesaretini toplamaya çalışırken, titreyen ellerini gizlemek için elleriyle dirseklerini tutarak kollarını kavuşturur. Heyecandan yüzü kıpkırmızı olmuştur. Kalbi yerinden fırlarcasına atarken, titrek ve mahcup bir sesle: “Efendim…” der. “Cariyeniz… Size…” ve cümlesini tamamlayamadan yığılıp kalır.

Kalbine sığmayan aşkını söyleyemeden ruhunu teslim eden cariyenin, bu tertemiz aşkı karşısında Koca Halife gözyaşlarını silerek etrafındakilere şöyle der:

“Gerçek aşkı şu cariyeden öğrenin. Zira âşık, mâşukunun yolunda olur ve o yolda ölür.”
Hazin bir hikaye ....eskiden daha anlamlıymış aşk..şimdiki gibi maddiyata endeksli değilmiş tabii ki..

Çevrimdışı kurthan

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 10.655
  • 72.847
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 10.655
  • 72.847
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 15 Şub 2016 19:07:05
 Mevlana'ya sordular:

Neden senin müridlerin geçmişi karanlık, kötülüklerle dolu,
hor hakir ve fakir kimseler?

Hz. Mevlana: İçinizde günahı olmayan var mı?

Sustular.

Benim müridlerim iyi insanlar olsalardı ben onların müridi olurdum.
İyilerle herkes hasbihal eder, kötüleri kucaklayacaksın ki,tedavi olsunlar.
Biz kötüleri ve günahkarları iyi yapmak için dünyaya geldik.
Müridlerimi kınayacağınıza aynayı kendinize tutun...

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.304
  • 223.489
  • 28.304
  • 223.489
# 16 Şub 2016 22:06:59
-geç kılınan namaz -

Anneannesinin sözleri yankılandı kulaklarında: ”Oğlum namaz hiç bu vakte bırakılırmı?” Anneannesinin yaşı yetmişe dayanmış, ama ezan
okunduğu vakit yerinden sıçrar, yaşından beklenmeyecek bir hızla abdestini alır ve namazını kılardı.
Kendisi ise,nefsini bir türlü yenemiyordu. Ne oluyorsa, hep namaz son dakikalara kalıyor, bu sebeple namazını alelacele eda ediyordu. Bunu düşünerek kalktı yerinden, gözü saate kaydı. Yatsı ezanının okunmasına on beş dakika kalmıştı. Başını her iki yöne pişmanlıkla sallayarak, “Yine geciktirdim namazı.” dedi kendi kendine.

Kıvrak hareketlerle abdestini aldı ve daha elini yüzünü tam kurulamadan kendisini odasına attı. Mecburen, hızlı hareketlerle namazı eda
etti. Tesbihatını yaparken anneannesini düşünmeden edemedi. “Bu halimi görse, tatlı-sert kızardı yine bana.” dedi. Çok seviyordu onu …Hele öyle bir namaz kılışı vardı ki, onu hep bir gökkuşağı hayranlığıyla seyrederdi. Namazda öyle bir mahviyeti vardı ki… hicabından renkten renge girerdi.
O gün akşama kadar derse girmişti. Müthiş bir ağırlık vardı üzerinde. Duasını yaparken, başını ellerinin arasına alıp secdeye durdu. Namazdan sonra bir süre bu şekil tefekkür etmeyi severdi. Gözleri kapanır gibi oldu. “Ne kadar da yorulmuşum.” dedi. Daldı gitti öylece….

Kıyamet kopmuştu. Mahşeri bir kalabalık vardı. Her yön insanlarla doluydu. Kimi dona kalmış, hareketsiz bir şekilde etrafı izliyor; Kimi sağa sola koşturuyor, kimisi de diz çökmüş, başı ellerinin arasında bekliyordu. Yüreği yerinden fırlayacak gibi atıyor, adeta kafesinden kurtulmaya çalışıyor,soğuk soğuk terler döküyordu. Hayattayken kıyamet, sorgu sual ve mizan hakkında çok şey duymuş ve ahiret hayatı adına bu kavramlar kendisi için köşe taşı olmuşlardı. Ama mahşer meydanında ki ürperti, korku ve bekleyişin bu denli dehşet vereceğini düşünmemişti.

Hesap ve sorgu devam ediyordu. Bu arada onun ismini de okudular. Hayretle bir sağa, bir sola baktı. “Benim ismimi mi okudunuz?” dedi dudakları titreyerek…

Kalabalık birden yarılmış, bir yol olmuştu önünde. İki kişi kollarına girdi. Mahşer meydanının vazifelileri oldukları belliydi. Kalabalık arasından şaşkın bakışlarla yürüdü. Merkezi bir yere gelmişlerdi. Melekler her iki yanından uzaklaştılar. Başı önündeydi. Bütün hayatı, bir film şeridi gibi geçiyordu gözlerinin önünden..” Şükürler olsun ” dedi, kendi kendine ve devam etti; ” Gözlerimi dünyaya açtım,Hep hizmet eden insanları gördüm. Babam sohbetlerden sohbetlere koşuyor, malını islam yolunda harcıyordu. Annem eve gelen misafirleri ağırlıyor, yemek sofralarının biri kalkıp, bir yenisi kuruluyordu. Ben ise, hep bu yolda oldum. İnsanlara hizmete çalıştım. Onlara Allah’ı anlattım. Namazımı kıldım. Orucumu tuttum. Farz olan ne varsa yerine getirdim. Haramlardan kaçındım. “Kirpiklerinden aşağı gözyaşları
dökülürken, “Rabbimi seviyorum, en azından sevdiğimi zannediyorum.” Diyordu. Ama bir yandan da “O’nun için ne yapsam az, Cennet’i kazanmama yetmez.” Diye düşünüyordu.Tek sığınağı Allah’ın rahmetiydi..

Hesap sürdükçe sürdü. Boncuk boncuk terliyordu. Sırılsıklam olmuş, zangır zangır titriyordu. Gözleri terazinin ibresindeki neticeyi
bekliyordu. Sonunda hüküm verilecekti. Vazifeli melekler ellerinde bir kağıt, mahşer meydanında ki kalabalığa döndüler. Önce ismi okundu. Artık ayakları tutmaz olmuştu. Neredeyse yığılıp kalacaktı. Heyecandan gözlerini kapamış, okunacak hükme kulak kesilmişti.

Mahşeri kalabalıktan bir uğultu yükseldi. Kulakları yanlış mı duyuyordu? İsmi cehennemlikler listesindeydi. Dizlerinin üstüne yığıldı. Hayretten dona kalmıştı.” Olamaaaazzzz ” diye bağırdı. Sağa sola koşturdu. “Ben nasıl Cehennemlik olurum? Hayatım boyunca hizmet eden insanlarla birlikte oldum. Onlarla beraber koşturdum. Hep Rabbimi anlattım.” Diyordu.

Gözleri sağanak olmuş, titrek vücudunu ıslatıyordu. Vazifeli iki melek kollarından tuttu. Ayaklarını sürüyerek ve kalabalığı yararak
alevleri göklere yükselen Cehennem’e doğru yürümeye başladılar. Çırpınıyordu. Medet yok muydu? Bir yardım eden çıkmayacak mıydı?

Dudaklarından kelimeler kırık dökük, yalvarmayla karışık döküldü..”Hizmetlerim… Oruçlarım…. Okuduğum Kur’anlar……Namazım….Hiçbiri beni kurtarmayacakmı?” diyordu. Bağıra bağıra yalvarıyordu. Cehennem melekleri onu hiç sürüklemeye devam ettiler. Alevlere çok yaklaşmışlardı. Başını geriye çevirdi. Son çırpınışlarıydı..

Resülullah, “Evinin önünde akan bir ırmak içinde günde beş defa yıkanan bir insanı o ırmak nasıl temizler, günde beş vakit namazda insanı günahlardan öyle temizler.” Buyuruyordu. “Oysa ki benim namazlarım da mı beni kurtarmayacak?” diye düşünüyordu.

” Namazlarım…..Namazlarım….Namazlarım.” diye diye hıçkırdı. Vazifeli melekler hiç durmadılar. Yürümeye devam ettiler; Cehennem çukurunun başına geldiler. Alevlerin harareti yüzünü yakıyordu. Son bir defa dönüp geriye baktı. Artık gözleri de kurumuştu. Ümitleri sönmüştü. Başını öne eğdi. İki büklüm oldu.

Kollarını sıkan parmaklar çözüldü. Cehennem meleklerinden birisi onu itiverdi. Vücudunu birden bire havada buldu. Alevlere doğru düşüyordu. Tam bir iki metre düşmüştü ki, bir el kolundan tuttu.

Başını kaldırdı. Yukarıya baktı. Uzun beyaz sakallı bir ihtiyar onu düşmekten kurtarmıştı. kendisini yukarıya çekti. Üstündeki başındaki tozu silkerek ihtiyarın yüzüne baktı.

“Siz de kimsiniz ?” dedi.
İhtiyar gülümsedi: ” Ben senin namazlarınım.”

“Neden bu kadar geç kaldınız ? Son anda yetiştiniz. Neredeyse düşüyordum.”dedi..

İhtiyar yüzünü gererek, tekrar güldü; Başını salladı;

” Sen beni hep son anda yetiştirirdin, …Hatırladın mı?

Secdeye kapandığı yerden başını kaldırdı. Kan-ter içinde kalmıştı. Dışarıdan gelen sese kulak kabarttı. Yatsı ezanı okunuyordu.Bir ok gibi yerinden fırladı. Abdest almaya gidiyordu..

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.304
  • 223.489
  • 28.304
  • 223.489
# 17 Şub 2016 16:53:52
DOKTORU ŞOK EDEN CEVAP
.
Almanyada yaşayan müslüman bir kardeşimiz
yeni bir bebeği dünyaya geliyor
oda Ashabı Kiram yeni bir bebek dünyaya
geldiğinde ne yapıyor ise ona niyet edip bebek
7 günlük olunca saçlarını kazıtip
altından sadaka veriyor.
Bir kaç gün sonra bebeğini kontrol için
doktora gidiyor
doktor bebeği görünce çok şaşırıyor
Bebeğinizin saçlarını siz mi kazittiniz yoksa
doğuştan mi bu kadardı diyor
biz kazittik deyince doktor şaşkınlığınin
sebebini açıklıyor
bilim adamları daha 50 gün önce bunu yenı
kesfettiler.
Bebek doğduğunda 40 gün içerisinde
saçlarının kazınmasi bebeğin gözlerini
kuvvetlendiriyor.
Saçlarını gürlestiriyor zekasıni açıyor ve
daha pek çok fayda sağlıyor.
Özellikle 7. Gün yapılması bu faydaları kat kat
arttırıyor.
Peki daha 50 günlük mazisi olan bu habere
siz nasıl ulaştiniz diyor.
Kadın; biz bunu Peygamber Efendimizden
öğrendik diyor
Alman doktor Peygamber Efendimizi şu an
yaşıyor zannederek sizin Peygamberinize
bilimin yeni buluşları ne kadar çabuk ulaşıyor
diyor.
Genç anne; Peygamber Efendimiz. S.a.v
bizden 1400 küsür sene önce yaşadı ve ahirete
teşrif etti deyince
Alman doktor buz kesiliyor!!!

Çevrimdışı eessrraa

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.906
  • 46.126
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.906
  • 46.126
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 17 Şub 2016 22:23:48
Emma Bombeck Avustralya’da kanserden öldü..
Ölümünden hemen önce sunları yazdı:
Hayatımı yeniden yasayabilseydim eger;
Hastayken yataga girer dinlenirdim.
Ben olmadıgım zaman her sey kötüye gidecek diye düsünmezdim..
Gül seklindeki pembe mumu saklamaz yakardım..
Daha az konusur, ama daha çok dinlerdim..
Yerler kirlense, masa örtüm lekelense bile daha çok arkadasımı aksam yemegine davet ederdim..
Oturma odasında TV seyrederken, patlamısş mısır yer,
sömineyi yakmak isteyen birisi oldugunda ona engel olmazdım..
Yerler leke olacak diye korkmazdım..
Bana gençligini anlatmaya çalısan dedeme daha çok vakit ayırırdım..
Kocamın sorumluluklarını daha çok paylasırdım..
Saçım bozulmasın diye, arabanın camının açılmasını önlemezdim..
Etegimin lekelenmesine aldırmadan çimlere otururdum..
TV seyrederken daha az, hayata bakarken daha çok aglar ve gülerdim..
Ömür boyu garantilidir denilen hiçbir seyi satın almazdım..
Hamileligimin bir an önce sona erip, dogum yapmayı dilemek yerine,
hamile oldugum her anın tadını çıkarır ve içimde bir canlı yaratmanın
ne kadar harika oldugunu fark ederdim..
Bu o kadar nadir bir olay ki.. Mucize gibi bir sey..
Çocuklarım beni öpmek istediklerinde, asla “Önce git ellerini yüzünü yıka” demezdim..
Onlara daha çok “seni seviyorum”, ondan da daha çok “özür dilerim” derdim..
Ama baska bir hayat verilseydi en çok yapacagım sey; her dakikasını degerlendirmek olurdu..

Dikkatle bak.. Gerçekten gör.. Yaşa.. Vazgeçme..
Küçük seyler için sikayet etmekten vazgeç..
Bana benzemeyenler, benden daha çok seye sahip olanlar ve
kimin ne yaptıgı beni ilgilendirmezdi..
Bunun yerine, ilıskilerimi güçlendirmeye çalısırdım..

Sahip oldugunuz ruhsal, fiziksel ve duygusal her sey için Allah’a şsükredin..
Tek bir hayatınız var ve bir gün sona eriyor.."

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.304
  • 223.489
  • 28.304
  • 223.489
# 18 Şub 2016 06:58:34
ETKİLENMEMEK ELDE DEĞİL !
Hz. Fatıma,
'- ya Ali' Hasan, Hüseyin aç, evde yiyecek yok.. gidip yiyecek birşeyler alsana" der.
Hz. Ali'nin sadece altı dirhemi vardır.
Yiyecek almak için evden çıkar ve giderken yolda kavga eden iki insan görür.
Hz Ali:
"Niçin kavga ediyorsunuz?
Şu âlemde Allah'ı düşüneceğiniz yerde niçin birbirinizle mücadele ediyorsunuz?" diye sorar.
Kavga edenlerden biri, diğerinden altı dirhem alacağı olduğunu, vermediğini, söyler.
Hz Ali cebindeki altı dirhemi çıkarır ve alacaklıya verir.
Evine geldiğinde eli boştur, 'Cennet kadınlarının seyyidesi',
"- Ya Ali, hiç mi bir şey almadın?" diye sorunca,
"- Ama ara düzelttim ya Fatma" der.
Hz Fatma'nın yüzünde nurlu bir gülümseme belirir.
Memnundur kocasının bu güzel hareketinden.
Daha sonra Hasan'la Hüseyin ağlamaya başlarlar, 'açız' diye.
Bu acı manzaraya dayanamaz ve evden çıkar.
Yolda bir adama rastlar.
Elinde besili bir deve;
"- Ya Ali bu deveyi sana satmak isterim, ucuza satacağım."
"- Param yok" der Hz Ali.
"- Olsun" der adam.
"- Bu deveyi sana vermeyi çok istiyorum.150 dirhem bu deve.
Al sonra ödersin."
Alır Hz Ali o deveyi.
Yolda giderken başka adama rastlar.
"- Ya Ali" der, "ne güzel bir deve bu.
Ben bunu 300'e alayım ne olursun reddetme beni."
Hz Ali: "- Ama ben bunu 150'ye aldım" der.
"- Olsun, ben çok beğendim bunu" ve deveyi satar.
Hz Ali mutlu bir şekilde gider yiyecekleri alır eve döner.
Sonra Peygamber'in huzuruna çıkar.
Efendimiz(s.a.v.) güler, "gel" der, "ya Ali şu deve hikâyesini anlat".
Anlatınca da der ki:
"- Sen ki ara düzelttin.
Allah Cebrail'i ile sana deveyi sattı.
İsrafil'i ile de satın aldı.
Her kim ki ara yapar, birleştirir, düzeltir, ikilikten insanları kurtarırsa o bendendir ya Ali."

Okuduysanız paylaşın belki bir müslüman kardeşim daha rahmet PEYGAMBERİN ( S.A.V ) güzel ahlakını okur ve azda olsa kendine örnek alır."

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.304
  • 223.489
  • 28.304
  • 223.489
# 18 Şub 2016 22:36:50
ALLAH BİZE YETER O NE GÜZEL VEKİLDİR.
(ELHAMDÜLİLLAH)
DELİNİN biri camiye girer,belli ki namaz kılacak.
Ama oturmaz, meraklı ve şaşkın gözlerle etrafı süzer-dolanır..
Bir oraya, bir buraya her köşeye dikkatlice bakar ve hızla çıkar gider..
Az sonra sırtında bağlanmış odunlarla tekrar gelir camiye ve tam namaza başlamak üzere olan cemaatle birlikte saf tutar..
Ama sırtındaki odunlarla güç bela bitirir namazını.
Eğilip kalktıkça yere düşen odunlar, çıkardığı ses vs. derken, tabii cemaat de rahatsız olmuştur bu durumdan..
Nihayet biter namaz, bitmesine ama her kafadan bir ses çıkar..
Herkes kıpırdanmaya, adama söylenmeye başlamıştır bile..
İmama kadar ulaşır sesler, hafiften tartışmalar..
İmam aynı mahalleden, bilir az çok garibin halini, şefkatle yaklaşır meczubun yanına ve der ki:
“Oğlum böyle namaz mı olur, sırtında odunlarla, sen ne yaptın?
Hem kendini hem de çevreni rahatsız ettin bak, bir daha namaz kılmaya yüksüz gel olur mu?”
Bunu duyan meczub melül-mahzun, ama manalı bir bakışla sorar
“Âdetiniz böyle değil mi?”
“Ne âdeti?!” der Hoca..
Cemaat da toplanmış, merak ve şaşkınlıkla olayı izlemektedir o sıra..
Der ki meczub bu kez:
“Hocam ben namaz kılmak için girdim camiye, şöyle kendime uygun bir yer ararken içeridekilere baktım, gördüm ki herkesin sırtında bir şeyler var. Zannettim ki adet böyledir, ben de şu odunları yüklendim geldim işte, neden kızıyorsun? Kızacaksan herkese kız, tek bana değil!
Hoca şaşırır: “Benim sırtımda da mı var?” der..
“Evet” der meczub, “Hepinizin sırtı yüklü!”..
Cemaatte ise hafiften “deli işte!” manasına,bıyık altından gülüşmeler başlamıştır..
Meczub bu kez öne atılır ve tek tek cemaati işaret ederek, saf bir çocukça, heyecanla bağırır:
“Bak bunun sırtında mavi gözlü bir çocuk, bunda kocaman bir elma ağacı vardı..
Bunda kırık bir kapı, bunda bir tencere yemek, bunda kızarmış tavuk, şunun sırtında yeşil gözlü esmer bir hatun, bununkinde de yaşlı annesi vardı!..”
Sonra iki elini yanlarına salar başını sallar ve umutsuzca;
“ Boş yok, boş yok hiç!..diye tekrarlar.
O böyle söyleyince, herkes dehşet içinde şaşkınlıkla birbirinin yüzüne bakar!
Aynen doğrudur dedikleri çünkü;
Kimi doğacak çocuğunu düşünüyordur namazda,
kimi bahçesindeki meyve ağaçlarını,
biri onaracağı kapıyı,
diğeri lokantasında pişireceği yemeği..
Biri açtır aklında yiyeceği tavuk,
birinin sırtında sevdiği kadın,
diğerinde de bakıma muhtaç annesi vardır.
“Peki söyle bakalım bende ne vardı?” der, bu kez endişeyle Hoca..
O da der ki:
“Zaten en çok da sana şaştım hoca! Sırtında kocaman bir inek vardı!
Meğerse efendim, hocanın ineği hastaymış, “öldü mü ölecek mi?” diye düşünürmüş namazda..
“Harâbât ehlini hor görme sakın, defineye mâlik viraneler var.”
Bildirince bildiren, yüreği olan görüyor elbet..

Çevrimdışı eessrraa

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.906
  • 46.126
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.906
  • 46.126
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 19 Şub 2016 14:14:50
    Ünlü bir dokumacının özenle dokuyup sattığı bir top kumaşta bir kusur görülür ve dokumayıca iade edilerek bedeli geri istenir...
    Dokumacı parayı verir fakat iki damla yaş süzülür yanaklarından...
Sorarlar:
  - Niçin ağlıyorsun? Kumaşı verdik diye bu kadar üzüleceksen alıp gidebiliriz...Paranda sende kalır...
   Dokumacı cevap verir:
   -Hayır kumaş için ağlamıyorum...Onun bir kusuru görüldü ve geri çevrildi.Fakat, ya ömür boyu yaptıklarım...Allaha arzolunduğunda böyle bir kusur yüzünden geri çevrilecek olursa, halim nice olur ?

Çevrimdışı Gül Rengi

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.941
  • 47.505
  • 2.941
  • 47.505
# 19 Şub 2016 14:50:20


Din bilgininin yolu tımarhaneye düşmüştü, ‘Gidip bir gezeyim, delilerin halini göreyim!’ diyerek kapıyı çaldı.

Girince, elleri ayakları bağlı bir delinin sevinç içinde bağırıp çağırdığını, keyiften sarhoş olduğunu gördü.

Yanına giderek:

‘Yahu…’ dedi. ‘Elin ayağın bağlıyken bu neşe de nedir? Tutsaksın, görmüyor musun halini?’

Deli:

‘Elim ayağım bağlı benim!’ dedi. ‘Yüreğim bağlı değil. Gönlüm özgür olduktan sonra tutsak olmuşum, ne çıkar? İki âlem dediğin nedir? Bir deniz, adı da gönül. İşte o denizde hürüm ben!’
                                                       Mesneviden...

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.304
  • 223.489
  • 28.304
  • 223.489
# 19 Şub 2016 23:56:41
Belediye başkanı‚ geniş-rahat makam koltuğunda huzursuzca kımıldandı. Sesine daha bir otorite katarak kapıdaki ihtiyara seslendi;
-Ne istiyorsan‚ söyle amca !
-Şey‚ efendim. Benim bacaklarından özürlü bir torunum var.
-Anlaşıldı anlaşıldı. Belediye aracılığıyla dağıtılacak tekerlekli sandalyeleri duydun‚ ondan istiyorsun. Kusura bakma‚ sayısı az. Başvurular alınacak‚ sonra kura çekilecek. Şansına artık.
-Yok efendim‚ onun için gelmedim. Torunumun tekerlekli sandalyesi var.
-Eee… derdin nedir öyleyse ?
-Tekerlekli sandalyesi var da‚ rahatça dolaştıramıyoruz. Başka şehirlerde belediyeler yardımcı oluyormuş. Onlara uygun otobüsleri veya dolmuşları oluyormuş. Ama bize şimdilik kaldırımları düzenleseniz yeter. Kaldırımların başlangıcıyla sonuna bu arabalarla kolayca geçilecek yerler yapsanız diye talepte bulunacaktım.
-Oooo amca‚ her gelenin bir talebi var. Belediye boş mu duruyor sanıyorsun. Çoğu yerin kaldırımı bile yok‚ önce onlarla uğraşmalıyız. Hele bir eskisi şekliyle tüm kaldırımları bitirelim‚ birkaç sene sonra da ek bütçe olursa‚ kaldırım girişlerine baktırırız. Öyle he demeyle olmaz her iş.
-Ama birkaç sene demek‚ torunumun ve onun gibi yaşamak zorunda olanların‚ en güzel çağlarını evde hapis geçirmesi demek.
-Bak amca‚ ben koskoca belediye başkanıyım. Herkese bu kadar vakit ayırırsak işimiz var. O sırada başkanın yardımcısı telaşlı bir halde içeri girdi;
-Efendim trafikten aradılar !
-Noldu büyük bir kaza mı olmuş? Çok ölen mi olmuş‚ nedir bu telaşın?
-Bir çocuğa araba çarpmış. Başkan sakinleşerek‚ koltuğuna doğru adım attı.
-Ne yapayım yahu‚ her kazaya belediye başkanı mı koşacak. Amca sen de çık artık. Görüyorsun işlerimiz var. İhtiyar adam‚ boynu bükük dışarı yürüdü. Başkanın yardımcısı devam etti;
-Efendim‚ …çocuk‚ …çocuk sizin torununuzmuş. Belediye başkanı‚ sendeleyerek koltuğuna oturdu. Gözünün önünde önce torununun gülen yüzü canlandı‚ sonra da tekerlekli bir sandalyede ağlayışı. Titrer gibi bir sesle ;
-Az önce çıkan ihtiyarı çağırın çabuk. İhtiyar adam kapının önündeki koltukta başı önde oturuyordu. Çağrılınca içeri biraz heyecan‚ biraz çekingenlikle girdi;
-Buyrun.
-Amca‚ söz veriyorum kaldırımları yaptıracağım ama nolur beddua ettiysen geri al.
-Kırıldım ama beddua etmedim.
-Nolur o zaman‚ torunum için dua et. O esnada telefon çaldı‚ başkanın uzanmayacağını anlayan yardımcısı telefonu açtı‚ sonra başkana uzattı;
-Kızınız arıyor efendim. Kötü haber bekleyen başkan‚ dudaklarını ısırarak konuştu;
-Aaa..aloo
-Baba‚ az önce kızıma araba çarptı ama…
-Eee..evet‚ durumu nasıl? ..ba..bacak..ları -Merak etme‚ sadece burnu kanamış. Biz hastanedeyiz‚ duyar da merak edersin diye aradım. Başkan ağlayışı duyulmasın diye hızla kapattı telefonu. Yardımcısı diğer telefonu uzattı;
-Efendim diğer telefonda emniyetten arıyorlar. Kazayı yapan şöförü tutuklamışlar. Şikayet tutanağı için bekliyorlarmış‚ aileden birinin gelmesi gerekiyormuş. Başkan‚ hâlâ kapıda bekleyen ihtiyara dalgın dalgın baktıktan sonra;
-Bıraksınlar‚ gitsin. Makamın hırsına kapılıp‚ burnumuz büyüyünce‚ mevlamın bizi ikaz için gönderdiği bir vesile o. Biz alacağımız dersi aldık‚ onun bir suçu yok‚ suç bizim. Şikayetçi değiliz‚ bıraksınlar…

Reyhan***

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 20 Şub 2016 16:15:36
Bir zamanlar küçük bir papatya varmış.
Kocaman bir kayanın siperciğinde yaşarmış.
Çevresinde ballıbabalar, katırtırnakları, utangaç mavi mine çiçekleri açarmış. Her sabah, gün doğumunda bütün çiçekler uyanırmış. Sabah aydınlığıyla genişleyen gökyüzünü izlerler, mutluluk türkülerini bir ağızdan söylerlermiş. Hepsi birbiriyle dost, hepsi arkadaşmış.
Aradan uzun bir zaman geçmiş.
Günlerden bir gün, bizim küçük papatya her zamanki gibi tan atımında uyanmış.
Uyanmış uyanmasına ama eskisi gibi keyfi yerinde değilmiş.
İncecik gövdesi kırılıp dökülüyormuş.
" Herhalde akşam yağan yağmur yüzünden hastalandım" diye düşünmüş.
O sırada gözü yakın arkadaşı ballıbaya ilişmiş.
Zavallı ballıbaba, ıslak toprağa serilmiş, yatmıyor mu?..
"Ne oldu sana kardeşim" diye seslenmiş
ballıbabaya.. Ballıbaba başını güçlükle papatyaya çevirmiş, gözlerinden ip gibi yaş akıyormuş. " Bu soruyu yalnız bana sorma papatyacık.
Hepimiz perişan durumdayız.
Öteki arkadaşlar da benim durumumda. Akşam durmadan yağan yağmur toprağı alıp götürdü, çiçeklerin kökleri dışarda kaldı.
Hepimiz yavaş yavaş ölüyoruz"
Papatya duyduklarına inanamamış, çevresine bakınmış, bir düşte karabasan gördüğünü sanmış.
" Peki, demiş. Ben neden hala ayaktayım? Neden benim köklerim sapasağlam toprakta?"
Öteden mavi mine sızlanmış. " Çünkü seni koruyan bir kaya var. Onun siperinde yaşıyorsun.
Sonbahar yağmurları başladı. Bizler yağmur selinden kendimizi koruyamayız. Bundan kaçış yok. Elveda güzel yüzlü papatya" demiş.
Papatya dostlarının birer birer yağmur sularıyla gidişini izlemeye dayanamazmış. " Hayır, diye isyan etmiş.
Tükenişinize dayanamam. Ben gelecek yıl da burada olacaksam sizler de benimle kalmalısınız." "Nasıl olacak bu. Olanaksız" diye ağlıyormuş küçük çan çiçeği. Papatya kolay kolay vazgeçmezmiş ama.
Dirençliymiş, kararlıymış. " Sizleri bırakamam demiş, hepiniz tohumlarınızı bana verin. Onları gelecek yıla kadar kendiminkilerle birlikte saklayacağım. Ya birlikte tükeniriz, ya birlikte yaşarız"
Sonunda arkadaşlarını ikna etmiş. Hepsinin tohumlarını bir bir toplamış.
Eh.. böyle bir dayanışmaya, böyle güçlü dostluğa kolay kolay rastlanmaz..Yeter ki kendi küçük de olsa, kocaman yüreğiyle bir papatyanın sevgisini taşıyabilelim.
Ondan sonraki zamanını harıl harıl çalışmakla geçirmiş papatyacık. Kökleriyle sımsıkı toprağa sarılmış.Gövdesini genişletmiş.
Giden arkadaşlarının tohumlarını göğsüne yapıştırmış.
Kış gelmiş. Kötü rüzgarlar önüne gelen ne varsa almış götürmüş, papatya kayanın kuytusuna saklanmış.
Rüzgara, yağmura, kara karşı direnmiş, dayanmış. Soğuk, zehir gibi havada tohumlar donmasın diye onlara daha bir sıkı sarılmış.
Gözleriyle durmadan güneşi aramış.
Bir parça gün ışığı görse yüzünü, gövdesini güneşten yana çevirirmiş.Ama o zorlu kışı geçirmek kolay değil.
Toprağa öyle tutunmuş ki kökleri kalınlaşmış, soğuktan tohumları korumak için Sonra yaprakları uzamış, güneş izleyen yüzü büyümüş büyümüş.. Sıcak yüzlü ilkbahar geldiğinde dimdik ayakta bulmuş bizim güneş yüzlü çiçeği. Ama artık o bir Ayçiçeğiymiş.
Hiç bir tohum zedelenmeden onunla yaşıyormuş.
Dostluğun ölümsüz öyküsüdür Ayçiçeği, o gün bugündür güneşi izler dururmuş.
Söylentiye göre dünyayı ve yürekleri aydınlatan güneş sevginin ta kendisiymiş.

Çevrimdışı harslan05

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.366
  • 69.104
  • 3.366
  • 69.104
# 20 Şub 2016 23:13:06
...

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK