İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 09 Oca 2015 16:56:24
Bir gün askerlerden biri gelip kendisine 'onlar bizim kadınlarımıza tecavüz ediyorlar, onlar bizim kadınlarımızı, yaşlılarımızı ve çocuklarımızı öldürüyorlar. Buna bigane kalmamalıyız' dediğinde, Aliya çok veciz bir şey söylüyor 'Sırplar bizim öğretmenimiz değiller.'

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.307
  • 223.511
  • 28.307
  • 223.511
# 09 Oca 2015 23:07:50
Behlül Dânâ hazretleri bir gün Halife Harun Reşid’den bir vazife istedi. Harun Reşid de ona çarşı pazar ağalığını (denetimini) verdi. Behlül hemen işe koyuldu. İlk olarak bir fırına gitti. Birkaç ekmek tarttı hepsi normal gramajından noksan geldi. Dönüp fırıncı ya sordu: “Hayatından memnun musun, geçinebiliyor musun, çoluk-çocuğunla ağzının tadı var mı?” Adam her soruya olumsuz cevap verdi. Memnun olduğu bir şey yoktu.
Behlül Dânâ bir şey demeden ayrıldı ve bir başka fırına geçti. Orada da birkaç ekmek tarttı ve gördü ki bütün ekmekler gramajından fazla geliyor, eksik gelmiyor. Aynı soruları bu fırının sahibine de sordu ve her soruya olumlu cevap aldı. Bundan sonra başka bir yere uğramadan doğru Harun Reşid’in huzuruna çıktı ve yeni bir vazife istedi. Harun Reşid, “Behlül Dânâ demin vazife verdik sana ne çabuk bıktın?” dedi.
Behlül Dânâ açıkladı:
- Efendimiz çarşı pazarın ağası varmış. Benden önce ekmekleri tartmış, vicdanları tartmış, buna göre herkes hesabını ödemiş, bana ihtiyaç kalmamış.
Vicdanlarını Tartanlar, Ekmekleri Eksik Tartmaz...
Ahiret Hesabını Düşünenler, Bu Dünyada Eksik Hesap Yapmaz..

Çevrimdışı caki1910

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.846
  • 6.769
  • 1.846
  • 6.769
# 10 Oca 2015 14:12:50

FIRINCININ DUASI
İbrahim Ethem tacı tahtı terk ediyor.
Seneler sonra seyr-i sülûkünü tamamladıktan sonra Belh şehrine tekrar geliyor. Kendi yaptırdığı camide yatsı namazı kılıyor. Dışarıda sulu kar, yağmur, soğuk…
“Şurada kıvrılayım da sabah olunca giderim” diye düşünüyor. Caminin bekçisi geliyor, camide saklandığı yerden buluyor, çıkarıyor.
-“Ne yapıyorsun” diyor.
“Müsaade et, şurada yatayım. Sabah namazından sonra Belh’e gireceğim” diyor.
Görevli bacağından tutuyor onu
-“İbrahim Ethem, senin gibi çulsuzlar için yaptırmadı bu camiyi” diyor ve bacağından sürükleye sürükleye, kafasını merdivenlere vura vura atıyor onu dışarıya.
İbrahim Ethem “Ben bu camiyi yaptırdım” diyemiyor kibir olur diye.
Çaresiz, şehre gidiyor. Her taraf kapalı, sadece bir yer açık. Bir fırın. Kapıyı çalıyor ve sabaha kadar oturma müsaadesi istiyor. Orada çalışan işçi, “Geç otur” diyor.
Aradan bir-iki saat geçiyor. Sabah ezanı okunmaya başlıyor. Okunduktan sonra işçi dönüyor
-“Hoşgeldiniz, nereden gelip nereye gidiyorsunuz, isminiz ne?” diyor.
İbrahim Ethem de
-“Ben iki saattir burada oturuyorum, şimdi mi geldi aklına sormak” diyor.
Fırıncı diyor ki:
-“Ben bu fırında işçiyim. İki çocuğum var, iki de yetime bakıyorum. Ben onlara şimdiye kadar haram lokma yedirmedim. Senin geldiğin vakit benim mesai saatim dahilindeydi. Ezan okundu, mesaim bitti. Seninle istediğin kadar konuşabiliriz, şimdi kazancıma haram karışmaz.” İbrahim Ethem
-“Sen ne güzel adammışsın. Sen Allah’tan bir şey isteyip de olmadığı vaki oldu mu?” diye soruyor.
-“Ben Allah’tan ne istediysem verdi. Fakat Allah’tan bir şey istedim. Onu bana vermedi. Allah’a yalvardım, bana İbrahim Ethem’i göster diye, bana onu göstermedi” diyor.
-“O Allah, öyle bir Allah ki,” diyor İbrahim Ethem, “İbrahim Ethem’i bacağından sürükleye sürükleye, kafasına vura vura getirir sana gösterir ve senin gözünün önünde ruhunu teslim ettirir.” diyor ve Allah diyerek ruhunu teslim ediyor.
Sevenin sevdiginden istedigi tek seydir dua,
Ayrı bedenleri bir muhabbette birleştirendir dua,
Çaresizken sığındığımız tek limandır dua,
Kulun RABBİYLE teke tek buluştuğu andır dua,
Yoksulun ekmek kapısı dertlinin derman kapısıdır dua.

Çevrimdışı bilaldikici

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 2.512
  • 57.269
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 2.512
  • 57.269
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 10 Oca 2015 18:38:50
Adamın biri yeni ulaştığı otele kaydını yaptırır.
Odasına girdiğinde masada bir bilgisayar görür ve karısına
 e-mail atmaya karar verir.
Fakat yazdığı mesajı farkında olmadan yanlış bir adrese gönderir
Tam bu sırada farklı bir yerde kadın, kocasının cenaze töreninden evine yeni dönmüştür
ve bilgisayarındak­i maili görür,arkadaşla­rından geldiğini düşündüğü maili okuyunca olduğu
yere yığılıp kalır.
Odaya giren annesi yerde yatan kızını ve ekrandaki mesajı görür.
-Kime : Sevgili karıma
Konu : Yeni ulaştım.
Tarih : 16 Mayıs 2014 Benden haber aldığına şaşıracağından eminim. Burada bilgisayar
var ve sevdiklerimize e-mail gönderebiliyoru­z. Buraya yeni ulaştım ve kaydımı yaptırdım.
Her şey yarın senin buraya geleceğini düşünülerek hazırlanmış. Seninle buluşmayı dört
gözle bekliyorum. Umarım benim gibi sorunsuz bir yolculuk geçirirsin..
Not : Burası çok sıcak..

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.307
  • 223.511
  • 28.307
  • 223.511
# 10 Oca 2015 19:05:16
KAHVE, KAHVE, KAHVE...
***Her kahve aynı tadı taşımaz... Nerede içiyorsan, kiminle içiyorsan ona göre değişir...
***Sahilde oturduğun rüzgarlı bir sonbahar günü, en sevdiğin dostun ağlarken içtiğin kahvenin tadı kederlidir... Kahve telvesine yüreğinin acısı karışır.
***Bir pazar öğle sonrası annenin "hadi bir kahve yap da içelim" dediği kahve huzurludur... Köpükler annenin göz bebeklerine yansır... Dudağının kıyısında kalan küçük bir gülümsemedir...
***Bir gece vakti zil zurna sarhoş birinin içtiği kahve düşülen kuyudan çıkma cabasıdır... Koyu kıvamlı kahverengi bir ipe tutunur çıkarsın ... çıktığın an uyuyakalırsın... ferahlıktır!!!
****Dostlarla içilen kahve neşedir... Kahkahalar köpüklerin üzerinde yüzer...
***Tek başına gece vakti balkonda içtiğin kahve yalnızlıktır...Acıdır tadı... Ama garip de bir keyfi, lezzeti vardır...
***Baban için yaptığın kahve sevgi doludur... çay bardağında, az şekerli...Kahve gibi görünmez sana... Ama sıcaktır dumanı tüter ve kokusu büyülüdür...
***Beklemediğin bir anda sana uzatılan kahve başkadır... Isıtır insanın...içini...
***Yorgun olduğunda içtiğin kahve hafifletir seni... Kendine getirir, unutturur günün ağırlığını...
Kahve aynı kahvedir belki... köpüğüyle, rengiyle, dumanıyla aynı kahvedir ama içilen kahveler ruhunun süzgecinden geçer ve tadları değişir...Her kahve aynı değildir bu yüzden...
Ben de sizleri sevgiyle pişirilen bir kahve içmenizi diliyorum . akşam, öğle öncesi, sonrası ya da gece kahvesi. ne zaman isterseniz. Fatsa Kadın Sağlığı Kliniginde Dostlukla yudumlayacağımız bir kahve molası vermeye ne dersiniz ???
Sizin kahveniz nasıl olsun ???
*****

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.307
  • 223.511
  • 28.307
  • 223.511
# 10 Oca 2015 22:11:26
Ünlü Basketbolcu Hidayet Türkoğlu eşiyle birlikte Eminönü’nde geziyordu. Önce akvaryumcuları dolaştılar. Kapalıçarşı, Yerebatan Sarnıcı, Ayasofya, Sultanahmet, Topkapı Sarayı, Gülhane Parkı, derken Yeni Camii'nin önüne kadar geldiler. Orada bağıra bağıra simit satan bir çocuk vardı. Basketbolcu birden durakladı...
Sonra simitçiye yaklaştı:
- Simidin kaça koç ?
- 300 Bin abi. Çıtır çıtır....
- Tezgahta kaç simit var ?
- 70-80 tane var herhalde...
- Hepsini alsam ne tutar ?
- Hemen hemen 24 milyon.
- Al sana 30 milyon...
Farz et ki hepsini aldım...
-Sağ ol abi... Sağ ol...
Basketbolcu üç onluk çıkartıp simitçinin önüne bıraktı. Eşi şaşkındı. Üç beş adım yürümüşlerdi ki eşine yaklaşıp fısıldadı.
- Hidayet sen deli misin ?
- Yooo...
- Peki yemediğimiz simitlerin parasını niye verdin ?
- Boş ver, sorma.
- Diyelim ki soruyorum.
Hem de ısrarla soruyorum.
- Öyleyse söyleyeyim.
- Lütfedersiniz beyefendi.
- Tablanın kenarı dikkatini çekti mi ?
- Hayır.
- Baksan görecektin. Tahtaya bir isim kazınmıştı.
- Nasıl bir isim ?
- Hidayet !
- Yoksa ?
- Evet...
O tezgah eskiden benimdi.

(Bu hikayeyi, Hidayet TV8'de katıldığı bir programda kendisi anlatmıştır.)

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.307
  • 223.511
  • 28.307
  • 223.511
# 11 Oca 2015 10:20:22
Allah’ım! Beni Rahmetinden Ayırma! | Bir Kıssa Bin Hisse
Anlatıldığına göre, İsrailoğulları içinde günahlara dalmış biri vardı.
Günah işlemekten hiç geri durmuyordu. Yaşadığı şehirdeki halk, onun günah işlemesine bir türlü engel olamıyorlardı. Nihayet ondan kurtulmak için Allah’a niyazda bulunmaktan başka çıkar
yol göremediler. Bunun üzerine Cenab-ı Hak Musa a.s.’a; İsrailoğulları içinde çok günah işleyen bir gencin bulunduğunu,işlediği günahlar sebebiyle bulunduğu şehre zarar gelmemesi için o günahkârı
şehirden çıkarmasını vahyetti.
Musa a.s. o şehre giderek günahkâr genci oradan çıkardı.Genç bir köye sığındı. Cenab-ı Hak,
genci o köyden de çıkarmayı Musa a.s.’a vahyetti. Musa a.s. genci oradan da sürdü.Bunun üzerine genç, ne insanların ne bitkilerin ne vahşi hayvanların ve ne de kuşların bulunmadığı ıssız bir yere gitti.Bu ıssız yerde hastalandı.Yanında kendisine yardım edecek bir kimsesi yoktu. Toprağın üzerine uzandı ve başını yere koyup şöyle dedi:
“Şimdi annem başucumda olsaydı bana merhamet eder, zillet içindeki şu acıklı halime mutlaka ağıt
dökerdi! Şayet babam yanı başımda olsaydı, bana yardım eder ve bütün işlerimi yapardı.Hanımım yanımda olsaydı,ölümüme ağlardı. Evlatlarım yanımda olsaydı, cenazemin arkasından ağlarlar ve: ‹‹Allah’ım,beldesinden yabancı bir köye sürülmüş, orada barındırılmayar ak ıssız bir sahraya kovulmuş ve ıssız yerde her şeyden ümidini keserek dünyadan ahirete göç etmekte olan şu zavallı, günahkâr ve asi babamızı bağışla!›› diye dua ederlerdi! Allah’ım, beni ana-babamdan,çocuklarımdan ve hanımımdan ayrı düşürdün, fakat rahmetinden ayırma! Onların ayrılık ateşleriyle kalbimi yaktın, fakat günahlarım sebebiyle beni ateşinde yakma!”
Bu hal üzerine Cenab-ı Hak, anası kılığında bir huri, hanımı kılığında bir huri, çocukları kılığına girmiş genç melekler ve babası kılığına girmiş bir melek gönderdi. Bunlar hasta gencin başında oturup kendisi için ağladılar. Ölmek üzere olan genç de:
“İşte anam, babam, karım ve çocuklarım benim yanıma gelmişler!” diyerek büyük bir sevinç yaşadı. Bu halde tertemiz ve affa uğramış olarak Allah’ın rahmetine nail oldu. Bu hal üzerine Allah Teâlâ Musa a.s.’a şöyle vahyetti:
– Ey Musa, filan sahradaki filan mevkiye git. Orada veli kullarımdan biri vefat etti, onun arkasından yapılması gerekli işlerini yap ve defnet!” Musa a.s. emredilen yere gittiğinde, Allah’ın emri ile kendisinin şehirden ve köyden sürgün etmiş olduğu gencin cenazesi olduğunu, etrafında
hurilerin bulunduğunu görür. Bu hal karşısında Musa a.s. şöyle der:
– Ya Rabbi, bu genç senin emrin ile benim şehirden ve köyden sürgün etmiş olduğum kişi değil
mi?
Cenab-ı Hak, Musa a.s.’a şöyle cevap verir:
– Ey Musa, ben onun yere uzanmış halde inleyerek yalvarmasına ve vatanından, ana- babasından, evladından ve karısından ayrı kalmasına acıyarak günahlarını bağışladım.
Kendisine ana-babası, çocukları ve hanımı kılığına girmiş melekler gönderdim. Onlar, onun gurbette
zelil bir halde vefatını görüp o genç için merhamet dilediler. Hiç şüphesiz gurbette vefat eden bir
kişi için göklerde ve yerde bulunanlar merhamet ederek ağlarlar. Ben ise, merhametlilerin en merhametlisi iken nasıl ona merhamet etmeyeyim?
Kaynak: (İmam Gazâlî, Mükâşefetü’l-Ku lûb,27-29)

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.307
  • 223.511
  • 28.307
  • 223.511
# 12 Oca 2015 16:07:50
PEYGAMBERİMİZİN ÜZÜM YEMESİ…

Bir gün alemlerin sultanı HZ. MUHAMMED (S.A.V) üzüm yiyordu.

Yanında oturan ashabının dikkatini bir şey çeker.

PEYGAMBER EFENDİMİZ ( S.A.V ); Üzüm salkımının sürekli alt tarafında bulunan tanelerinden yemeye başlamaktaydı.

Ashap meraklanır ve sorarlar YA RESÛLALLAH neden sürekli üzüm salkımının altındaki tanelerden yemeye başlıyorsunuz.

Alemlerin sultanı cevap verir;

Üzüm salkımının altında küçük ve tatsız taneler var.

Üst tarafında ise daha iri ve tatlı taneler var.

Alttan başlıyorum çünkü ben üst tanelere ulaşana kadar

Belki bir dostum gelirde ona ikram ederim diye cevap veriyor…

“Şu hep kendimizi düşündüğümüz günümüzde nasılda EFENDİMİZİN güzel ahlakına muhtacız değil mi”?

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.307
  • 223.511
  • 28.307
  • 223.511
# 12 Oca 2015 18:41:11
Deniz kenarına oturmuş, gözlerini de ilerdeki bir noktaya dikmişti. Belki de bir saattir öylece duruyordu.
Onun bu hâli, alışveriş için balıkçı sandallarının kıyıya dönmesini bekleyen bir ihtiyarın dikkatini çekti. Yaşlı adam, seke seke onun yanına gidip:
- Merhaba delikanlı!. dedi. Bu gün deniz çok harika değil mi?...
Küçük çocuk, başını çevirmeden;
- Ama rüzgârlı, dedi. Topum denize düşünce sürükleyip götürdü.
Adam, çocuğun yanına oturup:
- Eğer biraz genç olsaydım, yüzüp onu alırdım!. dedi.
- Ama şimdi adım bile atamıyorum.
Küçük çocuk, ona cevap vermedi. Ve kıyıdan uzaklaşan topunu daha iyi görebilmek için, hemen yanındaki tümseğe çıktı. Yaşlı adam, sakin bir ses tonuyla:
- Ümidini hiçbir zaman kaybetme!. dedi. Bence dua etsen çok iyi olur.
Çocuk, büyük bir sevinçle:
- Dua etsem topum geri gelir mi? diye sordu. Denize düştüğü yeri bilir mi?
- Allah isterse eğer, ona öğretir!. dedi ihtiyar. Topun geri gelmese de, duaların sevabı sana yeter.
Küçük çocuk, yaşlı adamın sözlerini biraz düşündükten sonra, her okuduğunda dedesinden bahşiş kopardığı duaları ard arda sıraladı. Daha sonra da, topun dönmesi için Allah’tan yardım istedi. Ama üzüntüsü azalmamıştı.
O topa bir sürü para harcamış, bayram parasını bile ona katmıştı.
Şimdi artık tek şansı, bazen olduğu gibi, rüzgârın âniden yön değiştirmesiydi. Ama deniz çok büyüktü, topu ise küçücük.
Akşam üstü hava biraz daha sertleşti. Ve güneş batmak üzereyken sandallar döndü.
Çocuk, eve gitmek istemiyordu. Bu yüzden de ihtiyarla birlikte oyalandı. Yaşlı adam, hep aynı balıkçıdan alışveriş yapardı.
Sonunda onu bulup:
- Avınız inşallah iyi geçmiştir!. dedi Eğer varsa, birkaç kilo alabilirim.
Sandaldaki adam, bir kova içindeki balıkları gösterip:
- Zaten ancak o kadarcık tutmuştum, dedi. Denizde “av” diye bir şey kalmadı.
- Dua etmeyi denediniz mi? diye atıldı çocuk. Ümidinizi sakın kaybetmeyin!.
Balıkçı için her şey tesadüftü. Bunun için de “rasgele” derlerdi.
Ama şimdi bir şey hatırlamıştı. Yıllar yılı unuttuğu bir şeyi. Çocuğun yanaklarını okşarken:
- Dua ha!. diye mırıldandı. O zaman tutar mıyım?
- Tutamasanız bile, duaların sevabı size yeter, dedi çocuk.
Bunu yeni öğrendim. Balıkçı, böyle bir sözü ilk defa duyuyordu.
Başını ağır ağır sallayarak:
- Ben de yeni öğrendim!. diye gülümsedi. Üstelik de küçük bir öğretmenden.
Çocuk, bu sözlerden çok hoşlanmıştı.Artık topun gitmesine üzülmüyordu. Yanındaki yaşlı adam ona bir göz kırparken, balıkçı tekrar sandala yöneldi ve ağların üzerindeki eski örtüyü açtı.
Bir top vardı orada. Henüz ıslak olduğundan, ışıl ışıl parıldayan bir futbol topu. Balıkçı, onu çocuğa uzatıp:
- Öğretmenlerin hakkı hiç ödenmez!. dedi. Bunu biraz önce denizde buldum!.
Küçük çocuk, rüyada olmalıydı. Hiç beklenmedik şeylerin yaşandığı bir rüya. Aceleyle sağa sola bakındı. Ama her şey gerçekti. Balıkçı da, sandal da, ihtiyar da…
Topu ise, işte ellerindeydi. Ona sıkıca sarılıp:
- Bir daha benden izinsiz gezmek yok!. dedi.
- Ya dua etmeseydim ne olurdun o zaman?

Çevrimdışı hafız ahmet

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.068
  • 20.093
  • Okul Müdürü
  • 4.068
  • 20.093
  • Okul Müdürü
# 12 Oca 2015 18:55:19
İBRET VERİCİ BİR KISSA !
Bir şehirde namuslu bir aile varmış....
Koca kuyumcu, kadın ise ev hanımıymış...
Bir gün kadın her gün süt getiren erkek satıcıdan süt almak için kapı aralığından tenceresini uzatmış...
Ama sütçü önceden yapmadığı bir şeyi yapmış. O gün kadının elini şehvetle tutuvermiş. Kadın tencereyi hemen bırakıvermiş. Sütçünün yaptığına çok üzülmüş...
Kocası evine geldiği zaman ağlayarak, söyle bugün ne yaptın ki benim başıma şöyle bir iş geldi” diyerek olanı anlatmış....
Bunun üzerine adam şöyle bir itirafta bulunmuş: “Evet, hanım özür dilerim...
Bugün hiç yapmadığım bir işi yaptım ve bilezik almak isteyen bir kadın,
takamıyorum bana yardım et, deyince, bileziği koluna takarken, bunu sanki zor oluyormuş gibi geciktirerek yaptım ki, kolu bir iki saniye daha çok elimde kalsın,
diye düşündüm. İşte senin başına gelenin sebebi budur.” demiş...

Sevgili Peygamberimizin (sav) şu uyarısının iyi anlanması gerekir:
“Başkalarının hanımlarına iffetli davranın ki sizin hanımlarınız da iffetli ve namuslu olsunlar.” (Hakim, Müstedrek, 4/154.)

Çevrimdışı paptyaeylüler

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.071
  • 7.292
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.071
  • 7.292
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 12 Oca 2015 20:01:45
"Bir zamanlar "hiçlik makamına" ermiş bir derviş berbere gidip;
-Vur usturayı Berber Efendi, der.
Berber dervişin saçlarını kazımaya başlar ve diğer tarafa usturayı vuracakken, mahallenin kabadayısı içeri girer. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış tarafına sert bir tokat atarak:
-"Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım" diye bağırır.
"DÖVENE ELSİZ, SÖVENE DİLSİZ" olan, halktan gelen her şeyin Hak’tan geldiğine inanan derviş, sabreder. Fakat kabadayının tıraş esnasında da dili durmaz, sürekli alay eder derviş ile:"kabak aşağı, kabak yukarı." Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkandan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki,kontrolden çıkan bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelerek kabadayıyı altına alıp sürükler.Kabadayı oracıkta feci şekilde can verir. Berber dervişe bakar,sorar:
-"Biraz ağır olmadı mı Derviş Efendi?"
Derviş düşünceli bir şekilde cevap verir:
-"Vallahi gücenmedim ona.Hakkımı da helal etmiştim.Gel gör ki; kabağın da bir sahibi var. O gücenmiş olmalı..."

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.307
  • 223.511
  • 28.307
  • 223.511
# 13 Oca 2015 16:56:13
Allah İle Aldanmak | Bir Kıssa Bin Hisse
Hz. Ömer (r.a.) kölelerinden hangisinin namaz kıldığını görürse onu azat ederdi. Onun bu huyunu bilen köleleri de namaz kılar ve cemaate gider ve Hz. Ömer de bu hallerini görünce hemen kendilerini azat eylerdi. Halbuki, bu köleler azat olduktan sonra asla namaz kılmazlardı. Maksatları, ve Hz. Ömer görsün ve azat etsin idi. Hz. Ömer de bu hali iyi bildiği halde bu adetinden asla vazgeçmezdi. Bir gün, yakınları kendisine:
-Ya Ömer! Kölelerin seni aldatıyorlar. Azat olunmak için namaz kılıyorlar, dediler. Hz. Ömer (r.a.) şöyle buyurdu:
-Aldanırsam, Allah ile aldanayım. Aldatırlarsa, beni Allah ile aldatsınlar. Dostla aldanan aldanmaz.
Kaynak: MÜZEKKİN-NÜFUS

Çevrimdışı eml48

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 6.753
  • 25.449
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 6.753
  • 25.449
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 13 Oca 2015 22:32:53
“Bir adam Musa -aleyhisselâm-

«–Ey Kelîmullah! Bana hayvanların dillerini öğret! Onların sözlerini anlayayım da hâllerinden ibret alayım; azamet-i ilâhiyyeyi idrâk edeyim!..» dedi.

Hazret-i Musa ona dedi ki:

«–Sen bu hevesten vazgeç; gücünün üzerindekileri öğrenmeye kalkma! Bir karınca, gölden, hacminin üzerinde su içmeye kalkarsa, boğulup helâk olur. Yani sana takdir edilen bilginin ötesini zorlama! Zira bunun birçok tehlikeleri vardır!

Sen kâinattaki ilâhî saltanattan aklının yettiği kadar ibret almaya bak! Kalbini Allâh’a yönelt! Bil ki ilâhî tecellîlerin sırları selîm bir kalbe âşikâr olur!»

Bunun üzerine adam;

«–Hiç olmazsa kapı önünde yatıp duran ev bekçiliği yapan köpek ile kümes hayvanlarının dillerini öğret!» dedi.

Ne yapsa, adamı istediğinden vazgeçiremeyeceğini anlayan Musa -aleyhisselâm-, onun son talebini kabul etti. Ancak;

«–Aklını başına al; bu sır okyanusunda boğulma!» diye îkazda bulundu.

Adam sabahleyin;

«Bakalım sahiden şu hayvanların dillerini öğrendim mi?» diye denemek için kapı eşiğinde durup bekledi.

O sırada hizmetçi kadın, sofra örtüsünü silkelerken bir parça bayat ekmek yere düştü. Orada bulunan horoz, bu ekmek parçasını hemen kaptı.

Köpek ona;

«–Sen bize zulmettin! Çünkü sen buğday tanesi de yiyebilirsin. Hâlbuki ben yiyemem! Niçin benim nasibim olan şu parça ekmeği kapıyorsun?» dedi.

Horoz ise köpeğe;

«–Dert etme! Yarın ev sahibinin atı ölecek, sen de doya doya et yersin!» dedi.

Horozun, gāibden bir haber verdiğini zanneden ev sahibi bu sözleri duyunca, hemen atını sattı. Horoz da, köpeğe karşı mahcup oldu.

Horozla köpeğin bu menfaat çatışması art arda üç gün devam etti. Birinci gün at, ikinci gün katır ve üçüncü gün kölesinin öleceğini, horozun konuşmasından öğrenen efendi; ölmeden evvel atını sattığı gibi, katırını ve kölesini de -uyanıklık yaptığını düşünerek- satıp elinden çıkardı. Böylece köpek, hiçbirinden umduğu menfaate kavuşamadı. Horoz her seferinde köpeği kandırmış oldu. Olanlar yüzünden üç defa mahcup hâle düşen horoz, nihayet dördüncü gün köpeğe dedi ki:

«–Gerçek şu ki, o açıkgöz efendi güya malını kaçırdı. Fakat bu davranışı ile kendi kanına girdi. Artık yarın kendisi ölecek! Mîrasçıları da feryâd ü figan edecekler. Bir öküz kesilecek, bundan herkes istifade edecek; biz de, sen de!..

Atın, katırın ve kölenin ölümleri, bu ham adamın başına gelecek kötü kazanın siper ve kalkanı idi. Fakat o, malın ziyanından ve zarara uğramak derdinden kaçtı da kendi kanına girdi.»

Ahmak adam, horozun bu lâflarına kulak kabarttı. Duyduğu hakikat karşısında beti-benzi sarardı. İçine müthiş bir kor düştü. Soluğu Hazret-i Musa’nın yanında aldı ve ona;

«–Ey Kelîmullah! Feryâdıma yetiş ve ıstırabımı dindir!» diye yalvarmaya başladı.

Musa -aleyhisselâm- dedi ki:

«–Sen boyunu aşan işlere girdin. Şimdi de çıkmazlarda dolaşıyorsun. Sen o hayvanları satmakla kazançlı çıkacağını mı sanıyordun? Sana kader ve kazanın sırrını zorlamamanı ısrarla söylemiştim.

Akıllı kişiye, sonda görülecek şey önceden görünür; ahmağa da sonunda!.. Lâkin iş işten geçmiş olur. Madem ticaret ve satış işinde usta oldun; şimdi de canını sat da kurtul!»

Adamın büyük bir pişmanlıkla yalvarması üzerine Hazret-i Musa -aleyhisselâm-

«–Ok yaydan fırlamış artık! Onun geriye dönmesine imkân yoktur. Ancak lütuf sahibi Hak’tan dilerim ki, ölürken îmanlı gidesin!» dedi.

Musa -aleyhisselâm-, Cenâb-ı Hakk’a ilticâ etti. Böylece adamın canı mukabilinde îmanla göçmesi, Kelîmullâh’ın duâsı bereketiyle müyesser oldu. Ayrıca Allah Teâlâ, Hazret-i Musa’ya;

«–Yâ Musa! Dilersen onu dirilteyim…» buyurunca Hazret-i Musa;

«–Yâ Rab! Sana sonsuz hamd ü senâlar olsun! Sen onu öbür dünyada, o aydınlık ve yüce âlemde dirilt! Çünkü orası ebedîdir, kaza ve kaderin esrârının ortaya çıktığı bir yerdir!» dedi.”


Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.307
  • 223.511
  • 28.307
  • 223.511
# 14 Oca 2015 19:28:54
Dr. Haluk Nurbaki hocadan bir hastasıyla ilgili yaşanmış bir olay …

…
“Ben, 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak maddeyi aşan sayısız olayla karşılaştım ve bunları, o olaya şahit olanlarla birlikte belgeleyerek özel bir arşiv yaptım. Bunlardan 1976 yılında yaşanmış bir olayı size nakletmek istiyorum.
Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına gitmek istemesine rağmen, bazı formaliteler sebebiyle o imkânı bulamamıştı.
Serap'ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım. Ve kısa bir süre sonra da ALLAH (c.c)'in izniyle iyileştiğini gördüm. Ancak Serap'ın da bütün diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu. Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra 1 ihale için İzmir'e gitmek istedi. Kış aylarında olduğumuz için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim. Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış.

Dönüşünden kısa 1 süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap bacak kemiklerindeki metastaz nedeniyle yürüyemez hale gelirken, hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu. Evine gittiğim gün, yine güçlükle konuşarak:
-''Doktor bey,'' dedi. ''Ben .. size... dargınım.''
''Niçin?" diye sordum.
-"Siz... dindar bir insanmışsınız. Niçin bana da, ALLAH (c.c)'ı, ölümü, ahireti anlatmıyorsunuz?"
Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için bu teklifi karşısında oldukça şaşırdım. O'nu üzmemeye çalışarak:
-"Doktora ulaşmak kolaydır'' dedim. ''Parayı bastırdın mı istediğine tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için gönülden istek duymalısın..."
Konuşmaya mecali olmadığından "Ben o isteği duyuyorum" manasında başını salladı. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yanı sıra, ebedi hayatın ve saadetin reçetesi olan iman derslerimiz başlamış ve son günlerini yaşayan Serap için bu dersler "hızlandırılmalı öğretime" dönmüştü. Anlattığım iman hakikatlerini bütün ruhuyla mecz ediyor ve arada bir soru soruyordu. Vefatına bir hafta kala:
-"Doktor bey,'' dedi. ''Ben ölürken ne söylemeliyim?"
-"Senin durumun çok özel" dedim. ''Kelime-i Şehadet sana uzun gelir. O ani fark edince Allah dersin ''Muhammed'' dersin sana yeter dedim."

O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. Çok ıstırabı olduğu için Serap'a sürekli morfin yapıyor ve O'nu uyutmaya çalışıyorduk. Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim. Dönüşümde annesi telefon ederek:
-"Serap, bir haftadır morfin yaptırmıyor."dedi. Sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap çekiyor.Ama morfin yaptırmıyor.
Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasının sebebini sordum. Aldığım cevabı hâlâ unutamıyor ve hatırladıkça ürperiyorum.
-"Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanır ve son nefeste Allah "Muhammed" diyemezsem?.Dedi.

İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada benden istihareye yatmamı ve eğer bir kaç gün daha ömrü varsa, son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırılmasını rica etti. Ben hiç âdetim olmadığı halde cuma gününe rastlayan o gece istihareye yattım ve Serap'ın acizliği hürmetine olacak ki, Salı gününe kadar yaşayacağına dair işaret sezdim. Ertesi gün O'na:

-"Hiç korkma!" dedim. "İğneyi vurdurabilirsin. Ve Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da sordu:

-"Doktor bey... Azrail bana nasıl görünecek?"
-"Kızım," dedim. "O bir melek değil mi? Hiç merak etme, sana yakışıklı bir prens gibi çok güzel gelecektir."
Salı günü Serap'ın ağırlaştığı haberini alınca hemen eve gittim. Ancak vefatına yetişememiştim. Ailesi tam manasıyla perişandı. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek:
-"Doktor bey, biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı!" dedi ve devam etti:
-Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve "yataktan kalkması imkansız" denmesine rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz kıldı. Bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Ve Kelime-i Şehadet getirerek vefat etmeden biraz önce de:
-"Doktor bey'e söyleyin, dedi. Azrail, O'nun söylediğinden de güzelmiş!!!"Dedi.
…
Son nefes çok önemli arkadaşlar. Rabbim imanlı gitmeyi nasip etsin hepimize amin.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.307
  • 223.511
  • 28.307
  • 223.511
# 15 Oca 2015 17:25:31
YAVUZ SULTAN SELİM HAN'IN İHANETE CEVABI

Bir Gün Padişah Yavuz Sultan Selim pazarda gezerken keklik satılan bir tezgah görür ve keklik satılan tezgaha yönelir. Bütün keklikler 1 altındır fakat bir tanesi ayrı bir kafes içinde ve 100 altındır.

Yavuz Sultan Selim sorar:

-Bunlar 1 altın da bu neden 100 altın?

Satıcı:
-Hünkarım 100 altınlık olan ötüşüyle diğer keklikleri kendine çeker ve yakalanmalarını sağlar.

Yavuz Sultan Selim 100 altını çıkarıp adama verir ve
-Ver o kekliği bana! der.

Herkes şaşkınlık içinde napacak acaba koca Padişah bir kekliği diye düşünürken Yavuz Sultan Selim kekliğin kafasını tuttuğu gibi gövdesinden ayırıverir ve der ki:

-KENDİ IRKINA İHANET EDENİN SONU BUDUR!!!

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK