İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı yaar23

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.393
  • 37.752
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 3.393
  • 37.752
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 06 Nis 2015 13:35:15
Kavak Ağacı ile Kabak

Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacı ile aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:
-Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?
-On yılda, demiş kavak.
-On yılda mı? Diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.
-Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!
-Doğru, demiş kavak.
Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle kavağa:
-Neler oluyor bana ağaç?
-Ölüyorsun, demiş kavak.
-Niçin?
-Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için.
Çalışmadan, emek harcamadan, gelinen nokta başarı sayılmaz. Kolay kazanılan, kolay kaybedilir. Her işte alın teri ve emek şarttır.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.313
  • 223.570
  • 28.313
  • 223.570
# 06 Nis 2015 22:26:03
Annenin Hakkını Helal Etmesi | Bir Kıssa Bin Hisse
Bir gün Hz. Peygamber’e (asm) birisi gelir ve:
“Ya Resulullah! Bir genç ölmek üzere. Ona ölürken ‘La ilahe illallah…’ sözü telkin edildi. Ama bunu söylemedi.” der. Resulullah (asm):
“Namaz kılıyor muydu?” diye sorar. Adam:
“Evet, diye cevap verince Resulullah (asm) ile birlikte kalkarak o gencin yanına giderler. Hz. Peygamber (asm) ölmek üzere olan delikanlıya”:
“La ilahe illallah de, diye telkinde bulunur.” O da:
“Söyleyemiyorum, gücüm yetmiyor.” der. Hz. Peygamber (asm):
“Niçin?” diye sorunca, orada bulunanlardan birisi:
“Annesine isyan ediyordu” diye cevap verir. O zaman Hz. Peygamber (asm):
“Annesi yaşıyor mu?” diye sorar.
“Evet!” derler. Ve çağırırlar. Kadın gelince Hz. Peygamber (asm) ile kadın arasında şu konuşma geçer:
“Bu senin oğlun mu?”
“Evet.”
“Kızgın alevlerle yanan kocaman bir ateş gördüğünde sana:
“Eğer oğlunu sen bağışlarsan biz de bırakırız, yoksa onu gördüğün bu ateşe atacağız denilse bağışlamaz mısın?”
“Ya Resulullah! Öyleyse onu affediyorum.”
“Ondan razı olduğuna dair Allah’ı ve beni şahit tut.”
“Allah’ım! Sen ve Peygamberim şahidimsiniz, oğlumdan razıyım” dedi.
Hz. Peygamber (asm) bu konuşmadan sonra delikanlıya dönerek:
“Ey Delikanlı ‘La ilahe illallahü vahdehü la şerike leh ve Eşhedü enne Muhammeden Abdühü ve Rasülühü’ de, diye telkinde bulunur ve delikanlı bu kez söyleyebilir.” Bunun üzerine Resulullah (asm):
“Şefaatim sebebiyle onu ateşten kurtaran Allah’a hamd olsun, der.”
Kaynak; Taberânî, Ahmed

Çevrimdışı sarnıç

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 8.385
  • 127.429
  • 8.385
  • 127.429
# 07 Nis 2015 06:21:00
Evvel Zaman içinde Memleketin Birinde 90 yaşlarında fakat çok dinç ve gençgörünümlü bir adam yaşarmış? Çevresinde bulunan herkes ona çok özenir vesorarlarmış;bu gençliğin sırrı nedir; diye İhtiyar delikanlı güler geçermiş her soruldukça bu soruya Ama Sorular sık , soranlar çoğalınca cevap vermek vacip olmuş sanki
Düşünmüş nasıl anlatırım bu sırrımı kolayca herkese Sonra karar vermiş
tüm meraklıları yemeğe davet etmeye evine
Bu davette size sırrımı açıklayacağım demiş Herkes merakla davete gelmiş Yemekler yenilmiş, içilmiş, sohbetler edilmiş vakit iyice gecikmiş Ama gençlik sırrı ile ilgili tek kelam edilmemiş Herkes konu ne zaman açılacak diye merek ederken Adamcağız huri gibi sevimli hanımına seslenmiş:
Hatun, şu kilerde bir karpuz var getirir misin bize sana zahmet!Hanım hemen doğrulmuş kilere giderek kaş ile göz arasında bir karpuz getirmiş Adamcağız şöyle eliyle bir vurmuş tık tık diye sonra da: Bu olmamış hanım, güzel çıkmayacak, başka getirir misin bir zahmet demiş Hanım onu götürmüş bir tane daha getirmiş Adam onu da bir yoklamışyine beğenmemiş
Hanım sana yine zahmet olacak ama bu da olmamış başka bir tane getirirmisin demiş, Başka istemiş? Bu böylece üç dört sefer daha ekrarlamış
Neyse misafirleri ve de siz Aziz okuyucuları sıkmamak için !!! Dedemiz
beşincide karpuzu beğenmiş ve karpuz kesilmiş, misafirlere ikram edilmiş?
Herkes karpuzunu afiyetle yerken bizim dedecik sormuş Eeee ? Arkadaşlar iste benim gençliğin sırrı burada anladınız mı??
Herkes birbirinin yüzüne bakmış Kimse bişey anlamamışAman dede demişler nerde? Anlamadık biz bu sırrı!Dedecik gülmüş Efendiler demiş O gördüğünüz karpuz kilerde bir tanecikti, tekti Ben hanıma git de başka getir dedikçe o kilere gidip geliyor aynı karpuzu getiriyordu Bir kere bile aman be adam , deli misin nesin şu tek karpuzu ne taşıttırıyorsun bana defalarca demedi
Beni sizin önünüzde mahcup duruma düşürmedi İşte ben bütün gençliğimi bu hanımıma borçluyum Biz birbirimizi hiç başkalarının önünde zor duruma düşürmeyiz Aile içindeki hiçbir şeyi dışarıya yansıtmayız Hep
birbirimize destek olur, dert ortağı olur, yardım ederiz Birbirimizle
ilgili olan problemleri yine birbirimize anlatırız İyi kötü her olayı da
birlikte paylaşırız demiş

Çevrimdışı yaar23

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.393
  • 37.752
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 3.393
  • 37.752
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 07 Nis 2015 12:40:28
En iyi Buğday
Her yıl yapılan 'en iyi buğday' yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmıştı. Çiftçiye bu işin sırrı soruldu. Çiftçi:
-Benim sırrımın cevabı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor, dedi.
-Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz? Ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz? diye sorulduğunda,
-Neden olmasın, dedi çiftçi.
-Bilmediğiniz bir şey var; rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır.
Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir.
Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor.

Sevgi ve paylaşmak en yakınınızdan başlar. Sonra yayılarak devam eder. Kin, cimrilik, nefret kimsenin hoşlanacağı davranışlar değildir.

Çevrimdışı seliali

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 4.869
  • 31.318
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 4.869
  • 31.318
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 07 Nis 2015 14:03:39
Marie Rose Balter'in hikayesi başka insanların hikayesinden biraz farklı. Filmini izledikten sonra çok etkilendim ve hikayesini sizlerle paylaşmak istedim.



Onu farklı kılan, bir zamanlar hasta olarak kaldığı tımarhaneye yönetici olarak dönmesi. "Nasıl olur" dediğinizi duyar gibi oldum. Aynısını bende demiştim çünkü...



Marie, 1930 yılında alkolik bir annenin evlilik dışı çocuğu olarak dünyaya gelir. Annesi ona bakamayınca 5 yaşında olan Marie'yi yurda verir. Ardından bir çift onu evlatlık edinir. Marie'nin kaderi ne yazık ki yine yüzüne gülmez, çünkü onu evlatlık edinen çift sadist çıkar. Bu italyan asıllı çift küçük kızı evin mahzenine kapayıp sistematik biçimde işkence eder. Dışardan bakıldığında normal ve çok saygın göründükleri için, bunu yıllarca rahatlıkla gizleyebilirler ve Marie adeta cehennemden geçer.



Marie Rose 17 yaşında depresyondan felç geçirir. Halisünasyonlar da gördüğü için doktorlar ona şizofren teşhisi koyar ve onu akıl hastahanesine yerleştirirler. Marie hayatının 17 yılını orada geçirir ve çok zor yıllar yaşar. Umutsuzluk ve çaresizlik içinde kıvranır durur. Yemek yemez, yerinden kımıldamaz ve sıkça intihar etmeyi düşünür.



Otuz dört yaşına geldiğinde doktorlar Marie'nin durumunu yeniden değerlendirir. Onun şizofren olmadığına, ağır depresyon geçirdiğine ve panik atak yaşadığına karar verirler. Arkadaşlarının ve kendisini seven bir kaç sağlık görevlisinin yardımıyla Marie hastaheneden çıkar.



O artık hür ve yaşamını nasıl sürdüreceğine dair kendisi karar verme aşamasındadır. Terk edilmiş, işkence ve tacize uğramış, otuzdört yılı ziyan olmuş bir kişi olarak hiçte kolay olmayacaktı, ama o yılmadı ve kızgın, öfkeli, umutsuz olmak yerine sıfırdan başlamayı tercih etti.



Yetkililer "Aklı dengesi yerinde değil, okuması imkansız" dedikleri halde Marie, Salem State Üniversitesine Psikiyatri bölümüne girer ve mezun olur. Bu ara kanser hastalığına yakalanır ve mücadalesini kazanır. Kendisi gibi akıl hastahanesinden çıkmış ve iyileşmiş Joe ile evlenir. Kocası maalesef altı sene sonra ölür ve Marie kendini işine verir. Uzun yıllar doktor olarak çalıştıktan sonra Harvard Üniversitesi'nde mastır yapar. Psikiyatrik hastalarla çalışır, konferanslar verir. Biyografisi yazılır ve hayatı film olur (Nobody's Child). Bir çok ödüle layik görülür.



Elli sekiz yaşındayken, 'vay be' dedirtecek birşey yapar: On yedi yılını geçirdiği Masachusetts Danver Devlet Hastahanesine yönetici olarak atanır ve gelin görün ki, göreve alınır.



Verdiği bir basın toplantısında şunları söyler: "Eğer affetmeyi öğrenmeseydim, bir damla bile gelişemezdim. Yaşamım ziyan edilmiş bir yaşam olurdu. Ve bugün bu hastahaneye yönetici olarak dönemezdim." Marie Rose Balter'in yeni görevini haber yapan bir Ajans, onun zafer açıklamasını da şöyle yapar: "En uzun yolculuk, beynimizden yüreğimize yaptığımız yolculuk. Affetmek bu yolculuğun en kestirme yolu. Affetmeyi gerektiren her yara, içinde önemli bir dersi barındırır. Dersi görebilmek için yarayı yeniden deşerek yüzleşmek zorunda kalsak bile..." Marie bu hayatta hiçbirşeyin imkansız olmadığını gösteren en güzel örneklerlerden birisi.



Kendinize inancınızı ve umutlarınızı yitirmemeniz dileğiyle...



Arzu Şen

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.313
  • 223.570
  • 28.313
  • 223.570
# 07 Nis 2015 16:38:26
Çok Güzel Bir Dini Hikaye
Allah’ın sevgili kullarından biri bir rüya görür; rüyasında kendisine şöyle denir:
-Sabah olunca, karşına ilk çıkanı ye, ikinci çıkanı sakla, üçüncü çıkanın dileğini kabul et, dördüncü geleni üzme, beşinciden de kaç!
Sabah oldu; dışarı çıktı. Yola koyulup gitti. Karşısına bir dağ çıktı. Bu koca dağı görünce şaşırdı. Kendi kendine şöyle dedi:
…
Rabbim bana bunu yememi emretti.
Sonra şöyle dedi:
Rabbim bana gücümün yetmeyeceği bir şeyi emretmez.
Onu yemeye karar verdi. Dağa doğru yürüdü. Yaklaştıkça dağ küçüldü. Tam yaklaştığı zaman koca dağ bir lokmaya dönüşmüştü. Onu tutup yedi, baldan tatlı buldu. Allah’a hamdetti, yürüyüp gitti. Karşısına altından bir leğen çıktı. Şöyle dedi:
Rabbim, bunu da saklamamı emretti. Bir çukur kazdı, onu gömdü. Yürüdü, az gittikten sonra dönüp baktı. Leğen toprak yüzüne çıkmıştı. Geri döndü, tekrar gömdü. Biraz gitti; baktı ki, yine çıkmış bir daha gömdü, yine toprak üstüne çıktı. Kendi kendine,
“Ben emredileni yaptım.” diyerek bırakıp gitti.
Karşısına bir kuş çıktı. Peşinden bir şahin onu kovalıyordu. Kuş ona şöyle dedi:
-Ey Allah’ın sevgili kulu, beni sakla. Bana yardım et.
Onu aldı. Koynuna sakladı. Peşinden şahin geldi; şöyle dedi:
-Ey Allah’ın sevgili kulu, ben açım. Sabahtan beri de bu kuşun peşindeyim. Onu yakalamak istiyorum. Kısmetime engel olma.
Kendi kendine şöyle dedi:
“Üçüncünün dileğini yapmam emri verildi, yaptım. Dördüncüyü üzmemem emredildi. Şimdi ne yapacağım?
Bu işe şaştı. Sonra bıçak aldı; kendi uyluğundan bir parça et kesti, şahine attı; o da kapıp kaçtı. Daha sonra kuşu saldı. Bundan sonra, yürüyüp gitti. Kokmuş bir leş gördü. Onu da bırakıp kaçtı. Akşam olunca şu duayı yaptı:
-Ya Rabbi, emrini yerine getirdim. Bu işlerin manası ne ise bana bildir.
Daha sonra, rüyasında şöyle anlatıldı:
-Birinci görüp yediğin öfkedir. Önce koca bir dağ gibi görülür; sabırla öfke yutulursa, baldan tatlı olur.
İkincisi iyi amelindir. Ne kadar saklarsan sakla; yine meydana çıkar. Üçüncüsü, sana bırakılan bir emanettir, ona hıyanet etme. Dördüncüsü şudur: Bir insanın sana bir dileği ulaşırsa, onu yerine getir; isterse sana lâzım olan bir şey olsun. Beşincisi gıybettir. İnsanların gıybetini edenlerden kaç. Şüphesiz her şeyi bilen Allah(c.c)’tır…

Çevrimdışı Gülirem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 07 Nis 2015 21:43:06

 bir öğretmen, öğrencilerinin, diğer insanlardan farklı özelliklerini vurgulayarak onları onurlandırmaya karar verir… Ve öğretmen bir gün, her bir öğrencisini teker teker tahtaya kaldırır. Kaldırdığı her öğrenciye öncelikle kendisinin ne kadar özel olduğunu belirtir. Sonra her birinin yakasına, üzerinde altın harflerle “Siz çok önemlisiniz” yazılı birer mavi kurdele takar… Daha sonra kabul görmenin toplum üzerinde ne gibi etkileri olacağını anlayabilmek amacıyla sınıfına bir proje yaptırmaya karar verir.

Bu projeye göre; her öğrencisine üçer tane daha mavi kurdele verir ve onlardan bu töreni yaşadıkları çevrede devam ettirmelerini ister. Öğrenciler daha sonra sonuçları takip edecek, kimin kimi onurlandırdığını tespit edecek ve bir hafta boyunca sınıfa bilgi vereceklerdi.

Öğrencilerden biri, gelecekteki kariyer çalışmaları için kendisine yardımcı olan ve ailece tanıdıkları, bir şirketin üst düzey görevlisini onurlandırmış, adamın yakasına mavi kurdeleyi iliştirmişti. Ardından yöneticiye iki tane daha kurdele vermiş ve; “Bu mavi kurdele bizim sınıf projemiz. Sizden de onurlandırmanız için birini bulmanızı rica ediyorum. Onurlandırdığınız insanlara ekstra kurdele de verin. Böylece onlar da bu projenin devam etmesi için başkalarını bulabilirler. Daha sonra, lütfen bana ne olduğu konusunda bilgi verin” diye rica etmiş…

Mavi kurdeleleri alan yönetici aynı gün, suratsız biri olarak bilinen patronunun yanına gitmeye karar verir…
Patronun odasına girer ve ona: “iş dünyasında bir deha olduğundan ötürü kendisini takdir edip örnek aldığını” söyler… Ve bu mavi kurdeleyi yakasına takması için izin verip vermeyeceğini sorar. Şaşkına dönen patronu; “Tabii ki…” şeklinde cevap verir. Yönetici de mavi kurdeleyi, patronun tam kalbinin üstüne, ceketine iliştirir… Ekstra kurdeleyi verirken de; “Bana bir iyilik yapar mısınız, siz de bu kurdeleyi onurlandırmak istediğiniz birine verir misiniz? Bunu bana veren çocuk, okulda bir proje yaptıklarını söyledi. Böylece “bunun insanları nasıl etkilediğini belirleyeceklermiş…” diye ekler.

Patron o akşam evine geldiğinde on dört yaşındaki oğlunu yanına çağırır ve oğluna: “Bugün inanılmaz bir şey oldu… Ofisteydim, üst düzey yöneticilerimden biri içeri geldi, bana hayran olduğunu söyleyip, “İş dünyasında bu kadar başarılı olduğum için…” göğsüme bu kurdeleyi iliştirdi… Bana ayrıca bir kurdele daha verdi ve onurlandıracak başka birini bulmamı istedi…  Ben de “seni” onurlandırmak istiyorum. Çünkü günlerim aşırı yorucu geçiyor ve eve gelince sana pek ilgi gösteremiyorum. Bazen derslerden aldığın notları beğenmeyince veya odanı toparlamayınca sana bağırıp çağırıyorum… Oysa bu akşam buraya oturup, sana benim için “ne kadar farklı ve özel” olduğunu söylemek istedim. Annen gibi sen de benim hayatımdaki en önemli insansın. Sen mükemmel bir çocuksun… “Seni çok seviyorum…” der ve o mavi kurdeleyi oğlunun yakasına takar…

Şaşkına dönen çocuk birden ağlamaya başlamıştır. Bütün vücudu titrerken başını kaldırır, gözleri yaş içinde olarak babasına bakar ve güçlükle: “Biliyor musun, ben yarın intihar edecektim baba…” der… “Çünkü ben senin beni hiç sevmediğini, beni hiç önemsemediğini düşünüyordum… Ama şimdi ise her şey çok farklı… Ben de seni çok seviyorum. Ve baba, şu an sen oğlunun hayatını kurtardın…”
........
Sonuç olarak; ” Sevgiyi duymak, hissetmek isteyen insanların var olduğunu hiç unutmamalı… Ve o “Mavi Kurdeleleri” ceplerimizden, kalbimizden ve beynimizden hiç eksik etmemeliyiz”…

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.313
  • 223.570
  • 28.313
  • 223.570
# 07 Nis 2015 22:17:26
O Cebrail İdi | Bir Kıssa Bin Hisse
Hz. Ömer [r.a] anlatıyor:
“Bir gün Hz. Peygamber s.a.v.’le birlikte oturuyorduk. Hiçbirimizin tanımadığı, beyaz elbiseli, siyah saçlı, güzel kokulu, yoldan gelmiş gibi bir hâli olmayan birisi çıkageldi. Efendimiz’in huzuruna kadar geldi, edeple önüne oturdu, ellerini dizlerinin üzerine koydu ve:
– Ya Muhammed, bana İslâm’ın ne olduğunu anlat, dedi. Allah Rasulü s.a.v.:
– İslâm, Allah’tan başka ilâh bulunmadığına ve Muhammed’in O’nun peygamberi olduğuna inanman, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, ramazan orucunu tutman ve gücün yetiyorsa Allah’ın evini ziyaret edip hac yapmandır, diye cevap
verdi. O kişi:
– Doğru söyledin, dedi. Biz onun bu tutumuna hayret ettik. Zira hem soruyor, hem de Allah Rasulü’nü tasdik ediyordu. Gelen zat sonra:
– Bana İman’dan haber ver, dedi. Allah Rasulü s.a.v.:
– İman, Allah’a, O’nun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, hayır ve şerrin bir kaderle meydana geldiğine inanmandır, diye cevap verdi. O kişi:
– Doğru söyledin, dedi ve sonra:
– Bana İhsanı anlatır mısın? diye sordu. Allah Rasulü s.a.v.:
– İhsan, Allah’ı görüyor gibi O’na ibadet etmendir. Sen O’nu görmüyorsan da O seni görmektedir, buyurdu. Gelen zat:
– Bana kıyametin ne zaman kopacağını haber verir misin? diye sordu. Allah Rasulü s.a.v.:
– Bu konuda soru sorulan kişi sorandan daha bilgili değildir, buyurdu. Gelen zat:
– O halde onun belirtilerinden haber ver, dedi. Allah Rasulü s.a.v., kıyametin bazı alametlerinden haber verdikten sonra o kişi
kalktı, cemaatin içine girdi ve bir anda gözden kayboldu. Bir müddet sonra Allah Rasulü s.a.v. bana dönerek:
– Ömer, soru soranın kim olduğunu biliyor musun? diye sordu. Ben:
– Allah ve Rasulü daha iyi bilir, dedim. O zaman buyurdu ki:
– O Cebrail idi. Size dininizi öğretmeye gelmişti..
Kaynak; Buharî; Müslim; Ebu Davud; Tirmizî; İbn Mâce

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.313
  • 223.570
  • 28.313
  • 223.570
# 09 Nis 2015 22:10:14
Vaktiyle bir bilge hoca, yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisinin seviyesini öğrenmek ister. Onun eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip iri bir nesne verip:

“Oğlum” der, “Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.

Öğrenci elindeki ile çevresindeki esnafı gezmeye başlar. İlk önce bir bakkal dükkanına girer ve “Şunu kaça alırsınız?” diye sorar.

Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline alır; evirir çevirir; sonra: “Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın” der.

İkinci olarak bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği nesneye ancak bir beş lira vermeye razı olur.

Üçüncü defa bir semerciye gider: Semerci nesneye şöyle bir bakar, “Bu” der “benim semerlere iyi süs olur. Bundan “kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm.”

En son olarak bir kuyumcuya gider. Kuyumcu öğrencinin elindekini görünce yerinden fırlar.

“Bu kadar değerli bir pırlantayı, mücevheri nereden buldun?” diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder. “Buna kaç lira istiyorsun?”

Öğrenci sorar: Siz ne veriyorsunuz?”

“Ne istiyorsan veririm.”

Öğrenci, “Hayır veremem.” diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar:

“Ne olur bunu bana satın. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim.”

Öğrenci emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker.

Mücevheri alıp kuyumcudan çıkan öğrencinin kafası karma karışıktır. Böylesi karışık düşünceler içinde geriye dönmeye başlar. Bir tarafta elindeki nesneye yüzünü buruşturarak 1 lira verip onu oyuncak olarak görenler, diğer tarafta da mücevher diye isimlendirip buna sahip olmak için her şeyini vermeye hazır olan ve hatta yalvaran kişiler..

Bilge hocasının yanına dönen öğrenci, büyük bir şaşkınlık içinde başından geçen macerasını anlatır.

Bilge sorar:

“Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?”

Öğrenci: “Çok şaşkınım efendim, ne diyeceğimi bilemiyorum, kafam karmakarışık” diye cevap verir.

Bilge hoca çok kısa cevap verir:

“Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bileni anlar ve onun değeri bilenin yanında kıymetlidir.”

Her insanın hayatında varlığını ve değerini bilen, hisseden, fark eden kuyumcular mutlaka vardır.

Mesele kuyumcuyu bulmaktadır…

Çevrimdışı eml48

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 6.753
  • 25.449
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 6.753
  • 25.449
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 10 Nis 2015 23:16:52
Hintliler, halka göstermek için karanlık bir ahıra bir fil koymuşlardı. Fili görmek isteyen pek çok kimse de, hemen gelerek ahıra girdi ve fili seyretmeye çalıştı. Ancak o zifirî karanlıkta kimse bir şey göremediğinden herkes filin bir tarafına elini sürerek onun nasıl bir şey olduğunu anlamak istedi.

Hortumuna dokunanlar;

“–Fil yuvarlak bir oluğa benziyor!”

Kulağını tutanlar;

“–Hayır, kalın bir yelpazeye benziyor!”

Ayağına el sürenler;

“–Yok yok, acayip bir sütuna benzemektedir!”

Sırtına değenler ise;

“–Hepiniz de yanılıyorsunuz, o üzerine oturulacak geniş bir taht gibidir!” şeklinde konuştular.

Oysa fil, hiçbirinin dediğinden ibaret değildi. O ahmaklar, bir türlü akıl edip de;

«–Bırakalım şu tartışmayı da şu file bir de aydınlıkta bakalım!» demeyi akıl edemediler. Böylece doğru ve sağlam bir mâlûmata ulaşamadılar.

Bizim kalplerimizin de mânevî, uhrevî, îmânî hakikatleri görebilmek için; hidâyet nûruna ihtiyacı vardır. Kalplerimizi o nûra kavuşturmadan; akıl yoluyla, düşünce yoluyla hakikati aramak, fili karanlıkta yoklayarak hakikate ulaşmaya çalışanların ahmakça neticelerine vardırır.

Çevrimdışı TAYLANSALİH

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.336
  • 3.247
  • Beden Eğitimi Öğrt.
  • 1.336
  • 3.247
  • Beden Eğitimi Öğrt.
# 11 Nis 2015 10:02:26
Dünyada Cennete Ilk Giren Kimdir?
günlerden Birgün Hz.muhammet S.a.v İn Kızı Hz Fatma Babasına Sorar Baba Dünyada İlk Önce Cennete Girecek İnsan Kimdir.hz Muhamet S.a.v Şöyle Buyurur Bizim Aşağıdaki Mahalede Falan Sokakta Biri Oturuyor İşte İlk Cennete Girecek İnsan O Dur Diyor. Hz Fatma Merak Eder Babasının Tarif Etiği Yere Gider Ve Kapıyı Çalar Kapının Arkasında Çok Yaşlı Bir Bayan Sesiyle Kim O Der Hz Fatma Da Ben Fatmayım Hz Muhammdin Kızı Fatma Yaşlı Kadın Üzülerek Şöyle Buyurur Ey Fatma Senden Ben Afetmeni Diliyecem Ama Eşimin Haberi Olmadan Seni İçeri Alamıyacam Ben Bugün Ondan İzin Alayım Yarın Gelirisiniz Hz Fatma Geri Gider Ve Çok Şaşırır Öteki Gün Birda Gider Busefer Yanında Çocukları Hz Hasan İle Hz Hüseinide Gütürür.ve Yine Kapıyı Çalar Gene Aynı Bayan Kim O Diye Sorar Ve Kapıyı Açmaz Hz Fatma Benim Der Yaşlı Bayan Sorar Yanındakiler Kim Hz Fatma Çocuklarımder Yaşlı Bayanda Kusuruma Bakma Ey Fatma Ben Eşime Sadece Senin İçin İzin Almıştım Çocuklarından Haberim Yoktu Sendaha Sonra Yine Gel Ben Busefer Çocukların İçinde İzin Alırım Yaşlı Bayan Kapıyı Gene Açmaz.öteki Gün Hz Fatma Gene O Kapıyı Çalar Yaşlı Bayan Kapıda Yine Sorar Kim O Diye Hz Fatma Benimder Ve Kapı Açılır Sonunda.hz Fatma Çok Şaşırmış Çünkü Yaşlı Diye Düşündüğü Bayan Meğerse Çok Genç Ve Güzel Bir Baynmış Hz Fatma Sorar Peki O Yaşlı Kadın Nerde Diye Genç Bayan Ağzından Bir Taş Çıkartarak O Yaşlı Bayan Benim Peki Neden O Taşın Ağzında Olduğunu Sorar Genç Bayan Yoldan Geçenler Sesimi Duyup Günaha Girmesinler Diye İşte Bu Bayan Cennete İlk Girecek İnsandır.çünkü Kocasına Sadık Ve Dindar Bir Ev Hanımıdır Bunları Örnek Alalım Lütfen Allaha Emanet Olun

Çevrimdışı eml48

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 6.753
  • 25.449
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 6.753
  • 25.449
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 11 Nis 2015 15:35:31
Kendisini içkiden kurtaramayan bir müslüman, hizmetçisine dört dirhem verir. İçki almasını söyler. Hizmetçi giderken Mansur bin Ammar isimli bir zatın, bir fakire yardım topladığını görür. Mansur, (Bu fakire 4 dirhem verene 4 dua ederim) der. Hizmetçi, fakire 4 dirhemi verir. Mansur der ki:
- Hangi duayı etmemi istersin?
- Hizmetçilikten kurtulmak istiyorum.
- İkinci isteğini söyle!
- Fakire verdiğim dört dirhem benim değildi. Benden bunu isterler. Dört dirhem isterim.
- Üçüncü isteğin nedir?
- Efendimin tevbe edip içkiyi bırakmasını istiyorum.
- Dördüncü arzun nedir?
- Allahü teâlânın beni, efendimi, seni, kavmimizi affetmesini istiyorum.

Mansur bin Ammar, hepsi için gerekli duayı yapar. Hizmetçi evine gidince, efendisi, geç kalmasının sebebini sorar. Hizmetçi durumu anlatır. Efendisi sorar:
- Sen neler istedin?
- Hizmetçilikten, kölelikten kurtulmayı istedim.
- Peki seni azat ettim. Başka ne istedin?
- Dört dirhem istedim.
- Al şu dört dirhemi. Başka ne istedin?
- Tevbe edip içkiyi bırakmanı istedim.
- Tevbe ettim. Başka ne istedin?
- Allahü teâlânın hepimizi affetmesini istedim.

Efendisi duraklar, (İşte bu benim elimde değildir) der. O gece rüyasında, (Sen elinde olanı yaptın da, biz elimizde olanı yapmaz mıyız? Seni de, hizmetçini de, Mansuru da ve orada bulunan hepinizi affettik) denir. 

Her müslüman da elinde olanı esirgememeli, daima affedici olmalıdır!

Çevrimdışı TAYLANSALİH

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.336
  • 3.247
  • Beden Eğitimi Öğrt.
  • 1.336
  • 3.247
  • Beden Eğitimi Öğrt.
# 11 Nis 2015 20:39:38
Harika Bir Öykü..

Onu Da Sen Ağırla.

Günahkâr bir adamdı, ayık gezmezdi. Bütün bir köy halkı yaka silkiyordu adamdan, ' ölse de, kurtulsak ' diyorlardı.

Bir karısı vardı bu adamın, bir de kendisi. Hiç çocukları olmamıştı. Köy halkı böyle bir adamın zürriyetinin olmadığına memnundu. Kadın ise, adamın haline üzülse de ses çıkarmazdı, çıkaramazdı.

Otuz yıldır evliydiler, döverdi, kızardı, her gün biriyle kavga ederdi. Ama kocasıydı işte, evinin erkeği idi.

Adam iyice yaşlanmıştı artık. Öksürük nöbetleri uykusunu bölüyor, iki basamak merdiven çıksa nefes nefese kalıyordu, titreyen elleriyle sigarasını zor sarıyordu.

İyice zayıflamıştı, zaten kısacık olan boyuyla bir çocuk gibi kalmıştı. Kadıncağız ellerini açıp dualar ediyor,
' ahir ömründe olsun şu adamın hali biraz düzelsin ' diye yalvarıyordu Allah' a...

Adam bir sabah evden çıktı, fakat ertesi sabah oldu, dönmedi. Tan yeri ağarırken kadın aramaya çıktı kocasını. Kim bilir yine nerde sızıp kalmıştı!

Köyün üst tarafındaki çeşmenin başına gitti önce, orada içerdi adam, bulamadı. Yakındaki tarlaları aradı, köyün dört bi yanına baktı, yoktu.

Eve gelmiştir belki diye koşarak geri geldi, hayır, dönmemişti. Güneş inmek üzereydi, bir acele abdest aldı, namaz durdu.

Duası bitmek üzereydi ki, kapının çalındığını duydu.

Kocasıydı gelen. Adamın yüzü sapsarı kesilmişti. Öksürüyordu, eliyle göğsünü işaret ediyordu. Kadın koluna girdi kocasının, güç-bela sedire kadar taşıdı.

Uzandı adam, karısının yüzüne baktı, ağlıyordu. Doğrulmak ister gibi yaptı, hakkını helal et diyecekti, lafının sonunu getiremedi, başı yastığa düştü, ölmüştü...

Kadıncağız kocasının başında epey bir ağlayıp feryat etti. Biraz kendine gelince gözlerini sildi, yemenisini bağladı.

Kalktı, imamın evine gitti.

- Hocam... Diyebildi hıçkırarak, bizimkisi...

Söyleyemiyordu, ama İmam Efendi durumu anlamıştı. Kadının yüzüne baktı, köylü ne der diye düşündü, bocaladı.

- O mendebur bir kez bile caminin kapısından içeri girmedi, kaldırmam onun cenazesini, deyip kapıyı kapadı.

Kahroldu kadın. Nereye gitsem, ne yapsam diye düşündü. Kimseleri yoktu ki, çaresiz eve döndü.

Yıkadı kocasını, sandıktan çıkardığı beyaz bir çarşafa sardı, omuzuna aldı, mezarlığın yolunu tuttu.

Caminin köşesinden dönerken, muhtar ve köylülerin kendisine doğru gelmekte olduğunu gördü.

Bir kez daha düğümlendi boğazı, cenazesi omuzundan kayarken, dizlerinin üzerine çöktü, ellerini yüzüne kapatıp ağlamaya başladı.

Hışımla yaklaştı muhtar:

- Onu nereye götürüyorsun, dedi, mezarlığa götüreyim deme sakın! Sağlığında biz çektik, bir de ölülerimiz çekmesin o herifin elinden...

Kadın gözlerini çarşafın üzerine dikmiş, öylece duruyordu. Birden bağırmaya başladı, delirmiş gibiydi sanki Kalabalık yanından korkuyla uzaklaşırken, cenazesini tekrar yüklendi, köyün dışına doğru yürümeye başladı.

Kan ter içinde kalmıştı kadın, artık adım atacak hali yoktu. Kendi kendine;

- Şuracığa gömeyim adamımı, dedi, kimseler rahatsız olmaz burada...

Tam o anda bir ayak sesi duydu, irkildi, bir çobandı gelen. Kadıncağız her şeyi olduğu gibi anlattı. Üzüldü çoban, gözleri doldu.

- Dert etme, dedi, ben yardım ederim sana.

Bir çukur kazıp cenazeyi gömdüler. Çoban başucunda durdu mezarın, ellerini açtı, dua etti.

Birkaç çiçek buldu kadın, toprağın üstüne serpti. Çobana dualar ederek evine döndü.

Yorulmuştu.

Camın kenarına oturup uzaklara daldı. Uyuyup kaldı oracıkta.

Ertesi sabah imamın kapısını telaşla çaldı muhtar. Bir yandan tokmağı vuruyor, bir yandan da ' İmam Efendi, İmam Efendi...' diye bağırıyordu. İmam korkuyla açtı kapıyı.

- Bir rüya gördüm, dedi muhtar, hocam o berduş, o serseri adam Cennet' teydi. Bana gülüyor, hakkım sana bile helal olsun diyordu.

Rüyayı duyana imamın benzi attı, kendisi de hemen hemen aynı rüyayı görmüştü.

' Gel hele, içeri gel...' demeye kalmadı ki, köyün delisini gördüler.

Koşarak geliyor, bir yandan da bağırıyordu:

- Demedim mi ben, demedim mi size, rüyamda gördüm, rüyamda...

Birkaç köylü daha benzer rüyalar gördüğünü söyleyince, kadının yanına gitmeye karar verdiler. Özür dileyecek, kendilerini affettirmeye çalışacak, bu arada işin aslını öğreneceklerdi. Bir şeyler olmuştu ama neydi?

Eve vardıklarında kapıyı açan kadın şaşkındı. Kapıyı yüzlerine kapatacak oldu, yapamadı. Gelenler olan biteni anlatıp özür diledi, cenazeyi nereye defnettiğini, neler olduğunu sordular.

Kadıncağız her şeyi anlattı, can kulağı ile dinlediler ve çobanı bulmaya karar verdiler.

Bir yandan yürüyor bir yandan da aralarında konuşuyorlardı; ' bu çoban bir evliyaydı herhalde, belki de Hızır' dı, aslında ölen adam da o kadar kötü bir adam değidi.'

Tarif edilen yere geldiklerinde çoban koyunlarını otlatıyordu. Gelenleri görünce ayağa kalktı, ' hayırdır inşaallah ' dedi. Oturdu, onlara süt ikram etti, konuşmaya başladılar.

Çoban söylenenlerden hiç bir şey anlamamıştı, cenazeyi nasıl defnettiklerini anlattı.

- Ben bir garip kulum, dedi; cenazeyi defnettik, başucunda oturup dua ettim sadece, hepsi bu...

Merakla nasıl bir dua ettiğini sordular, çoban da söyledi;

- Allah' ım, ben dağda koyunlarımı otlatırken kulların gelir yanıma, selam verirler. Senin selamınla gelen senin misafirindir der, ağırlarım. Süt ikram eder, azığımı paylaşırım.

Şimdi de ben sana bir misafir yolluyorum, onu da sen ağırla...

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.313
  • 223.570
  • 28.313
  • 223.570
# 11 Nis 2015 23:02:49
Kızımı Kime Vereyim? | Bir Kıssa Bin Hisse
Merv şehri kadısının bir kızı vardı. Ülkedeki ileri gelen zengin, makam ve mevki sahibi kimseler bu kızı isteyince hiç birine vermedi. Bu zatın Mübarek adlı, bağına-bahçesine bakan bir kölesi vardı. Aradan iki ay geçmiş, meyveler olgunlaşmış, bolluk bereket gelmişi. Efendisi Mübarek’ten üzüm isteyince toplayıp getirdi. Getirdiği üzüm çok güzel olmasına rağmen henüz olgunlaşmamıştı, başka üzüm istedi. O da ekşi çıktı.
Efendisi:
-“Bahçede o kadar üzüm var, niçin böyle üzüm getiriyorsun?” demekten kendini alamadı.
Mübarek:
-“Efendim! Ekşisini, tatlısını bilmiyorum” diye cevap verdi.
Bağ sahibi:
-“Subhanallah! İki aydır bağdasın, daha hangisinin ekşi, hangisinin tatlı olduğunu bilmiyorsun!” diye çıkıştı.
Mübarek onları yemekle değil, korumakla vazifeli olduğunu biliyordu.
Efendisi:
-“Niçin onlardan yemedin?” deyince:
-“Siz benden bağdaki meyvelerinizin muhafazasını istediniz. Yiyiniz demeyince alıp yemem uygun olur mu, emrinize karşı gelebilir miyim?” cevabını verdi.
Efendisi böyle bir hadiseyle ilk defa karşılaşmıştı. Mübarek’in bu haline hayran kaldı. Güvenebileceği birini bulmuştu. Gerçekten onu ve halini çok sevmişti. Kölesine dönerek:
-“Sana bir şey soracağım.” diye söze başladı. Sonra: “Benim bir kızım var, malı, makamı yüksek pek çok kimse onu ister. Ne yapacağımı, nasıl davranacağımı bilemiyorum. Bu hususta bir fikrin olur mu? Sen ne dersin?” diye sordu. Mübarek bu söze karşı şöyle dedi:
-“Efendim!.. İnsanlar damat için cahiliye devrinde soya, sopa; yahudiler ve hristiyanlar güzelliğe, Rasûlullah (s.a.v) zamanında dindarlığa, Allahu Teâlâ’dan korkup haramlardan sakınmaya bakarlardı. Zamanımızda ise mala ve makama bakılıyor. Artık bunlardan dilediğini seç.” Bunun üzerine efendisi:
-“Ben dindarlığı ve takvayı seçiyorum ve kızımı seninle evlendirmek istiyorum. Çünkü sende haramlardan kaçma, dinine bağlılık, iyi hal, emanet ve güvenilirlik gördüm ve bunları sende buldum” dedi.
O ise kendisinin köle olduğunu, parayla satıldığını, böyle olunca evlenmelerinin garip karşılanacağını, hem kızının buna razı olmayacağını bir bir anlattı. Akıl da öyle diyordu, lakin kadı kararlıydı. “Kalk eve gidelim” dedi.
Eve varınca hanımına:
-“Bu salih, dindar, takva sahibi bir köledir. Kızımızı onunla evlendirmek istiyorum. Sen ne dersin?” deyince, hanımı:
-“Sen bilirsin, fakat bir de kızımıza sormalıyız ” cevabını verdi.
Anne durumu kızına açıp babasının niyetini söyleyince, kızı da bu hususta her şeyi anne ve babasına bıraktığını bildirdi. Kadın kızlarının razı olduğunu babasına anlatınca nikahları kıyıldı.
Fakat mübarek kızın, yani hanımının yanına gitmiyordu. Bu hal kırk gün sürdü. Bir vesile ile anne durumdan haberdar olunca dayanamadı:
-“Kızımızı kölene verdin, aradan bunca zaman geçtiği halde dönüp yüzüne bile bakmadı. Bu yaptığı nedir? Bu nasıl iştir?” diye şikayet ve sitemde bulundu. Bunun üzerine kadı:
-“Ey Mübarek! Kızıma naz mı ediyorsun? Niçin yanına gitmiyorsun?” demekten kendini alamadı. Buna karşılık damat:
-“Ey Müslümanların kadısı! Ey Efendim! Bu nasıl söz? Sizin kızınıza naz etmek ne haddime? Lakin kadısınız. Ola ki kızınız şüpheli bir şey yemiştir. Şüpheden uzak olmak için bu zamana kadar bekledim ve ona helal yemek yedirdim. Belki Allahu Teâlâ bize salih bir evlat verir. Bundan başka bir düşüncem yoktur.” dedi.
Kırk gün geçtikten sonra ehline yaklaştı. Helal ve harama bu derece dikkat ettiği için Allahu Teâlâ onlara Abdullah isminde salih bir evlat nasip etti..
Kaynak: Evliyalar Ansiklopedisi

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.460
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.460
  • Müdür Yardımcısı
# 11 Nis 2015 23:44:49
Hz. Ömer (r.a) vefat ettiği zaman İbn. Mes’ud (r.a) “İlmin onda dokuzu öldü.”buyurdu.
Bu sözü üzerine İbn Mes’ud’a denildi ki:
Sahabe-i kiramın büyükleri hayatta iken, niçin böyle söylüyorsun?
Şöyle cevap verdi:
Ben hüküm ve fetva ilimlerini değil, Allah-ü Teâlâ’yı bilmeyi, Marifetullah’ı, kastettim.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK