İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı tokadi

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 681
  • 726
  • Müdür Yetkili
  • 681
  • 726
  • Müdür Yetkili
# 30 Mar 2016 23:41:06
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
        Hintli bir ermiş öğrencileri ile gezinirken Ganj nehri kenarında birbirlerine öfke içinde bağıran bir aile görmüş. Öğrencilerine dönüp “insanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?” diye sormuş.                   Öğrencilerden biri “çünkü sükûnetimizi kaybederiz” deyince ermiş “ama öfkelendiğimiz insan yanı başımızdayken neden bağırırız? O kişiye söylemek istediklerimizi daha alçak bir ses tonu ile de aktarabilecekken niye bağırırız?” diye tekrar sormuş.
     Öğrencilerden ses çıkmayınca anlatmaya başlamış: “İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, arada açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırmaları gerekir.”
       “Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur? Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya yoktur ya da çok azdır.
      Peki, iki insan birbirini daha da fazla severse ne olur? Artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar çünkü kalpleri birbirlerine daha da yakınlaşmıştır. Artık bir süre sonra konuşmalarına bile gerek kalmaz, sadece birbirlerine bakmaları yeterli olur. İşte birbirini gerçek anlamda seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir.”

         “Bu nedenle tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine izin vermeyin. Aranıza mesafe koyacak sözcüklerden uzak durun. Aksi takdirde mesafenin arttığı öyle bir gün gelir ki, geriye dönüp birbirinize yakınlaşacak yolu bulamayabilirsiniz.”
hintliler de erebilir mi acaba ☺

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 30 Mar 2016 23:53:21
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
hintliler de erebilir mi acaba ☺
hintli müslümandır öğretmenim :) çok var. :)

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 30 Mar 2016 23:53:28
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
hintliler de erebilir mi acaba ☺
hintli müslümandır öğretmenim :) çok var. :)

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.463
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.463
  • Müdür Yardımcısı
# 31 Mar 2016 00:46:19
Sıcak bir yaz gününde, bir şeyh, talebeleriyle şehirde dolaşırken, bir buz satıcısına rastladı.
Satıcı:

“Ey mü’minler! Sermayesi eriyip akan şu adama merhamet ediniz” diye bağırıyordu.

Satıcının bu sözlerini işiten şeyh aniden fenalaşarak bayıldı.

Yanındakiler, kendisini gölgelik bir yere taşıdılar ve saatler sonra kendisine geldiğinde bayılma sebebini sordular.

Şeyh, satıcının eriyip giden buzlarında kendi hayatını görmüştü.

Küçük sermayesinin ziyan olmaması için çırpınıp duran satıcı, milyarla ölçülmeyen ve sonsuz bir hayatta sınırsız bir mutluluğa vesile olabilecek ömür sermayesinin eriyip gidişine nasıl kayıtsız kalındığını düşündürmüştü ona…

Çevrimdışı sınıfçı20

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 31 Mar 2016 23:06:38
Bir grup filozof, Mevlana Celaleddin Rumi’ye gelerek birkaç sual sormak istediklerini bildirdiler. Niyetleri, bir şeyler öğrenmek değil, Müslümanları dinleri hakkında şüpheye ve fitneye düşürmekti. Mevlana, adamların halini hiç beğenmedi, onları üstadı Şems-i Tebrizi’ye gönderdi. Bunun üzerine gruptakiler onun yanına gitti.

Şems-i Tebrizi mescitte talebelere ders veriyordu. Konu teyemmüm abdestiydi; talebelere bir kerpiçle teyemmüm abdestinin nasıl alınacağını gösteriyordu. Gelen grup üç sual sormak istediğini belirtti.

Şems-i Tebrizi, “Sorun” dedi. Adamlar içlerinden birini sözcü seçtiler.

Adam ilk olarak şunu sordu: “Siz Müslümanlar Allah var dersiniz, ama Allah’ı göstermezsiniz; varsa gösterin, görelim ki inanalım, görmediğimiz bir şeyin varlığına neden hangi mantıkla inanalım ki?” dedi.

Şems-i Tebrizi, “Öbür sorunu da sor!” dedi.

Filozof, “Sizler şeytanın ateşten yaratıldığını söylüyor, sonra da onun ahirete cehenneme atılıp ateşle azap edileceğine inanıyorsunuz. Hiç ateş ateşe azap eder, acı verir mi?” diye sordu.

Şems-i Tebrizi, “Peki, diğer sorunu da sor!” dedi.

Filozof, “Sizler ‘Herkes dünyada yaptıklarının cezasını ahirette çekecek, orada mahkeme kurulacak, hesap sorulacak’ diyorsunuz. Bırakın insanları, nasıl isterlerse öyle özgür yaşasınlar, ne istiyorlarsa yapsınlar; mahkemeye ne gerek var?” dedi.

Adam sorularını tamamlamıştı. Şimdi bunların cevabını istiyordu. Kendine göre cevap verilmeyecek sorular sormuştu. Herkes Şems-i Tebrizi’ye bakıyordu. O ise gayet sakindi. Yerinden kalktı, filozofun yanına geldi ve elindeki kerpici adamın başına vurdu. Filozof “Vah başım” diyerek başına sarıldı. Şems-i Tebrizi çok şiddetli vurmamış olsa da adamın canı yanmış ve başı biraz şişmişti. Adam bir sağa bir sola baktı, bu kadar insana birkaç kişi ile yapacağı bir şey yoktu. Hemen dışarı çıktı, başını tutarak o bölgedeki Kadı’ya (Hakim’e) şikayete gitti. Şems-i Tebrizi’yi Kadı’ya şikâyet etti.

Kadı, “Bu nasıl olur” diyerek Şems-i Tebrizi’yi mahkemeye çağırttı. Durumu sordu. Şems-i

Tebrizi, “Ben ona kötülük etmedim, sadece sorduğu sorulara cevap verdim” dedi.

Kadı, “Bu nasıl cevap vermektir. Adam acı içinde kıvranıyor, senden şikâyetçidir, işin aslı nedir?” diye sordu.

Şems-i Tebrizi şöyle anlattı:

“Efendim, bu adam bana ‘Allah varsa göster, göreyim ki inanayım’ dedi. Ben de buna, ‘Olan her şey baş gözü ile gözükmez, işte misali’ dedim; başına darbe vurup acıttım. Şimdi bu felsefeci, başındaki acıyı göstersin de görelim. Eğer başında bir acı yoksa niçin beni şikâyete geldi? Varsa göstersin!” dedi.
Filozof, şaşırarak, “Başımda acı var ama gösteremem” dedi. Şems-i Tebrizi de, ‘İşte bu acı gibi, Allah Teala da vardır, fakat kafa gözüyle görülmez, O ancak akılla bilinir, kalple tanınır, ruhla sevilir, ahirette nurla görülür” dedi.

Şems-i Tebrizi ikinci soruya verdiği yanıtı şöyle açıkladı:

“Bu adam, sizler ‘Şeytan ateşten yaratıldı, ahirette ateşe atılacak ve ateşle azap görecek’ diyorsunuz; ateş ateşe ne zarar verir ki?’ dedi. Ben de topraktan yaratılan bu insana topraktan yapılmış bir kerpiçle vurdum. Ona, ‘Bak toprak toprağa nasıl acı veriyor, biraz daha hızlı vursaydım öldürürdü, demek ki ateş ateşe azap eder demek istedim’ dedi.
Şems-i Tebrizi üçüncü sorunun cevabını şöyle açıkladı:

“Bu adam bana, ‘Bırakın insanları dünyada herkes istediğini yapsın, niçin ahirette mahkeme, hesap ve ceza var?’ dedi. Ben de onun başını vurmak istedim ve vurdum. O niçin hemen mahkemeye koştu? Ben ona şunu demek istedim:

“Bu dünya da herkes istediğini yaparsa âlemi zulüm kaplar. Kendisine zulüm yapılan çok insan var ki zayıftır, zalimden hakkını alamaz. Herkes mahkeme bulamaz. İşte Allah ahirette mahkeme kurup herkese yaptığının hesabını soracak, zalimden mazlumun hakkını alacak, gereken cezayı verecek ve adalet yerini bulacak” dedim.
Felsefeci bu güzel cevaplar karşısında hayret etti, mahcup oldu söz söyleyemez hale düştü. Hâkime dönüp,

“Ben sorduğum soruların cevaplarını şimdi anladım” dedi.

Çevrimdışı harslan05

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.369
  • 69.148
  • 3.369
  • 69.148
# 01 Nis 2016 09:57:35
Bir Gün Padişah Yavuz Sultan Selim pazarda gezerken keklik satılan bir tezgah görür ve keklik satılan tezgaha yönelir. Bütün keklikler 1 altındır fakat bir tanesi ayrı bir kafes içinde ve 100 altındır.

Yavuz Sultan Selim sorar:

-Bunlar 1 altın da bu neden 100 altın?

Satıcı:
-Hünkarım 100 altınlık olan ötüşüyle diğer keklikleri kendine çeker ve yakalanmalarını sağlar.

Yavuz Sultan Selim 100 altını çıkarıp adama verir ve
-Ver o kekliği bana! der.

Herkes şaşkınlık içinde napacak acaba koca Padişah bir kekliği diye düşünürken Yavuz Sultan Selim kekliğin kafasını tuttuğu gibi gövdesinden ayırıverir ve der ki:

-KENDİ IRKINA İHANET EDENİN SONU BUDUR!!!

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.363
  • 223.974
  • 28.363
  • 223.974
# 01 Nis 2016 14:52:34
Köle olduğu sıralarda, Hz. Lokman’a (a.s) bir gün efendisi
“Benim için bir koyun kes ve içindeki en iyi olan iki organı çıkarıp getir” demişti.
Hz. Lokman (a.s) koyunu kesmiş, dilini ve kalbini çıkarıp getirmişti.
Sonra bir koyun daha kesmesini ve onun içindeki en işe yaramaz iki küçük organını getirmesini istemişti.
Hz. Lokman (a.s) bu defa da kestiği koyunun kalbini ve dilini getirmişti.
Efendisi bunun hikmetini sorduğunda şu cevabı verdi:
“İyi olduğun zaman bu ikisinden daha iyi ve güzel,
Kötü olduğun zaman da bu ikisinden daha kötü bir şey yoktur.

Çevrimdışı sınıfçı20

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 03 Nis 2016 01:43:38
Günahkâr bir adamdı, ayık gezmezdi. Bütün bir köy halkı yaka silkiyordu adamdan, ' ölse de, kurtulsak ' diyorlardı.

Bir karısı vardı bu adamın, bir de kendisi. Hiç çocukları olmamıştı. Köy halkı böyle bir adamın zürriyetinin olmadığına memnundu. Kadın ise, adamın haline üzülse de ses çıkarmazdı, çıkaramazdı.

Otuz yıldır evliydiler, döverdi, kızardı, her gün biriyle kavga ederdi. Ama kocasıydı işte, evinin erkeği idi.

Adam iyice yaşlanmıştı artık. Öksürük nöbetleri uykusunu bölüyor, iki basamak merdiven çıksa nefes nefese kalıyordu, titreyen elleriyle sigarasını zor sarıyordu.

İyice zayıflamıştı, zaten kısacık olan boyuyla bir çocuk gibi kalmıştı. Kadıncağız ellerini açıp dualar ediyor,
' ahir ömründe olsun şu adamın hali biraz düzelsin ' diye yalvarıyordu Allah' a...

Adam bir sabah evden çıktı, fakat ertesi sabah oldu, dönmedi. Tan yeri ağarırken kadın aramaya çıktı kocasını. Kim bilir yine nerde sızıp kalmıştı!

Köyün üst tarafındaki çeşmenin başına gitti önce, orada içerdi adam, bulamadı. Yakındaki tarlaları aradı, köyün dört bi yanına baktı, yoktu.

Eve gelmiştir belki diye koşarak geri geldi, hayır, dönmemişti. Güneş inmek üzereydi, bir acele abdest aldı, namaz durdu.

Duası bitmek üzereydi ki, kapının çalındığını duydu.

Kocasıydı gelen. Adamın yüzü sapsarı kesilmişti. Öksürüyordu, eliyle göğsünü işaret ediyordu. Kadın koluna girdi kocasının, güç-bela sedire kadar taşıdı.

Uzandı adam, karısının yüzüne baktı, ağlıyordu. Doğrulmak ister gibi yaptı, hakkını helal et diyecekti, lafının sonunu getiremedi, başı yastığa düştü, ölmüştü...

Kadıncağız kocasının başında epey bir ağlayıp feryat etti. Biraz kendine gelince gözlerini sildi, yemenisini bağladı.

Kalktı, imamın evine gitti.

- Hocam... Diyebildi hıçkırarak, bizimkisi...

Söyleyemiyordu, ama İmam Efendi durumu anlamıştı. Kadının yüzüne baktı, köylü ne der diye düşündü, bocaladı.

- O mendebur bir kez bile caminin kapısından içeri girmedi, kaldırmam onun cenazesini, deyip kapıyı kapadı.

Kahroldu kadın. Nereye gitsem, ne yapsam diye düşündü. Kimseleri yoktu ki, çaresiz eve döndü.

Yıkadı kocasını, sandıktan çıkardığı beyaz bir çarşafa sardı, omuzuna aldı, mezarlığın yolunu tuttu.

Caminin köşesinden dönerken, muhtar ve köylülerin kendisine doğru gelmekte olduğunu gördü.

Bir kez daha düğümlendi boğazı, cenazesi omuzundan kayarken, dizlerinin üzerine çöktü, ellerini yüzüne kapatıp ağlamaya başladı.

Hışımla yaklaştı muhtar:

- Onu nereye götürüyorsun, dedi, mezarlığa götüreyim deme sakın! Sağlığında biz çektik, bir de ölülerimiz çekmesin o herifin elinden...

Kadın gözlerini çarşafın üzerine dikmiş, öylece duruyordu. Birden bağırmaya başladı, delirmiş gibiydi sanki Kalabalık yanından korkuyla uzaklaşırken, cenazesini tekrar yüklendi, köyün dışına doğru yürümeye başladı.

Kan ter içinde kalmıştı kadın, artık adım atacak hali yoktu. Kendi kendine;

- Şuracığa gömeyim adamımı, dedi, kimseler rahatsız olmaz burada...

Tam o anda bir ayak sesi duydu, irkildi, bir çobandı gelen. Kadıncağız her şeyi olduğu gibi anlattı. Üzüldü çoban, gözleri doldu.

- Dert etme, dedi, ben yardım ederim sana.

Bir çukur kazıp cenazeyi gömdüler. Çoban başucunda durdu mezarın, ellerini açtı, dua etti.

Birkaç çiçek buldu kadın, toprağın üstüne serpti. Çobana dualar ederek evine döndü.

Yorulmuştu.

Camın kenarına oturup uzaklara daldı. Uyuyup kaldı oracıkta.

Ertesi sabah imamın kapısını telaşla çaldı muhtar. Bir yandan tokmağı vuruyor, bir yandan da ' İmam Efendi, İmam Efendi...' diye bağırıyordu. İmam korkuyla açtı kapıyı.

- Bir rüya gördüm, dedi muhtar, hocam o berduş, o serseri adam Cennet' teydi. Bana gülüyor, hakkım sana bile helal olsun diyordu.

Rüyayı duyana imamın benzi attı, kendisi de hemen hemen aynı rüyayı görmüştü.

' Gel hele, içeri gel...' demeye kalmadı ki, köyün delisini gördüler.

Koşarak geliyor, bir yandan da bağırıyordu:

- Demedim mi ben, demedim mi size, rüyamda gördüm, rüyamda...

Birkaç köylü daha benzer rüyalar gördüğünü söyleyince, kadının yanına gitmeye karar verdiler. Özür dileyecek, kendilerini affettirmeye çalışacak, bu arada işin aslını öğreneceklerdi. Bir şeyler olmuştu ama neydi?

Eve vardıklarında kapıyı açan kadın şaşkındı. Kapıyı yüzlerine kapatacak oldu, yapamadı. Gelenler olan biteni anlatıp özür diledi, cenazeyi nereye defnettiğini, neler olduğunu sordular.

Kadıncağız her şeyi anlattı, can kulağı ile dinlediler ve çobanı bulmaya karar verdiler.

Bir yandan yürüyor bir yandan da aralarında konuşuyorlardı; ' bu çoban bir evliyaydı herhalde, belki de Hızır' dı, aslında ölen adam da o kadar kötü bir adam değidi.'

Tarif edilen yere geldiklerinde çoban koyunlarını otlatıyordu. Gelenleri görünce ayağa kalktı, ' hayırdır inşaallah ' dedi. Oturdu, onlara süt ikram etti, konuşmaya başladılar.

Çoban söylenenlerden hiç bir şey anlamamıştı, cenazeyi nasıl defnettiklerini anlattı.

- Ben bir garip kulum, dedi; cenazeyi defnettik, başucunda oturup dua ettim sadece, hepsi bu...

Merakla nasıl bir dua ettiğini sordular, çoban da söyledi;

- Allah' ım, ben dağda koyunlarımı otlatırken kulların gelir yanıma, selam verirler. Senin selamınla gelen senin misafirindir der, ağırlarım. Süt ikram eder, azığımı paylaşırım.

Şimdi de ben sana bir misafir yolluyorum, onu da sen ağırla...

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.463
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.463
  • Müdür Yardımcısı
# 03 Nis 2016 01:48:04
hz.omer arkadaslariyla sohbet ederken, huzura uc genc girerler, derlerki
 -ey halife bu aramizdaki arkadas bizim babamizi oldurdu ne gerekiyorsa lutfen yerine getirin.
 bu soz uzerine hz.omer suclanan gence donerek:
 -soyledikleri dogrumu diye sorar.
 suclanan genc derki evet dogru bu soz uzerine hz omer:
 -anlat bakalim nasil oldu diye sorar.
 bunun uzerine genc anlatmaya baslar,derki :
 -ben bulundugum kasaba hali vakti yerinde olan bir insanim ailemle beraber gezmeye ciktik kader bizi arkadaslarin bulundugu yere getirdi. hayvanlarimin arasinda bir guzel atim varki donen bir defa daha bakiyor hayvana ne yaptiysam bu arkadaslarin bahcesinden meyva koparmasina engel olamadim, arkadaslarin babasi icerden hisimla cikti atima bir tas atti atim oracikta oldu, nefsime bu durum agir geldi, ben de bir tas attim babasi oldu, kacmak istedim, fakat arkadslar beni yakaladi,durum bundan ibaret,dedi.
 bu soz uzerine hz omer soyleyecek bir sey yok bu sucun cezasi idam, madem sucunu da kabul ettin…
bu sozden sonra delikanli soz alarak:
-efendim bir ozrum var, ben memleketinde zengin bir insanim babam rahmetli olmadan bana epey bir altin birakti, gelirken kardesim kucuk oldugu icin saklamak zorunda kaldim simdi siz bu cezayi ifnaz ederseniz yetimin hakkini zayi ettginiz icin allah indin’de sorumlu olursunuz, bana uc gun izin veriseniz ben emaneti kardesime teslim eder gelirim, bu uc gun icin de yerime birini bulurum der.
 hz omer dayanamaz derki:
 -bu topluluga yabanci birisin, senin yerine kim kalirki? der,
 sozun burasinda genc adam ortama bir goz atar derki,
-bu zat benim yerime kalir, o zat hz peygamber (s.a.v) efendimizin en iyi arkadaslarindan, daha yasarken cennetle mujdelen amr ibni asr’ dan baskasi degildir. hz omer amr ‘a donerek
 -ey amr delikanliyi duydun, der.
 o yuce sahabi:
 -evet, ben kefili, der ve genc adam serbest birakilir.
 ucuncu gunun sonunda vakit dolmak uzere ama gencten bir haber yoktur, medinenin ileri gelenleri hz omere cikarak gencin gelmeyecegini, dolayisiyla amr ibni asr’a verilecek idamin yerine, maktulun diyetinin verilmesini teklif ederler, fakat gencler razi olmaz ve babamizin kani yerde kalsin istemiyoruz, derler.
 hz omer kendinden beklenen cevabi verir, derki,
 -bu kefil babam olsa farketmez, cezayi infaz ederim.
 hz amr ibni asr ise tam bir teslimiyet icerisinde derki,
 -biz de sozumuzun arkasindayiz.
 bu arada kalabalikta bir dalgalanma olur ve insanlarin arasindan genc gorunur.
 hz omer gence donerek derki,
 -evladim gelmeme gibi onemli bir firsatin vardi neden geldin.
 genc vakurla basini kaldirir ve:
 -ahde vefasizlik etti demeyesiniz diye geldim, der.
 hz omer basini bu defa cevirir ve amr ibni asr’a derki,
 -ey amr sen bu delikanliyi tanimiyorsun nasil oldu da onun yerine kefil oldun?
 amr ibni asr :
 -bu kadar insanin icerisinden beni secti, insanlik oldu dedirtmemek icin kabul ettim der.
 sira genclere gelir derlerki,
 -biz bu davadan vazgeciyoruz, bu sozun uzerine hz omer :
 -ne oldu biraz evvel babamizin kani yerde kalmasin diyordunuz ne oldu da vazgeciyorsunuz?
 genclerin cevabi dehsetlidir :
- merhametsiz insan kalmadi demeyesiniz diye.

Çevrimdışı Gül Rengi

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.942
  • 47.514
  • 2.942
  • 47.514
# 03 Nis 2016 07:42:51
Resûlullah Efendimiz (s.a.v), bir gün dostlarından birinin defni için mezarlığa gitmişti. Oradan döndüğünde, Hz. Âişe’nin yanına geldi.
Hz. Âişe, Peygamber Efendimiz’in mübarek sarığını, yüzünü, saçlarını, yakasını, göğsünü, kollarını, elleriyle kontrol etti. Peygamber Efendimiz, ”Böyle ne arıyorsun?” diye sordu.
Hz. Âişe, ”Bugün hava bulutluydu ve sen mezarlıkta iken yağmur yağmıştı. Sen hiç ıslanmamışsın” dedi.
Peygamber Efendimiz, ”O sırada başına ne örtmüştün?” diye sorunca, Hz. Âişe, ”Senin şalını örtmüştüm” diye cevap verdi. Resûlullah Efendimiz, ”Ey gönlü tertemiz olan Âişe! O şaldan dolayı, Allah sana gayb yağmurlarını göstermiş. O senin gördüğün yağmur, bildiğin gökyüzünden yağan yağmur değildir. O başka buluttan, başka gökten yağar” buyurdu.

                                                                          /Mesneviden/

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.363
  • 223.974
  • 28.363
  • 223.974
# 03 Nis 2016 13:22:24
("SADAKA BELAYI ÖNLER)
.
Cebrail Aleyhisselam, Peygamber efendimize gelip, bir gencin o gece öleceğini haber verdi.Peygamber efendimiz o genci çağırıp, ne gibi
bir arzusu olduğunu sordu.Genç evlenmek istediğini söyledi.
Hemen evlendirildi.O gece, genç ve hanımı namaz kılıp dua
ettiler.
Kendileri için hazırlanan yemekleri yiyecekleri esnada, kapıya bir fakir gelip yiyecek istedi,yemeğin hepsini ona verdiler.Fakir çok sevindi, dua edip gitti.
Sabah oldu.Peygamber efendimiz gencin ölüm haberini bekliyordu. Bir haber gelmeyince, birisini gönderdi.Haberci geri gelip, gencin hayatta ve neşe içinde olduğunu bildirdi. Cebrail aleyhisselam Peygamber Efendimize gelip, gencin gece bir fakire kendi yemeğini verdiğini, fakirin de ettiği dua sebebiyle, Cenab-ı Hakkın, gencin ömrünü uzattığını bildirdi.
Gencin yatağındaki yastığın altına bakılmasını istedi.
Yastığının altında, ölmüş büyük bir yılan buldular.
Verdiği sadaka ve fakirin duası sebebiyle,yılanın genci sokamadığı anlaşıldı.

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.363
  • 223.974
  • 28.363
  • 223.974
# 04 Nis 2016 15:21:17
Bir profesör, sosyoloji sınıfındaki öğrencilerini Baltimore şehrinin kenar mahallelerine göndermiş ve o bölgede yasayan 200 erkek çocuğunun durumlarını araştırmalarını ve her bir çocuğun geleceği hakkında bir değerlendirme yapmalarını istemişti. Öğrenciler hemen hepsi bu çocukların gelecekte hiçbir şanslarının olmadığını dile getirmişlerdi.

Bundan tam yirmi beş yıl sonra bir başka sosyoloji profesörü tesadüfen bu çalışmayı buldu ve öğrencilerinden bu projeyi sürdürmelerini ve aynı çocuklara ne olduğunu araştırmalarını istedi.
Öğrenciler, o bölgeden taşınan ya da ölen 20 çocuk dışındaki 180 çocuktan 176'sinin olağanüstü bir başarı gösterip, avukat, doktor ya da iş adamı olduklarını ortaya çıkardılar.

Profesör çok etkilenmişti ve bu konuyu izlemeye karar verdi. Birer yetişkin olan o çocukların hepsi o bölgede yasadıkları için, her biriyle buluşma şansı oldu.

"O koşullarda nasıl bu kadar başarılı oldunuz?" sorusuna verdikleri cevap hep aynıydı : "Mahalle okulunda bir öğretmenimiz vardı. Onun sayesinde."

Profesör, bu öğretmeni çok merak etmişti. Hala hayatta olduğunu öğrendiği yaşlı öğretmenin izini bulması zor olmadı. Kendisini ziyaret etmek için evine kadar gitti. Karşısında yılların yüzüne eklediği kırışıklıklara rağmen hala dinç duran bir yaşlı kadın buldu. Merakla yaşlı kadına bu çocukları kenar mahallelerden kurtarıp, basarili birer yetişkin olmalarını sağlamak için kullandığı sihirli formülün ne olduğunu sordu.

Yaşlı öğretmenin gözleri parladı ve dudaklarının kenarında bir gülümseme belirdi:

"Çok basit" dedi, "Ben o çocukları çok sevdim...''

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 04 Nis 2016 23:01:28
Kanuni'nin Müthiş Rüyasının Hikayesi
Rivayet olunur ki bir kutlu gecede, Kanuni Sultan Süleyman, rüyasında Resulullah efendimizi görür.
Sultan Süleyman, peygamber efendimizi takip ederek bugün Süleymaniye''nin inşa edilmiş olduğu yaklaşık yetmiş dönümlük arazinin bulunduğu çok güzel manzaralı tepeye gelirler. Bu tepe, hem Haliç''i hem de Boğaziçi''ni mükemmel bir açıdan görür.
Peygamber Efendimiz, Sultan Süleyman''a; “Mihrabı buraya, minberi buraya olsun” der.
Kanuni Sultan Süleyman kutlu rüyadan uyanır, şükürler eder. Mimar Sinan''ı çağırtır. Hiçbir açıklama yapmadan büyük bir heyecan ile rüyada gördüğü yere götürür:
“Buraya bir cami bir de külliye yapacağız.” diye sözlerine başladığında, Mimar Sinan söze karışır:
“Sultanım, mihrabı burada, minberi burada olsun…”
Sultan Süleyman şaşırır: “Sinan sen bu işten haberli gibisin” der. Mimar Sinan cevap verir: “Sultanım dünkü rüyanızda ben de bir adım gerinizde geliyor idim

Çevrimdışı sınıfçı20

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 04 Nis 2016 23:07:53
VELİYYULLAHDAN BİR ZATI MUHTEREM ANLATIYORLAR

Çok hastalanmıştım ne hareket edecek gücüm ne takatim vardı
Mekkeye medineyede çok gitmek o mübarek topraklarıda çok görmeyi istiyordum
Halimi Allaha arzettim
Birden uykuya daldım
Rüyamda elini bana doğru uzatan bir zat gördüm
Bana
-Elini bana ver diyordu
Elimi ona uzattım
Benimle tokalaştı
-MÜJDELER OLSUN
İyileşeceksin
Allahın beyti hareminede gideceksin
Peygamberin kabrini ziyaret edeceksin { S. A. V }
dedi
-Ona sana allah rahmet buyursun
Sende kimsin
diye sordum
-BEN HIZIRIM
dedi
-Bana dua et
dedim
Bunun üzerine bana şöyle dedi
Üç defa şöyle söyle
YA LATİFEN Bİ HALKİHİ
YA ALİMEN Bİ HALKİHİ
YA HABİREN Bİ HALKİHİ
İLTAF Bİ YA LATİF
YA ALİM
YA HABİR


{EY MAHLUKATINA KARŞI LÜTUFKAR OLAN
EY MAHLUKATININ BÜTÜN İNCELİKLERİNİ BİLEN
EY MAHLUKATININ BÜTÜN HALLERİNDEN HABERDAR OLAN ALLAHIM
BANA LUTFET
EY LATİF
EY ALİM
EY HABİR


Bana dediki
Bu içinde zenginilk barındıran bir hediyedir
Senin başına bir sıkıntı geldiğinde
Bir musibete düçar olduğunda
Hasta olduğunda
bunları okursan bu sana yeter biiznillah şifaya kavuşursun


Artık ne zaman başıma bir darlık hastalık musibet gelirse
Hızır aleyhisselamın bana öğrettiği o kelimeleri okuyordum
Hızır aleyhisselamın iyiliğini burada açıklamış oldum
O sene şifaya kavuştum
Osene mübarek toprakları görme şerefinede kavuştum
Allahü tealaya verdiği nimetten dolayı şükretmekteyim

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.463
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.463
  • Müdür Yardımcısı
# 05 Nis 2016 00:34:23
Dervişin biri eski İstanbul sokaklarında :
 ‘-Sen doğru ol kem belasını bulur.Sen doğru ol kem belasını bulur.’Diye diye dolaşıyormuş.Padişahın biri tebdil-i kıyafet çarşıda gezerken dervişin sözlerini duymuş,ilgisini çekmiş ve dervişe :
 
-Hergün sarayıma gel seninle muhabbet ederiz ‘demiş.
 Dervişimiz ertesi gün ……
 
Sarayın kapısına gitmiş padişahın karşısına çıkarılmış sohbet muhabbet zaman geçmiş saraydan ayrılırken padişah dervişin cebine bir altın konulmasını emretmiş.
 Sarayın dışında dervişimizi takip eden sahte derviş kılıklı biri yanına yanaşmış ,
 
-Ya arkadaş ,Padişah seni neden saraya davet etti ?Derdi neymiş?’falan filan bir yığın sorgu suale tutmuş.Her gün bir altın aldığını da öğrenince.’Onun yaptığı işi ben de yaparım’ diye düşünmüş.Sormuş,
 
-Ya kardeş, hergün ben de seninle gelsem rahatsız olmazsın değil mi?’ demiş belki Padişah bana da bir altın verir çoluk çocuğum nasiplenir.’
 
İyi dervişimiz:
 
-Padişahım kabul ederse neden olmasın sende gelirsin tabii ‘demiş.
 Gel zaman git zaman padişah her muhabbet sonrası bir ona bir öbürüne birer altın verdirir olmuş.
 Sahte derviş bir sabah gerçek dervişimizi çorba içmeye davet etmiş.Garsona da gizlice arkadaşının çorbasına bol sarmısak koymasını tembihlemiş.Gerçek dervişin
 
-Padişah’ımla muhabbet ederken kötü kokarım ‘sözlerine sözüm ona çare de üretmiş.

-Ağzına mendil tutarsın kardeşim ‘demiş.O gün aynen böyle olmuş bizim derviş ağzını mendille örterek padişahla söyleşisini sürdürmüş.Bu arada sahte derviş fırsat bulduğunda Padişahın kulağına eğilip,
 
- Efendim arkadaşım ağzını mendille neden kapatıyordu biliyormusunuz ,ağzınız kokuyormuş o kokuyu duymamak için’ demiş.
 Padişah çok sinirlenmiş çağırın o dervişi demiş. Gerçek dervişimize sarayın fırıncısına verilmek üzere bir pusula vermiş ve ,
 
-Al bunu fırıncıya götür’ demiş.okuma yazması yok tabii tam kapıdan çıkıp fırıncıya gidecekken sahte derviş :
 
-İstersen ver o pusulayı ben götüreyim fırıncıya , belki padişah ekmek lütfetmiştir çocuklara götürürüm senin ekmeğe ihtiyacın mı olur?’ demiş.
 
Onunda okuması yok,pusula böylece sahte dervişin elinden fırıncıya ulaşmış.Fırıncı kağıtta yazılan ‘bunu sana getireni kızgın fırına at’ emrini hemen yerine getirip sahte dervişi küt ,alev alev yanan kızgın fırına yollamış.Ertesi gün gerçek derviş yine saraya gelmiş.Padişah şaşırmış:
 
- Hayrola sen dün fırıncıya gitmedinmi ?’diye sormuş..Derviş de olanları birbir anlatmış.Padişah dervişin kulağına eğilmiş:
 
-SEN DOĞRU OL ,KEM BELASINI BULUR ‘demiş

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK