İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı harslan05

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.367
  • 69.112
  • 3.367
  • 69.112
# 26 Eyl 2015 02:38:39
 Hz. Fatıma'nın (a.s) Çeyizi

Peygamberimiz (s.a.v), Fatıma (a.s)’ı, Hz. Ali (a.s)’la evlendirmeye karar verince, Hz. Fatıma'ya çeyiz almak için Hz. Ali’den zırhını satmasını istedi. Hz. Ali (a.s) da zırhını çarşıya götürüp sattı ve parasını Peygamber (s.a.v)’in huzuruna takdim etti. Resulullah (s.a.v) de o parayı ashaptan bir kaçına vererek Fatıma’nın evine ve kendisine gerekli olan eşyaların almasını emretti. O parayla satın alınan eşyalar şunlardan ibaretti:
1- Yedi dirhemlik beyaz bir gömlek.
2- Dört dirhemlik büyük bir baş örtüsü.
3- Hayber malı siyah bir elbise.
4- Hurma lifinden örülen bir yatak tahtı.
5- Biri koyun yünü, diğeri de hurma lifiyle doldurulmuş olan ketenden iki adet döşek.
6- İçi ezhar ismindeki bitki ile doldurulmuş olan koyun derisinden dört adet yastık.
7- Bir adet hasır-ı hicri.
8- Bir adet el değirmeni.
9- Bir bakır kap.
10- Su içmek için deriden yapılan bir kırba.
11- Elbise yıkamak için bir leğen.
12-Süt için bir adet kâse.
13- Bir su kabı.
14- Bir yün perde.
15- Bir ibrik.
16- Bir çömlek maşrapa.
17- Sergi olarak kullanılan bir adet deri.
18- İki çömlek testi.
19- Bir aba (Kufe dokunmalı bir çarşaf).
Ashap bu eşyaları alıp Peygamberimizin (s.a.v)’in evine getirdi. Peygamberimiz (s.a.v) mübarek elleriyle onları alıp bakıyor ve “Mübarek olsun” diyordu. (Bir rivayete göre de, çeyiz eşyalarını Resulullah’ın yanına getirdiklerinde gözlerinden yaşlar aktı ve başını göğe doğru kaldırıp şöyle dedi: “Allah’ım bu evliliği, kaplarının çoğu çömlekten olan kimselere mübarek eyle.”

Çevrimdışı bilaldikici

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 2.512
  • 57.269
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 2.512
  • 57.269
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 27 Eyl 2015 11:31:20
Marie, 1930 yılında alkolik bir annenin evlilik dışı çocuğu olarak
dünyaya gelir.
Annesi ona bakamayınca 5 yaşında olan Marie'yi yurda verir.
Ardından bir çift onu evlatlık edinir.
Marie'nin kaderi ne yazık ki yine yüzüne gülmez, çünkü onu evlatlık edinen çift sadist çıkar.
Bu italyan asıllı çift küçük kızı evin mahzenine kapayıp
sistematik biçimde işkence eder.
Dışardan bakıldığında normal ve
çok saygın göründükleri için, bunu yıllarca rahatlıkla gizleyebilirler ve
Marie adeta cehennemden geçer.
Marie Rose 17 yaşında depresyondan felç geçirir.
Halisünasyonlar
da gördüğü için doktorlar ona şizofren teşhisi koyar ve onu akıl
hastahanesine yerleştirirler.
Marie hayatının 17 yılını orada geçirir ve çok zor yıllar yaşar.
Umutsuzluk ve çaresizlik içinde kıvranır durur.
Yemek yemez, yerinden kımıldamaz ve sıkça intihar etmeyi düşünür.
Otuz dört yaşına geldiğinde doktorlar Marie'nin durumunu yeniden
değerlendirir.
Onun şizofren olmadığına, ağır depresyon geçirdiğine
ve panik atak yaşadığına karar verirler.
Arkadaşlarının ve kendisini
seven bir kaç sağlık görevlisinin yardımıyla Marie hastaheneden
çıkar.
O artık hür ve yaşamını nasıl sürdüreceğine dair kendisi karar verme
aşamasındadır.
Terk edilmiş, işkence ve tacize uğramış, otuzdört yılı
ziyan olmuş bir kişi olarak hiçte kolay olmayacaktı, ama o yılmadı ve
kızgın, öfkeli, umutsuz olmak yerine sıfırdan başlamayı tercih etti.
Yetkililer "Aklı dengesi yerinde değil, okuması imkansız" dedikleri
halde Marie, Salem State Üniversitesine Psikiyatri bölümüne girer ve
mezun olur.
Bu ara kanser hastalığına yakalanır ve mücadalesini kazanır.
Kendisi gibi akıl hastahanesinden çıkmış ve iyileşmiş Joe ile evlenir.
 Kocası maalesef altı sene sonra ölür ve Marie kendini işine verir.
Uzun yıllar doktor olarak çalıştıktan sonra Harvard
Üniversitesi'nde mastır yapar. Psikiyatrik hastalarla çalışır,
konferanslar verir. Biyografisi yazılır ve hayatı film olur (Nobody's
Child). Bir çok ödüle layik görülür.
Elli sekiz yaşındayken, 'vay be' dedirtecek birşey yapar: On yedi yılını
geçirdiği Masachusetts Danver Devlet Hastahanesine yönetici olarak
atanır.

Verdiği bir basın toplantısında şunları söyler:"Eğer affetmeyi
öğrenmeseydim, bir damla bile gelişemezdim. Yaşamım ziyan
edilmiş bir yaşam olurdu. Ve bugün bu hastahaneye yönetici olarak
dönemezdim."
Marie Rose Balter'in yeni görevini haber yapan bir Ajans, onun zafer
açıklamasını da şöyle yapar:
"En uzun yolculuk, beynimizden yüreğimize yaptığımız yolculuk.
Affetmek bu yolculuğun en kestirmeyolu.
Affetmeyi gerektiren her yara, içinde önemli bir dersi barındırır.
Dersi görebilmek için yarayı yeniden deşerek yüzleşmek zorunda kalsak bile.."


hangimiz yaralarını deşecek kadar cesarete sahip ki..

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.313
  • 223.592
  • 28.313
  • 223.592
# 27 Eyl 2015 13:09:39
 Japonya’da bir çocuk 10 yaşlarındayken bir trafik kazası geçirmiş ve sol kolunu kaybetmiş. Oysa çocuğun büyük bir ideali varmış. Büyüyünce iyi bir judo ustası olmak istiyormuş. Sol kolunu kaybetmesiyle bu hayali de yıkılan çocuğun babası, Japonya’nın ünlü bir Judo ustasına giderek yardım istemiş.

Usta ertesi günden itibaren tam on yıl boyunca çocuğa tek bir hareket öğretmiş ve her gün bu hareketi çalışmasını istemiş.

Çocuk zaman zaman hocasının yanına gitmiş.
“Bu hareketi öğrendim başka hareket göstermeyecek misiniz” diye sormuş.

Hocanın cevabı: “Sen aynı hareketi çalış oğlum. Zamanı gelince yeni harekete geçeriz” olmuş.

2 yıl, 3 yıl, 5 yıl derken çocuk judodaki 10’uncu yılını doldurmuş. Bir gün hocası yanına gelip “Hazır ol” demiş “Seni büyük turnuvaya yazdırdım. Yarın maça çıkacaksın.” Delikanlı şaşırmış. Hem sol kolu yok hem de judoda bildiği tek hareket var. Ünlü judocuların katıldığı turnuvada hiçbir şansının olmayacağını düşünmüş ama hocasına saygısından ses çıkarmamış. Delikanlı ilk müsabakasına çıkmış.

Rakibine bildiği tek hareketi yapmış ve kazanmış. İkinci, üçüncü maç, çeyrek final, yarı final derken final maçına çıkmış. Maç başlamış. Delikanlı yine bildiği o tek hareketi yapmış. Rakibini yenmiş ve şampiyon olmuş. Kupayı aldıktan sonra hocasının yanına koşmuş ve; “Hocam nasıl oldu bu iş? Benim bir kolum yok ve bildiğim tek bir hareket var. Nasıl oldu da ben kazandım” diye sormuş.

Hocası da:
“Bak oğlum, 10 yıldır o hareketi çalışıyordun. O kadar çok çalıştın ki artık yeryüzünde o hareketi senden daha iyi yapan hiç kimse yok. Bu bir, İkincisi de o hareketin tek bir karşı hareketi vardır. Onun için de rakibinin senin sol kolundan tutması gerekir” demiş.

"Bazen farkına varmasak da eksik gördüğümüz taraflarımız aynı zamanda en güçlü taraflarımız olabilir. Ama yeter ki bu eksiklik zihinlerde olmasın!"

Çevrimdışı mozay

  • Üye
  • *
  • 11
  • 33
  • 11
  • 33
# 29 Eyl 2015 00:03:53
Padişah, bir gece rüyasında tüm dişlerinin döküldüğünü, yemek bile yiyemez hale geldiğini görür. Sıkıntı içinde uyanır. Vezirini çağırıp sarayın rüya tabircisinin hemen huzuruna getirilmesini buyurur.
Uyku sersemi tabircibaşı yanına gelince, padişah düşünü anlatıp sorar:
"Tabircibaşı, bu rüya hayır mıdır, şer midir? Neye işarettir, hele bir söyle."
Tabircibaşı biraz düşünür; sonra utana sıkıla:
"Şerdir, Padişahım" der.
"Uzun yaşayacaksınız; ama ne yazık ki, tüm yakınlarınızın gözlerinizin önünde birer birer ölüp sizi yapayalnız bıraktıklarını göreceksiniz."
Bir an sessizlik olur; ardından padişah kükrer:
"Tez atın şunu zindana, felaket habercisi olmak neymiş öğrensin!"
Tabircibaşı, yaka paça götürülüp zindana atılır. Padişah bir başka tabircinin bulunmasını emreder. Huzura getirilen . ikinci tabirciye de rüyasını anlatıp sorar:
"Hayır mıdır, şer midir?" der.
İkinci tabirci de önce biraz düşünür; ama sonra yüzü aydınlanır:
"Hayırdır, Padişahım!" der. "Bu rüya, tüm yakınlarınızdan daha uzun yaşayacağınızı gösterir. Daha nice seneler boyu ülkenizi yönetebileceksiniz."
Padişah, ağzı kulaklarında buyurur: "Bu tabirciye iki kese altın verin!"
Başından sonuna durumu izleyenler, tabirciye sorar:
"Aslında sen de tabircibaşı da aynı şeyi söylediniz. Neden onu cezalandırdı da seni ödüllendirdi?"
Tabirci güler:
Elbette aynı şeyi söyledik; ama önemli olan, kimilerine NE söylediğin değil, NASIL söylediğindir.?

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.313
  • 223.592
  • 28.313
  • 223.592
# 29 Eyl 2015 16:19:06
ANNEMİN GÖZÜ

Annemin sadece bir gözü vardı. Öteki gözü çukurdu, yani yeri boştu.
Ondan nefret ediyordum. Çünkü bu durum beni arkadaşlarımın arasında utandırıyordu.
Babam, ben daha küçükken bir kazada öldüğünden, ailemizi geçindirmek de anneme kalmıştı. Bunun için okulda aşçılık yapıyordu.

İlk okulda iken bir gün annem bana “merhaba” demeye gelmişti. Sanki, yerin dibine geçmiştim. Bunu bana nasıl yapabilirdi.? Onu görmezden geldim, ona nefretle bakarak oradan kaçtım...
Ertesi gün sınıfta bir arkadaşım bana, “Senin annenin sadece bir gözü var. Diğeri ne biçim.!” Dedi. Diğerleri de gülüşüyorlardı. O anda yerin dibine girmek ve de annemin ortadan kaybolmasını istedim.

Bu yüzden, o gün onunla karşılaşınca dedim ki:
-“Beni gülünç duruma düşüreceğine, ölsen daha iyi!..”

Annem karşılık vermedi. Sadece, tek gözüyle bana biraz baktı ve uzaklaştı gitti...Dediklerim hakkında bir saniye bile düşünmemiştim, çünkü çok kızmıştım. Onun duyguları beni hiç ilgilendirmiyordu. Onu evde istemiyordum ama ev onun üzerineydi...

Çok çalıştım, kendime yeter oldum, sonunda Singapur’a okumaya gittim. Bir süre sonra da evlendim. Birikimime borç ekleyerek kendime bir ev aldım. Daha sonra çocuklarım oldu ve hayatımdan memnundum. Annemi unutmuştum...

Bir gün annem bizi ziyarete gelmişti. Öyle ya, kaç yıldır beni görmemişti. Kapıya gelince, çocuklarım tek gözlü birini görünce birden korktular, sonrada güldüler.
“Babaanneniz” diyemedim.
İçeri girince ilk fırsatta ona:
-“Evime gelip çocuklarımı nasıl korkutabilirsin.? Buradan hemen git.!” Dedim.
Bu çıkışıma annem kısık bir sesle:
-“Kusura bakmayın, ben yanlış adrese geldim galiba.!” Dedi ve çıktı-gitti...
Aradan yine uzun bir zaman geçmişti. Bir gün “mezunlar toplantısı” için okulumdan bir mektup aldım.

Karıma; “iş seyahatine gidiyorum” diye bahane uydurdum. Mezunlar toplantısından sonra, birden aklıma düştü. ‘Sadece meraktan’ eski evime gittim.
Eski komşularımıza sorduğumda, “annemin öldüğünü” söylediler.
Önce biraz sevinç duyar gibi oldum ama içimde bir burukluk ve sızı hissettim.
Ben şaşkınca beklerken, “bana verilsin diye annemin bir mektup bıraktığını” söylediler.
Açtım ve okumaya başladım:

En sevgili oğlum... Her zaman seni düşündüm.
Singapur’a gelip çocuklarını korkuttuğum için üzüldüm...
Mezunlar gününde geleceksin diye çok sevindim ve bekledim.
Ama; “seni görmek için yataktan kalkabilir miyim” diye çok düşündüm...
Seni büyütürken, ‘tek gözümle’ sürekli bir utanç kaynağı olduğum için de üzgünüm...
Biliyor musun biricik oğlum . .
Sen küçücükken, babanla birlikte bir kaza geçirmiştin. Baban öldü fakat sen, bir gözünü kaybetmiştin. Bir anne olarak, senin tek bir gözle büyümene dayanamazdım...
Bu yüzden, babandan kalan tarlayı satarak, ameliyat masraflarına yatırdım.
İşte, şimdi o yeri boş olan gözüm var ya, onu sana vermiştim. Nakil çok başarılı geçmişti, hiç fark edilmiyordu. “O gözle, biricik oğlum görüyor ya...” diye çok mutlu oluyordum. Ana yüreği ya oğul, sana “sen benim gözümle görüyorsun” diyemedim...

Başarılarından dolayı seninle o kadar gurur duyuyordum ki, bu bana yetiyordu.
Her şeye rağmen, sen benim oğlumsun... Bütün sevgilerimle... Annen.
Ben bu mektubu ayaküstü sessizce okurken, etrafımda toplanan komşularım gözlerini silerek, tek tek uzaklaşıyorlardı.
Ortada öylece yalnız kala-kaldım . . .

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.313
  • 223.592
  • 28.313
  • 223.592
# 30 Eyl 2015 17:15:03
Veysel Karani Hz
Allah CC Şefaatini Nasip Etsin inşallah
Efendimiz buyururlar ki: “Ümmetimden bir kimse vardır ki, Kıyamet günü Rabia ve Mudar kabilelerinin koyunlarının kılları adedince insana şefaat edecektir.” (ki bu iki kabile sürülerinin çokluğu ile tanınırlar)
Eshab-ı kiram sorar:
- Ya Resullallah kimdir bu nasipli?
- Allahın kullarından biri.
- Peki adı nedir?
- Üveys!
- Ya memleketi?
- Karen!
- O sizi gördü mü?
Efendimiz mânâlı mânâlı gülümser, “Baş gözü ile hayır!” derler. Sahabeden “Hayret!” diyenler olur, “Size böylesine aşık olan biri nasıl oluyor da koşmuyor huzurunuza?” Efendimiz izah eder: - Onun gelmemesi de bana olan bağlılığındandır. İhtiyar bir annesi vardır. İman etmiştir. Ancak gözleri görmez, hareket edemez. Üveys gündüzleri deve çobanlığı yapar, kazandığını annesine harcar”.
Hazret-i Ebubekir sorar:
- Ya Resulallah biz onu görür müyüz?
Efendimiz mübarek kafalarını “ne yazık ki hayır” manasında sallar, “Sen göremezsin” buyururlar, ama Hazret-i Ömer ve Hazret-i Ali’ye dönüp müjdeyi verirler: “Onu, siz göreceksiniz!”

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.313
  • 223.592
  • 28.313
  • 223.592
# 01 Eki 2015 23:01:42
EVLENDİKLERİ GÜNÜN SABAHINDA İKİSİDE ÖLDÜ
.
Peygamber Efendimizin zamanında Hifa Hatun
isminde biri sahabe annemiz vardı. Bu hanım
sahabe çok ama çok güzeldi. Onunla
evlenebilmek için bir çok sahabe kese kese
altın yollar, kimi develer hediye ederdi ama
Hifa Hatun hiç birini kabul etmezdi. Bir gün
Hifa Hatun, Peygamber Efendimize (s.a.v);
"Ey Allah'ın Resulü bana öyle bir ibadet
buyurun ki Allah'ın rızasını kazanayım." der.
Hifa Hatun Peygamber Efendimizden namaz
veya oruç gibi şeyler beklerken Peygamber
Efendimiz (s.a.v);
"Ey Hifa! Bekâr insanın imanı yarımdır, sen
evlen ki imanın tamam olsun" buyurur. Hifa
Hatun;
"Ey Allah'ın Resulü ben yalnız Allah rızası için
evlenirim o zaman evleneceğim kişiyi de siz
belirleyin" der.
Orada bulunanlar merakla bakarak acaba
Peygamber Efendimiz kimi seçecek, Hifa
Hatunla kimin evlenmesini isteyecek diye
düşünürler. Peygamber (s.a.v);
"Yarın sabah namazına ilk gelenle Hifa Hatunu
evlendireceğim" der.
Onunla evlenmek isteyenler sabah ilk ben
mescide gideceğim hatta bazıları acaba
uyumasam da sabah ilk ben mi gitsem diye
içlerinden geçirirler. Öte yandan adı Suheyf
olan bir sahabe de vardır. Bu sahabe ise
parası olmadığı hatta başını sokacak bir evi
bile olmadığı için hiç böyle bir niyete dâhil
olmaz. Suheyf (r.a), nerede yemek bulursa
orada yemek yer nerede uykusu gelse orada
uyur, devamlı Allah Teâlâ'ya ibadetle meşgul
olurdu. Kendisini Hifa Hatuna asla layık
görmez. Allah Teâlâ'nın takdirine bakın ki Hifa
Hatunla evlenmek için niyetlenen her
sahabenin uykusu gelir ve hepsi uykuda kalır.
Mescide ilk giden ise Suheyf (r.a) olur. Namaz
kılındıktan sonra Efendimiz (s.a.v) Hifa
Hatunu çağırtıp;
"Seni Suheyf ile evlendirmek istiyorum" der ve
Suheyf'e dönerek;
"Sen hanımına mehir olarak ne verebilirsin?"
buyurur.
Suheyf (r.a) her iki elini açıp;
"Ey Allah'ın Resulü benim bir şeyim yok ki.."
diyecekken Hifa Hatun, Suheyf (r.a) diğer
sahabelerin içinde mahcup olmasın diye bir
kese içerisinde ona altın vererek bunu mehiri
olarak vermesini söyler. Daha sonra
evlendikleri ilk gün Suheyf (r.a), hanımı Hifa
Hatuna der ki;
"Ey Hifa! Sen benimle sadece Allah (c.c) rızası
için evlendin. Bu nedenle sen sabretmek,
bende senin gibi müslüman ve dinine sadık
biri ile evlendiğim için şükretmek zorundayım.
Gel iyisi mi biz seninle bu ilk gecemizi ibadetle
geçirelim" der.
Sabaha kadar ibadet ederler her secde de
gözyaşı dökerler. Sabah olunca Suheyf (r.a)
mescide gider. Namazdan sonra Peygamber
Efendimiz (s.a.v);
"Ey Suheyf, gece ne yaptığınızı sen mi
anlatırsın yoksa ben mi anlatayım?" buyurur.
Suheyf (r.a) ise;
"Allah ve Resulü daha iyi bilir" der.
Rasulullah (s.a.v);
"Sizin gece ki halinizden dolayı Allah (c.c)
sizin tüm günahlarınızı affetti." der.
Bunun üzerine Suheyf (r.a);
"Ey Allah Resulü, ne olur bana dua edin de o
halde ben bir daha günah işlemeden Allah
(c.c) benim ruhumu alsın" der ve oracıkta
ruhunu Rahman'a teslim eder. Bu olay üzerine
sahabeler;
"Ey Allah'ın Resulü, gece onların hali nasıldı?"
diye merakla sorarlar.
Peygamber (s.a.v) buyururlar ki;
"Onlar bütün gecelerini Allah için ibadetle
geçirdiler."
Orada bulunanlar şaşırınca Efendimiz (s.a.v);
"Size şaşıracağınız bir haber daha vereyim
mi? Az önce Hifa Hatun da evde vefat etti."
der.."

Çevrimdışı K.Can

  • Yeni Üye
  • 1
  • 1
  • 1
  • 1
# 02 Eki 2015 20:07:22
      ÇARŞI PAZAR KARIŞTI

      Bir zamanlar deli hastanesinde yatan bir çocuk deli hastanesinden kaçmış ve direk çarşıya inmiş. Bütün gorevliler o çocuğu ariyormuş.Ellerinde tüfek o çocuk
 yanlış birşey yapmaya kalkarsa onu vurmaya kararlılar.

    Onlar çocuğu ararken çocuk çarşıya inmişti bile. Bu çarşı çok karışık bir yerdi. Çarşının Hemen yanında pazarlar falan vardı. Bu çocuk bütün esnaflar dalga
 geçiyor küfrediyor ama esnafta hiç durmuyor. Onun peşindekoşuyor.

   Sonra bu çocuğu arayanlar bunları görmüş. Ellerinde tüfekler çocuğun peşinde koşuyorlar. Çocukda dayanamayıp yorulmuş. Bunlar ona sormuşlar 'niye kaçtın ? 'Diye sormuşlar. Buda nefes nefese kaldığı için cevap vermemiştir. Onlarda 3 kere sormuşlar 4.de kafasından vurmuşlar ve kafası patlamış .




                                                                  SON :) ;)  :) ;)             

   

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.313
  • 223.592
  • 28.313
  • 223.592
# 03 Eki 2015 15:36:38
Hazreti Ömer devri...
İslâm orduları murahhası Maaz, Bizans ordusuna gönderiliyor. Maaz, düşman karargâhına vardı. Sırmalı, işlemeli, püsküllü, kordonlu bir çadır..
Her tarafta, Maaz'ı hürmetle bekleyenlerin serpiştirdiği şatafatlı eşya...
Maaz Hazretlerine, üstünde oturması için ipekten bir halı gösterdiler:
- Fukaranın hakkını ve kanını sömürerek dokunmuş bir halıya oturamam!
- Fakat biz size hürmet göstermiş olmak için bu halının üzerinde oturmanızı rica ediyoruz!
- Sizin hürmetinizi ifade eden şeylere kıymet veremiyeceğim! Eğer yere oturmak yalnız kölelere göre bir işse, biliniz ki, Allah'ın benden daha âciz bir kölesi yoktur!
Bizanslılarda hayret, dehşet, ibret:
- Müslümanlar arasında acaba sizden daha yükseği var mı?
- Bana Müslümanların en fenası olmamak yeter!
Ve Maaz, Bizanslılara niçin Murahhas istediklerini sordu.
Dediler ki:
- Niçin bizim üzerimize geldiniz? Habeşistan size daha yakın değil miydi? İranlıların başında bir kadın var...
Bizimse başımızda öyle bir hükümdar var ki, cihana hâkim...
Nüfusumuz, gökteki yıldızlar, çöldeki kumlar gibi hesapsız.
Maaz Hazretleri de dedi ki:
- Siz, mallarınızı ve canlarınızı elinde tutan bir hükümdarla iftihar ediyorsunuz. Bizim reisimizdeyse hiç kimseye karşı üstünlük hakkı mevcut değil...
Zinaya düşecek olursa, en âdi bir kimse gibi cezasını bulur. Hırsızlık ederse herkesin uğrayacağına uğrar. Perdeler arkasında oturmaz; ve kendisini bizden üstün bilmez. Herkesin sahip olduğundan fazla da malı yoktur.
Böyleyken...
Sonra öyle ve böyle olunabilir miydi?
Necip Fazıl Kısakürek / Bir Pırıltı Binbir Işık

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.313
  • 223.592
  • 28.313
  • 223.592
# 04 Eki 2015 01:08:12
Ey Doğrulara Yardım Eden! | Bir Kıssa Bin Hisse
Bir şahıs, Harem-i Şerîfin kapısında, Ey doğrulara yardım eden, haramlardan kaçınanları koruyan Allâhım!.. diyerek hep aynı duâyı okuyordu. Ona, Sen başka duâ bilmez misin? dediler. O şöyle açıkladı, bu duâyı tekrar etme sebebini:
Ben Beyt-i Şerîfi tavâf ederken ayağıma takılan bir şeyi eğilip aldım. Bir de baktım ki, içinde bin altın bulunan bir kese. Şeytanımla îmânım mücâdeleye tutuştular. Bin altın çok para, senin bütün ihtiyaçlarını karşılar dedi şeytanım. Îmânım ise, Bu haramdır, boşuna saklama; sahibini bul, teslim et! dedi. Ben böyle mücâdele içinde iken, birinin sesi duyuldu:
Burada, içinde bin altınım bulunan kesem kaybolmuştur. Kim buldu ise getirsin, ona otuz altın müjde vereyim! Bin haramdan otuz helâl hayırlıdır, diyerek keseyi sahibine teslim ettim. O da bana otuz altın verdi. Bunu alıp bakırcılar çarşısında gezerken, bir Arap kölenin bu paraya satıldığını görünce, hemen satın aldım. Bir müddet sonra bu kölenin yanına bir kısım Araplar gelip gizlice konuşmaya başladılar. Köleden ne konuştuklarını sordum. Saklamayıp aynen anlattı:
Ben Mağrip sultânının oğluyum. Babam, Habeş melikiyle cenk edip savaşı kaybetti. Beni de esir alıp buralarda sattılar. Babam bunları göndermiş, elli bin altın da vermiş ki, beni satın alıp götürsünler. Sen bana çok iyilik ettin, kendi evlâdın gibi baktın. Bundan dolayı memnun kaldım. Bunlar beni satın alacaklar; sakın az altına râzı olma, elli bin altına sat beni. Dediği gibi oldu. Elli bin altına sattım köleyi. Bu kadar büyük sermaye ile bir kısım mallar alıp Bağdata gittim. Orada açtığım dükkânda mallarımı satıyordum. Bir tanıdığım gelip, Meşhur bir tüccar dostum vefât etti, ay gibi güzel kızcağızı yalnız kaldı. Gel bunu sana alalım dedi. Ben de kabul ettim. Kızın, çehiz olarak getirdiği birtakım tabakların üzerinde içi altın dolu keseler vardı. Hepsinin üzerinde de biner altın yazılı iken, birinde dokuz yüz yetmiş altın yazılı idi. Bunun sebebini sorduğumda kızcağız dediki:
Babam bu keseyi Harem-i Şerifte kaybetmiş. Bulan bir helâlzâde keseyi iâde edince, otuz altını ona müjde olarak vermiş, ondan geriye kalanlardır bu kesedeki altınlar. Bunun üzerine ben Allâha hamd ve şükürlerde bulundum; bunlar hep doğruluğun, iyiliğin bereketi, diyerek hâdiseyi kızcağıza anlattım. Sürur ve saâdetimiz daha da perçinlenmiş oldu!..
Kaynak, Nevâdir-i Süheylî, Sayfa: 280-81

Çevrimdışı m3r52

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.770
  • 15.703
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 1.770
  • 15.703
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 04 Eki 2015 21:37:52
Baba oğlu , rengarenk çiçeklerle bezenmiş , yüksekce bir dağda geziniyordu.Çocuğun bir anda ayağı taşa takıldı ve düştü.Canı yana çocuk , ayağına takılan taşa öfkeyle bağırdı:
“Ayağıma zarar verdin , çok kötüsün”
Çocuk birdenbire boşlukta bir ses duydu :
“Ayağıma zarar verdin , çok kötüsün!”
Çocuk korktu.
Kimdi bağıran ?Neden kendisine sesleniyordu?Çocuk :
“Sen kimsin”
Karşıdan cevap gecikmeden geldi :
“Sen kimsin”
Çocuk kayalıkların arkasına gizlenmiş ve ortaya çıkmaya korkan biri olduğunu düşündü.Sesin sahibine öfkeyle yeniden seslendi:
“Korkaksın , öyle olmasan saklanmazsın , çık ortaya haydi.”
Karşıdaki pes edecek gibi değildi:
“Korkaksın, öyle olmasan saklanmazsın , çık ortaya haydi.”
Olanlara anlam veremeyen çocuk korku ve şaşkınlıkla babasına döndü :
“Baba, kim bu ? Neden bana bağırıp hakaret ediyor? ?”
Baba , gayet sakin ve tebessümle , sesin geldiği yöne doğru başını çevirdi :
“Seni çok seviyoruuuuum “ diye bağırdı.
Karşı taraftan aynı şekilde karşılık geldi:
“Seni çok seviyoruuuuum “
Çocuk şaşırdı:
“O kişi neden bana kötü söz söylüyor da sana ‘seni seviyorum ‘ diyor ? “
Baba gülümseyerek :
“Buna yankı denir, oğlum.Sen ne söylersen ondan aynı karşılığı alırsın.Güzel şeyler söylersen güzellikleri , kötü şeyler söylersen kötülükleri duyarsın.”
Çocuk utandı.Çünkü yankıya ilk kötü sözü o söylemişti.Eğer yankı bunu duymadıysa ona kötü karşılık vermeyecekti.Çocuk o günden sonra kimseye kötü söz söylememeye söz verdi.
Adem GÜNEŞ   ÇOCUK EĞİTİMİNDE DOĞRU BİLİNEN YANLIŞLAR

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.313
  • 223.592
  • 28.313
  • 223.592
# 05 Eki 2015 21:23:52
....Muhteşem Hikaye....
"Bir gün ölüm adamın karşısına çıktı ve dedi:
- Bugün, senin son günün.
Adam dedi:
- Ama ben hazır değilim.
Ölüm dedi:
- Bugünkü listemde, senin ismin ilk sıradadır.
Adam dedi:
- Peki o zaman… gitmeden önce,gel oturalım beraber bir kahve içelim.
Ölüm dedi:
- Tabi ki.
Adam, ölüme kahve ikram etti. Ve onun kahvesine bir kaç uyku hapı attı...
Ölüm kahveyi içti ve derin bir uykuya daldı...
Adam, ölümün listesini aldı ve ismini ilk sıradan silip listenin sonuna koydu.
Ölüm uyandıktan sonra şöyle dedi:
- Sen, bugün bana çok şefkatli davrandın. Şefkatinin karşılığında işime listenin sonundan başlayacağım."

Bazen bazı şeyler kaderinde yazılıdır. Onları değiştirmek için ne kadar çabalarsan çabala, onlar hiç bir zaman değişmezler...

Karga ve papağanın her ikisi de çirkin yaratılmıştır. Papağan itiraz eder ve güzelleşir. Ama karga Yaradan'ın rızasından memnun kalır.Bugün papağan kafeste, karga ise özgür...
Her hadisenin arkasında öyle bir hikmet vardır ki belki sen hiç bir zaman anlayamazsın.
O halde…
Hiç bir zaman Yaradan'a deme "Neden!!!?"

Çevrimdışı ılgın01

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.100
  • 6.271
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.100
  • 6.271
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 06 Eki 2015 15:43:05
Delinin biri camiye girer, belli ki namaz kılacak.
Ama oturmaz, meraklı ve şaşkın gözlerle etrafı süzer-dolanır.
Bir oraya, bir buraya her köşeye dikkatlice bakar ve hızla çıkar gider.

Az sonra sırtında bağlanmış odunlarla tekrar gelir camiye ve tam namaza başlamak üzere olan
cemaatle birlikte saf tutar.
Ama sırtındaki odunlarla güç bela bitirir namazını.
Eğilip kalktıkça yere düşen odunlar, çıkardığı ses vs. derken, tabii cemaat de rahatsız olmuştur bu
durumdan.

Nihayet biter namaz, bitmesine ama her kafadan bir ses çıkar. Herkes kıpırdanmaya, adama
söylenmeye başlamıştır bile. İmama kadar ulaşır sesler, hafiften tartışmalar.

İmam aynı mahalleden, bilir az çok garibin halini, şefkatle yaklaşır meczubun yanına ve der ki:
“Oğlum böyle namaz mı olur, sırtında odunlarla, sen ne yaptın? Hem kendini hem de çevreni rahatsız ettin bak, bir daha namaz kılmaya yüksüz gel olur mu?”

Bunu duyan meczub melül-mahzun, ama manalı bir bakışla sorar
“Âdetiniz böyle değil mi?”
“Ne âdeti?!” der Hoca..
Cemaat da toplanmış, merak ve şaşkınlıkla olayı izlemektedir o sıra..
Der ki meczub bu kez:
“Hocam ben namaz kılmak için girdim camiye, şöyle kendime uygun bir yer ararken içeridekilere
baktım, gördüm ki herkesin sırtında bir şeyler var. Zannettim ki adet böyledir, ben de şu odunları yüklendim geldim işte, neden kızıyorsun? Kızacaksan herkese kız, tek bana değil!
Hoca şaşırır: “Benim sırtımda da mı var?” der..
“Evet” der meczub, “Hepinizin sırtı yüklü!”..
Cemaatte ise hafiften “deli işte!” manasına,bıyık altından gülüşmeler başlamıştır.

Meczub bu kez öne atılır ve tek tek cemaati işaret ederek, saf bir çocukça, heyecanla bağırır:
“Bak bunun sırtında mavi gözlü bir çocuk, bunda kocaman bir elma ağacı vardı..
Bunda kırık bir kapı, bunda bir tencere yemek, bunda kızarmış tavuk, şunun sırtında yeşil gözlü esmer
bir hatun, bununkinde de yaşlı annesi vardı!..”
Sonra iki elini yanlarına salar başını sallar ve umutsuzca;
“ Boş yok, boş yok hiç!. diye tekrarlar.
O böyle söyleyince, herkes dehşet içinde şaşkınlıkla birbirinin yüzüne bakar!
Aynen doğrudur dedikleri çünkü;
Kimi doğacak çocuğunu düşünüyordur namazda,kimi bahçesindeki meyve ağaçlarını, biri onaracağı
kapıyı, diğeri lokantasında pişireceği yemeği. Biri açtır aklında yiyeceği tavuk, birinin sırtında sevdiği kadın,
diğerinde de bakıma muhtaç annesi vardır.
“Peki söyle bakalım bende ne vardı?” der, bu kez endişeyle Hoca..
O da der ki:
“Zaten en çok da sana şaştım hoca! Sırtında kocaman bir inek vardı!
Meğerse efendim, hocanın ineği hastaymış, “öldü mü ölecek mi?” diye düşünürmüş namazda...
“Harâbât ehlini hor görme sakın, defineye mâlik viraneler var.” Bildirince bildiren, yüreği olan görüyor elbet.

Çevrimdışı Gülirem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 06 Eki 2015 15:45:47
daha önce de paylaşımda bulunulmuş ve ilk defa gördüğüm bu hikayeyi beğenerek okumuştum. tekrardan bu güzel hikaye için teşekkür ederim öğretmenim.

Çevrimdışı hayat 2

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.110
  • 7.616
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.110
  • 7.616
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 06 Eki 2015 16:41:43
AYYAŞ …
Ayyaş bir sigara yaktı, bir kadeh rakı koydu

Ayyaş bir sigara yaktı, bir kadeh rakı koydu, hava sıcak, çarptı tabii..
Kalktı Muş ve Van’ı Ruslardan temizledi.
Bir kadeh daha vapurda sanıyor kendini hoopp Samsun’a gitti kafa.
Amasya’da Erzurum’da Sivas’ta kongreler.
Bir de Türkiye Büyük Millet Meclisini kurdu ikinci kadeh bitmeden.
Kafa çakır tabii Başkomutan oldu
Kalktı ayağa tokatla denize döktü Yunan’ı.
Gaza geldi, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu.
Kafa gitti tabii, ağzından çıkanı kulağı duymuyor.
Saltanat kalkacak,
Halifelik bitti,
Kadın Erkek eşit,
Şapkasız çıkmam abi,
Tekke zaviye hikaye,
SOY adın olacak,
– Dur Ata’m yapma!!
Derken biz Geometri kitabı yazmış ayyaş ama daha bitmedi.
Türk dili,
Türk harfi,
Türk tarih kurumu,
Ankara Hukuk,
Merinos Halı,
(Meze bitti o ara deniz börülcesi istedi ayyaş)
Sümerbank,
Chp,
Çocuk Esirgeme Kurumu,
Demiryolları,
Havayolları,
Limanlar Genel Müdürlüğü,
Halkevleri,
Etibank,
İş bankası,
Merkez bankası,
Sağlık bakanlığı,
Anadolu ajansı,
Ziraat enstitüsü,
Ayyaş iptal…

Dedik “Ne gerek var Ata’m az ilerde 24 yaşında Subay Kubilay Öğretmeni öldürüyorlar, al eline Kuran’ı geç tabutun başına”
Doğruldu ayyaş ve dedi ki:

Eğer ülkeni kurtaracak bir lider beklemekteysen,
ben size hiç bir şey öğretmemişim demektir.

Menemen’i yakın !

-alıntıdır... Kime ait bilmiyorum ama kalemine sağlık...

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK