İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.303
  • 223.476
  • 28.303
  • 223.476
# 24 May 2015 12:10:35
Hz. Ömer(r.a.) zamanında bir çalgıcı çok güzel çeng çalardı. Bülbüller onu dinlerken kendinden geçerdi. Çalgısından çıkan nağmeler, dinleyenleri bazan neşelendirir, bazan da insanın aklını başından alır, ruhunu kanatlandırır, hayal âlemlerinde gezdirirdi. Zaman geçti, yaş ilerledi, çalgıcı ihtiyarladı. Güzelim sesi çirkinleştiği için itibardan düştü. Artık bir şey kazanamaz duruma gelmiş, bir dilim ekmeğe muhtaç olmuştu. Bir gün, içi yanarak Cenâb-ı Hakk’a niyazda bulundu. Rabbine, ”Allahım, sen bana uzun bir ömür, birçok fırsat verdin. Benim gibi değersiz kulundan ihsanını eksik etmedin. Yetmiş yıl, çeşitli günahlar işleyerek sana isyan ettim. Bir gün olsun rızkımı kesmedin. Artık kazancım yok. Bugün senin misafirinim. Sana konuk oluyorum. Çalgımı da senin için çalacağım” dedi. Çengini alarak mezarlığa gitti. Medine mezarlığında bir hayli ağlayarak çeng çaldı. Sonra da çengini yastık yapıp uyudu. O sırada, Halife Ömer’e(r.a.) de bir uyku hali geldi. Kendini uykudan alamadı. Âdeti olmadığı halde, o saatte uykuya daldı. Rüyasında bir ses ona, ”Ey Ömer, kulumuzu ihtiyaçtan kurtar. Mezarlıkta has bir kulumuz var. Beytülmâlden 700 dinar al, götür o kulumuza ver. Ona de ki: Şimdilik ihtiyaçlarını bununla karşıla. Paran bittiğinde tekrar gel.” Hz. Ömer (r.a.) rüyasında duyduğu sesin heybetiyle uyandı. Hemen hazırlığını yapıp mezarlığın yolunu tuttu. Mezarlığın çevresinde döndü dolaştı. Birkaç tur attı. Çalgıcı ihtiyardan başka kimseyi göremedi. Rüyasında bildirilen has kulun, ihtiyar çalgıcı olabileceğine ihtimal vermiyordu. Mezarlığı yeniden dolaştı. Aradı, taradı, başka bir kimseye rastlayamadı. Kendi kendine, ”İhtiyar çalgıcı nasıl olur da bana bildirilen tertemiz, hizmete lâyık bir kul olur?” diye düşündü. Çölde avını arayan aslan gibi mezarlığın içini, dışını etrafını bir daha dolaştı. İhtiyar çalgıcıdan başka etrafta kimse bulunmadığına kanaat getirdi. Karanlık içinde nice nurlu gönüller vardır diyerek, ihtiyar çalgıcının yanına gitti. Saygıyla oturdu. Aksırarak geldiğini haber verdi. İhtiyar çalgıcı sıçrayarak uyandı. Karşısında emîrü’l-müminîn Hz. Ömer’i(r.a.) görünce şaşırdı ve korkudan titremeye başladı. Beti benzi attı. Oradan uzaklaşmak istedi ama yapamadı. İçinden, ”Yâ rabbi! Sen yardım et” dedi.
Hz. Ömer, ”Benden korkma. Sana, Hak Teâlâ’dan müjde getirdim. Selâm edip, hatırını soruyor. İhtiyaçların için bu parayı gönderdi. Bunları harca, bittiğinde bana gel” dedi. Çalgıcı ihtiyar bunları duyunca utancından titreyip ağlamayabaşladı. Bir hayli ağladıktan sonra, ”Rabbimle arama perde oldun” diyerek çengisini parçaladı. Ağlayıp, sızlayarak rabbine şöyle yalvardı: ”Ey Allahım! İsyanla geçen ömrüme acı. Bir günümün bile kıymetini bilemedim. Ömrümü boş yere harcadım. Nefesimi şarkılar söyleyerek tükettim. Dünyadan ayrılacağımı unuttum. Yazıklar olsun bana. Gün bitti akşam oldu. Allahım! Verdiklerine razı olmayan nefsimi, sana şikâyet ve bütün yaptıklarıma da tövbe ediyorum.”

Çevrimdışı arda anka kuşu

  • B Grubu
  • 13
  • 65
  • 13
  • 65
# 24 May 2015 12:29:02
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Hz. Ömer(r.a.) zamanında bir çalgıcı çok güzel çeng çalardı. Bülbüller onu dinlerken kendinden geçerdi. Çalgısından çıkan nağmeler, dinleyenleri bazan neşelendirir, bazan da insanın aklını başından alır, ruhunu kanatlandırır, hayal âlemlerinde gezdirirdi. Zaman geçti, yaş ilerledi, çalgıcı ihtiyarladı. Güzelim sesi çirkinleştiği için itibardan düştü. Artık bir şey kazanamaz duruma gelmiş, bir dilim ekmeğe muhtaç olmuştu. Bir gün, içi yanarak Cenâb-ı Hakk’a niyazda bulundu. Rabbine, ”Allahım, sen bana uzun bir ömür, birçok fırsat verdin. Benim gibi değersiz kulundan ihsanını eksik etmedin. Yetmiş yıl, çeşitli günahlar işleyerek sana isyan ettim. Bir gün olsun rızkımı kesmedin. Artık kazancım yok. Bugün senin misafirinim. Sana konuk oluyorum. Çalgımı da senin için çalacağım” dedi. Çengini alarak mezarlığa gitti. Medine mezarlığında bir hayli ağlayarak çeng çaldı. Sonra da çengini yastık yapıp uyudu. O sırada, Halife Ömer’e(r.a.) de bir uyku hali geldi. Kendini uykudan alamadı. Âdeti olmadığı halde, o saatte uykuya daldı. Rüyasında bir ses ona, ”Ey Ömer, kulumuzu ihtiyaçtan kurtar. Mezarlıkta has bir kulumuz var. Beytülmâlden 700 dinar al, götür o kulumuza ver. Ona de ki: Şimdilik ihtiyaçlarını bununla karşıla. Paran bittiğinde tekrar gel.” Hz. Ömer (r.a.) rüyasında duyduğu sesin heybetiyle uyandı. Hemen hazırlığını yapıp mezarlığın yolunu tuttu. Mezarlığın çevresinde döndü dolaştı. Birkaç tur attı. Çalgıcı ihtiyardan başka kimseyi göremedi. Rüyasında bildirilen has kulun, ihtiyar çalgıcı olabileceğine ihtimal vermiyordu. Mezarlığı yeniden dolaştı. Aradı, taradı, başka bir kimseye rastlayamadı. Kendi kendine, ”İhtiyar çalgıcı nasıl olur da bana bildirilen tertemiz, hizmete lâyık bir kul olur?” diye düşündü. Çölde avını arayan aslan gibi mezarlığın içini, dışını etrafını bir daha dolaştı. İhtiyar çalgıcıdan başka etrafta kimse bulunmadığına kanaat getirdi. Karanlık içinde nice nurlu gönüller vardır diyerek, ihtiyar çalgıcının yanına gitti. Saygıyla oturdu. Aksırarak geldiğini haber verdi. İhtiyar çalgıcı sıçrayarak uyandı. Karşısında emîrü’l-müminîn Hz. Ömer’i(r.a.) görünce şaşırdı ve korkudan titremeye başladı. Beti benzi attı. Oradan uzaklaşmak istedi ama yapamadı. İçinden, ”Yâ rabbi! Sen yardım et” dedi.
Hz. Ömer, ”Benden korkma. Sana, Hak Teâlâ’dan müjde getirdim. Selâm edip, hatırını soruyor. İhtiyaçların için bu parayı gönderdi. Bunları harca, bittiğinde bana gel” dedi. Çalgıcı ihtiyar bunları duyunca utancından titreyip ağlamayabaşladı. Bir hayli ağladıktan sonra, ”Rabbimle arama perde oldun” diyerek çengisini parçaladı. Ağlayıp, sızlayarak rabbine şöyle yalvardı: ”Ey Allahım! İsyanla geçen ömrüme acı. Bir günümün bile kıymetini bilemedim. Ömrümü boş yere harcadım. Nefesimi şarkılar söyleyerek tükettim. Dünyadan ayrılacağımı unuttum. Yazıklar olsun bana. Gün bitti akşam oldu. Allahım! Verdiklerine razı olmayan nefsimi, sana şikâyet ve bütün yaptıklarıma da tövbe ediyorum.”

Çevrimdışı arda anka kuşu

  • B Grubu
  • 13
  • 65
  • 13
  • 65
# 24 May 2015 12:29:48
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
rahmetli ebemin kendi ağzından dinlemiştim çocukken.
ebem dediğim babamın babaannesiydi.
98 yaşında ben 17 yaşımdayken göç eylemişti.
tahminim 1930 lu yıllarda birgün ebem kızlığında ebem , ebemin annesi ve komşusu kadınla oturuyorlarmış.
evimizin hemen yanındaki "oda" diye tabir edilen misafirhane tarzı yere de sık sık dilenci , kalaycı , incik-boncukçu , kestaneci , halatçı vs. gelirmiş.
gelenlerin yemek , odun , yatak-yorgan gibi çoğu ihtiyacı da bizim evden karşılanırmış.
birgün yaşlı ve ak sakallı bir adam gelmiş.
çocuğuna yedireceğini biraz bulgurla bir tabak bekmez lazım olduğunu söylemiş.
komşu kadın  adamı tanımadığından ve evde erkekler olmadığından savmaya çalışmış ebem ve annesinden önce.
(zamanın kıtlık şartlarını gözönünde tutarsak haksız da değilmiş tabi)
adama " yok bizde git başkasından iste..." demiş.
adam tekrar sormuş bu sefer ebemin anası komşusunu yalancı çıkarmamak için yok demiş.
adam aynen şunları söylemiş
"içeede ocağın yanında  goca gümlüde bekmez , yanındaki dokuma çuvalda da cafaraanın bekilli deymeninden çektirip getidiği bulgurdan gatıvicenmi " iki kadın ve ebem şokta...
adam devam etmiş " eğer gataasan evinizin bereketi artaa , gatmazsan bela sizi goovemez..." demiş.
ebem gençliğin de verdiği çeviklikle anasına bakmadan bir çırpında bekmezi ve bulguru katıp adama vermiş.
adam gitmiş.
bir daha o adamı bu üç kadından başka gören duyan olmamış.
asıl garip olan ise hem gümlüde hem de çuvalda azar azar kalan bekmez ve bulgurun kendiliğinden dolup taşıp yerlere saçılmasıdır.
.........
ebem bana eski evin arka odasında ocağın başındaki o yeri gösterirken hala kalbi pır pır çarpardı.
o gün bu gündür evimize gelen boş çevrilmez.
şükürler olsun bereketi de hiç eksilmez.
Allah herkese böyle bereketli günler nasip etsin.

Çevrimdışı eml48

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 6.753
  • 25.449
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 6.753
  • 25.449
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 24 May 2015 14:13:21
İbrahim bin Edhem Hazretleri, bir gün, sızmış hâldeki bir ayyaşın pis kokulu ve bulaşık ağzını yıkamıştı. Bunu niçin yaptığını soranlara da:

“–Eğer yüce Allâh’ı zikretmek için yaratılan dili ve ağzı bulaşık olarak bıraksaydım, hürmetsizlik olurdu…” demişti.

Sarhoş ayıldığında ona:

“–Horasan zâhidi İbrahim bin Edhem senin ağzını yıkadı…” dediler. Bu durumdan mahcub olan ayyaşın gönlü de uyandı ve:

“−Öyleyse ben artık tevbe ettim…” dedi.

Bu tevbeye vesîle olan İbrahim bin Edhem Hazretleri’ne, rüyasında Hak katından şöyle nidâ edildi:

“–Sen Biz’im için onun ağzını yıkadın; Biz de senin için onun kalbini yıkadık!..”

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.303
  • 223.476
  • 28.303
  • 223.476
# 24 May 2015 22:59:48
İhlas-ı Şerif Hatimlerinin Ehemmiyeti | Bir Kıssa Bin Hisse
Alâ bin Muhammed Sakafî (r.a.)’den;
“Biz Resûl-i Ekrem (s.a.v.) ile birlikte Tebuk’ta bulunuyorduk. Bir sabah güneş, hiç o zamana kadar görmediğimiz bir parlaklık ve aydınlıkta doğdu. Daha sonra Cebrâil (a.s.) indi.
Allah Resulü ona:
– “Neden bu sabah güneş, şimdiye kadar görmediğimiz ışıklar ve nurlar saçıyor?” diye sordu.
Cebrâil (a.s.) şu cevabı verdi:
– “Bu sabah, Muâviye el-Leysî (r.a.) vefat etti. Ve Cenâb-ı Hakk, onun cenaze namazını kılmaları için gökten 70 bin melek gönderdi. Gördüğünüz ışıklar, güneşin değil, o meleklerin nurlarıdır.”
Allah Resulü Cebrâil (a.s.)’e tekrar sordu:
– “Muâviye el-Leysî, hangi ameliyle bu lutfa ermiştir?”
Cebrâil (a.s.) şu cevabı verdi:
– “O, İhlâs sûresini çok okurdu… Gece-gündüz, dururken-yürürken, otururken-ayakta iken hep bu sûreyi okurdu… Bu sebeple o büyük lutfa ermiştir.”
Kaynak; İbn-i Sâ’d

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.303
  • 223.476
  • 28.303
  • 223.476
# 25 May 2015 06:36:27
GÖZ ÇUKURU
Halinden yoksul olduğu anlaşılan bir adam, deniz kenarında oltayla balık tutuyordu.Tesadüfen oradan geçmekte olan ülkenin padişahı bu
gariban adamla ilgilendi ve ona, "Oltana ben burada iken ilk takılan şey ne olursa sana onun ağırlığınca altın vereceğim" dedi .Biraz sonra oltaya takıla takıla ortası delik bir kemik takıldı. Hükümdar balıkçıya, "Ne yapalım, şansın bu kadar, oltana ağır bir şey takılmadı" diyerek alıp sarayına götürdü Saraya varınca adamlarına, balıkçıya elindeki kemiğin ağırlığınca altın vermelerini emretti Kemiği terazinin kefesine koydular, öbür kefesine de altın koymaya başladılar Beş, on, yirmi, elli diyerek altınları koydular ama kemik yerinden oynamıyordu Görünüşte dört beş altını zor tartar göründüğü halde, tahminlerin on misli üzerinde altın koydular kemik bana mısın demedi. Altını doldurmaya devam ettiler, terazinin kefesi doldu taştı ama kemik tarafı yerinden kımıldamıyordu. Bunda bir sır olduğunu anladılar. Bir bilgeyi çağırıp bu sırrın ne olduğunu sordular Bilge kemiği eline alıp şöyle bir baktıktan sonra şu açıklamada bulundu:"Bu kemik açgözlü bir insanın göz çukurudur Siz bunu tartmak için bütün hazineyi koysanız yine yerinden oynamaz Çünkü doymaz Ama bir avuç toprak bunu doyurur"
Nitekim bir avuç toprak alıp terazinin kefesine koydu ve kemik yukarı kalkıverdi.!

Çevrimdışı seliali

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 4.869
  • 31.318
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 4.869
  • 31.318
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 25 May 2015 11:06:13
EKMEKÇİ TEYZE! (İBRETLİK BİR HİKAYE)
(Muhyiddin Üftade (ks) ve Aziz Mahmud Hüdayi (ks) Hazretleri!)

Bir Bursa seyahatimizde, Ulu Cami’de öğle namazımızı edâ ettikten sonra çıktık. Eşim, arabayı otoparktan alırken, biz biraz çarşı içine doğru yürüdük. Hava çok soğuk… Yolun kenarında soğuktan büzülmüş yaşlı bir teyze dikkatimizi çekti. Önüne serdiği çuvalın üzerinde köy ekmekleri...
“-Ekmeklere buyurun!..” derken göz göze geldik. Bana gülümseyip:
“-Kızım, gel sana da ekmek vereyim!” dedi. Alsam mı, almasam mı diye düşünerek yanına yaklaştım.
“-İki tane verir misin, teyzeciğim!..” dedim. Ekmekleri poşete koyarken:
“-Vaktin varsa, gel yanıma, biraz sohbet edelim.” dedi. “Her zaman senin gibileri nereden bulacağım!” derken etrafındaki kartonlardan bana oturacak bir yer ayarladı. Yanımdaki kızlarıma:
“-Siz de şuraya gelin!” dedi ve başladı anlatmaya…
“-Kızım, benim ömrüm çok çileli geçti. Ama Rabbimden çok râzıyım. O beni, hiç yoktan var edip kulluğa kabul etmiş ve kendini sevdirmiş. Artık çilelerin bir ehemmiyeti kalır mı hiç? Öyle değil mi? Henüz on bir yaşında, otuz bir yaşındaki biriyle evlendirildim. Anam-babam; «Biz çok fakiriz; orada rahat edersin!» diye düşündüler belki de…Hâlbuki gelin gittiğim ev de bizim gibi yokluk içindeydi. Küçük yaşımda hem kayınvâlidemden, hem kayınpederimden, bazen de eşimden şiddet görüyordum. Yediğim dayakların haddi hesabı yoktu. Onlar beni çocuk olarak görmüyor ve bir yetişkinin yapabileceği işleri yaptırıyorlardı bana… Tabiî, gücüm yetmeyince de dayağı yiyordum. Çocukluk yıllarım böyle geçti. Eşim hastaydı, pek çalışmazdı. Gençliğimde âdeta bir erkek gibi, evin bütün yükü bana aitti. Bu arada dört çocuğum oldu. Beyim evlendiğimde bana namaz kılacak kadar sûre ezberletti. Onlarla namaza başlamıştım. On iki yaşımdan beri hep kılarım.” Bu sırada kızıma dönüp:
“-Sen de hiç namazlarını bırakma kızım! Namaz insanın en güzel dosttudur.” diyerek konuşmasına devam etti:
“Bir Ramazan’da imam efendi, hutbede teheccüd namazı kılmanın çok sevap olduğunu söylemişti. Onu duyar duymaz teheccüd namazına başladım. Her gece on iki rekat kılardım. Sonra da ellerimi açar:
“Rabbim, Sen ne güzel bir Rab’sin. Ben Seni çok seviyorum. Sen de beni sev ve sevdiklerine sevdir!” diye duâ ederdim. Bir gün kayınvalidem, felç geçirip yatalak hasta oldu. Hiç kimse bakmaya yanaşmadı. Ben sırf Allah rızası için yıllarca «öf» bile demeden ona baktım. Ölmeden evvel benden helâllik istedi.
“-Ben sana hayatı zehir ettim. Sen ise, bana başa kakmadan hizmet ettin; hakkını helâl et kızım!..” dedi. Ben de:
“-Helâl hoş olsun anacığım. Ben seni mahcup etmek için değil, Allah rızâsı için sana baktım!..” dedim.
Kayınvâlidem vefat edince, kayınpederim yatalak oldu. Aynı şekilde ona da baktım. Hiç yüksünmedim. Onun ardından, zaten hasta olan eşim yatalak oldu. Geçen yıl rahmetli olana kadar da ona baktım. Tam 52 senem böyle geçti. Çok yokluk gördük, kızım!.. Günlerce mutfağımızda tencere kaynamadığı oluyordu. Dağlardan ot toplayıp onları kaynatıp çorba diye çocuklarıma yedirirdim. Çocuklar okula giderken bir gün açlıktan ağlaştılar. İşte o gece teheccüdde:
“-Rabbim, ben Sen’den ve bana verdiğin rızıktan râzıyım. Ama çocuklar açlığa dayanamıyor. Ne olur, onlara yedireceğim helâl bir rızık ikram et!..” diye duâ ettim. Sabah namazından sonra uyumuşum. Rüyamda yanıma beyaz sakallı bir dede geldi. Yanında da orta yaşlarda, güzel yüzlü bir zât vardı:
“-Kızım, ben Bursalı Üftade’yim; yanımdaki de Aziz Mahmud Hüdâyî’dir. Sen, yarından itibaren ekmek pişir ve onu sat! Çocuklarının rızkını temin et!” dedi.
O, arkasını dönüp giderken Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri omzundaki sırığı gösterdi ve:
“-Bak, ben, şeyhim «Ciğer sat!» dediğinden beri, ihtiyacım olmadığı hâlde satmaya devam ediyorum. Senin ise, kazanacağın paraya ihtiyacın var. Ona itaat et!..” dedi ve gitti. Uyandım, saate baktım. Yatışımla kalkışım, neredeyse beş dakika olmuş. Bu rüyanın bir işaret olacağını düşünerek komşulardan borç un aldım ve köy ekmeği yaptım. Bunları satmak için Ulu Câmi’in önüne getirdim. Birkaç tane satınca yanıma yaşlı bir dede geldi:
“-Kızım, ekmek kaç lira?” diye sordu. Ben:
“-Dört lira, dedeciğim.” dedim.
“-İki ekmek sar, bakalım.” dedi ve bana otuz lira verdi. Ben paranın üstünü hazırlamaya çalışırken, dede:
“-Üstü kalsın, sana sermaye olsun!..” dedi ve gitti.
Akşama kadar güzel satış yaptım. Çok sevinçliydim, birkaç ekmek kaldı, onu da yolda satarım düşüncesiyle ekmek bohçamı toplayıp giderken orta yaşlarda bir adam, önüme geçip kollarını açtı:
“-Teyze, ne satıyorsun?” dedi. Ben de:
“-Ekmek satıyorum.” dedim.
“-İki tane de bana verir misin?” diye sordu.
“-Tabiî oğlum.” dedim ve bohçadan iki ekmek çıkarıp verdim. O da otuz lira verdi.
“-Üstü kalsın, sermaye yaparsın.” dedi ve uzaklaştı.
Kalan iki ekmekle eve döndüm. Kazandığım paranın bir kısmı ile un, tuz vs. aldım. Çocuklara güzel yemekler hazırladım. Uzunca aradan sonra, doğru düzgün yemek yemenin sevincini hep beraber yaşıyorduk. Yatsı namazını kılıp Allâh’a hamd ettim. Çok yorulmuştum. Usulca yatağıma kıvrıldım; birden aklıma benden ekmek alan yaşlı adam ve genç olanı geldi. İkisi de otuz lira vermiş ve farklı zaman dilimlerinde aynı şeyi, yani “paranın üstünü sermaye yapmamı” söylemişlerdi. Ve ikisinin de sîmâsını tanıyor gibiydim. O an aklım başıma gelmişti; bir gece evvel rüyamda gördüğüm Üftâde Hazretleri ile Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri’ydi onlar… “O an nasıl aklıma gelmedi?” diye kendime kızdım. Bu yaşadığım hadisenin tesirinden yıllardır kurtulamadım. Allah, yıllarca sabrettiğim için bana dostlarıyla yardımını göndermişti. Kazandığım ekmek parası ile çocuklarım aç kalmıyordu, ama elime geçen para da mutfak ihtiyacından başka hiçbir şeye yetmiyordu. Aylardır kiramızı ödeyemiyorduk. Ev sahibinin tahammülü kalmamıştı. Bir gün kapımıza dayandı ve:
“-Artık evden çıkın!..” dedi. Nereye gidebilirdim? Eşyamı taşıtacak param bile yoktu. O gece teheccüde kalktığımda, 12 yaşımdan beri yaptığım gibi on iki rekât namaz kıldım. Ardından Rabbime niyaz ettim. Sabah namazından sonra uyuyunca, aylar sonra yine Üftâde Hazretleri rüyama teşrif etti. Bana bir ev adresi verdi.
“-Bu adreste sana ayırdığımız ev var. Hatta benim evime çok yakın!.. Orayı git, satın al!..” dedi.
Kollarını açıp evin nerede olduğunu, içini dışını, her şeyini gösterdi. Uyanınca şaşkındım. “Gerçekten böyle bir ev var mı ki?” diye düşündüm. Bana söylediği adres aklımdaydı. Unutmadığıma göre, Allah dostlarına îtimat edip gidip bakmalıyım, dedim ve verilen adrese gittim. Gerçekten dün rüyamda bana gösterilen ev, karşımda duruyordu. Çok sevinmiştim. Kapıyı tıklatıp evlerinin satılık olup olmadığını sordum.
“-Satılık!” dediler, ücretini söylediler. Ben de onlara:
“-Tamam, ben parayı ayarlar ayarlamaz gelirim!” dedim.
Fakat kendi evime dönerken o söylenen miktarı hiçbir zaman bulamayacağımı biliyordum. Üç ay tanıdıklarımdan bulmaya çalıştım, ama kızım, kimse fakirin dostu olmuyor işte... Bir türlü bulamadım. Bir taraftan da “zaten üç ay geçti, başkası o evi almıştır!” diye düşünüyor ve üzülüyordum. Arada evine temizliğe gittiğim yaşlı bir dede vardı. Bir gün telefon açıp beni temizliğe çağırdı. Evine gittim, temizliğini yaptım. Bahçe işlerinde de yardımcı oldum, bana:
“-Kızım, yıllarca bize hizmet ettin. Artık bizim vademiz dolmak üzere!.. Bize çok hakkın geçti. Ölmeden önce sana bir iyilik yapmak istiyorum. Bir şeye ihtiyacın var mı?” diye sordu. Ben de:
“-Duânıza muhtacım, amcacığım… Zaten sen yaptıklarımın hep ücretini ödedin. Bir hakkım yok!..” desem de ısrar etti. Ben de rüyamı anlatıp Üftâde Hazretleri’nin gösterdiği evden bahsettim.
“-Müsait olursanız ona gönlünüzce katkıda bulunabilirsiniz!..” dedim. O:
“-Ev kaç paraymış?” dedi. Ben de ev sahibinin istediği fiyatı söyledim.
“-Üftâde Hazretleri’nin emri başımız üstüne!..” deyip evin bütün ücretini verdi.
Üftâde Hazretleri’nin himmeti, dedenin yardımı ile Allah bizi bir zorluktan daha kurtarmış oldu, elhamdülillah! Eve taşındım. Evimin hemen yanında bir harâbe vardı. İki yıl sonra Belediye gelip etrafını çevirdi ve restorasyona başladılar. Bitince şaşırdık. Çok güzel bir tekkeymiş meğer... Orada çalışan işçilere:
“-Burası ne tekkesiymiş?” diye sordum. Onlar da:
“-Burası, Üftâde Hazretleri’nin evi ve talebelerini yetiştirdiği tekke!..” dediler.
Gerçekten o an bir kez daha titredim. Üftâde Hazretleri, bana evimi gösterirken:
“-Benim evimin yanında!..” demişti. Gerçekten Allah dostlarının tasarrufu, Allâh’ın izni ile üzerimizde...
Aman yavrularım, bunlar hep teheccüd namazlarının ardından edilen gözü yaşlı duâların geri çevrilmediğini gösteriyor. 52 yıldır, elhamdülillah, hiç terk etmedim. Geçen yıl da hem okuma-yazma öğrendim, hem de güzel kitabımız Kur’ân’ı öğrendim. Şimdi her gece teheccüd namazından sonra Yâsîn Sûresi’ni okuyorum. Bütün ölmüşlerime, özellikle beni küçük yaşlarımda çok döven ve çocuk olduğum hâlde beni evlendiren ana-babacığıma hediye ediyorum. Allah’a, onları affetmesi için duâ ediyorum. Ben bana yapılanları unuttum.”
Bu sırada kızım:
“-Teyze, benim öyle annem-babam olsaydı, onlara hiç duâ etmezdim!..” dedi. O da:
“-Olur mu yavrum, annem-babam olmasa ben dünyaya nasıl gelecektim?! Onların vesîlesi ile dünyaya geldim ve Rabbime kul, en önemlisi güzel Peygamberimize ümmet oldum. Yoksa bu nimetleri kaçıracaktım. Bu, iki dünyanın en büyük nîmetidir. Ben Peygamberimi çok seviyorum. O’nun çektiği çileler yanında, benim çektiğim ne ki... Bazen O’nu -sallâllâhu aleyhi ve sellem- o kadar çok özlüyorum ki, yüreğim yanıyor. Hasretle çağırıyorum. Rüyalarıma geliyor. O’nu görünce bu dünyanın çilelerini unutup gidiyorum. Allah, O’nun yolundan bizi ayırmasın!..” diye cevap verdi.
(Şebnem Dergisi, Ağustos 2014, Halime Demireşik)

Çevrimdışı eml48

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 6.753
  • 25.449
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 6.753
  • 25.449
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 27 May 2015 14:41:34
Bir terzi, sâlihlerden bir zâta:

“–Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in; «Allah Teâlâ, kulunun tevbesini, canı boğazına gelmediği müddetçe kabul eder.» (Tirmizî, Deavât, 98) hadîs-i şerîfi hakkında ne buyurursunuz?” diye suâl eder.

O zât da sorar:

“–Evet, böyledir. Fakat senin mesleğin nedir?”

“–Terziyim, elbise dikerim.”

“–Terzilikte en kolay şey nedir?”

“–Makası tutup kumaşı kesmektir.”

“–Kaç seneden beri bu işi yaparsın?”

“–Otuz seneden beri.”

“–Canın gırtlağına geldiği zaman, kumaş kesebilir misin?”

“–Hayır, kesemem.”

“–Ey terzi! Otuz senedir kolayca yaptığın bir işi, o zaman yapamazsan, ömründe hiç yapmadığın tevbeyi o an nasıl yapabilirsin? Bugün gücün yerinde iken tevbe eyle! Yoksa son nefeste istiğfar ve hüsn-i hâtime nasip olmayabilir. Sen hiç; «Ölüm gelmeden evvel tevbe etmekte acele ediniz!» (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, V, 65) sözünü işitmedin mi?..”

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.303
  • 223.476
  • 28.303
  • 223.476
# 28 May 2015 10:44:03
Bir grup kariyer yolunda ilerleyen yeni mezun, eski üniversitelerindeki profesörlerini ziyaret için bir araya gelirler. Sohbet, sonunda işin ve hayatın stresinden şikâyetleşmeye döner.

 Misafirlerine kahve ikram etmek isteyen profesör mutfağa gider ve yanında büyük bir termos içinde kahve ve porselen, plastik, cam, kristal olmak üzere değişik tarzda ve ucuz görünenden, pahalı ve hatta çok özel olanlarına kadar değişik kahve bardakları ile gelir.

 Herkes bir bardak secince, profesör şöyle söyler : 'Fark ettiyseniz, tüm pahalı görünen bardaklar alındı ve geriye ucuz görünümlü, sade bardaklar kaldı.

 Kendiniz için en iyi olanı istemeniz normal olsa da, bu sizin stresinizin ve problemlerinizin kaynağı aslında. Emin olun ki, bardağın kendisi kahvenin kalitesine hiç bir şey katmaz.

 Çoğu zaman, sadece daha pahalıdır ve hatta bazı durumlarda da içtiğimizi saklar! Hepinizin aslında istediği kahveydi, bardak değil, ama bilinçli olarak en iyi bardaklara yöneldiniz ve sonra birbirinizin bardağına bakmaya başladınız.

 Hayat kahveye benzer, is, para ve toplumdaki konumunuz da bardaklar.
 Onlar hayati tutmak için sadece araçlardır ve seçtiğimiz bardak
yasadığımız hayatin kalitesini belirlemediği gibi değiştirmez de.

 Bazen sadece bardağa odaklanarak Yaratanin sunduğu kahvenin tadını
çıkarmayı unuturuz. Kahvenizin tadına varın!

 En mutlu insanlar her şeyin en iyisine sahip değildirler. Sadece her şeyin en iyi şekilde tadını çıkartırlar.

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 30 May 2015 21:36:25
Yavuz Sultan Selim Han ve Hizmetçi Kız / Derdi olan neylesin?
Yavuz Sultan Selim Han, Mısır’ı fethettiğinde bir süre orada kalır. İdareyi eline alıp kendi hâkimiyetini yerleştirmek için bu elzemdir. Bu sırada bir çadırda kalıyordur. Çadırı süpürüp temizleyen, yemeği yapan Mısırlı bir cariye vardır ki, Yavuz Selim Han sabah çıkınca, cariye geliyor, akşama kadar çadırı temizleyip yemekleri hazırlayıp gidiyor, akşam olunca da Yavuz Selim Han çadırına dönüyor. Cariye nasıl olduysa bir kaç defa Yavuz Sultan Selim Hanı görür ve Ona âşık olur. Lâkin ümitsiz bir aşk. Zira bir tarafta koskoca Cihan Padişahı Halife-i Rûy-i Zemin, diğer tarafta basit bir cariye…

Fakat cariyenin aşkı dayanılmaz seviyeye ulaşıp da kalbine sığmaz hale gelince, ne yapacağını bilemez halde Halifeye açılmaya karar verir. Lâkin aradaki uçurum cariyeyi iyice çıkmaza sokar ve kararsız hale getirir. Bir yandan aşkının dayanılmaz baskısı, diğer yandan aradaki devâsâ farkın kendini engellemesi arasında bocalayan cariye Halifenin karşısına çıkma cesaretini kendinde bulamadığından, yazıyla ilân-ı aşk etmeye karar verir. Ve üç kelimelik bir not yazarak Halife hazretlerinin yatağına bırakır. Notta sadece üç kelime yazılıdır:

“Derdi olan neylesin?
Akşam çadırına gelip de yatağının üzerinde küçük bir kağıt parçası bulan Yavuz Sultan Selim Han, kağıdı okuyunca bu notu yazanın, çadırını süpüren cariye olduğunu anlar. Ve kâğıdın arkasına cevabını yazar:

“Derdi neyse söylesin.”

Kâğıdı aynı yere bırakır. Sabah olunca da çıkıp gider. Bir müddet sonra Cariye temizlik için çadıra geldiğinde ilk iş olarak kâğıdı arar. Kâğıdı bıraktığı yerde duruyor bulur. Kaparcasına kâğıdı alıp okuduğunda heyecanı bir kat daha artar. Halifenin cevabından cesaretlenen cariye, kâğıdı çevirip dünkü notunun altına şu cümleyi ekler:

“Korkuyorsa neylesin?”

Akşam olur. Halife çadıra döner. Kâğıdı okur ve cevabı yazar:

“Hiç korkmasın söylesin.”

Sabah bu cevabı okuyan cariye artık kararını vermiştir: Aşkını bu akşam halifeye söyleyecek. Ne olacaksa olsun artık. Ve o gün temizliği bitirdiği halde gitmeyip Halifeyi beklemeye başlar. Yavuz Sultan Selim Han akşam çadıra dönünce cariyeyi kendisini bekler bulur. Cariye, Halifeyi görünce hemen ayağa kalkıp temenna durur. Yavuz Selim Han “Buyurunuz, sizi dinliyorum” deyince, cariye bütün cesaretini toplamaya çalışırken, titreyen ellerini gizlemek için elleriyle dirseklerini tutarak kollarını kavuşturur. Heyecandan yüzü kıpkırmızı olmuştur. Kalbi yerinden fırlarcasına atarken, titrek ve mahcup bir sesle: “Efendim…” der. “Cariyeniz…” ve cümlesini tamamlayamadan “Allah!” diye feryad ederek yığılıp kalır. Kalbine sığmayan aşkını söyleyemeden ruhunu teslim eden cariyenin, bu tertemiz aşkı karşısında Koca Halife gözyaşlarını silerek etrafındakilere şöyle der:
“Gerçek aşkı şu cariyeden öğrenin. Zira âşık, mâşukunun yolunda olur ve o yolda ölür.”

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.303
  • 223.476
  • 28.303
  • 223.476
# 31 May 2015 07:41:05
Yaşlı bir adama sokakta yürürken bisikletli çarpmış ve hafif yaralanmış.
Etraftakiler hastaneye götürmüşler.
Hemşireler, röntgen çekerek her hangi bir kırık veya çatlak olup olmadığını inceleyeceklerini söylemişler.

Yaşlı adam huzursuzlanmış; "acelesi olduğunu, röntgen istemediğini" söylemiş.
...Hemşireler merakla acelesinin nedenini sormuşlar.

"Eşim huzur evinde kalıyor. Her sabah birlikte kahvaltı etmeye giderim, gecikmek istemiyorum" demiş.
Hemşire "Eşinize haber iletir gecikeceğinizi söyleriz" diyince;

Yaşlı adam üzgün bir ifade ile:
"Ne yazık ki karım Alzheimer hastası hiç bir şey anlamıyor,hatta benim kim olduğumu dahi bilmiyor" demiş.

Hemşireler hayretle:
"Madem sizin kim olduğunuzu bilmiyor neden hergün onunla kahvaltı yapmak için koşuşturuyorsunuz?" diye sormuşlar.

Adam cevaplamış:
"Ama ben onun kim olduğunu biliyorum.."

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 31 May 2015 13:42:47
Bir Çin prensi tahta çıkacaktı ama yasalara göre, daha önce evlenmesi gerekiyordu.

Uygun bir aday bulmak için bölgedeki genç kızları huzuruna çağırdı.
Saraydaki hizmetçilerden birinin kızı prensi çok seviyordu. O da prensin huzuruna çıkmak istedi. Annesinin uyarılarını dinlemedi, çünkü sevdiği adamı bir kere bile görmek onu mutlu edecekti.

Beklenen gece geldi. Genç ve güzel kızlar en güzel giysilerini giymişler, süslenmişler, kendilerini beğendirmek için her çareye başvurmuşlardı. Prens kızlara birer tohum verdi. Bunu saksılarına dikmelerini, altı ay sonra gelmelerini söyledi.

En güzel çiçeği yetiştiren kızı kendine eş olarak seçecekti. Herkes tohumu alıp heyecanla evlerine geri döndü.

Genç kız da kendisine verilen tohumu alıp saksıya ekti. O kadar bakmasına, özenmesine karşılık toprakta tek bir filiz bile görünmedi. Her şeyi denedi, uzmanlara danıştı ama bir fayda göremedi.
Altı ay dolmuştu ama saksı hâlâ bomboştu.

Prens sunacağı bir çiçek olmadığı halde gene de belirtilen gün ve saatte boş saksıyla saraya gitti. Oysa diğer kızlar güzel çiçekli saksılarla gelmişlerdi…

Sonunda beklenen an geldi. Prens salona girdi, kızların arasında dolaştı, saksıları birer birer inceledi. Hizmetçinin kızını kendine eş olarak seçtiğini duyurdu.
Herkes şaşırmıştı. Diğer kızlar bu karara tepki gösterdiler, itiraz ettiler. Boş saksıyla gelen kız nasıl eş olarak seçilirdi? Prens durumu şöyle açıkladı:

“Bu genç hanım en değerli çiçeği yetiştirip bana sundu. O çiçeğin adı dürüstlük çiçeğidir. Çünkü sizlere dağıttığım tohumların hepsi sahteydi ve çiçek açmaları olanaksızdı.”

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 02 Haz 2015 22:15:42
'Mendil alır mısın abi?'' dedi, kirli ama güzel yüzüyle.
''Yok'' dedim, ''Sağ ol, sağ ol, benim var''
''Olsun sonra kullanırsın'' dedi titrek sesiyle.
''Peki'' dedim, ''Ver bir tane''
Uzattım parayı, sevindi. ''Mendil kalsın'' dedim, gücendi.
''Olmaz öyle şey, ben dilenci değilim''
''Peki'' dedim, ''Peki, kızma''
Aldım mendili elinden sordum: ''Adın ne senin?''
''Murat'' dedi, ''Murat ama arkadaşlar 'İnce', der zayıfım ya hani.''
''Annen, baban yok mu senin?''
''Bilmem, vardır herhalde. Hiç görmedim ki.''
''Peki nerede yaşıyorsun sen? '' dedim.
''Her yerde'' dedi, hem de gülerek...
''Nasıl yani her yerde?''
''Öyle sınırlamıyorum kendimi sizler gibi'' dedi ve patlattı kahkahayı.Haksız da sayılmazdı hani...
''Kimden alıyorsun sen bu mendilleri?''
''Sakallı Mehmet Amca'dan''
''Kaçtan veriyor sana tanesini?''
''İkiyüzelli'den''
''Peki sen ne kazanıyorsun mendil başına?''
''Ee!.. İkiyüzelliii''
''Ne yani hiç para almıyor mu Mehmet Amca'n senden?'' diye sordum şaşkınlıkla.
Biraz kızgın baktı yüzüme: ''Siz hep böylesiniz zaten, karşılıksız iyilikten anlamazsınız.''
''Niye ki?'' dedim, anlattı:
''Bir keresinde bir abla ağlıyordu, 'Abla mendil alır mısın?' diye sordum, 'Defol!...' diye bağırdı bana. Oysa, oysa vallahi satmayacaktım ben ona, gözyaşlarını silsin diye vermiştim mendili. Anlamadı... Ama ben yine de gizlice koydum çantasına.''

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.303
  • 223.476
  • 28.303
  • 223.476
# 02 Haz 2015 22:21:20
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
'Mendil alır mısın abi?'' dedi, kirli ama güzel yüzüyle.
''Yok'' dedim, ''Sağ ol, sağ ol, benim var'' ''Olsun sonra kullanırsın'' dedi titrek sesiyle.
''Peki'' dedim, ''Ver bir tane'' Uzattım parayı, sevindi. ''Mendil kalsın'' dedim, gücendi.
''Olmaz öyle şey, ben dilenci değilim'' ''Peki'' dedim, ''Peki, kızma'' Aldım mendili elinden sordum: ''Adın ne senin?'' ''Murat'' dedi, ''Murat ama arkadaşlar 'İnce', der zayıfım ya hani.'' ''Annen, baban yok mu senin?'' ''Bilmem, vardır herhalde. Hiç görmedim ki.'' ''Peki nerede yaşıyorsun sen? '' dedim.
''Her yerde'' dedi, hem de gülerek...
''Nasıl yani her yerde?'' ''Öyle sınırlamıyorum kendimi sizler gibi'' dedi ve patlattı kahkahayı.Haksız da sayılmazdı hani...
''Kimden alıyorsun sen bu mendilleri?'' ''Sakallı Mehmet Amca'dan'' ''Kaçtan veriyor sana tanesini?'' ''İkiyüzelli'den'' ''Peki sen ne kazanıyorsun mendil başına?'' ''Ee!.. İkiyüzelliii'' ''Ne yani hiç para almıyor mu Mehmet Amca'n senden?'' diye sordum şaşkınlıkla.
Biraz kızgın baktı yüzüme: ''Siz hep böylesiniz zaten, karşılıksız iyilikten anlamazsınız.'' ''Niye ki?'' dedim, anlattı:
''Bir keresinde bir abla ağlıyordu, 'Abla mendil alır mısın?' diye sordum, 'Defol!...' diye bağırdı bana. Oysa, oysa vallahi satmayacaktım ben ona, gözyaşlarını silsin diye vermiştim mendili. Anlamadı... Ama ben yine de gizlice koydum çantasına.''

 :o ??? :-\

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.303
  • 223.476
  • 28.303
  • 223.476
# 03 Haz 2015 17:35:00
iNTİHAR EDEN DELİKANLI (MUTALAKA OKUYALIM!!)

Delikanlının birini acil servise getirdiler. Bir kutu ilaç içip intihara kalkışmıştı. Delikanlının ailesi ve arkadaşları oradaydılar. Doktor muayene ettikten sonra kötü haberi verdi:
-Maalesef kurtulamayacak, şansı çok az!
Kadınlar çığlığı bastı, göz yaşları erkeklerin gözlerinden sel oldu aktı. Hasta yakınlarının hastanın odasına girmesine izin verilmedi. Koridorda sabaha kadar ağlaştılar. Doktora yeniden ve yeniden sordular:
-Hiç umut yok mu?
-Neredeyse yok!
Doktor hastanın yanına girdi. Delikanlı gözünü zor açıyordu:
-Yaşayabilecek miyim doktor bey ?
- Yaşama şansın düşük, gözlerini kapatırsan bir daha açamayabilirsin.
Delikanlı koridordan gelen çığlık seslerini, ağlaşmaları duydukça içi parçalanıyordu. Meğer onu ne çok seven vardı. İntihar etmekte ne kadar da aptallık etmişti. Can tatlıydı. Ölmemek için dua ediyordu.
O gece ne delikanlı için ne de yakınları için geçmek bilmedi. Sabah doktor yeniden delikanlının yanına geldi:
-Görüyorum da ölmemişsin!
-Doktor bey yaşama şansım ne kadar ?
-Yakınlarını ne kadar üzdüğünün farkına vardın mı? Ya da Allah’ın verdiği canı kıymaya kalkarak ne denli bir hata yaptığını anladın mı? Ölseydin hem yakınlarını acıya boğacak hem de cehenneme gidecektin. Merak etme ölmeyeceksin ? Sadece vitamin içmişsin, hatanı anla diye korkutmak istedim sadece.
Doktor delikanlının yaşayacağı müjdesini yakınlarına da verdi. Hep birlikte sevinç çığlıkları attılar.
Allah'ın verdiği canı yalniz Allah alır. Rabbim herkese doğru yolu görmeyi nasip etsin..

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK