İbretlik Hikayeler

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.322
  • 223.646
  • 28.322
  • 223.646
# 11 Tem 2015 18:23:34
Okumalısınız...

Fırına geldiğimde ortalıkta ekmek görünmüyordu. Eski bir
dostum olan fırıncı,"Biraz bekleyeceksin hocam," dedi.
"İki-üç dakikaya kadar çıkartıyorum."

Kenardaki tabureye oturup beklemeye koyulurken, içeriye
yaşlıca bir adamın girdiğini gördüm. Eskimiş ceketinin sol
yakası altında bir madalya parıldıyor ve yürürken hafifçe
topallıyordu. Selam verdikten sonra, fırıncının tezgahına
yaklaşarak, "Ekmeklerimi alayım," dedi.
"Benim ikizler acıkmıştır."

Fırıncı, adamın kendesine uzattığı torbayı alarak tezgahın
altına eğildi ve bir gün öncesine ait olduğu anlaşılan
ekmeklerden dört-beş tane çıkardı.

Ben o arada oturması için kendi yerimi o adama vermiş,
tezgahın yanına iyice yaklaşmıştım. Ekmeklerden birkaç
tanesinin şekli değişmiş, katılaşmış, taş gibi olmuştu.

Fısıltı şeklinde fırıncıya sordum. Neden taze ekmeği
beklemesini söylemiyorsun? Biraz sonra çıkacak ya!..

"Bayat ekmekleri kendisi istiyor." dedi fırıncı. "Çok fakir
olduğundan, ona yarı fiyatına veriyorum."

"Kim bu adam?" diye sordum.

"Kore gazilerinden " dedi. "Oğluyla gelini bir trafik kazasında
vefat edince, ikiz torunlarını yanına almıştı. Yıllardır
onlara bakıyor, hem de çok az bir maaşla."

Fırıncının anlattıkları karşısında içimin yandığını hissediyor ve
ufak da olsa bir şeyler yapmak istiyordum.

"Aradaki farkı ben vereyim," dedim. "Hiç olmazsa bugün
taze ekmek yesinler." Fırıncı, teklifimi kabul etti ve biraz
sonra da, fırından yeni çıkan taze ekmekleri adamın torbasına
doldururken şekli bozuk, bayat ekmekleri de tezgahın altına koydu.

"Çok şanslısın hacı amca," dedi. Çocuklar için sana
bugün pasta gibi ekmek vereceğim."

Yaşlı adam, bir evlat sevgisiyle kucakladığı torbayı
göğsüne bastırırken. "Allah, senden razı olsun evladım" dedi.
"Bugün onların doğum günü olduğunu nereden biliyordun?" :'( :'(

Biz Seni Görmeden Sevdik Ey Sevgili (s.a.v.)

Gönülden Damlalar

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.322
  • 223.646
  • 28.322
  • 223.646
# 12 Tem 2015 09:28:54
ÖRÜMCEK AĞI
Dünya hayatında hep kötülük işleyen bir adamı ölünce cehennem kapısında bir melek karşıladı.
Melek adama şöyle seslendi:
"Hayatta iken tek bir Gün bile birisine iyilik yaptıysan
buraya girmeyeceksin. "
Günahkar adam uzun süre düşündükten sonra,
bir keresinde ormanda gördüğü örümceği hatırladı.
Balta girmemiş ormanda yürürken
önüne bir örümcek ağı çıkmıştı.
Adam ağı bozmamak ve örümceği ezmemek için
o gün yolunu değiştirmişti.
Heyecan içinde o günü meleğe anlattı.Melek adama gülümsedi ve ardından elini şaklattı. Gökten bir örümcek ağı inmişti. Adam bu ağa tutunarak cennete girebilecekti. Adam neşe içinde ağa tırmanırken cehennemden bazıları da bu ağa tutunarak cennete gitmeye çalıştılar. Ama adam ağın o kadar çok insanı taşımayacağından korkarak onları itmeye başladı.
Tam o sırada ağ gerçekten koptu ve diğerleri ile birlikte adam da cehenneme düştü.
"Yazık" dedi melek.
"Bencilliğin, hayatında işlediğin tek iyiyi de kötülüğe döndürdü.O insanlara şefkat gösterebilseydin eğer, ağın herkesi taşıyabileceğini de görecektin."
Unutmayin !!!
Bir mum, diger mumu tutuşturmakla ışığından
bir sey kaybetmez...

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 12 Tem 2015 15:48:06
Kanuni Sultan Süleyman Han'ın Fransa Kralı François'e Mektubu

Ben ki;
Sultan-ı Salâtin-i zaman, Burhân-i Havakın-i Avân, Tâc-bahs-i Husrevân-i Cihan, Zillullâhi'l-meliki'l-mennân Akdeniz'in ve Karadeniz'in ve Rumeli'nin ve Anadolu'nun ve Şam ve Halep ve Karaman ve Rûm'un ve vilâyeti-i Dulkadriye'nin ve Diyârbekir'in ve Azerbaycan ve Van'ın ve Budun ve Tamisvar vilâyetlerinin ve Mısır'ın ve Mekke'nin ve Medine'nin ve Kudüs'ün ve Halilü'r-Rahmânin külliyen diyâr-i Arab'ın ve Yemen'in ve Bağdad ve Basra ve Cezayir vilâyetlerinin ve dahi nice memleketlerin ki âbâ-i kiram ve Ecdâd-i izamim -enârallâhü berâhinehüm- kuvvet-i kahire ile fetheyledikleri ve Cenabı-i Celalet-meâbim dahi tig-i âtes-bâr, simsîr-i zafernigârim ile fetheyledigim nice diyarın sultanı ve pâdişâhı Hazret-i Sultan Bayezıd oğlu Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman Şah Han'ım!

(Ben ki;
Akdeniz'in ve Karadeniz'in ve Rumeli'nin ve Anadolu'nun ve Karaman'ın ve Rum'un ve Dulkadir Vilayeti'nin ve Diyarbakır'ın ve Kürdistan'ın ve Acem'in ve Şam'ın ve Halep'in ve Mısır'ın ve Mekke'nin ve Medine'nin ve Kudüs'ün ve bütün Arap diyarının ve Yemen'in ve daha nice memleketlerin ki, yüce atalarımızın ezici kuvvetleriyle fethettikleri ve benim dâhi ateş saçan zafer kılıcımla fetheylediğim nice diyarın sultanı ve padişahı Sultan Bayezıd Hân oğlu, Sultan Selim Han oğlu, Sultan Süleyman Han'ım!)

Sen ki;
Françe vilayetinin kralı Françesko'sun...
Sultanların sığınma yeri olan kapıma, adamın Frankipan ile mektup gönderip, memleketinizin düşman istilâsına uğradığını, hâlen hapiste olduğunuzu bildirip, kurtulmanız hususunda bu taraftan yardım ve medet istemişsiniz. Her ne ki demiş iseniz benim yüksek katıma arz olunup, teferruatıyla öğrendim.
Padişahların bozguna uğraması ve hapsedilmesi acayip değildir. Gönlünüzü hoş tutup, hatırınızı incitmeyiniz. Bizim ulu ecdadımız, daima düşmanı kovmak ve memleketler fethetmek için seferden geri kalmamıştır. Biz dahi onların yolundan yürüyüp, her zaman memleketler ve kuvvetli kaleler fetheyleyip gece, gündüz atımız eğerlenmiş ve kılıcımız kuşanılmıştır. ALLAH hayırlar versin ve iradesi neyse o olsun. Bunun dışındaki vaziyet ve haberleri adamınızdan sorup öğrenesiniz.

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 12 Tem 2015 15:52:41
BİR ASKERİN SİPERDEKİ İLK GECESİ...
<< Çanakkale'den Asker Mektupları>> (1915)

Sevgili Kardeşim Müfit Necdet'e,
Başları göklere doğru uzanmış, dağların üzerinde kartallar gibi uçuşan bulutlar, altın kurdelelerle işlenirken muhitin sükûn ve sükût ile titreyen kalbinde, karanlıkları yaran, zulmetlere meydan okuyan bir seda yükseldi.
"Silâh başına!..."
Bu emir bir kaç şahısta, bir kaç ağızda tekrar ederek, yansıdı. Artık gölgeler dolaşıyor, fısıltılar çoğalıyor, bazen kısa, sert ve keskin emirler duyuluyordu. Mahmur gözler, arslan yürekler, cesur yiğitler karşılaştıkça, bir nakarat gibi; "düşman taarruz ediyormuş" deniliyor ve bu cümleyi hafif alaycı bir tebessüm takip ediyordu. Hiç bir yerde, hiç bir kimsede olağanüstülük, heyecan görülmüyordu. Ölüme karşı gitmeye hazırlanan bu cesur kahramanlar üzerinde küçük bir tereddüt bile hissedilmiyordu. Yalnız sükûn ve intizamla çalışan, düşmana karşı koyacak, ölümle çarpışacak fakat vatanı kurtarmaya azmetmiş, milletin namusuyla eğlenen, yurdun, Türk'ün mukaddesatıyla eğlenen, küçük görmek isteyen düşmanı kahredecek, şanlı bir destan ve kahramanlık görülüyordu. Genç subaylar kılıçlarını kuşanıyor, azimkar gözlerle düşman istikametindeki yıldızlardan haberler sezmeye uğraşıyordu.
Bunlar da benim gibi, hepsi de genç, hepsi de yeni terfi etmiş, henüz gençlik devresinin ateşli ihtiraslarını yenmeden, gençliğin zevk ve emellerine doymadan, vatanın bağrında, alçalmış çizmelerle, boşa yürüyen düşmana haddini bildirmek için, namuslarına tecavüz edilmiş milletdaşlarının, hakaret görmüş kardeşlerinin intikamını almak için, din için. namus için, vatan için istikballerini çiğneyerek yurdun istikbali uğrunda hudutlara koşmuşlardı.
Ay, doğudan nurlu saçlarını dökerek, altın ışıklarıyla yolumuzu aydınlattı. Kâinatın boşluklarında hüzünler, elemler dolaştı. Gözler ilerde, tüfekler omuzda herkesin kalbinde nur ve iman fikrinde, din ve vatan endişesi içerisinde, Kuzey Yıldızı 'nın izini takip ederek ilerliyordu. Uzaklardan duyulan bir kaç silâh sesi, gecenin sessiz hüznünü yırtarak etrafa dağıldı.
Önde cüretkâr adımlarla yürüyen dinç, vakarlı subaylar, arkasında gözleri vatanın her tarafına sokulmak isteyen düşmana; şimşekler, ateşler saçan bir kıta. Bunlar ayaklarının hareketiyle meydana gelen küçük, hafif çıtırtıları duymayarak, mehtabın ışıklarından sabahın olduğuna hükmeden bülbüllerin ötüşlerine asla ehemmiyet vermeyerek, etrafın yeşil ormanlıkları arasından gösterilen istikamette, düşmanı kahretmek için ilerliyordu. Sert, kısa ve emredici bir ses, gecenin mahmur karanlığı üzerinde uçuştu:
"İstikamet 34 nolu savunma noktası!... "
Başlar sola, ayaklar sola, mangalar sola döndü. Artık yüksek, çetin, çakıllı, manalı bir dağ tırmanılıyordu. Mesafenin verdiği yorgunlukla terleyen yüzümü, beyaz "Mim" markalı mendile silerken, kalbimde saklayamayacağım bir acı duydum. Ruhum ezildi. Gözlerimde hayaller, beynimde birer birer mazinin tatlı hatıraları dolaştı. Batıya döndüm, İstanbul'un beyaz ufuklarına doğru üç senedir hasret çektiğim bir mevcudiyetin hayaline yemin ettim. "Vatanı düşman ayakları, camileri haç gölgeleri altında görmektense, genç hemşirelerin namusları ayak altına alınmak, ihtiyar annelerin beyaz saçları hakaret edilmektense, senin; özellikle senin, Ey güzel hayal!; düşman kucağında çırpındığını duymaktansa, şu yüksek tepenin bulutlara karışmış zirvelerinde bayrağım gibi kırmızı kanlara boyanarak ölümü isterim" dedim. Ettiğim bu yemini uzaklardan duyulan düşman mermilerinin boğuk sesleri tekit etti. Yüksek, hâkim semalara karışan tepenin oyulmuş bağrında girdiğimiz siperlerden; önümüzde gümüş pırıltılarla akan derenin parıltısı; tabiatın mehtap ile konuşması görülüyor ve hissediliyordu.
Önümüz toprak, arkamız toprak, her yanımız toprak ve kim bilir ihtimal bir kaç saat sonra büsbütün bu topraklara gömülmek için hayata veda edecektik. Fakat hayır! Mukaddesatımı çiğnemek isteyen, Kabe'me haçlar yerleştirmek isteyen, bu sefil düşman leşlerinden kan abidesi ve zafer teşkil etmeden ölmeyeceğim. Gözlerimde beyaz ve güzel bir hayal, ellerimde ölüm püsküren küçük ve yuvarlak bombalar olduğu hâlde yürüdüm ve atıldım. İlk bombayı sevgilim nâmına ateşlerken batıya, onun diyarına bulutlarla selâmlar, hürmetler yolladım."

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.322
  • 223.646
  • 28.322
  • 223.646
# 12 Tem 2015 23:19:58
Meleklerin Tebrik Edeceği İbadet…| Bir Kıssa in Hisse
Bir gün Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem kalkıyor, kızı Fatıma’nın evine geliyor.
Eve girdiğinde görüyor ki, Fatıma Validemiz oturmuş elinde beyinin elbisenin söküğünü dikiyor. Ayağıyla da Hz. Hasan’ın beşiğini sallıyor, ağzıyla da Kur’ân-ı Kerim okuyor.
Bu haldeyken Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, içeri girinci hemen Fatıma Validemiz,
“Buyur babacığım” diye ayağa kalkıyor…
Ama Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, “Kalkma kızım, otur otur” diyor, ısrar ediyor, ama Fatıma Validemiz ayağa kalkıyor. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, buna rağmen, “Keşke otursaydın” diye ısrar edince, Fatıma Validemiz de merak ediyor:
“Babacığım, sen gelirsin de ben sana ayağa kalkmaz olur muyum?Niye otursaydım ki ?
Efendimiz Sav, Fatıma’nın oturma sebebini şöyle anlatır:
-Kızım, hanımlar çok bahtiyardırlar, mesutturlar, kazançlıdırlar.
Ben kapıdan içeri girdiğim zaman buranın meleklerle dolu olduğunu gördüm.
Babacığım, bu kadar melek niçin gelmiş buraya?
Her birisi de bir başka sebepten gelmişti senin evine. Sen elinle kocanın elbisesinin yırtığını dikiyorsun, hizmet ediyorsun, işte meleklerin bir kısmı senin kocana hizmet edişinden dolayı gelmişlerdi. Bir hanımın gönül rızasıyla kocasına hizmet etmesi meleklerin tebrik edeceği bir ibadettir.
Diğer bir kısmı da elinle kocanın elbisesini dikerken, ayağınla da oğlunun beşiğini sallıyordun. Bir hanımın çocuğuna bakması, isteyerek, severek, şefkatle, sevgiyle hizmet etmesi meleklerin gelip seyredebileceği bir hizmettir. Meleklerin bir kısmı da oğlun Hasan’ın beşiğini salladığın için gelmişlerdi.
Diğer bir kısmı da, sen ağzınla da boş durmuyor, Kur’ân-ı Kerim okuyordun. İşte büyük bir kısmı da senin okuduğun Kur’ân-ı Kerimi dinlemek için gelmişlerdi” diyor ve ilave ediyor:
Kızım, hanımlar çok şanslıdırlar. Eğer niyetlerini düzeltirlerse, eğer duygularını düzeltirlerse, eğer bu saydığım hizmetleri şuurla, ibadet kastıyla yaparlarsa, onların yaptığı bütün işler ibadet yerine geçer.
Bir hanımefendi İslâm şuuruyla hayatına bakarsa, zengin bir din kültürüyle hayatını zinetlendirirse, kendi dünyasını İslâmî ölçülerle böyle güzelleştirirse bu hanımın ev hizmeti de ibadettir. Daha doğrusu hanımların Cennete gitmeleri beylere nisbetle daha öncelikli, daha kolaydır.
Bu da hanımlar için çok sevindirici, memnuniyet verici bir müjdedir…
Bir kadın beş vakit namazını kılar,
Ramazan orucunu tutar, iffetini korur,
bir de kocasına Hizmet ederse,
ona -Haydi, cennetin hangi kapısından istersen gir denilir.
Hadisi Şerif,Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 191;
Elbânî, Sahîhu’t-Tergîb ve’t-terhîb.

Çevrimdışı harslan05

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.367
  • 69.119
  • 3.367
  • 69.119
# 13 Tem 2015 05:14:52
Bir Cuma vakti cemaat tek tük camiye girmekte. Meşhur İmam
Abdürrezzak Hoca kürsüde.. Girenlerin arasında Hızır (a.s) da var. Hz. Hızır genç ihtiyar arasında onlardan biri gibi gidiyor, bir köşede oturuyor.
Kürsüde imam sohbete başlıyor, çok feyizli bir sohbet oluyor. Hızır (a.s)`ın
yanına kırklarında bir adam gelip oturuyor. Cami yavaş yavaş dolmakta.
Adam, bir müddet sonra uyuklar bir vaziyette sallanıyor, ha uyudu ha
uyuyacak.. Hızır (a.s) adamı dürtükleyip:
“Bu sohbet kaçmaz, uyuyacaksın.”der.
Adam: “Uyumam, beni rahat bırak.”diye cevap verir.
Hızır (a.s) ses etmez; ancak sohbet de çok feyizlidir. Adam ha uyudu, ha uyuyacak bir durumdayken, Hz. Hızır bir daha dürtükleyerek: “Uyuyacaksın, dedim!”
Adam: “Ben de sana uyumam, beni rahat bırak, dedim!” der ve
ekler: “Biz feyzimizi Abdürrezzak`tan değil, Rezzak olan Allah`tan alıyoruz. Rahat bırak beni. Yoksa, senin Hızır olduğunu söylersem, bu cemaatten yakanı zor kurtarırsın.
 “Hızır (a.s) susar ve gözlerini kapar, boynunu büker
Allah`a yönelerek: “Ya Rabbi! Bu nasıl iştir, bendeki listede bu zatın ismi yok! “ Cenab-ı Hak lisan-ı münasiple cevap verir: “Ya Hızır! Sana verdiğim liste beni sevenlerin listesidir. Bir de bende bir liste var ki, o da benim sevdiklerimin listesidir.”

Rabbim inş bizleri de o listeye alır.

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.322
  • 223.646
  • 28.322
  • 223.646
# 14 Tem 2015 11:12:39
Hazret-i Ömer -radıyallâhü anh-, bir kimse methedildiği zaman, methedene, üç şeyi yâni:
“Hiç sen onunla; komşuluk, yolculuk veya ticâret yaptın mı?” diye sordu.
Muhâtabı üçünü de yapmadığını söyleyince:
“Zannedersem, sen onun câmîde Kur’ân okurken başını salladığını gördün!” dedi.
Adamın da:
“Evet, yâ Ömer! Benim gördüğüm öyle idi.” ifâdesi üzerine Ömer -radıyallâhü anh-:
“O zaman medihte bulunma! Zîrâ ihlâs, kulun boynunda değildir.” buyurdu. (bk. Haraitiî, Mekarimu'l-ahlak, 1/185)

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.322
  • 223.646
  • 28.322
  • 223.646
# 15 Tem 2015 21:37:22
DUA; Her Derde DEVA...!!!
Çok fakir giyimli bir kadın yüzünde bir hüzünle bir manava girer. Dükkân sahibine mahcup bir şekilde yaklaşır.
Kocasının çok hasta olduğunu, çalışamaz duruma düştüğünü ve yedi çocuğu ile birlikte aç kaldıklarını ve yiyeceğe ihtiyaçları olduğunu söyler.
Veli isimli manav ona ters bir şekilde bakarak derhal dükkânını terk etmesini ister.
Kadın ailesinin ihtiyaçlarını düşünerek, lütfen efendim der, paramız olur olmaz getirip borcumu ödeyeceğim.
Veli kendisine bir kredi açamayacağını çünkü onun eski bir müşterisi olmadığını, kendisinde bir hesabının bulunmadığını söyler.
O sırada dükkânın dışında bekleyen bir müşteri ikisinin arasında devam eden bu konuşmayı dinlemektedir.
İçere girerek Veli’ye yaklaşır ve
“Ben o kadının almak istediklerine kefilim.” der.
“Ailesinin ihtiyacı olan şeyleri ona ver.”
Bunun üzerine manav çok isteksiz bir şekilde kadına döner ve
“Bir alış veriş listen var mıydı?” diye sorar.
Kadın "Evet efendim." der.
"Tamam" der manav. Şimdi onu terazinin şu kefesine koy, onun ağırlığınca diğer kefeye istediklerinden koyacağım!"
Kadın bir an duraksar, sonra başını önüne eğer ve çantasını açarak üzerine bir şeyler karalanmış bir kâğıt parçasını çıkartır ve manavın kendisine gösterdiği kefeye özenle bırakırken başı hala öne eğiktir.
Manavın ve diğer müşterinin gözleri terazinin kefesine dikilirken hayretle büyümüştür.
Manav müşteriye dönerek, kısık bir sesle,
"İnanamıyorum!" der.
İnanılacak gibi değildi. Müşteri manava gülerken manav çoktan diğer kefeye eline geçeni doldurmaya başlamıştır ama nafile, diğer kefeyi yerinden bile kıpırdatamamıştır.
Terazinin kefesi artık üzerindekileri almayacak kadar doldurduğunda çaresiz hepsini bir torbaya doldurarak kadına verir.
Şaşkınlıkla üzerinde bir şeyler çiziktirilmiş kâğıdı eline alır ve okur. Bir de bakar ki orda bir alış veriş listesi yoktur. Sadece bir dua yazılıdır.
"ALLAH’ım neye ihtiyacım olduğunu Sen bilirsin,
Kendimi Senin ellerine teslim ediyorum."..
Manav taş gibi bir sessizliğe bürünmüştür.
Kadın, kendisine teşekkür ederek dükkândan ayrılır. Müşteri Veli’nin eline bir elli liralık tutuştururken,
“Her kuruşuna değdi.” der.
Daha sonra Veli, terazisinin kefelerinin kırılmış olduğunu görür...
DUA; Her Derde DEVA...!!!

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 16 Tem 2015 01:40:48
İŞTE BÜTÜN MESELE BU!
"Nasreddin Hoca’ya sormuşlar: “Kimsin?”
“Hiç” demiş Hoca, “hiç kimseyim.”
Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş: “Sen kimsin?”
“Mutasarrıf” demiş adam kabara kabara.
“Sonra ne olacaksın?” diye sormuş Nasreddin Hoca.
“Herhalde vali olurum” diye cevaplamış adam...
“Daha sonra?..” diye üstelemiş Hoca.
“Vezir” demiş adam.
“Daha daha sonra ne olacaksın?”
“Bir ihtimal sadrazam olabilirim.”
“Peki ondan sonra?”
Artık makam kalmadığı için adam boynunu büküp son makamını söylemiş: “Hiç.”
“Daha niye kabarıyorsun be adam, ben şimdiden, senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım: ‘hiçlik makamında!”

Çevrimdışı yunus-emre

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 724
  • 1.659
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 724
  • 1.659
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 16 Tem 2015 01:46:39
Gerçekten bazıları için bire bir uyan bir hikaye... Bazı şahıslar var, adamın her şeyi, varı yoğu kariyer yapmak veya para kazanmak, maddi imkanlarını çoğaltmak. Bunlara cuk diye oturan bir hikaye. Bu arada bizler için de hisse almamız gereken yönler yok değil... Teşekkürler sayın hocam...

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.322
  • 223.646
  • 28.322
  • 223.646
# 17 Tem 2015 09:02:56
GERÇEKTEN BEDAVA MI?

(Gerçek bir öyküdür- isimler değiştirilmiştir.)

Bir şirketin hukuk bölümünde çalışan Avukat Perihan Hanım sabah ofise gelir gelmez bölümün asistanına şöyle diyor:

"Dün yaptığım alışverişte kasiyer 160 liralık elbiseyi yazmayı umutmuş; güzelim elbise bana bedavaya geldi!"

Oldukça neşeli bir kız olan asistan, "Yaşasın! Çak bir beş!" diyerek Avukat Perihan Hanım'ın sevincine katılır.

Açık ofiste yan bölmede oturan Avukat Yeşim Hanım konuşulanları duymakta ve duyduğu şeylerden rahatsız olmaktadır. Sesini çıkarmaz. Perihan Hanım, Yeşim'in hiçbir şey söylememesine anlam verememektedir.

"Yeşim Hanım duydunuz mu, 160 liralık elbise bana bedavaya geldi!" der.

"Duydum!"

"Beni kutlamayacak mısın?"

"Hayır!"

"Neden?"

"Senin elbisenin bedelini kasiyer kız ödeyecek. Onun durumunu hiç düşünmeyişini anlayamıyorum!"

"Bana ne. Hata yapan cezasını çeker. Dikkatli olsaydı!"

"Her insan ara sıra hata yapar; sen de böyle bir hata yapabilirdin; bu senin de başına gelebilirdi."

"Ben böyle bir hata yaparsam, hatamın cezasını çekerim. Şimdi ben kazançlı durumdayım; hata yapan kızı kurtarmak için bu kazancımdan niçin vazgeçeyim?"

"Bu elbiseyi içine sindirerek giyebilecek misin?"

"Tabii, neden giymeyeyim? Herkes hatasının cezasını ödemeli. Bundan ders alsın; daha dikkatli davranmayı öğrensin."

"İçin rahatsa, benim söyleyecek sözüm yok."
**
Evet, bu gerçek bir öykü.
Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben ne düşündüğümü söyleyeyim; ama önce altını çizmek birkaç gerçek var:

1- Perihan Hanım, Türkiye'de doğmuş büyümüş, annesi, babası vatandaşımız olan, bu ülkenin okullarında, bu ülkenin öğretmenleri tarafından eğitilmiş, bu ülkenin bir devlet üniversitesinde bu ülkenin hukuk profesörleri tarafondan eğitilmiş, hukuk diploması almış bir kadın insan.

2- Bölüm sekreteri de üniversite mezunu bir kadın insan. Onun annesi, babası, öğretmeni, üniversitesi, profesörleri de bu ülkenin insanları.

Ve çok muhtemelen Perihan Hanım, bölüm sekreteri, onların anne ve babaları, onları yetiştiren öğretmenler, profesörler eşlerine, dostlarına bayram mesajları yazıyorlardır. Paylaştığımız bir inancın önemli bir gününü idrak ettiğimiz için birbirimizi kutluyoruz.

Yukarıda yazdığım gerçeklerden sonra ne düşündüğümü söyleyeyim: DEĞERLER BOŞLUĞU YAŞAYAN BİR TOPLUMUZ. Ailede, eğitimde, iş hayatında, meslek yaşamında, siyasal hayatta DEĞERLER BOŞLUĞU yaşıyoruz: Hakkaniyet, güven, empati yokluğu yaşıyoruz. Bu değerlerin yokluğundan ortaya çıkan boşluğu bencillik, güvensizlik, kaygı ve öfke dolduruyor.

**
"Beni kutlamayacak mısın?" sorusuna "Hayır" diyebilen dostumu tebrik ediyorum. İnsanın kendine olan tanıklığının önemini keşfetmiş biri.

Bütün mesele bu! İnsanın kendine olan tanıklığının önemini keşfetmek. Bu tanıklığın önemini keşfedince "doğru seçimi" yaparsın. Seni kendi gözünde onurlu ve haysiyetli yapacak olan "doğru seçimi" yapıp yapmadığının farkında olursun.

Bir ülkenin hukuk mezunu, avukatlık yapan bir insan kadın 160 liralık bir elbiseye kendi onurunu, haysiyetini satan bir seçim yaptığının farkına varamıyorsa, bu ülkenin ana babaları olarak, öğretmenleri, profesörleri, siyasetçileri olarak değerlerimiz ve önceliklerimiz üzerinde derin derin düşünmemiz gerek.
**
Düşüneceğimize ve başaracağımıza inanıyorum! Zaman verip bu yazıyı okuyan değerler konusuna önem veren her bir okurumu, büyük, güçlü bir ekibin parçası olarak görüyor, önemli değerleri temsil eden bu özel bayramınızı kutluyorum.

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.322
  • 223.646
  • 28.322
  • 223.646
# 18 Tem 2015 13:16:29
Arkadaşlarlar Olay Gercek ve yaşanılmıştır.

"Bir gün öğlen namazını kıldıktan sonra camiye kravatlı bir adam geldi; 'Kadın cenazemiz var, buradan kaldıracağız, ikindi vakti bir sala verir misiniz?' dedi. 'Tabi' dedim.

İkindi vakti oldu, cenazeyi getirdiler. O zamanlar böyle cenaze arabaları yoktu. Ortaköy mezarlığına omuzlarımızda götürdük. Cenazeyi gömdük, herkes taziyede bulundu, gitti.

Bir ben, bir o kravatlı adam, iki de mezar işçisi orada kaldık. Euzü besmele çektim, dua okuyacaktım, yer bir sallandı böyle!.. Ben gencecik imamdım, ayakta duramayıp düşecektim neredeyse... Sonra kabrin içinden acı bir ses çıktı. Sanki etlerini koparıyorlar, öyle bir acı sesti.

Cenaze sahibi adam dedi ki; 'Bu sallantı zelzele olabilir, peki bu ses ne oluyor?' Sonra da; 'Biz bunu morgdan aldık, acaba bayıldı da öldü diye getirdik mi?' dedi.

İşçilere mezarı açmalarını söyledi. 'Açamayız' dediler. 'Ancak savcılıktan izin kâğıdı olursa açabiliriz' dediler.

Adam 'Evladım ben hakimim, bütün sorumluluğu üstüme alıyorum, aç bakalım' dedi.

Mezarı açtılar. Baş tarafını açtık, bir de ne görelim, yüzü simsiyah kömür gibi olmuş.

Saç filan kalmamış, kömür kesmiş. Adam hayretler içinde benim yüzüme baktı.

Ben de 'Bu kadın ne günah işlemiş? Bu herkese olmaz, kesin çok büyük bir şirk var bu işin içinde' dedim.

Adam bana dedi ki: 'Bizim hanım ben hâkim olduğum için saçını kapamazdı, açık gezerdi. Ben emekli olunca ona başını kapa demiştim.

O da bana: 'Müslümanlık baş kapamayla oluyorsa böyle Müslümanlık olmaz olsun' demişti."

Ömer Nasuhi Bilmen "Ramazan'da anlat" dedi

"Bu olaydan sonra Süleymaniye'ye İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen Efendi'nin yanına gidip ona bu olayı anlattım. Bana 'molla' derdi o da... 'Molla, Ramazan'da kızlarımıza anlat bu olayı, ibret alsınlar' dedi. Ben de bunu her yerde anlatıyorum.

Tabi ben kimsenin örtüsüne karışamam. Ben de o salahiyet yok. Ben sadece başımdan geçen bu hadiseyi anlatıyorum.

İsteyen ibret alsın, isteyen almasın. Ama kimsenin bunda kuşkusu olmasın, bunu aynen böylece yaşadım.

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.322
  • 223.646
  • 28.322
  • 223.646
# 19 Tem 2015 10:19:00
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi dahiliye uzmanı Sibel Boyvada’ya 1999 yılında bir hasta gelir, yaşlı bir köylü teyze. Hastane tıklım tıklım kalabalıktır. Sibel, hastayı muayene eder ; kesin teşhis için bazı tahliller gereklidir. Kadına gerekli talimatları verir, “ Şu, şu tahlilleri yaptır, gel” der. Yaşlı teyze başını öne eğer, ve konuşmaz. Sibel tekrar “ Hadi teyzeciğim bu tahlilleri yaptır, gel, ben sana gerekli tedaviyi başlatacağım.” Der. Teyze başını yerden kaldırır, ağlamaya hazır gözlerle “ Doktor hanım, benim köye dönecek param yok. Nasıl yaptırayım o tahlilleri?” deyince, Doktor Sibel ‘in yapacak birçok işi olmasına rağmen, bırakır işini, alır teyzeyi koluna, koridor koridor dolaşırlar tahlilleri tamamlarlar.
Tekrar dahiliye bölümüne gelirler. Sibel gerekli ilaçları yazar, tedavisi için gerekli tembihleri de yapar.
Bu Egeli yaşlı köylü teyze, doktor hanımı dinlerken hep gözleri yerdedir.
Tam teyze gidecekken, Sibel’in aklına “yol parası” lafı gelir. “Teyze, al bakalım bu parayı” diyerek köye gitmesine hayli hayli yetecek bir para verir. Teyze önce almak istemez; ama sonra “ Yavrum, köye dönecek param yoktu, sağ ol, Allah senden razı olsun kızım” diye teşekkür üzerine teşekkür ederek ayrılır.
Dr. Sibel, sıra bekleyen onlarca hastayla ilgilenmeye, muayenelerine devam eder.
Aradan bir saat kadar bir süre geçer. Sibel bir bakar ki teyze kan ter içinde, kalabalığı yarmış, oflaya pofluya geliyor. Ege Üniversitesi Hastanesi’nden Bornova anayolu o yaşta bir hanım ,için az buz bir yol değildir.
Sibel şaşkın, herhalde bir kağıdını veya reçetesini unuttu diye düşünür. “ ne oldu teyze?” diye sorar.
Teyzenin yüzünde koca bir gülümseme vardır bu sefer.
“Kızım, ben anayola çıktığımda bir köylüme rastladım. Meğer o, minibüsle zaten köye dönüyormuş. O beni köyüme götürecek. Sen paranı al kızım. Çok sağ ol. “
Bu sefer Sibel Boyvada’nın gözleri dolar. Teyzeyi öper, koklar gönderir.
O akşam Allah’a dua eder, hala dürüst insanlar var olduğu için.
Sibel Boyvada, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde çok başarılı bir doktor. Aslında beni bu başarısı pek ilgilendirmiyor.
İnsanlara yardım etmek için yeşil gözlerinin ardında hep bir ışık var, o ilgilendiriyor. Çok insan tanıdım gözlerinde hiç o ışık yoktu. Gözünde o ışık olanları hep tanırım, azdırlar; ama hayatınızı aydınlıkla doldururlar. Belki de hepimizin kalbinde o ışık var; ama yavaş yavaş söndürüyorlar. Olanların da gözlerinden dışarı yansımıyor.
Allah’ım, sen çocuğumun kalbine de o ışıktan yerleştir. Gözlerinden dünyaya yansımasını ise, bana bırak. Söz veriyorum, gözüne o bulanık perdenin inmemesi için çok çalışacağım.

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.322
  • 223.646
  • 28.322
  • 223.646
# 19 Tem 2015 19:21:49
Peygamber Efendimiz (sav) bir bayram sabahı camiden evine dönmektedir. Sokakta bayramlıklarını giyinmiş, oynayan çocuklar görür. Fakat bir tanesinin durumu dikkatini çeker. Kenarda oturmuş, kirli ve eski elbiseler içinde diğerlerini seyretmektedir. Efendimiz yanına yaklaşır...
"Sen niçin arkadaşlarına katılmıyorsun?" der.
Çocuk hüzünlü, cevap verir...
"Ey Allah'ın Elçisi! Ben yetimim... Ne annem ve ne babam..." Rahmet peygamberi, çocuğu elinden tutar, evine götürür. Orada yetim yıkanır, yeni elbiseler giydirilir, yedirilir, sevindirilir... Sonra Hz. Muhammed (sav) onun yüzünü avuçları içine alarak,
"Benim baban, Aişe'nin annen, Hasan'la Hüseyin'in de kardeşlerin olmasını ister misin?"
"Evet, ey Allah'ın Elçisi evet"...
Sevinç içinde ok gibi fırlayan çocuk, diğerlerinin arasına karışmıştır. Bu hızlı değişimi merak eden arkadaşları sorar:
"Ne oldu sana böyle?.."
Yetim cevaplandırır:
"Allah'ın Elçisi babam, Aişe annem, Hasan'la Hüseyin de kardeşlerim oldu..."
Yetimleri sevindirmek Peygamber Efendimizden mirastır... Unutmayın...

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.322
  • 223.646
  • 28.322
  • 223.646
# 22 Tem 2015 00:37:19
Şükredenlerden Süheyb, Sabredenlerden Hifa | Bir Kıssa Bin Hisse
Kadın sahâbîlerden. Medine-i Münevvere’de güzelliği ve ahlâkı ile meşhûrdu. Tevekkül sahibi kazaya rızâ gösteren ve Hazreti Resûlullah’a çok bağlı olup, her sözünü dinlerdi. Âhireti çok düşünüp, hiç aklından çıkarmazdı. Hep ahirete hazırlanıp, ona yarar ameller işlemeye çalışırdı. Hifâ Hatun, bir gün Peygamber efendimizin huzûruna gelerek,
-“Ey Allah’ın Resûlü! Bana beni Cennet’e götürecek bir iş (amel) öğret” dedi. Bu arzu ve isteği üzerine Resûlullah ( aleyhisselâm );
-“Önce bir erkekle evlenmen lâzımdır. Bununla dînin yarısını emniyete alırsın.” buyurdu. Bu emir üzerine;
-“Ey Allah’ın Resûlü! Küfvüm, (dengim) kim olabilir? Bana Habeşistan hükümdârı Melik Necâşî evlenme teklifinde bulundu. Fakat, ben onun bu teklifini kabûl etmeyip, geri çevirdim. Hatta yüz deve ile birçok zînetler veren de oldu. Onu da kabûl etmedim. Bu gün ise ahirette kurtuluşun evlenmekte olduğunu buyuruyorsunuz. Yâ Resûlallah! Siz kimi beğenip, uygun görürseniz, ben ona râzıyım” dedi. Resûlullah ( aleyhisselâm ), Hîfâ Hatun’a Eshâbından kimin ismini verirse, diğerlerinin ümidsiz olacağını anlayıp;
– “Mescide en evvel kim gelirse, onunla evlen.” buyurdu. Sahâbîlerin hepsi bu duruma râzı oldu. Allahü teâlâ, onlara (Eshâba) öyle bir uyku verdi ki, hiçbir sahabî erken uyanamadı. Resûlullah ( aleyhisselâm ) önce kimin geleceğini merakla bekliyordu. Birdenbire Süheyb ( radıyallahü anh ) göründü. Süheyb, kimsesi olmayan, fakîr, rengi siyaha yakın, görünüşü güzel olmayan, uzun boylu, zaif ve çelimsiz, ince yapılı bir sahabîydi. Hifâ Hâtun ise, son derece güzel ve zengindi. Resûlullah (s.a.v) namazdan sonra Hifâ Hatun’u ( radıyallahü anha ), çağırarak durumu bildirdi. Hifa ( radıyallahü anha ) Allahü teâlâ’nın kazasına râzı olduğunu, Hazreti Resûlullah’a arz etti. Resûlullah (s.a.v) bu durum üzerine hutbe okudu. Nikah akdi yapıldı ve;
– “Ey Süheyb! Kalk bu hanımın için bir şey al. Hanımının elinden tut, evine götür.” buyurdu. Süheyb ( radıyallahü anh );
-“Ya Resûlallah! Dünyalık olarak yanımda ne bir dirhem gümüşüm, ne de içinde yatacak ve barınacak bir evim var. Benim evim mesciddir.” Dedi. Bunları işiten Hifâ Hâtun (radıyallahü anha), Süheyb’e ( radıyallahü anh ) onbin dirhem gümüşlük bir kese göndererek, filanca yerdeki hazır konağı da O’na hediye ettiğini bildirdi. Süheyb’in kendisini götürmesini istedi.
Resûlullah (s.a.v) onlara çok duâ etti. Eshâb-ı Kirâm da, Hifâ Hatun’un bu hareketini çok övüp, Allahü teâlâ’ya hamd ettiler. Süheyb ve Hifâ Hâtun kalkıp, konağa gittiler. Yemekten sonra, yatma vaktinde, Hifâ hatun ( radıyallahü anha );
-“Ey Süheyb! İyi bil ki, ben sana ni’metim, sen bana mihnetsin (sıkıntı veren). Sen bu ni’mete şükür, ben bu mihnete sabır için, gel, bu geceyi ibadet ve tâatle geçirelim. Sen şükür ediciler, ben de sabr ediciler sevâbına kavuşalım. Çünkü Resûlullah (s.a.v);“Cennet’te yüksek çardak vardır. Burada yalnız şükr edenler ve sabr edenler bulunur” buyurdu, dedi.
Zifaf gecesi ikisi de Allahü teâlâ’ya karşı ibâdet ve tâatta bulundular. Süheyb ( radıyallahü anh ), Mescide geldi. Cebrâil (a.s) geceki durumdan Hazreti Resûlullah’ı haberdar etti. Cennet ve Cemâl-i ilahi ile müjde verdi. Resûlullah (s.a.v);
– “Ey Süheyb, gece ki halinizi, sen mi anlatırsın, ben mi söyleyeyim?” buyurunca Süheyb ( radıyallahü anh ) yâ Resûlullah siz söyleyiniz dedi. Peygamber efendimiz (s.a.v);
– “Siz Cennetliksiniz ve Allahü teâlâyı göreceksiniz.” müjdesini verdi. Süheyb ( radıyallahü anh ) sevincinden ve Allahü teâlâyı görmek ve O’na kavuşmak aşkından secdeye kapanarak şöyle duâ etti;
-“Ya Rabbi! Eğer beni mağfiret ettiysen, günahlara bulaşmadan rûhumu al.” Dedi. Allahü teâlâ, O’nun bu duâsını kabûl ederek, secdede rûhunu aldı. Eshâb-ı Kirâm bu duruma ağladı. Resûlullah ( aleyhisselâm );
“Daha şaşılacak şey Hifâ’nın da bu anda rûhunu Hakka teslim etmiş olmasıdır.”buyurdu. Her ikisinin de namazını kılarak yanyana defn ettiler. Başları ucuna iki tahta diktiler. Tahtanın birine;
-“Bu Allahü teâlâ’nın ni’metine şükr edenin kabridir.” Diğerini de;
-“Bu Allahü teâlâ’nın mihnetine sabr edenin kabridir.” diye yazdılar. Eshâb-ı kirâm’ın Allahü teâlâ’ya karşı aşkları ve Resûlullah’a (s.a.v) karşı bağlılıkları bu kadar kuvvetliydi.
Hifâ Hatun’un tevekkülü, kazaya rızâsı ve sabrı asırlardır anlatılıp, herkes tarafından sevilip, imrenilmesine rağmen nesebi ve başka hayat hikâyesi bilinmemektedir. O gönüllerde taht kuran bir sultandı.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK