İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı mozay

  • Üye
  • *
  • 11
  • 33
  • 11
  • 33
# 12 Kas 2015 22:08:17
Kim bilir ne kadar dayak yiyeceksin

Behlül Dânâ bir gün kimse yok iken Harun Reşid’in tahtına geçip oturmuştu. Çok geçmeden sarayın görevlileri geldi. Behlül’ü tahttan indirip dayak attılar. Behlül hem dayak yiyor, hem de gülüyordu.

Harun Reşid içeri girip niye Behlül’ün güldüğünü sordu. (Yediğim dayağa gülmüyorum. Bu tahtta birkaç dakika oturmakla bu kadar dayak yedim, sen yıllarca oturuyorsun, kim bilir ne kadar dayak yiyeceksin diye ona gülüyorum) dedi.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.304
  • 223.487
  • 28.304
  • 223.487
# 13 Kas 2015 07:27:55
YAVUZ SULTAN SELİM HAN'IN ÇOK İLGİNÇ CEVABI;

Mısır seferi sırasında
Yavuz Sultan Selim Han'ın sağ kolu
Hasan Can'a verdiği o tüyleri diken diken eden cevabı.
Mısır seferine gidilirken ordunun korkunç
Sina Çölü'nden geçmesi gerekiyordu.

Kum fırtınalarının etrafı kasıp kavurduğu,
Gündüzleri dayanılmaz sıcaklara sahne olurken
Geceleri dondurucu soğukları davet eden bu çölü dünyada hiç bir ordu geçememişti.

Yavuz Sultan Selim ordusuna
Moral verici sözler söyledikten sonra atını çöle sürdü.

Herkes yanındaki suyu idareli kullanıyor,
Namazlar teyemmüm yapılarak kılınıyordu.

Yolculuk böyle sürüp giderken
Yavuz Sultan Selim'in bir ara atından indiği
Ve saygılı bir halde yaya olarak yürüdüğü görüldü.

Herkes şaşırmıştı ama, kimse sebebini soramıyordu.
Padişahın hiç yanından ayırmadığı
Hasan Can durumu öğrenmekte gecikmedi.

Padişah O'na şunları söylemişti:

“İki cihan sultanı Peygamber Efendimiz önümüzde
Yaya olarak yürürlerken biz nasıl at üstünde olabiliriz Hasan Can?”

Çevrimdışı Gülirem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 13 Kas 2015 18:43:51
Uzun zaman önce bir âlim, bir gün, bir rüya görür. Rüyasında yaşadığı şehre yağmur yağar, yağmur suları içme sularına karışır  ve o sudan içen herkes delirir. Alim de  rüyadan uyanır uyanmaz kendince yorumlar ve evinin bodrum katına yaptığı sebili su ile doldurur. Pazardan aldığı bol miktarda zerzevat ve gıda ile kilerini doldurur. Ailesine, çoluğuna, çocuğuna gördüğü rüyayı anlatır ve rüyasında gördükleri gerçekleşir ise sokağa çıkmayacaklarını söyler.

Yakın bir zaman sonra da rüyasında gördüğü gibi şiddetli bir yağmur başlar ve günlerce sürer. İçme sularına yağmur suları karışır ve içme suyuna karışan yağmur suyundan içen herkes delirir. Alim ve ailesi ise olanları pencereden izler. Sudan içen herkesin davranışı bir değişiktir. Şehirde,  deli gibi davranmaya başlayan insanlar arasında zamanla yeni bir düzen oturur.
 
Yağmurun yağdığı günden beri evden dışarı çıkmayan alimin hanımı evde yiyecek birşeyin kalmadığını söyler. Alim eline pazar çantasını alır dışarı çıkar. Sokakta insanlar "deli, deli" diyerek alimin peşine takılırlar. Alim bu duruma dayanamaz ve eve koşar. Çocuğuna şu testisini verir ve sokaktaki pınardan su doldurmasını söyler. Hanımı karşı çıkar: "Hani o sudan içmeyecektik." der.
Alim cevap verir: "Ne yapalım hanım. Ya o sudan içeceğiz, ya da bu diyardan gideceğiz."
der.

Çevrimdışı RAMSES1

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 961
  • 5.015
  • Lise Branş Öğrt.
  • 961
  • 5.015
  • Lise Branş Öğrt.
# 14 Kas 2015 04:50:23
Yıl 2015... Hepimize yazık!
neolotik devrimden bu yana ise  12015 yıl geçmiş...

Çevrimdışı Gül Rengi

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.941
  • 47.505
  • 2.941
  • 47.505
# 14 Kas 2015 08:12:22

Hayatı boyunca mutlu olmadığını fark eden bir adam, artık mutlu olmak istiyorum demiş ve aramaya koyulmuş. Ne yaptıysa da mutluluğu yakalayamamış. Kimden yardım istesem diye düşünürken, uzak bir diyarda, zengin bir bilgeyi önermişler. Bu bilge aklı, bilgisi ve malı ile ün salmış zengin birisiymiş. Kim yardımına gelse sorularına cevap verip derdine derman bulmadan geri göndermezmiş.

Bu bilgeden yardım istemeye, mutluluğu nasıl yakalarım diye sormaya karar vermiş. Uzun bir yolculuktan sonra bilgeyi bulmuş, ancak kapısında derdine derman arayanlardan oluşan çok uzun bir kuyruk varmış. Bilgenin gerçekten sorusuna doğru cevap vereceğine inanmış, beklemeye başlamış.
Sonunda sıra ona da gelmiş ve bilgeye mutluluğu nasıl yakalarım diye sormuş. Bilge bu soruyu cevaplarsa sıradaki diğer insanların beklemekten sıkılacağını düşünmüş, adamlarından bir kaşık istemiş ve içine iki damla yağ damlatmış sonra demiş ki:
- Sarayımın her yerini gez ve sonra tekrar gel ama sarayımı gezerken yağı dökmeden bu kaşığı ağzında taşıyacaksın.
Adam sorusuna hemen cevap alamadığı için biraz şaşkın tamam demiş, sarayı gezmiş gelmiş bilge bakmış yağ hala kaşıkta, demiş ki:
- Aferin yağı dökmemişsin güzel, peki sarayımın güzelliklerini anlat bakalım, sarayımda neler gördün.
Adam yağı dökmeyeceğim diye uğraşmaktan pek dikkat edememiş, bir şey diyememiş. Sonra bilge:
- Olmadı, yağı dökmeden, kaşığı tekrar ağzında taşı, bu sefer sarayımdaki güzelliklere dikkat et, sonra tekrar gel.
Adam ne yapalım diyip tekrar kabul etmiş. Her yeri gezmiş, bu sefer sarayın güzelliklerinden çok etkilenmiş. Sonra ağzında kaşıkla gene bilgenin yanına gelmiş. Bilge sormuş:
- Sarayımın güzellikleri gördün mü, anlat bakalım.
Adam bu sefer hayran kaldığı güzellikleri anlatırken bilge onun sözünü kesmiş ve demiş ki:
- Güzel, peki ama yağ nerede?
Adam sarayı hayran hayran dolaşırken yağı tamamen unutmuş, utana sıkıla bilgeye demiş ki:
- Şey… yağı dökmüşüm.
Bilge bizimkine anlamlı bir bakış atmış ve demiş ki:
- Mutluluk hayatın bütün güzelliklerini yaşamak, tadını çıkarmak ve sorumluluklarına, kaşıktaki yağ gibi sahip çıkmaktır.

Çevrimdışı eessrraa

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.906
  • 46.126
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.906
  • 46.126
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 15 Kas 2015 15:51:24
Adamın biri Afrika´da safariye çıkarken, yanına minik köpeğini de almış.

Minik köpek bir gün ormanda dolaşıp, kelebekleri kovalar, çiçekleri koklarken kaybolduğunu fark etmiş. Ne yapacağını düşünürken bir de bakmış ki karşıdan bir leopar geliyor ve belli ki günlük yiyeceğini arıyor.

– Şimdi başım dertte, diye düşünmüş köpekcik . . .

Etrafına bakmış yerde kemik parçalarını görmüş. Hemen arkasınıleoparın geldiği yere dönerek kemikleri kemirmeye başlamış, bu arada da arkadaki hareketi kestirmeye çalışıyormuş.

Leopar tam saldıracakken minik köpek kendi kendine konuşmuş:

– Ne kadar lezzetli bir leoparmış. Acaba etrafta bundan bir tane daha var mı?

Bunu duyan leopar bir anda donmuş kalmış ve en yakındaki ağaca tırmanarak dalların arasına saklanmış:

– Tam zamanında kurtardım yoksa bu köpeğe yem olacaktım, diye düşünmüş leopar…

Bütün bunlar olup biterken bir başka ağacın üstündeki bir maymun olanları izliyormuş, bildiklerini kullanarak bundan sonra kendisini leopardan kurtaracağını düşünmüş. Leoparın yanına giderek neler olduğunu anlatmış. Leopar köpeğin yaptıklarına çok sinirlenmiş ve maymuna, “atla sırtıma, gidip şunu yakalayalım” demiş.

Az önceki yerde bekleyen minik köpek, bakmış kızgın leopar sırtında maymunla birlikte süratle kendisine yaklaştığını fark etmiş.Ne yapacağını düşünürken, kaçmaya da kalkmamış.
Bunun yerine arkasını leoparın geldiği yöne dönerek kemikleri kemirmeye devam etmiş.

Tam leopar saldıracakken, yine kendi kendine konuşarak leopara duyurmuş:

“Şu aptal maymun da nerede kaldı? Yarım saat önce bir leopar daha getirsin diye gönderdim, hala haber yok ! “
--------------------

Yapabiliyorsan;
                      hızlı düşün, sakin ol, güçlü görün, düşmanını kendi silahı ile yen…

Çevrimdışı oktay02

  • Uzman Üye
  • *****
  • 7.138
  • 4.923
  • Okul Müdürü
  • 7.138
  • 4.923
  • Okul Müdürü
# 15 Kas 2015 16:11:46
Çok güzel paylaşımlar teşekkürler

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.304
  • 223.487
  • 28.304
  • 223.487
# 15 Kas 2015 19:17:51
Elma Suyunun Hakkını Ödemek | Bir Kıssa Bin Hisse
İmam-ı Azam Hazretleri, Hanefi mezhebinin imamıdır. Babası, Sabit isminde takva sahibi bir zattır.
Sabit Hazretleri, birgün bir akar suyun kenarına abdest almak için gitmişti. Abdeste başlayacağı sırada, yukardan aşağı suyun üzerinde yüze yüze gelen bir elma gördü. Elma yaklaşınca, uzandı ve aldı. Belli ki, biraz yukarda bulunan bir bahçedeki ağaçtan kopup düşmüştü. Bu taze elmayı canı istedi. Aldı ve ısırdı. Tam ısırmıştı ki aklına bir şey geldi. Peki bu elma kendisine helal miydi? Derhal ağzından çekti. Çekti ama, o ısırmadan dolayı boğazına birkaç damla elma suyu gitmişti. Bunu daha önce niçin düşünmediğine çok pişman oldu. Kendisine ait olmayan bir elmayı asla ısırmamalıydı.
Bu elmanın yenilmesi de suyu da bana helal değildi. Yanlış yaptım. Gidip sahibini bulmalı ve sahibinden helallık dilemeliyim, diye düşündü. Suyun geldiği tarafa doğru yürümeye başladı. Biraz yukarda, bir elma ağacının akan suya doğru eğildiğini gördü. Dalları elma doluydu. Anlaşılmıştı. Bu elma buradan düşüp kendisinin yanına kadar gelmişti.
Bahçeye girdi ve bahçe sahibini buldu. Durumu ona anlattı ve:
– Bana hakkınızı helal ediniz. Bilmeden, düşünmeden elmanızı ısırmış oldum, dedi.
Bahçe sahibinin şartı vardı.
– Bana iki sene hizmet edersen o zaman düşünürüz, dedi.
Sabit Hazretleri adamın şartını kabul edip başladı hizmet etmeye. İki sene boyunca adama hizmette bulundu. İki sene sonunda:
– Hakkınızı helal edecek misiniz, iki senedir size hizmet ediyorum, dedi.
Bahçe sahibinin şartları bitmemişti. Dedi ki:
– Benim bir şartım daha var. Onu da yerine getirirsen hakkımı helal ederim. O da şudur:
Bir kızım var. Elleri çolak, gözleri kör, ayakları topal, kulakları sağırdır. Hakkımın sana helal olması için, bu kızımla evlenmen lazım.
Düşündü … Ahirette Allah huzurunda suçlu durumda kalmak, böyle bir kızla evlenmekten zordur, dedi ve kabul etti.
Düğün yapılıp odaya girdi. İçeri girince baktı ki, her tarafı sağlam ve oldukça güzel bir kız, karşısında. Hemen dışarı çıktı. Niçin çıktığını sordular, anlattı:
– Herhalde bir yanlışlık var. Bana söylenen kız sakat olması lazımdı, dedi.
Kayınpederi dedi ki:
– Evladım, benim kızımın gözleri kördür, hiç harama bakmamıştır. Kulakları sağırdır, hiç haram dinlememiştir. Elleri çolaktır, hiç harama el uzatmamıştır. Ayakları kötürümdür, hiç harama adım atmamıştır. Tereddüt etme, o senin helalindir.
İşte İmam-ı Azam Hazretleri, bu anne ve babadan dünyaya gelmiştir.
Kaynak: Ali Eren – Dini Hikayeler (Hz İmam-ın Babasındaki Allah Korkusu)

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.304
  • 223.487
  • 28.304
  • 223.487
# 18 Kas 2015 19:48:34
Acı ama yazacağım… Telefonda sesi titrek bir anne “Hocam, çaresizim. Allah rızası için yardım edin.” diye feryat etmişti. “Sorun nedir, ben size nasıl yardımcı olabilirim?” dediğimde, “8. sınıfa giden oğlum garip garip konuşmaya başladı, korkuyoruz.” Dedi. İçim ürperdi. “Buyurun gelin” diyerek görüşmeye davet ettim.

Dünyalar tatlısı bir genç, henüz 13-14 yaşında, ablası ile geldi. Üniversite öğrencisi ablası, “Kardeşime bir şey oldu, korkuyorum” dedi ve ağladı. “Ağlama, ben size yardımcı olmaya çalışacağım.” dedim.

Genç kız odadan çıktı, kardeşi girdi.

Tam karşımdaki sandalyeye oturdu.

İçimde bir garip ürperti hissettim. Bu bakışları tanıyordum. Ama yine de sordum: “Merhaba, benim adım Adem Güneş, tanışabilir miyim seninle?”

Çocuk gözüme anlamsız anlamsız baktı ve “Beni neden suluyorsunuz?” dedi.

İçimde bir şey koptuğunu hissettim. “Nasıl yani?” dedim…

“Benim ziyaretime neden gelmedin sen!” dedi…

Korktum! Hem de çok…

“Adını öğrenebilir miyim canım? Nedir adın?” diye tekrar sordum.

Cevap vermedi.

Çocuğun ablasını çağırdım. “İstersen kardeşini dışarıya alabilirsin. Biraz seninle konuşmak istiyorum.” Dedim.

Çocuk dışarı çıktı.

Genç kıza “Kardeşin ‘Beni neden suluyorsunuz?’ diye sordu. Bu ne demek?” dedim.

Genç kız elini yüzüne kapatarak ağlamaya başladı. “Kardeşim bir haftadır kendinin öldüğünü zannediyor. Mezarda çiçek sanıyor kendisini. Herkese böyle söylüyor.”

Kanım dondu. Çok tatlıydı yüzü. Ne diyeceğimi bilemedim.

“Peki, son zamanlarda neler yaşadı kardeşin?” diye sorduğumda içim cız etti…

“Kardeşim TEOG denemelerinde bölge birincisi idi. Gece gündüz sınava hazırlanıyordu. Bir gece yanıma geldi, ‘abla korkuyorum’ dedi. Ben anlam veremedim önce. Sonra gözlerindeki korkuyu gördüm. Anneme haber verdim. Annem ‘Ne oldu oğlum?’ deyince ‘Beni neden suluyorsunuz?’ deyiverdi. Annem, ‘Oğlum ne diyorsun sen, ne sulaması!’ dese de anneme dönük ama boşluğa bakarak ‘Beni neden mezara koydunuz?’ deyince babam da uyandı, evin içinde bir garip korku oluştu. Annem hem ağlıyor hem dua ediyordu. Cin mi çarptı acaba diye düşündü annem önce, sonra korkuları iyice arttı. Babam belki uykusuzluk ve sınav kaygısından dolayı halüsinasyon gördüğünü düşündü, ‘Hadi yatalım, sabah ola hayır ola.’ dedi ama ben yatamadım… Korku ile birkaç kez yanına gittim durdum. Sabaha karşı uyumuşum. Allah’ım bir rüya olsun gördüklerim diye sabahın ilk saatinde uyandırdım kardeşimi. Uyandığında yine o boş gözlerle baktı bana. Anlamsız bir-iki söz söyledi, benim sinirlerim iyice gerildiği için omuzundan tutup salladım, ‘Kendine gel ya, yapma, korkuyorum’ dedim ama sanki uyurgezer gibi idi, hiç etkilenmedi bile. Annemler yanımıza geldiler, annem ağlamaya başladı, babam şaşkındı.”

“Doktora götürdünüz mü?” diye sordum. “Bir haftadır hastanelere gidiyoruz, psikiyatra gittik, ilaç aldık ama hiçbir şey değişmedi.” dedi.

İçim çok yandı. Ne diyeceğimi şaşırdım. “Ben size yardımcı olamam ki…” diyebildim. Genç kız sordu: “Kendiliğinden geçer mi hocam, ne yapalım? Annem diyor, ‘Taşınalım İstanbul’dan. Memleketimize dönelim. Ben oğlumu okutmak falan istemiyorum. Kendim bakar büyütürüm.’ Önümüzdeki hafta da sınavı var, dershaneden öğretmenleri arıyor, onlara da bir şey diyemedik. Ne yapalım? Bize bir akıl verin n’olur!”

Hiç bu kadar çaresiz kalmamıştım. “Kardeşinizin akıl zembereği boşalmış galiba” diyemedim. “Annenizi dinleyin. Alın kardeşinizi gidin buralardan.” diyebildim.

Vedalaştık…

O çıktı, ben kaldım sandalyede tek başıma…

Durdum biraz… Gözlerimi tavana çevirdim… Düşündüm… Sonra kendime hâkim olamadım… Ellerimi yüzüme kapattım ve hıçkırıklarla ağlamaya başladım…

Bu olayın üzerinden 2 yıl geçti. Bu genç delikanlı ne hâlde bilemiyorum. Aile Konya’ya gidecekti, gitti mi onu da bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var: Ülkemizdeki sınavlara yüklenen anlam, çocukların ruh sağlığını bozuyor. Yetkililer ne yapar bilemiyorum; ama sınav tarihi yaklaşırken koca koca çocukların altlarını ıslattıklarına, panik atak olduklarına, geceleri kâbus gördüklerine, kekelemeye başladıklarına şahit oldukça benim de psikolojim bozuluyor.
Yakında TEOG var. Sözüm tesir eder mi size bilemiyorum ama bunaltmayın çocuğunuzu. Bırakın şu son haftalar dinlensin, kendine gelsin. Sınav her şey demek değil. Zira bazı kayıplar, sınavı kaybetmekten daha acı verir insana…

(Adem Güneş)

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.304
  • 223.487
  • 28.304
  • 223.487
# 19 Kas 2015 21:11:17
Fakih anlatıyor:
-Babam bana şöyle anlattı:
-Salih Meri, cuma gecesi, cuma namazını kılmak üzere mescide gitmek için yola çıktı. Kabristana uğradı. Kendi kendine şöyle dedi:
-Tan yeri ağarıncaya kadar kalayım.
Kabristanın içine girdi. İki rekat namaz kıldı. Bir kabre dayandı. Gözlerine uyku geldi. Şöyle bir rüya gördü: Kabirde yatanlar kabirlerinden çıkmışlar, halka halka olup oturmuş, konuşuyorlar.
Bir de baktı ki,onlardan ayrı, kirli elbiseli bir genç, bir köşede, üzüntülü bir halde oturuyor. Onu yanlarına oturtmuyorlar. Oradakilerin hepsine tepsi tepsi, üzeri mendillerle örtülü hediyeler gelip dağıldı. Herkes kendi tabağını aldı; sonra kabrine girdi. En sonuna bu genç kaldı.
O da üzüntülü bir halde, kalktı; kabre girmek istedi. Hemen ona sordum:
-Hey Allah'ın kulu, sende gördüğüm bu üzüntü neden? Sonra gördüğüm bu hâl nedir?
Bana şöyle dedi:
- Ey Salih Meri, sen o tepsileri gördün mü?
- Evet, gördüm, deyince şöyle anlattı:
- O tabaklar, hayattakilerin ölülerine hediyeleridir. Onların adına verdikleri sadaka, yaptıkları dua, cuma geceleri onlara gelir.
Daha sonra şöyle dedi:
- Ben, Sindli biriyim. Anam hacca gitmek istedi; beraber yola çıktık.Basra'ya gelince öldüm. Bundan sonra anam evlendi. Kendisinin bir oğlu olduğunu ve öldüğünü kocasına anlatmadı. Dünyaya daldı. Ne bir işaretle ne de bir sözle beni andılar.
Ölümümden sonra beni hatırlayan kimse olmayınca üzülmek bana haktır.
Sordum:
-Senin ananın evi nerede?
Onun yerini bana anlattı.
Sabah oldu Namazımı kıldım. Sonra gittim. O kadının evini sordum, buldum.
Yanına gittim,izin istedim. Kendimi ona tanıttım, kapıdan:
-Ben Sâlih Meri'yim, dedim. İzin verdi, içeri girdim.
Şöyle dedim:
-Benim söyleyeceğim söz, senin söyleyeceğin söz hiç kimse tarafından duyulmamalıdır. Böyle istiyorum.
Ona yaklaştım, aramızda bir perde kaldı.
Şöyle sordum:
-Sana Allah'tan rahmet dilerim, çocuğun var mı?
-Yoktur.
Tekrar sordum:
-Daha önce bir çocuğun olmuşmuydu?
Derin bir nefes aldı, sonra şöyle dedi:
-Benim bir genç oğlum vardı, öldü.
Bunun üzerine durumu ona anlattım.Ağlamaya başladı.
Sonra şöyle dedi:
-Ey Salih! O benim ciğerparem, kalbim idi. İçim onun yuvası olmuştu. Göğüslerimden ona süt içirdim. Kucağım onun sığınağı idi.
Daha sonra çıkardı bana bin dirhem verdi. Ve şöyle dedi:
-O sevdiğim göz nurum için bunları dağıt. Kalan ömrümde onu duadan unutmayacağım. Onun için sadaka vereceğim.
Gittim, o bin dirhemi dağıttım.
Ertesi cuma geldi. Cumaya gitmeyi istedim. Yine kabristana uğradım.İki rekat namaz kıldım, sonra bir kabre dayandım. Yine dalmışım. Baktım ki, bir cemaat yine çıkmış. Bu arada o genci gördüm. Üzerinde beyaz bir elbise vardı. Sevinçli ve mesrurdu.
-Ey Salih! Allah bizim için seni mükâfatlandırsın. Gönderdiğiniz hediye bize geldi.
Ona dedim ki:
-Siz kabirdekiler cumayı bilirmisiniz?
Şöyle anlattı:
-Evet biliriz. Havadaki kuşlar bile onu bilir. Cuma günü için birbirlerine şöyle derler:
-Bu faziletli gün için, selâm,selâm...
Selam ve Dua ile..

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.412
  • 177.324
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 17.412
  • 177.324
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 21 Kas 2015 20:21:39
"SÜLEYMANİYE Mİ YOKSA BİR KAZAN AYRAN MI ? "
Bir zamanlar Kanuni Sultan Süleyman , Süleymaniye camisini yaptırırken ; fetva vermiş.Demiş ki Süleymaniye
camiisi yapılırken ; mimarından işçisine kadar hiç
kimse bir dirhem yardımı kabul etmesin.Hepsini
ben üstleniyorum.

Velhasıl camii inşaası bitmiş..
Açılışı yapmışlar ve
Kanuni o gece bir rüya görmüş..
Rüyasında kıyamet kopmuş.
Mizan kurulmuş , hesaplar yapılıyor..
Ve Terazinin bir kefesinde Süleymaniye Camii ; diğer kefesinde ise bir Kazan Ayran " tartılıyor.Bakıyor ki o bir kazan ayran ; Süleymaniye camiisinden daha ağır geliyor. Gözlerine inanamıyor..
Kanuni rüyadan sonra kan , ter ile sabahı zor ediyor..
Sabaha tüm vezirlerini toplayıp ferman veriyor.
O camiide çalışan herkes huzura getirilsin ! diye.
Derken herkes bulunuyor ve Kanuni soruyor.
Size dışarıdan hiç bir şey almayın diye ferman verdiğim halde , kim başkasından yardım aldı ? diyerek hışımla çıkışıyor.
Ve o bir kazan ayranın kim tarafından getirildiğini soruyor.
Derken ; çalışanlardan biri anlatıyor.
Hünkarım cami inşaatına , yaşlı bir kadın gelirdi.Bize selam verir , hal hatır sorardı.
Elinden bir şey gelmese de yardım etmek isterdi.
Ve hep dua ederdi.
Ayranı da o kadın getirdi diyor.

Kanuni ferman veriyor..
Tez vakit o kadını huzura getirin diye..
Kadını buluyorlar ve huzura getiriyorlar.
Kadına söz hakkı veriyor Sultan Süleyman.

Kadın diyor ki ;
Hünkarım ,ben aciz , fakir ve yaşlı biriyim.
Sizin eserinizi yapanlara Allah rızası için
Dua ettim ve ayran verdim.
Hatta o ayranı yaptığım yoğurdu da komşumdan aldım.
Allah rızası için de işçilere dağıttım..

Kanuni kadına şunu söylüyor..
Ey kadın ;Sana mahcubum.
Benim caminin sevabına karşı ; o bir
kazan ayranın sevabını değişelim mi ?

Sonuç olarak ;
Kimin ne yaptığının veya yaptığı iyiliğin önemi ve
derecesinin Allah katındaki tek kıstası ; ne kadar
büyük olduğu değil ; ne zorluklara katlanılarak ne niyetle yapıldığıdır..
Zorda da Olsanız İyilik Yapmaktan ve Dua Etmekten Asla Vazgeçmeyin..
Kim bilir ; Belki de saf bir kalp ile ettiğiniz dua , başkasının kaderini değiştirir..
Belki de yaptığınız bir iyilik , Süleymaniye den bile daha büyüktür..
Allah bilir..

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.304
  • 223.487
  • 28.304
  • 223.487
# 23 Kas 2015 19:29:40
İbrahim Ethem Hazretleri
Bir Köleye Sormuş:
-- "Senin Adın Ne.? "
Köle, Kemal-i Edeple:
--"Ne Çağırırsan Odur." Demiş.
--"Ne Yersin.?" Diye Sormuş:
--"Ne Önüme Koyarsan Odur." Demiş.
--"Peki Ne Yaparsın.?"
--"Ne Emredersen Odur." Demiş.

İbrahim Ethem Hazretleri
Bu Cevapları İşitince Ağlamaya Başlamış:

--"Allah Senden Razı Olsun Ey Köle..!
Sen Bana Kulluğu Öğrettin." Demiş

Çevrimdışı mozay

  • Üye
  • *
  • 11
  • 33
  • 11
  • 33
# 26 Kas 2015 22:07:27
İki arkadaş gemiyle uzak bir yere gideceklerdi. Sırtlarında da eşyaları vardı. Biri gemiye binince sırtından yükünü indirdi, üstüne oturdu. Diğeri ise indirmedi. Arkadaşı ona, (Yükünü indirsene) dedi.

O da, (Ben indirmem. Benim malım kıymetli, sırtımda taşırım) dedi. Arkadaşı, (Yahu, delilik etme, indir! Üstüne de güzelce otur, bir dinlen! Bak ben ne güzel dinleniyorum) dedi. O ise, (Sen dinlen, ben indirmem) dedi.

Bu şahsın yükünü sırtında taşıması, diğer insanların da dikkatini çekti. Onlar da sorunca, aynı şeyleri söyledi. Herkesin böyle kendisine tuhaf tuhaf bakması üzerine, malımı alacaklar galiba diye şüphelendi, gittikçe geminin kenarlarına, köşelerine yaklaştı. Buralarda durmak tehlikeliydi. Fırtınayla, dalgayla denize düşülebilirdi. Gemidekiler, bunu da ona söylediler. Öyle tehlikeli yerlerde durma, gel, yanımızda dur dediler. Bu, onları dinlemedi, malında gözleri olduğunu zannediyordu. Birkaç saat sonra, bir fırtına, bir dalga, adam yüküyle birlikte denize uçup gitti. Malından olduğu gibi, canından da oldu.

Mevlana Celaleddin-i Rumi hazretleri, bu olayı anlattıktan sonra buyuruyor ki:
— Ey aziz! Dünya malını sırtından indiren, ne kadar rahat yolculuk yaptı. Âhireti zaten rahat. Allah demeye vakti çok. Diğerininse hem dünyası harap, hem de âhireti. Yoruldu, korktu, üzüldü, malım malım diye kahroldu. Allah demeye bile vakit bulamadı. Dünyasını da mahvetti, ahiretini de…

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 26 Kas 2015 23:14:27
Eski zamanların birinde çivi imal eden bir usta ile zavallı ustanın karısına göz koyan bir zalim vali varmış. Kadını elde etmek için ustayı ortadan kaldırmayı planlamış zalim vali ve olmayacak bir iş istemiş ondan. Demiş ki:
- Yarına kadar 300 askerim için kebkeb imâl edemezsen yarın kelleni uçururum.
(Kebkeb, ‘70 li yıllarda pek moda olan ve kabara dediğimiz, ayakkabının altına çakılan demir parça gibi bir şey; pabuç çivisi yani. Demek o zamanlar askerin giydiği ayakkabılara böyle çivi benzeri bir şey çakılıyormuş ki, uzun yol şartlarında dayanıklılığı artsın.)
Hâlbuki bir günde en fazla 15 – 20 kebkeb yapılabilirmiş. Zavallı usta çaresiz, valinin kendisini öldürmek için bu emri verdiğini de anladığından, sabaha kadar ağlayıp dua etmiş.
Sabah olunca evinin kapısında valinin adamlarını görünce hepten ümidi kesilmiş vaziyette hanımı ile helalleşip kapıyı açmış.
Valinin adamları demişler ki:
-Bu gece valimiz öldü; mismâr almaya geldik.
(Mismâr: Tabut çivisi)
Ve bir şair bu hadisedeki hikmeti şöyle şiirleştirmiş:
Kebkebi mismâra tebdîl eyleyen Perverdigâr
Lâne-i mürg-i garîbi kul yıkar Allah yapar
Tercümesi:
Kebkebi mismara dönüştüren Allah,
Garip kuşun yuvasını kul yıkar, Allah yapar
Perverdigâr: Farsça rızıklandıran kelime manasıyla Allah demek olur.
Lâne : Yuva
Mürg : Kuş
HAYATİ İNANÇ. CAN VEREN PERVANELER

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 28 Kas 2015 22:33:44
Profesör, elinde, içi dolu bir bardak tutarak dersine başladı.
“Bu bardağın ağırlığı sizce ne kadardır?” diye sordu.
Öğrenciler, ’50gr!’ …. ’100gr!’ …. ’125gr’ cevabını verdiler.
“Bardağı tartmadıkça gerçekten ben de bilemem” dedi profesör ve devam etti:“
Ama, benim sorum şu:
Bu bardağı böyle birkaç dakikalığına tutsaydım ne olurdu?”
- Hiçbir şey
- Tamam, peki 1 saat boyunca tutsaydım ne olurdu?
- Kolunuz ağrımaya başlardı.
- Haklısın; peki ya 1 gün boyunca tutsam ne olur?
- Kolunuz iyice ağrır, adaleniz spazm yapar, belki de
çözüm bulmak için hastaneye gitmek zorunda kalırsınız.
Sorularına cevap alan profesör, can alıcı noktaya temas etti:
- Peki tüm bu sorunlar olurken bardağın ağırlığında bir değişme ortaya çıktı mı?
Öğrenciler bir ağızdan cevapladılar:
“Hayır.”
- Peki o takdirde, zaman içinde kolun ağrımasına ve kas spazmına yol açan olay neydi?
Profesör ikinci bir soru daha sordu:
- Acıdan ve ağrıdan kurtulmak için ne yapmam gerekir bu durumda?
- Bardağı bırakırsanız, rahatlarsınız.
Profesör beklediği cevabı almıştı.
Öğrencilerini kutladı ve bütün bu soruları sormasına sebep olan açıklamayı yaptı:
“Hayatın problemleri de böyle bir şeydir. Onları kafanda birkaç dakika tutarsan, bir sorun yaratmaz.Uzun bir süre düşünürsen, başın ağrımaya başlar. Ama hiç aklından çıkarmazsan,artık başka bir şey düşünemez hale gelirsin; bu seni bitirir. Elbette hayatınızdaki sorunları düşüneceksiniz; halletmeye çalışacaksınız.Ama en önemlisi, onları, her günün sonunda, uyumadan önce yere bırakmaktır.Bu şekilde strese girmez ve sabah taze bir beyinle uyanırsınız. Taze bir güne,yeni sorunlarla mücadele azmini kazanarak başlamış olursunuz. Bu yüzden arkadaşlarınıza vereceğiniz en önemli tavsiye,
‘Bardağı yere bırak’ olmalıdır.”

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK