İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.099
  • 45.143
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.099
  • 45.143
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 20 Nis 2016 15:09:42
TUZLU KAHVE (Richard Fawler)

Kıza bir partide rastlamıştı. Harika birşeydi. O gün peşinde koşan o kadar çok delikanlı vardı ki... Partinin sonunda kızı kahve içmeye davet etti. Kız parti boyu dikkatini çekmeyen oğlanın davetine şaşırdı ama tam bir kibarlık gösterisi yaparak kabul etti. Hemen köşedeki şirin kafeye oturdular. Delikanlı öyle heyecanlıydı ki, kalbinin çarpmasından konuşamıyordu. Onun bu hali kızın da huzurunu kaçırdı. "Ben artık gideyim" demeye hazırlanırken, delikanlı birden garsonu çağırdı.
"Bana biraz tuz getirir misiniz" dedi. "Kahveme koymak için".
Yan masalardan bile şaşkın yüzler delikanlıya baktı...
Kahveye tuz!..
Delikanlı kıpkırmızı oldu utançtan ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye başladı. Kız, merakla "Garip bir ağız tadınız var" dedi.
Delikanlı anlattı:
"Çocukken deniz kenarında yaşardık. Hep deniz kenarında ve denizde oynardım. Denizin tuzlu suyunun tadı ağzımdan hiç eksilmedi. Bu tatla büyüdüm ben. Bu tadı çok sevdim. Kahveme tuz koymam bundan. Ne zaman o tuzlu tadı dilimde hissetsem çocukluğumu, deniz kenarındaki evimizi ve mutlu ailemi hatırlıyorum. Annemle babam hala o deniz kenarında oturuyorlar. Onları ve evimi öyle özlüyorum ki".
Bunları söylerken gözleri nemlenmişti delikanlının. Kız dinlediklerinden çok duygulanmıştı.
İçini bu kadar samimi döken, evini ailesini bu kadar özleyen bir adam evi, aileyi seven bir olmalıydı. Evini düşünen, evini arayan, evini sakınan biri. Ev duyusu olan biri.
Kız da konuşmaya başladı. Onun da evi uzaklardaydı. Çocukluğu gibi. O da ailesini anlattı. Çok şirin bir sohbet olmuştu. Tatlı ve sıcak.
Ve de bu sohbet öykümüzün harikulade güzel başlangıcı olmuştu tabii.
Buluşmaya devam ettiler ve her güzel öyküde olduğu gibi, prenses prensle evlendi. Ve de sonuna kadar çok mutlu yaşadılar. Prenses ne zaman kahve yapsa prensine, içine bir kaşık tuz koydu, hayat boyu. Onun böyle sevdiğini biliyordu çünkü.
40 yıl sonra, adam dünyaya veda etti. "Ölümümden sonra aç" diye bir mektup bırakmıştı sevgili karısına. Şöyle diyordu satırlarında:
"Sevgilim, bir tanem.
Lütfen beni affet. Bütün hayatımızı bir yalan üzerine kurduğum için beni affet. Sana hayatımda bir tek kere yalan söyledim. Tuzlu kahvede. İlk buluştuğumuz günü hatırlıyor musun? Öyle heyecanlı ve gergindim ki, şeker diyecekken "tuz" çıktı ağzımdan. Sen ve herkes bana bakarken, değiştirmeye o kadar utandım ki, yalanla devam ettim. Bu yalanın bizim ilişkimizin temeli olacağı hiç aklıma gelmemişti. Sana gerçeği anlatmayı defalarca düşündüm. Ama her defasında korkudan vazgeçtim. Şimdi ölüyorum ve artık korkmam için hiçbir sebep yok. İşte gerçek. Ben tuzlu kahve sevmem. O garip ve rezil bir tat. Ama seni tanıdığım andan itibaren bu rezil kahveyi içtim. Hem de zerre pişmanlık duymadan. Seninle olmak hayatımın en büyük mutluluğu idi ve ben bu mutluluğu tuzlu kahveye borçluydum. Dünyaya bir daha gelsem, herşeyi yeniden yaşamak, seni yeniden tanımak ve bütün hayatımı yeniden seninle geçirmek isterim, ikinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da".
Yaşlı kadının gözyaşları mektubu sırılsıklam ıslattı.
Lafı açıldığında bir gün biri, kadına "Tuzlu kahve nasıl birşey?" diye soracak oldu.
Gözleri nemlendi kadının.
"Çok tatlı!.." dedi.

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.099
  • 45.143
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.099
  • 45.143
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 20 Nis 2016 15:12:17
SEDEF ÇİÇEĞİ

Mahkeme salonunda, seksen yaşlarındaki yaşlı çiftin durumu içler acısıydı. Adam inatçı bakışlarla, suskun ninenin ağlamaktan iyice çukurlaşmış gözlerini ve bıkkın bakışlarını süzüyordu. Hakim tok sesiyle, yaşlı kadına:

"Anlat teyze, neden boşanmak istiyorsun?"
Yaşlı kadın, derin bir nefes çektikten sonra baş örtüsüyle ağzını aralayıp, kısılmış sesiyle konuşmaya başladı.

"Bu herif yetti gayri, 50 yıldır bezdirdi hayattan..."
Sonra uzunca bir sessizlik hakim oldu, mahkeme salonunda... Sessizlik, bu tür haberleri her gün manşet yapan gazetecilerden birinin flaşıyla bozuldu. Kim bilir nasıl bir manşet atacaklardı, yaşanmış 50 yılın ardından? Çok sayıda gazeteci izliyordu davayı... Kadın neler diyecekti ? Herkes, onu dinliyordu. Yaşlı kadının gözleri doldu ve devam etti:

"Bizim bir sedef çiçeği vardı çok sevdiğim... O bilmez... 50 yıl önceydi ... O çiçeği bana verdiği çiçekler arasından kopardığım bir yaprağı tohumlamıştım, öyle büyüttüm. Yavrumuz olmadı onları yavrum bildim. Bir süre sonra çiçek kurumaya başladı. O zaman adak adadım. Her gece güneş açmadan önce, bir tas suyla sulayacağım onu diye... İyi gelirmiş derlerdi. 50 yıl oldu, bu herif bir gece kalkıp bir kerede bu çiçeği ben sulayayım demedi. Taa ki geçen geceye kadar...O gece takatim kesilmiş uyuyakalmışım... Ben, böyle bir adamla 50 yıl geçirdim. Hayatımı, umudumu, her şeyimi verdim. Ondan hiç birşey görmedim. Bir kerecik olsun, benim bildiğim görevlerden birisini yapmasını bekledim. Onsuz daha iyiyim, yemin ederim."
Hakim yaşlı adama dönerek;

-"Diyeceğin bir şey var mi, baba?" dedi.

Yaşlı adam bastonla zor yürüdüğü kürsüye, o ana kadar suçlanmış olmanın utangaçlığını hissettiren yüz ifadesiyle, hakime yöneldi. Tane tane konuştu :

-"Askerliğimi Reisicumhur köşkünde bahçıvan olarak yaptım. O bahçenin, görkemli görünümüyle büyümesi için emeklerimi verdim. Fadime'mi de orada tanıdım. Sedefleri de... Ona en güzel çiçeklerden buketler verdim. İlk evlendiğimiz günlerin birinde, boyun ağrısı nedeniyle, onu hekime götürdüm. Hekim çok uzun süre uyanmadan yatarsa; boynundaki kireç sertleşir, kötüleşir dedi. Her gece uykusunu bölüp uyansın, gezinsin dedi. Hekimi pek dinlemedi bizim hatun... Lafım geçmedi... O günlerde, tesadüf, bu çiçek kurumaya yüz tuttu. Ben ona: "Gece çiçek sularsan geçer dedim. Adak dilettim... Her gece onu uyandırdım ve onu seyrettim. O sevdiğim kadını, yavrusu bildiği çiçekleri sularken seyrettim. Her gece, o çiçek ben oldum sanki..."

dedi adam. O yaştaki bir adamdan beklenmeyecek ifadelerle...

"Her gece, o yattıktan sonra uyandım. Saksıdaki suyu boşalttım. Sedef, gece sulanmayı sevmez, hakim bey... Geçen gece de... Yaşlılık... Ben de uyanamadım. Uyandıramadım... Çiçek susuz kalırdı ama kadınımın boynu yine azabilirdi. Suçlandım... Sesimi çıkartamadım..."
O anda gazeteciler dahil, mahkeme salonundaki herkes ağlıyordu...

Sevgide cömert ama sevdiklerimizi kırmada oldukça cimri olalım…

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.099
  • 45.143
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.099
  • 45.143
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 20 Nis 2016 15:13:40
SULTAN MAHMUD
Sultan 2.Mahmud tebdil-i kıyafet giyip halkın arasında gezerken,ufak bir balıkçı tezgahına yaklaşır balıkçı ile sohbet eder.adam çok fakirdir,padişah adamın haline üzülür ve kimliğini açıklamadan,ramazan boyu hergün 1 tepsi baklava göndereceğini söyler,sarayda baklavanın altına bir sıra altın dizmelerini söyler,balıkçının yanındaki komşusu uyanıktır,saraydan gelen baklavayı görünce kuşkulanır ve balıkçıya ;
-Kardeş sen ve ailen bu baklavayı aç karnına yersen hasta olursunuz bunu bana ver bende sana yemek vereyim der,balıkçının aklına yatar ve değişirler.ertesi gün altını gören komşusu balıkçıya sen gelen baklavaları bana yemek karşılığında verirmisin der balıkçıda ramazan boyu gelen baklavaları komşusuna verir.padişah ramazan sonu tekrar kıyafet değiştirip halkın arasına karışır balıkçı artık zengin olmuştur diye düşünürken,aynı durumda görünce yanına gidip sorar;
-sen gönderdiğim tepsileri almadın mı?balıkçı: komşum sağolsun beni düşünmüş onları yemek karşılığı değiştik deyince padişah üzülür,ertesi gün balıkçıyı saraya çağırtır,hazinenin küreğini verip ;
-Hadi bakalım küreğe ne kadar altın gelirse senin olacak der,balıkçı heyecandan küreği ters daldırır kaldırınca da kürekte 1 altınkalır,balıkçı da padişahta üzülür duruma.emir vererek altın bir gülle yaptırır ve topa koyarlar der ki:
-Topu ateşle güllenin gittiği yere kadar olan her yer senin olacak gülleyle birlikte der.balıkçı sevinçle topu ateşler ama top geri teper ve balıkçıyı öldürür.
bunu gören padişah ise -ee vermeyince mabud,neylesin Mahmut der

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.099
  • 45.143
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.099
  • 45.143
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 20 Nis 2016 15:16:19
MUCİZE
Küçük bir kız yatak odasına gitti ve gömme dolaptaki gizli yerinden camdan bir reçel kavanozu çıkardı. Tüm bozuk paraları yere döktü ve onları dikkatle saydı. Üç kere saydı. Toplam, tam olarak mükemmel olmalıydı. Hata yapma şansı yoktu. Madeni paraları kavanoza dikkatle geri koydu ve kapağı kapattı, arka kapıdan gizlice çıktı ve 6 blok ilerdeki kapısının üzerinde Yerli Şefin büyük kırmızı işareti olan Rexall eczanesine doğru yola koyuldu. Eczacının dikkatini ona vermesi için sabırla bekledi, ama eczacı o anda çok meşguldü. Tess bir sürtme gürültüsü yapmak için ayağını döndürdü. Hiçbir şey olmadı. Yapabileceği en gürültülü ses ile boğazını temizledi. Faydası olmadı.

Sonunda kavanozdan bir çeyreklik çıkardı ve onu cam tezgahın üzerine çarptı. İşe yaramıştı ! "Ne istiyorsun?" diye sordu eczacı, kızgın bir ses tonu ile. "Şikago'dan gelen, asırlardır görmediğim erkek kardeşim ile konuşuyorum" dedi sorusunun yanıtını beklemeden.

"Evet, size erkek kardeşimden bahsetmek istiyorum" diye yanıtladı Tess, aynı kızgın ses tonu ile. "O gerçekten, gerçekten çok hasta...ve ben bir mucize satın almak istiyorum".

"Pardon ?" dedi eczacı.

"Onun adı Andrew ve başının içinde giderek büyüyen kötü bir şey var ve babam sadece bir mucizenin onu kurtarabileceğini söylüyor. Bir mucizenin fiyatı ne kadar?"

"Burada mucize satmıyoruz, küçük kız. Üzgünüm, ama sana yardım edemem" dedi eczacı, biraz yumuşayarak.

"Dinleyin, onu ödeyecek param var. Eğer yetmezse, kalanını getiririm. Sadece bana fiyatını söyleyin."

Eczacının kardeşi iyi giyimli bir adamdı. Öne doğru eğildi ve küçük kıza sordu, "Kardeşinin ne tür bir mucizeye ihtiyacı var?"

"Bilmiyorum," diye yanıtladı Tess, gözleri sulanarak. "Sadece onun gerçekten hasta olduğunu biliyorum ve annem onun bir ameliyata ihtiyacı olduğunu söylüyor. Ama babamın bunu ödeyecek parası yok, onun için paramı kullanmak istiyorum."

"Ne kadar paran var?" diye sordu Şikago'dan gelen adam.

"Bir dolar ve on bir sent" diye yanıtladı Tess, ancak duyulabilir bir sesle. "Ve bu sahip olduğum tüm para, ama eğer daha lazımsa biraz daha getirebilirim."

"Evet, ne tesadüf" diye gülümsedi adam. " Bir dolar ve on bir sent - küçük kardeşin için bir mucizenin tam ücreti. Bir eli ile parayı aldı, diğer eli ile kızın elinden tuttu ve "Beni yaşadığın yere götür" dedi. "Kardeşini görmek ve anne baban ile tanışmak istiyorum. Gereksinim duyduğunuz mucizeye sahip olup olmadığımıza bir bakalım."

Bu iyi giyimli adam Dr. Carlton Armstrong idi, nöro - cerrahide uzman bir cerrah. Ameliyat ücretsiz yapıldı ve Andrew'in eve dönmesi ve iyileşmesi uzun sürmedi. Anne ve baba onları buraya kadar getiren olaylar zinciri ile ilgili mutlu şekilde konuşuyordu. "Bu ameliyat gerçek bir mucize" diye fısıldadı annesi. "Ameliyatın maliyetini merak ediyorum"

Tess gülümsedi. O, bir mucizenin fiyatının ne olduğunu tam olarak biliyordu...bir dolar ve on bir sent.

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.099
  • 45.143
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.099
  • 45.143
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 20 Nis 2016 15:17:47
FEDAKARLIK
Yeni evli bir cift vardi. Evliliklerinin daha ilk aylarinda, bu isin hic de hayal ettikleri gibi olmadigini anlayivermislerdi. Aslinda birbirlerini sevmiyor degillerdi. Son zamanlarda o kadar sik olmasa da, evlenmeden önce sik sik birbirlerini cok sevdiklerine dair ne kadar da dil dökmüslerdi. Ama simdilerde,
kücük bir soz, ufak bir hadise aralarinda orta capli bir kavganin cikmasina
yetiyordu. Bir aksam oturup, iliskilerini gozden gecirmeye karar verdiler. Her
ikisi de, bosanmayi istememekle beraber, islerin böyle gitmeyeceginin
farkindaydilar. Erkek, "Aklima bir fikir geldi" dedi. "Bahceye bir agac dikelim
ve eger bu agac uc ay icinde kurursa bosanalim. Kurumaz da buyurse bunu bir daha
aklimizdan gecirmeyelim. Bu süre içinde de ayri ayri odalarda kalalim." Bu ilginc fikir haniminin da hosuna gitti. Ertesi gun gidip bir meyve fidani aldilar ve birlikte bahçeye diktiler. Aradan bir ay gecti. Bir gece bahcede karsilastilar. Her ikisinin de elinde içi su dolu birer bidon vardi...

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.099
  • 45.143
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.099
  • 45.143
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 20 Nis 2016 15:18:52
Doğan Cüceloğlu'nun eğitimdeki katılımcılarla aralarındaki konuşma:

Cüceloğlu: Arkadaşlar, aranızda ölümcül hastalığı olan var mı?

Katılımcılardan Biri: Allaha şükür, hocam, bildiğimiz kadarı ile yok.

Cüceloğlu: Ne güzel! Peki, bana, istisnasız tüm insanların, yani altı milyar insanın da başına geleceği garanti bir şey söyler misiniz?

Cevap neredeyse otomatik olarak çıkar:

Katılımcılardan Biri: Ölüm.

Cüceloğlu: Gerçekten de ölüm tüm insanların başına geleceği kaçınılmaz olan tek şeydir. Doğum da tüm insanların başına kesinlikle gelmiştir, ama bundan sonra gelmesi kesin olan tek şey ölümdür. Diğer hiç biri insanların tümünün başına gelmeyecektir. Peki, madem öleceğimiz garanti, bu benim ölümcül bir hastalığım olduğunu . göstermez mi?

Katılımcılar burada sessizce, başlarıyla onaylamaya başlar. Öleceğim belli ise benim ölümcül bir hastalığım olduğu da açıktır. Şu şekilde devam ederim: Peki, ne zaman öleceğimizi biliyor muyuz?

Katılımcılardan Biri:Hayır

Cüceloğlu: Şu saniye içinde olma olasılığı var mı?

Katılımcılardan Biri:Var.

Cüceloğlu: Yarın?

Katılımcılardan Biri:Evet.

Cüceloğlu: 30 yıl sonra?

Katılımcılardan Biri:Olabilir.

Cüceloğlu: Peki bunlardan hangisinin sizin başınıza geleceğini biliyor musunuz? Mesela bu akşam eve sağ salim varacağınızı nereden biliyorsunuz?

Sınıf sessizce dinlemeye devam eder. Çünkü genellikle yaşama böyle hiç bakmamışlardır.
Cüceloğlu: Peki bir de tersini düşünelim, bu akşam eve döndüğünüzde, bu sabah evden çıkarken sağ salim bıraktıklarınızı sağ bulma garantiniz nedir? Var mıdır böyle bir garanti?

Katılımcılardan Biri: Yoktur hocam.

Cüceloğlu: Peki nereden biliyoruz, az sonra telefonumuzun çalmayacağını ve evdekilerden birinin az önce öldüğünün bize söylenmeyeceğini?

Katılımcılar burada rahatsız olmaya başlarlar.

Katılımcılardan Biri: Hocam konuyu değiştirsek?

Cüceloğlu: Ama en yalın ve açık gerçek üzerine konuşuyoruz, biraz daha devam edelim bence. Peki, acaba bunu dün gece bilseydiniz, yani evde akşam birlikte olduğunuz kişilerden birinin yarın ölüm günü olduğunu bilseydiniz, o zamanı aynı dün gece olduğu biçimde mi geçirirdiniz? Yoksa farklı şeyler mi yapardınız?

Katılımcılardan Biri: Kesinlikle çok farklı geçerdi Hocam.

Cüceloğlu: Şimdi sizden rica ediyorum, lütfen bir an arkanıza yaslanın, gözlerinizi kapatın ve bu sabah evden çıkarken evde bıraktıklarınızdan birinin gerçekten öleceğini düşünün, dün akşamınızı nasıl geçirirdiniz? Aynı iletişim mi olurdu? Onunla aynı konuları mı konuşurdunuz? Aynı konular,tartışma ya da gerginlik konusu yaratır mıydı? Yoksa önemsiz hale mi gelirdi? Bu sabah evden çıkarken, bu son görüşünüzde ona ne derdiniz? Onun boynuna sarılmakta tereddüt eder miydiniz? Çok sıkı sarılmaya mı, aynaya mı vakit ayırırdınız? Ona "yüreğinizin taa derininden gelen bir "seni gerçekten çok seviyorum" demeye ne gerek var diye düşünür müydünüz? Onun ölecek olması sizin ona duyduğunuz sevgiyi yoğunlaştırmaz mıydı?

Burada bazı katılımcıların ağladığı olur. Belli ki dün akşam yaptıklarından bir kısmının ne kadar anlamsız olduğunu şimdi fark etmişlerdir.

Cüceloğlu: Şimdi gözlerinizi açabilirsiniz, acaba kaç tartışmamızı bu kadar gereksiz biçimlerde yapıyoruz, kaçı gerçekten yaşamda karşımızdakinin varlığından daha önemli, hangilerinde "şimdi kalbini kırdım, ama zaman içinde ben ondan özür dilemesini bilirim?" diye kendi kabuğumuza çekilip tartışmaları donduruyoruz. Yarattığımız kırgınlıkları tamir etme olanağımız gerçekten var mı? Buna zamanımız gerçekten kaldı mı?

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.099
  • 45.143
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.099
  • 45.143
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 20 Nis 2016 15:19:48
Çok bilinen bir öykü, ama bilmeyenler vardır belki...


Adam yorgun argın eve döndüğünde,
5 yaşındaki çocuğunu kapının önünde beklerken buldu.

Çocuk babasına,
"Baba bir saatte ne kadar para kazanıyorsun" diye sordu..

Zaten yorgun gelen adam,
"Bu senin işin değil" diye cevap verdi.

Bunun üzerine çocuk,
"Babacım lütfen, bilmek istiyorum" diye üsteledi.

Adam,
"İllâ da bilmek istiyorsan 20 lira" diye cevap verdi.

Bunun üzerine çocuk,
"Peki bana 10 milyon borç verir misin" diye sordu.

Adam iyice sinirlenip,
"Benim senin saçma oyuncaklarına veya benzeri şeylerine ayıracak param yok. Hadi, derhal odana git ve kapını kapat" dedi.

Çocuk sessizce odasına çıkıp kapıyı kapattı.
Aradan bir saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşti ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşündü.

"Belki de gerçekten lazımdı"...

Yukarı çocuğunun odasına çıktı ve kapıyı açtı...
Yatağında olan çocuğa,
"Uyuyor musun" diye sordu.

Çocuk,
"Hayır" diye cevap verdi...

"Al bakalım, istediğin 10 lira.
Sana az önce sert davrandığım için üzgünüm.
Ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim" dedi..

Çocuk sevinçle haykırdı,
"Teşekkürler babacığım"...

Hemen yastığının altından diğer buruşuk paraları çıkardı.
Adamın suratına baktı ve yavaşça paraları saydı.
Bunu gören adam iyice sinirlenerek,

"Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun, diye bağırdı.

Çocuk,
"Param vardı ama yeterince yoktu " dedi
Ve yüzünde mahcup bir gülücükle paraları babasına uzattı;

"İşte 20 lira... Şimdi bir saatini alabilir miyim babacım?..."

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.099
  • 45.143
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.099
  • 45.143
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 20 Nis 2016 17:36:06
AZRAİL VE ADAM
Bir adam sirtinda dikenli cali tasimanin sikintisi ile hayattan bikmis halde:" Ey Azrail nerdesin" dedi. O an Azrail yaninda belirdi ve:"istedigini soyle" dedi. Adam hic ummadigi bu hal karsisinda sasirdi ve: "su dikenleri sirtima kaldirsan diyecektim"dedi.

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.460
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.460
  • Müdür Yardımcısı
# 20 Nis 2016 23:17:57
Bankada bir hesap sahibi olduğunu düşün, hesabına her sabah 86.400 dolar para yatırılıyor, fakat bu paranın hepsini akşama kadar harcamak zorundasın, ertesi güne transfer edilemez. Paranı kullansan da kullanmasan da hesap her akşam sıfırlanıyor. Ne yaparsın? Tabii ki hepsini harcamaya çalışırsın; Hepimiz, Zaman adlı bu bankanın müşterileriyiz;

      Her sabah 86.400 saniyeye sahip oluyoruz; yarına transfer edilemez, Her sabah hesabımız dolar, her akşam boşalır. Geri dönüş yok, saniyelerini şu anı yaşayarak harca, en iyisi bunlarla yatırım yap.

Mutluluk, sağlık ve başarı için. Zaman kaçıyor. Her gün için en iyisini yap.

      Bir senenin değerini anlamak için sınıfta kalmış bir öğrenciye sor.

      Bir ayın değerini anlamak için, 8 aylık bir bebek doğuran anneye sor.

      Bir haftanın değerini anlamak için, haftalık dergi çıkaran bir çilekeşe,

      Bir saatin değerini anlamak için, kavuşmayı bekleyen sevgililere sor.

      Bir dakikanın değerini anlamak için, trenin kaçıran yolcuya sor.

      Bir saniyenin değerini anlamak için, bir kazayı önleyemeyen sürücüye sor.

      Bir saniyenin yüzde birinin değerini anlamak için olimpiyatlarda gümüş madalya kazanan koşucuya sor.

      Her anını değerlendir, her dakikanı çok özel biriyle paylaş. Zamanına ortak edebileceğin kadar özel biriyle.

      Unutma! Zaman hiç kimse için durmaz. Geçmiş zaman tarihtir. Gelecek zaman sırlar, mechullerle dolu.

      Sadece şu an sana verilen gerçek bir armağandır.

      Bu hafta dostluk haftası olsun. Arkadaşlar bulunmaz mücevherlerdir. Bizi üzerler, cesaretlendirirler ve zaman zaman avuturlar. Kalplerini bize açarlar. Arkadaşlarına, onları sevdiğini göster.

      Arkadaşlık mesajını herkese gönder, cevap alırsan bütün hayatın için bir dostun bulunduğunu anlarsın.

      Onlara ne kadar çok ihtiyacın olduğunu ve senin için ne kadar önemli olduklarını dikkatle denersen görürsün....

Çevrimdışı Gül Rengi

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.942
  • 47.512
  • 2.942
  • 47.512
# 21 Nis 2016 10:00:56
.

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.099
  • 45.143
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.099
  • 45.143
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 21 Nis 2016 13:50:40
Hacı bayramı veli türbesine emanet edilen sandık
Evliyalar Ölmez imiş,
Can acısın görmez imiş...


Diye bir söz söylenmiş. Gerçektende evliyalar ölmüyor.İşte Hacı Bayram Veli! Aşağı yukarı beş yüz kırk altı yıl evvel, Ankara'da, bu dünyadan, öteki dünyaya göçmüş... Beş yüz kırk altı yıl bu! Dile kolay... Ankara'da, anasının, babasının mezarını bilmeyen çok insan vardır, Hacı Bayram'ı bilmeyen, bir kere türbesinin önünden geçmeyen, bir defa işi düşüp de kapısına yapışmayan bir Ankara'lı düşünülebilir mi? Daha, türbeler kapatılmadan evveldi... Diye anlatırlar. Solfasol köyünden çok temiz, çok saf bir genç, askere gidiyormuş. Babasından kalma bir kaç altını, anasından kalma birkaç mücevheri varmış. Delikanlının derdi asker dönüşü evlenmek; servetini içine koyduğu küçük sandığını emanet edeceği, güvenip, bırakacağı kimseciği de yok. Düşünüyor, tasınıyor, acaba ne yapsam, diye sızlanıyor... Derken, bir gece rüyasında Hacı Bayram'ı görmez mi? "A! be Salimcik, ne düşünüp duruyorsun getir sandığını, bana bırak!" diyor.
Selim oğlan, ertesi günü, sevine sevine Ankara'ya geliyor,doğru türbedarın önüne dikiliyor, hal, keyfiyet böyle, böyle... diye meseleyi anlatıyor. Türbedar da uyanıklardanmış, gece o da haberini almışmış. Getiriyorlar sandığı, Hazretin başucuna bırakıyorlar. Sandık deyince, öyle koca bir şey sanılmasın, ancak bir çanta kadar.
Delikanlı askere gidiyor; gidiyor ama dönmek bilmiyor. Yemen ellerinde Uveys El-Karani gibi... Gez babam gez. Tam sekiz yıl!.
Bu sekiz yıl içinde ahval değişmiş, türbedar ölmüştür. Yeni gelen, Bayram Velî'nin başucundaki bu acayip sandığın hikmetini bir türlü anlayamamış. Kaldırıp, bir kenara koymak istiyor, ne mümkün? Yerinden kımıldatmanın ihtimali yok. Bu işe pek şaşıran türbedar, yanına bir yardımcı çağırıyor. Bir derken, üç oluyor... Nafile, sandık ne açılıyor, ne kımıldıyor. Sonunda:"Buişin içinde bir hikmet var" diyorlar!
Gel zaman, git zaman bizim Solfasol'lu, askerden kurtulup dönüyor. Ama artık o taze delikanlı değildir. Gene saftır, gene tertemizdir. Doğruca Hacı Bayram türbesine varıyor, bakıyor ki, türbedar değişmiş. Ama hiç umursamıyor, Ben malımı türbedara değil, doğrudan ona, Bayram Veli'ye emanet etmiştim" diyor ve sandığı almak üzere huzura varıyor. Üç ihlâs, bir fatiha okuduktan sonra "Hazretim!" diyor, "Ver bakalım emanetimi! Hani, ben askere giderken getir, saklayayım demiştin ya!"
Türbedar ve sandığı yerinden oynatamayan üç arkadaşı, merakla, konuşan adama bakıyorlar. O bir şeyin farkında değil sandığı kucakladığı gibi yola revan oluyor...
Ankara'lılar bu hikayeyi, emanete sadakatin tatlı bir örneği diye fırsat düştükçe anlatırlar...

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.099
  • 45.143
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.099
  • 45.143
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 21 Nis 2016 13:52:25
EDEN BULUR
Bu evliya köylerin birine gidiyor ve ekmek istiyor büyük ihtimalle insanları denemek için ve yürüdükçe de "eden bulur ,eden bulur" diyor.

ekmek pişiren bir kadının yanına yaklaşıp ekmek istiyor kadında ekmeğe zehir sürüp veriyor,içinden de diyorki kadın ,eden bulur eden bulur diyor bakalım eden nasıl bulacak.

Ekmeği alan mübarek yola çıkıyor yolda bir gençle karşılaşıyor,oturuyorlar ,genç de acıktığını söylüyor,bu mübarek de kadının verdiği ekmeği o gence veriyor oradan ayrılıyor.

Genç kendini köyüne zor atıyor ölmek üzereyken ekmek pişiren kadının yanına gidiyor, kadın,oğlum sana ne oldu diye soruyor ,genç de acıktığını ve yolda bir yaşlının ona ekmek verdiğini söylüyor ve oracıkta ölüyor.
Kadın ah vah ediyor ama nafile , askerden gelen oğlu "eden bulur'a" kurban gidiyor..

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.099
  • 45.143
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.099
  • 45.143
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 21 Nis 2016 13:57:24
Annesinin sözleri yankılandı kulaklarında;oğlum namaz hiç bu vakite bırakılırmı?annanesinin yaşı yetmişe dayanmıştı.ama ezan okunduğu zaman,yerinden sıçrar yaşından beklenmedik bir hızla abdestini alır ve namazını kılardı.
_Kendisi ise nefsini birtürlü yenemiyordu.hep ne olursa namaz son vakte kalıyordu,bu sebeple namazını alelacele eda ediyordu.bunu düşünerek kalktı yerinden,gözü saate kaydı.yatsı ezanının okunmasına onbeş dk.kalmıştı.başını her iki yöne pişmanlıkla sallayarak''yine geçirdim namazı''dedi kendi kendine.
_Kıvrak hareketlerle abdestini aldı ve daha elini yüzünü kurulamadan kendisini odasına attı.mecburen hızlı hareketlerle namazını eda etti.tesbihatını yaparken annanesini düşünmeden edemedi''bu halimi görse yine tatlı-sert kızardı bana''dedi.çok seviyordu onu.hele öyle bir namaz kılışı vardı ki;onu hep gökkuşağı hayranlığıyla seyrederdi.namazda öyle bir mahiyeti vardı ki;hicabında renkten renge girerdi.
_ogün akşama kadar derse girmişti,müthiş bir ağırlık vardı üzerinde.duasını yaparken elleri başının arasına alıp,secdeye durdu.namazdan sonra bir süre bu şekilde tefekkür etmeyi severdi.gözleri kapnır gibi oldu,ne kadarda yorulmuşum dedi.
daldı gitti öylece.....
_Kıyamet kopmuştu.mahşeri bir kalabalık vardı.her yön insanlarla doluydu.kimi dona kalmış hareketsiz bir şekilde etrafı izliyor,kimi sağa sola koşturuyor.kimiside diz çökmül,başı elleri arasında bekliyor.
yüreği fırlayacakmış gibi atıyor,adeta kafesinden kurtulmaya çalışıyor,soğuk soğuk terler döküyordu.hayattayken kıyamet,sorgu sual ve mizan hakkında çok şey duymuştu ve ahiret hayatı adına bu kavramlar kendisi için köşe taşı olmuştu.ama mahşer meydanındaki ürperti,korku ve bekleyişin bu denli dehşet vereceğini düşünmemişti.hesap ve sorgu devam ediyordu.bu arada onunda ismini okudular.hayretle bir sağa bir sola baktı''benim ismimi okudunuz''dedi.dudakları titreyerek kalabalık birden yarılmış,bir yol olmuştu önünde...
iki kişi kollarına girdi.mahşer yerinin vazifelileri olduğu belliydi.kalabalık arasından şaşkın bakışlarla yürüdü.merkezi bir yere gelmişlerdi.melekler her iki yanından uzaklaştılar...Başı önündeydi.bütün hayatı bir film şeridi gibi geçiyordu gözlerinin önünden...Şükürler olsun dedi ve kendi kendine devam etti.Gözlerimi dünyaya açtım hep hizmet eden insanlar gördüm.babam sohbetlerden sohbetlere koşturuyor,malını islam yoluna harcıyordu.Annem eve gelen misfirleri ağırlıyor,yemek sofralarının biri kalkıp bir yenisi kuruluyor.Ben ise hep bu yolda oldum.insanlara hizmete çalıştım.onlaraALLAH'I tanıttım,namazımı kıldım orucumu tuttum.farz olan ne varsa yerine getirdim.haramlardan kaçındım...kirpiklerinden aşağı gözyaşı dökülürken''Rabbimi seviyorum en azından sevdiğimi sanıyorum dedi.Ama bir yandan da onun için ne yapsam az cenneti kazanamam diye düşündü.Tek sığınacağı Rabbimizin merhametiydi.Mahşeri kalabalıkta bir uğultu yükseldi yanlış mı duyuyordu?onun ismi cehennemlikler listesindeydi.Dizlerinin üzerine yıkıldı.hayretten dona kalmıştı.Olmaz!diye bağırdı.hayatım boyunca hizmet eden insanlarla oldum.Onlarla birlikte oldum hep rabbimi anlattım diyordu.vazifeli iki melek kollarından tuttu.Ayaklarını sürüyerek ve kalabalığı yararak alevleri göklere yükselen cehenneme doğru yürümeye başladılar.çırpınıyordu medet yokmuydu?bir yardım eden çıkmayacakmıydı?Dudaklarından kelimeler kırık dökük yalvarmayla karışık,hizmetlerim...oruçlarım..okuduğum kur'anlarım..namazlarım hiç biri beni kurtarmayacakmı diyordu.Cehennem melekleri onu hiç dinlemeden sürüklemeye devam ettiler.Alevlere çok yaklaşmışlardı.başını geriye çevirdi.son çırpınışlarıydı...RASULULLAH EFENDİMİZ evinin önünde akan bir ırmak içinde günde beş defa yıkanan insanı o ırmak nasıl temizlerse,günde beş vakit namazda insanın günahlarını öyle temizler buyurdu.Oysa benim namazlarımdamı beni kurtarmayacak diye düşünüyordu.namazlarım..namaz larım..namazlarım..di ye haykırdı.kollarını sıkan parmakla çözüldü,cehennem meleklerinden biri onu iti verdi.vücudunu birden bire havada buldu.alevlere doğru düşüyordu.tam 1-2 m.düşmüştü ki;bir el kolundan tuttu.Başını kaldırıp yukarı baktı.uzun beyaz sakallı bir ihtiyar onu düşmekten kurtarmıştı.kendini yukarı çekti,ihtiyarın yüzüne baktı sizde kimsiniz?dedi.ihtiyar ben senin namazlarınım dedi.neden bukadar geç kaldınız son anda yetiştiniz,neredyse düşüyordum dedi.ihtiyar gülümsedi,başını salladı.''sen hep beni son anada yetiştirirdin hatrladınmı?dedi....secdeye kapandığı yerden başını kaldırdı.kan ter içinde kalmıştı.dışarıdan gelen sese kulak kabarttı.yatsı ezanı okunuyordu.bir ok gibi yerinden fırladı.Abdest almaya gidiyordu....
''Namaz kılıp birçok hizmette bulunan bir insan bu kadar sıkıntı çekiyorsa,namaz kılmayan müslüman kardeşim Rabbimiz bize bu hayatı boşu boşuna vermedi gelin hep birlikte yüceler yücesinin divanına duralım, unutmayalım ki her koyun kendi bacağından asılmaz en azından müslümanın böyle düşünmemesi gerekiyor''

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.099
  • 45.143
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.099
  • 45.143
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 21 Nis 2016 14:01:32
İmam-ı Azam Ebu Hanife.
Bir gün Allah’a inanmadıklarını söyleyen üç kişi İmam-ı Azam'ın yanına gelerek ona 3 soru sorarlar. -Bize Allah’ı gösterebilir misin ? -Cehennem ateş olduğuna göre ateşten yaratılan cinler ve şeytanlar orada nasıl azap göreceklerdir ? -Hem kaza ve kadere inanmamızı istiyorsun hem de insanın iradesinden bahsediyorsun. Halbuki insan her şeyi mecburen yapar kendi iradesi yoktur? Bu soruları alan büyük imam eline aldığı bir avuç toprağı soruları soran 3 kişinin yüzlerine fırlatır. Her üçü de bu davranışa tepki gösterir. İmam-ı Azam bunun üzerine şöyle der: -"Allah’ı göremediği için inkar etmeye çalışan adam! "Toprağın yüzünde meydana getirdiği acıyı görebildin mi? Daha yüzündeki acıyı göremezken Allah’ı göremediğin için nasıl inkar edersin? -Ya sen ikinci sorunun sahibi! Bildiğin gibi insan topraktan yaratılmıştır. Ama bu bir avuç toprak senin yüzünü acıtmaya yetti. Demek ki cehennemin ateşi de ateşten yaratılan varlıkları yakabilir. -İnsanın iradesini inkar eden adam! Madem benim iradem yok ne diye yüzüne attığım toprak için benden şikayetçi oluyorsun?” Aldıkları bu cevaplar karşısında şaşkına dönen adamlar ne diyeceklerini bilemeden oradan uzaklaşırlar.

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.099
  • 45.143
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.099
  • 45.143
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 21 Nis 2016 14:04:30
Kâfire verilen cevap
Bir gün Hz. Ali Efendimiz, namaz çıkmış giderken müşriklerden biriyle karşılaşır.

Müşrik Hz. Ali Efendimize şöyle der:

?Ya Ali! Şu sizin halinize bakıyorum da düşünüyorum. Ahiret var, insan bu dünyada yaptıklarından bir bir hesab verecek diye, namaz kılıyorsunuz, oruç tutuyorsunuz; Cennet var, Cehennem var diyorsunuz... Ben bunların hiç birine inanmıyorum. Hem aramızda ne fark var, sen de yaşıyorsun, ben de yaşıyorum. Sizin bu kadar çabanız nedir? Her gün vaktinde namaz kılacağım, oruç tutacağım diye bu kadar çaba niye?

Hz. Ali Efendimiz bütün bunları sükûnetle dinledikten sonra şu cevabı verir:

?Ey kâfir! Farz et ki, öldükten sonra dirilmek yok. (Var ya!) Bizim imanımız var. Farz et ki senin dediğin gibi dirilmek yok. Senin dediğin çıkarsa, o zaman ben bu yaptıklarımdan ne kaybederim. Namaz kılıyorum, dinimin emrini yerine getiriyorum, oruç tutuyorum. Bunlar benim kulluk vazifemdir. Bundan dünyada hiçbir zarar görmüyorum.

"Evet, ölümden sonra dirilmek, hesaba çekilmek, cennete veya cehenneme girmek, ya senin dediğin gibi yoktur; (biz iman ediyoruz vardır). Önce senin dediğinin doğru olduğunu düşünelim. Ölümden sonra ahiret hayatı yoksa seninle biz aynı durumdayız. Sana da mükâfat ve ceza yok bize de mükâfat ve ceza yok. Bu arada bizim Yüce ALLAH için kıldığımız namazların, yaptığımız ibadetlerin, hayır ve iyiliklerin, güzel ahlakın, verdiğimiz zekât ve sadakaların bize bir zararı olmaz. Tam aksine dünyada da huzurlu, mutlu bir yaşam sürmemizi sağlıyor.

Ahirette bir zararım olur mu, ne dersin?

... Adam biraz düşündükten sonra, olmaz, dedi.

Oruç tutuyorum. Burada senin gözünde bir zarar görüyor musun? Hayır der. Zekât veriyorum, hem dinimin emrini yerine getiriyorum, hem de fakir, muhtaç insanlara yardım etmiş oluyorum. Bundan benim kaybım olur mu? Ne dersin? Kâfir hayır, olmaz, der.

Ya ahiret varsa! Burada yaptıklarından hesab varsa, imandan, namazdan, oruçtan, zekâttan haktan, hukuktan, insan yaptığı işlediği her davranıştan hesaba çekilirse, ya bütün bunlar varsa! (Ki var.)

O zaman ey kafir, o zaman senin halin nice olur?

Ömrünü puta tapmakla geçiren ihtiyar müşrik, uzun uzun, derin derin düşünmeye başlar...

Adam, biraz durdu, düşündü ve sonra: "Vallahi, her iki durumda da siz kârdasınız, gerçekten ahiret varsa vay bizim hâlimize! Diyerek Hz. Ali (Radiyallahü Anh) dizlerine kapanarak.

Ve Hz. Ali nin önüne diz çökerek:

Ya Ali! Evet, varsa der! Sizin dediğiniz gibiyse!...

Öldükten sonra yeniden dirilir, ALLAH'ın huzuruna çıkarsam o vakit benim halim nice olur? Der ve derhal iman eder

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK