İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.329
  • 223.726
  • 28.329
  • 223.726
# 07 Mar 2016 23:21:44
Tebessüm ettiren bi kıssa smile ifade simgesi
AŞERE-İ MÜBEŞŞERE'YE BENZEMEK
Hazreti Ali (kerremallahü vechehu) hurma bahçesinde akşama kadar çalışmış, akşam da devesinin üzerine bir çuval hurma yükleyerek evinin yolunu tutmuştu.
Devenin yuları yardımcısı Kamber'in elinde kendisi de önde gidiyordu. Medine'nin içine girdiklerinde yolun kenarından bir ses geldi. Yoksulun biri elini açmış sızlanıyordu:
- Ne olur Allah rızası için!... diyordu.
İşte bu sırada sesi duyan Hazreti Ali (ra) ile arkadan deveyi getiren Kamber arasında şu konuşma geçiyor. Hazreti İmam soruyor:
- Kamber ne istiyor bu yoksul?
- Hurma istiyor Efendim!
- Ver öyleyse!...
- Hurma çuvalda Efendim!
- Çuvalla ver öyle ise!...
- Çuval da devenin
üzerinde!...
- Deveyle ver öyle ise!...
Emri yerine getiren Kamber der ki:
- Devenin ipi de benim elimde, demekten korktum. Çünkü beni de deveyle birlikte yoksula vermekte tereddüt etmeyebilirdi.
Ne güzel buyurmuş Mevlana Hazretleri: Akıp giden zaman içinde bir kafesteyim, her türlü amelde çok ahesteyim. Kabrim beni bekliyorken, dünyalık hevesteyim. Uyandır artık Ya Rab! Belki de son nefesteyim... ....... RABBİM Bu güzel gün hürmetine
* Sarsılmaz İman
* Güzel Ahlak
* Şükredici Kalp
* Sabredici Beden
* Zikredici Dil
* Hayırlı ömür nasip etsin.
Rabbim hizmet kapısından, Rahmet nazarından, Cennet kokusundan, Kendi rızasından mahrum
etmesin. Âmiin! 🍀

Çevrimdışı harslan05

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.368
  • 69.124
  • 3.368
  • 69.124
# 08 Mar 2016 01:15:13
Birgün, Hz. Osman (r.a) abdest alıyor. Abdest bitiyor, kurulanıyor, gülmeye başlıyor. Yanındakiler, hayırdır İnşallah diyorlar. Hz. Osman (r.a) onlara soruyor: Ne için güldüğümü, niye sormuyorsunuz..? Yanındakiler de soruyorlar: Efendim affedersiniz, niye gülüyorsunuz..? Hz. Osman (r.a) anlatıyor: Birgün, benim şu abdest aldığım yerde, Resulullah (s.a.v) abdest alıyordu, biz de oradaydık. Resulullah (s.a.v) abdestini aldı, gülmeye başladı. Neden güldüğümü niye sormuyorsunuz, buyurduğu hatırıma geldi. Ya Resulallah (s.a.v) niye güldünüz, diye sorduk. Cevaben buyurdu ki: Bir müminin abdestte yüzünü yıkarken, bütün (küçük) günahlarının, suyla beraber aktığını görüyorum. Elini yıkarken, başına mesh ederken, ayaklarını yıkarken, bütün günahlarının döküldüğünü görüyorum. Ümmetim kurtuluyor diye sevinip, ben gülmeyeyim de kim gülsün..? Güzelce abdest alan, günahlarından sıyrılmış olur.
[Buhari]
Hiçbir günahkar yoktur ki, güzelce abdest alıp 2 rekat namaz kılarak mağfiret dilesin de, affedilmiş olmasın.
 
[Tirmizi]

Çevrimdışı Gülirem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 08 Mar 2016 14:24:30
(Güzel Bir Hikaye)

Bir kız isteme olayında, kızın babası erkek tarafına şöyle der :
-Efendi, benim kızı isteyen çok, sizin neyiniz var neyiniz yok ?
Delikanlı girer söze :
-Rahim ve Rahman olan Allah aç bırakmaz kendisini zikredeni. O Alim dir. Günaha düştüğümüzde ve pişman olduğumuzda Gaffarlığını gösterir.
Gece çalıştığım yere El Hafiz der öyle girerim.
Neyiniz var diyeceksiniz. Hiçbir şeyim yok, Çünkü O dur Malik-ül Mülk.
Ya paran biter de karanlıkta kalırsanız diyeceksiniz, En Nur deriz aydınlanır Beytimiz.
Kızımı asla bırakmayacaksın derseniz, söz veremem, çünkü kullar değil, Halik'tir Baki olan.
Varsın kimse sevmesin bizi Vedud kafidir.
Kızım senden bir şey gizlerse ne yaparsın demenize gerek yok. Yüreği el veriyorsa istediğini yapsın Rabbim Basirdir eş Şehid dir. Her şeyi bilir.
Yani kısacası bir Rabbim var birde rabbimin en sevgilisi (s.a.v)
Benimde kızınızdan isteklerim var. Nur süresi 31. Ayeti yaşayacak. Edepli olacak. El Haya-ül Minel imandır çünkü.
Beni sevecek, ölene kadar ellerimi bırakmayacak.
Benim uykum ağırdır. Sabah namazına kalktığında beni gerekirse vura vura uyandıracak.
Baba girer söze :
-İyisin hoşsun, peki başınızı sokacak bir eviniz var mı?
Delikanlı cevap verir :
-Yok dersem kızınızı vermeyecek misiniz ?
Baba :
-Hayır evlat, ben ev yaptıracağım yeter ki sen kızımı al...
:)

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.462
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.462
  • Müdür Yardımcısı
# 08 Mar 2016 14:47:28
Zünnun’u Mısri’nin Tımarhaneye Düşmesi

dost dedigin Zunnun’u Mısri’nin başına bir hal geldi. Bu hal onda yeni yeni coşkunluklar, yeni yeni cezbeler meydana getirmekteydi. Bunu anlamayan gafiller ondan rahatsız oldular. Nihayet Zünnun’u tımarhaneye attılar.

    Bunu duyan dostları onu ziyarete gittiler. Zünnun onlara bağırdı:

    – “Siz kimsiniz, neden geldiniz?” dedi.

    Onlar sükunetle cevap verdiler:

    – “Biz senin dostlarınız, buraya halini, hatırını sormak için geldik.” dediler.

    Zünnun bunun üzerine, onlara saldırdı, üzerlerine taş, toprak atmaya onlara sopa sallamaya başladı. Her biri korkusundan bir yana kaçtı. Bunun üzerine Zünnun bir kenarda durup gülmeye başladı.

    – “Neden böyle kaçıp her biriniz bir köşeye sığındınız. Hani dostlarımdınız. Dostun eziyeti dosta ağır gelir mi, dostluğun alameti dosttan gelen zorluğa katlanmak değil midir?” dedi.

    * Kalpte her an başka başka şeyler baş gösterir insan bazen şeytanlaşır, bazen melekleşir, bazen tuzak kesilir, bazen de yırtıcı hayvan.

    * İnci nedir ki? Bir katrede gizlenmiş bir deniz, bir zerreye sığınmış güneş.

    * Madem bir hırsızlık ediyorsun bari latif bir inciyi çal, madem ki hamallık ediyorsun bari değerli bir yük taşı.

Çevrimdışı 49423357018

  • B Grubu
  • 27
  • 76
  • Okul Müdürü
  • 27
  • 76
  • Okul Müdürü
# 08 Mar 2016 14:56:23
harika yazmışsınız hepinizin ellerine sağlık :) :)

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.462
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.462
  • Müdür Yardımcısı
# 08 Mar 2016 16:51:36
Zamanın birinde yeni evlenen gencin biri, ilim öğrenme
hevesiyle köyden ayırılır.Uzun bir yolculuktan
sonra şehre varıp medrese ararken, işçiye
ihtiyacı olan bir zenginle karşılaşır.Zengin iyi
para verince, niyetini bozup onun yanında
çalışmaya başlar.20 yıl bunun yanında çalışıp,
üç bin dirhem para biriktirir.Sonra köyüne
dönmeye karar verir.
Yolda konakladığı bir yerde biri bende öyle bir
nasihat var ki,bunu alan dünyada ve ahirette
rahat eder;fakat bedeli bin dirhem der. Adam
(Evden ilim öğrenmek için çıkmıştım,bunu
öğrenemedim,bari bu nasihatı alayım,kalan iki
bin dirhem bana yeter) deyip buna bin dirhem
vererek,karşılığında ("KAZA VE KADERDE NE
VARSA O OLUR ! KADERDE OLANDAN BAŞKASI
BAŞA GELMEZ") nasihatini alır.Yoluna devam
eder. Başka bir konak yerinde yine böyle
birisiyle karşılaşır.Bu da bende öyle bir
nasihat var ki, bunu alan dünyada ve ahirette
rahat eder;fakat bedeli bin dirhem diye bağırıp
durur.
Adam bin dirheme de bunu alayım kalan bin
dirhem bana yeter deyip bin dirhem de ona
vererek karşılığında ("GÖNÜL KİMİ
SEVERSE,GÜZEL ODUR!") nasihatini
alır.Yoluna devam ederken başka bir
konaklama yerinde yine birine rastlar.Bu kişi
de bende öyle bir nasihat var ki, bunu alan
dünyada ve ahirette rahat eder;fakat bedeli bin
dirhem diye bağırıp durur..Adam bu sefer
kendisiyle mücadeleye başlar.Bir yandan ilim
öğrenememenin acısı diğer yandan kalan son
para.Sonunda ilim öğrenme sevgisi ağır basar
tekrar çalışır kazanırım diyerek bin dirhem de
ona vererek karşılığında (HOŞLANMADIĞIN
UYGUNSUZ BİR DURUMLA "KARŞILAŞTIĞIN
ZAMAN ACELE ETME") nasihatini alır.
Yoluna devam eder.Yolda bir kalabalıkla
karşılaşır.Yanlarına vardığında derler ki şu
kuyunun içinde bir deli var,yanında da bir kız
var köyümüzün suyunu kesti.Kim içeri girerse
öldürüyor,bizi bu sıkıntıdan kurtarana şu
çömlekteki altınları vereceğiz.
Adamın aklına birinci nasihat olan, KAZA VE
KADERDE NE VARSA O OLUR sözü
gelir.Kuyuya iner,deli : Sana bir soru
soracağım bilirsen suyu açacağım.Bu kız mı
güzel yoksa şu kurbağ mı? diye sorar.
İkinci nasihat hatırına gelir GÖNÜL KİMİ
SEVERSE GÜZEL ODUR der.Deli: Aferin sana!
Şimdiye kadar hep,bu kız güzel dediler,bilemed
iler,sen bildin der.Deli kurbağayı sevdiği için
bu söz hoşuna gider,suyu açar.Adam da
önceki parasından çok fazla olan altınları alıp
köyüne döner.
Evinin penceresinden baktığında,içerde
hanımının yanında genç birini şakalaşırken
görür.Hemen bıçağına sarılır.Bu sırada üçüncü
nasihat olan ACELE ETME sözü hatırına
gelir.Bıçağı gizleyerek,kapıyı çalar.Hanımı
kapıyı açınca,yanındaki gence: Bak oğlum
baban geldi der.

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 08 Mar 2016 23:04:18
Bu da Geçer Ya Hû!   

Dervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye ulaşır. Karşısına çıkanlara kendisine yardım edecek, yemek ve yatak verecek biri olup olmadığını sorar. Köylüler kendilerinin de fakir olduklarını, evlerinin küçük olduğunu söyler ve Şakir diye birinin çiftliğini tarif edip oraya gitmesini tavsiye ederler.
Derviş yola koyulur,birkaç köylüye daha rastlar.Onların anlattıklarından Şakirin bölgenin en zengin kişilerinden biri olduğunu anlar. Bölgedeki ikinci zengin ise Haddad  adında başka bir çiftlik sahibidir.

Derviş Şakir’in çiftliğine varır. Çok iyi karşılanır, iyi misafir edilir, yer içer, dinlenir. Şakir de aileside hem misafirperver hem de gönlü geniş insanlardır…

Yola koyulma zamanı gelip Derviş, Şakir’e teşekkür ederken, “Böyle zengin olduğun için hep şükr et.”der. Şakir ise şöyle cevap verir: “Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen gerçeğin ta kendisi değildir. Bu da geçer…”

Derviş Şakir’in çiftliğinden ayrıldıktan sonra bu söz üzerine uzun uzun düşünür. Bir kaç yıl sonra dervişin yolu yine aynı bölgeye düşer. Şakir’i hatırlar, bir uğramaya karar verir. Yolda rastladığı köylüler ile sohbet ederken Şakir den söz eder. “Haa o Şakir’mi” der köylüler, “O iyice fakirledi, şimdi Haddad’ın yanında çalışıyor.”

Derviş hemen Haddad’ın çiftliğine gider, Şakir’i bulur. Eski dostu yaşlanmıştır, üzerinde eski püskü giysiler vardır. Üç yıl önceki bir sel felaketinde bütün sığırları telef olmuş, evi yıkılmıştır. Toprakları da işlenemez hale geldiği için tek çare olarak selden hiç zarar görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Haddad’ın yanında çalışmak kalmıştır. Şakir ve ailesi üç yıldır Haddad’ın hizmetkarıdır.

Şakir bu kez Derviş’i son derece mutevazi olan evinde misafir eder. Kıt kanaat yemeğini onunla paylaşır… Derviş vedalaşırken Şakir’e olup bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğunu söyler ve Şakir’den şu cevabı alır: Üzülme… Unutma,bu da geçer…”

Derviş gezmeye devam eder ve yedi yıl sonra yolu yine o bölgeye düşer. Şaşkınlık içinde olup biteni öğrenir. Haddad birkaç yıl önce ölmüş, ailesi olmadığı içinde bütün varını yoğunu en sadık hizmetkarı ve eski dostu Şakir’e bırakmıştır. Şakir Haddad’ın konağında oturmaktadır, kocaman arazileri ve binlerce sığırı ile yine yörenin en zengin insanıdır.

Derviş eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar sevindiğini söyler ve yine aynı cevabı alır: “Bu da geçer…”

Bir zaman sonra Derviş yine Şakir’i arar. Ona bir tepeyi işaret ederler. Tepede Şakir’in mezarı vardır ve taşında şu yazılıdır: “Bu da geçer…”

Derviş, “ölümün nesi geçecek?” diye düşünür ve gider. Ertesi yıl Şakir’in mezarını ziyaret etmek için geri döner; ama ortada ne tepe vardır nede mezar. Büyük bir sel gelmiş,tepeyi önüne katmış, Şakir’den geriye bir iz dahi kalmamıştır…

O aralar ülkenin sultanı, kendisi için çok değişik bir yüzük yapılmasını ister. Öyle bir yüzük ki, mutsuz olduğunda umudunu tazelesin, mutlu olduğunda ise kendisini mutluluğun tembelliğine kaptırmaması gerektiğini hatırlatsın… Hiç kimse Sultanı tatmin edecek böyle bir yüzük yapamaz. Sultanın adamları da bilge Derviş’i bulup yardım isterler. Derviş, Sultanın kuyumcusuna hitaben bir mektup yazıp verir. Kısa bir süre sonra yüzük Sultan’a sunulur. Sultan önce bir şey anlamaz; çünkü son derece sade bir yüzüktür bu. Sonra üzerindeki yazıya gözü takılır, biraz düşünür ve yüzüne büyük bir mutluluk ışığı yayılır: “Bu da geçer” yazmaktadır.
‘Buda geçer Ya Hû’ sözünün aslı bundan bin küsür sene önceye , Bizans dönemine uzanır. Bizanslılar fena bir işe uğradıkları zaman ‘Buda geçer’ manasına gelen ‘k’afto ta perasi’ demektedirler. İbare Selçuklular zamanında İran taraflarına geçer; ama Farsçalaşıp ‘in niz beguzered’ olur. Osmanlılar devrinde Türkçe söylenip ‘bu da geçer’ yapılır. Derken tekkelerde ve dergâhlardada benimsenir ve sonuna ‘Ya Allah’ manasına gelen bir ‘Ya Hû’ ilave edilip ‘BU DA GEÇER YA Hے haline gelir…

Hayat inişli çıkışlıdır.Her zaman bulunduğumuz durumun gelip geçici olabileceği aklımızdan çıkmamalıdır.

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.462
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.462
  • Müdür Yardımcısı
# 09 Mar 2016 13:37:52
İyi ki yapmışım dediğim şeyler var .

Aynı zamanda keşke’lerimde ..

Engellemek istediğim başlangıçlar var.

Unutmayı yürekten dilediğim kişiler ve zamanlar .

Unutamadığım, unutmayacagim DOSTlarım var..

Hayatımdan seneler çalan insanlar …

Hafızamdan silmek istediğim görüntüler var, silemediğim..

Sözler var, duymamış olmayı dilediğim ama duyduğum. !!

Herseye ragmen isyan etmemek !!!

Hiç birşeye hic bir zaman.

Rabbim sınıyor ama merhametini de esirgemiyor bizden..

Buna da şükürler olsun … !!!

Hala yüzümün gülümsemesini sağlayan sebeplerim var . !!

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.329
  • 223.726
  • 28.329
  • 223.726
# 09 Mar 2016 16:34:00
Besmele

Bişrî Hâfî yol kesici bir kimse olup yanında bir takım güzel sesli hafızları gezdirirmiş. Gittiği şehirlerde o hafızlara Kur’an-ı Kerim okutur ve bütün insanları bir yere toplarmış. İnsanlar Kur’an dinlemek için toplandığı ve herkesin aşk ve şevkle dinlemeye başladığı sırada, kendisi kalkıp şehirden dışarıya çıkar ve tenhada yakaladığı kimseleri soyarmış.

Bir gün yol üzerinde ve toz toprak içinde bir kâğıt bulur. Bakar ki kağıtta «Besmele-i Şerif» yazılıdır. Hemen alır, tozlarını temizler ve bir miktar da güzel kokular sürerek yüksekçe bir duvarın üzerine koyar.

O diyarda zühd ve takvası ile meşhur olan bir zat, o gece rüyasında üç defa Hak Celle ve Âlâ Hazretlerini görür ve Hak Teâlâ Hazretleri O’na hitaben:

– Ey kulum! Bişri Hâfî’ye git. O bizim ismimizi tazîmen kaldırdı, biz de O’nun ismini kaldırdık. O bizim ismimizi aziz etti, biz de O’nun ismini aziz ettik. O bizim ismimizi güzelleştirdi, biz de O’nun ismini güzel kıldık, böylece kendisine söyle, haberi olsun, buyurulur.

O zâhid de hemen Bişri Hâfî’nin evine giderek kapıyı çalar. Kapıyı bir cariye açar ve ne istediğini sorar. O da cariyeye şöyle sual eder:

– Bu evin sahibi, köle midir, âzadlı mıdır?

– Âzadlıdır.

– Âzadlı böyle mi olur?

Sonra cariye içeriye gider ve olanları haber verir. Bişri Hâfî de hemen yalın ayak ve başı açık olarak kapıya gelir ve:

– Ya Şeyh! Cariye hata etmiş. Bu evin sahibi, bütün insanların en âsi ve günahkâr olanıdır, der.

Bunun üzerine zâhid, rüyasını anlatır. O anda Bişri Hâfî’nin kalbine hidayet ve inayet yetişerek, şevk ve muhabbet dolar. Tam bir ihlas ile tevbe eder ve derhal mürşid aramaya çıkar. Çıkarken cariyesi:

– Ey efendi, biraz dur da başlığını getireyim.

– Hayır duramam. Zira Cenabı Hak, beni böylece davet etmiş, der ve öylece yola düşer. Ve nihayet bir mürşid-i kâmile bağlanarak, evliyanın büyükleri arasına katılır.

**************************************

Münafıkın Gözü Olmasaydı

Bir gün öğle nemâzından sonra, Cebrâîl aleyhisselâm yetmişbin melek ile gelerek, En’âm sûresini getirdi. Resûlullah hazretleri o gece bütün Eshâb-ı kirâmı Âişe r.a hazretlerinin evinde topladı. Kandil yakıp, Sûre-i En’âmı okudular. Kandil ışıksız oldu.
Resûlullah hazretleri Ebû Bekr hazretlerine buyurdular ki,
– Yâ Ebâ Bekr, kandili ışıklandır.
Bir sâat sonra yine karardı.
Hazret-i Resûl-i ekrem yine buyurdu.
– Yâ Ebâ Bekr, kandilin ışığını çoğalt..
Hazret-i Ebû Bekr, kandili ışığını çoğaltmak için kalkdı. Bakdı ki kandilin yağı tükenmiş.
Dedi ki,
– Yâ Resûlallah! Kandilde yağ kalmamış. Bu gece yağ almak imkânımız da yokdur. Kandil bize lâzımdır, kelâm-ı Rabbilâlemîni okuyalım.
Hazret-i Resûlullah buyurdular ki,
– Bir mikdâr kendi ağzının tükrüğünden kandile damlat.
Âişe-i Sıddika hazretleri buyurur ki,
– Babam bir mikdâr ağzının suyunu, Resûlullah hazretlerinin emr-i şerîfi ile kandile damlatdı. Kandilin ışığı çoğaldı. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin emr ve fermânı ile şiddetli bir ışık oldu ki, Eshâb-ı kirâmın gözlerini kamaşdırdı.
Server-i âlem ‘sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem’ hazretleri buyurdu ki:
– Bu kandili söndürmeyiniz!
Kırk gün kırk gece o kandil, Âişe-i Sıddîka hazretlerinin evinde yandı.
Bir münâfık hazret-i Âişenin evine geldi. O kandili gördü.
– Ne acâib kandil, kırkgün kırk gecedir sönmez, dedi.
O sâatde o kandil söndü. Cebrâîl aleyhisselâm geldi ve dedi:
– Yâ Muhammed! Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri buyurur:
“Ben çeşm-i bed (fenâ bakışlı) kullar da yaratdım. Eğer o münâfıkın gözü olmasaydı, kıyâmete kadar o kandil; Ebû Bekrin ‘radıyallahü teâlâ anh’ ağzının suyunun bereketi ile sönmez idi.”

Çevrimdışı Gülirem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 09 Mar 2016 20:06:30
Vietnam'da savaştıktan sonra, sonunda evine dönmekte olan bir asker, San Francisco'dan ailesini arar:

- Anne baba, eve dönüyorum, ama sizden bir şey rica ediyorum. Yanımda bir arkadaşımı da getirmek istiyorum.

- Memnuniyetle, onunla tanışmak isteriz diye cevapladı ailesi.

Oğulları,

- Bilmeniz gereken bir şey var diye devam etti.

- Arkadaşım savaşta ağır yaralandı. Bir mayına bastı ve bir koluyla ayağını kaybetti. Gidecek hiçbir yeri yok ve onun gelip bizimle kalmasını istiyorum.

- Bunu duyduğuma üzüldüm oğlum. Belki onun başka bir yer bulmasına yardımcı olabiliriz.

- Hayır, anne, baba onun bizimle yaşamasını istiyorum.

- Oğlum dedi babası, bizden ne istediğini bilmiyorsun. Onun gibi özürlü biri bize korkunç bir yük olur. Bizim kendi hayatımız var ve bunun gibi bir şeyin hayatımıza engel olmasına izin veremeyiz. Bence bu arkadaşını unutup eve dönmelisin. O kendi başının çaresine bakacaktır.

Oğlu o anda telefonu kapattı ve ailesi ondan bir süre haber alamadı. Ama birkaç gün sonra, San Francisco polisinden bir telefon geldi. Oğullarının yüksek bir binadan düşüp öldüğünü öğrendiler. Polis bunun intihar olduğuna inanıyordu. Üzüntü dolu anne baba hemen San Francisco'ya uçtular ve oğullarının cesedini tespit etmek için şehir morguna götürüldüler. Onu tanıdılar ve bilmedikleri bir şey daha öğrenince dehşete düştüler. Oğullarının sadece bir kolu ve bir bacağı vardı !...

Çevrimdışı testzamani

  • Üye
  • *
  • 15
  • 19
  • 15
  • 19
# 09 Mar 2016 20:31:07
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Vietnam'da savaştıktan sonra, sonunda evine dönmekte olan bir asker, San Francisco'dan ailesini arar:

- Anne baba, eve dönüyorum, ama sizden bir şey rica ediyorum. Yanımda bir arkadaşımı da getirmek istiyorum.

- Memnuniyetle, onunla tanışmak isteriz diye cevapladı ailesi.

Oğulları,

- Bilmeniz gereken bir şey var diye devam etti.

- Arkadaşım savaşta ağır yaralandı. Bir mayına bastı ve bir koluyla ayağını kaybetti. Gidecek hiçbir yeri yok ve onun gelip bizimle kalmasını istiyorum.

- Bunu duyduğuma üzüldüm oğlum. Belki onun başka bir yer bulmasına yardımcı olabiliriz.

- Hayır, anne, baba onun bizimle yaşamasını istiyorum.

- Oğlum dedi babası, bizden ne istediğini bilmiyorsun. Onun gibi özürlü biri bize korkunç bir yük olur. Bizim kendi hayatımız var ve bunun gibi bir şeyin hayatımıza engel olmasına izin veremeyiz. Bence bu arkadaşını unutup eve dönmelisin. O kendi başının çaresine bakacaktır.

Oğlu o anda telefonu kapattı ve ailesi ondan bir süre haber alamadı. Ama birkaç gün sonra, San Francisco polisinden bir telefon geldi. Oğullarının yüksek bir binadan düşüp öldüğünü öğrendiler. Polis bunun intihar olduğuna inanıyordu. Üzüntü dolu anne baba hemen San Francisco'ya uçtular ve oğullarının cesedini tespit etmek için şehir morguna götürüldüler. Onu tanıdılar ve bilmedikleri bir şey daha öğrenince dehşete düştüler. Oğullarının sadece bir kolu ve bir bacağı vardı !...

Çok güzel ve ibretlik bir hikaye teşekkürler.

Çevrimdışı sınıfçı20

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 09 Mar 2016 23:07:58
Bir adam, kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır. Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için bunu bir dergâha bağışlamak ister. Adam Hacı Bektaşi Veli'nin dergâhına gider. Durumu Hacı Bektaşi-i Veli'ye anlatır ve o ' helal değildir' diyerek bu kurbanı geri çevirir. Bunun üzerine adam Mevlevi dergâhına gider ve aynı durumu Mevlana'ya anlatır. Mevlana ise bu kurbanı kabul eder. Adam aynı şeyi Hacı Bektaşi-i Veli'ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler ve Mevlana'ya bunun sebebini sorar.

Mevlana şöyle der:
- Biz bir karga isek Hacı Bektaşi Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.

Adam üşenmez kalkar Hacı Bektaş dergâhına gider ve ona, Mevlana’nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektaşi-i Veli'ye sorar.

O da şöyle der:
- Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana’nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir.

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 10 Mar 2016 09:39:28
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
rahmetli ebemin kendi ağzından dinlemiştim çocukken.
ebem dediğim babamın babaannesiydi.
98 yaşında ben 17 yaşımdayken göç eylemişti.
tahminim 1930 lu yıllarda birgün ebem kızlığında ebem , ebemin annesi ve komşusu kadınla oturuyorlarmış.
evimizin hemen yanındaki "oda" diye tabir edilen misafirhane tarzı yere de sık sık dilenci , kalaycı , incik-boncukçu , kestaneci , halatçı vs. gelirmiş.
gelenlerin yemek , odun , yatak-yorgan gibi çoğu ihtiyacı da bizim evden karşılanırmış.
birgün yaşlı ve ak sakallı bir adam gelmiş.
çocuğuna yedireceğini biraz bulgurla bir tabak bekmez lazım olduğunu söylemiş.
komşu kadın  adamı tanımadığından ve evde erkekler olmadığından savmaya çalışmış ebem ve annesinden önce.
(zamanın kıtlık şartlarını gözönünde tutarsak haksız da değilmiş tabi)
adama " yok bizde git başkasından iste..." demiş.
adam tekrar sormuş bu sefer ebemin anası komşusunu yalancı çıkarmamak için yok demiş.
adam aynen şunları söylemiş
"içeede ocağın yanında  goca gümlüde bekmez , yanındaki dokuma çuvalda da cafaraanın bekilli deymeninden çektirip getidiği bulgurdan gatıvicenmi "
iki kadın ve ebem şokta...
adam devam etmiş " eğer gataasan evinizin bereketi artaa , gatmazsan bela sizi goovemez..." demiş.
ebem gençliğin de verdiği çeviklikle anasına bakmadan bir çırpında bekmezi ve bulguru katıp adama vermiş.
adam gitmiş.
bir daha o adamı bu üç kadından başka gören duyan olmamış.
asıl garip olan ise hem gümlüde hem de çuvalda azar azar kalan bekmez ve bulgurun kendiliğinden dolup taşıp yerlere saçılmasıdır.
.........
ebem bana eski evin arka odasında ocağın başındaki o yeri gösterirken hala kalbi pır pır çarpardı.
o gün bu gündür evimize gelen boş çevrilmez.
şükürler olsun bereketi de hiç eksilmez.
Allah herkese böyle bereketli günler nasip etsin.
+1

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.462
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.462
  • Müdür Yardımcısı
# 10 Mar 2016 09:41:29
Malik bin Dinar Hazretleri, bir gün, bir sabiye ( küçük çocuğa ) rastladı. Çocuk toprak ile oynuyordu. Bazen gülüyor ve bazen de ağlıyordu .
Malik bin Dinar buyurdu:
İçime O çocuğa selam vermek doğdu. Nefsim kibirlenip selam vermekten vazgeçti.
Ben nefsime şöyle seslendim: Ey nefsim! Peygamber efendimiz S.A.V. Hazretleri küçük ve büyük herkese selam verirdi. Sende bu çocuğa selam ver!
Ve O çocuğa selam verdim,
Çocuk:
Ve aleykümselam ve rahmetullahi ve berekatuhu, Ey Malik bin Dinar.
Sordum:
Beni nereden tanıdın? Daha önce beni görmüşlüğün yoktu?
Çocuk:
Melekut aleminde ruhum, senin ruhunla karşılaştı. Ölmeyen ve sürekli hayy olan Allahu Teala bizleri tanıştırdı.
Ben ona sordum:
Akıl ile Nefsin arasındaki fark nedir?
Çocuk:
Nefsin, seni bana selam vermekten alıkoyandır. Aklin ise seni selam vermeye teşvik eden ve zorlayandır.
Yine sordum:
Senin halin nedir? Niye bu toprakla oynuyorsun?
Çocuk:
Çünkü biz Topraktan yaratıldık; yine ona döndürüleceğiz!
Yine sordum:
Bazen gülüyor ve bazen de ağlıyorsun?
Çocuk:
Evet! Rabbimin azabını hatırladığımda ağlıyorum; rahmetini hatırladığımda ise gülüyorum.
Ben sordum:
Evladım! Senin ne günahın var ki?
Çocuk:
Ey Malik bin Dinar! Böyle söyleme! Görmüyor musun büyük odunları tutuşturmak için, önce küçük odunları tutuşturuyorlar!

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.329
  • 223.726
  • 28.329
  • 223.726
# 10 Mar 2016 15:03:18
Dün akşam havaalanında beklerken gençten bir adam yanıma gelip ‘Ankara yolcusu musunuz?’ dedi. ‘Evet’ dedim. ‘Çantalarımı size emanet edebilir miyim, bir namaz kılıp geleceğim’ dedi. ‘Aa elbette dedim, tabi, bırakın lütfen.’ Teşekkür etti gitti. Bu konuşmaya tanık olan bir başka yolcu, ikimize ve adamın çantasına tuhaf tuhaf bakıp oturduğu yerden kalktı ve uzaklaştı. Beni de pirelendirdi adam. Geçenlerde de emniyet mesaj atmıştı, ‘yanınıza gelip de çanta bırakan insanlardan çanta almayın’ diye. O aklıma geldi. Çanta yanımda, kalkamıyorum da yanımdan. O sırada bir arkadaşımla konuşuyorum, dedim ki, ‘bir adam benim yanıma bir çanta bırakıp gitti, öbür adam da arkasından kalktı. Şimdi Allah korusun bomba falansa bu, patlarsa ilk önce ben ölürüm, çanta bende olduğu için canlı bomba sayılırım, bak sana haber veriyorum, açıklama yaparsın, canlı bomba ben değilim, o namaza gitti.’ ‘Deli misin be, kalk uzaklaş ordan’ dedi. ‘Yav nasıl bırakayım adamın çantasını, bana emanet etti’ dedim. Gelmezse çantayı alıp öyle uzaklaşırım, tenha yere giderim, patlarsa millete bişey olmasın’ falan derken yarım saat geçti. Saate bakıyorum, mescide gittin, abdesti, namazı biter yarım saatte yatsı, nerde kaldı diye hesap ederken geldi adam. ‘Allah kabul etsin’ dedim ama kesin kabul etmiştir, öyle içten, öyle oh be diyerek dedim ki sormayın gitsin. Uçak yolculuğum boyunca da kendime kızdım. Amma paronayak bir toplum olduk. Öyle kötü şeyler yaşadık ki, bir sürü değeri yitirdik. İstanbul’da imza gününde bir arkadaşım bana reçel getirdi, ‘Tosya’dan’, annesi yapmış. Verirken şunu söyledi: ‘Babam dedi ki, kızım burası İstanbul, bin çeşit insan var, yemez, boşuna götürme’ dedi, ben yine de getirdim, dedi. Geldiğimiz hale bak ya… Birbirimize reçel gönderemiyoruz, namaza gidenin emanetine sahip çıkamıyoruz. Her şeyden korkar, her öküzün altında buzağı arar olduk. Namaza giden adamın günahını aldım, bari reçelden kurtarayım diye düşünüyorum. Hepsini yiyeceğim söz...

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK