İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.339
  • 223.808
  • 28.339
  • 223.808
# 18 Mar 2014 20:27:38
Bu yazıyı defalarca paylaştım, yine paylaşıyorum. Çünkü her okuduğumda sanki ilk defa okuyormuşum gibi derin duygulara kapılıyorum.

Lütfen okumayan kalmasın...

Yaşanmış gerçek bir hikayedir...

Hz. Azrail'in Güzelliği

Onk. Dr. Halûk Nurbaki'den gerçek bir hatıra..

Ben, 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak maddeyi asan sayısız olayla karşılaştım ve bunları, o olaya şahit olanlarla birlikte belgeleyerek özel bir arşiv yaptim. Bunlardan 1976 yılında yaşanmış bir olayı size nakletmek istiyorum.

Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına gitmek istemesine ragmen, bazi formaliteler sebebiyle o imkanı bulamamıştı. Serap'ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım. Ve kısa bir süre sonra da iyileştiğini gördüm.

Ancak Serap'in da bütün diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu. Bir iş kadını olan
Serap, 4 yıl kadar sonra bir ihale için İzmir'e gitmek istedi. Kış aylarında olduğumuz için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim.

Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış.

Dönüşünden kısa bir süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap bacak kemiklerindeki metastaz nedeniyle yürüyemez hale gelirken, hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu. Evine gittiğim gün, yine güçlükle konuşarak:

--''Doktor bey,'' dedi. ''Ben size...dargınım.''

-- ''Niçin?" diye sordum.

--"Siz...dindar bir insanmışsınız. Niçin bana da, ALLAH 'ı, ölümü, ahireti anlatmıyorsunuz?"

Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildigim için bu teklifi karşısında oldukça şaşırdım. O'nu üzmemeye çalışarak:

--"Doktora ulaşmak kolaydır'' dedim. ''Parayı bastırdın mı istediğine tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için gönülden istek duymalısın..."

Konusmaya mecali olmadığından "Ben o isteği duyuyorum" manasında başını salladi. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yani sıra, ebedi hayatın ve saadetin reçetesi olan iman derslerimiz başlamış ve dersler "hızlandırılmalı öğretime" dönmüştü. Anlattığım iman hakikatlerini bütün ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu.

Vefatına bir hafta kala:
--"Doktor bey'' dedi. ''Ben ölürken ne söylemeliyim?"

--"Senin durumun çok özel" dedim. ''Kelime-i Sahadet sana uzun gelir. O anı fark edince ''Muhammed'' (s.a.v) sana yeter."

O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. Çok ıstırabı olduğu için Serap'a sürekli morfin yapıyor ve O'nu uyutmaya
çalışıyorduk. Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim.

Dönüşümde annesi telefon ederek:
--"Serap, bir haftadir morfin yaptırmıyor." Dedi. "Sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap çekiyor."

Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasininsebebini sordum. Aldığım cevabı hala unutamıyor ve hatırladıkça ürperiyorum.

"Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanir ve son nefeste "Muhammed" diyemezsem?.

İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada benden istihareye yatmamı ve eğer bir kaç gün daha ömrü varsa, son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırılmasını rica etti. Ben hiç adetim olmadığı halde cuma gününe rastlayan o gece istihareye yattım ve Serap'in acizliği hürmetine sandığım salı gününe kadar yaşayacağına dair bir işaret sezdim.

Ertesi gün O'na:
--"Hiç korkma!" dedim. "İğneyi vurdurabilirsin."

Ve Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da sordu:
--"Doktor bey...Azrail bana nasıl görünecek?"

--"Kızım," dedim. "O bir melek değil mi? Hiç merak etme, sana yakışıklı bir prens gibi gelecektir."

Salı günü Serap'in ağırlaştığı haberini alınca hemen eve gittim. Ancak vefatına yetişememiştim. Ailesi tam manasıyla perişandı. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek:

-"Doktor bey, biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı!" dedi ve devam etti:

--Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve "yataktan kalkması imkansız" denmesine rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz kıldı.Bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Ve kelime-i Şehadet getirerek vefat etmeden biraz önce de:

--"Doktor bey'e söyleyin, dedi. Azrail, O'nun söylediğinden de güzelmiş!.

Tüm inanan müslüman kardeşlerimize ve şuan bu yazıyı okuyan bütün kardeşlerimize, RABBİM son nefeslerinde Kelime-i Şehadet getirmeyi nasip etsin. (Amin)

Lütfen;
Okuduysanız beğenin ve arkadaşlarınızın da okuyabilmesi için paylaşın...

Bu yazı hakkındaki düşüncelerinizi yorumlayarak bizlerle paylaşabilirsiniz...

Selam ve dua ile

Çevrimdışı nihade_67

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.592
  • 2.582
  • 1.592
  • 2.582
# 18 Mar 2014 22:27:18
Ahde Vefa –


hz.omer arkadaslariyla sohbet ederken, huzura uc genc girerler, derlerki
 -ey halife bu aramizdaki arkadas bizim babamizi oldurdu ne gerekiyorsa lutfen yerine getirin.
 bu soz uzerine hz.omer suclanan gence donerek:
 -soyledikleri dogrumu diye sorar.
 suclanan genc derki evet dogru bu soz uzerine hz omer:
 -anlat bakalim nasil oldu diye sorar.
 bunun uzerine genc anlatmaya baslar,derki :
 -ben bulundugum kasaba hali vakti yerinde olan bir insanim ailemle beraber gezmeye ciktik kader bizi arkadaslarin bulundugu yere getirdi. hayvanlarimin arasinda bir guzel atim varki donen bir defa daha bakiyor hayvana ne yaptiysam bu arkadaslarin bahcesinden meyva koparmasina engel olamadim, arkadaslarin babasi icerden hisimla cikti atima bir tas atti atim oracikta oldu, nefsime bu durum agir geldi, ben de bir tas attim babasi oldu, kacmak istedim, fakat arkadslar beni yakaladi,durum bundan ibaret,dedi.
 bu soz uzerine hz omer soyleyecek bir sey yok bu sucun cezasi idam, madem sucunu da kabul ettin…
bu sozden sonra delikanli soz alarak:
-efendim bir ozrum var, ben memleketinde zengin bir insanim babam rahmetli olmadan bana epey bir altin birakti, gelirken kardesim kucuk oldugu icin saklamak zorunda kaldim simdi siz bu cezayi ifnaz ederseniz yetimin hakkini zayi ettginiz icin allah indin’de sorumlu olursunuz, bana uc gun izin veriseniz ben emaneti kardesime teslim eder gelirim, bu uc gun icin de yerime birini bulurum der.
 hz omer dayanamaz derki:
 -bu topluluga yabanci birisin, senin yerine kim kalirki? der,
 sozun burasinda genc adam ortama bir goz atar derki,
-bu zat benim yerime kalir, o zat hz peygamber (s.a.v) efendimizin en iyi arkadaslarindan, daha yasarken cennetle mujdelen amr ibni asr’ dan baskasi degildir. hz omer amr ‘a donerek
 -ey amr delikanliyi duydun, der.
 o yuce sahabi:
 -evet, ben kefili, der ve genc adam serbest birakilir.
 ucuncu gunun sonunda vakit dolmak uzere ama gencten bir haber yoktur, medinenin ileri gelenleri hz omere cikarak gencin gelmeyecegini, dolayisiyla amr ibni asr’a verilecek idamin yerine, maktulun diyetinin verilmesini teklif ederler, fakat gencler razi olmaz ve babamizin kani yerde kalsin istemiyoruz, derler.
 hz omer kendinden beklenen cevabi verir, derki,
 -bu kefil babam olsa farketmez, cezayi infaz ederim.
 hz amr ibni asr ise tam bir teslimiyet icerisinde derki,
 -biz de sozumuzun arkasindayiz.
 bu arada kalabalikta bir dalgalanma olur ve insanlarin arasindan genc gorunur.
 hz omer gence donerek derki,
 -evladim gelmeme gibi onemli bir firsatin vardi neden geldin.
 genc vakurla basini kaldirir ve:
 -ahde vefasizlik etti demeyesiniz diye geldim, der.
 hz omer basini bu defa cevirir ve amr ibni asr’a derki,
 -ey amr sen bu delikanliyi tanimiyorsun nasil oldu da onun yerine kefil oldun?
 amr ibni asr :
 -bu kadar insanin icerisinden beni secti, insanlik oldu dedirtmemek icin kabul ettim der.
 sira genclere gelir derlerki,
 -biz bu davadan vazgeciyoruz, bu sozun uzerine hz omer :
 -ne oldu biraz evvel babamizin kani yerde kalmasin diyordunuz ne oldu da vazgeciyorsunuz?
 genclerin cevabi dehsetlidir :
- merhametsiz insan kalmadi demeyesiniz diye.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.339
  • 223.808
  • 28.339
  • 223.808
# 18 Mar 2014 22:34:54
Kaçmadığımız iş kolaylaşır.

“Bir genç Ankara’da bir üniversite kazanmış, ailesinden ayrılığın acısına dayanamadığı için ders çalışamamış, terk etmiş okulunu, dönmüş babasının evine ve kaydı silinmiş. Ailesinin yanında bir süre sonra sıkılınca da İzmir’e gitmiş, bir kahvede çaycılık işi bulabilmiş. İş şartları kötüymüş, geçimi zormuş da ne yapması gerekiyormuş.

Şaşırtıcı değil mi? İnsan başarının bu kadar yükseğinden kendini aşağıya atar mı? Dayanıksız yetişmişse, sorumluluk, vefa, çile, fedakârlık çarklarından geçmemişse işte böyle atıyor.

Hayata tutunmak çocukluktan çıkmayı gerektiriyor. Dövülen demirin çelikleşmesi gibi çileyle yüzleşmeyi ve çileye direnmeyi gerektiriyor. Kimse zorluktan kaçarak kolaylığa kavuşamaz. Zorluk dağından geçmeden kolaylık vadisine ulaşamaz.

Yağmurdan kaçan doluya tutulur. Küçük sorumluluklarını ihmal eden büyük yükler altında ezilir. Genç büyük kapıdan geçmenin zorluğundan yıldı da, büyük bir derde düşürdü kendini.

İçindeki ana hasretine ölümüne savaşan cesur asker gibi direnebilseydi okulunu bitirebilirdi. Sorunumuz, cam fanusla korunmuş bir ailede sorunsuz büyümekten ve sonra da hayata atılınca sorunların bütün sertliğiyle aniden karşılaşmamızdan kaynaklanıyor.

Başarısız kalmış kişinin geçmişi yarım bırakılmış işlerin enkazıyla doludur. Her anı eğlenceli işi herkes yapar. Herkes kendisine baksın: Aileniz, arkadaşlarınız veya mesleğinizle ilgili canınız istemediği için ertelediğiniz, yapmadığınız, kaçındığınız işleriniz var mı?” Düşün ve Başar

Çevrimdışı poseidon00007

  • Uzman Üye
  • *****
  • 6.773
  • 21.882
  • 6.773
  • 21.882
# 20 Mar 2014 11:44:37
İÇKİ İÇMEK
FAKİH anlatıyor:
-Muhammed b. Fazl, Muhammed b. Cafer,İbrahim b.Yusuf,Kesir b. Hişam,Cafer b. Birkan, Zühri,, Osman b. Affan (r.a) hazretlerini anlatıyor:
-Bir gün kalktı; bize hutbe okudu. Bu hutbesinde şöyle dedi:
- Ey insanlar, içki içmeyiniz. Çünkü içki kötülüklerin anasıdır. Sizden önce gelen ümmet abitlerinden biri mescitten dönüyordu. Karşısına kötü bir kadın çıktı Kadın hizmetçisine emir verdi; tutturdu. Kapıyıda kilitledi.Yanında bir şarap fıçısı, bir de küçük çocuk vardı.
Kadın âbide şöyle dedi:
- Biraz şarap içmeyince benden ayrılamazsın. Eğer şarabı içmek istemezsen bana saldıracaksın(benimle yatacaksın). Bana saldırmak istemezsen bu çocuğu öldüreceksin. Eğer bunlardan hiçbirini yapmazsan bağırırım. Gelenlere şöyle derim:
-Bu adam evime zorla girdi. Senin doğruluğuna kim inanır ki? Ne dersen de.
Adam şaşırdı. Kendi Kendine şöyle dedi:
Bu kadına o işi yapamam. Hele bu çocuğu hiç öldüremem. Ve... şarabı içti. İçtikçe kadına:
-Daha doldur dedi. kadın doldurdu.
Allah adına and içerek söylüyorum; şaraba kanmadı. İçtikçe içti. Sonunda hem kadına saldırdı hemde olayı gördü diye çocuğu öldürdü.
Hz. Osman (r.a.) devam etti:
- İçkiden kendinizi koruyunuz. Çünkü o, kötülüklerin anasıdır. Şunun bir gerçek olduğunu söylüyorum: iman ve içki bir kalpte durmaz. Birinin diğerini yok etmesinden korkulur.
İçki içenin dilinden küfür kelimesi çıkabilir. Dili de o kelimeye alışırsa ölümü anında kafir gidince de cehennemde sonsuza kadar kalır. Sonra kulu imandan soyan , ölüm anındaki halidir.
Bunun sebebi de hayatı boyunca işlediği günahlardır.Bu durumuna hasret ve pişmanlık duyar ama faydasızdır.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.339
  • 223.808
  • 28.339
  • 223.808
# 21 Mar 2014 21:10:00
YA ALİ SENİ ÇOK ÖZLEDİK
Düşmanı yüzüne tükürünce
Bir pehlivan bir -iki Müslüman'ı şehit eder. Haddi aşar. Ağzını bozar. "Nerede Ali b. Ebi Talip" der. Hz. Ali ayağa kalkar. Efendimiz ona zırhını giydirir ve dua eder. Hz. Ali, düşmanı ile karşılaşınca önce onu İslam'a davet eder. Adam ise ağzını bozmaya devam eder. Hz. Ali adamı bir devirir. Kılıcı kaldırınca da adam Hz. Ali'ye doğru tükürmeye çabalar. Hz. Ali kılıcı kınına koyar ve döner. Adamı öldürmekten vazgeçer. Adam büyük imama arkadan bağırır. "Ey Ali! Beni niye öldürmedin." Hz. Ali şöyle der: Daha önce Allah için seninle savaştım. Çünkü sen dinime savaş açtın. Ben de seninle savaştım. Ama demin bana tükürdün. Belki nefsim kabarmıştır diyerek sana dokunmadım. İşte onun için senden uzak durdum. Denir ki bu adam ve 70 kişi İslam'a girdi.

Çevrimdışı alper bocut

  • B Grubu
  • 1.155
  • 2.983
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.155
  • 2.983
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 22 Mar 2014 21:39:03
ŞEYTANIN TÜYLERİ

****************

Şeytan uyuyakaldı bir gün

Rüzgar sert esti

Üç tüy düştü şeytandan dünyaya

Biri paraya yapıştı

Diğeri mevkiye

Öteki ihtirasa

O günden sonra şeytan hiç bir iş yapmadı.

Çevrimdışı alper bocut

  • B Grubu
  • 1.155
  • 2.983
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.155
  • 2.983
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 22 Mar 2014 21:40:53
Anne dışarıda alış-verişteydi. İki buçuk yaşındaki bebeğe babası gözkulak oluyordu.

Aslında bu pek de zor bir şey değildi. Yavrucak halının üzerinde 'çay seti' oyuncağıyla oynarken baba da koltuğunda gazetesini okuyor, ara sıra da bebeğinin kendisine -çay seti oyuncağının minik plastik fincanlarıyla- ikram ettiği suları çay niyetine içerek oyuna iştirak ediyordu.

Derken anne eve geldi. Baba anneye sus işareti yapıp, bebeği izlemesini istedi. Bu çok şirin hareketini annenin de görmesini istiyordu.

Anne, bebeğin elinde çay fincanıyla salondan çıkıp, biraz sonra içi su dolu olarak babasına getirmesini ve babanın da onu çaymış gibi içmesini seyretti.

Sonra gayet sakin bir tavırla elindekilerle mutfağa geçerken eşine seslendi:

'Uzanabildiği tek su kaynağının klozet olduğunu biliyorsun, değil mi?'

Sonuç-1: Annneler evlatlarını çok sever ve onlara dair her şeyi bilir.

Sonuç-2: Babalar evlatlarına dair bir çok şeyi bilmez ama onları çok sever.

'Babalar en son duyar' boşuna söylenmemiştir. :)

Çevrimdışı alper bocut

  • B Grubu
  • 1.155
  • 2.983
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.155
  • 2.983
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 22 Mar 2014 21:42:47
DERVİŞ KAŞIKLARI
Bir gün sormuşlar ermişlerden birine:
-Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?
Bakın göstereyim demiş, ermiş.Önce sevgiyi dilden gönüllendirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış.
Hepsi oturmuşlar yerlerine.Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasındanda "derviş kaşıkları" denilen bir metre boyunda kaşıklar.
Ermiş :
-"Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş.
-" Peki demişler" ve içmeye teşebbüs etmişler.
Fakat o da ne?Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına.
En sonunda bakmışlar beceremiyorlar,öylece aç kalkmışlar sofradan.
Bunun üzerine :
-"Şimdi" demiş ermiş,"sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe".
Yüzleri aydınlık,gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa.
-"Buyrun" deyince,her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp,sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içirmiş.
Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.
İşte demiş ermiş,
-"Kim ki gerçek sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse,o aç kalacaktır
ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz ve şunu da unutmayın
Gerçek pazarında alan değil,veren kazançtadır daima."

Çevrimdışı alper bocut

  • B Grubu
  • 1.155
  • 2.983
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.155
  • 2.983
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 22 Mar 2014 21:48:54
DÜNYAYI DÜZELTMEK
Adam, bir haftanın yorgunluğundan sonra pazar sabahı kalktığında bütün
haftanın yorgunluğunu çıkarmak için eline gazetesini aldı ve bütün gün
miskinlik yapıp evde oturacağını düşündü.Tam bunları düşünürken oğlu
koşarak geldi ve sinemaya ne zaman gideceklerini sordu. Baba oğluna söz
vermişti bu hafta sonu sinemaya götürecekti ama hiç dışarıya çıkmak
istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu sonra gazetenin
promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti. Önce dünya haritasını
küçük parçalara ayırdı ve oğluna eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni
sinemaya götüreceğim dedi sonra düşündü;
"oh be kurtuldum, en iyi coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı aksama kadar düzeltemez."
Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi ve
-"Baba haritayı düzelttim, artık sinemaya gidebiliriz" dedi.
Adam önce inanamadı ve görmek istedi.
Gördüğünde de halen hayretler içindeydi ve bunu nasıl yaptığını sordu.
 Çocuk :
-"Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan vardı.İnsanı düzelttiğim zaman dünya kendiliğinden düzelmişti" dedi.

Çevrimdışı m3r52

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.770
  • 15.705
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 1.770
  • 15.705
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 22 Mar 2014 23:41:23
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Bu yazıyı defalarca paylaştım, yine paylaşıyorum. Çünkü her okuduğumda sanki ilk defa okuyormuşum gibi derin duygulara kapılıyorum.

Lütfen okumayan kalmasın...

Yaşanmış gerçek bir hikayedir...

Hz. Azrail'in Güzelliği

Onk. Dr. Halûk Nurbaki'den gerçek bir hatıra..

Ben, 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak maddeyi asan sayısız olayla karşılaştım ve bunları, o olaya şahit olanlarla birlikte belgeleyerek özel bir arşiv yaptim. Bunlardan 1976 yılında yaşanmış bir olayı size nakletmek istiyorum.

Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına gitmek istemesine ragmen, bazi formaliteler sebebiyle o imkanı bulamamıştı. Serap'ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım. Ve kısa bir süre sonra da iyileştiğini gördüm.

Ancak Serap'in da bütün diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu. Bir iş kadını olan
Serap, 4 yıl kadar sonra bir ihale için İzmir'e gitmek istedi. Kış aylarında olduğumuz için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim.

Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış.

Dönüşünden kısa bir süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap bacak kemiklerindeki metastaz nedeniyle yürüyemez hale gelirken, hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu. Evine gittiğim gün, yine güçlükle konuşarak:

--''Doktor bey,'' dedi. ''Ben size...dargınım.'' -- ''Niçin?" diye sordum.

--"Siz...dindar bir insanmışsınız. Niçin bana da, ALLAH 'ı, ölümü, ahireti anlatmıyorsunuz?" Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildigim için bu teklifi karşısında oldukça şaşırdım. O'nu üzmemeye çalışarak:

--"Doktora ulaşmak kolaydır'' dedim. ''Parayı bastırdın mı istediğine tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için gönülden istek duymalısın..." Konusmaya mecali olmadığından "Ben o isteği duyuyorum" manasında başını salladi. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yani sıra, ebedi hayatın ve saadetin reçetesi olan iman derslerimiz başlamış ve dersler "hızlandırılmalı öğretime" dönmüştü. Anlattığım iman hakikatlerini bütün ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu.

Vefatına bir hafta kala:
--"Doktor bey'' dedi. ''Ben ölürken ne söylemeliyim?" --"Senin durumun çok özel" dedim. ''Kelime-i Sahadet sana uzun gelir. O anı fark edince ''Muhammed'' (s.a.v) sana yeter." O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. Çok ıstırabı olduğu için Serap'a sürekli morfin yapıyor ve O'nu uyutmaya
çalışıyorduk. Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim.

Dönüşümde annesi telefon ederek:
--"Serap, bir haftadir morfin yaptırmıyor." Dedi. "Sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap çekiyor." Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasininsebebini sordum. Aldığım cevabı hala unutamıyor ve hatırladıkça ürperiyorum.

"Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanir ve son nefeste "Muhammed" diyemezsem?.

İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada benden istihareye yatmamı ve eğer bir kaç gün daha ömrü varsa, son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırılmasını rica etti. Ben hiç adetim olmadığı halde cuma gününe rastlayan o gece istihareye yattım ve Serap'in acizliği hürmetine sandığım salı gününe kadar yaşayacağına dair bir işaret sezdim.

Ertesi gün O'na:
--"Hiç korkma!" dedim. "İğneyi vurdurabilirsin." Ve Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da sordu:
--"Doktor bey...Azrail bana nasıl görünecek?" --"Kızım," dedim. "O bir melek değil mi? Hiç merak etme, sana yakışıklı bir prens gibi gelecektir." Salı günü Serap'in ağırlaştığı haberini alınca hemen eve gittim. Ancak vefatına yetişememiştim. Ailesi tam manasıyla perişandı. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek:

-"Doktor bey, biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı!" dedi ve devam etti:

--Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve "yataktan kalkması imkansız" denmesine rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz kıldı.Bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Ve kelime-i Şehadet getirerek vefat etmeden biraz önce de:

--"Doktor bey'e söyleyin, dedi. Azrail, O'nun söylediğinden de güzelmiş!.

Tüm inanan müslüman kardeşlerimize ve şuan bu yazıyı okuyan bütün kardeşlerimize, RABBİM son nefeslerinde Kelime-i Şehadet getirmeyi nasip etsin. (Amin)

Lütfen; Okuduysanız beğenin ve arkadaşlarınızın da okuyabilmesi için paylaşın...

Bu yazı hakkındaki düşüncelerinizi yorumlayarak bizlerle paylaşabilirsiniz...

Selam ve dua ile
Öğretmenim çok etkileyici.Gözlerim doldu okurken bu hikaye gerçek mi

Çevrimdışı zehra öğretmen

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.751
  • 7.115
  • Müdür Yardımcısı
  • 1.751
  • 7.115
  • Müdür Yardımcısı
# 23 Mar 2014 15:37:31
En büyük velilerden biri olduğunda şüphe bulunmayan Bayezid-ı Bestâmi'yi ölümünden sonra bir dostu rüyasında gördü ve kendisine sordu:

- İlahi huzurda seni nasıl karşıladılar? Bayezid-i Bestami cevap verdi:

- Bana, "ne getirdin?" diye sordular. Ben de dedim ki "Bir dilenci bir padişahın huzuruna çıkınca ona ne getirdin diye sormazlar, dile bizden ne dilersen" derler.

Sözüme Rabbimin cevabı erişti: "Doğru söylüyor, doğru söylüyor."

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.339
  • 223.808
  • 28.339
  • 223.808
# 27 Mar 2014 06:29:19
İstanbul´un alındığı, Bizans´ın yıkıldığı yıllardır. Ama Akdeniz huzursuzdur hâlâ. Rodoslu çapulcular Bahr-ı Sefid´in çıbanıdırlar. Evet bu adada güzel üzüm yetişir ve nefis zeytin olur. Ama ada sakinleri bağla bahçeyle uğraşmaz. Ticaretten ve sanattan da uzaktırlar. İyi bildikleri tek iş vardır:

´Yol kesmek!´O yıllarda Rodoslu haydutlar ticaret gemilerini yağmalar, sahil köylerini basarlar. Zahmetsiz kazandıklarını saza, şaraba yatırırlar. Liman kenarındaki batakhaneler eşkıya kaynar. Bu işrethanelere abone olabilmenin tek yolu vardır:

Daha fazla soygun yapmak, daha fazla can yakmak.
İşte günün birinde, içinde Ebûl Vefa hazretlerininde bulunduğu hac kafilesi şakilerin saldırısına uğrar. Mübâreğin kaybedecek bir şeyi yoktur. Hepi topu üç beş ölçek hurma, birkaç testi zemzem. Ama korsanlar insan sarrafıdırlar. Müminlerin ona gösterdiği hürmeti gözden kaçırmazlar. Böylesi asil biri para etse gerekdir. Öyle ya, Osmanlı âliminin uğruna neler vermez ki Mübârek kendisini hapse tıkan zalimlere kızmaz.

´Bunda da bir hayır olmalı´ der, büker boynunu. Hatta acıma duygusu ağır basar. ´Ah!´ der, ´Ah bir hakikatleri görebilseler!´.
İnsan haydut da olsa insandır. Nitekim zindancı bu büyük velinin yüzündeki şefkati yakalar, veya o şefkate yakalanır. Cezayı göze alır, zincirlerini çözer, onu aydınlık bir koğuşa taşır. Uzun kış geceleri ocak başında sohbet ederler. Mübarek kısa sürede Rumca öğrenir, muhafızlarla dost olur. Hastalarını tedavi eder, dertlerini dinler. Bir muhabbet köprüsüdür kurar gönüllere. Şövalyeler bu iltiması görmezden gelirler, zira bu rehineden yüklüce bir fidye beklerler. Kahramanoğlu İbrahim Bey, bir Ebûl Vefa sevdalısıdır. Mübareğin Rodoslular´ın elinde olduğunu öğrenince beyninden vurulmuşa döner. İstenen meblâğı tez günde denkleştirir, koşar adaya.

Ebûl Vefa Hazretlerinin ayrıldığı gün zindancı bir hoş olur. Bu küflü dehlize böylesi bir bilge gelmemişdir. Ve bundan böyle zor gelir. Hapiste geçirdiği günler Ebûl Vefa Hazretleri´ne çok tesir eder. İstanbul´da Rumların kesif olduğu bir semte (Vefa´ya) dergahını kurar ve bu insanlara kapılarını açar. Bıkıp usanmadan hakkı tebliğ eder. Gülene de anlatır, sövene de. Kimi dergâha
râm olur, kimi aleyhinde konuşur. Mübarek güler yüzlü ve nüktedandır. En çetrefil meseleleri basite indirger ve maharetle nakşeder zihinlere. Ebûl Vefa´nın Fatih´e karşı hususi bir sevgisi vardır. Onu bir kere bile görmez ama geceler boyu dua eder. Genç Sultan´ı güçlü tasarrufu ile kuşatır ve ona manevi zırh olur.

Fatih bu himmeti iliklerine kadar hisseder. Rüyalarını nur yüzlü veli süsler. Günün birinde dayanamaz, dergahın kapısını tıkırdatır. Ancak Ebûl Vefa Hazretleri

-´Hayır!´ der, ´Görüşmesek daha iyi.´ Koca sultan giderken mübârek hıçkırmaktadır. Bir hüzündür çöker mekâna. Talebeleri muammayı çözemezler. Sıradan Rumlar´ın bile kıymet verilip, buyur edildiği bir tekkenin kapısı cihan padişahına neden açılmaz Nitekim içlerinden biri dayanamaz.

-´Bağışlayın ama efendim´ der,

´Hem hünkârı üzdünüz, hem kendiniz üzüldünüz. Bunun bir hikmeti olsa gerek ´

Mübârek ´Doğru söylüyorsun.´ der, ´Ama aramızdaki muhabbet vazifelerimizi unutturacak kadar fazla. Eğer o, sohbetin tadını alırsa sarayda duramaz, sultanlık çelik çomak oyunu gibi basit gelirgözüne. Korkarım tacı tahtı bırakır, dervişliğe kalkışır.´ (Hatırlayacaksınız Fatih´in dervişliğe olan meylini ilk keşfeden ve yüz vermeyen Akşemseddin´dir.) Ebûl Vefa Hazretleri bulunduğu semtte çok sevilir. Mahalle halkı mübareğin naaşına sahip çıkar, dahası güzel bir camiyle adını yaşatırlar. İşte bu gün bile Unkapanı, Fatih, Süleymaniye arasında kalan muhit onun adıyla tanınır. Esnaf ona Fatiha okumadan dükkan açmaz, çocuklar okul yolunda bir lahza durur, mırıl mırıl dua okurlar.

Çevrimdışı fraktal33

  • Uzman Üye
  • *****
  • 3.349
  • 6.439
  • Matematik Öğretmeni
  • 3.349
  • 6.439
  • Matematik Öğretmeni
# 27 Mar 2014 09:33:19
Hiç güleceğim yoktu süpermiş
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Anne dışarıda alış-verişteydi. İki buçuk yaşındaki bebeğe babası gözkulak oluyordu.

Aslında bu pek de zor bir şey değildi. Yavrucak halının üzerinde 'çay seti' oyuncağıyla oynarken baba da koltuğunda gazetesini okuyor, ara sıra da bebeğinin kendisine -çay seti oyuncağının minik plastik fincanlarıyla- ikram ettiği suları çay niyetine içerek oyuna iştirak ediyordu.

Derken anne eve geldi. Baba anneye sus işareti yapıp, bebeği izlemesini istedi. Bu çok şirin hareketini annenin de görmesini istiyordu.

Anne, bebeğin elinde çay fincanıyla salondan çıkıp, biraz sonra içi su dolu olarak babasına getirmesini ve babanın da onu çaymış gibi içmesini seyretti.

Sonra gayet sakin bir tavırla elindekilerle mutfağa geçerken eşine seslendi:

'Uzanabildiği tek su kaynağının klozet olduğunu biliyorsun, değil mi?' Sonuç-1: Annneler evlatlarını çok sever ve onlara dair her şeyi bilir.

Sonuç-2: Babalar evlatlarına dair bir çok şeyi bilmez ama onları çok sever.

'Babalar en son duyar' boşuna söylenmemiştir. :)

Çevrimdışı s.kahya

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 8.773
  • 33.609
  • Müdür Yardımcısı
  • 8.773
  • 33.609
  • Müdür Yardımcısı
# 27 Mar 2014 10:47:10
"Mûsâ -aleyhi's-selam- Cenâb-ı Hakk'a:

«-Yâ Rab, Muhammed r ile ümmetinden bazılarının Cennet'teki derecelerini bana göster.» diyerek ilticâ etti. Cenâb-ı Hak ona:

«-Yâ Mûsâ, sen buna tâkat getiremezsin, fakat Ben büyük derecelerden bir dereceyi sana göstereyim. Bu derece ile O'nu senden ve bütün mahlûkattan üstün kıldım.» buyurdu. Sonra melekût âleminden kendisine bir kapı açıldı. Onun yerinin nûrunu ve Allah ile olan yakınlığını görünce Mûsâ u neredeyse kendinden geçecekti. Bunun üzerine Hazret-i Mûsâ:

«-Yâ Rab, O'nu bu dereceye ne ile yükselttin?» diye sordu. Cenâb-ı Hak:

«-O'na verdiğim yüksek ahlâk sâyesinde.» buyurdu. Bu sefer Hazret-i Mûsâ:

«-Bu ahlâk hangisidir?» diye tekrar sordu. Cenâb-ı Hak da onun bu suâline şu mukâbelede bulundu:

«Îsar, başkasının ihtiyacını kendi ihtiyacına tercih etmesidir. Kim, bu ahlâk ile Bana gelirse, Ben onu hesaba çekmekten hayâ eder ve onu Cennet'in istediği yerinde iskân ederim.»" (İhyâ, III, 570-571)

Çevrimdışı s.kahya

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 8.773
  • 33.609
  • Müdür Yardımcısı
  • 8.773
  • 33.609
  • Müdür Yardımcısı
# 27 Mar 2014 10:53:26
Şeytana Karşı Geldikçe Îmân Kuvvetlenir

Bıkmadan, usanmadan gece gündüz çalışıyor. Yorulmuyor, ümidini bir an olsun kaybetmiyor. Azim ve kararlılıkla yoluna devam ediyor. Vazifesini en iyi şekilde yapma gayreti içinde, bir o kadar da kibirli... Kimden mi bahsediyoruz? Şeytandan...
Bir hayra niyetlendiğimizde hemen kulağımıza fısıldayıverir:

"-Senden başka kimse yok mu bunu yapacak, boş ver, keyfine bak!.." diye.

Ezan okunduğunda, namaz kılmaya davrandığında:

"-Daha vakit var; ne güzel oturuyorsun, biraz sonra kılarsın." der. Daha olmadı:

"-Şu işini de yap, bu da önemli, şuraya da git öyle kılarsın..." gibi vesveseler verir.

Sonuna kadar mücadele eder. Eğer, her türlü engellemesine rağmen son anda sevabından mahrum kalarak, kılmışsan namazını, bu da teselli eder onu. Ne çarparsam kâr diye bakar. Hiç kılmamışsan daha âlâ...

"-Allah büyük, af eder!.." diyerek Allâh'ın affı ile kandırır.

Her şeye rağmen eğer namaza durmuş isen; hiç aklına gelmeyecek şeyleri fısıldayarak, o namazdan lezzet almanı engeller. Bütün hayırlı işlerin ve ibadetlerin içini boşlatmak için aynı azamî gayreti gösterir. En ufak bir sıkıntıda:

"-Bak, Rabbin seni sevmiyor, sevseydi bunları sana yaşatmazdı!.." deyiverir.

Sen ne kadar çok Allâh'a yaklaşırsan, şeytan da bir o kadar uğraşır yolundan döndürmek için... Hayatın boyunca hiçbir şey yapamasa, son nefesini vermek üzere iken bir yudum su karşılığında îmânını ister. Fakat şeytanın da kullar üzerinde yaptırım gücü yoktur, o sadece fısıldar, tavsiye eder; zorlamaz, zorlayamaz. Rabbimiz, Âl-i İmran Sûresi, 175. âyetinde:

"Size o haberi getiren şeytandır. O, sadece kendi dostlarını korkutabilir. Ondan korkmayın, eğer mü'min iseniz Ben'den korkun." buyuruyor.

Hakiki mü'min, kâmil îmâna sahip olandır. Yani yalnızca Allah'tan korkan ve O'ndan gelen sese kulak verendir. İnancı kuvvetli olana şeytan hiçbir şey yapamaz!.. Zira Cenâb-ı Hak, Yüce Kitabımızda:

"...Biz şeytanı, inanmayanların dostu yaptık." buyuruyor. (el-A'raf, 27)

Ezan okunur okunmaz hiçbir engel tanımadan namazımızı kılmak, tam gecenin bir yarısında teheccüd namazı için gözlerimizi açıp da o anda iblisin "biraz daha uyu" sesine kulak vermeden yataktan fırlayıp kalkmak gibi hayırlı işlerde ısrarcı ve aceleci olursak, şeytana karşı gelmiş oluruz. Kişi nefsini yordukça rûhu güçlenir, şeytana karşı geldikçe de îmânı kuvvetlenir. Şeytana karşı gelmeyen, Allah korusun, Rabbimize karşı gelmiş olur.

Eğer şeytanın fısıltılarından etkilenip, az da olsa onun yolundan gidiyorsak, îmânımızdaki zayıf noktalarımızı tekrar gözden geçirmemiz gerekir. Yaratanımız kullarına dâimâ güzeli ve doğruyu, şeytan ise kötüyü ve yanlışı fısıldar. Kalbimiz hangi tarafa meyilli ise, daha çok o sesi duyarız. İmanı kuvvetli olan, tabiî ki, Rabbinin sesine kulak verir.

Nefsine yenik düşüp şeytana kulak verenlerin hâllerini, Cenâb-ı Hak, yüce kitabımızda pek çok defa beyan buyuruyor. İşte onlardan bir tanesi:

"Şeytan onlara amellerini güzel gösterdiği zaman, «Bugün insanlardan size gâlip gelecek yoktur, ben de size yardımcıyım.» demişti. Fakat iki tarafın karşı karşıya geldiğini görünce arkasını dönüp kaçtı ve şöyle dedi: «Ben sizden kesinlikle uzağım. Ben sizin göremeyeceğiniz şeyler görüyorum ve ben Allah'tan korkarım. Ayrıca Allâh'ın azâbı çok çetindir.»" (el-Enfâl, 48)

Demek ki, dostumuzu, düşmanımızı iyi seçmemiz gerekiyor. Bazen dost görünümlü şeytanlar olur etrafımızda, her hayırlı işimize engel olur. Bazen de dostluğu bize sıkıntılıymış gibi gelse de bizi hayra teşvik eden arkadaşlarımız olur. O hâlde kulağımızı hangisine verirsek, onun sesi bize yakın ve sevimli gelir.

Rabbim, bizleri, insan kılığındaki şeytan dostların şerlerinden muhafaza eylesin. Cümlemizin îmânını, şeytanın fısıltılarına kulak asmayacak kadar kavîleştirsin! Âmin!

(Şebnem Dergisi-sayı 80-sayfa 12)

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK