İbretlik Hikayeler

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.313
  • 223.570
  • 28.313
  • 223.570
# 21 Mar 2015 08:38:54
Okulun ilk gününde 5. sınıfın önünde dururken, öğretmen çocuklara bir yalan söyledi. Çoğu öğretmen gibi, öğrencilerine baktı ve hepsini aynı derecede sevdiğini söyledi. Ancak bu imkânsızdı, çünkü ön sırada oturduğu yerde bir yana kaykılmış
ismi Mustafa Yılmaz olan bir erkek çocuk vardı. Bayan Mediha bir yıl önce Mustafa yı izlemişti ve diğer
çocuklarla iyi oynamadığını, elbiselerinin kirli olduğunu ve sürekli olarak kirli dolaştığını gözlemişti. İlave olarak Mustafa tatsız olabiliyordu. Bu öyle bir noktaya geldi ki, Bayan Mediha onun kâğıtlarını büyük bir kırmızı kalemle işaretlemekten, kalın çarpılar (x ) yapmaktan ve kâğıdın üstüne büyük? F? (en düşük derece) koymaktan zevk alır oldu.

Bayan Mediha nın okulunda, her çocuğun geçmiş kayıtlarını incelemesi gerekiyordu ve Mustafa nın kayıtlarını en sona bıraktı. Ancak, onun hayatını gözden geçirdiğinde, bir sürpriz ile karşılaştı.

Mustafa nın birinci sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:

Mustafa gülmeye hazır parlak bir çocuk. Ödevlerini derli toplu ve temiz yapıyor ve çok terbiyeli. Onun etrafta olması çok eğlenceli?

İkinci sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:

Mustafa mükemmel bir öğrenci, sınıf arkadaşları tarafından çok seviliyor, ama annesinin ölümcül bir hastalığı olduğu için sıkıntı içinde ve evde ki yaşamı mücadele içinde geçiyor.?

Üçüncü sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:

Mustafa nın annesinin ölümü onun için çok zor oldu. Mustafa elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor, ama babası ona ilgi göstermiyor ve eğer bazı adımlar atılmazsa evde ki yaşamı yakında onu etkileyecek.

Mustafa nın dördüncü sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:

"Mustafa içine kapanık ve okulda derslere çok fazla ilgi göstermiyor. Çok
fazla arkadaşı yok ve bazen sınıfta uyuyor.

Bunları okuyunca, Bayan Mediha problemi kavradı ve kendinden utandı.

Öğrencileri ona güzel kurdelelerle ve parlak kâğıtlara sarılmış hediyeleri
getirdiğinde bile çok kötü hissediyordu. Mustafa nın hediyesini alıncaya
kadar bu böyle devam etti.



Mustafa nın hediyesi bir marketten aldığı kalın, kahverengi ambalaj kâğıdı
ile beceriksizce sarılmıştı.

Bayan Mediha onu diğer hediyelerin ortasında açmaktan acı duydu. Bayan Mediha pakette taşlarından bazıları düşmüş yapma elmas taşlı bir bilezik ve çeyreği dolu olan bir parfüm şişesini çıkarınca çocuklardan bazıları gülmeye başladı. Ama o bileziğin ne kadar güzel olduğunu haykırdığında çocukların gülmesi kesildi. Bileziği taktı ve parfümü bileklerine sürdü. Mustafa, o gün okuldan sonra öğretmenine şunu söylemek için kaldı.

Öğretmenim bugün aynı annem gibi kokuyordunuz.

Çocuklar gittikten sonra, Bayan Mediha en az bir saat ağladı. O günden
sonra, okuma, yazma ve aritmetik öğretmeyi bıraktı. Bunun yerine, çocukları
eğitmeye başladı. Bayan Mediha, Mustafa ya özel ilgi gösterdi. Onunla çalışırken, zihni canlanmaya başlıyor görünüyordu. Onu daha fazla teşvik
ettikçe, daha hızlı karşılık veriyordu. Yılın sonuna kadar Mustafa sınıfta
ki en zeki çocuklardan biri oldu ve tüm çocukları aynı derecede sevdiğini
söylemesine rağmen, Mustafa onun gözdelerinden biri idi.

Bir sene sonra, Bayan Mediha kapısının altında Mustafa dan bir not buldu,
ona hala tüm yaşamında sahip olduğu en iyi öğretmen olduğunu söylüyordu.

Altı yıl sonra Mustafa dan bir not daha aldı. Liseyi bitirdiğini, sınıfında
üçüncü olduğunu ve onun hala hayatındaki en iyi öğretmen olduğunu yazmıştı.

Bundan dört yıl sonra, bazı zamanlar zor geçmesine rağmen okulda kaldığını,
sebatla çalışmaya devam ettiğini ve yakında kolejden en yüksek derece ile
mezun olacağını yazan başka bir mektup aldı. Yine Bayan Mediha nın tüm
yaşamında ki en iyi ve ne favori öğretmen olduğunu yazmıştı. Sonra dört yıl
daha geçti ve başka bir mektup geldi. Bu kez fakülte diplomasını aldıktan
sonra, biraz daha ilerlemeye karar verdiğini açıklıyordu. Mektup onun hala
karşılaştığı en iyi ve en favori öğretmen olduğunu açıklıyordu. Ama simdi
ismi biraz daha uzundu.

Mektup söyle imzalanmıştı,



Prof. Dr. Mustafa Yılmaz ( Tıp Doktoru)



Öykü burada bitmiyor.

Görüyorsunuz, ortaya çıkan başka bir mektup var.

Mustafa bir kızla tanıştığını ve onunla evleneceğini söylüyordu. Babasının
birkaç hafta önce vefat ettiğini açıklıyordu ve evlenme töreninde Bayan
Mediha nın damadın annesine ayrılan yere oturup oturamayacağını soruyordu.

Şüphesiz Bayan Mediha bunu kabul etti. Ve tahmin edin ne oldu?

Taşları düşmüş olan o bileziği takti. Dahası, Mustafa nın annesinin süründüğü parfümden sürdü.

Birbirlerini kucakladılar ve Dr. Mustafa, Bayan Mediha nın kulağına şöyle fısıldadı,

"Bana inandığınız için teşekkür ederim, öğretmenim.

Bana önemli olduğumu hissettirdiğiniz ve bir fark meydana getirebileceğimi gösterdiğiniz için çok teşekkür ederim"

Bayan Mediha, gözlerinde yaslarla fısıldadı, söyle dedi,

Mustafa, yanlış şeylere sahiptim. Bir fark meydana getirebileceğimi bana
öğreten sensin. Seninle tanışıncaya dek, nasıl öğreteceğimi bilmiyordum".

Birinin Hayatında Bir Fark Oluşturmaya Çalışın.

Çevrimdışı kurthan

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 10.655
  • 72.847
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 10.655
  • 72.847
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 21 Mar 2015 09:07:02
Müthiş bir hikaye arkadaşım.Ağlattın bu arkadaşını.

Çevrimdışı türkoglutürk

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.155
  • 3.363
  • Müdür Yardımcısı
  • 2.155
  • 3.363
  • Müdür Yardımcısı
# 21 Mar 2015 17:12:44
Bir gün Hazret-i Mevlânâ Hazretleri’nin huzuruna birbirlerine dargın iki kişi getirirler. Mevlânâ hazretleri onlara bir an önce barışmalarını söyler ve şu örneği verir:

“Allah bazı insanları su gibi lâtif, mütevazi, daima aşağıya doğru akan ve yumuşak huylu yarattı. Bazılarını da toprak ve taş gibi sert mizaçlı yarattı.”

“Su toprağa karışır, meyvelerin büyümesini canlıların hayatlarını devam ettirmelerini sağlar. Böylece o sulardan ruhlara ve bedenlere gıda temin edilip menfaat sağlanır. Su toprağa gitmezse topraktan da sudan da lâyıkıyla istifade edilmez.”
“Bu arkadaşın toprak hükmünde olup, yerinden kalkmaz ve barışmazsa sen su gibi tevazu üzere ol ve onunla anlaş.”
“Herkes bilir ki, iki küs olan kimseden hangisi öbüründen önce davranırsa, Cennete ötekinden önce girecektir. Daha çok sevap kazanacaktır. Dolayısıyla bu barıştan her ikiniz de istifade etmiş olacaksınız.”
Biraz sonra her iki kişi de barıştılar.

Çevrimdışı caki1910

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.846
  • 6.769
  • 1.846
  • 6.769
# 21 Mar 2015 17:20:43
 yeri gelmişken söyleyim  turkiyede olan birseyden haberin yokmus gibi davranmistin bende turk oldugindan emin misin diye sordugumda hakaret etmistin benden yana sıkıntı yok ama kırıldım kolay gelsin

Çevrimdışı seyfi ünaldı

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.186
  • 32.920
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 5.186
  • 32.920
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 21 Mar 2015 18:04:41
Hacile hocam Allah sizden razı olsun. Belki 5.kez okuyorum ve her seferinde gözlerim nemlenir. Her okuyuşumda da "Acaba ben bir öğretmen miyim?" diye sorarım kendi kendime.

Çevrimdışı yaar23

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.393
  • 37.752
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 3.393
  • 37.752
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 21 Mar 2015 18:15:09
Niyet bozulursa

 
Eski zamanlarda bir padişah, bir iki vezirini ve diğer erkandan birkaçını yanına alarak payitahta (başkente) yakın yerleşim merkezlerinde bir gezintiye çıkmıştı Payitahttan ayrılıp bir kaç saatlik bir yol kat ettikten sonra yolları üzerindeki bir nar bahçesinin kıyısında dinlenme molası verdiler. Olgunlaşmış, tam kıvamını bulmuş olan narlar insanın iştahını kabartıyordu Padişah bahçe içinde çalışmakta olan yaşlı bir adamı yanına çağırdı sordu:

- Bu güzel nar bahçesi kimin?

- Bu nar bahçesi benimdir efendim, babamdan miras kaldı.

- Oğlun, uşağın var mı?

- Allah bize oğul uşak vermedi efendim, bir karı kocadan ibaret iki kişilik bir aileyiz.

- Peki ben de bu ülkenin hükümdarıyım, şuradan bir nar şerbeti sıksan da içsek.

İhtiyar “başüstüne” dedi ve hemen gidip bahçe içindeki kulübeden kalaylı, tertemiz bir tas getirdi. En yakındaki ağaçtan iki nar kopardı ve sıktı. İki nar tam bir tası doldurdu. Padişah içti ve çok beğendi. Bütün vücuduna bir zindelik ve ferahlık yayılmıştı. İhtiyar çiftçi padişahın beraberindeki herkese sırayla nar şerbeti ikram etti. Padişah ve adamları bedenlerinin kazandığı bu zindelikle biraz yol almak için ihtiyara veda edip yola koyuldular. Yolda şeytan padişahın kafasını karıştırmaya başladı “Madem birer ayakları çukurda olan bu yaşlı karı-kocanın mirasçıları yok, ne yapacaklar böyle güzel nar bahçesini, karşılığında bir kaç kuruş verip de bu bahçeyi ellerinden alayım” diye düşündü. Padişah ve adamları akşama doğru geri dönerlerken aynı bahçenin yanında yine konakladılar. Padişah ihtiyardan bir tas daha nar şerbeti yapmasını istedi. İhtiyar sabahki kadar candan ve gönülden olmasa da bir tas nar şerbeti yapıp sundu. Fakat padişah bu defa nar şerbetinin tadını pek beğenmedi. Sabahkine hiç benzemiyordu. Sordu:

- Baba ne oldu böyle, bu nar şerbeti sabahki ile aynı nardan değil mi? Bunun tadı hiç de hoş değil

- Aynı nardan evlat, aslında tadında da bir değişiklik yok, asıl değişen sizin niyetiniz. Tebaanızın malına göz koydunuz, bunun için de narların tadı değişti.

Çevrimdışı eml48

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 6.753
  • 25.449
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 6.753
  • 25.449
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 22 Mar 2015 16:11:52
Anzaklı Ömer

Yıl 1957… Çanakkale harbine katılan Josef Miller isimli bir Anzak, yakalandığı kanser hastalığı sebebiyle Amerika’da hastahânede bir Türk doktoru tarafından tedâvi edilmekteydi. Bunu öğrenen yaşlı Anzak, Türk doktora:

“–Tarihin cilvesine bakın ki, Çanakkale’de ölmek üzereyken beni tedâvi edenler Türkler idi. Şimdi de yıllar sonra bir Türk’ün elinde tedâvi görüyorum…” dedi.

Ardından kendilerinin nasıl kandırılarak Çanakkale harbine getirildiklerini anlattı. Sonra gözleri doldu ve hiç unutamadığı bir hâdiseyi şöyle nakletti:

“–Sahip olduğumuz bütün teknolojik imkânlara ve sayı üstünlüğüne rağmen Türkler’in cesaret ve gayretleri karşısında durmadan geri püskürtülüyor, tekrar taarruz ediyorduk. Bu taarruzlardan birinde başımdan yediğim şiddetli bir dipçikle yaralanıp bayılmışım. Kendime geldiğimde Türkler’in arasında olduğumu anladım. Önce çok korktum. Çünkü İngilizler, bize Türkler’i çok vahşî ve barbar insanlar olarak tanıtmıştı. Fakat iyice kendime gelince gördüm ki, yaralarımı sarmış, beni tedâvi etmişler. Hiç birinin yüzünde bana karşı öfke yoktu. Üstelik bana çantalarındaki yiyeceklerden ikrâm ettiler. İyi biliyordum ki, yiyecekleri yok denecek kadar azdı. Şok derecesinde bir şaşkınlık yaşadım. Burada âdeta bir misâfir gibiydim. Artık içimden «Yazıklar olsun bana! Yazıklar olsun yalancı İngilizler’e!» diyordum. Nihâyet serbest bırakıldım ve memleketime döndüm…”

Yaşlı Anzak ağlamaya başlamıştı. Türk doktorun adını sordu. “Ömer” cevabını alınca, yıllardır karar verdiği, fakat bir türlü bir vesîle bulup da ortaya çıkaramadığı bir niyetle yatağından doğruldu. Bir müddet Doktor Ömer Bey’in yüzüne dalgın dalgın baktı. Sonra derin bir nefes alarak o âna kadar tadamadığı bir haz ve vecd içinde:

“–Evlâdım! Ne güzel bir ismin var! Şimdiden sonra benim adım da Ömer olsun; Anzaklı Ömer olsun!..” dedi.

Ardından, kendisini büyük bir şaşkınlık içerisinde dinleyen Ömer Bey’e tekrar seslendi:

“–Müslüman olmak istiyorum!..”

Doktor Ömer Bey’in yardımıyla kelime-i şehâdet getirdi. Sonra bir tesbih ve seccâde ricâ ederek şöyle dedi:

“–Evlâdım! Ben bunları sizin dedelerinizde görmüştüm. Onlar, harbin en zor anlarında iken, hattâ ölüme adım atarlarken bile dillerinden Allâh’ın zikrini düşürmüyorlardı. Onlar, tesbihlerini çekerken, yüzlerinde bambaşka hâller ve güzellikler sezerdim. Ömrümün şu son günlerinde ben de o hâli yaşamak istiyorum…”

Doktor Ömer Bey, der hâl onun taleplerini yerine getirdi. Anzaklı Ömer, gücü tükenmiş parmaklarını zorlayarak tesbih tanelerini «Allah, Allah» nidâlarıyla çekmeye koyuldu. Gönlüne ve yüzüne inen nûr-i ilâhî ve huzur, dışarıdan bile hissediliyordu. Sanki hastalığından kurtulmuş, dünyevî hiçbir ıztırâbı kalmamıştı.

O, gücü yettiği kadar dînini de Doktor Ömer Bey’den öğrenme gay re tiyle son günlerini mânevî bir haz ve neşve içinde geçirdi. Yaklaşık bir-iki ay sonra da elinde tesbih Allâh’ın ismini zikrede ede rûhunu Rab bine teslîm etti. O, öldürmeye gittiği kimseler tarafından gerçek diriliğe erişmiş bir bahtiyar olmuştu…


Çevrimdışı yaar23

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.393
  • 37.752
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 3.393
  • 37.752
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 22 Mar 2015 16:35:59
KÜÇÜK KIZ..


On yaşlarındaki küçük kız, okul önlüğünün düğmelerini iliklemeye çalışırken o kadar acele ediyordu ki, yaşadığı panikten elleri birbirine dolanıyordu. Uyumaktan şişmiş gözlerini ovalayarak dışarı fırladı. Ayakkabılarını ayağına geçirmeye çalışarak yürümesi yolda yalpalamasına sebep oluyordu. Son günlerde sürekli geç uyanıyor, ilk derse yetişemiyordu. Öğretmenin verdiği cezadan çok, her seferinde yalan söylemek zorunda kalmasıydı küçük yüreğini yoran. Bu sefer hangi bahaneyi uyduracaktı? Uyuya kaldığını söylese, öğretmen her zamankinden daha çok kızacaktı. Annesine söz vermişti. Ne olursa olsun, başına ne gelirse gelsin, kesinlikle yalan söylemeyecekti. Geç kaldığı günlerde öğretmeninin bakışlarıyla alevlenen yangına karşı, sap yığınından yalanların arkasına çaresizlik içinde gizleniyordu.

Okulun kapısına geldiğinde koşmaktan terlemişti. Alnına, çile mürekkebiyle yazılan yazıyı, saçlarından süzülen ipek teller, daha bir belirginleştiriyordu. Al yanaklarının üzerine yerleşen şiş gözlerle etrafına bakıyor, çekingen adımlarla koridorda ilerliyordu. Küçük bedeni, taşıyabileceğinden ağır bir çantanın esaretinde sınıfın önüne geldi. Son kez önlüğünü ve yakalığını düzeltip kulağını hafifçe kapıya yasladı. İçeride hiç ses yoktu. Çantasını sırtından eline alıp, minik elleriyle kapıya birkaç kez vurdu. Ürkek adımlarla içeri girdiğinde sınıftaki sessizlik, yerini fısıltılara karışan gülüşmelere bırakmıştı. Çocukların bazısı, geç kaldığı için ona kızıyor, bazısı alaycı bakışlarını gülmelerle perçinliyordu. Küçük kız, yerine geçmeye hazırlanırken; öğretmen, sınıfı susturan, gülüşmeleri kovalayan, küçük kızın yüreğini titreten konuşmasına başladı.

- Dur bakalım! Yerine oturma! Seni defalarca uyarmaktan, cezalandırmaktan bıktım. Sen, geç kalmaktan bıkmadın. Tahtanın yanına geç ve ders bitene kadar tek ayak üzerinde dur. Sorumsuzluğuna son verene kadar böyle yapacağım… Ayağını indirdiğini görmeyeyim…

Öğretmen, hedefe koyduğu küçük bir kalbi tam ortasından yaralamıştı. Acımasız bir ressamın elinden çıkan hüzün tablosu sınıfın ortasında öylece duruyordu. Diğer çocukların yeniden başlayan gülüşmeleri tabloya vurulan fırçanın son darbeleri oldu.

Alaycı bakışlardan kaçırdığı gözlerinde, yağmaya hazırlanan bulutlara direnen küçük kız, tahtanın yanına geçti. Ayağını kaldırdığında ders kaldığı yerden devam etmişti.

Minik ayaklarında derman tükenmek üzereyken, ızdırabı ve dersi sonlandıran zil nihayet çaldı. Bir yangından kaçar gibi kapıya koşturan çocuklar geride bıraktıklarını çoktan unutmuştu. Öğretmen, masadan kitaplarını toplarken sınıfta kimse kalmamıştı. Küçük kızın yüzüne dahi bakmadan “Tamam! Çıkabilirsin.” dedikten sonra, söyleyecekleri aniden aklına gelmiş gibi, uyuşan ayaklarıyla birkaç adım atan kıza tekrar seslendi.

- Dur biraz! Her gün derse geç kalıyorsun. Bu böyle gitmeyecek! Ya keyifle uyumaktan ya da okuldan vazgeç! İkisini de aynı anda yapmaya çalışmandan bıktım. Nasıl bir annen varmış ki, seni okula hazırlamaktan aciz, geleceğine karşı tasasız. Defalarca çağırmama rağmen bir defa bile göremedim veli toplantılarında. Senin sorumsuzluğunun diğer çocuklara örnek olmasına izin vermeyeceğim. Ya kendine çeki düzen ver ya da…

Öğretmeninin ağzında çakan şimşekler küçük kızın gözlerinde bekleyen bulutlara düşüyordu. Yağan yağmurlar çoraklaşmış bir yüreği yumuşatmaya yetmiyor, sorular devam ediyordu.

- Okumak istemiyor musun? Eğer öyleyse, ne sen yorul ne de biz!

Küçük kızın başı önüne düşmüştü.

- Hayır öğretmenim, dedi. Okumayı çok istiyorum. Hem de çok; ancak her sabah aynı rüyayı görüyorum.

- Ne görüyorsun rüyanda?

- Geçen sene beni yalnız bırakan annemi cennette görüyorum. Beni çok özlediğini söylüyor, pamuk elleriyle başımı okşamak istiyor, tam elini uzatıyor; uyanıyorum.

Yanaklarına süzülen yaşları sildikten sonra derin bir iç çekip, sözlerine kaldığı yerden devam etti.

- Onu o kadar çok özledim ki… Belki aynı rüyayı tekrar görürüm, belki rüya kaldığı yerden devam eder diye tekrar uyuyor, uyanmak istemiyorum; ancak rüya kaldığı yerden devam etmiyor…

Daha fazlasını anlatacak gücü kalmamıştı. Titreyen sesiyle son bir cümle daha kurdu.

- Rüyamda da olsa, bir defa başımı okşamasını, ona doya doya sarılmayı o kadar çok isterdim ki…

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.313
  • 223.570
  • 28.313
  • 223.570
# 22 Mar 2015 22:42:21
Kederden Sana Sığınırım | Bir Kıssa Bin Hisse
Rasulullah sallallahu aleyhi vessellem bir gün Mescide girdi. Orada Ensar’dan Ebu Ümame (ra) denen kimse ile karşılaştı. Ona:
“Ey Ebu Ümame, niçin seni namaz vakti dışında mescidde oturmuş görüyorum?” diye sordu.
“Peşimi brakmayan bir sıkıntı ve borçlar sebebiyle ey Allah’ın Resulü” diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vessellem:
“Sana bazı kelimeler öğreteyim mi? Bunları okursan, Allah, senden sıkıntını giderir ve borcunu öder”
“Evet, ey Allah’ın Resulü, öğret!” dedi. “Öyleyse” dedi, “akşama çıktın mı sabaha erdin mi şu duayı oku:
“Allah´ım üzüntüden ve kederden sana sığınırım. Aczden ve tembellikten sana sığınırım, korkaklıktan ve cimrilikten sana sığınırım. Borcun galebe çalmasından ve insanların kahrından sana sığınırım.”
(Ebu Ümame) der ki:
“Ben bu duayı yaptım, Allah benden gamımı giderdi, borcumu ödedi.”
Kaynak: Ebu Davud, Salat 367, (1555)

Çevrimdışı adamın biri

  • Bilge Üye
  • *****
  • 5.009
  • 23.141
  • 5.009
  • 23.141
# 23 Mar 2015 21:38:28
KURT İLE KÖYLÜ

Bir kurdu avcılar fena halde sıkıştırmışlar. Kurt ormanda oraya buraya kaçmakta, ancak peşindeki avcıları bir türlü def edemez. Canını kurtarmak için deli gibi koşarken bir köylüye rastlar. Köylü elinde yabasıyla tarlasına girmektedir.
Kurt adamın önüne çöker ve yalvarmaya başlar: "Ey insan ne olur yardım et bana, peşimdeki avcılardan kaçacak nefesim kalmadı, eğer sen yardım etmezsen biraz sonra yakalayıp öldürecekler." Köylü bir an düşündükten sonra yanındaki boş çuvalı açar, kurda içine girmesini söyler. Çuvalın ağzını bağlar, sırtına vurur ve yürümeye devam eder. Birkaç dakika sonra da avcılara rastlar. Avcılar köylüye bu civarda bir kurt görüp görmediğini sorarlar, köylü "görmedim" der ve avcılar uzaklaşır.
Avcıların iyice uzaklaştığından emin olduktan sonra köylü sırtındaki torbayı indirir, ağzını açar, kurdu dışarı salar.
"Çok teşekkür ederim" der kurt, "Bana büyük bir iyilik yaptın" "Önemli değil" der köylü ve tarlasına gitmek üzere yürümeye başlar.
"Bir dakika" diye seslenir kurt: Çok uzun zamandır bu avcılardan kaçıyorum, çok bitkin düştüm, açım, kuvvetimi toplamam için bir şeyler yemem lazım ve burada senden başka yiyecek bir şey yok." Köylü şaşırır: "Olur mu, ben senin hayatını kurtardım." "Yapılan iyiliklerden, verilen hizmetlerden daha çabuk unutulan bir şey yoktur" der kurt.
"Ben de kendi çıkarım için senin iyiliğini unutmak ve seni yemek zorundayım." Bir süre tartıştıktan sonra, ormanda karşılarına çıkacak olan ilk üç kişiye bu konuyu sormaya ve ona göre davranmaya karar verirler. Karşılarına önce yaşlı bir kısrak çıkar. "Ne vefası" der kısrak, "Ben sahibime yıllarca hizmet ettim, arabasını çektim, taylar doğurdum, gezdirdim. Ve yaslanıp bir işe yaramadığımda beni böylece kapıya koydu..."Bir sıfır öne geçen kurt sevinirken bir köpeğe rastlarlar. "Ben hizmetin değerini bilen bir efendi görmedim" der köpek, "Yıllardır sadakatle hizmet ederim sahibime, koyunlarını korurum, yabancılara saldırırım, ama o beni her gün tekmeler, sopayla vurur..." Kurt köylüye döner, "İşte gördün" der. Köylü de son bir çabayla "Ama üç diye konuşmuştuk, birine daha soralım, sonra beni ye" diye cevap verir.
Bu kez karşılarına bir tilki çıkar. Başlarından geçenleri, tartışmalarını anlatırlar. Tilki hep nefret ettiği kurda bir oyun oynayacağı için keyiflenir. "Her şeyi anladım da" der tilki "Bu küçücük torbaya sen nasıl sığdın?" Kurt bir şeyler söyler, tilki inanmamış gibi yapar: "Gözümle görmeden inanmam..." İşin sonuna geldiğini düşünen kurt torbaya girer girmez, tilki köylüye işaret eder ve köylü torbanın ağzını sıkıca bağlar. Köylü eline bir taş alır ve "Beni yemeye kalktın ha nankör yaratık" diyerek torbanın içindeki kurdu bir süre pataklar. Sonra tilkiye döner "Sana minnettarım beni bu kurttan kurtardın" der. Tilki de "Benim için bir zevkti" diye cevap verir. O an köylünün gözü tilkinin parlak kürküne takılır, bu kürkü satarsa alacağı parayı düşünür ve hiç beklemeden elindeki taşı kafasına vurup tilkiyi öldürür. Sonra da torbanın içindeki kurdu ayağıyla dürter:

"Haklıymışsın kurt, yapılan iyilikten daha çabuk unutulan bir şey yokmuş... "

Çevrimdışı yaar23

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.393
  • 37.752
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 3.393
  • 37.752
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 24 Mar 2015 09:03:21
Öğretmen çocuklardan Dünyanın Yedi Harikasını yazmalarını ister.
Gelen cevaplar şöyledir:
1- Artemis Tapınağı,
2- İskenderiye Feneri,
3- Helyos Heykeli-Rodos,
4- Babil’in Asma Bahçeleri,
5- Mausoleum-Bodrum,
6- Zeus Heykeli-Olimpia,
7- Piramitler-Mısır…
Öğrencilerden birisi kağıdını vermekte tereddüt eder ve öğretmene; “Bence Dünyanın 7 Harikası bunlar değil!” der.


Diğer öğrenciler gülüşür. Öğretmen son derece anlayışlı bir şekilde; - “Peki, söyle bakalım senin listende neler var?”
Önce duraksar ve sonra okumaya başlar çocuk:
- “Bence Dünyanın 7 Harikası:
1- Görmek,
2- Duymak,
3- Dokunmak,
4- Tatmak,
5- Hissetmek,
6- Gülmek,
7- Ve Sevmek…”tir der.

Çevrimdışı türkoglutürk

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.155
  • 3.363
  • Müdür Yardımcısı
  • 2.155
  • 3.363
  • Müdür Yardımcısı
# 24 Mar 2015 14:05:57
SİMURG KUŞU

 Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg (Zümrüd-ü Anka ya da batıda bilinen adıyla Phoenix ), Bilgi Ağacı'nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş. Bu kuşun özelliği gözyaşlarının şifalı olması ve yanarak kül olmak suretiyle ölmesi, sonra kendi küllerinden yeniden dirilmesidir… Kuşlar Simurg'a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg'u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler. Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg'un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg’un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg'un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler. Ancak Simurg'un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı'nın tepesindeymiş. Oraya varmak için ise yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş, hepsi birbirinden çetin yedi vadi... İstek, aşk, marifet, istisna, tevhid, hayret ve yokluk vadileri...

 Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. İsteği ve sebatı az olanlar, dünyevi şeylere takılanlar yolda birer birer dökülmüşler. Yorulanlar ve düşenler olmuş...
 "Aşk Denizi"nden geçmişler önce..."Ayrılık Vadisi"nde uçmuşlar...". "Hırs Ovası"nı aşıp,"Kıskançlık Gölü"ne sapmışlar... Kuşların kimi "Aşk Denizi"ne dalmış, kimi "Ayrılık Vadisi"nde kopmuş sürüden... Kimi hırslanıp düşmüş ovaya, kimi kıskanıp batmış göle...

 Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp. Papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş. (oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış) Kartal, yükseklerdeki krallığını bırakamamış. Baykuş yıkıntılarını özlemiş, Balıkçıl kuşu bataklığını. Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış. Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi "Şaşkınlık" ve sonuncusu Yedinci Vadi "Yokoluş"ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş... Kaf Dağı'na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış. Sonunda sırrı, sözcükler çözmüş: Farsça "si", "otuz" demektir... murg" ise "kuş"...

Simurg'un yuvasını bulunca öğrenmişler ki; "Simurg - otuz kuş" demekmiş. Onların hepsi Simurg’muş. Her biri de Simurg'muş.30 kuş anlamışlar ki, aradıkları sultan kendileridir ve gerçek yolculuk kendine yapılan yolculuktur.
 Simurg'u yani Anka'yı beklemekten vazgeçerek, şaşkınlık ve yok oluşu da yaşadıktan sonra bile uçmayı sürdürerek, kendi küllerimiz üzerinden yeniden doğabilmek için kendimizi yakmadıkça, her birimiz birer Simurg olmayı göze almadıkça bataklığımızda, tüneklerimizde ve kafeslerimizde yaşamaktan kurtulamayacağız.

 Kurtarıcı sadece sizsiniz. Siz kendinizin kahramanı olmazsanız, siz kendinizi kurtarmazsanız kimse sizin için bunu yapmayacak...
 Ömrünüz belki de asla var olmamış ve var olmayacak kahramanları beklemekle mi geçecek?

Şimdi kendi gökyüzünüzde uçmak zamanıdır...
 Sadece kendi kanatlarınızla!

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.313
  • 223.570
  • 28.313
  • 223.570
# 24 Mar 2015 21:18:02
-Karıkoca geldiler… Dertli oldukları ağlamaklı bakışlarından belliydi. “Hocam kızım iki yılın üzerine kocasıyla kavga edip bebeğiyle eve çıkıp geldi. Hem bebek var, hem öz övladın, hem geçim sıkıntısı… Ben tek tabancayım. Allah kimseyi evladıyla imtihan etmesin.” diye dua etti, derdini dökerken.
Amin! Allah kulunu bir derde düşürecek olursa Allah’tan başkası o dertten çıkaramaz. Ama Allah kulunu bir derde sebepsiz yere de sokmaz, oradan sebepsiz yere de çıkarmaz. Bize düşen, böyle durumlara karşı erkenden tedbir almaktır:
-Oğullarınızı ahlaklı yetiştirin. Kıza namus var ama oğlana gelince aferim oğluma kızları parmağında oynatıyor diyen, başkasının kızına namussuz oğul veya torunlara namussuz baba yetiştiriyor demektir. Bunu yapanın, hak etitği lanet elbette kendisine gelir ve vurur. Oğullarının namusuna en az kızlarınızın namusu kadar özen göstermeyen anne baba namuslu değildir ve topluma saçtığı pisliğin belasını mutlaka dünyada veya ahırette bulacaktır. Böyle kul hakkıyla, toplumun tümümün hakkıyla ilgili ihanetler tövbeyle değil, bedeli belalarla ödenerek temizlenebilir ancak.
-Kız evlatlarınızı da okutup meslek sahibi kılın. Özelikle bu çağda çok önemli. Allah göstermesin bir namussuzun eline düşer de sokağa atılırsa ne yapacaksın? Dönüp sana gelecek. Meslek edinsinler, haklarını korumayı, basiretli karar vermeyi, ayaklarının üzerinde durmayı öğrensinler. Çünkü güvenilir, sadik ve vicdanında Allah saygısı taşıyan insanlar hızla azalıyor.
-Çocuklarınıza doğduklarından itibaren dua edin ve bahtlarının açık olması ve hayırlı insanlarla karşılaşmaları için onlara da erkenden duaya başlamalarını öğütleyin. Allah kimseyi evlat acısıyla ve derdiyle imtihan etmesin. Şefkat yüzünden evlat acısı çok ağırdır.
-En önemlisi de onlara bekarlık zamanında mutlaka Allahın sınırlarını tanımalarını öğretin. Çünkü o sınırların dışına taşar da iffet dışı işlerle dolu bir gençlik yaşarlarsa onun bedelini ödemek zorundadırlar. O da kavgalı, mutsuz aile, sokağa atılan, yerlerde sürünülen bir yaşlılık ve itibarsızlık olur. Allah’ın kaderi böyledir ve insanlar ektiklerini ya dünyada biçecekler veya ahırette. Muhammed Bozdağ

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.412
  • 177.324
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 17.412
  • 177.324
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 25 Mar 2015 12:04:27
HACIBEKTAŞI VELİDEN ;
''Ayağa kalkarsan hizmet kastiyle kalk, eğer konuşacak olursan hikmetle konuş, oturacağın zaman hürmetle otur''
''Her insanın üç yoldaşı vardır. Sabır, kanaat ve arlanmak... ''
''Eğer daim cennette olmayı istersen, herkesle dost ol ve kin tutma. Gerçek derviş odur ki, kimseyi rencide etmez. Ve civan mert odur ki, kırılmaya müstahak olanı kırmaz... ''
''Benim üç iyi dostum vardır. Ben ölünce biri evde kalır, biri yolda kalır, ve biride benimle gelir. Evda kalan maldır. Yolda kalan hısımlarımdır. Ve benimle gelen iyiliğimdir...

Çevrimdışı oksijen41

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 328
  • 1.808
  • 328
  • 1.808
# 25 Mar 2015 14:14:05
40 Yaş hiçbirşey için geç değildir

GERCEKTEN COK ETKİLEYİCİ...
Yaşadığı şehirden, bulunduğu ortamdan kısacası yaşantısından sıkılan bir
adam, cebindeki az miktar para ile yanına hiçbir şey almadan bulunduğu
kenti
terk edip daha önce hiç bilmediği bir ülkeye gitmiş.
Oraya henüz alışmaya çalışırken birden bir ses duymuş. Bir çığırtkan,
avazı çıktığı kadar meydanda bağırıyormuş:
- Tiyatro! Gelin! Kaçırmayın! Bu akşam Tiyatro! ... Adam hayatında hiç
tiyatroya gitmemiş ve inanılmaz derecede merak etmiş.
Biletin nereden alındığını öğrenmiş. Bilet fiyatı cebindeki tüm para
kadar olmasına rağmen hiç tereddütsüz bileti almış. Başlamış merakla
oyunu izlemeye.
Oyun bitmiş, herkes dağılmış ve bizim meraklı öylece kalmış, izlediği
muhteşem oyun karşısında. O sırada temizlikçi tarafından salonu
boşaltmak için ikaz almış. Adamsa:
- Bana müdürünüzün yerini söyler misiniz?
Onunla bir şey konuşmam gerek... demiş.
Seyrettiği oyunun etkisi ile müdür ile konuşmuş ve ne olursa olsun, ne
iş olursa olsun buranın bir parçası olmak için çalışmak istediğini
belirtmiş.
Müdür çok şanslı olduğunu, şu sıralarda bir temizlikçi aradığını fakat
önce onu denemesi gerektiğini ifade etmiş ve denemek üzere aylardır el
değmemiş
bir kütüphanenin temizliğini uygun bulmuş.
- İşte burayı temizle. Eğer beğenirsem seni işe alırım.... demiş ve
gitmiş.
Tiyatro aşkının verdiği şevk ile temizlik beklenenden kısa sürede
bitmiş. Müdür odayı görmeden adamın samimiyetine inanmamış. Onu
diğerleri gibi işi
savsaklayan biri sanmış. Fakat odanın temizliğini görünce hayretler
içinde kalmış.Aylardır içeriye girilmeyen oda gıcır gıcır oluvermiş.
Müdür bu çabuk ve becerikli adamı işe almaya karar vermiş.
- Tamam seni işe alıyorum
- Fakat benim yatacak yerim yok.
- O zaman burada yatarsın ve işe daha erken başlarsın.
İstediği olan tiyatro tutkunu, huzurlu bir şekilde odayı terk ederken
müdür.
- Adın neydi senin buraya yazalım... demiş.
Aldığı cevap ise;
- Sheaksper! William Sheaksper! ... olmuş.
Bu hikaye hem insanı dehşete düşürücü hem de ilham verici.. Sheaksper
tiyatro yaşantısına bu şekilde başlamış. Tam kırk (40) yaşında...
tiyatroyu o yıllarda tanımış ve büyük bir azimle o muhteşem oyunları
yazmış. Üstelik büyük bir fedakarlık göstermiş mesleği için. Meslek
hayatı boyunca
sadece üç saat uyuyarak yaşamını sürdürmüş. Sabah erken kalkıp oyun
provasını yapıyor oyununu oynuyor ve akşam yeniden oyun yazıyor... Bu
böyle sürüp gitmiş.
Bu hikayeyi ilk duyduğumda yaşamım için duyduğum kaygıları bir kenara
bıraktım. Anladım ki, hiçbir şey için geç değil. İnsan eğer isterse
imkansız gibi görünen olayları da gerçekleştirebilir.
Yeter ki yürekten istesin ve bunun için çaba sarf etsin. Hiçbir şey
için geç değil.
Kırk yaşında olsak da...
 
Tevfik Karınca

 

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK