İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı harslan05

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.366
  • 69.106
  • 3.366
  • 69.106
# 30 May 2014 01:22:11
Hz. Ali bir akşam üzeri eşi Hz. Fatima’yı avluda ağlarken görür.
Yanına gider hemen koşarak yüzüne bakar.
- “Ey RESULULLAH’ın (s.a.v.) en güzel çiçeği ne ağlıyorsun?”
Hz Fatima biraz bekler ve şöyle der;
- “Ya Ali bugün hiç gülümsemeni görmeyince benden razı değilsin” sandım…

Çevrimdışı mozay

  • Üye
  • *
  • 11
  • 33
  • 11
  • 33
# 31 May 2014 10:58:35
Bir padişah veziriyle ava çıkar. Tanınmamak için kıyafetlerini değiştirirler. Fakat vezirin bir âdeti vardır. Ne olay olursa olsun, (Efendim, bir hikmeti vardır) der. Padişah avını vuramayınca, (Efendim, üzülmeyin, bir hikmeti vardır) der. Padişah çukura düşünce, (Efendim üzülmeyin, bir hikmeti vardır) der. Padişahın gözüne bir çubuk gelerek, gözünü çıkarıp, kör eder. Vezir yine (Efendim, bunun da bir hikmeti vardır) der. Artık padişah dayanamaz, (Gözüm çıktı, hâlâ hikmeti vardır diyorsun, defol buradan!) der ve vezirini kovar.

Vezir ayrıldıktan bir müddet sonra, eşkıya o beldeyi basar ve padişahı yakalarlar. O her ne kadar, (Durun, ben padişahım) dese de, inanmazlar. Bir yere götürüp, (Bizim reisimizin bir adağı vardı. Bize, “Canlı olarak ilk yakaladığınızı adak olarak kesin” demişti. Onun için, şimdi seni boğazlayacağız) derler. Yere yatırırlar, tam kesecekleri vakit içlerinden biri, (Bunun bir gözü kör. Durun, körden kurban olmaz) der. Durumu reislerine sorarlar. Reisleri de, (O zaman bırakın onu, başkasını bulun!) der.

Padişah ölmekten kurtulup saraya gelince, (Hemen bana veziri bulun!) der. Vezir gelince, padişah özür diler. (Sen haklıymışsın, seni kovdum, ama yanlış yapmışım, hakkını helâl et) der. Vezir de, (Efendim üzülmeyin, kovmanızda da bir hikmet varmış. Beni kovmasaydınız sizin yerinize beni keserlerdi. Çünkü benim iki gözüm de sağlam. İyi ki beni kovdunuz) diye cevap verir. Padişah da, (Sübhanallah, seninle başa çıkılmaz) der.

Dolayısıyla her şeye üzülmek doğru değildir. İstediğimiz şekilde neticelenmeyen bir iş için, üzülmemeli ve üzerinde ısrar etmemeli. Onun da bir hikmeti vardır

Çevrimdışı HaYaLdi_BiTTi.

  • Yeni Üye
  • 0
  • 1
  • 0
  • 1
# 31 May 2014 11:56:46
çok güzel yazılar paylaşmıssınız emeğiniz için teşekkürler.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.306
  • 223.508
  • 28.306
  • 223.508
# 31 May 2014 13:05:30
Bir savaşta, sahabe-i kiramdan biri, zorlu bir mücadeleye girmiş ve sonunda güç halle rakibini yere düşürüp kılıcını onun boynuna indirmek için kaldırmıştı. İşte tam bu sırada, yerde yatan adam, 'LA İLAHE İLLALLAH' (ALLAH'tan başka ilah yoktur) deyivermişti. Ancak bu iman belirtisi, kılıcın boynuna inmesini önleyemedi. Zira son anda ölüm korkusundan söylendiği açıktı.
Ne var ki bu olayı duyan Allah Resulü (sav) fevkalâde üzüldü ve çok nadir kızgınlıklarından birini gösterdi. Sahabi defalarca dedi ki:
- Ey Allah'ın Resulü, adam benimle sonuna kadar mücadele etti. Eğer becerebilseydi beni öldürecekti. Son anda söylediği tevhid kelimesi ölüm korkusundandı...
Efendimiz'in (sav) üç kere tekrarladığı cevap ne kadar ibretli, ne kadar hassas ölçülü ve ne derece düşündürücüdür:
- Kalbini yarıp baktın mı? Kalbini yarıp baktın mı? Kalbini yarıp baktın mı?
(Bkz. İbn Mace, "Fiten," 1; İ. Kesir, Tefsîru Kur'ani'l-Azîm, 1:539)
Evet, kimse kimsenin samimiyetini ölçmekle vazifeli değildir.
İmanda samimiyet ölçmek yetkisi hiç bir insana verilmemiştir.
Herkes kendi samimiyetini ölçmeli ve derecesini artırmaya çalışmalıdır. Zira ancak bundan sorumludur.
Vasıflı bir Müslüman, başkasının imanıyla, ibadetiyle ve ihlâsıyla uğraşmaz. Çünkü onun ilk ve en önemli düşmanı, daima kötülükleri emreden "Nefsi"dir. Dolayısıyla asıl savaşı, şeytanla işbirliği yapmış olan nefsine karşı verir.
Başkalarına hüsn-i zan besler. Ötekileri daima kendinden yüksek bilir. Ve hiçbir zaman yükseklik iddiasında bulunmaz. Bilir ki, "Ben yükseğim, yüceyim!" diyen, alçaktır. Çünkü İslâm ahlâkında iman, ibadet ve ahlakıyla övünmek düşüklük ve hastalıktır.

Çevrimdışı eslemnurum

  • Uzman Üye
  • *****
  • 10.560
  • 26.279
  • 10.560
  • 26.279
# 01 Haz 2014 07:47:22

SONUNDA HERKES HAK ETTİĞİNİ ALIR

Bu olay 14 ekim 1998 de kıtalar arası bir uçuş esnasında gerçekleşmiştir.

"Bir kadın, uçakta zenci bir adamın yanında oturuyordu. Durumdan rahatsızlığını belli edercesine, hostesten başka bir yer bulmasını istedi, zira öylesine antipatik birinin yanında oturamazdı. Hostes, tüm uçağın dolu olduğunu fakat birinci sınıfta yer olup olmadıına bakacağını söyledi.


Diğer yolcular şaşkınlık ve tiksintiyle olayı izliyorlardı, bu kadının sadece terbiyesizliğine değil, bir de birinci sınıfta yolculuğu devam edeceğine şahit oluyorlardı. Zavallı adamcağız çok kötü bir durumda olmasına rağmen cevap vermemeyi tercih etti. Bu yüksek tansiyondaki durumda kadın, birinci sınıfta ve o adamdan uzak uçabileceğinden tatmin olmuş, hostesin dönmesini bekliyordu.

Birkaç dakika sonra geri gelen hostes, kadına:

"Çok özür dilerim geciktim.Birinci sınıfta bir yer buldum… Bu yeri bulmak biraz zamanımı aldı, sonra yer değişikliği için pilottan izin almam gerekiyordu. 'Hiç kimse sorun yaratan bir diğerinin yanında oturmak mecburiyetinde tutulamaz' dedi ve bu izni verdi."

Diğer yolcular kulaklarına inanamıyorlardı, bu esnada kadın da bir zafer kazanmış gibi yerinden kalkmaya hazırlandı. Aynı anda hostes, oturmakta olan zenciye dönerek:

"Beyefendi, sizi uçağın birinci sınıfındaki yeni yerinize götürmem için beni takip eder misiniz lütfen? Seyahat firmamız adına kaptan pilotumuz sizden böyle nahoş bir olay yaratan kimsenin yanında oturmak mecburiyetinde bırakıldığınız için çok özür diliyor."

Tüm yolcular hep birlikte, bu olayı iyi bir biçimde sonuçlandıran uçak personelini alkışlayarak tebrik ettiler.

O yıl, kaptan pilot ve hostes uçaktaki davranışlarından dolayı ödüllendirildiler. Aşağıdaki mesaj, tüm ofislere personelin görebileceği bir biçimde iletildi:

"İnsanlar onlara ne söylediğinizi unutabilirler. İnsanlar onlara ne yaptığınızı da unutabilirler. Ama insanlar, onlara kendilerini nasıl hissettirdiğinizi asla unutmazlar

Çevrimdışı eslemnurum

  • Uzman Üye
  • *****
  • 10.560
  • 26.279
  • 10.560
  • 26.279
# 01 Haz 2014 08:01:32
.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.306
  • 223.508
  • 28.306
  • 223.508
# 01 Haz 2014 14:36:10
MÜTHİŞ BİR HİKAYE mutlaka okuyun..

Çocukları olmayan evli bir çift, hergün olduğu gibi yine tarlaya çalışmaya gitmişler.
Çalışırlarken bir yılan ile gelinciğin kavgasını izlerler,
Anne Gelincik yavrusunu yemesin diye kendini Yılana yem eder, ve Yılan çekip gider.
Yavru gelincik orada tek başına kalır. Kadın; bey yazıktır evimize götürelim besleyelim der ve eve götürürler.
Aradan zaman geçer bu çiftin çocukları olur ve tabi gelincikte büyümüştür evin bir parçası olmuştur.
Birgün bu çift acil tarlaya gitmeleri gerekiyor ama bebek evde uyuyor.
Erkek; bişey olmaz 5 dk'ya geliriz der ve sırtlanırlar küreklerini tarlaya giderler. Geldiklerinde kapıyı bi açarlar bide ne görsünler ? Gelincik ağzı kan revan içinde evin içinde dolaşıyor !
Bunu gören adam kan beynine sıçramış ve elindeki kürekle vura vura gelinciği öldürür.
Sonra bütün odalara bakarak çocuğunu arar ve bi bakarlar ki çocuk odasında mışıl mışıl uyuyor, bebeğin diğer yanına baktıklarında ise ölü bir yılan görürler ve anlaşılırki gelincik bebeği korumak için yılanı öldürür.
Adam dizleri üzerine çöker Aman Yarabbi ben ne yaptım nasıl böyle bir yanlış yaparım diye yıllarca kendini yer bitirir.

İşte önyargı böyle birşeydir. Lütfen sonucu görmeden yargılama yapmayınız.

Çevrimdışı eslemnurum

  • Uzman Üye
  • *****
  • 10.560
  • 26.279
  • 10.560
  • 26.279
# 01 Haz 2014 17:26:51

Bir gün, bir çiftçinin eşeği kuyuya düşer.
 Adam ne yapacağını düşünürken, hayvan saatlerce anırır.
 En sonunda çiftçi, hayvanın yaşlı olduğunu ve kuyunun da zaten
 kapanması gerektiğini düşünür ve eşeği çıkartmaya değmeyeceğine karar


verir. Bütün komşularını yardıma çağırır. Her biri birer kürek alarak kuyuya toprak atmaya başlarlar. Eşek ne
 olduğunu fark edince, önce daha beter bağırmaya başlar. Sonra, herkesin şaşkınlığına, sesini keser.
 Birkaç kürek toprak daha attıktan sonra, çiftçi kuyuya bakar. Gözlerine inanamaz. Eşek, sırtına düşen her kürek toprakla müthiş bir şey yapmakta, toprağı aşağıya silkeleyerek yukarı çıkmasına basamak hazırlamaktadır.
 Bir süre sonra, komşular toprak atmaya devam edince, herkesin şaşkınlığı altında eşek, kuyunun kenarından dışarı bir adım atıp, koşarak uzaklaşır!

Hayat üzerinize hep toprak atacaktır; her türlü pislik ile.
 Kuyudan çıkmanın sırrı, bu pisliği silkeleyip bir adım yükselmektir.

Sıkıntılarımızın her biri bir adımdır. En derin kuyulardan bile yılmayarak, usanmayarak çıkabiliriz.
 Silkelenin ve biraz daha yukarı çıkın.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.306
  • 223.508
  • 28.306
  • 223.508
# 01 Haz 2014 19:16:41
KISSADAN HİSSE
Rahmetli babamın anlattığı,halk arasında farklı şekillerde de anlatılan bir hikaye geldi aklıma:
Vaktiyle ağanın biri çobana yüz koyun emanet eder otlatması için.Aradan uzun bir süre geçer. Çoban koyunları satar,kimini de kesip yer ve üstünü,başını yırtarak elinde bir deri ,perişan bir halde çıkagelir. Ağa koyunlarına ne olduğunu sorunca,çoban şöyle cevap verir:
Yağmur yağdı gök çatladı,
Yetmiş ikisinin ödü patladı.
Önden gitti baş toklu,
Arkasından beş toklu.
Onunu verdim kasaba,
Onunu da katma hesaba.
Kurt kaptı birisini,
Aha da getirdim birisinin derisini .
Ağa gerçeği bilir aslında,kızgınlığı çobanın yüzsüzlüğünedir. Bir bakraç(kova)yoğurdu çobanın başından aşağı döker ve ;
"Hesabını doğru verenin yüzü böyle ak olur" ,der.
Kıssadan hisse çıkarmak ta bize düşer.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.306
  • 223.508
  • 28.306
  • 223.508
# 03 Haz 2014 23:16:47
31-01-2014 Cuma günü sabah namazından sonra Ka'be'yi tavaf eden 22-23 yaşlarında Türkiyeli bir genç tavaf namazını kılarken secdede vefat etmiş ,uzun bir süre kimse vefat ettiğini farkedememiş, ancak sabah temizliği esnasında onu n vefat ettiğini anlamayan polis memuru kaldırmak isteyince durum anlaşılmıştır.İşte size muhteşem bir finalle dünya hayatına veda. Hem ka'be de Harem-i Şerifte,hem tavaftan sonra, hemde namazda secde halinde.

- Bize de böyle güzel ölüm nasip et YaRABB..

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.306
  • 223.508
  • 28.306
  • 223.508
# 05 Haz 2014 06:37:03
Basra'nın velisi Hasan-ı Basri Hazretleri'ne 90'lık bir ihtiyar gelir:
-Ben tövbe ederek istikametimi düzeltmek için geldim, bana yol göster, der. Hasan Basri Hazretleri latife ile:
- 'Baba biraz geç kalmadın mı?' der. İhtiyarın cevabı manalı olur:
- Henüz güneş batıdan doğmadı, tövbe kapısı kapanmadı diye ümidimi kesmeden geldim, yanlış mı yaptım yoksa ümidimi kesmemekle?
Heyecanlanan Hasan-ı Basri Hazretleri:
- Hayır, hayır der, ümidinizi kesmemekle yanlış yapmadınız. Gerçekten de henüz güneş batıdan doğmadı, tövbe kapısı da kapanmadı. Buyurun birlikte tövbe istiğfar edelim, belki sizin kesilmeyen ümidiniz hürmetine bizim tövbemiz de kabul olur. Birlikte oturup tövbe, istiğfar ederler.
Demek ki, hangi yaşta olursa olsun tövbeden asla ümit kesilmemeli, bulunan ilk fırsatta tövbeye koşulmalıdır. Çünkü güneş henüz batıdan doğmamış, tövbe kapısı da kapanmamıştır. Ayette buyurulduğu üzere;
De ki: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! ALLAH’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz ALLAH, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
(ZUMER - 53)

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.306
  • 223.508
  • 28.306
  • 223.508
# 05 Haz 2014 19:19:21
Bir selam, bir sevgi, bir güler yüz…
Sabah işe erkenden geldiğim bir gündü. Güneş yeni yükseliyordu ve hava serindi. İki çalışanın yolun bir köşesinde eğilip bir şeyler söylendiklerini fark ettim. Yaklaştım. Bir güzel kirpi kaldırım taşının üzerinde yan yatmış, zorlukla ve dengesizce soluyor gibiydi. Gelen geçen merakla yaklaştıkça kalabalık artıyor,”-Vah! –Ne olmuş ona? –Ne şirinmiş! –Birisi mi basmış? –Hasta mı? –Yaşıyor mu? –Ölüyor mu? –Zehirlenmiş mi? –Ne tatlı şey! –Vah zavallı! -Yavrum!” sözleri duyuluyordu.
Bir kirpi! Bizim gibi can taşıyor. Başına ne geldiyse yolda güçsüz düşüvermiş. Toparlanıp hayata tutunmaya çalışıyor. Yabani hayvan için yapabileceğimiz bir şey yok. Derdini bilmiyoruz ve çare olabilecek durumda değiliz. Kim bilir belki de doğal hayatı bozup zehirlememizin acısını çekiyor. Bıraktık kendi haline ve uzaklaştık.
Gün boyu o hayvanı düşünürken, kendi köşesinde derdiyle hayata tutunmaya çalışan insanları hayal ettim. Herkesin bir imtihanı var. İnsanlığın huzur ve ahlakına katkı sunmaya çalışan sorumlu insanlardan olabilsek de, herkes kendi derdiyle baş başa. Kimsenin Allah’tan başka bir gerçek koruyucusu ve kurtarıcısı yok. Her şey yüce Yaradan’ın huzurunda ve planladığı bir kader çerçevesinde yürüyor.
O kirpi için bir şey yapamadık diye vicdanım sızladı. Oysa çevremiz kendileri için bir şeyler yapmamız gereken insanlarla kaynıyor. Evlatlarımız, akrabalarımız, dostlarımız sorumluluk gösterip bir şeyler yapmamıza muhtaç! Bir selam, bir sevgi, bir güler yüz, bir öğüt, bir teşvik, bir yardım. İyi insanlar bir şeyler yapmayınca meydan kötü insanlara kalıyor. Yeryüzünde Allah’ın adaleti desteklenmeyince şeytanın zulmü yayılıyor. Dr. Muhammed Bozdağ

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.306
  • 223.508
  • 28.306
  • 223.508
# 07 Haz 2014 11:47:33
MUTLAKA OKUMANIZI TAVSİYE EDERİM !

Bir kadın, kapıdan dışarı çıktığında, bembeyaz sakallı üç ihtiyarın kendi evinin önünde oturduklarını görür.

-Ben sizi hiç tanımıyorum, der . Ama aç ve susuz olmalısınız. Lütfen içeriye gelin de sizlere bir şeyler ikram edeyim.

- Evin erkeği içerde mi? Diye sorar adamlar.

- Hayır, der kadın. Şu an evin dışında.

- O evde olmadığı sürece bizim bu eve girmemiz mümkün değil. diye cevap verirler.

Akşam olup kocası eve döndüğünde kadın olanları anlatır.

- Peki, onlara söyleyebilir misin, der adam. Ben evdeyim artık, bu eve gelebilirler.

Kadın dışarı çıkıp bu kişileri içeri davet eder.

Ama bu defa da;

- Hepimiz aynı anda içeri girmeyiz der yaşlı adamlar.

Kadın öğrenmek ister;

- Niye giremezsiniz ?

İhtiyarlardan biri açıklar:

- Onun adı ZENGİN, der bir arkadaşını göstererek.

Diğeri BAŞARI.

Ben ise SEVGİ . . .

Sonra ekler;

- Şimdi içeri gir ve kocanla konuş. Hangimizi evinizde istersiniz ?

Kadın içeri girip söylenenleri kocasına anlatır. Adam duyduklarıyla neşelenerek;

- Ne güzel, der. Madem öyle, Zengin’i içeri çağıralım ve evimizi zenginlikle doldursun .

Karısı itiraz eder;

- Canım, niçin Başarıyı çağırmıyoruz ?

Bu sırada, evin diğer köşesinde bulunan gelinleri konuştuklarını duyar. Koşarak gelir ve kendi fikrini söyler;

-Sevgiyi çağırsak daha iyi olmaz mı? Evimiz sevgiyle dolar !

- Gelinimizin teklifini dikkate alalım, der adam karısına. Dışarı çık ve bizim misafirimiz olması için Sevgiyi davet et.

Kadın dışarı çıkar ve yaşlı adamlara sorar;

- Hanginiz Sevgi idi? Lütfen içeri gel ve misafirimiz ol .

Sevgi ayağa kalkar ve eve doğru yürümeye başlar.

Fakat diğer iki yaşlı adam da onu takip ederler.

Kadın şaşırmış bir halde Zengin ve Başarı’ya sorar;

- Ben sadece Sevgiyi davet ettim, siz niye geliyorsunuz?

Zengin ve Başarı bir ağızdan cevap verirler:

- Eğer Zengin’i ya da Başarıyı davet etmiş olsaydın diğer ikisi dışarıda kalırdı. Ama sen Sevgiyi davet ettin .O nereye giderse biz de ardından oraya gideriz . . .

Çünkü nerede Sevgi varsa, orada Başarı ve Zenginlik de vardır...!

Çevrimdışı mozay

  • Üye
  • *
  • 11
  • 33
  • 11
  • 33
# 07 Haz 2014 21:43:11
Vermezse Mabut

Sultan Mahmut han, tebdili kıyafet yaparak bir kahveye girer. Yaşlı çaycıya herkesin tıkandı baba diye hitap ettiğini görüp, bu lakabın nereden geldiğini sorar.Çaycı anlatır:

— Bir gece rüyamda çeşmemin daha iyi akması için çomak sokup açmaya çalıştım. Çomak kırıldı, suyun akması iyice azaldı, uğraşırken temelli tıkandı, su hiç akmaz oldu. Bunu komşulara anlatınca, adım tıkandı babaya çıktı.

Sultan Mahmut han, vezire, (Bir ay, her gün bu adama bir tepsi baklava getirin. Her dilimin altına bir altın koyun) diye talimat verir.

Ertesi gün baklava gelir. Çaycı, (Baklavayı satayım da üç beş kuruş alayım) der. Bir Yahudi baklavayı rayiç fiyattan daha aşağı alır. Baklavayı yerken altınları görür. Yahudi bir şeyler anlamaya çalışır. Ertesi günü çaycıyı görüp, (Sana baklava getiren olursa ben yine daha yüksek fiyattan alırım) der. Yahudi her gün fiyatı artırarak almaya devam eder. Çaycı da, iyi para kazanıyorum diyerek baklavaya hiç dokunmadan satar.

Bir ay sonra, baklava getirme işi biter. Sultan, çaycı epey zenginlemiş diye düşünür. Padişah kıyafetiyle, çaycının yanına gelir. Çaycıda bir değişiklik olmadığını anlayınca, (Baklavaları ne yaptın?) diye sorar. O da, hiç birini yemeden sattığını söyler. Hazineden bir miktar altın vermek üzere, çaycıyı saraya davet eder. Sonra, (Şu küreği al, altınlara daldır, kürekte ne kadar altın kalırsa hepsi senin olsun) der. Çaycı heyecanlanır, daha çok altın almak için küreği daldırır. Aksine ters daldırdığı için küreğin üstünde bir altın kalır. Sultan (Demek nasibin bu kadarmış) der. Daha başka imtihana tabi tutarlar. Hiç birinden netice alınmayınca, sultan der ki:

— Vermeyince Mabut, neylesin sultan Mahmut!

Çevrimdışı s.kahya

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 8.773
  • 33.609
  • Müdür Yardımcısı
  • 8.773
  • 33.609
  • Müdür Yardımcısı
# 09 Haz 2014 11:57:42
Îlâ-yı kelimetullah uğruna, hayatının büyük bir bölümünü cihad meydanlarında geçirmiş olan büyük sultan Gazneli Mahmud, husûsiyle Hindistan’a on yedi sefer düzenlemiştir.
“Put kıran” lâkaplı bu meşhur hükümdar, işte bu seferlerinden birinde çok şiddetli bir direniş ile karşılaşır. Zafere ulaşacağından bir an şüpheye düşer. Cenâb-ı Hakk’a içli içli yalvarırken, dudaklarından şöyle bir söz dökülür:
“–Ey Rabbim! Bu savaştan gâlip çıkarsam, aldığım bütün ganimetleri ihtiyaç sahiplerine dağıtacağım.”
Ve neticede Sultan Mahmud, Allâh’ın yardımıyla bu zorlu savaştan da gâlip çıkarak pek kıymetli ganimetlerle devletin başşehri Gazne’ye döner. Cenâb-ı Hakk’a vermiş olduğu söz dolayısıyla, vakit kaybetmeden, elde ettiği bütün ganimetleri, vaad ettiği gibi, yoksul, fakir, kimsesiz ve muhtaçlara dağıtmaya başlar. Fakat bunu haber alan bâzı vezir ve komutanlar Sultân’ın huzuruna çıkıp:
“–Aman Sultânım! Ne yapıyorsunuz? Bunca değerli ganimetler, altınlar, inciler fakir-fukaraya öylesine dağıtılır mı? Hem onlar bunların kıymetini nereden bilecekler? Üstelik devlet hazinesinin de bunlara şiddetle ihtiyacı var.” derler.
Sultan Mahmud, bunu Allâh’a verdiği sözün bir gereği olarak yaptığını, kendisi için bir adak olduğunu söylediyse de, huzuruna çıkan adamları yine itiraz ederler:
“–Efendimiz! En azından, önemsiz olanları dağıtın, değerli olanları hazineye ayırın. Zira bütün memleketin bunlara ihtiyacı var.” gibi türlü sözlerle Sultân’ın gönlünü bulandırıp onu yapmakta olduğu hayırdan vazgeçirmeye çalışırlar.
O devirde Gazne’de yaşayan ve ne pahasına olursa olsun doğruyu ve hakkı söylemekten çekinmeyen âlim ve fâzıl bir zat vardır. Sultan Mahmud onu huzuruna dâvet edip, durumu bir bir anlatır ve ne yapması gerektiğini sorar. O basîret ve firâset sahibi büyük zât, şu cevâbı verir:
“–Sultânım! Bunda kararsızlığa düşecek bir taraf göremiyorum. Aksine çok basit bir tercih karşısındasınız. Şöyle ki; «Eğer Allâh’a bir daha işinizin düşmeyeceğine inanıyorsanız, hemen adamlarınızın dediğini yapın ve bütün ganimeti, devletin hazinesine teslim edin. Ama Allâh’a tekrar ihtiyacınızın olacağını düşünüyorsanız -ki bütün kullar dâimâ O’na muhtaçtır- verdiğiniz sözü tutun, adağınızı yerine getirip ganimetleri ihtiyaç sahiplerine dağıtın!”

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK